Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
reni
ifadesini içeren
175
kelime bulundu...
kaved
Kısas olarak, öldüreni öldürme.
abese suresi
Kur'an-ı Kerim'de sekseninci surenin ismi olup, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Saliha Suresi, Sefere Suresi de denilir.
acente
(Acenta) ing. Bir vapur şirketinin her iskeledeki memuru.
Bir şirket veya idarenin diğer memleketteki vekili.
Memur veya vekilin memuriyeti ve idarehanesi.
ahzab suresi
Kur'ân-ı Kerimde otuzüçüncü surenin adı olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
akl-ı feal / akl-ı feâl
İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe.
aktar / aktâr
(Tekili: Kutr) Kuturlar. Çaplar. Dâirenin merkezinden geçen doğru hatlar.
Her taraf.
Güzel kokulu yağlar vesaire satan adam. Güzel kokular tâciri.
Ecza, ilâç satan adam.
Mahalle aralarında bazı baharatla iğne, iplik vesaire satan satıcı.
Kuturlar, çaplar, dairenin merkezinden geçen hatlar, bölgeler, taraflar. Her taraf.
asayiş
Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi
(Farsça)
atire
Receb ayında keferenin putları için boğazladıkları koyun ki, o puta "itrâ" derler.
avam / avâm
Amme'nin çoğulu, halk, topluluk.
Müctehid (âyet ve hadîslerden şer'î yâni dînî hükümler çıkaran İslâm âlimi) olmayan, mukallid (yâni mezhebinin usûl ve kâidelerini anlayıp taklîd eden).
Dînî ilimlerden haberi olmayan câhiller.
Olgunlaşmamış, irşâda (öğrenip, aydınlanmaya) muht
azhar
En zâhir. En açık. Besbelli. Bedihi olan, rûşen.
Bir ibârenin en açık ve kat'i olan mânası.
bad-ban
Yelken.
(Farsça)
Gemi sereni.
(Farsça)
bahreyn
İki deniz. (Basra Körfezi ile Hind Denizi veya Karadenizle Akdeniz. Yahut da Akdenizle Hind Denizi)
Basra Körfezi'nde bulunan bir devlettir. 1971 yılında İngilterenin körfezden çekilmesi üzerine istiklâliyetini ilân etmiştir. Bahreyn, Manama ve Muharrak Adalarından müteşekkildir. Hal
belarek
İyi su verilmiş kılıç, çelik.
(Farsça)
Ok temreni, ok mahfazası.
(Farsça)
beraat-ül istihlal / berâat-ül istihlâl
Bir eserin içindekilerini güzel bir başlangıçla baş tarafında anlatmak. İyi bir alâmet. Güzel bir başlangıç.
Bir ibarede müradif ve mukni birkaç kelime bulunması, hüsn ve insicamdaki ibarenin vech-i mergub üzere te'lif ve terkibi.
Maaş, rütbe, nişan için hükümetçe bildirilen
bu'sut
Derenin ortası.
büht
İftira, isnad edilen yalan.
Bir seyyarenin bir günlük hareketi.
buthan
Medine-i Münevvere'de bir derenin adı.
ceride
Gazete.
Resmi dâirenin büyük hesablarının kaydedildiği defter.
cevasis
(Tekili: Casus) Casuslar. Gizli şeyleri araştıranlar. Gizlilikleri öğrenip bilenler.
ciz'
Derenin dar ve kısık yeri.
cümmah
Temrensiz, ucu yuvarlak ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirlerdi)
derecat-ı şemsiye
Eski Kozmoğrafyaya göre; güneşi döndüğü farzedilen dâirenin on iki burca tekabül eden kısımları.
derece
(Çoğulu: Derecât) Yukarıya çıkacak basamak.
Dairenin bölündüğü dilim. 360 kısmın beheri ki, açıları ölçmeye yarar.
Termometrenin bölündüğü kısımların beheri. Mertebe, paye.
Miktar, rütbe.
desimetre
Metrenin onda birine eşit uzunluk birimi.
(Fransızca)
diyet
Kâtilin (adam öldürenin) vereceği para cezâsı.
ecir-i müşterek / ecîr-i müşterek
Serbest işçi. Kirâlıyanından (işvereninden) başkasına çalışmaması şartı koşulmamış hamal, terzi, saatçi gibi işçi.
edfer
İğrenilen, tiksinilen, nefret edilen şey.
ehl-i suffe
Suffe ehli ki bunlar, Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin sofasında kalırlar ve burada Hz. Peygamber'den dni öğrenirlerdi.
ehl-i sünnet alimleri / ehl-i sünnet âlimleri
İnanılması lâzım olan din bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) doğru olarak öğrenip, kitablara yazan ve Ehl-i sünnet îtikâdında olan İslâm âlimleri.
eş'ari / eş'arî
Ehl-i sünnet vel-cemâat yolunun iki büyük imâmından biri. Ebü'l-Hasen Ali bin İsmâil Eş'arî. 879 (H. 266) yılında Basra'da doğdu. 941 (H. 330) yılında Bağdâd'da vefât etti.
Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını Ebü'l-Hasen Eş'arî hazretlerinin açıkladığı şekilde öğrenip inanan.
evtas
Arap Yarımadasında, Hevâzın ilinde bir derenin ismi olup, Peygamberimizin (A.S.M.) Huneyn Vak'ası bu vâdide vuku bulmuştur.
eyyam-ı kur'aniye
Kur'an-ı Kerim'e göre olan günler (...Semavatta herhangi bir kürenin kendi etrafında bir defa dönmesi ile gün; mensub olduğu seyyarenin etrafında bir defa dönmesi ile de senesi meydana gelir. Her yıldızın kendine göre bir günü ve senesi vardır. Meselâ: Şems-üş-şumusun bir günü ellibin sene ve Şi'ra
fakir
Biçâre, muhtaç, yoksul. İslâm dini, ev kirası, yiyecek, içecek, giyecek, ilaç, yakacak gibi zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra yılda 96 gram altın alabilecek kadar geliri olmayanları fakir sayar. Fakirlerden vergi alınmaz, İslâm devleti zorunlu ihtiyaçlarını karşılamada, tedavi, tahsil (öğreni
feraşet
Süpürücülük ve döşeyicilik. Kâbe-i şerifeyi süpürenin hizmeti.
fetva emini / fetvâ emîni
Şeyhülislâmlıkta fetva işleriyle meşgul olan dairenin başkanı.
gıptakarane / gıptakârâne
İmrenircesine.
haber-i meşhur / haber-i meşhûr
Başlangıçta râvîsi (rivâyet edeni, bildireni) sınırlı iken, sonraki devirlerde, daha çok kimse tarafından nakledilen haber, hadîs-i şerîf.
habir / habîr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyin hakîkatini, kâinâtın, varlıkların, görünen ve görünmeyen her şeyi hakkıyla bilen, hiçbir zerrenin hareketi ve hareketsizliği ilminden hâriç olmayan, nefslerin ne ile mutmain (huzurlu) ne ile huzursuz olduğundan, sükûnete kavuştuğunda
hacc-ı kıran
Hac ile ömreye birlikte niyet ederek ihrâm giyip, ömrenin vazîfelerini yaptıktan sonra ihrâmını (hac elbisesini) çıkarmayarak aynı elbise ile hac vazîfelerini de yapmak. Bu haccı yapana kârin hacı denilir.
Hac aylarından önce veya hac aylarında hac ile umrenin ikisi için birden ihrama girilip umre yapıldıktan sonra usulü dairesinde ifa edilen hacca denir. Bunu yapan kimseye "karin" denir.
hadıyd
(Hazîz) Oturaklı, mütemekkin, yer.
Dağ eteği. Zir. Alçak yer.
Koz: Ayın veya başka bir seyyarenin mahreki üzerinde dünyaya en yakın bir mesafede bulunan nokta. Dünya ile diğer seyyarelerin güneşin merkezinden en uzak oldukları bir nokta.
halık-ı kainat / hâlık-ı kâinat
Evreni ve bütün varlıkları yaratan Allah.
haliset / hâliset
Edb: İbarenin düzgün ve akıcı olması.
halka-i tedris
Öğrenim, ders halkası.
harbiye nazırı
Askerlik işleriyle alâkalı dairenin başında bulunan memura verilen ünvandır. Kuva-yı Milliyenin Anadolu'da kurduğu hükümette "Milli Müdafaa Vekili" adını taşıyan bu ünvan, Osmanlı Hükümetine 1908 Temmuz inkılâbı arifesinde kurulan Said Paşa kabinesiyle girmiştir. Ondan evvel "Serasker" adını taşıyor
hareket-i milliye
Birinci Dünya Savaşının ardından İstanbul'u işgal eden İngilizler'e karşı ortaya çıkan direniş hareketi.
haremeyn
Hürmete ve saygıya lâyık iki belde. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad. Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâ
hayat-ı kainat / hayat-ı kâinat
Evrenin hayatı.
hayda'
Sıcak günlerde uzaktan görenin su sandığı serap.
hazakat
İhtisas. Meharet peyda etmek. Üstad olmak. Bir san'atta, hususan tıbda gereği gibi öğrenip mâhir ve mütehassısı olmak.
hıfzıssıhha
(Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.
hilkat-i kainat / hilkat-i kâinat
Evrenin yaratılışı.
huz ma safa, da'ma keder / huz mâ safâ, da'mâ keder
"Safâ olanı al, keder vereni bırak", "Allahın müsaadesi olan ve neticesi safâ veren şeyi al, sonu keder vereni bırak", "İyisini al, kötüsünü bırak" meâlindedir.
huzmasafadamakeder / huzmâsafâdâmâkeder
Safa vereni al keder vereni bırak.
icaz-ı hasr
Lafzan hiçbir hazf olmadığı halde, ibârenin mânaca zengin olmasıdır.
idare-i kainat / idare-i kâinat
Evrenin idaresi.
ihtifal / ihtifâl / احتفال
Anma töreni.
(Arapça)
ila ahir-i sure / ilâ âhir-i sûre
Sûrenin sonuna kadar.
ilkah
Döllenmek. Döllemek. Gebe bırakmak. Aşılamak.
Tıb: İki ayrı cins hücrenin birleşmesi.
ilm-i ledün
Akıl veya nakil yoluyla değil, kalple ve doğrudan Allah'tan öğrenilen ilim.
ilm-i vehbi / ilm-i vehbî
Çalışmadan öğrenilen, Allahü teâlâ tarafından ihsân edilen ilim.
intihaz
Ayaklanmak. Depreniş. Kalkmak.
Yola veya sefere çıkmak. Şüru eylemek.
iptida-yı tahsil-i fıtri / iptidâ-yı tahsil-i fıtrî
Fıtrî, doğal öğrenimin başlangıcı.
istiare-i bedia / istiâre-i bedia
Güzel istiâre; istiârenin en mükemmel şekli, eşsiz, benzersiz olanı.
istiare-i temsiliye
Temsilî istiare; istiarenin, teşbih unsurlarından "benzetilen" ögesi ile yapılan, benzeyenin teferruatlı olarak tasvir edildiği istiare çeşididir. Temsilî istiarede anlatılan kavram bütün manzumeye veya yazıya işlenmiştir.
istihbarat
Duyulup öğrenilenler. Alınan haberler.
Haber toplama merkezi.
istikşaf
(Çoğulu: İstikşâfât) (Keşf. den) Keşfetmeğe çalışma.
Ne olup bittiğini öğrenip anlamak için araştırma yapma.
izafet-i maklub
Ters çevrilmiş terkib. Muzaf-un ileyh ile muzafın yer değiştirmesi olup, böylece birleşik isim ve sıfatlar yapılır. Bu terkibler semâidir; işitilmekle öğrenilir, bir kaideye bağlı değildir. Her terkib bu şekle sokulmaz. Meselâ: Tâb-ı meh: Meh-tâb: Ay ışığı. Çeşm-i âhu: Ahu-çeşm: Ceylân gözlü. Nazar-
kadem
Ayak. Adım. Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk. Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın.
Uğur.
kainat halıkı / kâinat hâlıkı
Evrenin ve herşeyin sahibi olan Allah.
kainat maliki / kâinat mâliki
Evrenin ve yaratılmış herşeyin gerçek sahibi olan Allah.
kainat sahibi / kâinat sahibi
Evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi Allah.
kainat sultanı / kâinat sultanı
Evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve Sultanı Allah.
kainatın sahibi / kâinatın sahibi
Evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi Allah.
kainatın sanii / kâinatın sânii
Kâinatı, evreni ve içindeki herşeyi sanatla yaratan Allah.
kat'iyy-üd delale
Bir ibârenin ifâde ettiği mânaya veya hükme delâletinin kat'i ve şeksiz olması. Delilin kat'i, şüphesiz oluşu.
kat'iyy-ül metin
Metnin, ibârenin kat'i ve şüphesiz oluşu. (Ayet gibi)
kat'iyyü'l-metin
Metnin (sözün) kesin ve şüphesiz oluşu; ibarenin ilk kaynaktan aynen geldiğinin kesin olarak bilinmesi (meselâ metnin âyet veya hadis olduğu kesin olarak bilinmesi).
kavl-i kadim / kavl-i kadîm
İmâm-ı Şâfiî'nin Bağdâd'daki ilk ictihâdlarına (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükümlere) verilen ad. Bunlara onun mezheb-i kadîmi de denir. İmâm-ı Şâfiî, kavl-i kâdimini el-Hucce adlı eserinde topladı. Mısır'a yerleşince, muhîtin (y örenin) örf ve âdetlerini de nazar-ı îtibâra (dik
kayısa
(Çoğulu: Kavâsi) Derenin son bulduğu yer.
kıble-i kainat / kıble-i kâinat
Bütün evrenin yöneldiği kıble.
kısas / kısâs
Öldüreni öldürme cezası.
İşlenen suçun, yapılan kötülüğün aynısını suçluya tatbîk ederek cezâlandırma, öldüreni öldürme, yaralıyanı yaralama, bir uzvu kesenin uzvunu kesme cezâsı.
kıt'
(Çoğulu: Aktâ-Aktu) Deve palası.
Yük üstüne örttükleri palas.
Gecenin bir miktarı.
Yassı ve büyük olan ok temreni.
kıt'a
(Çoğulu: Kıtat) Dünyanın kara parçalarından her biri.
Memleket. Ülke.
Mat: Bir dairenin bir yayı ile onun çapı arasındaki kısım.
Tıb: Kesik organın vücudda kalan parçası.
Ask: Çok kalabalık olmayan askerî kuvvet.
Edb: En az iki beyitten yapılmış manzum
kutbe
Nişan okunun temreni.
Erkek ismi.
Nişanlara atılan ufak ok.
kutr
Taraf. Canib.
Nahiye. Mahal. Arzın veya semânın bir ciheti.
Çap.
Bölük. Bölge.
Geo: Dairenin merkezinden geçip onu iki müsavi kısma bölen doğru parçası, çap.
kutr-u daire / kutr-u dâire
Geo: Dairenin kutru. Çap.
küttab
(Tekili: Kâtib) Kâtipler.
Mektep, okul.
Başı yuvarlak küçük ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirler.)
ledid / ledîd
Derenin iki tarafı.
lısb
Küçük kaya yarığı.
Derenin dar yeri. Dar olan her cins madde.
İçi zorla çıkan ceviz.
lokavt
ing. Bir işverenin, isteklerini kabul ettirmek gayesiyle işyerini kapaması.
maarif
Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat, bilgi.
Meharet. Üstadlık. Hüner.
Marifetler. Mâruflar. Kültürler.
Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri.
Bir memleketin okullarını ve tahsil ihtiyacını idâre ve te'mine çalışan bakanlık.
magabıt
İmrenilme. Gıpta edilme.
magbat
(Çoğulu: Magabit) Gıpta edilecek ve imrenilecek yer.
magbut
(Çoğulu: Magabit) İmrenilmiş, gıpta edilmiş.
mahniye
(Çoğulu: Mehâni) Derenin dar ve kısık yeri.
mahrek-i senevi / mahrek-i senevî
Bir seyyarenin, bağlı olduğu kürenin etrafında dönmesiyle hâsıl olan farazî daire.
mecmu-u sure / mecmu-u sûre
Sûrenin tamamı.
mejeng
Keder, hüzün, tasa, gam.
(Farsça)
Hoşa gitmeyen, beğenilmeyen, nefret edilen, iğrenilen.
(Farsça)
merkez
(Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret.
Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı.
Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.
merkez-i arz
Yer kürenin merkezi, ortası.
mesna
İkişer ikişer.
Derenin büklüm ve boğaz yeri.
Çalgının ikinci teli.
mezheb taklidi
Amelde yapılacak işlerde bir müctehidin ictihâdlarına, fetvâlarına tâbi olma. Mevcût dört hak mezhebden birini öğrenip, kabûllenip, onunla amel etme.
Dört mezhebden birine uyan kimsenin bir işi yapmada ihtiyâç veya zarûret (başka hiçbir çâre bulunmama) veya meşakkat (güçlük) bulundu
mikron
Metrenin milyonda biri. Milimetrenin binde biri.
(Fransızca)
mim
Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır.
Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir.
Bir kitap veya ibarenin sonuna veya altına temme (bitti) yerine ve "mâlum oldu, görüldü" makamında konulan bir harftir.<
mincab
Zayıf kimse.
Yeleği ve temreni olmayan ok.
mu'bile
(Çoğulu: Meâbil) Yassı, uzun ok temreni.
muallem
Öğrenim görmüş, eğitimli kişi.
müddet-i tahsiliye / مدت تحصيليه
Öğrenim süresi.
mudga
Et parçası; embriyo; döllenmiş hücrenin, bütün organlar oluşuncaya kadar geçirdiği dönem.
mührdar
Eskiden bir bakanlık veya dairenin resmi mührünü kullanmakla görevli olan kimseye verilen ad. Hususi kalem müdürü.
(Farsça)
mukavemetsiz
Karşı konulmaz, direnilmez.
münafese
Başkasında görülen bir kemale imrenip ona yetişebilmek ve daha ileri gidebilmek için, nefislerin nefâsette, iyi şeylerde yarışması hissidir ki, nefsin şerefinden ve uluvv-i himmetinden neş'et eder. Hased ile arasında fark açıktır. Hased eden kimse, kemâle düşmandır; hased ettiği kimsenin zararından,
müstahberat / müstahberât
(Tekili: Müstahbere) (Haber. den) Öğrenilmiş, alınmış haberler.
mütemerridane
Direnircesine.
müterennim
(Renim. den) Terennüm eden, güzel sesle şarkı söyleyen. Güzel güzel konuşan.
na'man
Tâif yolunda Arafata çıkar bir derenin adı.
nakliyat
Nakil işleri, taşıma işleri.
Anlatılanlardan öğrenilenler.
Nakiller.
nasibe
Müfrit Haricîlerden ve Emevîlerden ve Hz. Ali'ye (R.A.) çok muhalif olan zümrenin adı.
nasiye
Çehrenin gösterişi, alın, yüz.
nazır
(Çoğulu: Nüzzâr) Nazar eden, bakan.
Bir idarenin veya dairenin umur ve işlerine bakan en büyük memur. Bir işin idaresine memur reis.
Kabine azalarından herbiri. Nâzır. Vekil. Bakan.
Vâsinin yapacağı tasarruflara nezarette bulunmak üzere musi veya hâkim tarafından tayi
nebiyy-i ahirüzzaman / nebiyy-i âhirüzzaman
Dünya hayatının kıyamete yakın son devrenin Nebisi; son Peygamber.
nehz
Ayağa kalkmak, deprenip kalkmak, hareket.
nevş
Bir şeyi el uzatıp almak ve istemek.
Yürümek.
Sür'atle deprenip kalkmak.
Alıp yemek.
nısf-ı kutr
Dairenin merkezinden geçen ve onu iki eşit kısma ayıran doğru çizginin yarısı. Yarı çap.
nühuz
Hareket etme, deprenip kalkma.
nükte
İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ.
Yere ağaçla vurup eser bırakmak.
rakme
Derenin kenarı.
Bahçe.
rampa
İki geminin birbirine veya bir geminin iskeleye yanaşıp bitişmesi.
(Fransızca)
Şose veya demiryolundaki yokuş.
(Fransızca)
Trenin eşya almağa mahsus yanaştığı set.
(Fransızca)
redd-i selam / redd-i selâm
Selâm verenin selâmını almak.
resm-i geçit
Geçit töreni.
resm-i küşad / resm-i küşâd / رسم كشاد
Yeni yapılan mekteb, fabrika, kışla, hükümet konağı, demiryolu vs. gibi şeylerin umuma açılışı yerinde kullanılan bir tâbirdir. Yeni tabirde " Açılış töreni" demektir.
İlk açılış töreni.
Açılış töreni.
resmigeçit
Özel günlerde yapılan geçit töreni.
resmiküşad / resmiküşâd
Açılış töreni.
riyaset-i islamiyet / riyaset-i islâmiyet
İslâmî idarenin başı olma.
rub'-ı daire
Dairenin dörtte biri.
rubu'
(Tekili: Rub') Dörtte birler.
Metrenin kabulünden evvel ipekli, yünlü, basma ve emsali kumaş, bez ve sairenin ölçülmesinde kullanılan çarşı arşınının kesirlerinden birinin adıdır.
ruh-u kainat / ruh-u kâinat
Evrenin ruhu.
sahib-i kainat / sahib-i kâinat
Evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi Allah.
sai / sâî
Emvâl-i zâhirenin zekâtını toplayan me'mûr; sâime (senenin ekserisini çayırda otlayan) hayvanların ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını toplamakla vazîfeli kimse, zekât me'muru.
sebak-gah / sebak-gâh
Ders öğrenilen yer. Mekteb, medrese.
(Farsça)
sebeb-i hilkat-i kainat / sebeb-i hilkat-i kâinat
Evrenin yaratılış sebebi.
sebk
Bir şeyi eritme. Kalıba dökme.
Edb: İbarenin tarz ve terkibi.
sebr
Denemek, imtihan.
Yara, kuyu vesâirenin derinliğini anlamak için yoklamak.
semai / semaî
İşitmekle öğrenilen. İşitmeğe dair ve müteallik.
Gr: Bir kaideye bağlı olmayan, işitilmekle öğrenilen.
semai müennes / semaî müennes
Bir kaideye bağlı olarak müennes işareti olmayıp kelimenin aslında müenneslik var gibi kabul edilen ve işitilmekle öğrenilen müennes kelime.
şerefe
Minarenin ezan okunan yeri. Yüksek kale ve emsali yerlerdeki burç, çıkıntı.
Minarenin ezan okunan yeri.
sezze
Seyâ denilen gün. Keferenin ateş gecesi günü.
sıfat-ı semaiye / sıfat-ı semâiye
Gr: Kelimeye ait, kaideye, gramere uygun olmaksızın işitilmekle öğrenilen sıfat.
şimendifer-i kanun-u şer'iye-i esasiye
Şer'î anayasa treni.
şimendifer-i kemalat / şimendifer-i kemâlât
Kemâlât treni, olgunluk ve mükemmellikler treni.
şimendifer-i terakki / şimendifer-i terakkî
İlerleme treni; yükselme vasıtası.
sırr-ı kainat / sırr-ı kâinat
Evrenin sırrı.
sücre
Derenin orta geniş yeri.
suhk
Uzak olmak.
Cehennemde bir derenin adı.
Mahrumiyet.
şuur-u kainat / şuur-u kâinat
Evrenin şuuru, bilinci.
şüyu'
Herkes tarafından duyulmuş, öğrenilmiş.
Yayılma, şayi' olma.
ta'ziye / تعزیه
Başsağlığı dileme.
(Arapça)
Şiîlikte yas töreni.
(Arapça)
tabut
(Çoğulu: Tevâbit) Sandık.
Ölü nakline mahsus sandık.
Dönüp dolaşıp gelinecek merci-i küll.
Hz. Musa Aleyhisselâm'a inen evâmir-i aşerenin konulduğu sandık.
Su kovası.
tadavvüc
Derenin dar ve kısık yerleri çok olmak.
tahrif
(Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak.
Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek.
Başka tarafa meylettirmek.
tahsil / تحصيل
Elde etme.
(Arapça)
Öğrenim.
(Arapça)
tahsil-i ulum / tahsil-i ulûm
İlimlerin tahsil edilmesi, öğrenilmesi.
talimgah-ı dünya / talimgâh-ı dünya
Öğrenim yeri olan dünya.
teakkul
Aklı kullanarak, lüzumlu şeyleri öğrenirken, her şeyin haddini, sınırını aşmamak, yâni lüzumlu olanı terk etmemek, lüzûmsuz olanla meşgûl olmamak, bunlarla vakit öldürmemek.
temerrüd / تمرد
Dikbaşlılık, direniş.
(Arapça)
Temerrüd etmek:
Direnmek, dikbaşlılık etmek.
(Arapça)
temerrüd-ü irtidadi / temerrüd-ü irtidadî
Dinden çıkıp dine karşı direniş göstermek.
teşrifat
Kabul töreni, protokol.
usul
(Tekili: Asıl) Ana, baba. Cedler.
İstinadgâh.
Râcih delil, kaide. Asıllar, kökler, temeller. Bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lâzım gelen esaslar. Bir hedefe ulaşmak için tutulan düzenli yol.
Tarz, metod, tertip.
Bir ilmin veya tekniğin asıl konusundan önce öğrenilmesi gereken başlangıç bilgileri, başlangıç, tertip, düzen metod.
vaftiz
(Vaftis) (Rumcadan) Hristiyanlarca çocuğun ve hristiyanlığa yeni girenin dine girme şartı sayılan, suya sokma merasimi.
Hıristiyanların dine gireni kutsal suya sokma merasimi.
Hıristiyanlığa yeni girenin ve çocuğunun dine girmesi için gerekli sayılan, suya sokma töreni.
vahdet-i idare
İdarenin tek elde olması.
vefk-i müselles
Üçlü vefk; bir âyet veya ibarenin ebced ve cifir değerleri esas alınarak, dağıtıldığı ve üç rakamının karesi biçiminde dokuz küçük kareden oluşan tılsımlı kare alan.
vera'
Takvânın ileri derecesi. Bilmediği ve şüphe ettiğini öğrenip iyiye ve doğruya göre hareket edip bütün günahlardan çekinme hâleti.
vestiyer
Pardesü, palto vesairenin çıkartılıp bırakıldığı yer.
(Fransızca)
za'f-ı te'lif
Edb: İbarenin, anlamayı güçleştirecek kadar karışık olması.
zahiri ilimler / zâhirî ilimler
Okuyarak, çalışarak ve araştırarak elde edilen, öğrenilen ilimler. Kelâm, tefsîr, fıkıh gibi din bilgileriyle; mantık, matematik, fizik, kimyâ, biyoloji, geometri gibi fen bilgileri.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
lugat
الهيات
muvazenesiz
ammaba'd
müttebi
istirca'
şahmerdan
متناسب
Kudret-i fatır
Melfuf
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
reni
Rabin
Özgül
El suyu
hasr-ı fikir
sebe
iş şey
Telki
çağdaşlaşmak
çeviklik