REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te rend ifadesini içeren 36 kelime bulundu...

(k.s.)

  • Kuddise sırruhu; ilâhî hikmetten öğrendiği şeyler pak ve mübarek olsun.

atele

  • (Çoğulu: Utül) Rende.
  • Kalın ve büyük asâ.
  • Fârisi yayı.
  • Doğurmamış dişi deve.

atle

  • (C. Utül) Rende.
  • Yoğun büyük asâ.
  • Büyük iğne demiri. Farisî yayı.
  • Doğurmamış dişi deve.

azmayiş

  • Deneme, sınama, tecrübe. (Farsça)
  • Tar: Emekdar tirendâzların kullandığı bir çeşit ok. (Farsça)

beylem

  • Rende.
  • Kazma.
  • Açılmamış pamuk kozası.

beyrem

  • (Çoğulu: Beyârim) Marangoz rendesi.
  • Uzun ve sert taş.
  • Bir yeri kazmakta kullanılan kazma âleti.

bürhan-ı limmi / bürhan-ı limmî

  • Kanunlardan hâdiselerine, sebeblerden neticelerine ve müessirden esere olan istidlâl. Yani eseri meydana getirenden esere olan delil. Kablî delil. Ateşin dumana delil olması gibi.

evreng

  • Taht, evrend. (Farsça)
  • Şan, şeref, nâm. (Farsça)
  • Zinet, süs. (Farsça)
  • Akıl, irfan. (Farsça)
  • Ağaç kurdu. (Farsça)
  • Hoş hâllilik, hâlin hoşluğu. (Farsça)
  • Hile, desise, hud'a, aldatma, oyun. (Farsça)
  • Yakışıklılık. (Farsça)

gıbta-aver / gıbta-âver

  • Gıbta ettiren, imrendiren. (Farsça)

gıbta-ferma / gıbta-fermâ

  • Gıpta verici, imrendirici. (Farsça)

gıbta-resa / gıbta-resâ

  • İmrendirici, gıpta ettirici. (Farsça)

gıldırgıç

  • Mücellit ıstılahlarındandır. Kitapların kenarlarını kesmeğe mahsus, rende biçiminde bir âlettir.

gıptakarane / gıptakârâne

  • İmrendirici bir şekilde.

hırvani / hırvanî

  • Tar: Düz yakalı önü ilikli bir çeşit elbisedir. Şehzade Abdülmecid'in okumağa başlamasından dolayı yapılan törende, yakınlarının bu elbiseyi giymeleri istenmiş ve bu husus, devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi'de tebliğ edilmişti.

ibn-i mes'ud

  • Ebu Abdurrahman Abdullah Bin Mes'ud da denir. (R.A.)şeref-i İslâm ile müşerref olanların altıncısıdır. Bütün gazvelere iştirak etmiştir. Dâimî surette huzur-u Risalette bulunduğundan Kur'an-ı Kerim'i herkesten iyi öğrendiği gibi, pekçok hadis de işitmiş ve ezberlemişti. Kur'an-ı Kerim'i en evvel Mek

icazet alma / icâzet alma

  • Eski medrese usûlüne göre bir öğrencinin hocasından öğrendiği ilimler hakkında yeterlilik belgesi alması.

ihdar-ı dem

  • Huk: Maktulün (öldürülmüş olan kimsenin) diyetini katilden (öldürenden) aldırmamak.

kuddise sirruhu / kuddise sirruhû

  • İlâhî hikmetten öğrendiği sırlar mübarek ve pak olsun anlamında, büyük veliler için kullanılan bir hürmet ifadesi.

küştere

  • Uzun dülger rendesi. (Farsça)

minhat

  • (Çoğulu: Menâhit) Dülger rendesi. Taş veya tahta yontmada kullanılan âlet.

nefretbahş

  • İnsana nefret veren, iğrendiren, tiksindiren. (Farsça)

nemga

  • Çocukların beyni deprendiği yer.
  • Dağ üstü.

recc

  • Deprendirmek. Sarsılmak. Gidip gelmek.

rendeçlenme

  • Rendelenme, düzeltilme.

rendelemek

  • Pürüzlerini gidermek. Rende ile düzlemek, pürüzlü yerlerini kazımak. Rende ile ufalamak.

rendide

  • Rendelenmiş, ufalanmış. (Farsça)

reşk-endaz / reşk-endâz

  • İmrendirici, gıpta ettirici. Kıskandırıcı. (Farsça)

reşk-saz

  • Gıpta ettiren, imrendiren. (Farsça)

sabr

  • Acıya ve zorluğa katlanmak.
  • Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
  • Muharebede şecaat gösterme.
  • Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak.
  • Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.

serendi / serendî

  • Katı, şiddetli, şedid. (Müe: Serendât)

sikaf

  • Rende.
  • Süngü ağacını düzeltecek ağaç.

suffe

  • Peygamberimizin Mescidine bitişik olarak inşa edilen ve içinde bazı sahabelerin Peygamber Efendimizden Kur'ân ve Hadis ilimlerini öğrendiği ve barındığı yer.

tahallüb

  • Sızma. Ter çıkarma.
  • Sütlenme. Süt peyda etme.
  • İmrendiğinden ağzının suyu akmak.
  • Pâre pâre etmek, dağıtmak, parçalamak.

tehziz

  • (Çoğulu: Tehzizât) Hafif titreme, hareket ettirme. Deprendirme.

yekdest

  • Bir elli, tek elli. (Farsça)
  • Bir çeşit, bir cins. (Farsça)
  • Eskiden yapılmış bir çeşit rende. (Farsça)

zerrat-ı alem / zerrât-ı âlem

  • Evrendeki zerreler.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın