Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
rayi
ifadesini içeren
181
kelime bulundu...
ablukayı kaldırmak
Muhasarayı bırakmak.
ağa yeri
Topkapı sarayında hazine kethüdasının oturduğu yer.
akile / âkile
(Çoğulu: Avakil) Baba tarafından olan akraba.
Baş tarayıcı kadın.
arif / ârif
Anlayışlı, sezgili, kavrayışlı.
arz-hane
İstanbuldaki Topkapı sarayında bulunan Hırka-i Şerif odasının dışında kalan aralık oda.
(Farsça)
astane-i saadet / astâne-i saâdet
Saadet eşiği. Sultan sarayı, İstanbul.
atebe-i felek-mertebe
Osmanlı Padişahlarının sarayı.
avadancı
Tar: Osmanlı sarayında bir hademe sınıfı.
bab-ı hümayun / bâb-ı hümayun
Topkapı Sarayı'nın ilk kapısı.
bab-ı saadet / bâb-ı saadet
Saadet kapısı.
Sultanın sarayı.
İstanbul şehri.
balıkhane kapısı
Topkapı Sarayı'nın Marmara kıyısındadır. Padişahlarca cezandırılan vezirler burada idam edilir, sürgün edileceklerse buradan gemilere bindirilirlerdi.
berik
Yıldırayıcı, çok parlak nesne. (Mübâlağası: Berrak)
Parıltı, ışık, ziya.
berit
(Çoğulu: Berâyıt) Halk, beriyye.
bevk
Sıçrayıp binme.
Toplanma. Bir araya gelme.
Karışma, karmakarışık olma.
Su kaynağını karıştırarak açma.
bezl-i nükud
Parayı bol verme, para dökme.
bilhads
Hızlı bir kavrayışla.
buy
Koku, râyiha.
(Farsça)
cehende-gi / cehende-gî
Fırlayış, sıçrayış.
(Farsça)
celeb
Kesilecek hayvanları ve bilhassa koyun sürüsünü celbederek kasaplara satan tacir.
Tar: İstanbul sarayında ilk işe başlamış olan acemi.
cerid
(Çoğulu: Cerâyid) Hurma budağı.
Yaprağı dökülmüş olan hurma ağacı.
cerrah
Yarayı açıp tedavi eden, ameliyat yapan. Operatör.
cest
Sıçrayış, atlayış.
(Farsça)
ceste
Azar azar, bir parça.
(Farsça)
Sıçrayış, atlayış. Hatve.
(Farsça)
cevs
Bir şeyi arayıp istemek.
cimri
Hasis, varyemez, pinti. Elindeki mal veya parayı harcayamıyan ve türlü sıkıntılara katlanarak daha çok biriktirmeye çalışan kimse. Cimrilik, müsriflik (savurganlık) gibi İslâmda kötü huy olarak bilinir. Cömertlik ve tutumluluk ise övünülen ahlâkî vasıflardandır. Cömertlikte de ölçülü olmak tavsiye e
(Farsça)
cümle kapısı
Sarayın büyük kapısı.
Dış kapı.
cüryaz
(Çoğulu: Cerâyız) Karnı büyük olan.
cüst ü cu
Arayıp sorma, araştırma, arama.
cüstücu / cüstücû / جست و جو
Arayış, arama.
(Farsça)
cuyan
Arayan, arayıcı.
(Farsça)
cuyende
Arayıcı, araştırıcı, isteyen.
(Farsça)
dahis
Müfsid, arayı bozan.
Koyun yüzerken deri ile etin arasına elini sokan.
Bir meşhur atın adı.
dirayet / dirâyet
Zekâ, bilgi, kavrayış.
dirayetkar / dirayetkâr
Bilgili, dirâyetli, kavrayışlı.
(Farsça)
dirayetli
Kavrayışlı, zeki, bilgili, anlayışlı.
İncelikleri kavrayış gücüne sahip.
ebbaz
Kaçma, ürkme.
Sıçrayıp atlayan karınca.
efsane-cuyi / efsane-cuyî
Masal, efsane arayıcılık.
(Farsça)
efur
Sıçrayıp seğirtme.
ehl-i dirayet
Zeka, bilgi ve kavrayış sahibi kimseler.
enderun
İç, dâhil.
Kalb, içyüz, gönül.
Vaktiyle Osmanlı Sarayının iç teşkilâtı.
erih
Râyiha-i tayyibe. Temiz ve güzel koku.
eşvat
(Tekili: Şavt) Sıçrayışlar, zıplamalar, koşmalar, koşuşmalar.
Kâbe-i Muazzama'yı yedi defa tavaf etme, etrafını dolaşma.
faiz
Ödünç verilen para için alınan ve şer'an haram olan kâr. Faizin iş hayatındaki mânası, "sen çalış, ben yiyeyim"dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paraları bankalarda toplanıp, büyük yekûnlere ulaşır. Banka bu parayı aldığından daha büyük faizle iş sahiplerine kredi olarak verir. İstihsâl edile
fatanet
(Fetânet) Zihin açıklığı. Çabuk kavrayış ve anlayış. Sağlam anlayış. Fıtnetlik.
Müteyakkız oluş.
Peygamberlerin sıfatlarından biridir.
fatin / فطين
Zeki, kavrayışlı.
(Arapça)
fehem
(Fehim - Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış.
fehim
Anlayış, kavrayış.
fehm
Anlayış, kavrayış.
ferisa / ferîsa
(Çoğulu: Feris-Ferâyis) Boş böğür ile kürek arasındaki et.
fetanet / fetânet
Zihin açıklığı, çabuk kavrayış ve anlayış.
Zihin açıklığı, çabuk kavrayış.
firaset / firâset
Hızlı kavrayış.
fıtnat / فطنت
Kavrayış, zekîlik.
(Arapça)
fukara-perver
Fakire bakan. Fukarayı koruyan.
(Farsça)
fürayık
(Çoğulu: Ferâyık) Yumuşak bedenli güzel yiğit.
gammaz
Birisine iftira ederek zarar veren. Münafık, fitneci.
Adamın ayıplarını arayıp gizli şikâyet eden.
Tersane kethüdalarına mahsus altı çifte kayık.
garare
(Çoğulu: Garâyir) Büyük kıl çuval, harar.
Gafil olmak.
geçer akça
Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı.
(Türkçe)
gılman-ı enderun
Tar: Topkapı Sarayı (Yenisaray) iç oğlanları hakkında kullanılan bir tabirdir. Bunlar derece ve hizmet itibariyle başka başka odalara ayrılmışlardı.
gılman-ı hassa
Tar: Padişahların hususi köleleri. Bunlara ilk zamanlarda "İç oğlanları", daha sonları da "İç ağaları" da denilirdi. Bunlar, "Enderun-u Hümayun" denilen ve sarayın Babussaade'den içeride bulunan kısmında hizmet ederler; derece ve hizmet itibariyle başka başka odalarda otururlardı. Bu odalar; Büyük v
gülhane
İstanbulda Sarayburnu'ndan Topkapı Sarayı'nın duvarlarına ve bir taraftan Çizme Kapısı hizasına kadar devam eden saha. Bunun deniz tarafında, şimdiki hat boyunun batısında vaktiyle sıra ile gül bahçeleri bulunduğundan bu isim verilmiştir.
hadid
Demir, çelik. Sert, kavi olan.
Çabuk kavrayışlı, keskin, öfkeli, hiddetli, titiz.
Hudut ve sınır komşusu.
hads-i mukni
İkna eden güçlü sezgi ve kavrayış.
hafiy
Her şeyi arayıp bilmiş olan âlim.
Bir şeyi mübâlağa ile arayıp bilen kimse.
haratin-i hassa / haratîn-i hassa
Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayı'ndaki bir sınıf san'atkârın adı idi. Bunlar demir ve ağaç eşyayı tesviye ederlerdi. Bugünkü tâbirle tornacı demekti. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her çeşit şey yaparlardı.
hariset / harîset
(Çoğulu: Harâyis) Zayıf deve.
hayim
Suyu, tahmin ettiği yerlerde arayıp bulamamak.
Susuz, atşân.
hazire / hazîre
Eti ufak ufak doğrayıp, çok su ile çömlek içinde pişirip erimeye yakın olduğu anda üzerine un koyup karıştırarak yapılan yemek. (İçinde et olmayınca "aside" derler.)
hiramis
İnsanın üstüne sıçrayıp hamle eden arslan ve kaplan eniği.
hırka-i saadet
Cenab-ı Peygamber'in (A.S.M.) İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda gümüş sandık içinde muhafaza edilen hırkasıdır. Mısır'ın fethi üzerine Mekke Şerifi tarafından diğer emanat-ı mübareke ile beraber Yavuz Sultan Selim Han'a hediye edilmiştir. Hırka-i Şerif de denir.
hırka-i saadet dairesi
İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda "mukaddes emanetlerin" bulunduğu yer. Burada yüzyıllardan beri, başta Peygamberimiz Hz.Muhammed'in (A.S.M.) hırkaları olmak üzere İslâmî nitelikte birçok mukaddes eşya saklanmaktadır. Bu eşya Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından, Mısır'ın fethinden (1517) son
hırka-i seadet / hırka-i seâdet
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmdan (Peygamberimizin arkadaşlarından), Kâ'b bin Züheyr'e, yazdığı güzel kasîdesinden dolayı hediye ettiği bu hırka, İstanbul'da Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Seâdet dâiresinde diğer kutsal emânetlerle birlikte muhâfaza edilmektedir.
hiza / hizâ / حذا
Sıra.
(Arapça)
Hizâya gelmek:
(Arapça)
Boyun eğmek, itaat etmek, kabullenmek.
(Arapça)
Sırayı bozmadan durmak.
(Arapça)
Hizâya girmek:
Sıra olmak.
(Arapça)
hizende / hîzende
Sıçrayıcı, fırlayıcı.
(Farsça)
hurre
(Çoğulu: Harâyir) İyi.
Câriye olmayan kadın.
i'tifar
Yere vurma. Kavrayıp yere çarpma. Üzerine atılıp kavrama.
i'tinak
(Unk. dan) Birbirlerinin boyunlarına sarılma.
Kucaklama.
Sıkıca kavrayıp alma.
icad ve teceddüd fikri
Yeni çalışmalar ve eserler vücuda getirme; yenilik arayışında olma düşüncesi.
iddira'
Anlama, derketme, kavrama, fehmetme.
Hile ile aldatma.
(Kadın) saçını tarayıp salıverme.
idrak / idrâk
Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek.
Anlayış, kavrayış.
Kavrayış.
idrakat
(Tekili: İdrak) Anlayışlar, kavrayışlar, idrak etmeler.
iftariyye
İftarlık. İftar için hususi olarak hazırlanmış nevale. Bunlar oruç bozulduktan sonra yemek yenmeden evvel yendiği için bu ad verilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında padişah sarayında, vüzera, eşraf ve âyân konaklarında, davetlilere iftardan sonra diş kirası namıyle verilen bahşi
iftikad
Arayıp sormak.
Kaybolmak.
ig
Koku, rayiha.
ihata / ihâta
Çevirme, kuşatma, kavrayış.
ihatat / ihâtât
İhatalar, kuşatmalar, kavrayışlar.
ihtizaz
Hafif titremek. Deprenmek.
Şevk ile meyil ve hareket. Harekete geçme.
Sallanma, sıçrayıp oynama.
illiyet
Sebeb ile alâkalı. Esas sebeble alâkadarlık. Sebeb arayış.
inşad
Edb: Şiir okuma. Şiiri kaidesine uygun ahenk ile okuma. Sesini yükseltme.
Arayıp soruşturma.
Birisini hicvetme.
Kayıp olan bir şeyi haber verme.
intikad
İyi bilineni kötülemek.
Seçip ayırdetmek.
Kalp parayı gerçeğinden ayırmak.
Tenkid.
Fenni veya edebi eserlerin tarafsız bir nazarla incelenmesi sonunda fikir ileri sürülmesi.
irabet
Akıl, anlayış, kavrayış.
ısdak
Verilecek parayı kadının nikâhında tesbit edip kararlaştırma.
iskiz
(İskize) Hayvanın sıçrayıp kıç atması.
(Farsça)
Hayvanın ürkerek attığı çifte.
(Farsça)
israf
Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak.
En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.
isti'dad / isti'dâd
Bir şeyin alınmasına, elde edilmesine ve kazanılmasına olan yatkınlık, doğuştan gelen kâbiliyet, kavrayış, anlayış.
istinahe
Yaygarayı basma.
Ağlamak isteme.
Kurdun uluması.
iz'an / iz'ân / اذعان
Anlayış, kavrayış.
Kavrayış.
(Arapça)
Terbiye.
(Arapça)
İz'ân etmek:
Akıl etmek.
(Arapça)
kalori
Lat. Bir kilogram suyu bir derece ısıtmak için lâzım olan ısı miktarı.
Gıdaların vücuda yarayışlı olması ve hararet vermesi bakımından değeri.
kasr-ı alem / kasr-ı âlem
Âlem sarayı.
kasr-ı hayal
Hayal sarayı.
kasr-ı islamiyet / kasr-ı islâmiyet / قَصْرِ اِسْلاَمِيَتْ
İslâmiyet sarayı.
İslâmiyet sarayı.
kasr-ı kainat / kasr-ı kâinat
Kâinat sarayı.
kasr-ı müşeyyed-i alem / kasr-ı müşeyyed-i âlem
Sağlam yapılmış âlem sarayı.
kasr-ı nurani-yi islamiyet / kasr-ı nurânî-yi islâmiyet
İslâmiyetin nurlu ve aydınlık sarayı.
kavanin-i hadsiye / kavânin-i hadsiye
Ani, sür'atli seziş ve kavrayış kuralları.
keribe
(Çoğulu: Kerâyib) Katı, sert.
keş'
Kalb sıkıntısına uğrayıp huzursuz olmak.
keys
Zekâ, kavrayış, anlayış, idrâk.
keyy
Adama veya davara yapılan nişan.
Yarayı dağlama.
kisedar
Parayı toplıyan, para hesabını tutan kimse. Vekilharç.
(Farsça)
kubbe altı
Tar: Topkapı Sarayı'nda başta sadrazam olmak üzere devlet adamlarının ve vezirlerin toplanıp devlet işlerini görüştükleri yer.
kubbe-nişin
İstanbulda Topkapı Sarayı'nda Kubbealtı denen yerde toplanan kabine üyeleri denebilecek toplantıya katılan vezirlerin herbiri.
(Farsça)
leff ü neşr
Edb: Bir yazı veya şiirde söz simetrisi yapma san'atıdır. Önce iki veya daha fazla kelimeyi sıralamak, sonra da onlarla alâkalı şeyleri söylemek. İki çeşidi vardır;1- Leff ü Neşr-i Müretteb (Düzenli leff ü neşir) : Birinci cümlede sıralanan kelimelerle ikinci cümlede söylenen kelimelerin aynı sırayı
levh-i mahv ve isbat
Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz
mabeyn / mâbeyn / مابين
Arası.
(Arapça)
Padişah sarayı.
(Arapça)
mahall-i sadaka
Sadaka olarak verilen mal veya parayı şer'an almağa ehil olan kimse.
mahdut ihata
Sınırlı bilgi ve kavrayış.
malperest
Malı, mülkü ve parayı çok seven. Mala düşkün olan.
(Farsça)
medain
(Medayin) Şehirler, medineler. Büyük memleketler.
Şimdi harabe olup İslâmiyyetten evvel yaşamış Kisralıların Nuşirevan zamanında kurdukları merkez-i hükümetleri olan büyük şehir. Peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğduğu gece bu şehirdeki büyük sarayın eyvanları yıkılm
mededhahi / mededhâhî
Meded arayıcılık, yardım isteyicilik.
(Farsça)
merir
(Çoğulu: Merâyir) Uzun ve sağlam ip.
meşşata / meşşâta
Tarak, tarayıcı; süzgeç, filtre.
mihraf
Hekimin yarayı muâyene ettiği âlet.
mizan-ı idrak
İdrak terazisi, kavrayış terazisi.
mürevveh
Kokulandırılmış, râyihalandırılmış.
Rahatlandırılmış.
mürevvih
Kokulandıran, râyihalandıran.
Rahatlandıran.
neka' / nekâ'
Yarayı kaşımak.
Soymak.
Çok azap etmek, acı çektirmek.
nesr
Hamele-i Arş'tan olan bir melek.
Akbaba, kartal.
Nuh kavminin putlarından birisinin ismi.
Yarayı deşmek.
Kuşun, eti didiklemesi.
Birinin aleyhinde konuşmak.
Güneyde bir parlak yıldız. Buna Nesr-ül vâki' denir. Batıdaki yıldıza ise: Nesr-üt-Tair
neşve
(Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif.
Büyümek ve yetişmek.
Koklamak.
Rayiha.
Bir şeyi tekrarlamak.
Mest ve sarhoş olmak.
İyice duyup vâkıf olmak.
nevruz-u sultani / nevrûz-u sultânî
Sultan nevruzu; Osmanlı Devletinde bizzat sarayın organize edip sultanın da katıldığı ve coşkuyla kutlanan bahar bayramı; 21 Mart.
nükhet
Râyiha. Ağız kokusu.
Günahlı sözler. Hoş olmayan günah olan söz, kelime.
nüktebin / nüktebîn
İnceliği gören, nükteyi anlıyabilen. Kavrayışlı, anlayışlı, zeki.
(Farsça)
raiz
(Râyiz) Öfkeli, kızgın.
revayih / revâyih
(Revâih) Râyihalar, güzel kokular. (Aslı: Revâih)
Rayihalar, kokular.
rim
(Çoğulu: Arâyim) Beyaz geyik.
saadet-saray-ı ebediye / saadet-sarây-ı ebediye
Sonsuz mutluluk sarayı; hiç bitmeyecek şekilde mutluluğun yaşanacağı Cennet hayatı.
saadet-saray-ı ebediyye / saâdet-saray-ı ebediyye
Ebediyyetin saâdetli sarayı. (Cennet kastediliyor)
saadet-saray-ı istikbal / saâdet-saray-ı istikbal
İstikbalin saâdetli sarayı.
saadet-saray-ı medeniyet
Mutlu eden medeniyet sarayı.
sahib-i kasr
Sarayın sahibi.
sahib-i tertib / sâhib-i tertîb
Tertîb sâhibi. Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse.
saray-ı alem / saray-ı âlem
Dünya sarayı.
saray-ı dar-ı beka / saray-ı dâr-ı beka
Devamlı ve kalıcı olan âhiret sarayı.
saray-ı kainat / saray-ı kâinat
Kâinat sarayı.
saray-ı kur'an / saray-ı kur'ân
Kur'ân sarayı.
saray-ı saadet
Mutluluk sarayı.
saray-ı samedani / saray-ı samedânî
Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan fakat her şeyin Kendisine muhtaç olduğu Cenâb-ı Hakkın sarayı; kâinat.
saray-ı vücut
Vücut sarayı.
satvet
Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. Birisinin üzerine şiddetle sıçramak ve hamle etmek.
Zorluluk.
sehavet / sehâvet
Cömert olmak. Parayı, malı hayırlı, iyi yerlere dağıtmaktan, lezzet almak.
şehr-i ayin / şehr-i âyin
(Şehrâyin) Şenlik. Büyük hâkimiyet ve kuvvete ait sürur, sevinç, donanma. (İslâmda ilk şehr-i âyin Hz. Peygamber Efendimiz hicret sureti ile Medine'ye vâsıl olunca yapıldı.)
(Farsça)
selem
İleride teslim edilecek bir malın peşin para ile satılması. Yâni belli miktârda peşin para ile belli zaman sonra bilinen yerde bilinen bir malı satın almak için yapılan sözleşme. Peşin parayı verene sâhib-üs-selem veya rabb-üs-selem; veresiye mal ver me borcu altına giren satıcıya müslemün ileyh, bu
şemime
(Çoğulu: Şemâim) Güzel kokulu şey, râyiha.
seradik
(Sürâdik) Padişaha mahsus çadır perdesi veya büyük sarayın perdesi.
Cibinlik tarzında yapılan perdeden oda.
serd
Çanak içine ekmek doğrayıp ıslatmak.
serih
(Çoğulu: Serâyih) Nâlin kayışı.
silahdar
Tar: Sarayın ileri gelen erkânından birinin ünvanıdır. "Silahdar-ı şehriyarî" de denilirse de mâruf olan "Silahdar Ağa"dır.
süleyman
Beni İsrail Peygamberlerindendir. Davud (A.S.) ın oğludur. Babasının vasiyyeti üzerine Beyt-ül Makdisi yedi senede inşa ettirdi. Kudüste büyük bir hükümet sarayı yaptırdı. Şark ve garb melikleri kendisine itaate geldiler. Kırk sene hem peygamberlik, hem padişahlık yaptı. Beni İsrailden Yahuda ve Bün
süradik
(Serâdik) Saray perdesi. Padişaha mahsus sarayın veya çadırın perdeleri.
şuuru külli / şuuru küllî
Bilgi ve kavrayışı kapsamlı.
tamir
Sıçrayıcı, sıçrayan.
tedessür
Elbise giyme. Elbiseye bürünme.
Erkek hayvanın dişisine binmesi.
Kişinin sıçrayıp atına binmesi.
tefakkud / تفقد
(Çoğulu: Tefakkudât) Arayıp sorma. Sorup soruşturma.
Arkasını arayıp sorma.
(Arapça)
teftik
(Fetk. den) Yün, pamuk gibi şeyleri ditmek, tarayıp açmak.
tercil
Arıtmak.
Saçını tarayıp düzeltmek.
teribe
(Çoğulu: Terâyib) Göğüs.
terike
(Çoğulu: Terâyik) Evlenmeyip evde kalmış olan kız.
Deve kuşunun yabana bıraktığı yumurta.
terkib-i kıyas
Bir davayı isbat için delil arayıp bulma usulü.
tersi'
Oymacılık.
Mücevherler takarak süslemek.
Edb: Bir beyti teşkil eden mısralar ile bir fıkrayı terkib eden cümlelerdeki lâfızları vezin ve kafiye itibari ile birbirine uygun olarak tertib etmektir. Külfetli ve gayr-ı tabii bir usuldür. Meselâ: Merhum Namık Kemâlin:Ecza-i beşer
tertib / tertîb
Sırayı gözetmek.
tertib sahibi / tertîb sâhibi
Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse.
tervic / tervîc / ترویج
Yaygınlaştırma, rayiç kılma.
(Arapça)
Değerini artırma.
(Arapça)
tervih
(Çoğulu: Tervihât) Râyiha verme. Kokutma. Kokusunu artırma.
Rahatlandırma.
tetebbuat / tetebbuât
Araştırıp incelemeler. Arayıp öğrenmeler.
tevarüd
Vârid olma, gelme. Yetişme, vâsıl olma.
Arka arkaya gelmek.
Edb: Birbirinden habersiz olarak iki şâirin aynı beyti veya mısrayı söylemeleri.
tevsi-i zihin
Zihni genişletme, anlayış ve kavrayış kabiliyetini yükseltme.
übatir
Akrabasını arayıp sormayan kişi.
velehzede
Sevgilinin hışmına uğrayıp kahır çeken âşık.
(Farsça)
vesbe
Bir atlama. Bir sıçrayış.
veznedar / veznedâr
Vezne memuru. Bir teşkilâta âit parayı alıp veren memur.
(Farsça)
vücud-u kasr
Köşkün, sarayın varlığı.
zevi-l idrak
İdrak sahipleri. Anlayış ve akıl ile kavrayışlı olan.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ilm-i usul-i din
Zaviye
ami
nadire-i cihan
Mend
yıldırım
Habide
İntifal
Nazar-ı mutala
Saika
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
rayi
inatçı
yıldırım
çalışkan
Çeviri
yönler
Kıt
ulular
Riken
Geleceğin