Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
rûh
ifadesini içeren
530
kelime bulundu...
(k.s.)
Kuddise sırruhu; ilâhî hikmetten öğrendiği şeyler pak ve mübarek olsun.
a'mak-ı ervah / a'mâk-ı ervah
Ruhlarının derinlikleri.
abey-seran
Fesliğen.
Şiddetli emir.
Şer ve mekruh nesne.
Bir dikenli ağaç.
aheng-i ruhani / âheng-i rûhanî
Rûhanî âhenk, rûhun hoşuna giden âhengi.
ahfa / ahfâ / اَخْفَا
Çok gizli (ruhta bir latîfe).
ahlak-ı hasene / ahlâk-ı hasene
Yüksek ahlâkı en parlak ve ulvi bir şekil ve ruhta gösteren ve bilfiil yaşayan Peygamberimizin (A.S.M.) ve O'nun yolunda gidenlerin ahlâkı.
ahsen-i takvim / ahsen-i takvîm
En güzel boy ve sûret. Bedenen ve rûhen en güzel olan.
ahval-i ruhiye / ahvâl-i ruhiye
Ruhî haller, psikolojik haller ve durumlar.
alay
(Ask.) 3-4 tabur piyade veya5 bölük süvari askerinden mürekkep kuvvet.
Debdebe ve gösterişle yapılan tören, geçit resmi.
Cemaat, topluluk, güruh, kalabalık, fevç.
Fazla miktar, muhtelif ve müteaddit kişiler veya şeyler.
alem-i berzah / âlem-i berzah
Öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları mânevî âlem, kabir âlemi.
alem-i berzah ve ervah / âlem-i berzah ve ervah
Kabir âlemi ve ruhlar âlemi.
alem-i emr / âlem-i emr
Arşın üstünde olup, madde olmayan, ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem. Buna, âlem-i melekût ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi) ve mekânsızlık âlemi de denir.
alem-i ervah / âlem-i ervah / âlem-i ervâh / عَالَمِ اَرْوَاحْ
Ruhlar âlemi. Ruhların ve ruhanîlerin bulunduğu âlem.
Ruhlar âlemi.
Ruhlar âlemi.
Ruhlar âlemi.
alem-i küfür / âlem-i küfür
Küfrü ve inkarcılığı yaymaya çalışan kişilerden meydana gelen güruh.
alem-i melekut ve ervah / âlem-i melekût ve ervâh
Ruhlar âlemi; hiçbir vasıta ve sebebin müdahele etmediği, hüküm ve idaresi doğrudan Allah'ın elinde bulunan âlem.
alem-i melekut ve ervahda / âlem-i melekût ve ervâhda
Madde ötesi ve ruhlar âleminde.
alem-i misal / âlem-i misâl
Rüyâda görülen âlem. Dünyada mevcud bulunan bütün eşya ve zuhura gelen bütün ef'âlin aynısı ile müretteb ve mütekevvin olan bir tarzı veya âlem-i ruhâninin bir nev'i.
alem-i ruhani / âlem-i ruhanî / âlem-i rûhânî / عَالَمِ رُوحَان۪ي
Maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemi.
Ruha âit âlem.
alem-i ulvi / âlem-i ulvî
Ulvi âlem, ruhlar âlemi.
aler-re'si-vel-ayn
Baş ve göz üstüne. (Gelen misafire karşı veya bir işi deruhte edeceğine karşı hürmet ve memnuniyetle kabul ettiğini ifâde için söylenir.)
alkol
Mayalanmış içkilerin damıtılmasıyla elde edilen sıvı madde. Sarhoş edici etkisi vardır. Alkollü içkiler hem beden sağlığına, hem de ruh sağlığına zararlıdır. Dinimizde her türlü alkollü içkinin azı da çoğu da haramdır.
(Fransızca)
animizm
Sosy: Ruhları İlâh sayan batıl bir din. Ruhlar cisimler gibi Allah'ın mahlukudur. Onun emirlerine tâbidir.
aristo
(Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır.
ataraksiya
yun. Tesirlere (etkilere) karşılık göstermeme, durgunluk hâli.
(Fels.) Ruhun sükunete ulaşması, arzu ve ihtiraslardan uzak kalma. Eski çağ felsefesi, hayatın gayesi, saadet olarak duygusuzluk halini gösteriyordu. İnsan arzuları sonsuz, düşmanları sonsuzdur, (mikroptan kuyruklu yıldız
avalim-i ulviye ve ruhiye ve cismaniye / avâlim-i ulviye ve ruhiye ve cismâniye
Yüce âlemler, ruh âlemleri, cismânî âlemler.
avalimü'l-ervah / avâlimü'l-ervâh
Ruhların âlemleri, ruhların dünyaları.
ayine-i ervah / âyine-i ervah
Ruhlar âyinesi. Esmâ-i İlâhiyenin tecellisine mazhar olan ruhlar.
Ruhların aynası.
ayine-i ruh / âyine-i ruh
Ruh aynası.
azimet / azîmet
Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.
azl
Bir şeyi yerinden veya güruhundan veya işinden ayırmak. Birisini işinden veya makamından ayırmak.
azrail / azrâil
Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de "melek-ül mevt: Ölüm meleği"dir. Yeryüzünde hayatın var olması, insanın yaratılışı tesadüfle açıklanamıyacağı gibi, ölüm de tesadüfle açıklanamaz. Hayatı yaratan ölümü de yaratmıştır. Hayat gibi ölüm
Dört büyük melekten biri. Rûhları almakla vazîfeli melek, melek'ül-mevt, ölüm meleği de denir.
basit / bâsit
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarından bâzısına rızkı az, bâzısına çok veren, sadakaları kabûl edip sevâb veren. Bâzısının rûhunu kabzeden (alan) bâzısının ömrünü uzatan, bâzısının kalbini daraltıp hayırlara (iyiliklere) rağbetsiz, bâzısınınkini ise geniş yapıp, hayırla
bast
Tasavvufta gönül ferahlığı, rûhen rahatlama. Sıkıntı ve gönül darlığının zıddı.
batın / bâtın
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). His (duyu) organları ile hissedilemiyen, hayâl gücü ile hayâl edilemiyen, akıl ile anlaşılamayan.
Kalb ve rûh, iç âlem, gönül.
bayram
İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
Cumâ günü.
Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zama
beden-i misali / beden-i misâlî / بَدَنِ مِثَالِي
Ruhun cesedden ayrıldığında giydiği, madde âleminden olmayan nurânî beden.
bekà-i ervah / bekà-i ervâh
Ruhların devamlılığı, ölümsüzlüğü.
beka-i ruh
Ruhun sonsuz olması.
bekà-i ruh / bekà-i rûh
Ruhun ölümsüzlüğü ve devamlılığı.
Ruhun devamlılığı.
beka-yı ervah
Ruhların kalıcılığı, devamlılığı.
beka-yı ruh
Ruhun bâkiliği, ölümsüzlüğü.
Ruhun kalıcılığı, ölmezliği.
berzah
İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası.
Perde.
Sıkıntılı yer.
İki yer arasındaki geçit.
Mani'a, engel,. Ölen insanların ruhları kıyamete kadar berzah âleminde bulunurlar. Berzah büyük ve mânevi bir âlemdir. Dindar olup cennetlik olanlar, berzah âlemin
İki şey arasındaki mesafe, aralık.
Can sıkıcı.
İnce uzun kara parçası.
Dünya.
Ruhların kıyamete kadar bulunacakları yer.
berzah alemi / berzah âlemi
Ruhlar âlemi.
Öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları mânevî âlem, kabir âlemi.
bezm-i elest
Cenab-ı Hak ruhları yarattığında "Ben Rabbiniz değil miyim? meâlinde soru sorduğunda, ruhlar, "Evet Rabbimizsin" diye cevap vermeleri ânına "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" tabir edilir.
Elest Meclisi; Allah'ın ruhları yarattığında, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" anlamındaki sorusuna, ruhların, "Evet, Rabbimizsin" diye cevap verdikleri an.
bezm-i ezel-i elestü
Cenâb-ı Hak ezelde ruhları yarattığında, "Ben Rabbiniz değil miyim?" şeklindeki soruya bütün ruhların, "Evet Sen Rabbimizsin" diye söz vermeleri ânı; "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" şeklinde de ifade edilir.
bezmielest
Allahın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise.
bi-can / bî-can
Ruhsuz, cansız.
(Farsça)
bid'atkar / bid'atkâr
Bid'at ortaya çıkarıp uygulayan, İslâmın ruhuna ve özüne ters davranışlara taraftar olan.
bilinç
Psk: İnsanın kendi varlığından ve kendine tesir eden çevresinde meydana gelen hadise ve değişikliklerin, bilgisine sahip olması hali. Şuurun dereceleri vardır. Meselâ: Düşünüyorum ve düşündüğümü biliyorum, yine düşündüğümü bildiğimi de biliyorum ve hakeza. Şuurlu olma ruhun bir vasfıdır. Maddede şuu
(Türkçe)
buhran-ı ruhi / buhran-ı ruhî / buhrân-ı rûhî / بُحْرَانِ رُوح۪ي
Ruhen bunalıma düşme.
Ruhî bunalım.
bukta
Perişan, pejmurde, dağınık, dökük saçık.
Cemaat, güruh, topluluk, kalabalık.
bürnüs
(Çoğulu: Berânis) Bir uzun takke. (İbtidâ-i İslâm'da ruhbanlar giyerlerdi.)
cahif
Uykusunda dişini öttürmek.
Çok fazla hafiflik üzerine olmak.
Nefis, ruh.
İnsanın karnından çıkan ses.
Kısa.
Çok asker.
caiz / câiz
Ruhsat, izin verilmiştir, olabilir, yapılabilir, günah değildir.
Sahîhdir, doğrudur.
Tenzîhen mekruh.
caiz değil / câiz değil
Sahîh değil.
Mekruh.
Haram.
Fâsid, bâtıl.
camid
(Câmide) Ruhsuz, sert, katı madde. Cansız.
can / cân / جان
Yaşayış. Diride olan kudret, kuvvet. Hayat cevheri. Madde ilimleri, maddenin; hayat ilimleri (biyolojik ilimler) hayatın ne olduğunu açıklıyamamışlardır. Aslında bunların konusu da madde, hayat ve ruhun kendisi değil, bunların tezahürleri yani olay haline gelen tesirleridir. Deney ilimlerini
(Farsça)
Hayat, ruh, gönül.
Ruh.
(Farsça)
Can.
(Farsça)
Sevgili.
(Farsça)
can-geza
Ruh sıkıcı, can sıkıcı. Tehlikeli olan, öldürücü.
(Farsça)
can-gir / can-gîr
Can sıkıcı, ruh sıkıcı.
(Farsça)
can-sitan
Can çıkarıcı, ruh alıcı. İnsana bela olan. Güzel.
(Farsça)
canan
Sevgili, güzel, sâhib-i cemâl.
(Farsça)
Canlar, ruhlar.
(Farsça)
candar
Diri, canlı, zihayat, ziruh.
(Farsça)
Silâhlı kimse.
(Farsça)
Muhafız, koruyucu, emniyet memuru.
(Farsça)
Yol yiyeceği, azık.
(Farsça)
canperver
Kalbi ferahlandıran. Ruha hoş gelen.
(Farsça)
cebrail aleyhisselam / cebrâil aleyhisselâm
Dört büyük melekten biri. Peygamberlere vahy getirmek, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmekle vazîfeli melek. Buna Cibrîl, Rûh-ul-emîn, Rûh-ul-kuds, Nâmûs-ı ekber de denir.
celb-i ervah / celb-i ervâh
Ruhları çağırma.
celb-i ervah-ı tayyibe / celb-i ervâh-ı tayyibe
İyi ruhları çağırma.
cemaat-i ruhaniye-i mücahidin / cemaat-i ruhâniye-i mücahidîn
Allah yolunda cihad eden ruhânîlerin (din adamlarının) oluşturduğu topluluk.
cemadi / cemadî
Ruhu olmayan, cansız madde. Câmid cisim.
(Farsça)
cenan
Gönül. Ruh. Kalb. Can.
cerad
Çekirge.
Mc: Yağmacılar gürûhu.
cered
Yaralı, mecrûh.
(Farsça)
cerih
(Cerh. den) Mecruh. Yaralanmış, yaralı.
cesed
Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud.
cevaz
İzin, müsaade, ruhsat.
Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma.
Yol, tarik ve meslek.
cevher-i ruh / جَوْهَرِ رُوحْ
Ruh denen öz.
cevher-i ulvi / cevher-i ulvî
Ateş, nâr.
En yüksek cevher.
Ruh.
cevir
(Cevr) Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm.
Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.
cibril / cibrîl
Cebrâil, Ruhül Kudüs. Cenâb-ı Hakdan (C.C.) Peygamberimize (A.S.M.) vahiy getiren melek.
cil
Cemaat, insan güruhu. Millet. Boy, aşiret, kuşak.
cin
Göz ile görülemeyen ruhani varlıklar.
cinan-ı cenan / cinân-ı cenân
Kalb ve ruh bahçeleri.
cism ü can / cism ü cân
Beden ve ruh.
cismani / cismanî
(Cismaniye) Bedene mensub, vücutla alâkalı.
Mânevi ve ruhani karşılığı. Maddi ve cisimli olmak.
cuki / cûkî
Hindistan'da yayılan ve bozuk bir yol olan Brahmanizmin, cûk denilen dört rûhânî sınıfından birine mensûb olan kimse. Hind kâfirlerinin dervişlerine verilen ad.
cürh
(Çoğulu: Cüruh) Yara.
dehşet
Ruhu birden kaplayan korku.
depresyon
Ruhî çöküntü.
deruhde
Deruhde edilmek:
Üste alınmak, görev bilinmek.
Deruhde etmek:
Üstüne almak.
dik-ul elfaz / dîk-ul elfaz
İfade zorluğu. Gayet ince ve derin ve ruhen hissedilen bazı mânaların ifade edilemeyişi.
disiplin
Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar.
(Fransızca)
Nizam ve intizam te'mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye.
(Fransızca)
dünya / dünyâ
Yer küresi.
Ölümden önce olan her şey.
Kalbi Allahü teâlâdan gâfil eden, O'nu unutturan her şey.
Allahü teâlânın haram (yasak) ettikleri ile Resûlullah efendimizin mekrûh dediği şeyler.
ecram
(Tekili: Cirm) Ruhsuz büyük varlıklar. Cirmler. Yıldızlar.
edviye-i ruhaniye / edviye-i rûhâniye / اَدْوِيَۀِ رُوحَانِيَه
İnsan ruhunu tedavi eden ilaçlar.
Ruha âit ilaçlar.
ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn
Mükellef olanların (yani; Cenâb-ı Hakk'ın teklif ve emirlerini kabul ve vazifeli kimselerin) yaptıkları amel ve işler. Bunlar şu isim altında sıralanır: Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram, sahih bâtıl, fâsid, helâl.
ef'al-i ruhiye / ef'âl-i ruhiye
Ruha ait faaliyetler, işler.
efruz
(Efruhten: Tutuşturmak, ziyalandırmak mastarının emir kökü) Şule. Aydınlatıcı. Parıltı.
(Farsça)
ehl-i garet ve fesad
Baskın yapıp yağmalayan çapulcu ve bozguncu güruh.
ehl-i sekir
Tasavvuf yoluyla mânevî âlemleri temaşa edip aldıkları ruhî lezzetle kendinden geçenler.
ehl-i sema / ehl-i semâ
Gök ehli, melekler ve ruhanîler.
ehl-i semavat / ehl-i semâvât
Gök ehli, melekler ve ruhanîler.
ehl-i semavat ve arz / ehl-i semâvât ve arz
Göklerde ve yerde bulunan varlıklar; melekler gibi ruhanî varlıklar ve dünya üzerinde yaşayanlar.
ehl-i teslis
Allah'ı baba, oğul ve mukaddes ruh diye üçlü unsur olarak kabul eden Hıristiyanlar.
ehl-i zevk / اَهْلِ ذَوْقْ
İlahî sırların ruh ve kalbten, nefis ve hislere geçmesiyle bundan zevk alan kimseler.
ekanim-i selase / ekânim-i selâse
Hıristiyanların baba, oğul ve Ruhu'l-Kudüs'ten oluştuğuna inandıkları Allah. Allah, İsa, Ruhu'l-Kudüs üçlüsü.
elsine-i semaviye / elsine-i semâviye
Semâvî diller; göklerdeki ve mânevî âlemlerdeki meleklerin ve ruhanî varlıkların konuştukları diller.
enfas
(Tekili: Nefes) Nefesler. Soluklar.
Ruhlar. Canlar.
Cevherler.
Duâlar.
enfus / enfûs
Nefisler, ruhlar.
enfüs / انفس
(Tekili: Nefs) Nefsler, ruhlar, canlar. Yaşayanlar.
Nefisler, ruhlar; kişinin kendi iç âlemleri, kalp ve ruh dünyaları.
"Nefs"in çoğulu. Canlar, ruhlar.
Nefisler.
(Arapça)
Ruhlar.
(Arapça)
ervah / ervâh / ارواح / اَرْوَاحْ
(Tekili: Ruh) Ruhlar. Canlar.
Ruhlar.
Ruhlar.
Ruhlar.
Ruhlar, canlar.
Ruhlar.
Ruhlar.
(Arapça)
Ruhlar.
ervah-ı afilin / ervâh-ı âfilîn / اَرْوَاحِ آفِلِينْ
Göçüp giden ruhlar.
Batıp giden ruhlar.
ervah-ı aliye / ervâh-ı âliye
Yüksek ruhlar.
ervah-ı bakiye / ervâh-ı bâkiye / اَرْوَاحِ بَاقِيَه
Varlığı devamlı olan, ölümsüz ruhlar.
Ölümsüz ruhlar.
ervah-ı emvat / ervâh-ı emvat
Ölülerin ruhları.
ervah-ı enbiya / ervâh-ı enbiya
Peygamberlerin ruhları.
ervah-ı enbiya ve evliya / ervâh-ı enbiya ve evliya
Peygamberlerin ve velilerin ruhları.
ervah-ı evliya / ervâh-ı evliya
Velîlerin ruhları.
ervah-ı gayr-ı tayyibe
İyi olmayan ruhlar.
ervah-ı habise / ervâh-ı habîse / اَرْوَاحِ خَب۪يثَه
Habis, kötü ruhlar. Allah'a isyan eden, itaati sevmeyen anarşist ruhlar.
Kötü ruhlar.
Kötü ruhlar.
Kötü, pis ruhlar.
ervah-ı habise ve münteşire / ervâh-ı habîse ve münteşire
Her tarafa yayılmış ve kötü olan ruhlar.
ervah-ı harika
Harika ruhlar, üstün ruhlar.
ervah-ı neyyire / ervâh-ı neyyire / اَرْوَاحِ نَيِّرَه
Nûrlu ruhlar (peygamberler).
ervah-ı neyyire ashabı / ervâh-ı neyyire ashâbı
Nurlu ruh sahipleri; manevî âlemlerdeki nurlara ulaşan büyük zâtlar.
ervah-ı safile / ervâh-ı sâfile / اَرْوَاحِ سَافِلَه
Alçak ruhlar.
Alçak, aşağılık ruhlar.
ervah-ı safiye / ervâh-ı sâfiye
Temiz ruhlar.
ervah-ı tayyibe / ervâh-ı tayyibe / اَرْوَاحِ طَيِّبَه
İyi ruhlar, iyi kimselerin ruhları.
İyi ve temiz ruhlar.
Temiz ruhlar.
ervahlar / ervâhlar
Ruhlar.
ezeliyet-i ruh
Ruhun öncesinin ve başlangıcının olmaması.
ezfile
Cemaat, topluluk, güruh, bölük.
ezvak-ı ruhani / ezvâk-ı ruhanî
Ruhanî, mânevî zevkler.
ezvak-ı ruhaniye / ezvâk-ı ruhaniye
Ruhun aldığı zevkler.
fahr-i enam / fahr-i enâm
Yaratılmışların kendisiyle övündüğü zât. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan hürmet ve saygı ifâdesi. Gece-gündüz dilimde, salât-ü selâm, O mübârek rûhuna, ey Fahr-ül-enâm.
fell
(Çoğulu: Fülül - Eflâl) Gedik, rahne.
Yaralamak.
Cenkte askeri bozmak. Harbdeki askerin bozulması.
Kılınç yüzündeki açılan gedik.
Susuz kır yer.
Güruh, cemaat.
Muvakkat delilik.
felsefe
Madde, hayat, yaratılış, kâinât, ruh, ölüm, ölüm sonrası gibi konularda insan gücünün akla dayanarak ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tamâmı. Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatmak, yaldızlı, heyecan verici laflarla inandırmaya çalışmak. Tecrübeye, hesâba dayanmayan şahsî düşünceler.
fenn-i tehzib-i ruh
Ruh eğitimi bilimi, psikoloji.
ferruh-fal / ferruh-fâl
Bahtı açık, şanslı, talihli, uğurlu.Ferruhî : f. Mübareklik, uğurluluk, meymenet.
(Farsça)
feylule / feylûle
İkindiden akşama kadar olan ve mekruh addedilen uyku.
İkindiden akşama kadar olan mekruh uyku.
feza
(Efzâ) Artıran, ziyadeleştiren, çoğaltan (mânâlarına gelip, kelime sonlarına getirilerek birleşik kelime yapılır.) Meselâ: Can-feza : Can verici. Hayret-feza : Çok hayret verici. Ruh-feza : Ruh verici.
(Farsça)
fikr-i ruhbaniyet
Hıristiyanlık dininde Allah ile kullar arasında vasıta olarak ruhbanların bulunması gerektiğine dair düşünce.
fırtına-i ruhiye
Ruhta meydana gelen fırtına.
fütuhat-ı kur'aniye / fütuhat-ı kur'âniye
Kur'ân'ın kalplerde ve ruhlarda meydana getirdiği mânevî fetihler.
gıda-yı ervah / gıda-yı ervâh / غِدَايِ اَرْوَاحْ
Ruhların gıdası.
Ruhların gıdası.
gıda-yı ruh
Ruhun gıdası.
gıda-yı ruhani / gıda-yı rûhânî / gıdâ-yı ruhânî
Ruhanî gıda; ruhun gıdası.
Ruha ait gıda.
gıda-yı ruhaniye / gıdâ-yı ruhânîye
Ruhî gıda, ruhun ihtiyacı olan gıda.
gılaf-ı ruh
Ruhun kılıfı.
gülruh
(Gül-ruhsar) Güzel yanaklı güzel, yanakları pembe olan güzel.
(Farsça)
güruh-i eşkiya
Eşkiya takımı, haydut güruhu.
hadise-i ruhaniye / hâdise-i ruhaniye
Ruhlarla ilgili olay.
hadise-i ruhiye / hâdise-i ruhiye
Ruhen yaşanan hâdise.
hafif-ür ruh
Ruhu hafif olan, hoşsohbet.
hak ruhu
Doğru, gerçek, hakikatin ruhu, Hz. Muhammed (a.s.m.).
hakikat alemi / hakikat âlemi
Âhiret âlemi; mânevî ve ruhanî âlem.
hakikat-i ruhiye
Ruh gerçeği.
hakikatin ruhu
Gerçeğin ruhu, özü, aslı ve esası.
hakim-i ruhani / hâkim-i rûhânî
Rûhânî hâkim; gözle görülmez idareci.
halet-i nez' / hâlet-i nez'
Ölürken rûhun çıkacağı an.
halet-i ruhaniye / hâlet-i ruhaniye
Ruhî haller, ruhen girilen haller.
halet-i ruhiye / hâlet-i ruhiye / حالت روحيه / hâlet-i rûhiye / حَالَتِ رُوحِيَه
İnsanın ruh hâli.
İnsanın ruh hâleti, manevi ve iç durumu.
Ruhsal durum.
Ruh hali.
halife-i ruhani / halife-i ruhanî
Ruhanî halife; ruhen çeşitli makamlarda temessül eden halife.
hararet-i ruh
Ruhun sıcaklığı.
harekat-ı ruhiye / harekât-ı ruhiye
Mânevî âlemlerde ruh ile yapılan faaliyetler.
hareket-i ruhaniye
Ruhen yapılan gezinti ve hareket.
haşr-i ruhani / haşr-i ruhânî
Ruhun diriltilmesi.
haşrin cismaniyeti
İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanmasının hem beden, hem de ruh itibariyle olması.
hayat-ı nefsiye ve ruhiye
Ruhsal ve psikolojik hayat.
hayat-ı ruhaniye
Ruhânî hayat, ruhen yaşanan hayat.
hayat-ı ruhiye
Ruha ait, ruhsal hayat.
hayat-ı sariye / hayat-ı sâriye
Varlıklara sirayet etmiş olan umumî hayat; Cenâb-ı Hakkın Hayat sıfatının bir tecellîsi olan varlıklardaki hayatın mebdei, kâinatın hayatı, ruhu.
hayl
At. At sürüsü.
Atlı sürüsü.
Zümre, güruh.
Düşünmek, hıfzetmek.
hayl-i adüv
Düşman sürüsü, düşman güruhu.
haziret-ül kuds / hazîret-ül kuds
Cennet bahçesi. Peygamber ve evliyanın ruhlarının toplandığı yer.
hazret-i azrail / hazret-i azrâil
Ruhları kabzetmekle görevli melek.
hazz-ı ruhi / hazz-ı ruhî
Ruhî haz, ruhsal lezzet.
hedef-i ruh
Ruhun hedefi.
hey'atın feletatı / hey'atın feletâtı
Birini taklit eden kimsenin taklitçiliğini gösterip ilân eden sürçmeleri, falsoları. Kemalât-ı ruhiye veya mükemmelliğin iktizası olan umum ahvaldeki fıtrîlik ve müvazeneyi o seviyede olmayanın sun'î taklitteki gayr-ı fıtrîliği.
hil'at-ı vücud
Vücud elbisesi. Ruhun,içinde bulunduğu ten elbisesi. Cesed.
hilafetname
Tarikata intisab ile usulü dairesinde belirli mevkilere çıkarak irşad mertebesine yükselenlerden isteklilerin irşad ve terbiyesine ruhsat ve izni mutazammın şeyhi tarafından verilen mühürlü vesika.
hılkıd
Kötü ahlâklı ve ağır ruhlu kimse.
hırz-ı can
Ruhu koruma.
hiss-i sadise-i batıniye / hiss-i sâdise-i bâtıniye
İnsanın içinde ve ruhunda bulunan altıncı his.
hiss-i zahir / hiss-i zâhir
Zâhirde ve varlığın dış yüzünde olanları kavrayan hisler, duyular; görme, işitme, tatma duyuları gibi (Varlığın mânâ boyutu ile ilgili sezgi ve ihtisaslara vesile olan aklî, rûhî, kalbî, vicdanî hislere hiss-i bâtın denir.).
hissi / hissî
Duyguya ait, hisse müteallik. Ruhen ve kalben anlaşılan. Aklı muhakeme ile olmayıp his ile olan.
hubb-ı dünya / hubb-ı dünyâ
Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir.
hulk
Huy. Ahlâk. Tabiat. Yaratılıştan olan haslet. Seciyye. Cibilliyet.
İnsanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller.
huş
Akıl, fikir, zekâ, iyi ile kötüyü ayırma hissi.
(Farsça)
Ruh, can.
(Farsça)
Ölüm,
(Farsça)
Zehir.
(Farsça)
hüsn-i hatime / hüsn-i hâtime
Son nefeste, rûhunu îmân ile teslim etme, îmân ile âhirete gitme.
hüsn-ü mahfi / hüsn-ü mahfî
(Hüsn-i mahfî) Gizli güzellik.
Kalbî ve ruhî güzellik.
icazet / icâzet / اِجَازَتْ
Ruhsat verme, diploma.
icazet-i fiiliye
Bir kimseden izin ve ruhsata delalet eden bir fiil ve hareketin sudûr etmesi.
idare-i ruhiye ve diniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine / idâre-i ruhiye ve dîniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine
Kendi ruhu, dini, şahsı, ailesi ve köyü ile ilgili idare ve onları yönetme.
iffet
İnsan rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy. Nefsi kötü isteklerinden men etmek. Âr, nâmus, hayâ duygusu.
ihtilal-i ruhi / ihtilâl-i rûhî / اِخْتِلَالِ رُوح۪ي
Rûhî bozukluk.
ihtilal-i ruhiye / ihtilâl-i ruhiye
Ruhî karışıklıklar, çalkantılar.
ihtiyaç / ihtiyâç
Ruh ve nafaka (yeme, içme, barınma) için ve bedeni sıkıntıdan korumak için lâzım olan şey.
ihtiyac-ı ruh
Ruhun ihtiyacı.
ihtiyac-ı ruhi / ihtiyac-ı ruhî
Ruhun ihtiyacı.
ihtiyacat-ı ruhiye / ihtiyâcât-ı ruhiye
Ruhun ihtiyaçları.
illiyyin / illiyyîn
Yedinci kat gökte, arşın altında bulunan bir yer veya Cennet.
Mü'minlerin, öldükten sonra rûhlarının, nîmetler ve lezzetler içinde bulunduğu yer.
ilm-i ruh
Ruh ilmi. Psikoloji.
iman-ı hılki / îmân-ı hılkî
Allahü teâlâ bütün rûhları yarattığı zaman, onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, bütün ruhların "Belâ" yâni evet diyerek Allahü teâlânın Rab olduğunu kabûl edip inanmaları.
imdad-ı ruhani / imdâd-ı ruhânî
Ruhânî yardım.
imdad-ı ruhaniye
Ruhanî yardım.
inbisat-ı alat / inbisat-ı âlât
Âletlerin genişlemesi; dış dünyayı algılayıp idrak edebebilmek için ruhun kullandığı âletlerin, yani duyular, duygular ve sairelerin gelişip genişlemesi.
inbisat-ı ruh
Ruh genişlemesi.
infial
Gücenme. Darılma.
Can sıkılma. Teessür.
Hareketlenme. Harici bir sebeb ve te'sirle hâsıl olan hâl, te'sir ve hareket.
Harici te'sire kabil olmak.
Ruhun kabul ettiği tahavvülât. (Bir eser, müessirine nisbetle fiildir. Zuhur ettiği yere nisbetle infialdir.)
inkıbaz / inkıbâz / اِنْقِبَاضْ
(Rûhî) sıkıntı içinde olma.
(Ruhi) sıkıntı.
inkılabat-ı ruhi / inkılâbât-ı ruhî
Ruhta ve iç yapıdaki değişmeler.
inkişafat-ı ruhiye / inkişâfât-ı ruhiye
Ruh ile manevî alanlarda yapılan açılımlar.
insan
Rûh ve bedenden meydana gelen akıl sâhibi varlık.
intıba'
Görüş ve anlayış. Kalb ve ruhta hâsıl olan te'sir.
Matbu' olmak, tab' olmak, basılmak.
intibah-ı ruhani / intibah-ı ruhanî
Ruhî uyanış, gafletten sıyrılma.
intibah-ı ruhi / intibah-ı ruhî
Ruhta meydana gelen uyanış.
irtibat-ı ruhi / irtibat-ı ruhî
Ruhsal bağlanma, ruhsal münasebet.
isa ruhullah / isâ ruhullah
İsâ Allah'ın ruhudur (Yani, Beytullah ifadesinde olduğu gibi, sebepler perdesini kaldıran bir tabirdir. "İsa (a.s.), babasız olarak doğrudan İlâhî kudretin tecellisiyle yaratılmıştır" demektir).
ispirtizma / اِيسْپِيرْتِيزْمَه
Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan tecrübeler.
(Fransızca)
Cinlerle konuşup da ruhlarla konuştuklarını sananların fikri.
Ruh çağırma.
ispritizma
Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan deneyler.
ispritizmacı
Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan ve bu maksatla deneyler yapan kişi.
israfil
Dört büyük melekten biri olup Kıyamet günü cesedlere nefh-i ruh etmeğe ve Sur'u üfürmeğe vazifelidir.
istidad-ı habis
Kötü yetenekli, ruhsal özelliği bozuk.
istifa
Alacağını borçludan tamam olarak almak.
Kabz-ı ruh etmek.
istifham-ı aninnefy
Nefyi olmayan sual sormak. Meselâ: Cenab-ı Hakk'ın ruhlara: Ben Rabbiniz değil miyim? diye sorması gibi. Buna istifham-ı takrirî de denir.
istiğrak-ı ruhani / istiğrak-ı ruhanî
Tasavvufta Allah aşkından dolayı ruhen kendinden geçme hali.
istirahat-i ruh
Ruhun dinlenmesi.
izn
(İzin) Yasağı kaldırmak. Bir şeye ruhsat vermek. Yol vermek. Hizmetten çıkarmak.
kabid / kâbid
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ölürken rûhları bedenlerden alan, verdikleri sadakaları zenginlerden kabûl eden.
kabiliyet-i ruhiye
Ruhâ ait yetenek.
kabız-ı ervah
Ruhları kabzeden Hz. Azrail.
kabr ziyareti / kabr ziyâreti
Ölümü ve âhireti hatırlayıp ibret almak, mezarlıkta medfûn (gömülü) olanlara duâ etmek ve Kur'ân-ı kerîm okumak ve velî olan ölülerin rûhlarından istifâde etmek maksadıyla bir kabre veya mezarlığa gitmek.
kabz u bast
Ruhen sıkıntı. Daralma ve genişleme. Sıkıntı ve ferahlık.
Birini diğeri üzerine tercih etme.
Münkabız bir adama ferahlık ve sürurluluk vermek, sevindirmek.
Beyan ve ifâde etmek.
Uzun uzun ve etraflıca anlatmak.
kabz-ı ervah / kabz-ı ervâh / قَبْضِ اَرْوَاحْ
Ruhları teslim alma.
Ruhları alma.
kabz-ı ruh
Ruhun teslim alınması.
Ruhun alınması. Ölmek.
kabzıervah
Ruhların alınması.
kabzıruh
Ruhun alınması.
kahin / kâhin
Gaipden haber verme iddiasında bulunan kimse, falcı.
İlkel dinlerin ruhani reisleri.
kalu bela / kalû belâ
Cenab-ı Hak ruhları yaratıp, onlara Rabbiniz değil miyim, meâlinde: "Elestü Bi-Rabbiküm" buyurduğunda, ruhlar: "Evet Rabbimizsin" meâlindeki Kalu Belâ diye cevap verdiklerini bildiren Kur'andaki bir tâbirdir.
Ruhların, yaratıldıktan sonra, Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet" cevabı.
kàlu bela / kàlû belâ
Ruhların yaratıldıktan sonra Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet, Rabbimizsin" cevabı.
kalubela / kalûbelâ
Allahın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorması ve ruhların "evet" demeleri olayı.
kanun-u deha / kanun-u dehâ
Dehâ kanunu; olağanüstü bir zekâ taşıyan ruh.
karabasan
t. Kâbus. Sıkıntılı ve korkunç rüya.
Bir kimsenin içine düştüğü pek sıkıntılı ruh durumu.
karha
(Çoğulu: Kuruh) Yara, ceriha. Ülser.
karih
(Çoğulu: Kuruh-Kavârih) Kesbedici, kazanan.
Dişleri tam olan davar.
kasavise
(Tekili: Kıssis) Papazlar, ruhbânlar, keşişler.
katolik
Hıristiyanlıktaki mezheblerden biri. Roma kilisesinin kendine verdiği ad. Katolik kilisesine mensup kimse. Merkezi Roma'da (Vatikan'da) olup, rûhânî lideri papadır.
kemalat-ı vicdaniye / kemâlât-ı vicdaniye
Vicdanî ve ruhî olgunluklar.
kerahet
İğrenme, iğrençlik, mekruh oluş. İslâmiyetçe iyi sayılmayan şey.
İstenmiyerek, zorla.
Fık: Şer'an yapılmaması sevablı ve hayırlı olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması.
kerahet vakitleri / kerâhet vakitleri
Namaz kılmak tahrîmen mekruh yâni haram olan vakitler. Güneş doğarken, batarken, gündüz ortasında iken.
kerahet-i tahrimiyye / kerâhet-i tahrîmiyye
Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfteki delilinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın mekruh.
kerahet-i tenzihiyye / kerâhet-i tenzîhiyye
Yasak olmasına kuvvetli ve açık bir delil bulunmayan ancak yapılması iyi olmayan şeyler. Helâle yakın mekrûh.
kerahiyyet
Mekruh oluş. Kerih ve çirkin olan işin hâli.
keramat-ı ruhani / kerâmât-ı ruhânî
Ruhânî kerâmetler.
kıymet-i ruhiyece
Ruhsal özelliklerin değeri, zenginliği açısından.
kompleks
Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş.
(Fransızca)
Basit olmayan. Mürekkep.
(Fransızca)
İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü.
(Fransızca)
küçük günah
Fitne çıkarmak, adam öldürmek, zinâ etmek gibi büyük günahlara göre daha küçük sayılan günahlar, yasaklar, mekrûhlar.
kuddise sirruh
Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir.
kurha
(Çoğulu: Kuruh) Silâh yarası.
Çıban.
kuvve-i alime / kuvve-i âlime
Bilici kuvvet. İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi, akıl. Buna müdrike de denir.
kuvve-i amile / kuvve-i âmile
İş yapan kuvvet. İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi olan, fâideli ve başarılı işlerin yapılmasını sağlayan bilici kuvvetlerle edinilen bilgilere göre iş yapan kuvvet.
kuvve-i ruhiye
Ruhî güç, ruhsal güç.
lahut
İlâhî âlem. Uluhiyet âlemi. Ruhanî, manevî alem.
lahuti / lahutî
Uluhiyet âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Ruhanî âlemle alâkalı.
laik
Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm
(Fransızca)
lezzet-i ruhani / lezzet-i ruhanî / lezzet-i rûhâni / لَذَّتِ رُوحَانِيَه
Ruhun aldığı lezzet.
Ruha âit lezzet.
lezzet-i ruhaniye / lezzet-i ruhânîye
Ruhânî lezzet ve zevk, ruhun aldığı lezzet.
lezzet-i ruhiye
Ruhun lezzet alması.
ma'nevi / ma'nevî
Mânâya, rûha ve gönüle âit olan, inançla ilgili. Maddî olmayan.
ma'nevi faide / ma'nevî fâide
Rûha, kalbe ve gönüle âit fâide.
maal-kerahe
Kerih, çirkin, kötü olmakla beraber. Kerahetle beraber. Mekruh olarak.
madde
Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan.
Asıl, esas, cevher, mâye.
Bend, fıkra, kısım.
İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey.
Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan ya
madde-i latife / madde-i lâtife
Lâtif madde, kanun, ruh.
maddiyunluk
Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.
maddiyyun
(Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.
mağz-ı kelam / mağz-ı kelâm
İfadenin, sözün özü ruhu.
mahiyat-ı mücerrede-yi ruhaniye / mahiyât-ı mücerrede-yi ruhaniye
Ruhânî soyut mâhiyetler, özellikler.
mahiyet-i mücerrede-i ruhaniye
Ruha ait soyut bir özellik.
mahv ve sekir
Fenafillâh makamında kendi varlığını hiç görmek ve bu mânevi hâlin zevk ve te'sirinden ruhi bir coşkunlukla kendinden geçme hâli.
makamat-ı ruhiye
Ruhla ilgili makamlar.
makruh
Yaralanmış, kahredilmiş. Mecruh.
manen
Mânâca. Mânâ cihetiyle. Ruhca. Esasca. Bâtınen. İç varlık bakımından.
manevi / manevî / mânevî / معنوی
(Ma'nevi) Mânaya âit. Maddî olmayan. Mücerred. Ruhani.
Maddî olmayan, ruhanî.
Anlam ile ilgili.
(Arapça)
Ruh ile ilgili.
(Arapça)
maraz-ı ruhani / maraz-ı ruhanî / maraz-ı rûhânî / مَرَضِ رُوحَان۪ي
Ruhî hastalık.
Ruha âit hastalık.
maraz-ı ruhi / maraz-ı ruhî / maraz-ı rûhî / مَرَضِ رُوح۪ي
Ruhî hastalık.
Ruha âit hastalık.
maye-i ervah / mâye-i ervâh
Ruhların mayası; ruhlara hayat kaynağı olan.
mebde ve mead
Başlangıç ve dönüş, ruhun dünyaya gelişi ve dönüşü, dünya ve ahiret.
mebde-i ruh
Ruhun başlangıç ve çıkış noktası; ruhun başlangıç noktası olan kâinattaki genel hayat; kâinatın ruhu.
meclis-i ruhani / meclis-i ruhanî
Ruhanîler meclisi, meleklerin ve ruhların toplanma yer ve zamanı.
mecruhin / mecruhîn
(Tekili: Mecruh) Yaralılar. Yaralanmış olanlar.
medbur
Zengin. Malı mülkü ve serveti çok olan.
Yaralı, mecruh.
meded-i ruhaniyet-i peygamberi / meded-i ruhaniyet-i peygamberî
Hz. Peygamber'in ruhaniyetinden gelen yardım.
medyum
Ruhlar arasında aracılık ettiğine ve geleceği bildiğine inanılan kimse.
meklum
Yaralı, mecruh. Yaralanmış.
mekruhat
(Tekili: Mekruh) Mekruh olan şeyler.
mekruhiyet
İğrençlik, mekruhluk.
mela'a / mela'â
Meşveret.
Cemaat. Güruh.
Bir kavmin ileri gelen mes'uliyetli şahısları.
Huy, ahlâk.
Doldurmak.
mele'
(Çoğulu: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri.
Hırs, tama'.
Zan.
Güzellik.
Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir.
Dolu mekân.
Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.
melek-ül mevt
İnsanların ruhlarını kabzeden Azrâil. (A.S.)
melekut / melekût / ملكوت
Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti.
Hükümdarlık. Saltanat.
Ruhlar âlemi.
Hükümdarlık, azamet.
Alem-i melekût: Ruhlar ve melekler âlemi.
Ruhlar alemi.
(Arapça)
melekut alemi / melekût âlemi
Gözle görülmeyen âlem, ruh ve mânâ âlemi. Buna yalnız Melekût da denir.
merire
Azimet. (Ruhsat'ın zıddıdır)
mertebe-i ruh
Ruh mertebesi.
mesag
Açlık.
Geçmesi kolay olan.
İtibar, değer.
İzin. Müsaade. Ruhsat, cevaz.
mesağ
İzin, ruhsat, cevaz, müsade.
mesag-i kanuni / mesag-i kanunî
Kanunen izin ve ruhsat verilmiş.
mesele-i melaike ve ruhaniyat / mesele-i melâike ve ruhaniyat
Melekler ve ruhanî varlıklar meselesi.
mesnevi / mesnevî
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin (kuddise sirruh) yirmi altı bin beytten meydana gelen ve altı defter olan meşhûr eseri.
Edebiyâtta bir nazım şekli olup, iki mısrânın bir biri ile kâfiyeli hâli. Bu sebeple her beyti kâfiyeli olan eserlere mesnevî denir.
mesube
(Çoğulu: Mesâyib) Belâ, zahmet.
Mekruh emir.
mevakib
(Tekili: Mevkib) Cemaatler, kalabalıklar, güruhlar, topluluklar.
mevt
Ölüm; rûhun bedenden ayrılması.
meydan-ı tayeran-ı ervah / meydan-ı tayeran-ı ervâh
Ruhların uçuştuğu meydan.
mi'rac / mi'râc / مِعْرَا جْ
Merdiven, süllem.
Yükselecek yer.
En yüksek makam.
Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.
Peygamberimizin (asm) Cenab-ı Hakk'ın huzuruna cismen ve ruhen yükselmesi.
mir'at-ı ruh / mir'ât-ı ruh / mir'ât-ı rûh / مِرْآتِ رُوحْ
Ruh aynası.
Ruh aynası.
mirac-ı ruhani / mirâc-ı ruhânî
Maddî olmayan, ruh ile yapılan yükseliş.
misak-ı ezeli / mîsak-ı ezelî
Bezm-i elest veya Kalû-Belâ ile de tabir edilir; ezelî sözleşme; Allah ruhları yarattıktan sonra, onlara.
misak-ı ezeliye / misâk-ı ezeliye
Ezelde gerçekleşen sözleşme; bütün ruhların kendilerini yaratan Allah'a iman ve emirlerini yerine getireceklerine dair yaptıkları yemin.
mizac-ı ruh / mîzac-ı ruh
Ruhun durumu, yaratılışı.
moral
Ruh gücü.
mücahede-i ruhi / mücahede-i ruhî
Ruhen mücâhede içinde oluş.
muhabbet
Sevgi, sevme.
Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi. (Zıddı: Buğzetme ve adavettir.)
muhabbet-i ruhaniye
Ruhanî sevgi.
muhalif-i hakikat-i şeriat / muhâlif-i hakikat-i şeriat
Şeriatın gerçeğine ve ruhuna aykırı.
mühce
(Çoğulu: Mühec) Can, ruh.
mühec
Ruhlar, canlar.
mühic
(Mühce - Mühec) Ruhlar. Canlar.
muhyi / muhyî
Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. (Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peyga
mükafat-ı ruhaniye / mükâfat-ı ruhaniye
Ruhanî ödül.
mukit / mukît
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Beden için görünen kuvvet, rûh için mânevî kuvvet yaratan, her şeye kuvvet veren.
mültezim
Bir şeyi kendi üzerine lâzım eden; iltizam eden, üzerine alan, deruhte eden. Devlet hazinesine maktu, muayyen vergi verip bir kısım memleketlerin aşar gibi varidatının tahsilini üzerine alan.
mümanea
Karşılıklı menetme, ruhsat vermeyip önleme.
mümit / mümît
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ölümü yaratan, ruh bulunan cisimden rûhu alan, öldüren.
münasebet-i ruhiye
Ruhsal münasebet, bağlantı.
münessim
Hayat veren, ruh veren. Allah.
Lâyık olana maaş bağlıyan kimse.
Köle âzâd eden.
münteha-i ruh / müntehâ-i ruh
Ruhun son hâli, bireylere verilmiş olan ruh.
mürebbi-i ervah / mürebbî-i ervah
Ruhların terbiyecisi.
musaffi-i ruh / musaffî-i ruh
Ruhu temizleyen.
müstelzim
Lüzumlu, gerektiren. Mucib ve sebep. Bais olan. Bir şeyin lüzumunu deruhde eden.
müsterhis
(Ruhs. dan) Ucuz sayan.
mütekallid
Kuşanan. Kılıç takan, takınan. Kılıç kuşanmış.
Bir işi üzerine alan. Bir vazifeyi deruhte eden.
mütekerrih
(İkrah. dan) Kerih gören, tekerrüh eden, ikrah eden. Tiksinen.
Surat asan.
mütesavvıf
Gafletten uzak yâni her an Hakk'ı zikreden, kalbini mânevî kirlerden temizleyen ve Allahü teâlâdan başka her şeyi gönlünden çıkaran, rûhunu cenâb-ı Hakk'ın zikri ile (anmakla) süsleyen tasavvuf ehli, velî, mürşid, ahlâk-ı hasene sâhibi. Çoğulu mütesa vvifûn, mütesavvifîn ve mütesavvife'dir.
muvahhiş / مُوَحِّشْ
Korkutan, ruha yalnızlık hissi veren.
nakibe
Akıl. Nefs.
İnsan ruhu.
namus-u hadis / nâmûs-u hadîs
Hadis-i şerifin namusu, ruhu, özü.
naziat
Hz. Azrâil'in (A.S.) avenesi olan bir taife melâike ki; şerli ve kötü ruhlu insanların canlarını şiddetle alırlar.
Nez'edenler. Çekip koparanlar.
nebati ruh / nebâtî ruh
Her canlıda mevcud olan ve doğma, büyüme, beslenme, zararlı maddeleri dışarı atma, üreme ve ölme gibi canlılık hallerini yapan rûh.
nefh-i ruh
Ruhun üflenmesi.
nefh-i ruh etme
Ruh üfleme, hayat verme.
nefha-i isa-yı fıtrat / nefha-i isâ-yı fıtrat
Hz. İsa'nın (a.s.) ruh üflemesi, ölüleri dirilten nefesi.
nefs
(Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan, kendisi.
Göz.
Şehvet ve gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye. Fıtri meyil, bedenin hissi istekleri.
Ruh, hayat, asıl.
Maya.
Hamiyet.
nefs-i natıka / nefs-i nâtıka
Konuşan öz, insan; doğru ile yanlışı birbirinden ayıran insan mahiyetinde bulunan nur, aklî ve naklî meselelerin alâkalarını hissetmeye ve anlamaya kabiliyeti olan insan ruhu, insan.
Akli ve nakli mes'elelerin münasebetlerini hissetmeğe ve anlamağa istidadı olan zâti ve cevheri hassası. Zâtında maddeden mücerred, fiilinde maddeye mukarin olan cevher. İnsan ruhu.
nefs-i natıka-i kainat / nefs-i nâtıka-i kâinat
Kâinatın konuşan ruhu anlamında Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
nefsinde
İçinde, ruhunda.
nehy-i gayr-i iktizai / nehy-i gayr-i iktizâî
Mekruhlar.
neş'e-i ruhani / neş'e-i ruhanî
Ruhen duyulan sevinç ve neşe.
neş'e-i ula / neş'e-i ulâ
İlk hayat. Ruhun bedene girmesi. Dünyaya gelmek.
nesem
Soluk ruh, nefes. Rahatı mucib hâlet.
Rüzgârın lâtif, hoş esmesi.
nezr
Adak adamak.
Fık: Cenab-ı Hakka ta'zim için mübah bir fiilin yapılmasını deruhde etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır.
niyaz-ı ruh
Ruhun yalvarıp yakarması.
nur-u ruh
Ruhun nuru.
nusret
(Nusrat) Yardım. Cenab-ı Hakkın yardımı, hususen ruhani muavenet. Zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı, düşmana gâlib olmak.
ölüm
Rûhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, rûhun bedenden ayrılması, mevt.
ortodoks
Hıristiyanlık mezheblerinden. Ortodoks mezhebinin rûhânî (dînî) lideri patrik olup, merkezi İstanbul Fener'deki patrikhânedir. 1054 (H.446)'da İstanbul patriği olan Mihael Kirolarius, Roma'daki papadan ayrılarak Ortodoks kilisesini (mezhebini) kurdu. Roma'daki papaya tâbi olanlara katolik, İstanbul'
padişah-ı ruhani / padişah-ı ruhanî
Ruhanî padişah.
papa
Roma Katolik kilisesinin ruhânî reisi.
Katolik mezhebine mensûb hıristiyanların en yüksek rûhânî (dînî) lideri.
İtl. (Baba kelimesinden) Roma Katolik kilisesinin ruhâni reisi.
patrik
Ortodoks mezhebine mensûb hıristiyanların, en büyük rûhânî (dînî) lideri.
Yun. Rum ve Ermeni kiliselerinin ruhâni reislerine verilen isim.
piskopos
Hıristiyanlığın katolik ve doğu kiliselerinde en yüksek rûhânî ünvâna sâhip ve umûmiyetle bir bölgenin dînî lideri olan hıristiyan din adamlarına verilen ad.
protestanlık
(Prutluk) Papayı Hristiyanların başı olarak tanımayıp ruhaniyetini kabul etmeyen bir Hristiyanlık mezhebi.
psikolog
Ruhiyatçı, ruh ilmiyle uğraşan.
(Fransızca)
Ruh ilmi ile uğraşan kimse, ruh bilimci.
Ruh ilmiyle uğraşan.
psikoloji
Ruh ilmi, ruhiyat.
Ruhiyat, ruhî hâdiseleri tetkik eden ilim kolu.
(Fransızca)
rafıza
Şii fırkalarından bir tâife. Hak mezhepten ayrılmış, namazsız, itikadı bozuk kimse.
Asker kaçağı güruhu.
Düstur, akide ve nizam kabul edilen esaslardan ayrılanlar.
rahat-ı ruh
Ruh rahatlığı.
rahil
(Çoğulu: Ruhal-Rihâl) Dişi olan koyun kuzusu. (Erkeğine "hamel" derler.)
rahme
(Çoğulu: Ruham) Kartal.
Rahmet, muhabbet.
rahmet melekleri
Yeryüzünde dolaşan ve mü'minlerin ölümü ânında hâzır olan melekler. Bunlara Rûhâniyân da denir.
rahmet ve istirahat alemi / rahmet ve istirahat âlemi
Berzâh âlemi; öldükten sonra ruhların gittiği, dünya ile âhiret arasındaki âlem.
raht
(Çoğulu: Ruhut) Binek atlarına vurulan eyer, takım.
Pencere ve kapıların menteşe takımı.
Yol levazımı.
Döşeme ve ev takımı.
refik-i a'la / refîk-i a'lâ
Allahü teâlâ.
Peygamberlerin, evliyânın, şehidlerin ve sâlih (iyi) kimselerin rûhlarının bulunduğu yer.
rehabin
(Tekili: Ruhban) Râhibler. Ruhbanlar.
remak
Bedende ruhun bakiyyesi.
Koyun sürüsü.
resis
Yaralı, mecruh.
Köhne, eski. Eskimiş, yıpranmış.
revan / revân / روان
Giden, akıcı.
(Farsça)
Derhal.
(Farsça)
Ruh, can. Nefs-i nâtıka.
(Farsça)
Edb: Su gibi akıp giden güzel söz.
(Farsça)
Giden.
(Farsça)
Akan.
(Farsça)
Ruh.
(Farsça)
Revan olmak:
Gitmek, yola koyulmak.
(Farsça)
rihme
(Çoğulu: Ruhum-Rihâm) Yağmur çisintisi.
rihve
(Ruhve) Rehâvetli, gevşek.
Tecvidde: Harf sükun ile söylenirken sesin akması hâli.
rüesa-yı ruhaniye
Ruhanî reisler, liderler.
ruh / rûh / روح
Can, ruh.
(Arapça)
ruh u can / ruh u cân
Ruh ve can; büyük bir istek.
ruh u canımla
Ruh ve canımla, bütün içtenlikle.
ruh-bahş
Ruh veren, ruh bahşeden.
(Farsça)
ruh-efza / ruh-efzâ
Cana can katan. Canlılık veren. (Ruhfeza da denir)
(Farsça)
Ruha hoş gelen.
ruh-u acizane / ruh-u âcizâne
Âciz ruhum anlamında, tevazu ifadesi olarak kullanılan söz.
ruh-u acizi / ruh-u âcizî
"Bu âcizin ruhu" anlamında olup tevazu için kullanılan ifade.
ruh-u ali / ruh-u âli / rûh-u âlî / رُوحُ عَالِي
Yüce ruh.
Yüce ruh.
ruh-u asli / ruh-u aslî
Bir şeyin asıl özü, ruhu.
ruh-u baki / ruh-u bâki
Devamlı ve kalıcı ruh.
ruh-u behişti
Cennete ehil ve ona lâyık ruh.
ruh-u beşer / rûh-u beşer / رُوحِ بَشَرْ
İnsan ruhu.
İnsan ruhu.
ruh-u beşeri / ruh-u beşerî
İnsan ruhu.
ruh-u can
Ruh ve can; bütün içtenlik.
ruh-u cemaat
Cemaat ruhu; toplumu meydana getiren ruh.
ruh-u cevvale / ruh-u cevvâle
Sürekli hareket halinde olan ve çok hızlı hareket eden ruh.
ruh-u emri / ruh-u emrî
Allah'ın emrinden gelen ruh.
ruh-u feza-yı can / ruh-u fezâ-yı cân
Gönül âleminin ruhu.
ruh-u fıtri / ruh-u fıtrî
Doğal ruh, bir bedenin kendi ruhu gibi.
ruh-u habis / ruh-u habîs / rûh-u habîs / رُوحُ خَب۪يثْ
İsyan ve inkârla bozulmuş kötü ruh.
Kötü ruh.
ruh-u hayvani / ruh-u hayvanî
Hayvansal ruh.
ruh-u hidayet
Hidayetin ve istikâmetin ruhu, özü.
ruh-u hizmet
Hizmet ruhu.
ruh-u iman
İman ruhu.
ruh-u insan
İnsan ruhu.
ruh-u insani / ruh-u insanî
İnsan ruhu.
ruh-u insaniyet
İnsan ruhu.
ruh-u islam / ruh-u islâm
İslâmiyetin ruhu.
ruh-u kafir / ruh-u kâfir
İnkâr eden, inanmayan insanın ruhu.
ruh-u kainat / ruh-u kâinat
Evrenin ruhu.
ruh-u kemterane / ruh-u kemterâne
Âciz ve fakir olan kimsenin ruhu.
ruh-u kudsi / ruh-u kudsî
Kutsal ruh.
ruh-u manevi / ruh-u mânevî
Mânevî ruh.
ruh-u meşrutiyet
Meşrutiyetin ruhu, özü.
ruh-u mü'min
İmanlı insanın ruhu.
ruh-u mücerred
Maddeden soyutlanmış ruh.
ruh-u muhammedi / ruh-u muhammedî
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in aziz ve pâk ruhu.
ruh-u münevver
Nurlu ruh, nurlanmış ruh.
ruh-u mütecessit
Cisimleşmiş ruh, ceset giymiş ruh.
ruh-u nurani / ruh-u nuranî
Maddî yapısı olmayıp nurdan yaratılmış aydınlık ruh.
ruh-u revan
Ruhun zuhuru. Ruhun ferahlığı. Ruhun akışı.
ruh-u ruh
Ruhun ruhu.
ruh-u şeriat
Şeriatın ruhu.
ruh-ül emin
Cebrail Aleyhisselâm'ın iki ayrı ismi. Emin ve mukaddes ruh.
Allah'ın ism-i azamı.
İncil.
Kur'an.
ruh-ül kudüs
(Bak: RUH-ÜL EMİN)
ruhani / ruhanî / ruhânî / rûhanî / رُوحَان۪ي
Cisim olmayıp gözle görülmeyen cin ve melâike gibi bir mahluk. Ruha ait. Ruhtan meydana gelmiş, melek.
Madde ile alâkalı olmayan, mânevi, ruh âlemine mensub olan.
Ruha ait, ruhla ilgili, gözle görülemeyen, cismi olmayan.
Maddî yapısı olmayan ruh âlemine ait varlık.
Ruh ile ilgili, görünmez varlık, ruh, melek, cin.
Ruh sahibi latif varlık.
ruhani terakki / ruhânî terakki
Rûhen yükselme, ruh âleminde yükselme, yol alma.
ruhaniler / ruhanîler
Maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlıklar.
ruhanileşmiş / ruhânîleşmiş
Ruh dünyasının yaşam seviyesine seviyesine yükselmiş.
ruhaniyat / ruhâniyât / rûhaniyat
Maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âleminin varlıkları.
Ruhanîler.
ruhaniyat alemleri / ruhâniyat âlemleri
Ruhanî olanların âlemleri.
ruhaniyet / ruhâniyet / rûhaniyet
Ruhâni, mânevî varlık ekle
Ruh hâli, ölen insanın devam eden ruhî kuvveti.
ruhaniyet-i peygamberi / ruhaniyet-i peygamberî
Peygamberin ruhânî, mânevî varlığı.
ruhaniyun / rûhâniyun
Gayb âlemine nüfuz eden nurânî ve ruhânî kimseler.
ruhaniyyat
Madde âleminden başka olan ruh âlemleri, ruhaniler.
ruhaniyyet / rûhâniyyet
Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti.
Ruhanilik.
Rûhla ilgili haller.
ruhaniyyun / rûhaniyyûn
(Tekili: Ruhanî) Ruh âlemine mensub olanlar. Âlem-i gayba nüfuz eden çok nuraniyet kazanmış zâtlar.
Ruhlar âleminden olanlar.
ruhas
(Tekili: Ruhsat) İzinler, ruhsatlar, müsaadeler.
ruhbaniyyet / ruhbâniyyet / رهبانيت
Ruhbanlık.
(Arapça)
ruhefza / rûhefzâ
Ruhu okşayan.
ruhen / rûhen
Ruh olarak, ruh bakımdan.
Ruh bakımından, ruhça.
ruhi / ruhî / rûhî / روحى
Ruhla ilgili.
Ruha ait, ruhla ilgili. Ruhça.
Ruhla ilgili.
Ruh ile ilgili.
(Arapça)
Ruhsal.
(Arapça)
ruhi imtizac / ruhî imtizac
Ruhen kaynaşma, uyuşma, geçinme.
ruhiyat / rûhiyat
Ruh ilmi, psikoloji.
Ruh ilmi.
ruhperver
Ruha ferahlık ve kuvvet veren.
(Farsça)
ruhsat / ruhsât
(Çoğulu: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade.
Genişlik.
Kolaylık.
Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisini
(Tekili: Ruhsat) Ruhsatlar, müsaadeler, izinler.
ruhud
Etli, besili, şişman, semiz. (Müe: Ruhude)
sabihat / sâbihât
Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler.
Ehl-i imânın ruhları.
Yıldızlar.
sada-yı semavi ve ruhani / sadâ-yı semâvî ve ruhânî
Semâvî ve ruhanî olan sadâ, gökten gelen ses.
sadist
Başkasına eziyet ve sıkıntı vermekten, sapık işleri yapmaktan zevk alan ruh hastası kimse.
safvet-i ruh
Ruh temizliği.
sakil / sakîl / ثَق۪يلْ
Ruha ağır gelen.
saltanat-ı ruhaniye
Ruhanî, mânevî olarak devam eden saltanat.
şamaniler / şâmânîler
İyi ve kötü ruhların bütün âlemi te'siri altında tuttuğu inancına dayanan sapık bir yolun mensupları.
sarh
(Çoğulu: Suruh) Büyük köşk, yüksek yapı.
savm-ı visal
İki gün iftar etmeden oruç tutmak. (Bu, zaruret olmadan mekruhtur)
sebükruh
Hafif ruhlu.
(Farsça)
Zarif ve şen olan. Hoşa giden, hoş sohbet.
(Farsça)
Mc: Lâübâli.
(Farsça)
semavat ehli / semâvât ehli
Semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhanîler.
semavi gözler / semâvî gözler
Göklerdeki melekler ve ruhânîlerin bakışları.
ser-kerde
Bir güruhun, bir takımın başı, reisi.
(Farsça)
Şaki, haydut.
(Farsça)
seyahat-i ruhiye
Ruhla yapılan mânevî yolculuk.
seyr ü süluk-i ruhani / seyr ü sülûk-i ruhanî
Mânevî âlemlerde ruh ile bazı mertebelere yükselme ve yolculuk etme.
seyr ü süluk-u ruhani / seyr ü sülûk-u ruhanî
Mânevî makamlarda ruhen seyir ve seyahat.
seyr ü süluk-ü ruhaniye / seyr ü sülûk-ü ruhaniye
Mânevî makamlardaki ruhanî seyir ve seyahat.
seyr-i ruhani / seyr-i ruhânî / seyr-i rûhânî
Ruhanî ve mânevî âlemlerdeki seyir, ruhî gezinti.
Ruhanî ve mânevî âlemlerdeki seyir, ruhî gezinti.
seyr-i süluk-i ruhani / seyr-i sülûk-i ruhanî
Manevî makamlarda ruh ile yapılan seyir ve seyahat.
siccin / siccîn
Sert, şiddetli olan şey.
Dâim olan.
Fâsık ve fâcirlerin amel defterlerinin konulduğu yer.
Cehennemde bir vâdi'nin adı. Fâcirlerin ruhunun gittiği yer.
Şeytanların, kafirlerin (Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize inanmayanların) ve günahkâr mü'minlerin amellerini toplayan bir kitap; insanların ve cinlerin kötülerine mahsûs amel defterleri.
Şakîlerin, kötülerin ve azâb olunan rûhların bulunduğu yer.
Yerin altında veya Ceh
sır
Gizli, gizlenilen şey.
Âlem-i emrin (maddesiz, zamansız ve ölçüye girmeyen âlemin) beş mertebesinden biri. Tasavvuf yolculuğunda rûhun üstündeki derece.
sırr-ı furkan
Kur'ân'ın sırrı, özü, ruhu, gücü.
siyak
Söz gelişi, ifade tarzı.
Üslub, tarz, yol.
Sürmek, sevk.
Ruhun çıkması.
sokrat
Eski bir Yunan Feylesofu. (M.Ö. 470-400) Vahdaniyete ve ruhun bakiliğine inanmış ve bu fikrini yaymağa çalışmış. "Dünyada yalnız bir şey öğrenebildim, o da hiç bir şey bilmediğimdir." sözü meşhurdur. Devrinin inanışına zıd fikirlerinden dolayı mahkemece kendisine idam kararı verilmiş, baldıran otunu
spiritualizm
Fls: Ruh gibi maddî olmayan varlıkları kabul eden görüş ve düşünüş. Ruhiyatçılık.
(Fransızca)
spiritüalizm
Ruhçuluk.
süftece
Tahrîmen mekrûh olan bir havâle şekli. Yolcuya borç verip, gittiğin yerde, falancaya ödeyeceksin demek.
şühud / şühûd
Görme. Tasavvuf yolunda ilerleyenin kalb ve rûh ile çeşitli mertebeleri görmesi.
sukut-u ruh
Ruhun alçalması.
sultan-ı ervah
Ruhların sultanı.
sultan-ı ruh
Ruh sultanı, bir sultan olan ruh.
sür'at-i ruh
Ruhun hızı.
sürbe
(Çoğulu: Süreb - Sürüb) Güruh, cemaat.
Yığın, küme.
Sürü.
Gidecek yer.
suret-perestlik / sûret-perestlik
Bir şeyin dış görünüşüne ve tertibine önem verip, ruhuna ve mânasına kıymet vermemek.
Resimlere meftuniyet.
Bir şeyin dış görünüşüne ve tertibine önem verip, rûhuna va mânâsına kıymet vermemek.
sürur-u ruh
Ruhun süruru, sevinci.
sürur-u ruhi / sürur-u ruhî
Ruhun sevinmesi.
tabayi'-i ziruh
Ruhlu mahlukatın yaratılışları.
tahassüs
İyi bir haber duyup memnun olmak. Kalben ve ruhen hislenmek, hissetmek.
Casuslamak.
Aratmak.
tasavvuf / تَصَوُّفْ
Beden ve ruhun eğitilmesiyle bazı mânevî mertebelerin katedilmesini sağlayan yol.
Dinin ruhsal hayatla ilgili yönünü konu edinen bilim veya meslek.
Kalb ayağıyla rûhânî mertebelerde ilerleyerek nefsi terbiye etme yolu.
tefekkürat-ı ruhiye
Ruha ait tefekkürler.
tehzib-i ruh
Ruhunu yükseltmeğe, temizlemeğe çalışmak.
tekemmülat-ı ruhiye / tekemmülât-ı ruhiye
Ruha ait mükemmelleşmeler, ilerlemeler.
teklim
Söyletmek.
Yaralamak, mecruh etmek.
temessül-ü ervah / temessül-ü ervâh
Ruhların görünmesi.
tenasuh
Bir ruhun bedenden bedene geçmesi, reankarnasyon.
tenasüh / tenâsüh / تناسخ / تَنَاسُخ
İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları.
Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi.
Ölen kimsenin rûhunun başka bir bedene geçtiğine dâir, bâtıl, asılsız bir inanış. Bilhassa, Hindûlar ve geçmiş milletler arasında yaygın idi.
Ruhun bedenden bedene geçmesi, sapık bir inanç.
Ruhun bedenler arası göçü.
(Arapça)
Ruhun bir bedenden başka bir bedene geçmesi.
tenfir
(Nefret. den) Ürkütme, korkutma.
Nefret ettirme.
Mekruh ve müstehcen isim takma.
Galibiyetle hükmetme.
(Nefir. den) Asker toplama.
terahhus
İzinli ve müsaadeli olma. Ruhsat bulma.
Ucuzlama.
terakki / terakkî
İlim, fen ve san'atta yükselme, ilerleme.
Mânevî ilerleme, rûhen yükselme.
terakkiyat-ı ruhiye / terakkiyât-ı ruhiye
Ruh ile mânevî mertebelere yükselme.
terakkiyat-ı ruhiye ve fikriye / terakkiyât-ı ruhiye ve fikriye
Ruhî ve düşünceyle ilgili ilerlemeler.
terbiye
Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.
Kişiyi yavaş yavaş rûhen ve bedenen yetiştirmek, olgunlaştırmak.
Edeblendirme, cezâlarını verme.
terehhus
Müsaade, ruhsat bulma.
Ucuzlama.
terhis
Askeri sivil, serbest hayata geçirmek. İzin ve ruhsat vermek. Serbest bırakmak.
tesanüd-ü ervah / tesanüd-ü ervâh
Ruhların dayanışması.
teşekkül-ü ervah / teşekkül-ü ervâh / تَشَكُّلُ اَرْوَاحْ
Ruhların meydana gelmesi.
Ruhların şekillenmesi, oluşması.
teslim-i ruh
Ruhunu teslim etme.
Ölme. Ruhu teslim etme.
teslis / teslîs
Üçleme; Hıristiyanların tanrı üçtür veya tanrı üç unsurdan (Baba-Oğul-Rûh-ul-kudüsten) meydana gelmiştir şeklinde kabûl ettikleri bozuk inanış. Trinite.
teslis akidesi / teslis akîdesi
Üçleme; Hıristiyanların Allah'ın baba, oğul ve mukaddes ruh olmak üzere üç varlıktan mürekkep olduğuna inanmaları.
tımarhane
Ruh, sinir ve akıl hastalıkları hastanesi.
uruc-u ruhani / urûc-u ruhanî
Ruhen yükseliş.
üskuf
(Çoğulu: Esâkıf) Kâfirlerin kadısı ve ruhbanları.
üveys-el karani / üveys-el karanî
Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u
üveysi / üveysî
Üstâdı, hocası olsun olmasın, hayatta veya vefât etmiş bir büyüğün rûhâniyetinden istifâde ederek, terbiye görerek yetişen, olgunlaşan kimse. Bu şekilde yetişme yoluna üveysîlik denir.
vahdet-i ruhiye
Ruh birliği; bir ve tek ruhun olması.
vakıa-i ruhaniye / vâkıa-i ruhaniye
Ruhanî ve mânevî âlemde müşahede edilen ve görülen olay.
vakt-i kerahet / vakt-i kerâhet / وَقْتِ كَرَاهَتْ
Namaz kılmanın mekrûh olduğu vakit.
vaveyla-i ruhi / vaveylâ-i ruhî
Ruhun feryadı, çığlığı.
vecd
Tasavvuf yolunda bulunan bir kimsenin çok zikretmesi (Allahü teâlâyı anması) veya bir başka sebeb netîcesinde hâsıl olan mânevî lezzetleri tadarak rûhunun coşması, kalbinin gayr-i ihtiyârî (elinde olmadan) kendinden geçmesi, taşması hâli.
zahmdar
Yaralı, mecruh.
(Farsça)
zahmhurde
Mecruh, yaralı.
(Farsça)
zahmin
Yaralı, mecruh.
(Farsça)
zahmnak
Yaralı, zahmzede, mecruh.
(Farsça)
zahmzede
Yaralı. Mecruh.
(Farsça)
zaman-ı amel
Üzerine alma. Deruhde etme. İltizam.
zevi'l-ervah / zevi'l-ervâh
Ruh sahipleri, ruh taşıyan canlılar.
zevi-l ervah
Ruh sahipleri. Hayatlılar, ruhlular. Can sahibi olanlar.
zevil'ervah / zevil'ervâh
Ruh sahipleri.
zevilervah
Ruh sahipleri.
zevk-i ruhani / zevk-i ruhânî / ذَوْقِ رُوحَانِي
Ruha ait zevk, ruhânî zevk.
Ruha ait zevk.
zevk-i ruhi / zevk-i ruhî
Ruha ait zevk.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ayine
pervin
çaşni
ÜMANİZM
cenah
Zahit
şaara
Kadîm
rüchaniyet
redd ü cerh
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
rûh
Sicil
kendini öldüren
Çeviri
döl
gördüm
ÜMANİZM
Taşımak
Bal
alet ve edevat