REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te pesin ifadesini içeren 93 kelime bulundu...

abone

  • Gazete ve dergi gibi yayınlara peşin para vererek muayyen bir zaman için müşteri olan kimse. (Fransızca)

acil / âcil

  • Aceleci.
  • Acele eden. Hemen.
  • Derhal. Peşin.
  • Çabuk.
  • Fık: Dünya.

acilen / âcilen

  • (اٰجلاً) Vakti gelince, ileride, gelecekte.
  • (عاجلاً) Acele olarak, derhal, peşin olarak.

adid

  • Kesilmiş ağaç.
  • Tepesine el yetişen hurma ağacı.

alem / عَلَمْ

  • Nişan, minare tepesindeki hilal.

amut

  • Bir kimsenin peşinden ayıbını söylemek.

asla'

  • Başının tepesinde ve önünde kıl olmayan.
  • Küçük başlı.

atlab

  • (Tekili: Tâlib) Arayanlar, talibler; bilhassa talebeler.
  • (Tılb) Kadın peşinde dolaşanlar, zamparalar.

atme

  • Ateş kaynağı, volkanın tepesindeki lâvın çıktığı yer, krater.

bedel-i icar

  • Huk: Arazi hukukunda tasarruf hakkı mukabilinde verilen emsâline uygun peşin para.

berk-i basar

  • Gözün şimşek çakması.
  • Birdenbire tepesinde çakan şimşekten mâruz olduğu dehşet ve şiddet hâlinden mecaz olarak, ansızın başına gelen mühlik hâdisenin şiddetli âlâm ve ıztırabıyla dehşet ve hayret içinde duyulan keskin intibahı ifade eder.

damen-i pakiniz / dâmen-i pâkiniz

  • Çok temiz eteğiniz; her türlü kötülük ve günahtan uzak duran bir kişinin peşinden gitmeyi ve ona saygı göstermeyi ifade eden bir deyim.

dest-be-dest

  • Elden ele, el ele. (Farsça)
  • Peşin satış. (Farsça)
  • Birbirine bitişik olan. (Farsça)

ehl-i heva / ehl-i hevâ

  • Nefsine uyan, nefsinin arzu ve istekleri peşinde koşan.
  • Bid'at (dinde olmayan inanış ve işler) sâhibi.

ehl-i hevesat / ehl-i hevesât

  • Nefsin hoşlandığı, gelip geçici istek ve arzuların peşinde olanlar.

ehl-i takib

  • Takip edenler, peşinden gidenler.

ermun

  • Gündelikçiye verilen peşin ücret. (Farsça)

fikr-i ta'kib

  • Sona erdirme, peşini bırakmama.

firbar

  • Ululuk, azamet.
  • Ardınca gelicilik, peşinden gelmek.

hadis-i kavi / hadîs-i kavî

  • Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler.

hayalperest / hayâlperest

  • Hayâl peşinde koşan.

helikopter

  • Pervanesi tepesinde bulunan ve olduğu yerde durabilen, dikine kalkış ve iniş yapabilen bir uçak. (Fransızca)

hevaperest / hevâperest / هواپرست

  • Sadece gayr-ı meşru lezzet ve hevesinin peşinde. Cenab-ı Hakk'ı, dinin emirlerini unutmuş, nefsine şiddetle muhabbet eden. Nefsine tapınır derecede Haktan gafil. (Farsça)
  • Meşru olmayan lezzet ve heves peşinde olan.
  • Yasak arzuları peşinde koşan.
  • Nefsinin istekleri peşinde koşan. (Arapça - Farsça)

hevaperestane / hevâperestâne

  • Yasak arzuların peşinde koşarcasına.
  • Nefsin arzu ve isteklerinin peşinde olurcasına.

hilal / hilâl

  • Yeni ay şekli. Yeni ay.
  • Fık: Yay şeklinde görülen her yeni aya ve her ayın üçüncü gecesine kadar aya hilâl denir. 26 ve 27 nci gecelerdeki aya da hilâl, onda sonrakileri kamer denir.
  • Cami kubbeleri ve minâre külâhları tepesine konulan alemlerin hilâl şeklinde olan uç kısmı.

ikbalcu

  • İkbal ve büyüklük arayan. Onların peşinde olan. (Farsça)

irtidaf

  • (Redif. den) Ardından gitme, ardına düşme, peşinden koşma.

ıs'as

  • Gece karanlığı başlamak, karanlık basmak.
  • Karanlığın açılması.
  • Bulutun yere yakın olması.
  • Peşinden gitmek.

islaf

  • Para peşin, mal veresiye olan bir alışveriş.
  • Tarlayı aktarmak.

istidbar

  • (İdbar. dan) Yüz çevirmek. Arka dönmek.
  • Geri geri gitmek.
  • Bir kimsenin peşinden gitmek.

istital

  • Gözyaşları inci gibi dökülme.
  • Birbiri ardınca çıkma. Birbirinin peşinden çıkma.

istitba'

  • Tâbi olmayı istemek. Peşinden sürüklemek.

itar

  • Bir şeyin peşini bırakmayıp tâkib etme.
  • Dikkat ve hiddetle bakma.

kafadar

  • Arkası sıra giden, peşinden ayrılmayan. (Farsça)
  • Kafaları birbirine uyan, kafaca birbirine denk olan arkadaş. (Farsça)

kafi / kafî

  • Birine uyup peşinden giden.

kavf

  • Bir kimsenin peşinden gitmek.
  • Ense saçı.

kazr

  • Bir kimsenin peşinden gitmek.

levahik / levâhik

  • Sonra ilâve olan, peşine eklenen.

lezzetperest

  • Maddî mânevi zevk ve lezzet peşinde koşan, zevk ve lezzete düşkün.

mecla

  • (Çoğulu: Mecâli) Ayna, mir'at.
  • Çıkma ve görünme yeri.
  • Başın tepesinde kıl bitmeyen yer.

mehr-i muaccel

  • Miktarı tesbit edilen (belirlenen) ve nikâh sırasında erkeğin evleneceği kadına peşin olarak ödemesi gereken altın, gümüş, kâğıt para veya herhangi bir mal yâhut bir menfaat.

mu'accel

  • Peşin olarak verilen. Acele ödenen şey.

muaccel / معجل / مُعَجَّلْ

  • Acele olunmuş, ta'cil edilmiş, mühletsiz. Peşin. Va'desiz.
  • Peşin.
  • Acele, peşin.
  • Peşin. (Arapça)
  • Acele edilmiş. (Arapça)
  • Acele olan, peşin.

muaccelane / muaccelâne

  • Acele olarak. Peşin olarak.

muaccelat

  • (Tekili: Muaccel) Peşin ödemeler.

muaccele

  • Beylik ve evkaf kiralarından peşin alınan kısım.

muaccelen

  • Peşin olarak.
  • Çabuk ve acele olarak.

muakkab

  • (Akab. dan) Ardına düşülmüş, tâkib olunmuş, peşinden gidilmiş.

müeccel

  • Mühletli, peşin olmayan. Sonradan yapılmak üzere vakti belli olan. Te'cil edilmiş olan.

mükafat-ı acil / mükâfât-ı âcil

  • Peşin mükâfat.

mükafat-ı acile / mükâfât-ı âcile

  • Peşin mükâfat.

mükafat-ı muaccele / mükâfât-ı muaccele

  • Peşin ödenen ödül.

münsak

  • Gönderilmiş olan.
  • Birine bağlı olan ve peşinden giden.

müreddef

  • Edb: Redifli olan manzum söz.
  • Peşinden yürütülmüş.

musallit

  • (Salâtet. den) Birine musallat eden. Peşini bırakmayıp sataştıran.

müteakıben

  • Arka arkaya, ardı sıra, peşinden. Sonra.

mütesallit

  • (Çoğulu: Mütesallitîn) Musallat olan, peşini bırakmıyan, tasallut eden, sırnaşan.

mütesallitin / mütesallitîn

  • (Tekili: Mütesallit) Musallat olanlar, peşini bırakmayanlar, ardından ayrılmayanlar, tasallut edenler.

mütetabian

  • Birbiri ardınca. Birbirinin peşinden.

nakd

  • (C?: Nukûd) Madeni para, akçe.
  • Bir şeyin bedelini peşinen ödemek.
  • Para olarak bulunan servet.
  • Vezin ve ayarı tamam olan para.
  • Bir şeye hırsızlamasına bakma.
  • Seçmek.
  • Saymak.

nakden / نقدا

  • Para olarak, peşin, elden.
  • Peşin olarak. (Arapça)

nakdi / nakdî

  • Paraca, peşin para ile. Para ile alâkalı ve paraya müteallik.

nakdine

  • Hazır ve peşin para.
  • Kıymetli ve değerli mal.

nassiye

  • (yun: Dogmatizm) Fls: Bir görüşün doğruluğuna peşin olarak inanan ve bu inanışlarını tenkide tabi tutmayanların düşünüş tarzı. Son heceleri .. izm ile biten görüşler, taraftarlarınca peşin olarak kabul edildiklerinden birer dogmatik görüş örneğidir. Meselâ; komünizm, materyalizm, darvinizim, birer d

nefs-i pürheves

  • Heveslerinin peşinde koşan nefis.

peşinat / peşinât

  • Peşin verilen paralar. (Farsça)

piş-müzd

  • Pey, pey akçesi. Satılık bir şeye talip olan kimsenin, sonradan caymayacağını temin makamında olmak üzere satıcıya peşin verdiği bir miktar para. (Farsça)

pişadest

  • Peşin para ile alış veriş. (Farsça)
  • İşçiye, çalıştıktan sonra verilen para. (Farsça)

pişin / pîşîn / پيشين

  • Peşin, önce, önden. (Farsça)
  • Evvelki, eski. (Farsça)
  • Önden verilen. (Farsça)
  • Peşin. (Farsça)

pürheves

  • Heveslerinin peşinde koşan.

riba

  • Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir.
  • Faiz.
  • Muamelede meşru miktardan tecavüz.
  • Bir şeyin artması, çoğalması.
  • Verilen borç para veya mal karşılığında

riba'l-fadl / ribâ'l-fadl

  • Ölçü veya tartıyla alınıp satılan şeyleri, kendi cinsleriyle peşin olarak, karşılığı olmayan bir fazlalıkla değişmek.

saadet-i acil / saadet-i âcil

  • Peşin mutluluk.

saadet-i acile / saadet-i âcile

  • Peşin mutluluk, dünya mutluluğu.

safa ve merve / safâ ve merve

  • Kâbe-i muazzamanın yakınındaki iki tepenin adı. Hac ve umre esnâsında sa'y denilen hac vazîfesini yaparken Safâ tepesinden sonra Merve tepesine gidilir.

sal'

  • Baş tepesinin saçsız oluşu, kellik.

sala'

  • Kellik. Baş tepesinin saçı dökülüp açık olması.

selem

  • Teslim etmek.
  • Ayıplardan uzak olmak.
  • Selef.
  • Peşin para ile veresiye mal alma.
  • İleride teslim edilecek bir malın peşin para ile satılması. Yâni belli miktârda peşin para ile belli zaman sonra bilinen yerde bilinen bir malı satın almak için yapılan sözleşme. Peşin parayı verene sâhib-üs-selem veya rabb-üs-selem; veresiye mal ver me borcu altına giren satıcıya müslemün ileyh, bu
  • Peşin para ödeyip, malı daha sonra almak üzere yapılan bir alış veriş akdi.

ta'kib

  • Gözlemek.
  • Yolunda gitmek.
  • Peşinden yürümek.
  • Suçlunun suçunu araştırmak.
  • Bir kimsenin aynı senede yine gazaya gitmesi.
  • Bir şeyi ciddiyetle istemek.

takip

  • Gözetmek, yolunda gitmek, peşinden yürümek, suçlunun suçunu araştırmak, izlemek.

teakub

  • Birbiri ardınca olmak, peşinde olmak.
  • Bir nesneyi sonradan çoğaltmak.

temkin zamanı / temkîn zamânı

  • Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufukta

teradüf

  • Birbiri peşinden gitmek.
  • Edb: İki veya daha fazla kelimenin aynı mânada olması.

terdif

  • (Çoğulu: Terdifât) (Redf. den) Peşinden ardı sıra yürütme.

teşeyyu'

  • Şiilik taslamak. Şii olma.
  • Vedalaşmak.
  • Ardınca ve peşinden gitmek.

tetbi'

  • Peşini bırakmayıp iyice araştırma.
  • Uyma, tâbi olma.

tetra

  • Birbiri ardınca olmak. Birbirinin peşinden gelmek.

tevliyet

  • Bir vakfın işlerine bakma vazifesi. Mütevellilik.
  • Yüz çevirme, yüz döndürme.
  • Fık: Sâhib olunan malı peşin değeri ile başkasına tevcih etme.

ücret-i muaccel

  • Peşin ücret.

vapesin / vapesîn

  • (Va-pesin) En gerideki, en sondaki. (Farsça)

zampara

  • (Aslı "zenpare"dir) Kadınlar peşinde dolaşan ahlâksız erkek.

zen-dost

  • Kadınların peşinde dolaşan, kadınlardan hoşlanan, zampara. (Farsça)

zenperest

  • (Çoğulu: Zenperestegân) Kadına düşkün, kadın peşinde dolaşır ahlâksız kimse. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın