Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
parlak
ifadesini içeren
291
kelime bulundu...
ab / âb / آب
Su.
(Farsça)
Deniz.
(Farsça)
Irmak
(Farsça)
Tükürük
(Farsça)
Özsuyu
(Farsça)
Ter
(Farsça)
Döl suyu
(Farsça)
Sidik
(Farsça)
Parlaklık
(Farsça)
Yüzsuyu.
(Farsça)
Letafet, hava.
(Farsça)
ab-ı hayat
Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta : "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet" mânalarında geçer.
Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söyle
abdar / âbdâr / آبدار
Parlak.
(Farsça)
Sağlam vücudlu.
(Farsça)
Su veren hizmetçi.
(Farsça)
Mc : Ter u tâze, tap taze.
(Farsça)
Sulu.
(Farsça)
Parlak.
(Farsça)
Hoş.
(Farsça)
afitabcemal / âfitâbcemâl / آفتاب جمال
Güzel yüzlü, parlak yüzlü, yüzü güneş gibi parlayan, sevgili, maşuk.
(Farsça - Arapça)
aftab
Güneş.
(Farsça)
Pek güzel şahıs.
(Farsça)
Çok parlak çehre.
(Farsça)
aftab-ru
Güneş yüzlü, yüzü güneş gibi parlak (güzel).
(Farsça)
Sevimli, dilber.
(Farsça)
Güneşe karşı olan (yer).
(Farsça)
aftabru / âftâbrû / آفتاب رو
Parlak yüzlü.
(Farsça)
ahlak-ı hasene / ahlâk-ı hasene
Yüksek ahlâkı en parlak ve ulvi bir şekil ve ruhta gösteren ve bilfiil yaşayan Peygamberimizin (A.S.M.) ve O'nun yolunda gidenlerin ahlâkı.
akçe
Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından îtibâren bastırılan ve kullanılan gümüş para birimi. İlk sikkesi gümüşten yapıldığı için ak (beyaz, parlak) para mânâsına akçe denildi.
alem-i nur-u enver / âlem-i nur-u enver
Çok parlak nur âlemi.
alev
Ateşten çıkan parlak ve yanar hava.
Mızrak ucuna takılan küçük bayrak, flama.
algun
Kırmızı renginde, koyu ve parlak pembe.
(Farsça)
amud-u nurani / amûd-u nuranî
Nurlu, parlak sütun, nurlu direk.
asar-ı nuraniye / âsâr-ı nuraniye
Nurlu, parlak eserler.
ayn-üs sevr
Boğa gözü.
Koz: Semânın kuzey yarım küresinde bulunan boğa burcunun en parlak yıldızı.
ayyuk
Samanyolunun dâima sağ tarafında olan çok parlak ve uzak bir yıldızın ismi.
Mc: Gökyüzünün pek yüksek yeri.
azamet-i nuraniyet
Işığın, parlaklığın büyüklüğü.
bahir / bâhir
Yalancı, ahmak.
Ekin sulayıcı, sulayan.
Belli, açık.
Işıklı, parlak, güzel.
barik-nüma
Işıklı. Parlak.
(Farsça)
barika-i beyan / bârika-i beyan
Parlak ifâde, açık anlatım.
barika-i hakikat / bârika-i hakikat
Hakikatın parıltısı ve parlaklığı. Hakikat nuru.
barika-i islamiyet / bârika-i islâmiyet
İslâmın parlak ışığı.
bedir
Dolunay, ayın en parlak hali.
bedr
(Bedir) Dolunay. Ayın en parlak olduğu hâli.
Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir yer ismi.
Bir şeyin tamam olması.
Sibâk ve sür'ât etmek.
Bir işin ansızın zâhir olması.
Tam ve münasib olan âzâ.
Dolu şey.
İyi hizmet ede
bedr-i münevver
Parlak dolunay.
behaya / behâyâ
Güzel, parlak, lâtif şeyler; hediyeler.
behiye
Güzel, zarif, parlak hediye.
behreme
Saç ve sakalın kınayla boyanması.
Çiçeğin göz alıcı ve câzib olan güzellik ve parlaklığı.
Hindlilerin ibadeti.
belkaa
Şam vilâyetinde bir yerin adı.
Kara ile ak alaca nesne.
Parlak nesne.
beraat / berâat
Güzellik, parlaklık, üstünlük.
berik
Yıldırayıcı, çok parlak nesne. (Mübâlağası: Berrak)
Parıltı, ışık, ziya.
berk-asa
Şimşek gibi parlak.
(Farsça)
berk-i lami' / berk-i lâmi'
Parlak şimşek.
berrak
Nurlu, pek parlak.
Bulanık olmayan, duru, açık, saf.
beşenc
Yüz güzelliği, parlaklığı.
(Farsça)
beyza / beyzâ
(Müe.) Parlak. Beyaz. Sefid.
Afet, dâhiye, belâ, musibet.
Beyaz, parlak.
billur
Şeffaf, parlak taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlayan.
biyz
(Bîd) Parlak ve beyaz.
burc-u enver
En nurlu, en parlak burç.
burhan-ı neyyir
Parlak delil.
bürhan-ı satı' / bürhan-ı sâtı'
Aşikâr, şeksiz ve şüphesiz, parlak delil.
burhan-ı sātı' / burhân-ı sātı' / بُرْهَانِ سَاطِعْ
Parlak delil.
cela / celâ
Parlak, ruşen. Zâhir, açık.
celi / celî
Parlak, açık, âşikâr, meydanda.
Kur'an harfleri ile yazılan bir çeşit yazı.
Açık, parlak.
Aşikar, belli, parlak, açık.
cemal-i mücella / cemâl-i mücellâ
Parlak ve ışıltılı güzellik.
cevza
Astr: İkizler burcu. Gökyüzünün kuzey yarım küresinde yer alan iki tane parlak yıldızlı bir burcdur. Güneş, mayıs ayında bu burca girer.
cila / cilâ / جلاء
Parlaklık, parlatma, perdaht, lostura.
Parlaklık, parlama.
Parlaklık.
(Arapça)
Cila.
(Arapça)
cila-bahş / cilâ-bahş
Parlaklık veren, parlatan.
cilalı / cilâlı
Parlak.
dahya'
Rûşen, parlak ve nurlu nesne.
delil-i satı / delil-i sâtı
Parlak delil.
derari / derârî
(Tekili: Dürrî) Parlak yıldızlar.
(Farsça)
Renkli şeyler.
(Farsça)
Parlak yıldızlar, renkli şeyler.
dırahşan
Parlak. Parıldayan. Parlaklık. Münevver, ziyâdar.
(Farsça)
dirahşan / dirahşân / درخشان
Parlıyan, parlak.
(Farsça)
Parlak, parlayan.
(Farsça)
dürer-i semavi / dürer-i semavî
Aslı vahiy ile gelen, parlak hakikatlı mânalar. Semâvi inciler.
dürr-i dırahşan / dürr-i dırahşân
Parlak inci.
dürr-i meknun / dürr-i meknûn
Mahfazalı parlak inci.
Mahfazalı parlak inci.
Korumalı parlak inci.
dürr-i nab / dürr-i nâb
Beyaz, parlak inci.
dürre-i beyza / dürre-i beyzâ
Parlak, büyük inci.
(Farsça)
dürret-i beyza / dürret-i beyzâ
Parlak ve ışık saçan inci.
dürretü'l-beyza / dürretü'l-beyzâ
Parlak, büyük inci.
ebher
En bâhir, en âşikâr. En parlak, daha çok zâhir.
Temiz kanı yürekten bedene dağıtan büyük bir damar.
eblec
Açık kaşlı.
Mc: Nurlu, parlak, vuzuhlu.
ebyaz / ebyâz
Beyaz. Akça. Parlak. Daha parlak. Sefid olan.
En beyaz, parlak.
ecla / eclâ
Pek âşikâr, pek belli. Pek parlak, ziyade güzel.
Başında kıl bitmeyen kel.
En parlak, cilâlı.
En parlak.
ecuc
Işık veren, parlayan. Parlak nesne.
Suyun tuzlu ve acı olması.
eflatuniye
Eflâtuna göre olan felsefe, düşünüş (Plâtonizm). Çok ileri veya parlak devir.
egarr
Çok parlak ve kıymetli. Beyaz şey.
İşi güzel ve hatırlı olan kimse, aziz ve şerefli. (Müennesi daha çok müsta'meldir: Şeriat-ı Garrâ gibi.)
el-hüccetü'z-zehra / el-hüccetü'z-zehrâ
Parlak ve güzel delil; On Beşinci Şuâ.
elektrik-i mudi
(Elektrik-i muzi) Parlak ışık veren, parlayan lâmba.
elektrik-i muzi / elektrik-i muzî
Parlak ışık veren, aydınlatan lamba.
elhüccetü'z-zehra / elhüccetü'z-zehrâ
Ay gibi parlak mânâsında On Beşinci Şuâın adı.
emred
Bâliğ olmamış (ergenlik çağına gelmemiş), sakalı çıkmamış parlak genç.
enver / انور
En nurlu, daha nurlu, çok parlak.
Çok parlak.
(Arapça)
ergüvan
Güzel ve parlak kızıl renkli bir çiçek. (Garbda ercuvan denilir.)
esdaf
Sadefler, inci kabukları.
Midye ve isridye gibi deniz mahluklarının şeffaf, parlak kabukları.
eşeff
Çok parlak. Daha şeffaf. Işığı daha iyi geçiren.
Suyu kendine çok fazla çeken.
Çok parlak, çok şeffaf.
eser-i nurani / eser-i nuranî
Nurlu, parlak eser.
esil
Parlak, uzun ve dolgun yüz.
Doğru şey.
esna
Daha parlak. En parlak.
ezher
Pek beyaz ve parlak.
Ay, kamer,
Saf ve parlak olan.
Cuma günü.
Vahşi sığır.
Pek parlak.
fahir
(Fâhire) İftihar eden. Kendi amelini ve kendini beğenen. Övünen.
Şa'şaalı. Ağır. Parlak. Şanlı.
Büyük ve iyi nesne.
Koruğu büyük çekirdeksiz hurma.
Memeleri büyük deve.
fer / فر
Işık, parlaklık, zinet, süs.
(Farsça)
Fazl ve vakar.
(Farsça)
İktidar; şevket, kuvvet.
(Farsça)
Parlaklık.
(Farsça)
ferkadan
Şimâl kutbuna yakın parlak ve küçük ayı kümesine tâbi ve gece istikamet bulmağa yarayan, sık sık karşı karşıya gelen iki yıldız (İkizler mânasına).
feth-i mübin
Açık ve parlak zafer. Hakkı, bâtılın tahakkümünden kurtaran veya birbirine zıd olan hak ile batılın karışıklığını ayırarak hakkı galip kılan feth ve zafer Bu zafer, harp ile olabileceği gibi harpsiz de olur. (Hakikatın ve ilmin galebesi gibi.)Fetih suresinin birinci âyetinde geçen "Feth-i mübin"in i
Açık ve parlak zafer.
fetik
Dülger.
Sabah.
Parlayıcı nesne, parlak olan şey.
fıkra-ı ra'na / fıkra-ı râ'na
Parlak bölüm, ifade.
fikret-i beyza / fikret-i beyzâ
Münevver fikir. Parlak fikir.
Parlak fikir.
füruzan / fürûzân / فروزان
Parlak, parlayıcı, parlayan.
(Farsça)
Parlak.
(Farsça)
garra / garrâ / غرا
Parlak. Beyaz. Güzel. Şa'şaalı.
Kur'an'ın kudsi nurlarının parladığı Medine-i Münevvere'nin bir ismidir.
Parlak.
Parlak.
(Arapça)
gurre
Parlaklık. Her şeyin başlangıcı. Bu cihetle, kameri ayların ilk günlerine gurre-i şehr denilmiştir. Köleye, cariyeye ve malların en güzidelerine, gurret-ül emval denir. Güzel parlak yüze, vech-i agarr; açık ve nurani alına, cebhe-i garra denir ki, aynı asıldan müştaktırlar.
Fık: İska
Parlaklık, aklık.
Atın alnındaki beyazlık.
Arabi ayın ilk günü.
hacer-ül-esved
Kâbe-i muazzamanın doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak, siyah taş.
hakikat-i kàtıa-i satıa / hakikat-i kàtıa-i sâtıa
Parlak ve kesin gerçek.
hakikat-i nuraniye
Nurlu, parlak gerçek.
hale / hâle
Ay ve güneşin etrafında bazen görünen parlak dâire.
Parlak daire, halka; ayın etrafındaki parlak halka.
Ay çevresinde görülen parlak daire, ayla.
haledar / hâledar
Haleli, halelenmiş. Parlak daireli.
Halelenmiş; etrafı parlak ışık gibi çevrilip sarılmış.
hartavi / hartavî
Tar: Sipahilerin yeniçeri keçesine mümasil olarak giydikleri toparlak keçe külâh.
hasfolmak
Parlaklığı gitmek.
hasif / hâsif
(Husuf. dan) Sararmış. Rengi, parlaklığı kalmamış. Husufa uğramış.
hediye-i nuraniye
Nurlu, parlak hediye.
her dem taze
Parlaklık ve tazeliğini dâima muhafaza eden.
Mc: Daima genç görülen, gençliğe heveskâr.
hiss-i sabia-i barika / hiss-i sâbia-i bârika
İnce ve parlak olan yedinci his.
hoşab
Suyu, havası iyi olan yer. Parlak, berrak. Elmas, inci gibi şeylerin parlaklığı.
(Farsça)
Hoşaf.
(Farsça)
hüccetü'z-zehra
Parlak ve güzel delil; On Beşinci Şuâ.
hulel-i fahire / hulel-i fâhire
Kıymetli, şaşaalı, parlak elbiseler.
ibrik
(Çoğulu: Ebârik) Topraktan, tenekeden, hattâ bakırdan, gümüşten, altundan yapılan emzikli su kabı.
Abdest almağa, çay, kahve v.s. yapmağa yarayan ayrı ayrı ve türlü türlü kaplar.
İyi ve parlak kılıç.
ibrin
Yüzü çok parlak ve güzel olan sevgili.
ıdhiyan
Nurlu, ruşen, parlak.
ifaza-i nurani / ifaza-i nuranî
Nurlu, parlak feyizlendirme.
ill
Keskinlik veya parlaklık mânasından alınmış olup; feryat, yemin, ahid ve karâbet mânalarına gelir. İbrânice "il", ilâh demek olduğu da söylenmiştir.
in'ikas
Aksetme, tersine çevrilme.
Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi.
Aynada parlak şeyde eşyanın temessülü.
inhisaf / inhisâf / انخساف
Ay tutulması
Söner gibi olma, parlaklığın gitmesi.
gözden düşürme, perdeleme.
Ay tutulması.
(Arapça)
Gelişimini yitirmek, parlaklığını kaybetmek.
(Arapça)
inkisaf
(Küsuf. tan) Parlaklığı sönme. Güneş tutulması.
inşikak-ı kamer
Ay'ın parçalanması. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü vesselâmın mu'cizesi eseri olarak gökte ay'ın en parlak olduğu bir zamanda ikiye ayrılması.
istinare
Parlatmak. Parlak ve aydınlıklı olmak.
Ateş istemek.
kandil-i nurani / kandil-i nurânî
Nurlu kandil, parlak lamba.
kavaid-i şeriat-ı garra / kavaid-i şeriat-ı garrâ
Parlak ve nurlu olan İslam şeriatının kuralları.
kelime-i beyza
Parlak, değerli söz.
kevkeb-i derri / kevkeb-i derrî
Parlak yıldız.
kevkeb-i münevver
Işık saçan parlak yıldız.
kubtiyye
(Çoğulu: Kubâti) Mısırda yapılır parlak ince keten bezi.
kur'an-ı ezher / kur'ân-ı ezher / قُرْآنِ اَزْهَرْ
Parlak Kur'ân (ayrıca burada Kur'ân, insanlığın bütün kabiliyet ve donanımının gelişmesine hitap ettiği için evrensel üniversite anlamında Ezher Üniversitesine benzetilmiş de olabilir.).
Pek parlak olan Kur'ân.
kurre
Parlaklık. Tâzelik. Gözün parlak ve nurlu olması.
Ağlamaktan sonraki serinlik.
Dilşâd olmak.
Bir atımlık şey.
Kurbağa.
kurur
Gözün parlak olması.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
lami' / lâmi'
Parlak. Parlayan.
lamia / lâmia
Parlak. Parlayan. Parıldayan.
lamih / lâmih
(Lâmiha) (Lemh. den) Parlıyan, parıldıyan. Parlak.
layıh / lâyıh
Parlak. Meydanda. Aşikâr. Hatıra gelen.
levn-i nurani / levn-i nurânî
Nurlu ve parlak renk.
lü'lü'
İnci.
Parlak. Ziyalı. Kıymetli.
lü'lü-i lala / lü'lü-i lâlâ
Parlak inci.
mah-i taban / mah-i tâbân
(Meh-i tâbân) Parlayan ay. Parlak ay.
mahru
(Çoğulu: Mâhruyân) Ay yüzlü. Yüzü ay gibi parlak olan. Güzel.
(Farsça)
masnu-u münevver
Parlak, nurlu san'at eseri.
maşrık-ı nur
Nurun doğuşu; parlak nuru.
mecerre
(Mecerret-üs Sema) Kehkeşan, Samanyolu denilen büyük, parlak yıldız kümesi.
meclüvv
Parlak, cilâlı. Mücellâ.
medresetüzzehra / medresetüzzehrâ
Parlak medrese.
meh-ruyan
Ay yüzlüler. Ay gibi parlak olanlar.
(Farsça)
Mc: Manevî güzellik. Ahlâk sahibi ve dindar olanlar.
(Farsça)
mehcebin
Ay alınlı. Alnı ay gibi parlak olan.
(Farsça)
mehpeyker / مه پيكر
Nurlu, ay yüzlü. Yüzü ay gibi parlak ve güzel olan.
Güzel yüzlü, parlak yüzlü.
(Farsça)
meşe
Bir cins ağaç. Odunu sert, sağlam ve parlak olur.
mina / minâ
Şişe, cam, billur.
Parlak saray.
Sırça. Kuyumcuların kullandıkları lâcivert renkli sırça.
Cam, billur, sırça, parlak.
mir'at-ı mücella / mir'ât-ı mücellâ
Parlak ayna.
mu'cize-i garra / mu'cize-i garrâ
Büyük ve parlak mu'cize.
mübin / mübîn
Açık, vâzıh, âşikâr. Ayân kılan, beyan ve izah eden.
Dilediğine doğru yolu gösteren.
Hak ile bâtılın arasını tefrik edip, ayıran. Hakkı hakkınca beyan ve izhar eden. (Mübin, bâne mânasına "ebâne" den beyyin, gayet açık, parlak demek olduğundan, Kitab-ı Mübin i'cazı zâhir olan
mücella / mücellâ
Parlak, Cilâlı. Cilâlanmış.
Parlatılmış, parlak.
Parlak, cilâlı.
mudi / mudî
Işık verici, parlak ve ruşen olan.
mükellel
(İklil. den) Başında taç bulunan. Taç giymiş olan.
Parlak, müzeyyen, süslü.
Tacına inci taşları dizilen.
mülemma'
(Lem'. den) Parlak. Revnekdar.
Bulaşmış, sıvanmış.
Karışık dilde söylenmiş manzume.
Renk renk olan.
münevver / منور
Aydınlanmış, parlak.
(Arapça)
Aydın fikirli.
(Arapça)
Münevver eylemek:
Aydınlatmak.
(Arapça)
münhasif
Sönükleşen, parlaklığını yitirip görünmez hâle gelen.
münir
Nurlandıran, nur veren, ziya veren, ışık veren, parlak.
müşa'şa
Parlak, şaşâlı, gösterişli.
muşa'şa'
Şaşaalı, gösterişli, parlak.
musaykal
Cilâlı. Parlak. Yaldızlı. Perdahlı.
müsenna
Parlak ve yüksek yapı, sed.
muşrık
Parlak, aydınlatan, nur saçan.
müşrik
(Şark. dan) Parlak, parlayan.
müstenir
(Nur. dan) Işık ve nur alan, parlak.
mütecelli
Tecelli eden, meydana çıkan, görünen. Parlak.
müzehher / مُزَهَّرْ
Parlak.
muzi / muzî
Aydınlatan, ışık veren, parlak.
nadiret
Güzellik, parlaklık, tazelik.
Hoş ve lâtif.
nair
Parlak, parlayan.
Düşmanlık, adavet.
necm-i ayet / necm-i âyet / نَجْمِ آيَتْ
Yıldız gibi parlak Kur'ân âyeti.
necm-i sakıb / necm-i sâkıb
Karanlığı delerek geçen parlak yıldız.
necm-i sakıp / necm-i sâkıp
Karanlığı delip geçen parlak yıldız.
necm-i zehra / necm-i zehrâ / نَجْمِ زَهْرَا
Parlak yıldız.
necmisakıb
Karanlığı delen parlak yıldız.
nedaret
Tazelik, parlaklık, letafet, taravet.
nehar-ı ebyaz
Gündüzün beyazlığı, gündüze benzeyen beyazlık. Beyazlığın parlaklığı.
nesr
Hamele-i Arş'tan olan bir melek.
Akbaba, kartal.
Nuh kavminin putlarından birisinin ismi.
Yarayı deşmek.
Kuşun, eti didiklemesi.
Birinin aleyhinde konuşmak.
Güneyde bir parlak yıldız. Buna Nesr-ül vâki' denir. Batıdaki yıldıza ise: Nesr-üt-Tair
netice-i burhan-ı bahir / netice-i burhan-ı bâhir
Açık, parlak, kesin ve sağlam delilin sonucu.
nevr
(Çoğulu: Envâr) Parlaklık.
Ağaç çiçeği. Tomurcuk.
nevvar / nevvâr
Çok nurlu, çok parlak.
neyyir
(Nur. dan) Nurlu, parlak, ışıklı cisim.
Yıldız. Cisim halindeki nur.
Güneş, şems.
Nurlu, parlak.
nezaret
(Nedâret) Tazelik. Parlaklık. Letafet.
nim-nurani / nim-nuranî
Yarı parlak.
nümayan / nümâyân
Açık, parlak, görünen.
nur
Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık.
Kur'ân-ı Kerim. İman. İslâmiyet. Peygamber.
Zulmeti def eden, şule, ışık.
nur'ani / nur'ânî
Nurlu, parlak.
nur-i kasd
Kasd ve irâdenin nuru. Kasd ve iradeden gelen parlaklık. Bir istek ve kasıtla yapıldığına âit alâmet ışığı.
nur-i mücessem
Çok parlak ve güzel olan. Canlı kılığına girmiş gibi olan nur.
nur-u münevver
Parlak, aydınlanmış nur.
nuran
Nurlu, parlak.
nurani / nuranî / nûrânî
Nurlu, ışıklı, nura yakışır, parlak, münevver.
Nurlu, parlak.
Nûrlu, ışıklı, parlak, münevver.
nuranilik / nuranîlik
Nurluluk, parlaklık.
nuraniyet / nurâniyet
Nur özelliği, parlaklık.
nuraniyyet
Nurlu olanın hali, parlaklık, nurluluk.
perdaht
Cilâ. Parlaklık, parlama.
(Farsça)
Düzleme, temizleme.
(Farsça)
pertev-i mihr
Güneş ışığı. Güneşin parlaklığı.
pırlanta
İtl. Çok tıraş edilmiş, foyasız parlak elmas. Taşı pırlanta olan.
pür-envar / pür-envâr
(Pür-nur) Çok parlak, çok nurlu.
pür-fer
Çok parlak. Çok aydınlık.
(Farsça)
pürşaşaa / pürşâşaa
Göz alıcı parlaklıkta, çok gösterişli.
rahşa
(Rahşân) Parlak.
(Farsça)
rahşan / رخشان
Parlak.
(Farsça)
rakrak
Şuleli ve ziyâlı, parlak, nurlu.
rengin
Renkli, boyalı. Parlak. Hoş. Süslü. Mülevven. Lâtif.
(Farsça)
Rengârenk, süslü, parlak.
Süslü, güzel, parlak.
revgan
Yağ.
(Farsça)
Hafif hafif esen rüzgârın verdiği serinlik, rahatlık.
(Farsça)
Üstü yağ gibi kayan parlak nesne.
(Farsça)
Parlak deri.
(Farsça)
revnak / رونق
Zinet. Parlaklık. Göz alıcılık, güzellik. Safa, taravet.
(Farsça)
Parlaklık, güzellik, tazelik, süs.
Parlaklık, tazelik, süs.
Parlaklık.
(Arapça)
Revnak vermek:
Canlılık kazandırmak.
(Arapça)
revnak-bahş
Güzellik, tazelik ve parlaklık veren.
(Farsça)
revnak-dar / revnak-dâr
Parlak, lâtif, güzel, hoş.
(Farsça)
revnak-efza
Bir şeyin parlaklığını artıran. Güzelleştiren.
(Farsça)
revnak-ı cemal
Yüzün güzellik ve parlaklığı.
revnak-nüma
Tâzelik, güzellik ve parlaklık gösteren.
(Farsça)
revnakbahş / رونق بخش
Parlaklık veren, canlılık kazandıran.
(Arapça - Farsça)
revnakdar / revnakdâr
Parlak, taze, hoş.
rida
Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal.
Akıl. İlim. Seha.
Zinet. Parlaklık veren şey.
Hırka.
ruşen / rûşen
Aydın, parlak.
Parlak, aydın. Belli, âşikâr.
(Farsça)
Aydın, parlak.
Parlak, aydın.
şa'şa'a / شعشعه
Gösteriş.
(Arapça)
Parlaklık.
(Arapça)
şa'şa'adar / şa'şa'adâr / شعشعه دار
Gösterişli.
(Arapça - Farsça)
Parlak.
(Arapça - Farsça)
şa'şaa / شَعْشَعَه
Parlama. Zahirî parlak görünüş.
Bir şeyi birbirine katıp karıştırmak.
Gösteriş, göz alıcılık, parlaklık.
Parlaklık, parlama.
Gösteriş, dış süs, yaldız.
Parlaklık.
şa'şaadar
Gösterişli, şa'şaalı, parlak.
(Farsça)
şa'şaapaş
Parlaklık neşreden, şa'şaa saçan.
sadef
Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler.
Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.
safha-i rengin / safha-i rengîn
Süslü, parlak, rengârenk sahife.
sakıb / sâkıb / ثاقب
Parlak.
Bir yandan bir yana delip geçen.
Parlak.
Delici.
(Arapça)
Parlak yıldız.
(Arapça)
samanyolu
Uzaktan parlak bir yol gibi görünen yıldızlar kümesi.
şarik
(Çoğulu: Şevârık) Güneş.
Parlak cisim.
şaşaa / şâşaa
Parlaklık, gösteriş.
şaşaa-i suriye / şâşaa-i suriye
Görünüşteki parlaklık ve gösteriş.
şaşaa-paş / şâşaa-pâş
Parlaklık, canlılık yayan.
şaşaalı / şâşaalı
Gösterişli, parlak.
satı / sâtı
Parlak.
satı'
(Sâtı'a) Yükselerek meydana çıkan.
Yükselerek görünen. Nur saçan. Parlak.
satır-ı nurani / satır-ı nuranî
Parlak ve nurlu satır.
şecere-i nurani / şecere-i nurânî
Nurlu, parlak ağaç.
şeffaf
Işığa mâni olmayan, ışık geçiren parlak cisim. Saydam.
Saydam, parlak.
şehab-ı şaşaanisar / şehâb-ı şâşaanisâr
Haşmet, görkem saçan parlak yıldız, parlak meteor.
şems-i münir / şems-i münîr
Nurlu, parlak güneş.
şems-i taban-ı zülcemal / şems-i tâbân-ı zülcemâl
Sonsuz güzel ve parlak olan yüce (ezelî) güneş.
şems-pare
Güneş parçası.
(Farsça)
Mc: Çok parlak.
(Farsça)
senan
Parlak, ziyâdar, ışıklı.
şer'-i enver
Çok nurlu, parlak şeriat.
serab / serâb / سَرَابْ
Çölde uzaktan su gibi görünen ve ışığın kırılmasından ileri gelen parlaklık.
şerarat
Parlak kıvılcımlar.
şerarat-ı neyyirane / şerârât-ı neyyirâne
Parlak kıvılcımlar, ışık saçan şerareler.
(Farsça)
Mc: İslâmiyetin kuvvet ve hakkaniyetinden gelen parlaklık.
(Farsça)
Aydınlatıcı parlak kıvılcımlar, ışık saçan kıvılcımlar.
şeriat-ı garra / şeriat-ı garrâ
Büyük ve parlak şeriat, İslâmiyet.
Parlak ve nurlu şeriat. İslâmiyet.
şeriat-i garra / şeriat-i garrâ
Büyük ve parlak şeriat; Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler.
şeriat-ı garra-i ahmediye
Hz. Muhammed (a.s.m.) getirmiş olduğu parlak ve nurlu şeriat.
şeriat-ı garra-yı muhammediye / şeriat-ı garrâ-yı muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) getirdiği büyük ve parlak şeriat, İslâmiyet.
sevakıb
(Tekili: Sâkibe) Parlak yıldızlar.
şevarık
(Tekili: Şârıka) Nurlar, aydınlıklar. Parlaklıklar.
seyyale-i berkiyye
Şimşek akımı. Elektrik akımı.
Şimşek gibi akıcı ve parlak.
şi'ra-ül yemani / şi'ra-ül yemanî
Semanın güney yarım küresinde bulunan "Kelb-i Ekber" denilen burcun ve bütün semanın görünen en parlak yıldızı. (Sirius)
şi'ra-üş şami / şi'ra-üş şamî
"Kelb-i Asgar" denilen burcun en parlak yıldızı.
şihab
Parlak yıldız.
Kıvılcım.
Yıldızdan fırladığı zannedilen ve dünyanın atmosferinde bir an görünüp kaybolan gök taşı.
simak
(Tekili: Semek) Balıklar.
Parlak yıldız.
İki parlak yıldızdan birisi.
Bir şeyi yükseltip kaldıracak âlet.
simin-ten
Gümüş tenli. Gümüş gibi beyaz ve parlak vücutlu.
(Farsça)
sirac-üs sürc
Lâmbaların lâmbası. En parlak nur. En parlak ışıklı eser.
sitare-i rahşan / sitare-i rahşân
Parlak yıldız.
su'ban
(Çoğulu: Saâbin) Büyük yılan. Ejderha.
Koz: Semanın kuzey yarım küresinde bulunan Tinnîn Burcu'nun çevirdiği büyük kavisin ortasında ve küçük ayı dörtgeninin tam karşısında bulunan en parlak yıldız. (Alpha Draco)
şu'lever / شعله ور
Alevli.
(Arapça - Farsça)
Parlak, aydınlık.
(Arapça - Farsça)
summaki
Gayet sert, değerli ve parlak olan bir taş.
sündüs
Sırmadan kabartma deseni. Eski bir çeşit ipekli kumaş. Parlak renkli, çiçekli, işlemeli, nakışlı olarak dokunmuş ipek kumaş. Altun veya gümüş tellerle işlemeli ve nakışlı olarak dokunmuş ipek kumaşlardan biri.
tab / tâb / تاب
Güç.
(Farsça)
Sıcaklık.
(Farsça)
Parlaklık.
(Farsça)
Kıvrım.
(Farsça)
Eğen, büken.
(Farsça)
Aydınlatan.
(Farsça)
taban / tâbân / تابان
Işıklı. Parlak.
(Farsça)
Parlayan güneş.
(Farsça)
Parlak, aydınlık.
(Farsça)
tabdar / tâbdar / تابدار
Işıklı, parlak. Büklümlü, kıvrımlı.
(Farsça)
Kıvrım kıvrım, kıvrık.
(Farsça)
Parlak.
(Farsça)
tabdari / tabdarî
Parlaklık.
(Farsça)
tabende / tâbende / تابنده
Parlak, ışık veren.
(Farsça)
tabnak / tâbnâk / تابناک
Parlak, ışıklı, ziyadar, münevver.
(Farsça)
Parlak.
(Farsça)
tarık / târık
Gece gelen kimse.
Zulmette hâsıl olan belâ ve musibetler.
Parlak yıldız.
Sabah yıldızı. (Zühre)
tarik-i hadid-i beyza / tarik-i hadid-i beyzâ
Nurlu ve parlak demir yolu.
tebellür
Billurlaşmak. Parlak, şekilli olup ve donup katılaşmak.
Açığa çıkmak. Meydana çıkmak.
tecelliyat-ı nuraniye / tecelliyât-ı nuraniye
Parlak, nuranî görüntüler.
tecelliyat-ı nuriye / tecellîyât-ı nuriye
Nurlu tecellîler; parlak yansımalar.
tercüman-ı satı / tercüman-ı sâtı
Parlak tercüman.
tumturak
Söylenişi ahenkli ve parlak olan ibare.
Gösteriş, debdebe.
turra-i garra / turra-i garrâ
Parlak mühür.
unfuvan
Gençlik ve güzelliğin başlangıcı, en parlak zamanı.
Parlaklık, tazelik.
üslub-u müzeyyen / üslûb-u müzeyyen
(Ziynetli ve parlak üslub) Bu üslub tergib ve terhib (teşvik etme ve sakındırma) gibi hususları tazammun eder. Hitabiyat ve iknaiyatta kullanılır.
Süslü, parlak üslûp (Bu üslûp teşvik etme ve sakındırma gibi özellikleri ihtiva eder.).
vasıta-i nurani / vasıta-i nuranî
Nurlu, parlak vasıta.
vekkad
Aydınlık, ışıklı, parlak.
vezile
(Çoğulu: Vezâil) Cilâlı, parlak para.
Parlak madeni ayna.
yağız / يَاغِيزْ
Parlak siyah.
yaldızlı
Parlak.
yed-i beyda / yed-i beydâ
Parlak el. Mûsâ aleyhisselâmın mûcize olarak gösterdiği ve koynundan çıkardığında gözleri kamaştıran ve güneş ziyâsı saçan eli.
yed-i beyza / yed-i beyzâ
Beyaz, parlak el; burada mecaz olarak Kur'ân'ın mu'cizeli yapısı kastedilmiştir.
Musa Aleyhisselâm'ın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.
yed-i beyza-i musa / yed-i beyzâ-i mûsâ
Hz. Mûsâ'nın beyaz ve parlak eli Hz. Mûsâ'nın firavuna karşı, mu'cize olarak nurlu görünen parlak eli.
yemin-i beyza / yemîn-i beyzâ
Mu'cizeli ve parlak sağ el.
zahir
Parlak, parlayan. Hüsün ve safvet üzere olan.
zahire
(Çoğulu: Zevâhir) Parlak.
zeberced
Zümrüd cinsinden ve onun kadar kıymetli olmayan, sarımtırak yeşil, cam parlaklığında kıymetli taş.
zehra / zehrâ
(Müe.) Ay gibi parlak olan. Çok parlak ve safi, berrak.
Parlak, berrak.
zehravan
(Zehrâveyn) İki parlak şey.
Kur'an-ı Kerim'de Sure-i Bakara ile Âl-i İmran Surelerine birlikte verilen isim.
zelefe
(Çoğulu: Zulef) Pâk ve ruşen nesne, parlak ve temiz cisim.
Kaypak, düz yer.
zerrin
Altından yapılmış. Altın gibi parlak. Sarı
(Farsça)
zevahir
(Tekili: Zühre) Çiçekler.
Parlak yıldızlar.
Ziynetli, parlak ve berrak olanlar.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ihtiyar
ruhefza
ihtiyalat
hütame
ihtiyal
matuf
ihtiyacat-ı ruhiye
Takayyüz
sene-i devriye
ihtiyac-ı ruhi
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
parlak
Hiddetle bağıran
Şarkın
Fikir alışverişi
Tesviye
FARKINA VARMAK
keyifli
TUTUKLAMA
ihtisas
Çeviri