Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
olmak.
ifadesini içeren
1358
kelime bulundu...
abak
İcab etmek. Lâzım olmak.
Yapışmak.
abakiye
Lâzım olmak.
Yapışmak.
Zahmet.
acür
Yoğunluk, semizlik, besililik.
Yoğun.
Her nesnenin hacmi ve cüssesi olmak.
adl
Mâni olmak. Men etmek.
adn
Vatan tutmak ve mukim olmak.
Cennette bir makam adı.
aff
İffet, namus. İffetli olmak. Nefsini haramdan men'etmek.
afiyet
Sağlık, selâmet, sıhhatli olmak.
afk
Rücu etmek, dönmek.
Kaybolmak.
Akılsız olmak. Sözünü tam söylememek.
agah / âgâh / آگاه
Haberdar.
(Farsça)
Âgâh etmek:
Haberdar etmek.
(Farsça)
Âgâh olmak:
Haberdar olmak.
(Farsça)
ahder
(Çoğulu: Ehadir) Kavi ve galiz olmak. Kaba olmak.
Şaşı adam.
akak
Sıcak çok olmak.
akar
Köşk, yüksek bina.
Bâbil vilayetinde bir yer adı.
Dehşetli olmak. Yaralamak. Boğazlamak.
Korku ve dehşetten kişinin ayakları titreyip dövüşememesi.
aks
Boynuzu eğri ve kayık olmak.
Bağlamak.
Dövmek.
Saçlarının ucunu başının etrafına kadınlar gibi lif etmek.
Saçını kıvırcık göstermek.
Bahillik etmek.
alak
Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan.
Yapışkan veya ilişken nesne.
Hayvanat.
Bir işe mülâzemet eylemek.
Husumet-i lâzime veya muhabbet-i lâzime. Aşk ve muhabbet eylemek. Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak.
Bir şeye ilişip tutulmak.
Yapışkan, ba
alh
Akıl gitmek.
Tembel olmak.
amer
(Amr, ömr, imâret) Muammer eylemek. Çok zaman yaşayıp kalmak. Muammer olmak.
amiriyyet / âmiriyyet
Kumandanlık hâli.
Amir, emredici olmak.
ams
Eskiyip mahvolmak.
Bilirken bilmezlikten gelme.
anen
Arız olmak.
anet
Cimâdan âciz olmak.
Ağaçtan yaptıkları deve ağılı.
ank
Kapı, bâb.
Güzel, hoş, gökçek olmak.
anvet
Kahretmek.
Galip olmak.
arare
(Çoğulu: Arâr) İyi kokulu bir ot.
Şiddet
Kötü ahlâk.
Evin avlusu, ev içi.
Soğuk şiddetli olmak.
aren
Davar ayağında olan kuru kemre.
Yarık.
Bir nesne yumuşak olmak.
arınmak
Temizlenmek, pâk olmak.
(Türkçe)
arize
Sâbit olmak.
Kuvvetli ve muhkem olmak. Bahil olmak.
as'ase
Oturak yerin yumuşağı.
Helâk olmak.
Fesâd etmek.
asal
(Çoğulu: Asâl) Davarın kuyruğu devrik olmak.
Bağırsak.
asdag
Perâkende olmak.
aşikar / âşikâr / آشكار
Açık, belli, aşikâr.
(Farsça)
Âşikâr etmek:
Ortaya çıkarmak, belli etmek.
(Farsça)
Âşikâr olmak:
Ortaya çıkmak, belli olmak.
(Farsça)
ask
Lâzım olmak, lüzumlu olmak.
askale
Serap fazla olmak.
asr
Muttali olmak. Gözcülük etmek.
ass
Katı ve sağlam olmak, berk olmak.
aşu
Kör olmak. Görmemek.
Mc: Görmemezlikten gelmek.
ayme
Süt içmeğe iştihası olmak.
Malın iyisi.
azaze / azâze
Kuvvet.
Azamet, büyüklük.
Şiddet.
Azlık.
Gâlip olmak.
azz
Galib olmak.
Çok yağmur yağmak.
baad
Helâk olmak.
baharet
Galip olmak.
bais / bâis / باعث
Yol açan, sebep olan.
(Arapça)
Bâis olmak:
Yol açmak, sebep olmak.
(Arapça)
bak'
Geniş olmak, büyük olmak.
baliğ / bâliğ / بالغ
Erişkin.
(Arapça)
Tutan, varan.
(Arapça)
Bâliğ olmak:
(Arapça)
Erişkin olmak.
(Arapça)
Tutmak, ulaşmak, varmak
(Arapça)
bast-ı zaman
Az zamanda çok uzun bir zaman yaşamış olmak.
Az bir zaman dilimi içine uzun bir zamanı sığdırmak ve onu yaşamış gibi olmak.
bedad / bedâd
Gözükme, zahir olmak.
Sayış, sayma.
Fırka.
Savaşacak akran.
Nasib, hisse, pay.
bedh
Ansızdan olmak.
bedihiyyet
Açıklık. Kolayca anlaşılır ve görülür olmak.
beha
Gökçek olmak, şirin ve lâtif olmak.
behem-ber-ameden / behem-ber-âmeden
Toplanmak, cem olmak, birikme.
(Farsça)
Mc: Kızmak, sinirlenmek, asabileşmek, müteessir olmak. ("Behemâmeden" de denir.)
(Farsça)
behr
Nasip.
Galip olmak.
Nefesi tutulmak.
Ümidin boşa çıkması.
Felâket, musibet.
Uzaklık, mesafe.
beka
Devamlılık. Evvelki hâl üzere kalma. Dâim ve sâbit olma.
İlm-i Kelâm'da : Varlığının asla sonu olmayan Cenab-ı Hakk'ın bir sıfatıdır.
Bâki olmak. Ebedîlik.
bekke
Mekke-i Mükerreme'nin eski ismi.
Bir yerde toplanmak. Bir yere cem'olmak.
İzdihamlık, kalabalık.
belec
Zâhir ve rûşen olmak. Gözükmek.
bely
Mahvolmak.
Belirsiz olmak.
beraat / berâat
Haşmet, metanet. İlim ve şecaatta, güzel vasıflarda emsâlinden üstünlük. Hüsn ve cemâlde tam olmak,emsâlinden üstün olmak.
berah
Açık işlenmiş yer.
Zâil olmak.
Ağaçsız arazi.
berd
Soğuk. Soğukluk. Soğutmak. Noksan hararet.
Ölmek.
Soğuk su ile gusletmek.
Uyumak.
Sabit olmak.
Zayıf olmak.
Bir şeyi eğelemek.
Sürme çekmek.
Söğmek.
Tutya, çinko.
berhayat / berhayât / برحيات
Hayatta olan, sağ.
(Farsça - Arapça)
Berhayât bulunmak:
Yaşamak, hayatta olmak.
(Farsça - Arapça)
berk
Şimşek çakması. Parlama.
Yıldırım.
Zinetlenme, süslenme.
Tas: Tecelli-i İlâhiye ile kurbiyyete mazhariyyet.
Ahmak olmak.
beşişe
Açık yüzlü olmak.
beşk
Yalan söylemek.
İşleri yaramaz olmak.
Deve, sür'atle gitmek.
Elbise dikmek.
besl
Helâk etmek.
Men'etmek.
Çirkin yüzlü olmak.
Helâl ve haram.
beşş
Açık yüzlü olmak.
besta
Uzunluk, bolluk, genişlik. Yaygın olmak.
bet'
Boynu uzun olmak.
Aşikâre ve zâhir olmak. Açık ve görünür olmak.
betane
Büyük karınlı olmak.
bev
Geri çekmek.
Lâyık olmak.
İkrar etmek.
beve'
Geri çekmek.
İkrar etmek.
Lâyık olmak.
beyd
Helâk olmak.
Gayr, diğer.
beyr
Helâk olmak.
Bâtıl olmak.
bezv
Et çok olmak.
Ağaçlar sık bitmek.
bezz
Galip olmak.
bezze
Hor ve hakir olmak.
bilal
Siyah ve beyaz, yâni kara ile ak olmak.
bitane
(Çoğulu: Betâyin) Çarşaf.
Kaftan astarı.
Dostluk.
Hâlis olmak.
Kuvvetli olmak.
bizr
Heder olmak.
büdn
Yoğun gövdeli ve şişman olmak.
buğzetmek
Kin gütmek, düşman olmak.
bühr
Galip olmak.
Yürümekten nefesini tez tez verip solumak.
büluc
Zâhir olmak, gözükmek. Parlamak, ruşen olmak.
bürudet
Soğukluk. Soğuk olmak. Hararetsizlik.
Mc: Münasebetteki soğukluk. Münaferet. Muhasama.
büruz / bürûz
Zâhir olmak. Görünmek, ortaya çıkmak. Olgun bir velînin sevenlerinde bâzı sıfatlarının zâhir olması, görünmesi.
butlan
Haksızlık. Bâtıl olma. Boş ve abes olmak. Hak olmamak.
bütul
Bâtıl olmak.
butule
Çok kahraman ve bahadır olmak.
büzürgi / büzürgî
Azîm olmak. Büyüklük. Ululuk.
(Farsça)
ca'l
Yaratmak, halk.
Almak.
İş işlemek. Yapmak.
Bu kelime Kur'ân-ı Kerim'de onüç vecihle kullanılmıştır:1- Tafak ve ahz (inşâ ve ikbal) mânasına; bir işi işlemeğe müteveccih olup başlamak ve işler olmak.2- Halketmek, yaratmak.3- Kavl ve irsal.4- Tehiyye ve tesviye (tanzim
ca'liyyet
Yapmacık (olmak.)
cahb
(Çoğulu: Echibe) Ebücehil karpuzu.
Korkudan dolayı kederli olmak.
cahif
Uykusunda dişini öttürmek.
Çok fazla hafiflik üzerine olmak.
Nefis, ruh.
İnsanın karnından çıkan ses.
Kısa.
Çok asker.
camiiyyet
Câmi'lik, toplayıcılık.
Çok şeylerle alâkalılık.
Pek ziyâde mânâları ve şeyleri hâvi olmak.
cari olmak / câri olmak
Geçerli olmak.
cedd
Babanın babası veya ananın babası.
Büyüklük, azimlik.
Kat'edip geçmek.
Tâli'li olmak.
Kesmek.
cedde
(Çoğulu: Ceddât) Büyük vâlide. Annâne, nine.
Yeni olmak.
cef'
Kenara çerçöp atmak.
Zâyi ve bâtıl olmak.
Koparmak.
Bir kabı eğip içindekini dökmek.
cehad
Nimet az olmak.
Ot uzamayıp kalmak.
Su az olmak.
cehamet
Yüz pörtümek, donuk yüzlü olmak.
cehr
Görünmek, zâhir olmak.
Açıktan ve yüksek sesle olan söylemek veya okumak.
Tecvid'de: Harf hareke ile okunduğu zaman, mahreçte aralık kalmıyarak nefesin akmayıp, küllisi veya ekserisi hapsolmuş bir şekilde sesin çıkmasına denir.
cehret
Görünmek, zahir olmak.
cela' / celâ'
Gurbete düşmek, memleketinden ayrı olmak. Şehrinden ve meskeninden çıkmak.
Başkalarını çıkarmak.
Açık haber.
Ruşen olmak, parlamak.
celh
Doldurmak, dolu olmak.
cell
(Çoğulu: Cülûl) Yerden birşey toplamak.
Gemi yelkeni.
Yaşlı olmak.
Kadr ve mertebesi büyük olmak.
Celil, büyük, ulu.
cem-ül cem
Gr: Bir defa cemi'olan kelimenin tekrar bir defa daha cemi olması. (Evliya; Evliyalar gibi.)
Tas: Vahdet-i vücuda dalmak. Bekabillah, Cenab-ı Hak'ta fâni olmak.
cemad
Cansız ve kurumuş olmak.
Yağmur yağmayan yer.
Sütü olmayan deve.
Donmuş, katı cisim.
cemam
Rahat olmak. Dinlenip yorgunluğu gidermek. İstirahat etmek.
cenb
Yan taraf. Koltuk altının aşağısı.
Def'etmek, kovmak.
Müştak olmak.
Bir yere gitmek için bir yere inmek.
Birisinin sevdiğinden dolayı kararsız ve muztarib bulunmak.
Büyük ve çok olan.
Engin taraf.
Şetmetmek, söğmek.
cenn
(Cünün) Bir şeyi setretmek, gizlemek.
Ana karnındaki cenin, gizli olmak.
çep şüden
Solak olmak.
(Farsça)
Mc: Doğruluktan yüz çevirmek.
(Farsça)
cerame
Gövdeli olmak. Vücudu iri olmak.
Cesâmet.
cereyan etmek
Akmak, hareket hâlinde olmak.
ceşa'
Çok hırslı olmak.
ceyd
(Çoğulu: Ecyed) Uzun boylu olmak.
cezbe-eda
Cezbeli olmak. Çekici olmak
(Farsça)
cezeb
Adamın ağzında tükrüğü kesilmek.
Hayvanın sütü az olmak.
cezel
(Çoğulu: Cezlan) şâd olmak.
cilvegah / cilvegâh / جلوه گاه
Görünme yeri.
(Arapça - Farsça)
Cilvegâh olmak:
Yatak teşkil etmek, yurt olmak.
(Arapça - Farsça)
cilvezet
Mâni olmak. Men'etmek.
cins
Nevi'. Boy, soy, kavim, kabile. Aynı çeşitten olmak.
cinun
Gece karanlık olmak.
cismani / cismanî
(Cismaniye) Bedene mensub, vücutla alâkalı.
Mânevi ve ruhani karşılığı. Maddi ve cisimli olmak.
cübar
Ziyan olmak. Heder olmak.
Üçüncü gün.
cübn
(Cübün) Ürkeklik. Korkaklık. Korkak olmak.
Peynir.
cud / cûd
Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.
Cömerdlik, eli açık olmak.
cüfal
Selin kenara attığı çör çöp.
Davarın yünü ve kılı çok olmak.
Kıllı kimse.
Bol.
cüfur
Zayıf olmak.
cuhaf
Zarar ve ziyân edici, zarar verici nesne, muzır.
Çok yemekten şişip ishal olmak.
Ölmek, mevt.
cünun
Delilik, cinnet. Delirmek.
Çok olmak.
Otun uzaması.
cürun / cürûn
Bezin eskimesi.
Yumuşak olmak.
Bir nesne aşınmak.
Alışkanlık, itiyat.
da'cele
Gitmekte ve gelmekte tereddütlü olmak.
dabrak
Şişman ve etli olmak.
dabs
Ahlâkı kötü ve korkak olmak.
Anlaması, idrâki az olmak.
Mesrur ve mütekebbir olmak. Sevinçli ve kibirli olma hâli.
dacir
Gamkin ve gönlü dar kimse.
Bağırgan dişi deve.
Kederlenmek, hüzünlenmek muztarib olmak.
daele
Zayıf ve ince olmak.
Hor ve zayıf olmak.
dafate
Ayağa giydikleri bir cins pabuç.
Kişinin aklı ve reyi zayıf olmak.
Bir oyun çeşidi.
dafv
Tamam olmak.
Malın çok olması.
dags
(Çoğulu: Adgas) Rüyâ karışıklığı.
Karışık olmak.
dagve
(Çoğulu: Degavât-Degayât) Huyu yaramaz olmak, hulku çirkin olmak.
dahil olmak
İçerisinde olmak.
dahl
Bir nesne az olmak.
dalalet
İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak.
Şaşkınlık.
dall-i bi-l fehva / dâll-i bi-l fehvâ
(Dâllibilfehvâ) Fık: Söylenen sözün veya ifâdelerin hülâsasından çıkan mânaya göre delil ve işaret olmak.
dall-i bi-l işare
(Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmak. Üç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır. Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır." ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) ar
dalliyet
Delil oluş. İsbata vâsıta olmak.
dam'
(Çoğulu: Dümu-Edmu) Helâk olmak.
Göz yaşı.
danu'
Evlâdı çok olmak.
dar'
Men'etmek, engel olmak.
Ansızın haberli olmak.
Eğrilik.
daraa
Tevazu etmek, alçak gönüllü olmak.
Emre uymak, muti olmak.
Zayıf ve zelil olmak.
dart
Yellenmek.
Tez olmak.
debar
Mahvolmak. Helâk olmak.
def'
Ortadan kaldırmak, Öteye itmek.
Mâni' olmak. Savmak. Savunmak.
Himaye etmek.
Fık: Bir dâvayı müdafaa için başka bir dâva açmak.
def-i fesat
Bozgunculuğu def etmek, ona engel olmak.
deha
Çok akıllılık. Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi. İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak.
deha-i fenni / deha-i fennî
Fen ve dünyevi ilimlerde çok ileri görüşlülük ve harika zekâlı olmak.
dehş
Tenbel olmak.
dehşet
Korkup kaçılacak şey. Ürkmek, şaşmak. Korku ve telâş içinde olmak.
dekke
Ufalanmak. Pâre pâre olmak.
Vurmak, döğmek.
Seki, sofa.
dekken
Hurdahaş olmak, yerle bir olma, ufalanmak, parça, parça olmak.
delalet
Delil olmak. Yol göstermek. Kılavuzluk. Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek.
İşaret.
denen
Bir kişinin belinin bükülüp eğri olması.
Kolları çok kısa olmak.
Hayvanların ayakları kısa ve göğüsleri yere yakın olması.
derh
Men etmek, engel olmak.
dest-gir
Muavenet. Arka olmak. Tutucu, yardımcı, muin. Zahir.
(Farsça)
devh
Hor, hakir olmak. Hor, hakir etmek.
Kahretmek.
devş
Fâsid olmak.
deyh
(Çoğulu: Diyeha) Hor ve rezil olmak.
dibg
Dibâgat etmek. Arınıp pâk olmak.
dilşad / dilşâd / دلشاد
Gönlü şen.
(Farsça)
Dilşâd etmek:
Gönlünü şenlendirmek, mutlu etmek.
(Farsça)
Dilşâd olmak:
Gönlü şenlenmek, mutlu olmak.
(Farsça)
dirayet
Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak.
Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.
dıya
Helak olmak, telef olmak.
duçar / dûçâr / دچار
Uğramış, yakalanmış, maruz kalmış.
(Farsça)
Dûçâr etmek:
Uğratmak, müptela etmek.
(Farsça)
Dûçâr olmak:
Uğramak, müptela olmak.
(Farsça)
duhus
Bâtıl olmak.
dum
Sâbit ve sâkin olmak.
dümus
Geceleyin çok karanlık olmak.
dünüvv
Ulaşmak, yakın olmak.
durr
Zayıflık. Hâli yaramaz olmak.
dürus
(Tekili: Ders) Dersler.
Müfret olarak: Bir şeyin eseri mahv ve müzmahil olmak.
duş azmak / dûş azmak
Rüyâda iken kirlenmek, ihtilâm olmak.
duud
Nezle olmak.
düvam
Sabit ve sakin olmak.
ebab
Bir yere gitmek için hazır olmak.
ebrah
Zor olmak, güç olmak.
ecce
(Çoğulu: İcâc) Sıcak fazla olmak.
Karışmak.
ecen
Suyun tadı ve rengi değişik olmak.
edvek
Devenin, misvak ağacını yemesi.
Bir yerde sâkin olmak.
Yaranın veremi sakin olmak.
efaim
Vâsi olmak, geniş olmak, bol olmak.
efdaliyet
Faziletçe üstünlük. Fazileti, iyiliği ziyâde olmak.
efn
Noksan etmek. İçmek.
Sağmak.
Davarın sütü az olmak.
eles
Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek.
Mecnun olmak.
elibab
Durdurmak. Lâzım olmak.
emanet / emânet
Emîn, güvenilir olmak. Peygamberlerde bulunması lâzım olan yedi sıfattan biri.
Fıkıh ilminde, güvenilen kimseye bırakılan mal.
emr-i ademi / emr-i ademî
Olması mümkün olan birşeyin sebeblerinden bir veya birkaçını yapmamakla o şeyin olmamasına sebep olmak.
enaet
Acele etmeyip teenni üzere olmak. Yavaş hareket.
enid
Ham.
Henüz olmamış çığ nesne.
Değişik olmak.
enma
(Nümuv. den) En çok, en ziyade bereketli ve büyümüş olmak.
erbaiyyet / erbâiyyet
Dört olmak.
Dört olmak.
esale
Uzun yüzlü olmak. Sarkık olmak.
esaret
Esirlik. Kölelik. Kullara kendini teslim etmiş olmak. Başka milletten olanlara boyun eğmek.
esmat
(Çoğulu: Sümut) Saçının ve sakalının karası beyazıyla karışıp ikisi beraber olmak.
etelan
Adım birbirine yakın olmak.
etenan
Adım birbirine yakın olmak.
ett
Galip olmak.
evleviyet
Daha öncelik. Başta gelir olmak. Daha beğenilir. Daha münâsip olmak.
evn
Yab yab yürümek.
Vakarlı, sessiz ve ciddi olmak.
Heybenin bir gözü.
Denk.
evsat
Ortada olmak.
Vasatta olan. Orta. Orta hâlli.
eys
Varlık. Vücud. Mevcud.
Kahir. Zulüm.
Zarar, ziyan.
Ümidsiz olmak. Ye'se düşmek.
ezvah
Münkabız olmak.
Yakınlık.
faikiyet / fâikiyet
Üstünlük, başkalarından farklı ve üstün olmak.
failiyyet / fâiliyyet
İşleyicilik. Müessir olmak. Fâile mensub ve müteallik oluş.
fakahet
Şeriat bilgisinde âlimlik. Fıkıh bilgisinde mütehassıslık. Anlayışlı olmak.
fakam
Bir kimsenin ağzını yumduğunda alt dişlerinin öne çıkıp, üst dişleriyle üstüste gelmesi.
Dolmak, imtilâ olmak.
fakd
Bulunmamak, bir şeyi kaybetmek. Belirsiz olmak.
Talebetmek, istemek.
fani olmak
Yok olmak.
fart
İfrat, çok aşırı olmak. Aşırılık.
Acele etmek ve ansızın gelmek.
Yollara alamet olarak konulan işâret.
fart-ı zeka / fart-ı zekâ
Âdetin üstünde, çok ileri zeki olmak. Emsâli bulunmayan zekâvette oluş.
fasaha
Ruşen olmak, parlamak.
Hâlis olmak.
fath
Yassı ve enli olmak.
fazah
Boz renkli olmak.
feame
Dolu olmak.
fegam
Haris olmak.
fehca'
Râzı olmak.
fehd
(Çoğulu: Fühud) Pars denilen canavar.
Semer ortasındaki mıh.
Gafil olmak.
fehek
Dolu olmak.
fekk
Açmak. Ayırmak.
Kırmak.
Kaldırmak.
Kesmek.
El ve bilek, yerinden burkulup çıkmak.
Rehin verilen şeyi kurtarıp çıkarmak.
Köle azadetmek.
Pir-i fâni olmak.
felah / felâh
Selâmet. Saadet. Kurtuluş. Hayır ve ni'metlerde refah, rahatta dâim olmak. Fevz ve zafer. Necat ve beka.
Sahur yemeği.
Şakketmek.
Kurtuluş, selâmet, mutluluk, hayır ve nîmetlerde, râhatta dâim olmak.
fena
(Beka'nın zıddı) Yokluk. Yok olma.
Geçici dünya.
Geçip gitme.
Tas: Kendi varlığından geçmek.
Kötü.
Devamlı olmayan.
Çok kocamış olmak.
fenafirresul / fenâfirresûl
Kendi isteklerini terkedip peygamberde fani olmak.
fenafişşeyh / fenâfişşeyh
Şeyhinde fani olmak.
feragat
Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek.
Boşalmak, hâlî olmak.
fesale
(Füsule) Alçak ve asılsız olmak.
feşel
(Çoğulu: Efşâl) Korkak olmak.
fesh
Bozmak. Hükümsüz bırakmak. Kaldırmak.
Zayıf olmak.
Bilmemek. Cehil.
Re'y ve tedbiri ifsad eylemek.
Zaif-ül akıl. Zaif-ül beden.
Tembellik yüzünden gayesine erişemeyen.
Unutmak.
Tıb: Beden âzalarının mafsallarını yerinden çıkarıp ayırmak
feta
(Fetâne) (Çoğulu: Eftâ) Yassı ve çökük burunlu olmak.
fetase
Yassı çökük burunlu olmak.
Büyük boncuk.
fevg
Şişman olmak.
feyk
Tavuğun gıdaklaması.
Uzun boylu erkek.
İyi olmak.
feza
Yıldızlar arasındaki geniş boşluk. Gökyüzü.
Yer geniş olmak.
Açık sahra.
Saha.
Yerde akan su.
fezaze
Ahlâkı kaba ve kerih olmak.
fıtne
Akıllılık. İdrak ve anlayışı kuvvetli olmak.
fitnet-üd dehma
(Fitnetüddehmâ) Küfürde olmak, kara fitne. Rezil olmak.
fuku'
(Çoğulu: Faki) Çok sarı olmak.
Safi olmak.
füşv
Aşikâre ve zâhir olmak. Görünmek.
gabr
Bâki olmak, ebedi olmak.
Memede kalan süt bakiyyesi.
gadn
Sarkık ve sülpük olmak.
gaful
Aldanmak.
Terk etmek.
Belirsiz ve idraksiz olmak.
galebe
Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk.
Bastırmak.
Yeğin olmak.
gals
Karıştırmak.
Lâzım olmak.
Cür'et etmek.
gamt
Minnetsiz ve şükürsüz olmak.
Horlamak, hakir görmek.
Çok yemekten dolayı midenin şişmesi.
Ağırlık olmak.
garabet
Yabancılık. Gariblik.
Tuhaflık.
Âcizlik, beceriksizlik.
Gizli olmak. Hilaf-ı âdet olmak.
Iraklık.
Edb: Ne demek olduğu herkesçe anlaşılmayacak kelime ve tabirlerin söz arasında kullanılması.
garare
(Çoğulu: Garâyir) Büyük kıl çuval, harar.
Gafil olmak.
gaşan
(Gaşayân) Gönül dönmek.
Akıl gidip, bihoş olmak.
gaşeyan
Kendinden geçmek. Kendini kaybetmek. Bayılmak. Gaşyolmak.
gasuk
Karanlık olmak.
gatt
Birbirine tâbi olmak.
Gizlemek.
Mükedder etmek, üzmek.
Suya dalmak.
gavc
Enli ve yassı olmak.
Muzdarip olmak, acı çekmek.
gavsiyyet
Evliyaullahın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sahibi olmak.
gayed
Nazik ve yumuşak tenli olmak.
gayk
(Gayuk) Fikri karışık olmak.
gayub
(Gayâb-Gaybe) Kaybolmak.
gazf
Kulağın sarkık olması.
Kırmak.
Geceleyin karanlık olmak.
gazr
(Gazâre) (Çoğulu: Gazâyir) Men etmek, engel olmak.
Hapsetmek.
Geçim kolaylığı, maişet genişliği.
Büyük çanak.
gına
Zenginlik. Yeterlik.
Tok gözlülük.
Mülâki olmak. Bir kimseye dostluğunda devamlı olmak.
Bıkma, usanç.
Şarkı söylemek. Teganni etmek.
gırar
Devenin sütünün azalması.
Az uyku.
Miktar.
Cihet, Misâl.
Yol.
Birbiri ardınca olmak.
Her nesnenin kenarı.
Büyük kıl çuval.
gışş
Hıyânet etmek, hâinlik yapmak.
Yaramaz olmak.
Saf olmayıp karışık olmak.
gubre
Toprak renkli olmak.
gudat
Ayıp, zillet, noksanlık.
Ter u taze olmak.
gülnefesi / gülnefesî
Lâtif ve hoş sözlülük.
(Farsça)
Güzel kokulu olmak.
(Farsça)
gunyan
Kimseye ihtiyacı olmayıp müstağni olmak.
gurub
Batma, batış. Batıda görünmez olma. Gözden kaybolmak.
Uzaklaşmak. Irak olmak.
gurur
Kibir. Boş yere güvenmek.
Kıymetsiz şeylere güvenip mağrur olmak.
guş-asb
Rüya.
(Farsça)
İhtilam. Uyurken cenabet olmak.
(Farsça)
guşetmek
İşitmek. Dinlemek, kulak vermek, mesmu' olmak.
guzuza
Taze olmak.
habaz
Hareket.
Bâtıl olmak.
Eksilmek.
habl
Bir şeyin bozulması. Noksan olmak.
Delirmek.
haca
Haris olmak.
Akıllı.
hacc
Kasdetmek. Muârazada delil ve bürhan ile galip olmak.
Bir yere çok tereddütle varıp gelme.
Şâyan-ı tâzim bir şeye teveccüh.
Bir şeyden feragat etmek.
Fık: İslâmın şartlarından ve hâli vakti müsait olan her müslümana farz olan, Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i Şer
hacc-ı asgar
Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.
hachace
Korkudan melul olmak.
Sırrını demek isteyip yine dememek.
hacz
Men'etmek. Mâni olmak.
İki şeyin arasını ayırmak.
Alacaklı, borçludan alacağını alabilmesi için borçlunun malına el konulmak.
hadaret
Bir şeyin yanında bulunmak.
Huzur. Yakında olmak.
Hazır etmek. Hazır olmak.
Medeniyet.
hades
Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek.
Taze. Yiğit. Genç.
Fık: Abdest almayı icabettiren hal. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hal.
Pislik.
hadr
Evmek, acele etmek.
Vücutta bir organın şişip yumrulaşması.
Men etmek, engel olmak.
Saçak bükmek.
hadre
Yüz yüze olmak.
hafa
Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık.
haft
Sâkin olmak.
Sözü gizli söylemek.
hafv
Men etmek, mâni olmak, engel olmak.
haiz / hâiz / حائز
Sahip, bulunduran.
(Arapça)
Hâiz olmak:
Bulundurmak, sahip olmak.
(Arapça)
hak / hâk / خاک
Toprak.
(Farsça)
Hâk ile yeksân edilmek:
Yerle bir edilmek.
(Farsça)
Hâk ile yeksân etmek:
Yerle bir etmek.
(Farsça)
Hâk ile yeksân olmak:
Yerle bir olmak.
(Farsça)
hakn
Sütü tuluma koyup toplamak ve sağıldıkça üzerine koymak.
Men etmek, engel olmak.
hal'
Debbâğların dibâgat ettikleri derinin kazıntısı.
Vurmak.
Men etmek, engel olmak.
Hediye vermek, atâ etmek.
Cima etmek.
hal' edilme
Hükümdarın tahttan indirilmesi.
Boşanmış olmak.
Kovulmuş olmak.
halal / halâl
Dostluk.
İki nesne arası açık olmak.
halalet
İki şeyin arası açık olmak.
Dostluk. Samimi dostluk.
halavet
Tatlılık. Şirin olmak.
halem
Helâk olmak.
Dibâgat yaparken derinin kurtlanması.
halvet der-encümen
Nakşibendiyye yolunda on bir esastan biri. Halk içinde Hak ile (Allahü teâlâ ile) olmak.
hamralanmak / hamrâlanmak
Kızarmak, kırmızılaşmak, al al olmak.
hamt
Şiddetli ve zahmetli olmak.
Çürümek.
Mütegayyer olmak, değişmek.
hanasir / hanasîr
Helâk olmak.
hared
Hışım etmek.
Menetmek, engel olmak.
harm
Muhkem etmek, sağlamlaştırmak.
Davara yük vurmak.
İşinde çabuk çabuk olmak.
Udul etmek.
Kat'etmek.
has'
Reddetme.
Uzak olmak. Uzaklaştırmak.
hasa'
Suya kanmak ve kandırmak.
Dolmak.
Doymak.
Ufak taş.
hasasa
(Çoğulu: Hasâs) Fakirlik.
Hali yaramaz olmak.
Küçük delik.
İki kişinin arasındaki açıklık.
hasat / hasât
Küçük taş parçası. Çakıl.
Tıb: Sidik yolunda taş peyda olmak.
hasen
Güzel. Hüsünlü. Güzellik.
Güzel olmak.
hashas
Koparılmış olmak.
hasıl / hâsıl / حاصل
Ortaya çıkan, var olan.
(Arapça)
Hâsılı:
Kısacası, sonuç olarak.
(Arapça)
Hasıl etmek:
Meydana getirmek, ortaya çıkarmak.
(Arapça)
Hâsıl olmak:
Ortaya çıkmak, var olmak.
(Arapça)
hasr
Noksan olmak.
Sermayesini zayi edip ziyân etmek.
hasr-ı iştigal
Bir tek şeyle meşgul olmak.
hasr-ı örfi / hasr-ı örfî
Herkesçe bilinen belli bir şey. Böyle meşhur bir şeye mahsus olmak.
hassasiyet
Hassaslık. Duygulu olmak. İhtimamlılık. Dikkatlilik.
hasv
Men etmek, engel olmak.
hatare
Hürmetli ve izzetli olmak.
hatf
Kapmak.
Şimşek gibi göz kamaştırmak.
Sür'atli olmak.
hatrebe
(Hatribe) Dar gelirli olmak.
Maaş sıkıntısı.
Gevezelik etmek.
hatt
Yolmak.
Çekmek.
hattiyye
(Çoğulu: Hatyât) Canı, kıymeti yüce olmak.
Küçük ok.
hava'
Hâli olmak, boş olmak.
Düşmek, sâkıt olmak.
havas
(Çoğulu: Ahvâs) Çukur ve kısık gözlü olmak.
havb
Fakir ve muhtaç olmak.
haver
Zayıf olmak.
Yumuşak, çukur yer.
Denize suyun akıp döküldüğü yer.
haybet
Mahrumiyyet. İsteğine erememek. Me'yus ve mahrum olmak.
hayf
Gözün birisi birine muhalif olmak.
haylulet
Yolu kapamak.
Araya girme. İki şey arasına girip hicab olmak.
hayn
Helâk olmak.
hayriyet
Hayırlılık. Hayırlı olmak.
hays
Hayvan leşinin kokması.
Bir kimseyi aldatmak.
Sözde durmamak, ahid bozmak.
Fâsid olmak.
hayvaniyyet
Hayvanlık, canlılık, zihayat olmak. Akıl ve idrakten mahrumiyet.
hazakat
İhtisas. Meharet peyda etmek. Üstad olmak. Bir san'atta, hususan tıbda gereği gibi öğrenip mâhir ve mütehassısı olmak.
hazar
Sulh zamanı. Barış zamanı.
Bir kimsenin huzuru, yakını.
Mukim olmak. Yolcu olmamak.
hazb
Hayvanın memesi şişip emziğinin deliklerinin dar olması.
Ucuz olmak.
hazel
Gayret.
Men etmek, engel olmak.
hazr
Bir şeyi takdir ve tahmin etmek, nazar ile tahmin etmek.
Çehresini ekşitip çirkin olmak.
hazv
Sarkık olmak.
heba / hebâ / هبا
Boş.
(Arapça)
Hebâ etmek:
Yitirmek, yazık etmek, elden kaçırmak.
(Arapça)
Hebâ olmak:
Yitmek, yazık olmak, yok olmak.
(Arapça)
Hebâya gitmek:
Boşa gitmek, yazık olmak.
(Arapça)
hebb
Uykudan uyanmak.
Gâib olmak.
hebr
(Çoğulu: Hübur) Çukur yer.
Kesmek.
İki dağ arasında olan düz yer.
Etli, semiz olmak.
heda
Sakin olmak.
heder / هدر
Yazık olma, boşa gitme.
(Arapça)
Heder etmek:
Yazık etmek, yitirmek, boşa harcamak.
(Arapça)
Heder olmak:
Yazık olmak, yitmek, kaybolmak.
(Arapça)
hefhefe
İnce belli olmak.
herem
Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak.
Mısır'da firavunlar zamanından kalmış piramit şeklindeki mezarların beheri.
Geo: Mahrutî şekil, piramit.
hermele
Yolmak.
heşheşe
Şâdlık etmek, neşeli olmak.
heşim / heşîm
Ufalanmak. Kırılmış, ufalanmış olmak.
Kırılmış, ufalanmış kuru ot.
hetk
Yırtma Yarma. Perdeyi yırtmak. Rezil olmak. Rezil etmek.
hevc
(Çoğulu: Hüvüc) Uzun boylu ve akılsız olmak.
Rüzgârın sert esmesi.
heveş
(Karın) Göçük olmak.
hevn
Kolaylık, sühulet.
Vakar. Teenni.
Sükunet. Sekine. Rıfk.
Ufak şey. Hor ve zelil olmak.
hey'
Gönül dönmek.
Yaramaz gönüllü olmak.
Korkak olmak.
heyd
Depretmek.
Zahmetli olmak.
heyef
İnce belli olmak.
hezm
Seğirtmek.
Taze olmak.
Kırmak.
hile
Sed. Hâil.
Çare.
Maslahat ve hayırlı işlerde tedbirli ve tecrübeli olmak.
Aldatacak tarz ve tedbir. Fend. Mekir. Dabara.
Zeval ve intikal.
Sahtekârlık, yalancılık, düzenbazlık.
hırkapuş / hırkapûş / خرقه پوش
Hırka giyen.
(Arapça - Farsça)
Derviş.
(Arapça - Farsça)
Hırkapûş olmak:
(Arapça - Farsça)
Hırka giymek.
(Arapça - Farsça)
Derviş olmak.
(Arapça - Farsça)
hıyabe
Ümitsiz ve mahrum olmak.
hiyac
Vuruşma, kıtal.
Müteheyyiç olmak. Muztarib olmak.
Otun kuruması.
hiza / hizâ / حذا
Sıra.
(Arapça)
Hizâya gelmek:
(Arapça)
Boyun eğmek, itaat etmek, kabullenmek.
(Arapça)
Sırayı bozmadan durmak.
(Arapça)
Hizâya girmek:
Sıra olmak.
(Arapça)
hızlan
Müflis olmak. İflas etmek.
hızy
Hor ve zelil olmak.
Rüsvay olmak.
hoşafın yağı kesilmek
Ist: Bozulmak, bir cevap bulamamak, mahcup olmak.
hubb-ı dünya / hubb-ı dünyâ
Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir.
hubb-u lafz / hubb-u lâfz
Lâfız sevgisi; kelimenin söyleyiş şekline meftun olmak.
hubur
Sevinç, sürur, gönül ferahlığı. Şadüman olmak.
Âlimler.
hubut
Bâtıl olmak. Beyhude, işe yaramaz olmak.
hüd'
Sâkin olmak.
hüdüd
Çok yaşlı ihtiyar. İhtiyar ve zayıf olmak.
Bir binayı gürültüyle yıkıp göçürmek.
hufut
Sâkin olmak. Ateşin sönmesi.
Sesin kesilmesi.
hufve
Yalın ayak olmak.
hükm / حكم
(Hüküm) Karar. Emir. Kuvvet. Hâkimlik. Amirlik.
İrade. Kumanda. Nüfuz.
Kadılık etmek.
Tesir. Cari olmak.
Makam.
Bir dâvanın veya bir meselenin tedkik edilmesinden sonra varılan karar.
Man: Fikirler ve tasavvurlar arasındaki râbıtayı tasdik veya
Hüküm, emir, kesin karar.
(Arapça)
Hükmünde:
Yerinde, gibi.
(Arapça)
Hükmünü almak:
Yerine geçmek, gibi olmak.
(Arapça)
hüku'
Sâkin olmak.
hükümran / حكمران
Hüküm süren, hakim olan.
(Arapça - Farsça)
Hükümran olmak:
Hakim olmak.
(Arapça - Farsça)
hülk
Yok olmak. Fâsid olmak.
Düşmek.
hulm
Rüya, hülya.
İhtilâm olmak. Açık saçık rüya.
Akıl.
hulu
Hali olmak.
hulud
Ebedilik. Devam üzere olmak. Bir şey aslî hâleti üzere dâim olmak.
huluka
(Çoğulu: Ahlâk-Halkân) Eski olmak.
hulul etmek / hulûl etmek
İçine girmek, dahil olmak.
hulüm
(Çoğulu: Ahlâm) Düş, rüyâ. (Rüyâ tâbiri iyilerinde; hülm tâbiri kötülerinde kullanılır.)
İhtilam olmak.
Akıl.
huluvv
Boş olmak, hâlî oluş. Boşluk. Boşta olmak.
Huk: Tarafların anlaşarak evlilik hayatlarına son vermeleri.
Huk: Bir gayr-i menkulün, muayyen bir bedel ile kiralanmış olmasından doğan kiracılık hakkı ve menfaati.
Hava parası adıyla verilen meblağ.
humk
Ahmaklık. Bön olmak. Aklı az olmak.
Ahmaklık, aklı az olmak.
humsa
Boş böğürlü ve ince karınlı olmak.
humud
Düşme. Zayıflama.
Sâkin olmak. Soğumak. Ateş sönmiyerek alevi azalmak.
Bayılmak ve kendini kaybetmek.
Ne helâle, ne de harama iştihası olmamak.
hun
Hor ve zelil olmak.
hunus
Rücu etmek, vazgeçmek, geri dönmek.
Örtülü olmak.
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
hunuz
Kokup fenâ olmak.
hürriyet
Hürlük, serbestlik.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.
hüsn-i zan
Kulların Allahü teâlâdan rahmetini ummaları.
Bir kimse veya bir hâdise hakkında iyi kanâat sâhibi olmak.
huşu' / huşû' / حُشُوعْ
Alçak gönüllülük. Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. Sükun ve tezellül.
Allah'ın huzurunda olduğunu bilerek huzur, sükûnet ve edeb duygusu içinde olmak.
husum
(Tekili: Hasim) Uğursuzluk.
İdman. Birbiri ardınca devam üzere olmak.
Bir şeyi kökünden kesip dağlayanlar.
Fırtına.
husumet
Düşmanlık. Hasımlık. Kincilik. Zıddiyet. Çekişmek. Dâvacı olmak.
hütke
Perde yırtılıp rezil olmak.
huva
Tembel olmak.
huy
Boş ve hâli olmak.
hüzn
(Hüzün) Gamlı olmak. Keder Sıkıntı.
huzu'
Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.
huzub
Semiz olmak, besili olmak.
huzur
Hazır olmak. Mevcud bulunmak.
Hürmet edilmesi lâzım gelen kimsenin yanında olmak.
İbadet neticesi hâsıl olan rahatlık, gönül ferahlığı.
i'cazkar / i'cazkâr
Mu'cizeli olmak. Başkalarını acze düşürecek derecede olmak.
(Farsça)
i'dal
Güç olmak, zor olmak.
ı'sar
Fakir olmak.
Güç olmak, zor olmak.
i'tibar
(İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek.
Taaccüb etmek.
Şeref, haysiyet.
Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri.
Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
<
i'tidal
Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak.
Yumuşaklık. Uygunluk.
Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması.
Miktar ve keyfiyyet hususunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak.
i'tikad
İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
i'tikaf / i'tikâf
Bir yere çekilip tek başına ibadetle meşgul olmak.
Bir şeye devam etmek.
Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.
i'tiraz
(İtiraz) Kabul etmediğini bildirmek. Bir fikir veya işin olmasını kabul etmemek.
Men' eylemek. Men' olmak.
i'tisam
Günahlardan sakınmak.
Pâk olmak.
Bir şeye yapışarak sıkı tutmak ve korunmak.
i'tiyak
Alıkoymak, engel olmak, mani olmak.
i'tizal
Ehl-i Sünnet olan hak mezhebden ayrılıp hakka aykırı başka yola sapmak. Mu'tezile olmak.
i'tizam
Azim ve kasdeylemek. Gitmek üzere olmak. Fütursuz ve kasd üzere olmak.
i'vicac
Doğru davranmamak, eğri büğrü olmak. Hamlık.
Hakkı bâtıl, bâtılı hak göstermek.
ibahe / ibâhe
Mübah olmak.
Ateş söndürme.
ibham
Mübhem, kapalı bırakmak. Belirsiz olmak. Muayyen olmayan.
Edb: Sözün kolayca anlaşılmayacak şekilde kapalı olması, vâzıh olmayışı.
Baş parmak.
iblak
Alaca olmak. Kapı açmak.
iblas
Mahzun olmak, ümitsiz olmak.
ibtila / ibtilâ
İmtihan. Allahü teâlânın, kulunu, çeşitli sıkıntılar vermek sûretiyle imtihan etmesi, denemesi.
Bir şeye düşkünlük. Mübtelâ olmak.
icab
Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
icabet
Kabul olmak. Kabul etmek.
Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
icham
Men'etmek, engel olmak.
iclihmam
Toplanmak, cem'olmak.
ıcre
Başına tülbent sarmak.
Besili ve semiz olmak.
ictinab
Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak.
icyam
Men'etmek, engel olmak.
ida'
Fasid olmak. Bozulmak.
Helâk olmak.
Yardım etmek.
ıdae
Parlamak veya parlatmak. Ruşen etmek veya ruşen olmak.
idam edilmek
Yok olmak.
idbisas
Ne kırmızı, ne siyah olmak.
Ot bitmek.
ıdgan
Kalbinde bir kimseye kin ve adavet olmak.
idhimam
Siyah olmak.
Ekinin susuzluktan dolayı siyah görünmesi.
ıdla'
Çok yemekten dolayı midenin dolması ve hasta olmak.
idliham
Galip olmak.
İhâta edip kaplamak.
idrab
(Darb. dan) Rüc'u etmek, vaz geçmek. Bir şeyi yapmaktan yüz çevirmek. Mukim olmak.
Bir kimse üzerine kırağı yağmak.
Sıcak yel eserek yerdeki suyu kurutmak.
Ekmeğin pişmesi. (Kamus'tan alınmıştır.)
ıdtımar
İnce belli, karınsız olmak.
ifal
Sür'atle gitmek, hızla gitmek.
Uzaklaşmak, ırak olmak.
iflah
Mübarek ve muvaffakiyetli olmak. Selâmete çıkmak. Felâha kavuşmak.
Nimette dâim ve kararlı olmak.
iflak
şiir okurken fesahat üzerine olmak.
Mâna ve kelime icad etme.
iftikad
Arayıp sormak.
Kaybolmak.
iftikar / iftikâr
Yoksulluğunu, fakirliğini açığa vurmak.
Çok ihtiyacı olmak.
Tevazu'. Alçak gönüllülük.
Fakîr olmak, muhtâc olmak.
iftinan
Türlü türlü ve birbirini tutmayan düzensiz söz söyleme.
Fitneye düşmek.
Âşık olmak.
iftirak
Perişan olmak.
Ayrılmak, dağılmak. Hicran.
ifza'
Korkutmak.
Güç olmak.
igbirar
Kırılmak. Gücenmek.
Toz ile paslanmak.
Boz benizli olmak.
ignan
Ot çok olmak.
igtaş
Karanlık olmak.
igtimad
(Gamd. dan) (Kılıç) kılıfına girme.
Karanlıkta görünmez olmak.
igtimam
Tasalanmak. Kederli olmak.
igtişaş
Karışıklık. Kargaşalık. Karmakarışık olmak.
Birisinin fena telkinini kabul etmek.
igzaf
Gece çok karanlık olmak.
ihda
İman ve İslâmiyet yolunu göstermek. Hidayete eriştirmek. Doğru yola götürmek. Allah rızasına uyan yola girmesine vesile olmak.
Hediye etmek. Armağan yollamak.
ihdaf
Gelip çatmak. Karşısına dikilip durmak. Hedef olmak.
ıhfas
Çirkin olmak.
ihkak
Mazlumun hakkını zâlimden almak. Hakkı yerine getirmek. Hak ile hasmına galib olmak.
ihlas
Müşteriyi aldatmak. Müflis olmak.
ihras
Dilsiz olmak. Dilsiz kalmak.
ihraz
Nail olmak. Erişmek.
Kazanmak. Kesbetmek.
Birisini güzel bir surette korumak.
ihsan
(Hısn. dan) Sağlamlaştırmak. Tahkim etmek.
Zevcesini nâmahremden korumak. Kadın kendisini haramdan sakınmak.
Ehl-i azamet olmak.
ıhşişan / ıhşîşan
Kabalığı, inatçılığı ve katılığı fazla olmak.
ihtida / ihtidâ / اهتدا
Hidayete ermek, İslâm olmak.
Hidayete erme, müslüman olma.
(Arapça)
İhtidâ etmek:
Hidayete ermek, müslüman olmak.
(Arapça)
ihtilaf
(Hulf. den) Anlaşmazlık, uyuşmazlık, karışıklık, ikilik.
Birisinin halifesi olmak.
ıhtilak
Yalan olmak.
Muhtaç olmak.
ıhtilal
(İhtilal) Halel vermek, zarar vermek.
Muhtaç olmak.
ıhtinas
Kırılmak.
İkiye bükülmek, iki kat olmak.
ihtira'-kerde
Eşine rastlanmayan keşif.
(Farsça)
Yaratılmamış olmak.
(Farsça)
ihtirak
Yanmak, tutuşmak, yanıp kül olmak.
Koz: Bir gezegenin güneşe yaklaşması.
ıhtitan
Sünnet olmak.
ihtiva
İçinde bulundurmak, içine almak, hâvi olmak, şâmil olmak. Bir şeyi toplamak ve korumak.
ihtiyar
Yaşlanmış kimse. Yaşlı.
Ist: İstek, arzu. Razı olmak. Katlanmak. Seçmek. Tensib etmek. Seçilmek.
ihtizar
(İhtidar) Huzura çıkmak. Hâzır olmak.
Can çekişmek. Hastanın ölüme hazır olması.
ihzaz
Rahatlandırmak. Haz duymak. Nasipli olmak. Bahtlı.
ikame
Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
iktida / iktidâ
Uymak, tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba etmek.
Uymak, tabi olmak.
iktiran
Ulaşmak. Mukarin olmak. Yaklaşmak. Yetişmek.
İki şeyin bir arada gelmesi. İki nimetin aynı anda bulunması gibi...
ıkva'
Ev boşalmak.
Azık tamam olmak. Şâirin şiirin kafiyesini çeşitli yapması.
iltima
Sararıp solmak. Renk değiştirmek.
iltisak
İki uzvun birbirine yapışık olması.
Bitişmek. Yapışmak. Kavuşmak. Yapışık olmak.
iltiyam
Yaranın kapanıp iyi olması.
Cem' olmak.
Zemmolunmak.
imamet
İmamlık. Namazda cemaati idare eden zâtın hal ve sıfatı.
Halifelik.İmamet iki kısma ayrılır:1- İmamet-i suğra: Namazda cemaate yapılan imamlık.2- İmamet-i kübra : Emir-ül mü'minîn olmak. Yani müslümanlar arasında riyaset-i âmmeyi hâiz bulunmaktır.
imamet-i suğra / imâmet-i suğra
Namaz kıldırmak için imâm olmak.
imkan / imkân
Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak.
imlak
Mülk sahibi olmak.
Bey etmek.
Evlendirmek.
immisar
(İmtisar ile aynı mânâdadır) Süt sağmak.
Bir şeyi incelemek.
Az olmak.
Dağılmak.
Hâil, perde.
imrar
Geçirmek. Mürur ettirmek.
İpi sağlam bükmek.
Acıtmak. Acı olmak.
imraz
İllet sahibi olmak. Hasta etmek. Bir kimseyi hasta bulmak.
imtinan
Minnet. Kendine minnet etmek. Birisine yaptığı ihsan ve iyiliği başına kakmak.
Memnun olmak.
Birisinin çok iftiharla sevdiği ve mâlik olduğu şeye nâil olmak.
Çok sevilen ve beğenilen bir şeye nail olmak.
imtizac
Muvafık ve mutabık olmak. Mezcolmak, uyuşmak. İyi geçinmek. Karışmak.
inayet
Yardım, lütuf meded etmek.
Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
inbisat / inbisât
Açılmak, yayılmak, açık yüzlü olmak, mütebessim çehreli, sevinçli olmak. Gönül açıklığı, kalb ferahlığı hâli.
infial
Gücenme. Darılma.
Can sıkılma. Teessür.
Hareketlenme. Harici bir sebeb ve te'sirle hâsıl olan hâl, te'sir ve hareket.
Harici te'sire kabil olmak.
Ruhun kabul ettiği tahavvülât. (Bir eser, müessirine nisbetle fiildir. Zuhur ettiği yere nisbetle infialdir.)
inkıbaz
Büzülme. Çekilip toplanma.
Sıkıntı. Gamlı olmak.
Kabızlık. Tutukluk.
insicam
Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak.
Devamlı yağmur yağmak.
Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak.
inşirah
Ferahlanmak, mesrur olmak.
inşitat
Dağılmak. Dağınık olmak. Perakende olmak.
intibah
Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek.
Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.
intıbak
(Tıbk. dan) Uygun olmak, muvâfakat. Mutabık, mümâsil ve muvâfık olmak.
intikaş
Nakışlanmak. Menkuş olmak.
intisab
(Nisbet. ten) Bir yere, bir kimseye mensub olmak. Mâiyyetine girmek. Bağlanmak.
intisac
(Nesc. den) Doku peyda eylemek. Doku, nesic hâsıl olmak.
Mensucat gibi iki taraftan çizgili ve dokumalı olma.
intisap etmek
Bağlanmak, mensup olmak.
intıva
Dürülmek ve cem' olmak. Bükülmek ve katlanıp sarılmak.
intizam
Tertib, düzen, düzgünlak ve nizam üzere olmak.
irsa'
Sağlamlaştırma, sâbit kılma.
Geminin demir atması.
Pâyidar olmak.
irsal
(Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak.
Havale kılma.
Salıvermek. Kendi haline koymak.
Sürü sahibi olmak.
Elçi gönderme.
irtiad
(Ra'd ve Ri'd. den) Iztırablı ve sıkıntılı olmak.
Deprenme. Titreme.
irtibat
Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık.
Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak.
irtidad
Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak.
Geri dönmek.
irtikas
Baş aşağı olmak.
Bir hâdiseye yakalanmak.
irtisam
Resmedilmek, resmi çıkmak, resimli ve nişanlı olmak.
Emrolunan şeye imtisâl etmek.
Cenâb-ı Hakkı tekbir ve O'na ilticâ etmek.
işaa
Bir haberi yaymak, duyurmak. Bir şeyin şuyuuna, yayılmasına sebeb olmak.
isar
Zengin, maldâr olmak; gani olmak.
ısfa'
Arındırılmak. Hâli olmak.
ısfirar
Sararmak. Sarı olmak.
islam / islâm
Boyun bükerek teslim olmak. Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla bildirdiği emirler ve yasakları.
ismet
Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk.
Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.
ısmi'lal
Muhkem olmak, sağlam olmak.
Otların birbirine dolaşmaları.
ısnakat
El darlığı.
Men'etmek, engel olmak.
işrak
Güneş doğmak. Işıklandırmak. Parlatmak.
Güneşlik yere dahil olmak.
Mc: Kalbe mânaların doğması.
ısram
Derviş olmak.
isti'la
(Ulüv. den) Yükselmek. Üste çıkmak. Yüce olmak. Terfi' eylemek. Galib olmak.
Gr: Bir şeyin bir şey üzerine çıkması.
Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin, üst damağa kalkmasına denir.
isti'sam
İsmetli olmayı istemek. Temizlik istemek. Günah ve ayıplardan temiz olmak.
iştibak
(Şebeke. den) Örülmek. Örgülenmek.
Karşılıklı birbirine geçmek.
Perişanlık.
Zâhir olmak.
Koz: Güneş battıktan sonra gökte kum taneleri gibi görünen karışık yıldızlar.
istibdad
Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi.
Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi
istibsar
Basiretli olmak. Düşünceli, hesaplı ve dikkatli iş yapmak ve hareket etmek.
istibtan
Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak.
isticab
Vâcib olmak. Hak etmek.
istidkak
İncelemek, dakik olmak.
iştigal / iştigâl / اشتغال
Bir iş işlemek. Uğraşmak. Çalışmak. Meşgul olmak.
Uğraşı.
(Arapça)
İştigâl etmek:
Uğraşmak, meşgul olmak.
(Arapça)
istigna
Cenab-ı Hak'tan başka kimsenin minneti altına girmemek.
Gönül tokluğu. Elindekini kâfi bulmak. Zenginlik istememek. Muhtaç olmayıp zengin olmak.
Nazlanmak.
Azamet ve tekebbür etmek.
istignam
Ganimet araştırmak, ganimet isteklisi olmak.
istigrak
Gark olmak, dalmak.
Dalgınlık.
Ist: Seraba kapılmak. Manevî bir hal ile hayret ve taaccübden bayılmak derecesine gelmek.
Tas: Dalgınlıkla, zihni bütün bütün meşgul olmak. Aşk-ı İlâhî ile dünyayı unutup kendinden geçmek.
Gr: "El" harf-i ta'rifinin, isimleri umu
istihal
Müstehak olmak, bir şeye ehil olmak.
Kolaylık elde etmek.
iştihar / iştihâr / اشتهار
Meşhur olma.
(Arapça)
İştihâr etmek:
Meşhur olmak.
(Arapça)
istihbab
Bir şeyi iyi ve güzel addetmek.
Dost edinme.
Müstehab etmek ve olmak.
istihkam / istihkâm
Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak.
Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı.
Kuvvet ve metanet vermek.
istihla
Tatlı olmak.
Tatlılık istemek.
istihva
Şaşırıp kalmak. Divane olmak. Hevâ ve hevesi hoş görmek.
istikamet
Hatt-ı hareketi doğru olmak. Doğruluk, nâmuslu hareket. Her işte itidal üzere bulunmak. Adâletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek.
Allah'a kulluk etmek.
Bir şeyin bir tarafa doğru olarak uzanması.
Yön, cihet.
istikan
Şüphesiz ve zansız olmak.
istikmal
Bir şeyin olgunluğa, kemale erdirilmesi. İkmal etmek. Eksiksiz ve tam oluş, tam ve kâmil olmak.
istikra'
Gezmek, dolaşmak, etraflı bilgi edinmek. Ayrı ayrı hâdiselerdeki müşterek vasıflara dikkat ederek umumi bir netice çıkarmak. Umumi araştırmak. Fertten umuma âit hüküm sâhibi olmak.
istikrar
Karar ve sebat üzere olmak. Karar kılma. Sâkin olmak. Yerleşmek.
istilzam
Lüzumlu olmak. Gerektirmek. Lâzım addetmek. İcâbettirmek.
iştimal
İçine almak, kaplamak. Çevirmek, ihata etmek. Şâmil olmak.
istimale
Avutmak. Meylettirmek. Cezbettirmek.
Gönül almak. Çok mal sahibi olmak.
istiman
Aman dilemek, himaye istemek.
Teslim olmak.
istimlak
İcraî karar alma salâhiyetini hâiz bir amme hükmî şahıs (Vilâyet, Belediye v.s.) tarafından bir malın, halkın faydası için karşılığı verilip alınarak umumun istifadesine arzedilmesi.
Mülk satın almak.
Mülk sahibi olmak.
istimrar
Devam. Sürüp gitmek.
Kavi ve dâim olmak.
istinare
Parlatmak. Parlak ve aydınlıklı olmak.
Ateş istemek.
istinas
Alışmak. Ünsiyetli olmak. Vahşiliğin gitmesi. Ürkekliğin kalkması.
istinba
Haber sormak. Haber istemek.
Vâkıf olmak. Bilmek.
iştirak
Ortak olmak. Ortaklık etmek. Bir işde yer almak. Hissedâr olmak.
Bir lâfızda çok mânalar müşterek olması. Meselâ: "Ayn" kelimesi. Hem göz, hem de kaynak mânasına gelir.
istirak-ı sem' / istirâk-ı sem'
İstirâk-ı sem' etmek:
Kulak misafiri olmak.
istisar
Kolaylaşmak, kolay olmak.
istişhad
Birisinin şâhidliğini istemek. Şâhid göstermek. Delil olarak ileri sürmek.
Şehid olmak.
istişhar
Şöhret sahibi olmak. Şöhret kazanmak.
istitaat
(Tav'. dan) Tâkat getirmek. Kudreti ve gücü yeter olmak.
istiva
Müsavi oluş. Temasül.
İ'tidal, istikamet ve karar.
Kemalin sâbit olması.
Kaba kuşluk zamanı.
Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak.
İstila eylemek.
itham
Kabahatli görmek. Suç isnad etmek. Töhmetlendirmek. Kabahatli görünmek. Töhmetli olmak.
ıtk
Azad edilmek. Hürlük. Esir veya köle olanın serbest edilmesi. Azad olmak.
Kerem ve hüsn-ü cemâl. Asâlet ve necâbet. Şeref, şan ve kıdem. Kuvvet.
itkan
Pürüzsüz yapmak veya yapılmak. Sağlamlaştırmak. Hakikata yakından vakıf olmak, delileriyle bilmek, inanmak. Bilerek emin olmak. Muhkem kılmak, muhkem yapmak. Sâbit kılmak.
itminan
Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık.
ıtna'
Sâlim olmak, sağlam ve sıhhatli olmak.
ittihad
Birleşmek. Birlik üzere âmil olmak. Birlik. Aynı fikirde olmak.
ittiham
Suç altında bulunmak. Suçlamak. Töhmet altında olmak. Suçlandırmak. (İtham yerine de kullanılır)
ıttıla'
(Tulu. dan) Haberli olmak. Öğrenmek. Haberi, malumatı bulunma.
Yukarıdan aşağı bakmak.
ittisaf / ittisâf
Vasıflanmak. Muttasıf olmak. Sıfat sahibi olmak. Bir hâl takınmak.
Vasıflanmak, bir sıfat sahibi olmak.
ittisak
Dizilmek. Bir nizam dahilinde sıralanmak.
Beraber olmak.
Tamam olmak. Toplanmak.
ittizah
Vazıh olmak. Açık olmak. Aşikâr olmak.
ittizan
Ölçülü olmak. Vezne girmek.
ityan
Delil getirmek.
Gelmek.
Vermek.
Vüsul, vasıl.
Vârid olmak.
Zikir ve isbat ve takrir eylemek.
ızaa
Bir şeyi zâyi etmek. Zâyi olmak. Kaybetmek. Mahvetmek, mahvedilmek.
ızaet
Parlatmak. Işıtmak. Işıklı olmak. Aydınlık etmek.
izdivac
Çift olmak, birbirine eş olmak. Meşru nikâhla evlenmek.
izlam
Karanlık olmak. Zulme giriftar olmak. Zulme tutulmak.
izmihlal
Bozulup gitmek. Perişan olmak. Yok olmak. Görünmez hale gelmek.
ıztırar
Çâresiz olmak. Mecburiyet. İhtiyaç.
izz
Kıymet. Değer. Güçlü oluş. Alikadir olmak. Kavi. Şerif. Azim.
izzet
Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük.
Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak.
Bulunmaz derecede az olan şey.
ka'kea
Men'etmek, engel olmak.
Hapsetmek.
ka'r
Karnı yemekten dolmak.
Arkası yağlı olmak.
kabb
İnce belli olmak.
Gönlün eğlendiği gönül eğlencesi.
Makara ortasındaki ağaç.
kabbe / kâbbe
Hüzünden ve gamdan dolayı, hali kötü ve kalbi kırık olmak.
kabul / kabûl
Almak, râzı olmak. Alış-veriş, kirâlama, nikâh gibi sözleşmelerde yapılan teklife rızâ göstermek.
kad'
Men etmek, engel olmak.
kadh
Zemmetme, çekiştirme. Bir kimsenin ayıb ve kusurlarını söyleyerek gıybet etme.
Men'etmek, engel olmak.
Çakmak taşını çakmak.
Bir kimsenin işine halel vermek.
kadv
Yemeğin kokusu iyi olmak.
kady
Yemeğin kokusu güzel olmak.
kafer
Zayıf ve etsiz olmak.
kaibe
Hüzün ve gamdan perişan olmak.
kail / kâil / قائل
Söyleyen.
(Arapça)
Razı olan.
(Arapça)
Kâil olmak:
Razı olmak.
(Arapça)
kalet
(Çoğulu: Kılât) Helâk olmak.
Dağlarda, içinde su biriken çukur.
Göz çukuru.
Baş parmağın dibinde olan çukur.
kalle
Az olmak.
kamh
Yemeğe iştihâsı az olmak.
Suya dalmak.
Davarın başını sudan kaldırması.
kanaat
Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.
kani / kâni / قانع
Yetinen, kanaat eden.
(Arapça)
Kâni etmek:
İkna etmek.
(Arapça)
Kâni olmak:
İkna olmak.
(Arapça)
karar
Değişmez hâle gelmek.
Sabit ve sakin olmak.
Ne az ne çok olan tam ölçü. Ölçülülük.
Gitmeyip kalmak.
Oturaklı yer. Sâkin olacak yer.
Anlaşılan ve sabit hâle gelen son karar sözü.
Mahkemece verilen son söz ve neticeye bağlama.
Dolanmak.
karef
Hastalara yakın olmak.
kareh
Kişinin gövdesi kirli olmak. Vücut kirliliği.
karen
(Çoğulu: Akrân) Ok mahfazası.
Kılıç.
Ok.
İki deveyi biribirine çattıkları ip. Başka deveye çatılmış deve.
Çatık kaşlı olmak.
"Yakınlık" mânâsına mastar.
Necid ahâlisinin mikâtı olan mevzi.
karh
Yaralama.
Hasta olmak.
Bedende çıkan yara.
Su olmayan yerde kuyu kazmak.
Yanlış ve yalanla hakkı değiştirmek ve battal etmek.
kasa'nine
Katı olmak.
Büyük olmak.
kasd
Bir işi bile bile yapmak.
İsteyerek. Niyet ederek.
Niyet. Tasavvur.
İstikamet. Yolu doğru olmak.
kaşkaşa
Bir şeyin kabuğunu soymak.
Hasta iyi olmak.
Halâs etmek, kurtarmak.
Uyandırmak.
kasr
Kısa olmak. Kısa kesmek.
Birisini bir hususa, bir işe tahsis etmek.
Bir işte tembellik etmek.
Akşamlamak.
Hapseylemek.
Yekpâre taş.
Beyazlatmak.
Gevşetmek.
Noksanlaştırmak.
Men'etmek.
Zorla bir şeyi yaptırmak.
Galip olmak.
kaşş
Yaranın iyileşmesi.
Hasta iyi olmak.
Evmek.
kasvere
Yaşça büyük olmak.
şecaatli, kuvvetli.
Aslan.
Bir nebat ismi.
kat'iyyü'd-delalet olmak / kat'iyyü'd-delâlet olmak
Sözün hangi mânâyı gösterdiği kat'î ve şüphesiz olmak.
kayyumiyet
Kendiliğinden eze-lî ve ebedî olarak var olmak.
kazz
Bükülmüş ibrişim. Ham ipek.
Sıçramak.
Irak olmak, uzak olmak.
kebair
(Tekili: Kebire) Büyük şeyler, büyük günahlar. Kebairin sıralanışı:-Allah'ı inkâr etmek.-Allah'a şirk koşmak.-Kat'iyyen sâbit olan dini bir hükme inanmamak.-Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek.-Allah'ın cezasından, mekrinden ve azabından emin olmak.-Günah üzerinde ısrar etmek. Yâni, herhangi bir gün
kebn
Kova ağzını iki kat edip dikmek.
Udul etmek, dönmek, vazgeçmek.
Besili ve semiz olmak.
Kaybetmek.
kebv
Davarın, başını vücuduna sürçmesi.
Çakmak çöngelip ateşi çıkmaz olmak.
Görmek.
Kabın içindekini dökmek.
Ateşi kül bürüyüp örtmek.
kefaet
Denklik. Denk olmak. Beraberlik. Bir şeye yeterlik. Küfüv oluş.
Fık: Evlenen erkeğin, alacağı kadına neseb, diyanet, hürriyet ve mal hususlarında müsâvi ve daha üstün olması hususu. (Bunun en mühimmi de diyânet noktasındadır.)
kefalet / kefâlet
Kefillik. Bir kimse kendine âid bir işi yapamadığı veya borcunu ödeyemediği takdirde, yerine onun işini göreceğini kabul etmek.
Birine kefil olmak. İşini üzerine almak.
Kefillik. Kefîl olmak. Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak.
keff
Vaz geçme, el çekme, çekinmek, men'etme, imtinâ etmek, sâkit olmak.
Avuç, el, avuç içi.
Nimet.
kefkefe
Men'etmek, engel olmak.
kefl
Okşamak.
Kefil olmak.
Yaramaz gönüllü olan.
kehm
Men'etmek, engel olmak.
Kaldırmak.
kehr
Yüz pörtürmek.
Men'etmek, engel olmak.
kelal / kelâl
Yorgunluk. Bitkinlik. Usanç.
Göz nuru zayıf olmak, yorgun olmak.
kelul
Kütelip kesmez olmak.
Göz nuru zayıf olmak.
Çocuğu ve anası olmayan şahıs.
kemal
Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Erginlik. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. Fazilet.
Değer, baha.
Fazlalık.
Sıdk ile yapılan güzel iş.
kemal-i mahviyet ve tevazu / kemâl-i mahviyet ve tevazu
Tam anlamıyla tevâzu ve alçakgönüllülük içinde olmak.
ken'
(Çoğulu: Kün'ân) Tilki eniği.
Cem'etmek, toplamak.
Yakın olmak.
Mülâyemet.
Alçaklık yapmak.
Firar, kaçmak.
kera'
Baldırları ince olmak.
Yağmur suyu.
kerb
(Çoğulu: Kurub-Küreb) Yeri sürüp aktarmak.
Dar etmek.
Yakın olmak.
Gam, tasa, keder, endişe.
kerem etmek
Müsâade etmek, lutfetmek. Razı olmak.
kerh
İğrenme, hoşlanmayıp tiksinme.
Zorlama.
Bir şey sonradan nâ-hoş ve kerih olmak.
kerye
Tam olmak, tamam olmak.
kes'
Uzun olmak.
Çok olmak.
El veya ayak ile bir nesnenin arkasına vurmak.
İttibâ etmek, tâbi olmak.
Yemen'de bir kabile adı.
keş'
Kalb sıkıntısına uğrayıp huzursuz olmak.
kes'e
Bitmek.
Yüksek olmak.
kesb-i muarefe / kesb-i muârefe
Bir mevzuda çalışarak ihtisas sahibi olmak. Birbinini tanımak ve alışmak.
kesb-i şer
Şerli bir işi işlemek veya o işe âlet olmak yahut da tarafdar olmak.
keşe'
Kebap yapmak.
Yemek.
Çok dolu olmak.
keses
Alt dişleri çenesiyle çıkmak.
Dişleri kısa olmak.
kesf
(Güneş veya Ay) ışığını kesme.
Görünmez olma.
Kesmek.
Yaramaz olmak.
keu'
Korkak olmak.
kevd
Yakın olmak.
kevh
Gâlip olmak.
kevn
Hudus. Varlık, var olmak. Vücud, âlem, kâinat. Mevcudiyet.
key'
Yaramaz gönüllü olmak.
kezm
Kızgınlığı yenme. Öfke ve hiddeti meydana çıkarmama.
Men'etmek, engel olmak.
Hapsetmek.
Nefesin çıktığı yer.
Bir şeyi ağzına alıp ön dişiyle kırmak.
Burnun kısa ve yüksek olması.
Parmakları kısacık olmak.
Atın dudaklarının kaba ve kısa olması.
kezv
Çok olmak.
kıdem
Öncelik ve eskilik.
Evveli bulunmamak. Ezeli olmak.
Başkasından daha önce olmak. Zamanca daha evvelki olmak. Rütbece daha yüksek olmak.
Cenab-ı Hakkın "Kıdem" sıfatı, yâni; ebedî ve ezelî oluşu.
kifayet
Lüzumlu kadar olmak. Yetişmek. Bir işe yetecek kadar olmak. İktidar. Liyâkat. Yararlık.
kille
Kesmez olmak.
Yorulmak. Müsterâh.
kına
Burnun ortası yumru olmak.
Hurma salkımı.
kıyafet
Bir şeyin dış görünüşü, zâhiri.
Bir kimsenin giydiklerinin bütünü.
Heyet, şekil, suret.
Feraset.
Bir kimsenin ardınca olmak.
kıymetli olmak
Değerli olmak.
kuds
Mübareklik. Kudsilik. Nezafet. Pâk olmak. Noksanlardan uzak olmak.
küfr-i inadi / küfr-i inadî
İnadî dinsizlik, inadî küfür. Hakikat isbat edildiği halde yine imana gelmemek. Bilip de kabul etmez olmak.
külse
(Çoğulu: Ekles) Kireç renginde olmak.
kumus
Suya batıp kaybolmak.
künu'
Yakın olmak.
kurb
Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede ve kuvvette kullanılır.)
Tıb: Böğür. Karnın yumuşaklığına kadar olan yer.
Yakınlık. Tasavvufta, Allahü teâlâya yakın olmak.
kurb-i ilahi / kurb-i ilâhî
Allahü teâlâya yakın olmak.
kurre
Parlaklık. Tâzelik. Gözün parlak ve nurlu olması.
Ağlamaktan sonraki serinlik.
Dilşâd olmak.
Bir atımlık şey.
Kurbağa.
kürur
Bir şeyin tekrarlanması.
Geri çekmek.
Menetmek, engel olmak.
küruz
Dühul etmek, girmek, dâhil olmak.
Bir kimseye ilticâ etmek, sığınmak.
kusur
Noksanlık. Eksiklik. Noksan ve âcizlik. İhmal. Tedbirsizlik.
Cem' olmalar.
Pahalanmak.
Eksilmek.
Şiddetli olan şeyin yavaşlayıp sâkin olması.
Bereketlenmek.
İmtina', âciz olmak.
Bir hesabın üstü. Artan kısım.
(Tekili: Kasr) Kası
kutu'
Zelil olmak. Hakarete uğramak.
laas
Dudağın rengi açık siyâha yakın olmak.
lah'
(Gövde) sülpük ve sarkık olmak.
lahc
Dar olmak.
Bir nesne, kabında paslanıp çıkmamak.
lakane
Zeki ve seri anlayışlı olmak.
lakh
Davar yüklü olmak.
laks
Lâkab takmak.
Ayıplamak.
Yaramaz olmak.
lasb
Yapışmak.
Dar olmak.
lask
Yapışmak. Yapışık olmak. Ulaşmak.
latt
(Çoğulu: Litât) Gerdanlık.
Lâzım olmak.
İnkâr etmek.
Sarkıtmak.
Örtmek.
lazım gelen / lâzım gelen
Gerekli olmak.
lazz
Devamlı yağan yağmur.
Men'etmek, engel olmak.
lebb
Lâzım olmak.
Akıllı olmak.
lebed
Yünden yapılan keçe.
Bir yerde mukim olmak.
Bir şeye yapışmak.
lebk
Akıllı olmak.
Islah etmek, terbiye etmek.
Karıştırmak.
Yumuşak etmek, yumuşatmak.
leblebe
Esirgemek.
Oğula ve kıza çok fazla düşkün olmak.
ledd
Düşmana galip olmak.
Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
lef'
Örtmek, setr etmek.
şâmil olmak.
legat
Sesler kelâmla karışık olmak.
lehc
Haris olmak.
leked
Yapışmak.
Lâzım olmak.
lekleke
Yoğun gövdeli ve şişman olmak, etli olmak.
lemem
Günaha yakın olmak.
Küçük günahlar.
Delilik, cünun.
Musibete yakın olmak.
lemm
Parça parça şeyleri toplamak, cem' etmek.
Islâh etmek.
Bulduğu şeyi, haram helâl demeyip yemek.
Şiddet ve meşakkat.
Az şey.
Konmak. Nâzil olmak.
leslese
Men'etmek, engel olmak.
letf
Sık olmak.
Bahçede ağaçların sık bitmesi.
Yaraşıklı olmak.
levh
Görünen ibretli manzara.
Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük.
Seyredilen yerin çizili sureti.
Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey.
Şimşek çakmak.
Susamak.
Zâhir olmak.
Çalıp almak.
leyg
İyi huylu olmak.
Sözü açık ve fasih söyleyememek.
leyk
Lâyık olmak.
leys
Adem. Yokluk. Gayr-ı mevcud. (Bunun aslı "lâyese" idi. Yâ'yı tahfif için "leyse" oldu.) Hükemâlar arasında "eys" vücud, "leys" adem mânâsında kullanılmıştır.
Gaflet.
Bahâdırlık, kahramanlık.
Yük çekici olmak.
leyy
Def'etmek, kovmak.
Harcamak, sarfetmek.
İlaç yapmak.
Aciz olmak.
Bir nesneyi dürüp boğazına tıkmak.
lezc
Kaypak olmak.
Çekilip uzamak.
lin / lîn
Yumuşaklık ve mülayim olmak.
Tecvidde: Bu sıfata sahib olan vav, ye harfleridir.
liyakat / liyâkat
İktidar. Ehliyet. Hüner. Lâyık olmak. Fazilet. Kıymetlilik.
İktidar, ehliyet, lâyık olmak.
lizam
(Lezm) Lazım olmak. İcâbetmek. Lüzumluluk.
Ölüm.
Kıyamet günü hesabı.
lühm
Kevsec dedikleri balık.
Yemen diyârında bir kabile.
Etli ve kaba olmak.
lüzum
Lâzım olmak. Bir şey bir şeyden aslâ ayrı olmayıp onunla sâbit ve dâim olmak. Gereklilik.
ma'rifetullah
Masnuat-ı İlâhiyeyi ve Kur'âni hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya lütf-i İlâhi ile kalbi inkişâf ve basirete sâhib olmak. Esmâ-i İlâhiyyeyi tanımak. İlâhi hakikatlara vukufiyet. Her işte Allah rızâsına en uygun hareket tarzını bilip amel etmek.
mahbubiyyet / mahbûbiyyet
Sevilen olmak. Mahbub olmaklık. Sevilecek hâlde bulunuş. (Cenab-ı Hakk'ın kullarını her çeşit nimetler ile besleyip yetiştirmesi ve ihtiyaçlarına cevap vermesi; onları sevdiğini ve mahbubiyyetini gösteriyor.)
Sevgili olmak.
mahluce
Rey ve fikri doğru olmak.
mahs
Hâlis olmak, saf ve katışıksız olmak.
mahviyyet
Alçak gönüllülük. Tevâzu. Kendi kusurunu bilip kendine haddinden fazla kıymet vermemek. Tevâzu içinde olmak.
mahvolmak
Yok olmak.
makbah
(Çoğulu: Mekâbih) Çirkin olmak. Çirkin olacak yer.
makes / معكس
Yansıma yeri.
(Arapça)
Makes bulmak:
Yansımak, yansıyacak yer bulmak.
(Arapça)
Makes olmak:
Yansıtmak, yansıma yeri olmak.
(Arapça)
makr
Çok acı olmak.
makrun
(Karn. dan) Ulaşmış. Kavuşmuş. Yakın.
Müsaadeye mazhar.
Çatık kaşlı olmak.
malik olmak / mâlik olmak
Sahip olmak.
mamur / mamûr / معمور
Bayındır, imar edilmiş.
(Arapça)
Mamûr edilmek:
Bayındırlaştırılmak, imar edilmek.
(Arapça)
Mamûr etmek:
Bayındırlaştırmak.
(Arapça)
Mamûr olmak:
Bayındır olmak.
(Arapça)
mani / معنى
Engel.
(Arapça)
Mani olmak:
Engel olmak.
(Arapça)
mani olmak / mâni olmak
Engel olmak.
maruz olmak
Uğramak, tesirinde olmak.
mash
Sâbit olma.
Mahvolup belirsiz olmak.
Kısa olmak.
masr
Parmak uçlarıyla süt sağmak.
Bir şeyi incelemek.
Az olmak.
Dağılmak. (İmtisar veya immisar ile aynı manadadır.)
mazhar / مظهر
Ortaya çıkış yeri.
(Arapça)
Şereflenme, nail olma.
(Arapça)
Mazhar olmak:
Karşılaşmak, nail olmak.
(Arapça)
mazhar olmak
Erişmek, nail olmak.
mazhariyet-i münkeşife
Bir görünüme sahip olmak.
me'rebe
(Çoğulu: Meârib) İhtiyaç.
Ümitli bulunma. Ümitvar olmak.
mecved
Doymaya yakın olmak.
Yağmur taneleri değmiş cisim.
med
Uzatma, çekme. Yayma ve döşeme.
Çoğaltmak.
Bir şeye dikkatlice bakmak.
Nihayet, son.
Sönmek. Bir şeyi söndürmek.
Yardım etmek, mühlet vermek.
Yâr ve yâver olmak.
Tarlaya fışkı ve gübre dökmek.
Sel suyu.
medar olmak
Sebep olmak.
mefkud / mefkûd / مفقود
Kayıp.
(Arapça)
Yok olmuş.
(Arapça)
Mefkûd olmak:
(Arapça)
Kaybolmak.
(Arapça)
Yok olmak.
(Arapça)
mehanet
Küçültme. Küçük görülme.
Hor ve zelil olmak. Zayıf ve zebun olmak.
Tedbiri azca olmak.
mehave
Doğru.
İnce olmak.
mehk
Suyun rengi yeşil olmak.
mekarim / mekârim
(Tekili: Kerem) Keremler. İyilikler.
Güzel ahlâk sahibi olmak.
Ahlâk-ı hamide, Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği, beğendiği güzel ahlâk.
melas
Kaypakça olmak.
meld
Yumuşak olmak.
mell
Küsmek, darılmak.
Yorgunluk.
Kakma, dürtmek.
Mahzun olmak, kederli olmak.
Hamuru külün içinde pişirmek.
menab
Birinin yerini tutmak, nâib olmak. Birisine vekil olmak. Vekillik yeri.
mensubiyet
Mensup olmak, bağlı ve ait olmak.
mensup olmak
Bağlı olmak, üye olmak.
mer'
Ot çok olmak.
merehan
Sevinç, ferah, sürur.
Zayıf olma.
Fâsid olmak.
Kurumak.
mergame
Kahretmek.
Galip olmak.
merk
Kokmuş deri.
Derinin yününü yolmak.
Kazımak.
Nüfuz etmek, içine işlemek.
merkeziyyet
İşlek yerde, merkezde bulunmuş olmak.
Bütün işlerin bir yerden idare edilir olması, merkezleştirilmesi.
mesa
Akşam. Akşam vakti. Akşam olmak.
Gamlı olmak.
Öğleden güneş batıncaya kadarki vakit.
meskeniyet
Mesken oluş. Sâkin olup durulacak yer olmak.
mesles
(Çoğulu: Mesâlis) Üçer üçer olmak.
Üç kıllı tanbur.
mesmese
Karışık ve mültebis olmak.
mesrat
Çok olmak. Çok olacak yer.
mest-i harab / mest-i harâb / مست خراب
Körkütük sarhoş.
(Farsça - Arapça)
Mest-i harâb olmak:
Körkütük sarhoş olmak.
(Farsça - Arapça)
mesünn
(Mesünniyyet) Yaşlı olmak.
met'
Uzun ve yüce olmak.
metruk
Terk olunmuş. Bırakılmış.
Boşanmış olmak.
Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya.
mevh
Kuyunun suyu çok olmak.
mevleviyyet
Mevlevilik. Mevlevi tarikından olmak.
Mollalık.
Müderrislikten sonra gelen ilmiye sınıfından oluş.
Eyâlet kadılığı; yani, bir eyâletin bütün hukuki ve kazai işlerine bilfiil bakan kadı. "Mevâli" de denir.
mevs
Yolmak. Traş etmek.
meyl
Ortadan bir tarafa eğik olmak.
İstek. Yönelme. Arzu.
Sevme, tutulma, âşık olma.
Gönül akışı.
miskal
Devamlı tenbel olmak.
misliyet
Benzeri ve misli olmak. Benzerlik.
muarefe
Karşılıklı görüşme ve tanışma.
Gr: Nekre olmayan kelime. Muayyen ve harf-i târifli olmak.
muayene
Zâhir ve âşikâre olmak, görünmek, belli olmak.
Gözden geçirme, yoklama, kontrol etmek.
müberra olmak
Temiz ve beri olmak, uzak olmak.
mücadea
Husumet etmek, düşman olmak.
mucib / mûcib / موجب
Gereken.
(Arapça)
Sebep.
(Arapça)
Mûcib olmak:
Sebep olmak.
(Arapça)
müdaree
Def'edişmek.
Muhalefet edişmek, birbirine zıt ve karşı olmak.
müfacat
Ansızın olmak.
müfacee
Ansızın olmak.
müfafaza
Şeref hususunda akrânına üstün olmak.
müfakame
Cima etmek.
Büyük olmak.
mühacene
Kabahat, noksanlık, nâkıslık.
Asılsızlık.
Ayıplı söz söylemek.
İlmi zâyi olmak.
muhacere
Birbirini men'etmek, birbirine engel olmak.
muhafaza
Zarar ve ziyandan sakınıp korumak.
Himâye ve hıfzetmek. Gözetlemek.
Bir şeye devamlı olmak.
muharede
Men'etmek, engel olmak.
muhazah
Mukabele olmak, karşılık olmak.
muhazat
Aynı hizâda bulunmak, karşı durmak, karşı olmak.
muhazere
Birbirini korkutmak.
İhtiraz etmek.
Uyanık olmak.
muhh
Yumurtanın sarısı.
Eskiyip köhne olmak.
muhtaciyet
İhtiyaç sahibi olmak. Muhtaçlık, fakirlik, sefalet, yoksulluk.
mukabele
Karşılık, karşılamak.
Mücadele.
Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma.
Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.
Yüz yüze olmak.
Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunm
mükadere / mükâdere
Men'etmek, engel olmak. Reddetmek, kabul etmemek.
mülahaka
Sonradan yetişmek ve tâbi olmak.
mülakaha
Hâmile olmak.
mülim / mülîm
Kendini levm etmek. Melâmette olmak. Kusurunu anlayıp kendisini kötülemek.
mülk
Mal. Yer. Bina.
Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu.
İzzet, azamet, şevket.
Bir şeyin dış yüzü.
İnsanın sahip ve malik olduğu şey.
Akıl sahiplerini tasarruf etmek.
Mâlik olmak.
mümanaat etmek
Engel olmak.
mümarese
(Çoğulu: Mümaresat) Çalışarak meharet kazanmak, üstadlık etmek. Bir işe devam ederek ihtisas sahibi olmak.
Duruşmak.
mümaselet
Benzeyiş, müşabih olmak. şekilce, suretçe birbirine benzeyiş.
mümatene
Irak olmak, uzak olmak.
mün'adim
Mün'adim olmak:
Yok olmak.
münafat
Birbirinin aksine olan. Birbirine aykırı olmak. Aykırılık, mugayeret, münafi, muhalefet.
münhedim
Münhedim olmak:
Yıkılmak, yok olmak.
münkasım / منقسم
Bölünmüş.
(Arapça)
Münkasım olmak:
Bölünmek, bölünmüş olmak.
(Arapça)
muntazır kalmak
Beklenti içinde olmak.
mürazat
Rızâlaşmak, râzı olmak.
mürut
Acele etmek.
Yolmak.
müsafene
Mülazemet edişmek, devamlı meşgul olmak.
müsavat
Denklik, beraberlik. Müsavilik, eşitlik. Aynı hâl ve derecede olmak. Aynı haklara sahip olmak.
müsavi
Birbirine denk olmak, aynı seviyede olmak. Denk, aynı derecede.
mütabaat etmek / mütâbaat etmek
Tâbi olmak.
mutabakat
Uygunluk. Muhalif ve mugayir olmayıp, uygun ve muvafık olmak.
Man: Lâfzın, mevzuu olduğu mânânın tamamına delâleti.
müteveccih
Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan.
Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak.
Pir-i fâni olmak.
mütezammıh
Güzel kokulu şeylerle karışmış olmak.
muttali olmak
Haberdar olmak.
muvacehe
Karşı, ön.
Yüzyüze gelme. Yüzleşmek.
Huzurunda olmak.
muvaffak / موفق
Başarılı.
(Arapça)
Muvaffak olmak:
Başarmak, başarılı olmak.
(Arapça)
muvafık
Muvafık gelmek:
Uygun olmak.
muvasala
Vâsıl olmak. Erişmek. Ulaşmak.
müvazat
Mukabele olmak, karşılıklı olmak.
müvazea
Tevzi edişmek. Paylaşmak.
Danışmak, istişârede bulunmak müşavere etmek.
Muvafakat etmek, uygun olmak.
muzaeme
Bir kimse ile bacanak olmak.
müzavece
(Zevc. den) Çift olmak.
Evlenme.
müzun
Nurlu, ruşen olmak.
na'me
Derinin nazik olması.
Hoş dirlikli olmak.
nadim / nâdim / نادم
Pişman.
(Arapça)
Nâdim etmek:
Pişman etmek.
(Arapça)
Nâdim olmak:
Pişman olmak.
(Arapça)
nags
Kederli, gamlı olmak.
ne'y
Uzak olmak.
nebalet
Zekâ, fazilet ve neciblik sâhibi olmak.
Büyüklük, azamet.
İyi olmak.
Cömertlik, elaçıklık.
Okçu, ok yapıp satan. Okçuluk.
nebg
Un öğütülürken tozan un.
Görünmek, zâhir olmak.
nebh
Bir şeyi tenbih etmek, unuttuğunu hatırlatmak.
Ansızın bulunan. Yitik.
Ansızın yitirmek.
Uykudan uyanmak.
Şerefli olmak.
Meşhur olmak, ün salmak.
necah
Zafer bulmak, murâda ermek, ihtiyaçlarını te'mine muvaffak olmak.
necel
Büyük gözlülük. İri gözü olmak.
nedamet / nedâmet / ندامت
Pişmanlık.
(Arapça)
Nedâmet getirmek:
Pişman olmak.
(Arapça)
nedh
Men'etmek, engel olmak.
nedm
Pişman olmak.
nefad
(Nefed) Bitip tükenmek, yok olmak.
nefaset
Beğenilir olmak, kıymetlilik, değerlilik, çok güzellik, pek iyilik. Nefis ve mergub olmak.
nefd
Tükenmek, bitmek.
Geçici ve fâni olmak.
nefisperestlik
Nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olmak.
nefiz
Okun geçmesi gibi içe geçmek, işlemek.
Sözü geçer olmak.
nefk
Helâk olmak.
nehave
(Et) çiğ olmak.
nehel
Susuz olmak.
İçmenin evveli.
Yaşlı, ihtiyar.
Semiz etli deve.
nehem
(Nehim - Menhum) Aç gözlü oluş. şikemperver olmak. Doymak bilmemek. Bir şeye çok düşkün, şehvetli, haris.
neht
Çağırmak.
Ses, avaz.
Men'etmek, engel olmak.
nehz
Durmak, kıyam.
Def'etmek, kovmak.
Yakın olmak.
Berkitmek için devenin memesine eliyle vurmak.
Dolması için kovayı suya vurmak.
nekd
(Nekâde) (Çoğulu: Enkâd) Hayırsız olmak.
neks
Sözünden dönmek.
Bozmak. Çözmek.
Üzmek.
Dağıtmak.
Münhal ve muhtel olmak.
nekş
Kuyunun çamurunu temizlemek.
Bir şeyi bitirmek. Bir işden fâriğ olmak.
Bir şey üzerine gelip toplanmak.
neş'
Yiğit olmak.
Yüksek olmak.
Rüzgâr esmek.
İyi ve hoş kokulu şeyler koklamak.
neş'e
Gönül açıklığı, sevinç.
Yeniden meydana gelmek. Yeniden olan şey.
Yiğit olmak.
Yüksek olmak.
neş'et
Meydana gelmek, vücuda gelmek. Büyüyüp kat ve kamet sahibi olmak. Yetişmek, ileri gelmek.
Çıkmak. Kaynak olmak.
neşat
Sevin. Şen şâd ve hoşdil olmak. Sürur, keyf.
Bir iş işlemek. Çalışmak.
neşd
Talep etmek, istemek.
Yüksek yerde düz yer olmak.
Kaybolan şeyi aramak.
Bir şeyi gereği gibi bilmek.
nesi'
(Çoğulu: Ensâ) Yolcuların ve misafirlerin konakladıkları menzilde düşürdükleri esvap.
Unutkan.
Unutulan. Unutulmuş olmak.
nesl
Soy, sop. Zürriyet, döl, kuşak.
Halk.
Çocuk hâsıl etmek.
Kıl yolmak.
Mumsuz, süzme bal.
nest
Sâkin olmak.
neşve
(Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif.
Büyümek ve yetişmek.
Koklamak.
Rayiha.
Bir şeyi tekrarlamak.
Mest ve sarhoş olmak.
İyice duyup vâkıf olmak.
Sevinç.
Büyümek ve yetişmek.
Mest ve sarhoş olmak.
neta
(Nütü') Yaranın şişmesi.
Yüksek olmak.
netb
Büyük olmak, gövdeli olmak.
netk
Atmak.
Yüzmek.
Kendine çekmek, cezbetmek.
Depretmek, silkmek, harekete geçirmek.
Oğlu ve kızı çok olmak.
netr
Cezbetmek, kendine çekmek.
Taan etmek, çekiştirmek.
Bozulmak, fâsid ve zâyi olmak.
netş
Çıkarmak.
Yolmak.
nevdel
Sarkık ve sülpük olmak.
nevf
(Çoğulu: Envâf) Hörgüç.
Uzun ve yüksek olmak.
nevh
Yükseltmek, yüceltmek.
Kuvvetli ve kavi olmak.
neyz
Çok olmak.
nifak
Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük.
Bozuşukluk, ara açılmak.
Dinde riyâ etmek.
İhtiyaca sarf olunacak şeyler.
nihan / nihân / نهان
Gizli.
(Farsça)
Gizlice.
(Farsça)
Nihan olmak:
Gizlenmek, saklanmak, kaybolmak.
(Farsça)
nis'
(Çoğulu: Ensu') Gizlemek.
Gitmek.
Sarkık olmak.
Kuzey rüzgârı.
nüch
Zafer bulmak. Hâlâs olmak. Kurtulmak. İhtiyaçlarını giderip zafer bulmak.
nüfuk
Helâk olmak.
nüha
Yüksek olmak.
Miktar.
Bir kimse hakkında olan yasak ve men.
nühul
Arık, zayıf olmak.
Arılar. Bal arıları.
nühüve
(Et) çiğ olmak.
nükr
Anlayışı, fikri, ferâseti iyi olmak.
Zorluk.
İnkâr.
nusret
(Nusrat) Yardım. Cenab-ı Hakkın yardımı, hususen ruhani muavenet. Zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı, düşmana gâlib olmak.
nusu'
Çok beyaz olmak.
Hâlis olmak.
nüşub
Dühul etmek, girmek, dâhil olmak.
İlgilendirmek, alâkalandırmak, taalluk etmek.
nüy'e
Ham ve çiğ olmak.
nüzhet
İç açıklığı, safa, eğlenme, gönül ferahlığı.
(Farsça)
Temizlik, paklık.
(Farsça)
Karışık, bulaşık ve kalabalık yerlerden uzak olmak. Buud.
(Farsça)
paralanmak
Parça parça olmak.
parelenmek / pârelenmek
Parça parça olmak.
perestiş etmek
Bir şeye aşırı düşkün olmak.
perişan / perîşan / پریشان
Dağınık.
(Farsça)
Kötü durumda, perişan.
(Farsça)
Perişan olmak:
Darmadağın olmak.
(Farsça)
ra'şet
Titreme, titreyiş.
Korkmak, havf ve dehşete giriftar olmak.
raabe
Genişlik, vüs'at.
Büyük olmak.
raci
(Bak: râci')
(Arapça)
Raci olmak:
Ait olmak, dönük olmak, yönelik olmak.
(Arapça)
raci olmak / râci olmak
Ait olmak, dönük olmak.
rad'
Men'etmek, engel olmak.
Bırakmak, terk etmek.
Güzellik eseri.
Kına.
rahat
Üzüntüsüz, tasasız, kedersiz bir halde olmak. İstediği her şeyi bulup telâşsız olmak. Müsterih.
Dinlenmek.
El ayası.
rasad
Gözetlemek, beklemek, pusuda olmak.
razı olmak / râzı olmak
Hoşnut olmak.
rebele
(Buğday) Çok olmak.
recüliyet
Erkeklik, erkek olmak.
Cesâretlilik, erişkenlik.
rehl
Sülpük olmak. Kendini salıvermek.
Acı çekmek, muztarib olmak.
Çok uyumaktan yüzü şişip uyuşuk olmak.
rehn
Sâbit ve dâim olmak.
Devamlı oluş.
Hapsetmek.
rekaket
Kekeleme, dil tutukluğu.
Sözün kusurlu oluşu. Belagattan mahrum olmak.
Zayıf ve ince olmak, yufka olmak.
El ile cismin hacmi ve cüssesini anlamak için yoklamak.
Gevşeklik, zayıflık, dermansızlık.
rekd
Kımıldamamak, durgun olmak.
reku'
Sâkin olmak.
Kesilme.
rema
Bir yerde ikamet eylemek.
Ziyade olmak.
Riba, faiz.
Bir haberi zan ile anlayıp idrak etmek.
remd
Helâk olmak.
Gözün çapaklanması. Göz hastalığı.
renak
Mastar.
Suyun bulanık olması.
Kederli olmak, mükedder olmak.
reşad
Hak yolda yürümek. Doğru yolda olmak. Doğru yolu bulup ondan sapmamak.
Aklın kuvvetli olması.
resh
Âcizlik, zayıflık.
Uyluk etleri az olmak.
resy
Sâbit olmak, devamlı olmak.
retl
(Diş) seyrek olmak.
Bir şeyi okurken her kelimenin arasını ayırıp açıklamak.
revs
Sabit olmak.
rezahat
Yorulmak.
Hali yaramaz, vaziyeti kötü olmak.
rezzakiyet
Her mahluka münasib rızkını verici olmak.
riayet
İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek.
Uymak, tâbi olmak.
Otlamak veya otlatmak.
Hıfzetmek, korumak.
rif'at
Yükseklik. Yüksek ve büyük rütbe sahibi olmak, âlişan olmak.
riyazat
(Tekili: Riyazet) Nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmek, nefsini hevesattan men' ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak.
riyazet
Nefsi kırma. Fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak.
Bir hastalıktan dolayı veya nefsini terbiye maksadıyla çok yemek ve içmeyi terkederek faydalı fikirlerle, ibadet ve ilimle meşgul olmak. Az gıda ile yaşamak.
İdman.
rıza
Memnunluk, hoşluk, razı olmak.
İstek, arzu. Kendi isteği.
rüchan
Üstünlük, yükseklik, üstün olma. Fazilet, haslet veya her hangi bir şey cihetiyle diğerinden üstün olmak.
ruhs
Ucuzluk.
Hafif pahalı olmak.
rümuk
Durmak.
İkamet etmek, oturmak, mukim olmak.
rüşd
Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metanet ve kemal-i isabetle dosdoğru gitmek.
Hayra isabet etmek.
Büluğa ermek.
İstikamette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek.
Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak.
rüsuh
İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve devamlı olmak.
Meharet, meleke.
rüsve
Muhkem ve sağlam olmak.
Sâbit olmak.
sa'k
Ansızın düşmek.
Çağırmak.
Helâk olmak.
şa'şa'
Yıldıramak, parıldamak.
Uzun ve yeynicek olmak.
sa'sea
Âciz olmak.
Sözünde kasır olmak.
saadet / saâdet
Mes'ud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allah'ın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak.
sabn
Men'etmek, engel olmak.
şad / şâd / شاد
Sevinçli.
(Farsça)
Şâd etmek:
Sevindirmek, mutlu etmek.
(Farsça)
Şâd olmak:
Sevinmek, mutlu olmak.
(Farsça)
saddetmek
Bir şeyin gediğini kapamak, tıkamak, engel olmak.
safa
Gönül şenliği, eğlence.
Duru olmak, itmi'nan ve meserret üzere olmak. Temiz, sâfi olmak.
Hava açık ve ayaz olmak.
Mekke-i Mükerreme'de bir yerin ismi.
safa-yı sadr
Gönül şenliği, kalbin itmi'nan ve sevinç içerisinde olması, meserret üzere olmak.
(Farsça)
safer
(Çoğulu: Esfâr) Boş ve hâli olmak.
Arabi aylardan ikincisi.
Karın içinde durabilen bir yılanın adı.
safvet-i kalb
Fikir ve niyetinde hiçbir garazı ve kötü gâyesi olmamak, temiz kalbli olmak.
sagar
Küçük olmak.
saha
Kirli ve paslı olmak.
şahit olma
Tanık olmak.
şahm
Bozulmak ve değişmek. Fâsid ve mütegayyer olmak.
sahv
Ayılma, ayıklık, aklı başında olmak.
Hastanın iyileşmesi.
Tas: Kendinden geçme hâlinin sona ermesi, his âlemine tekrar dönmek.
Uyanıklık.
sahy
Nemli olmak.
Islaklık, rutubet.
salabet
Metanet, katılık, sulbiyet.
Peklik, dayanma. Sağlamlık.
Mukaddesatı korumak hususunda cesaret, metanet ve sebat gibi sıfatlarla muttasıf olmak. (Bunun zıddı: Lâübalilik)
salahiyet
Bir işe karışmağa veya o işi yapmağa hakkı olmak, vazifeli olmak, bir iş için emir almış olmak.
Bir dâvaya bakabilmek.
saml
Katılık, sertlik.
Dimdik olmak.
Pekişip kaskatı olmak.
samm
Sağır olmak.
Şişenin ağzını tıkamak.
Katı, sağlam ve sert madde.
Vurmak.
samsam
Keskin olmak.
Keskin kılıç. Seyf-ü sârim.
sarahat
Sarih olmak, zâhir olmak. Açıklık.
Kaymağı alınmış süt.
sard
Nüfuz etmek, sözü geçer olmak.
Katıksız, saf, hâlis.
Soğuk.
sare
(Sayr : Olmak. dan) Oldu (meâlinde fiil).
sat'
Yüksek olmak. Kesmek, kat'etmek.
satvet-i maneviye ve hakikiye / satvet-i mâneviye ve hakikiye
Maddeten ve mânen üstün olmak.
saver
Eğri boyunlu olmak.
se'met
Kederli olmak. Melül olmak.
Bıkmak, usanmak.
şeas
Toz.
Tozlu olmak.
Yayılmak, münteşir olmak.
Dirilmek.
şebak
Şehvet galip olup cimaa çok hırslı olmak.
Koyu karanlık.
sebat
Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak.
Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak.
Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.
sebebiyet / سببيت
Sebep olma.
(Arapça)
Sebebiyet vermek:
Sebep olmak.
(Arapça)
sebg
Nimet bolluğu.
Olgunlaşmak, kemâle yetişmek. Tamam olmak.
sebr
Men'etmek, engel olmak.
Helâk etmek.
Hapsetmek.
şecb
Helak etmek, mahvetmek.
Kederlenmek, tasalı olmak.
sedd
Tıkamak, kapamak, mâni olmak.
Baraj.
Perde, Mânia.
Rıhtım.
Set, tümsek.
Tıkamak, engel olmak.
Baraj.
Perde. Engel.
Rıhtım.
Set, tümsek.
şede
Çok hırslı olmak.
şedh
Tembel olmak.
sedr
Tenbel olmak.
İrsal, gönderme.
Gözü hareket ettirmek.
şefaat / şefâat
Şefaat etmek. Af için vesile olmak.
Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların Allah Teâlâ'dan (C.C.) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
Af için vasıta olmak.
şefaat etmek
Cenâb-ı Haktan yakınlarının affını talep edip kurtuluşlarına vesile olmak.
seferber
Harekete, yola çıkmaya hazır halde olmak.
şehadet / şehâdet
Birinin başkasında hakkı bulunduğunu bildirmek için, hâkim karşısında ve iki hasmın yanında, şehâdet ederim diyerek haber vermek.
Şehîdlik, şehîd olmak.
şehamet
Akıl ve zekâ ile beraber olan yiğitlik. Kahramanlık. Cür'et. Bahadırlık.
Tez anlayışlı olmak.
sehavet / sehâvet
Cömert olmak. Parayı, malı hayırlı, iyi yerlere dağıtmaktan, lezzet almak.
şekavet
Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak.
Haydutluk, eşkiyalık.
şeker
Davarın sütü çok olmak.
Dolmak.
sekn
Sâkin olmak.
sekte
Durma, kısılma.
Kanın birdenbire durması.
Bir işin görülmesinde kesiklik, durgunluk hâsıl olmak.
Tecvidde: Kıraat esnasında nefes almadan sesi kesmeğe denir.
şekvalanmak / şekvâlanmak
Sızlanmak, şikayetçi olmak.
selamet
Kurtuluş, tehlikeden sâlim olmak. Korktuklarından, fenalıklardan kurtulmak.
Neticede imân ile kabre girmek.
Edb: Doğruluk, sağlamlık.
selata
Kahır, galebe, hiddet.
Kötü konuşan, gönül inciten, kalb kıran.
Merhametsiz olmak.
Acı söz söylemek.
selel
Helâk olmak, mahvolmak.
şelel
Bir eli tutmaz olmak.
Bir nesneyi seyrek dikmek.
Ovmakla gitmeyen leke.
selem
Teslim etmek.
Ayıplardan uzak olmak.
Selef.
Peşin para ile veresiye mal alma.
seluc
Rahat olmak. Mutmain olmak.
sem'-i hikmet
Hikmetli sözleri dinlemek. Hikmetten ibret ve ders almak. En hayırlısına tabi olmak.
şemel
Perâkendelik, dağınıklık.
Toplanmak, cem'olmak.
Az nesne.
semiy
Aynı isimde olmak. Adaş, hemnâm.
şenak
Devenin yularını çekmek.
Çok yemekten mide dolmak.
Yaralamaktan dolayı alınan az diyet.
şeneb
Dişlerin keskin olması.
Parlamak, ruşen olmak.
senh
Arız olmak.
şenn
(Çoğulu: Şinân) Eski kırba.
Araptan bir kabile.
Dağılıp perâkende olmak.
sera
Yer, toprak. Arz.
Malı çok olmak. Zengin olmak.
serb
(Çoğulu: Sürub) İçyağı.
Helâk olmak.
Bozulmak, fâsid olmak.
Beğenmeme. Azarlama. Çekiştirme.
şeres
Elin yarılması.
Kaba ve galiz olmak.
serr
Çocuğun göbeğini kesmek.
Göbekte ağrı olmak.
Şâdlık, neşeli ve sevinçli olma.
şetame
Çirkin yüzlü ve yaramaz sözlü olmak.
şetaret
Şenlik. Şatır ve şuh olmak.
Yarım olmak.
Göz ucuyla bakmak.
Hafiflik. (Ağırbaşlılığın zıddı.)
şetat
Dağılmak, perakende ve dağılmış olmak.
Hadden aşırı olmak.
Hakdan uzak.
Zulüm, cevr, yalan, kizb, saçma.
şeten
(Çoğulu: Eştân) Sağlam bükülmüş uzun urgan.
Uzak olmak.
Sağlam yapmak.
şetit
Dağılmak, müteferrik olmak. Çeşitli.
şett
Dağınık olmak, târumar etmek, dağıtmak. Başka başka olmak.
şetve
Kış olmak.
Soğuk olmak.
Kıtlık olmak.
seva
Mukim olmak, ikamet etmek, oturmak.
Zayıf olmak.
sevaiye
Yaramaz olmak.
Kederli ve gamkin olmak.
sevded
Ulu olmak.
sevg
Aşağı batmak. Suyun boğaza girmesi.
Kolay, âsan ve yumuşak olmak.
şevh
Kara ve çirkin olmak.
şevk-i mutlak
Her durumda şevk içinde, coşkulu ve istekli olmak.
sevvib
Geri çekmek.
Men'etmek, engel olmak.
şeyt
Helâk olmak, mahvolmak.
Yanmak.
Kaynamak.
sezase
Kötü huylu ve yaramaz dirlikli olmak.
sıdk
Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması.
Ahdinde sâbit olmak.
Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi.
Kalb temizliği.
şikar / şikâr / شكار
Av.
(Farsça)
Av hayvanı.
(Farsça)
Şikâr etmek:
Avlamak.
(Farsça)
Şikâr olmak:
Avlanmak, av olmak.
(Farsça)
silm
Barışmak, sulh, barışıklık.
İtaat. İslâm, müslim olmak.
silv
Gamdan, tasadan ve aşktan hâli olmak.
sir-ab
Suya kanma. Suya tok olmak.
(Farsça)
Sulu.
(Farsça)
Körpe, tâze.
(Farsça)
sübur
Helâk, helâket. Mahvolmak.
Men olmak, kovulup sürülmek.
sübut / sübût / ثبوت
Sabitleşme.
(Arapça)
Gerçekleşme.
(Arapça)
Kanıtlanma.
(Arapça)
Sübût bulmak:
Gerçekleşmek, olmak.
(Arapça)
şücur
Muhtelif ve çeşitli olmak.
sudud
Men'etmek, engel olmak.
şüdun
Kavi ve kuvvetli olmak.
Terbiyeden müstağni olmak.
şüfuf
Zayıf olmak.
şügül
(Çoğulu: Eşgâl) Meşgul ve gafil olmak. Gaflette bulunmak.
suhk
Uzak olmak.
Cehennemde bir derenin adı.
Mahrumiyet.
suhne
Kızgınlık.
Gözü yaşlı, dertli olmak.
şühre
Zahir ve vâzıh olmak. Görünmek. Açık olmak.
sühuh
Dökülmek.
Semiz ve besili olmak.
sühur
Uyanık olmak.
şühus
Yüksek olmak.
Bir yerden bir yere gitmek.
Gözünü bir yere dikip hareket ettirmeden ve kapağını açıp yummadan durmak.
Bir hâdisenin meydana gelmesinden dolayı acı çekip kararsız olmak.
sükun / sükûn
Durgunluk. Sâkin olmak. Hareketsizlik.
Dinmek, kesilmek.
Gr: Bir harfin (a,e,i,o) okunmayıp yalnız ses vermesi, harfin harekesiz olarak kendi sesi ile okunması.
sülal
İshal olmak.
sulbiyet
Katılık, sertlik. Taş gibi olmak.
Cisimlerin katı hâli.
Mc: Duygusuzluk.
sümud
Taganni eylemek.
Eğlenmek.
Kibirlenip somurtmak.
Kafa tutmak.
Sersem olmak.
şümuh
Pek yüksek olmak.
Sedid. Sağlam sed.
şünue
Uzak olmak. Irak olmak.
sünuh
(Çoğulu: Sünuhat) Çok düşünmeden akla ve kalbe gelen mânâ.
Zuhur etmek. Vaki olmak.
Sözü kinâye ve târiz ile söylemek.
Kolay olmak.
Birini güçlüğe düşürmek.
Fâsid ve mütegayyer olmak. Bozulmak ve değişmek.
sürur / sürûr
Sevinç. Neş'eli olmak.
Sevinç, neşeli olmak.
Tahtlar, yatacak yerler.
sütu'
Zâhir olmak, görünmek.
Yükselmek, yüksek olmak.
şüzuz
(Şâzz. dan) Kaide ve kanun dışı kalmak. Yalnız kalmak.
Karşı olmak, muhalif olmak.
ta'dil
Darlık vermek.
Veledi karnında büyük olup doğurması güç olmak.
ta'te
Cinli olmak. Delirmek.
ta'vik
İlerlemesine mâni olmak. Geciktirmek.
İşinden alıkoymak.
taa
Muti olmak. İtaat etmek.
taalluk
Bağlantılı olmak, ait olmak.
taarr
Ari olmak, temiz ve pâk olmak, beri olmak. Döşeğinde dönüp ızdırap çekmek.
taaşşuk
Âşık olmak. Çok fazla derecede sevgi beslemek.
taayyün
Meydana çıkmak, âşikâr olmak, belli başlı ve itibarlı görünen insanlardan olmak.
taayyün etmek
Belli olmak, açık seçik olmak.
taazzür
Özür bildirmek.
Güçleşmek Güç olmak.
tabiat-ı ma'siyet
İsyan etmek, günah işlemek ahlâkında ve huyunda olmak.
(Farsça)
tabiiyet / tâbiiyet
Bir başkasına uymak, tabii olmak.
tadallu'
Dolmak.
Suya kanmak.
tadallül
Gedik olmak.
tadauf
Kat kat olmak.
tadavvüc
Derenin dar ve kısık yerleri çok olmak.
tadbir
Tabiatı muhkem olmak.
Nameyi iplikle bağlamak.
tadriye
Kandırmak.
Çok hırslı olmak.
tafaf
Dolu olmak.
tafh
Kaldırmak.
Dolu olmak.
tagallüb
Zorbalık.
Hilâf-ı hak olarak musallat olmak. İstilâ etmek.
Üstün gelmek.
taganni
(Gınâ. dan) Muhtaç olmamak.
Kâfi bulmak.
Zengin olmak.
Şarkı söylemek. Bir ibareyi makamla okumak.
Bir şâirin birisini medih veya hicvetmesi.
tagyim
(Hava) bulutlu olmak.
tahacüz
Men'edişmek, karşılıklı engel olmak.
tahaddüs
Yok iken peyda olmak. Ortaya çıkmak. Meydana gelmek. Olmak.
Haber vermek, sezgi.
tahaffüf
(Hiffet. den) Hafiflemek. Hafif olmak.
Ayağa mest gibi bir şey giymek.
tahai
Birbiriyle kardeş olmak.
tahakkuk
Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat edilmek. Sabit ve hakikat olduğu aşikâr olmak.
tahallüd
(Huld. dan) Bir yerde devamlı kalmak. Devamlı olmak.
tahallül
(Hall. den) Hallolmak. Eczası birbirinden ayrılmak.
(Halel. den) Bozulmak. Ekşimek. Sirke olmak.
Araya girmek. Başka bir şeyin müdahale etmesi, karışması.
Dişleri hilâllamak.
tahallüm
Bâliğ olmak.
tahallüs
Halâs olmak. Kurtulmak.
Edb: şiirde mahlâs kullanmak.
tahannüs
Kırılmak.
Eğilmek.
Kırılıp bükülür olmak.
tahaşi
Bir yana olmak.
Utanmak.
Sıkılmak.
tahaşşu'
(Huşu. dan) Mütevâzi olmak. Alçakgönüllülük gösterme.
tahassul
Hâsıl olmak. Üremek. Husule gelmek. Bir araya birikip sâbit ve bâki olmak. Netice olarak çıkmak.
tahassus
(Husus. dan) Hususi ve mahsus olmak. Bir kimseye mahsus kılınmak.
tahassüs
İyi bir haber duyup memnun olmak. Kalben ve ruhen hislenmek, hissetmek.
Casuslamak.
Aratmak.
tahattum
Kin, hiddet ve öfke içinde olmak.
tahavvüb
Bir nesneye acınmak ve mahzun olmak.
tahayyür
Beğenip seçmek, muhayyer olmak.
Şaşakalmak. Hayret etmek. Şaşırmak. Hayran olmak.
tahazzün
Kederlenmek, hüzünlenmek. Birine acımak. Mükedder olmak.
tahdim
Hizmet ettirmek.
Atın ayaklarının beyazlığı dirseklerinden aşağı olmak.
tahnib
Atın belinde ve ayaklarında eğrilik olmak.
tahtie / tahtîe
Hatâya düşürme; "Benim yolum doğrudur, hatâ ihtimali var. Başkalarının yolu hatâdır, doğru olma ihtimali var." görüşünde olmak.
tahzi'
Tevâzu etmek, alçakgönüllü olmak.
takahhur
Kahrolmak.
takallus
Kısa olmak, kısalmak.
Toplanmak, cem'olmak.
takarrüb
Yakınlaşmak. Yaklaşmak.
Zamanı gelmek. Vakti yakın olmak.
takarüb
Birbirine yakın olmak.
takayyüd
Bağlanma. Bağlı olmak. Kayıtlı bulunmak.
Çalışmak. Çabalamak. Uğraşmak.
Dikkatli davranmak.
takazzür
Çirkin şeylerden uzak olmak.
takfiye
Kafiye yapmak.
Bir kimsenin ardınca olmak.
taktir
Eksik etmek.
Güç olmak.
takvid
Çok uzun boyunlu olmak.
talef
Fazl. Atâ, hediye, bahşiş, hibe.
Kanı heder olmak.
tamm
Saçını kesmek.
Galebe etmek. Galib gelmek.
Yükselmek, yüce olmak.
Defnetmek, gömmek.
tamn
Sâkin olmak, sessiz olmak.
tams
Yok etme, belirsiz kılma.
Eskimek.
Mahvolmak.
tamv
Yüksek olmak.
Dolu olmak.
tanazzuc
Pişmek.
Olmak.
tanh
Semiz olmak, besili ve şişman olmak.
Yemeğin hazmolmaması, sindirilmemesi.
tantana
Çok lüks içinde olmak. Gösteriş, gürültü patırdı.
Çok lüks içinde olmak. Gösteriş. Gürültü patırtı.
tarasrus
Katı olmak, şiddetlilik.
Sağlam olmak.
tarazruz
(Taş) Parça parça olmak.
tarmese
Münkabız olmak.
tarr
Kesmek.
Keskinletmek.
Yapmak.
(Bıyık) gelmek.
Çolak olmak.
Düşmek.
tarsi'
(Göz) yaramaz olmak.
tarümar / târümâr / تارومار
Dağınık.
(Farsça)
Perişan.
(Farsça)
Târümâr etmek:
(Farsça)
Dağıtmak, karıştırmak.
(Farsça)
Perişan etmek.
(Farsça)
Tarümâr olmak:
(Farsça)
Dağılmak, karışmak.
(Farsça)
Perişan olmak.
(Farsça)
tasabbüb
Dökülmek.
Bahadır olmak, kahraman olmak.
Sıcaklığın artması.
tasallut
Musallat olmak. Birini rahatsız etmek. Tebelleş olmak. Tahakkümane hareket etmek.
tasallut etmek
Baskı kurmak, hâkim olmak.
tasarruf
İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı.
(Para veya mal) artırma.
Bir şeye karışıp müdahale etme.
tasavvu'
Ayrılmak, perâkende olmak.
tasavvuf
Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak.
tasm
Âd taifesinden bir kabile.
Mahvetmek veya mahvolmak.
tasre
(Süt) koyu olmak.
Su dibinde olan balçık.
Balçıklı su.
Dirlik, iyi olmak.
tatabuk
Muvafık ve müttefik olmak. Uygun olmak.
tatallu'
Nazar etmek, bakmak.
Beklemek, gözlemek, muntazır olmak.
tatavül
Uzun olmak.
Büyüklenmek, kibirlenmek.
Birbirine muhalefet etmek, karşı gelmek.
tatbib
Kırbayı ev direğine asmak.
Tabiblenmek, doktor olmak.