REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te nime ifadesini içeren 269 kelime bulundu...

adem-i nimet

  • Nimet yokluğu.

ahiyyen şerahiyyen

  • (Süryanice) Hannân, Mennân, Rahmân ve Rahim olan. Çok çok nimet veren.

akika / akîka

  • Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.

ala

  • Bahşişler. Lütuflar. Nimetler. İhsanlar.

amil / âmil

  • İş yapan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
  • Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.

atiyye

  • Verilen, nimet.

ayn-ı nimet ve rahmet

  • Rahmetin ve nimetin ta kendisi.

behredar

  • Hisseli. Nimetlenmiş. Faydalanmış.

bereket

  • Allahü teâlânın bol nîmet vermesi.
  • Hayır, fayda.
  • Rahmet.

berr

  • (Çoğulu: Ebrâr) Va'dinde sâdık. Sözünde duran. Muhsin. Keremkâr.
  • Nimetleri herkese, umuma ihsan eden.
  • Gerçeklik, sıdk.
  • Susuz, kuru yerler.
  • Toprak. Yeryüzü, yer.

beytülmal

  • (Beyt-ül mâl) İlk defa Hz. Muhammed (A.S.M.) tarafından kurulan ve gelir kaynaklarıyla sarfiyat yerleri şer'î olarak tayin edilmiş İslâm devletinin mâliye hazinesi.Gelir kaynakları: 1- Zekât ve sadakalar. 2- Ganimetler. 3- Fey=Zekât ve ganimet dışında kalan ve beyt-ül male ait olan mallar.Beyt-ül ma

cariye

  • Geçer olan, akıcı olan. Seyreden giden.
  • Güneş, şems.
  • Gemi.
  • Cenab-ı Hakk'ın in'âm eylediği rızık ve nimet.
  • Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.

cehad

  • Nimet az olmak.
  • Ot uzamayıp kalmak.
  • Su az olmak.

cemal / cemâl

  • Güzellik.
  • Allahü teâlânın lütuf ve rızâ sıfatı.
  • Zât, yüz.
  • Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak ve şükr etmek için nîmeti göstermek. Çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, bunları gidermek.

cenab-ı mün'im / cenâb-ı mün'im

  • Gerçek nimet verici olan Allah.

cenab-ı mün'im-i hakiki / cenâb-ı mün'im-i hakikî

  • Gerçek nimet verici olan Allah.

cennatu'n-naim / cennatu'n-naîm

  • Naîm Cennetleri, nimetlerle dolu olan cennetler.

cennet

  • Bahçe. Âhirette müslümanların nîmet ve mutluluk içerisinde sonsuz olarak yaşayacakları yer.

cihet-i nimet

  • Nimet yönü.

dekaik-i nimet ve hikmet

  • Nimet ve hikmet incelikleri.

derecat-ı niam-ı ilahiye / derecat-ı niam-ı ilâhiye

  • İlâhî nimetlerin dereceleri.

derece-i in'am

  • Nimetlendirme derecesi.

derece-i nimet

  • Nimet derecesi.

desatir-i rabbaniye / desâtir-i rabbaniye

  • Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın düsturları, prensipleri.

devam-ı tena'um

  • Nimetlenmenin devamı.

devlet-i medeniyet

  • Medeniyet devleti; medeniyet nimeti.

dirz

  • (Çoğulu: Duruz) Dünya nimetleri.
  • Lezzet.

el-alaü lillahi şehidetün / el-âlâü lillâhi şehîdetün

  • "Allah'ın verdiği nimetler" Allah için şâhiddir ("şehîdetün" kelimesi dişilik kipidir).

elhamdü lillahi ala ni'meti'l-iman / elhamdü lillâhi alâ ni'meti'l-iman

  • İman nimetinden dolayı Allah'a hamdolsun.

elhamdülillah

  • "Hamd, şükür Allahü teâlâya mahsûstur, bütün nîmetler O'ndandır" mânâsına mübârek, kıymetli bir söz. Buna hamdele de denir.

en'amte

  • Sen nimet verdin, in'âm ettin (meâlinde).

en'üm

  • (Tekili: Ni'met) Nimetler, iyilikler, lütuflar, ihsanlar.
  • Medine-i Münevverede bir mevki ismi.

enfal / enfâl

  • Ganimetler. Düşmandan alınan mallar.
  • Devlet reîsinin, herkesin elde ettiği kendisinin diyerek, harbe teşvik için gâzilere (İslâm askerlerine) ganîmet hisselerinden fazla olarak verdiği mallar. Tekîli nefeldir. Gâzileri böyle teşvik etmeye tenfîl denir.
  • "Nefel"in çoğulu. Harpte düşmandan alınan mallar, ganimetler. Kur'ân-ı Kerim'in 8. Sûresi.

enfal-i ganimet / enfâl-i ganimet

  • Ganimet malları; ele geçen değerli şeyler.

enva-ı niam / envâ-ı niam

  • Nimetlerin çeşitleri.

enva-ı niam-ı ilahiye / envâ-ı niam-ı ilâhiye

  • İlâhi nimetlerin çeşitleri.

enva-ı nimet / envâ-ı nimet

  • Nimet çeşitleri.

envar-ı nimet

  • Nimet nurları.

errahim

  • En merhametli, büyük nimetler veren, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran Allah (C.C.)

eser-i in'am / eser-i in'âm

  • Allah'ın nimetlendirmesinin eseri, sonucu.

eyadi

  • (Tekili: Eydi) (Yed) Eller.
  • Mc: Sebepler. Nimetler.

eydiye

  • (Tekili: Yed) Nimet.
  • Eller.

fazl-ı kerem

  • İhsan ve iyilik, lütuf ve nimet.

fazl-ı rabbani / fazl-ı rabbâni

  • Her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın sunduğu manevî ihsan ve nimetler.

fazl-ı tevfik

  • İhsan ettiği başarı nimeti.

felah / felâh

  • Kurtuluş, selâmet, mutluluk, hayır ve nîmetlerde, râhatta dâim olmak.

fenk

  • Nimetlenmek.

fey'

  • Ganimet. Harbde elde edilen mal.
  • Rücu'.
  • Haraç.
  • Zeval vaktinden sonraki gölge.
  • Savaşta elde edilen mal ve ganimet.

fey'üz ganaim / fey'üz ganâim

  • Savaşta elde edilen mallar ve ganimetler.

fiil-i terbiye ve in'am / fiil-i terbiye ve in'âm

  • Terbiye etme ve nimetlendirme fiili.

firdevs-i manevi / firdevs-i mânevî

  • Mânevî cennet, cennet nimeti gibi.

firdevs-i nimet

  • Nimet cenneti.

füyuzat-ı nimet / füyuzât-ı nimet

  • Nimetlerin bolluğu, bereketi.

füzul

  • (Tekili: Fazl) Ganimetten artıp taksimi mümkün olmayan şey.

gall

  • Girmek, sokmak, akmak.
  • Boynunu, elini zincir ile bağlamak.
  • Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek.
  • Ganimet malından hırsızlık etmek.

gams

  • Suyu şiddetli içmek.
  • Bir şeyi hakir görmek, birisine iftira etmek.
  • Nimete şükretmemek.
  • Göz yummak.

ganaim / ganâim / غنائم

  • (Tekili: Ganimet) Harpte ele geçen mallar. Ganimetler.
  • Ganimetler. (Arapça)

ganaim-i harbiye

  • Harbde düşmandan alınan top, tüfek, gemi, vasıta, yiyecek, içecek vs. gibi ganimetler.

ganim

  • Ganimet alan.

ganimen

  • Ganimet almış olarak.

ganimet

  • Harpte düşmandan alınan mal.
  • Çalışmaksızın ele geçen nimet.
  • Savaşta düşmandan ele geçirilen değerli şeyler; büyük nimet.

ganimin / ganimîn

  • Harbe bizzat iştirak edip, ganimet almağa hak kazanan muzaffer mücahidler.

gulul

  • Ganimet malında hıyanet etmek.

gunm

  • Bir şeye meşakkatsiz nâil olmak veya düşmandan doyumluk almak mânalarına gelir ve alınan doyumluğa da isim olarak ıtlak olunur ki ganimet de, her iki mânada böyledir. Şeriatta ise ganimet, küffardan anveten, yani harben alınan maldır. Binaenaleyh, velevse harbin neticesi olsun bir sulh ve ahd ile al

habr

  • (Çoğulu: Ehbâr) Alim ve sâlih kimse. Bilgili. Ehl-i ilim.
  • Ferahlık.
  • Nimet, vüs'at.
  • Refah, sürur.
  • Tıb: Dişlerin beyazına ârız olan sarılık.

hakiki rızık / hakikî rızık

  • Hayatın devamı için sahip olmamız gereken nimetler.

halık-ı mennan / hâlık-ı mennân

  • Sayısız nimet veren ve ihsanı bol Allah.

hannan-ı mennan / hannân-ı mennân

  • Rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah.

hasbiye

  • "Hasbünallahü ve nîmel vekil" sözü.

hased

  • Kıskanmak, çekememek. Allahü teâlânın bir kimseye ihsân ettiği nîmetin, onun elinden çıkmasını istemek. Zararlı bir şeyin ondan ayrılmasını istemek, hased olmaz, gayret olur.

hayr

  • Meşru iş. Faydalı, nurlu ve sevablı amel. Halkın rağbet ettiği akıl, ilim. İbadet, adalet, ihsan, mal gibi nimet.

hayrhahlık

  • Başkasının iyiliğini istemek. Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek. Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı.

hazine-i hümayun

  • Hazine-i Hümayun'da bulunan savaş eşyasından bir kısmının manevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli ganimet, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.)

hazine-i kübra / hazine-i kübrâ

  • Allah'ın sonsuz nimetlerinin bulunduğu hazine.

hazz

  • Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saadet. Tali'. Nasib. Nimet ve süruru mucib şey.

hitamuhu miskün

  • Onun mühürü (sonu) misktir, meâlinde Mutaffifîn Suresi'nin 26. âyetinden bir kısımdır. Onda Cennet nimetlerinden bahsedildiği gibi, bu kelâm tatbikatta sözün, sohbetin sonunu hoş ve güzel sözle bitirmeğe denilir.

hizve

  • Ganimet malını vermek.
  • Yan.

hubase

  • Ganimet malı.

hums

  • Beşte bir; ganîmetten, mâdenlerden ve bulunan defînelerden beytülmâl denen devlet hazînesine ayrılan beşte bir hisse.

huzya

  • Ganimet malından vermek.

ibtizal

  • Çokluğu sebebiyle bir nimetin kıymetini bilmeyip, hor kullanmak.
  • Devamlı şeklide bir şeyi kullanmak.
  • Edb: Herkesin bildiği bir sözü tekrar etmek. (Mümtâziyetin zıddıdır.)

idame-i nimet

  • Nimetin, ihsan ve lütfun devamı, sürdürülmesi.

ifaza-i nur / ifâza-i nur

  • Nurla feyizlendirme ve nimetlendirme.

iflah

  • Mübarek ve muvaffakiyetli olmak. Selâmete çıkmak. Felâha kavuşmak.
  • Nimette dâim ve kararlı olmak.

iftiras

  • Fırsat gözlemek. Fırsatı ganimet bilmek.

igtinam

  • Yağma etmek. Fırsatı ganimet bilmek.

iğtinam / iğtinâm / اغتنام

  • Ganimet bilme. (Arapça)
  • Ganimet alma. (Arapça)

ıhfak

  • Gazâda ganimet malından pay almamak.
  • Avcıların av yakalayamaması.

ihsas-ı ganaim

  • Düşmandan ele geçirilen ganimet mallarını paylaşma.

ihtiyat hazinesi

  • Tar: Savaş ve diğer fevkalâde masraflara karşılık olmak üzere sarayda biriktirilen paralar. Gelirleri havass-ı hümayun hâsılatı, ganimetlerin beşte biri ve başka hükümdarlardan gelen hediyelerdi. Buna "iç hazine" veya "enderun hazinesi" de denilirdi.

ihza'

  • Ganimetten pay ayırma.
  • Ayakkabı giydirme.

ikram

  • Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek.
  • İltifat olarak bir şeyler vermek.
  • Bağış.
  • Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât.
  • Allah'ın lütfu ve ihsanı. (İkramın izharı, yani Allah'ın lütfu ve ihsanı olan ikramın izharı tahdis-i nimettir. İnsanın ne

iktiran

  • Ulaşmak. Mukarin olmak. Yaklaşmak. Yetişmek.
  • İki şeyin bir arada gelmesi. İki nimetin aynı anda bulunması gibi...

illiyyin / illiyyîn

  • Yedinci kat gökte, arşın altında bulunan bir yer veya Cennet.
  • Mü'minlerin, öldükten sonra rûhlarının, nîmetler ve lezzetler içinde bulunduğu yer.

in'am / in'âm / انعام

  • Nimet vermek. İhsan etmek.
  • Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak.
  • İyilik etmek, bahşiş vermek.
  • Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam.
  • İhsan, nimet verme.
  • Nimetlendirme.
  • Nimet verme.

in'am eden / in'âm eden

  • Nimeti veren.

in'am edici / in'âm edici

  • Nimetlendirici.

in'am edilen

  • Nimet olarak verilen.

in'am etmek

  • Nimet vermek.

in'am olunan / in'âm olunan

  • Nimet olarak verilen.

in'am-ı hak / in'âm-ı hak

  • Allah'ın nimeti, lütuf ve ihsanı.

in'am-ı ilahi / in'âm-ı ilâhî

  • Allah'ın ihsanı, nimet vermesi.

in'amat / in'âmât

  • (Tekili: İn'am) Yardım ve inayetler, meded vermeler. Nimetlendirmeler.
  • Nimetlendirmeler.

in'amat-ı ilahiye / in'âmât-ı ilâhiye

  • Allah'ın verdiği nimetler.

in'amat-ı külliye

  • Bütün in'amlar. Cenab-ı Hakk'ın mahlukata, hususan insanlara hadsiz nimetler ihsan etmesi.

in'amat-ı külliye-i ilahiye / in'âmât-ı külliye-i ilâhiye

  • Allah'ın yarattığı varlıklara sunduğu hadsiz nimetler.

in'amat-ı rahmaniye / in'âmât-ı rahmâniye

  • Allah'ın sonsuz şefkat ve merhametiyle bağışladığı nimetler.

in'amperver / in'âmperver

  • Nimetlerle bezeyen, çok nimet veren. Tehlikelerden sâlim kılan. (Farsça)
  • Nimetlendirmeyi seven.

inam / inâm

  • Nimetlendirme.

inamat / inâmât

  • Nimetlendirmeler.

inamperver / inâmperver

  • Nimetlendirmeyi seven.

infal

  • Ganimetten mal ayırıp verme.

irade-i nimet

  • Nimet verme isteği, iradesi.

isar

  • Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikrâm.
  • İhtiyar etmek.
  • Yumuşatmak.
  • Dökmek, serpmek. Saçmak.

istidrac

  • Derece derece yükselmeyi isteyiş.
  • Ist: Hakkı ve hakiki değeri olmadığı halde ve kabiliyetsizliğine rağmen bir kimsenin kesret-i nimete mazhar olması ve bu sebeple küfür ve isyana devam etmesi ile azab ve gazab-ı İlâhiyeye yaklaşması.

istignam

  • Ganimet araştırmak, ganimet isteklisi olmak.

it'am / it'âm

  • Nimet vermek, yedirip içirme.

kafir-i ni'met / kâfir-i ni'met

  • Nankör. Nimeti inkâr eden.

kahhar / kahhâr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Düşmanlarından, cebbâr (kibirli, zorba, zâlim), inâdcı, nîmetlere nânkörlük edenleri öldürüp, onları zelîl (aşağı, hakîr) etmekle dünyâda kahreden, âhirette düşmanları olan kâfirlere ebedî; îmâ nlı ölen mü'minlere, af ve mağfiret etmezse (bağı

kahl

  • Zemmetmek.
  • Nimete nankörlük etmek.

kanun-u mübin-i rabbani / kanun-u mübîn-i rabbânî

  • Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın apaçık kanunu.

keff

  • Vaz geçme, el çekme, çekinmek, men'etme, imtinâ etmek, sâkit olmak.
  • Avuç, el, avuç içi.
  • Nimet.

kemal-i nimet / kemâl-i nimet

  • Nimetin tam ve mükemmel olması.

kend

  • Kesmek, kat'etmek.
  • Bir kimsenin nimetini ve iyiliğini bilmeyip inkâr etmek.

kenud

  • Çok küfran-ı nimet eden kimse. Çok levm ve küfreden cahud.
  • Birşey yetiştirilemiyen verimsiz arazi.
  • Kocasının hukukuna ve iyiliklerine küfran eden nankör kadın.
  • Yemeğini misafirden sakınarak yalnızca yiyen cimri.
  • Kölesini, uşağını çok döven kimse.

kerim-i pürneval / kerîm-i pürneval

  • Her türlü nimeti bolca ikram eden, sonsuz kerem sahibi olan Allah.

kıskanç

  • Allahü teâlânın başkasına ihsân ettiği nîmetin ondan alınmasını, onun elinden çıkmasını ve yalnız kendinde olmasını isteyen kimse.

küfran / küfrân

  • Nankörlük; Allah'ın ihsan ettiği nimetleri bilmeme ve hürmetsizlik etme.

küfran-ı nimet / küfrân-ı nimet / küfrân-ı nîmet

  • Nimete karşı nankörlük.
  • Nîmete nankörlük etmek. Nîmeti kullanırken, nîmetin sâhibini unutmak. Allahü teâlâya verdiği nîmet ile âsî olmak yâni nîmeti yerinde kullanmamak.

künud

  • Nankörlük. Nimeti inkâr etmeklik.

lezzet-i nimet

  • Nimetin lezzeti.

lütf-u azim-i ilahi / lütf-u azîm-i ilâhî

  • Allah tarafından gönderilen büyük ihsan, nimet.

lutf-u irşad / lûtf-u irşad

  • Doğru yolu gösterme lütfu, nimeti.

ma'nevi miras / ma'nevî mîrâs

  • Âlem-i emrdeki (gözle görülmeyen âlemdeki) şeyler yâni îmân, mârifet (tanıma, bilme), rüşd (doğru yolda olmak) gibi nîmetler (güzellikler, iyilikler).

maden-i nimet

  • Nimet kaynağı.

maganim

  • (Tekili: Magnem) Ganimetler. Düşmandan ele geçirilen mallar.

magnem

  • (Çoğulu: Maganim) Ganimet. Harpte düşmandan ele geçirilen mal.

mahbubiyyet

  • Sevilen olmak. Mahbub olmaklık. Sevilecek hâlde bulunuş. (Cenab-ı Hakk'ın kullarını her çeşit nimetler ile besleyip yetiştirmesi ve ihtiyaçlarına cevap vermesi; onları sevdiğini ve mahbubiyyetini gösteriyor.)

mahrum

  • Maddi veya manevi nimetlerden uzak kalmak.
  • Malı bereket bulmaz olan bedbaht. Felâhtan nasibsiz olan.
  • İffetinden dolayı zengin zannedildiğinden sadakadan mahrum olan.

mahz-ı nimet

  • Nimetin tâ kendisi.

maide

  • Yemek sofrası. Üzerinde nimetler bulunan sofra. Ziyafet.
  • Kur'an'ın 5. Suresinin adıdır ve Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.

makam-ı imtinan

  • Verilen nimet ve ihsandan söz etme makamı.

makam-ı imtinan ve in'am / makam-ı imtinan ve in'âm

  • Minnet ve nimeti hatırlatma yeri.

masdar-ı feyz

  • Bereket, nimet kaynağı.

mecazi rızık / mecâzî rızık

  • Yaşamı devam ettirmek için zorunlu olmayan ve çalışıp çabalamakla elde edilmesi gereken nimetler.

medar-ı füyuzat / medâr-ı füyuzat

  • Mânevî gıda, ilim ve nimetlerin kaynağı.

meganim

  • Ganimet malları. Harbde alınan mallar.

mekr

  • Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
  • İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu

menba'

  • Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar.

menn

  • Nimet vermek. İyilik etmek.
  • Minnet.
  • Rıza.
  • Esiri fidye almadan, ücretsiz salıvermek.
  • Kesmek.
  • Zayıf etmek.
  • Ettiği iyiliği başa kakmak.
  • İki batman ağırlık.
  • Kudret helvası.

mennan / mennân

  • İhsanı bol. Çok çok ihsan eden. En çok nimet veren. (Allah)
  • İhsan, bağış, nimeti çok olan ve çok veren, Allah.
  • Kullarına bol nimet ve ihsanlarda bulunan Allah.

meratib-i nimet / merâtib-i nimet

  • Nimet dereceleri, mertebeleri.

mevahib-i kudret

  • Cenab-ı Hakkın verdiği nimetler.

minnet

  • Yapılan bir iyiliği, verilen bir şeyi başa kakma. Minnetin bu kısmı İslâmiyet'te yasaklanmıştır.
  • Görülen iyiliğe karşı teşekkür etme.
  • Allahü teâlâya hamd ve senâ etmek, şükretmek.
  • Nîmete kendi eliyle, kendi çalışmasiyle kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı o

mirba

  • Ganimet malının dörtte biri.

mufaddıl

  • Faziletlendiren, iyilik eden ve nimet veren.

mugtanem

  • Ganimet olarak alınmış olan, alınan.

mugtenem

  • (Ganimet. den) Ganimet olarak alınmış.

mugtenim

  • Ganimet olarak alan. Bedava alan. Ganimet bilen.

muhtac-ı müteşekkir

  • Kendisine verilen nimetlere şükreden, pek çok şeye muhtaç olan.

mün'im / منعم

  • Nimet veren, yedirip içiren.
  • Gerçek nimet verici olan Allah.
  • Nîmet veren. Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden.
  • Nimet veren.
  • Tanrı. (Arapça)
  • Velînimet. (Arapça)

mün'im-i hakiki / mün'im-i hakikî

  • Gerçek nimet verici olan Allah.
  • Bütün nimetleri yaratan ve veren Allah (C.C.)

mün'im-i hakim / mün'im-i hakîm

  • Gerçek nimet verici ve her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah.

mün'im-i kerim / mün'im-i kerîm

  • Sonsuz cömertlik sahibi ve nimet verici Allah.

mün'im-i rahim / mün'im-i rahîm

  • Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve gerçek nimet verici olan, Allah.

mün'imane / mün'imâne

  • Nimet verene, ihsan edene yakışır bir şekilde.

müna'am

  • Nimete nâil olmuş kimse, nimetlenmiş olan.

münevvil

  • Nimet veren. İhsan eden.
  • Nimet veren.

münim / münîm

  • Nimet veren, nimetlendiren, Allah.

münimane / münîmane

  • Nimet vererek.

müşerrefiyet-i uzma / müşerrefiyet-i uzmâ

  • En yüce nimetle şereflenme.

mütegannim

  • Bir şeyi ganimet bilen.
  • Koyun şeklinde görünme.
  • Koyun şeklinde görünen, ganimetçi.

mütena'im

  • (Ni'met. den) Nimetler içinde, nazlı büyüyen.
  • Nimetlenen.

mütena'imane / mütena'imâne

  • Nimetler içinde nazdar bir şekilde büyümek, yetişmek suretiyle. Varlık içinde, ferahlık ve nimet içinde olarak. (Farsça)

mütena'imin / mütena'imîn

  • (Tekili: Mütena'im) Nimetler içinde, nazlı büyüyenler, bolluk içinde büyüyenler.

mütenaim / mütenaîm

  • Nimetlenen.

müteşekkirane / müteşekkirâne

  • Verdiği nimetlerden dolayı Allah'a şükrederek.

mütrık

  • Nimet veren, nimetlendiren.

müvasat / müvâsât

  • Tanıdıklarını ve arkadaşlarını, kendisinde bulunan nîmetlere ortak etmek, onlarla iyi geçinmek.

na'ma

  • Rahatlık, nimet. Minnet, ihsan ve atiyye. İyi halde bulunmak.

nafile

  • Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.
  • Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan.
  • Torun.
  • Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.

nankör

  • Gördüğü iyiliği unutan, nimeti inkâr eden. Nimetin şükrünü eda etmeyen, gafil. (Farsça)

naşir-i küfr-ü küfran / nâşir-i küfr-ü küfran

  • Küfür ve küfranı yayan; kutsal şeylere karşı inkarcılığı ve nimetlere karşı nankörlüğü yayan.

neama'

  • Nimetler. İhsan, atiyye.
  • Rahatlık. Refah-ı hâle sebep olan şey.

nefel

  • Düşmandan alınan mal, ganimet.
  • Ulü-l emrden müsaade almadan düşmana karşı çıkan az sayıda bir cemaat.

nefl

  • Sevab için yapılan ibâdet. Emredilmemiş, farz veya vâcib olmadan yapılan ibadet. Nâfile.
  • Birisine ganimet malı veya atiyye, ihsan vermek.
  • Yemin etmek.

neşita

  • Bir şeyin, aramaksızın bulunması.
  • Ansızın bulunan nesne.
  • Gâzilerin kastettikleri yere varamadan yolda buldukları ganimet.

netice-i nimet-i sabıka

  • Geçmişte verilmiş nimetin sonucu.

ni'met

  • (Nimet) İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet.
  • Giyecek şeyler.
  • Yiyecek faydalı şey, rızık.

ni'met-i ilahiye / ni'met-i ilâhiye

  • Allah'ın nimeti. Allah'ın verdiği nimet.

niam / niâm / نعم / نِعَمْ

  • (Tekili: Ni'met) İyilikler. Yiyecekler. Nimetler.
  • Hidayetler.
  • Nimetler.
  • Nimetler.
  • Nimetler. (Arapça)
  • Nimetler.

niam-ı aliye-i ilahiye / niam-ı âliye-i ilâhiye

  • Cenâb-ı Hakkın yüce nimetleri.

niam-ı azime-i ilahiye / niam-ı azime-i ilâhiye

  • Allah'tan gelen büyük nimetler.

niam-ı cennet

  • Cennet nimetleri.

niam-ı esasiye

  • Esas nimetler, en lüzumlu maddeler. İman, din gibi en kıymetli İlâhi ihsanlar.

niam-ı ilahiye / niam-ı ilâhiye

  • Allah'ın nimetleri.

niam-ı sübhaniye / niam-ı sübhâniye

  • Zâtında, sıfatında ve işlerinde eksiksiz ve kusursuz olan Allah'ın nimetleri.

niamat / niamât / niâmât

  • Nimetler.
  • Nimetler.

nime-ruz

  • (Bak: Nime-i ruz)

nimet-dide / nimet-dîde

  • Nimete kavuşan.

nimet-i azime / nimet-i azîme

  • Büyük nimet.

nimet-i basariye

  • Görme nimeti.

nimet-i hassa

  • Özel nimet.

nimet-i hayatiye

  • Hayatı devam ettiren nimet.

nimet-i ifade

  • İfade etme, söyleyebilme nimeti.

nimet-i ilahiye / nimet-i ilâhiye

  • Allah'ın sunduğu nimet.

nimet-i iman

  • İman nimeti.

nimet-i istifade

  • Bir şeyden yararlanabilme nimeti.

nimet-i meşrutiyet

  • Meşrutiyet nimeti.

nimet-i rabbaniye / nimet-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın nimet ve ihsanı.

nimet-i uzma / nimet-i uzmâ

  • En büyük nimet.

nimet-i vücud

  • Varlık nimeti.

nimetdide / nîmetdîde

  • Nimet gören.

nimetiyet / nîmetiyet

  • Nimetlilik.
  • Nimet oluş, nimetlik.

nimetperverane / nimetperverâne / nîmetperverâne

  • Nimetle besleyerek.
  • Nimet vermeyi severcesine.

perver

  • (Pervar) "Besleyen, yetiştiren, velinimet, koruyan" mânâsında birleşik kelimeler yapılır. (Farsça)

radh

  • Az bir şey verme. Az verilen şey.
  • Fık: Cihada iştirak eden kadınlara, kölelere, çocuklara ve zimmilere ganimet malından verilen mal.

rags

  • Nimet. Lütf-u İlâhî. Bereket. Hayır.
  • Çoğalmak ve uzamak.

rahman / rahmân

  • Bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren. Nizam ve adâlet sâhibi. (Allah)
  • "Dünyâda dost olsun düşman olsun, lâyık olsun olmasın, mü'min olsun kâfir olsun bütün yaratıklara rızık ve sayısız nîmetler veren" mânâsında Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).

razık-ı hakiki

  • Hakiki rızık veren. Hiç bir vasıtaya ihtiyacı olmadan en güzel nimetleri yaratan ve bütün rızıkları ancak kendisi veren Allah (C.C.)

resül-ür rahat

  • Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Kendisine tâbi olup onun getirdiği hakikatları tasdik ve iman ile insanlar büyük nimetlere ve rahatlara mazhar olduklarından kendisine bu isim verilmiştir. Ve kendisi buyurmuştur ki: "Ben dinin doğruluğu ve kolaylığı için peygamber gönderildim." ... İnsanlara e

rızık

  • Allah'ın ihsan ettiği nimetler, yiyecekler.
  • Allahın ihsanı olan maddî ve mânevî nimetler.

rızıksızlık

  • Rızkın olmayışı, nimetin olmama hâli.

rızk

  • Yiyecek içecek şey, azık, kut.
  • Allah'ın herkese nasip kıldığı nimet.
  • Allahü teâlânın takdir ettiği maddî ve mânevî nîmet, kısmet. Yiyecek, içecek, giyecek ve barınacak yer.
  • Yiyip içecek şey. Maddi mânevi ihtiyaca lâzım nimet. Allah'ın herkese lütuf ve kısmet ettiği ve bekaya sebeb olan nimet.
  • Maddî ve mânevî nimetler.

sadaka

  • Allahü teâlânın rızâsına niyet ederek ve karşılık beklemeden muhtâc olanlara, fakirlere, hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte, ihsânda bulunma.
  • Zekât.
  • Ganîmet.

safiyy

  • Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ganîmet taksîminden önce kılıç, zırh ve at gibi seçip aldığı bâzı şeyler.

salavat

  • (Tekili: Salât) Namazlar.
  • Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
  • Nimetten çıkan şükürler. İbadetler.
  • Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar.
  • Nasârâ kilisesi.

sebg

  • Nimet bolluğu.
  • Olgunlaşmak, kemâle yetişmek. Tamam olmak.

secde-i şükr

  • Bir nîmete kavuşan veya bir dertten kurtulan kimsenin Allahü teâlâ için yaptığı secde.

şekur / şekûr

  • Çok şükreden. Allahın (C.C.) lütuflarına karşı pek fazla memnuniyetini, sevincini gösteren. Az şükredene dahi çok nimet veren Allah (C.C.).
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
  • Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'

semerat-ı niam / semerât-ı niam

  • Nimet meyveleri.

senam

  • (Çoğulu: Esnâm-Esnime) Deve hörgücü.
  • Her nesnenin yücesi, yükseği.

şikar

  • Av, avlanan hayvan. Avlama. (Farsça)
  • Düşmandan ele geçirilen mal. Ganimet. (Farsça)

sofra-i ilahiye / sofra-i ilâhiye

  • Allah tarafından gönderilen sofra, nimetler.

sofra-i nimet

  • Nimet sofrası.

sofra-yı nimet

  • Nimet sofrası.

su-i istimal / su-i istimâl

  • Kötüye kullanma. Eldeki nimeti veya fırsatı boşuna yahut kendi menfaatine kullanma.

şükr

  • (Tekili: Şükür) Allah'ın (C) nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür.
  • Verilen nîmetleri yerli yerinde kullanma. Allahü teâlâya, verdiği nîmetlerle isyân etmeme. Nîmetleri kullanırken sâhibini unutmama. Görülen iyiliğe karşı teşekkür. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyma.
  • Şükür, nimete karşı memnuniyetini gösterme.

şükr secdesi

  • Kendisine nîmet gelen veya bir dertten ve sıkıntıdan kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için yaptığı secde.

şükr-ü külli / şükr-ü küllî

  • Umumi nimetler için yapılan şükür.

şükran-ı nimet / şükrân-ı nimet

  • Allah'ın verdiği nîmetlere şükürle mukàbele etme.

şükretme

  • Nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah'a teşekkür etme.

şükretmek

  • Allah'ın (c.c.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek; Allah'a teşekkür etmek.

şükreyleme

  • Verdiği nimetlerden dolayı Allah'a teşekkürlerini sunma.

şükür

  • Şükr, nimete karşı memnunluk göstermek.

tabla-i nimet

  • Nimet tablası.

tahdis-i nimet / tahdîs-i nimet

  • Cenab-ı Hakk'a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadiyle nâil olduğu nimeti anlatmak, onunla sevincini ve şükrünü bildirmek.
  • Şükür maksadıyla Cenab-ı Hakkın verdiği nimetleri anlatma, sevincini ve şükrünü bildirme.

tahdisinimet / tahdîsinîmet

  • Şükür için kendine verilen nimeti söyleme.

tan'im

  • Nimet vermek, nimetlendirmek.

tecemmül

  • Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak, şükr etmek ve nîmeti göstermek için zînetlenmek, süslenmek.

tefekkür

  • İbret alacak ve faydalanacak şekilde derin düşünme. Allahü teâlânın sıfatlarını ve nîmetlerini düşünme.

tefekkür-ü ala-i ilahi / tefekkür-ü âlâ-i ilâhî

  • Yüce Allah'ın mahlûkatı ve nimetleri üzerinde tefekkür etme, düşünme.

tefnik

  • Nimetlendirmek.
  • Naz.
  • Beslemek.

tehannün

  • Merhametle nimetlendirme.

ten'im

  • Nimetlendirmek. Bolluk içinde olmak. Rahat ve refah kılmak.
  • "Neam" diye cevap vermek.

tena'um

  • Nimetlenme, bolluk içinde yaşama.
  • Nimetlenme.

tenaum / tenâum

  • Nimetlenme.

teveddüd

  • Tedricen kendini sevdirmek. Dostluk etmek.
  • Cenab-ı Hakk'ın çeşitli ve lezzetli nimetler vererek insanlara kendisini sevdirmesi.

teveddüdat

  • Allah'ın kullarına kendisini sevdirmek için sunduğu nimetler.

tezkiye-i nefs

  • Nefsi, İslâmiyet'in haram ettiği, beğenmediği şeylerden, kötü isteklerinden temizlemek.
  • Nefsini beğenme, insanın kendindeki nîmetleri, iyilikleri, kendinden bilip, Allahü teâlânın verdiğini düşünmemesi. Bu nîmetlerin Allahü teâlâdan geldiğini bilip, kendinin kusurlu olduğunu düşünmek

tuba / tubâ

  • Cennet, cennette nimetlerle dolu olan ağaç.

turfe

  • (Çoğulu: Etrâf) Nâziklik, yumuşaklık.
  • Nimet.
  • Güzel yemek.
  • Zarif, iyi nesne.
  • Üst dudağın ortasında fazlalık olarak yumru et olması. (O kişiye "etref" derler.

va'd

  • Söz verme, söz verilen şey.
  • Allahü teâlânın; emirlerini yerine getirenleri çeşitli nîmetlerle mükâfâtlandıracağını, karşı gelenleri ise, azâb ile cezâlandıracağını bildirmesi, söz vermesi. Buna va'd-ı ilâhî de denir.
  • Bir kimsenin, başka birisine bir husûsta söz vermesi.

vasi' / vâsi'

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Rahmeti, ilmi, kudreti, ihsânı ve nîmetleri her şeyi kuşatan ve her şeye kâfi olan, kudretinin ve ilminin nihâyeti olmayan.

veli-ni'met

  • Nimet veren. Nimeti muhafaza edip ihsan eden.

velinimet / velînimet / velînîmet

  • Nimeti veren, nimetin sahibi.
  • Nimet veren.

veliyy-ün niam

  • Nimetler ihsan eden, iyilik eden kimse.
  • Şeyhülislâm.
  • Sülâlesinin ileri gelenleri.

zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfran

  • İtaatsizlik, zulüm ve küfürde çok ileri gitme ve Allah'ın varlığına, birliğine inanmama, nimetini inkar etme devri.

zeval-i nimet

  • Nimetin yok olması, sona ermesi.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın