Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
nihaye
ifadesini içeren
125
kelime bulundu...
a'zami / a'zamî
En fazla, en çok, nihayet derecede.
acb
Kuyruk sokumu. "Us'us" denilen küçük kemik. Her şeyin kuyruk dibi ve nihâyeti. Fâtiha-i hilkat olan küçük kemik.Acb-üz zeneb diye Hadis-i Şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük kemik.
acz-i mutlak / عَجْزِ مُطْلَقْ
Nihâyetsiz güçsüzlük.
adalet-i mutlaka / adâlet-i mutlaka / عَدَالَتِ مُطْلَقَه
Nihâyetsiz, kusursuz adâlet.
ahirkar / âhirkâr / آخركار
Sonunda, nihayet.
(Arapça - Farsça)
akıbet / âkıbet
Nihayet, sonuç.
akibet / âkibet
Bir şeyin sonu. Nihayet. Netice, sonuç.
aksa
En uzak. En son. Kusvâ. Nihayet. Irak.
ayat-ı binihaye / âyât-ı bînihâye
Nihayetsiz âyetler, sonsuz deliller.
bi-hasıl / bî-hasıl
Ebedî, sonsuz, nihayetsiz, bâki.
(Farsça)
Verimsiz, faydasız.
(Farsça)
bi-intiha / bî-intiha
Sonsuz, nihâyetsiz.
(Farsça)
bi-nihaye / bî-nihaye
Sonsuz, nihayetsiz, ebedi, bâki, tükenmez.
(Farsça)
bilahere / bilâhere / بالآخره
Sonradan.
(Arapça)
Sonunda, nihayet.
(Arapça)
binihaye / bînihâye
Nihâyetsiz, sonsuz.
büdad
Nasip, hisse, pay.
Nihayet, son.
büdde
Nasib, hisse, pay.
Nihayet, son.
bun
Nihâyet, dip.
(Farsça)
Kolay, suhûletli.
(Farsça)
Rahim.
(Farsça)
Temizlenmiş olan koyun bağırsağı.
(Farsça)
cedir
Lâyık, münasib, uygun.
Nihâyet, son.
Etrafı duvarlı yer.
celal
(Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım.
İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi. Cenâb-ı Hak, vahdaniyyetine delil olacak çok şeyler yarattığından veyâ ihâtadan âli ve celil olduğu veya hislerle idr
cemal-i mutlak / cemâl-i mutlak / جَمَالِ مُطْلَقْ
Nihâyetsiz güzellik.
cemil-i zülcelal / cemîl-i zülcelâl / جَم۪يلِ ذُوالْجَلَالْ
Nihâyetsiz güzellik ve haşmet sâhibi olan (Allah).
cenab-ı kadir-i mutlak / cenâb-ı kadir-i mutlak
Nihayetsiz kuvvet ve kudret sahibi, şeref ve azamet sahibi olan Cenâb-ı Allah.
dabir
Arka, kök, nihâyet. Son, âhir.
Bir nişandan geçen ok.
dübr
(Dübür) Kıç, mak'ad, süfre.
Bir işin nihayeti, sonu.
Bir şeyin arkası, gerisi.
emed
Son, nihayet. Gayet. Encam, intihâ.
encam / encâm
Son, nihayet, netice.
fakr-ı mutlak
Mutlak fakirlik. Mü'min bir kulun Cenâb-ı Hakka karşı mutlak muhtaç halde olduğunu bilişi. Nihayetsiz muhtaç olduğu Allaha (C.C.) ve emirlerine tam teslimiyyetle sığınması hâleti.
feza-yı ıtlak / fezâ-yı ıtlâk
Hudutsuz gökyüzü. Nihayetsiz feza.
ganiyy-i alel'ıtlak / ganiyy-i alel'ıtlâk / غَنِيِّ عَلَي الْاِطْلَاقْ
Nihayetsiz zenginlik sâhibi olan (Allah).
ganiyy-i mutlak / غَنِيِّ مُطْلَقْ
Nihâyetsiz zenginlik sâhibi olan (Allah).
gavr
Bir şeyin dibi. Çukur.
Batmak.
Derinlik, nihayet. Kök, esas, temel.
Tefekkür, teemmül.
Dolanmak.
Hakikat.
gayet
Çok, pek çok.
Nihayet. Gaye. Encam.
gayetsiz / غَايَتْسِزْ
Nihayetsiz, sonsuz.
Nihayetsiz, pek çok.
gayr-ı mütenahi / gayr-ı mütenahî
Sonsuz, nihayet bulmaz, bitmez.
gıbb
Nihayet, son, netice.
İki günde bir. Gün aşırı.
-den, -dan, sonra mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
gına-yı mutlak / غِنَايِ مُطْلَقْ
Nihayetsiz zenginlik.
gülhane hatt-ı hümayunu
Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa
hafık
Ufkun nihayeti. Şark veya garb tarafı.
Vuran, çarpan, çırpınan.
hakem / حَكَمْ
Nihâyetsiz hikmet ve hüküm sâhibi (Allah).
hakim-i mutlak / hâkim-i mutlak / حاَكِمِ مُطْلَقْ / hakîm-i mutlak / حَك۪يمِ مُطْلَقْ
Nihayetsiz hüküm sâhibi (Allah).
Nihayetsiz hikmet sâhibi (Allah).
hamd-i binihaye / hamd-i bînihaye
Nihayetsiz hamd, sonsuz şükür.
hatime / hâtime
Son. Nihayet. Son söz.
Son, nihayet.
havatim / havatîm
(Tekili: Hatime) Sonlar, nihayetler.
hidas
Nihayet, son, netice, bitim.
hitam / hitâm
Son, nihayet.
Bir şeye mühür basmak. Yazının veya istidanın sonunu mühürlemek.
Son, nihayet.
Bitme, tükenme.
hitampezir
Biten, hitâm bulun, sona eren, nihayet eren.
(Farsça)
ila
Son, nihâyet, dek, değin,...ye,...ye kadar (mânâlarına gelir, harf-i cerdir.)
ila-nihaye
Sona kadar, nihayete kadar. Böylece devam eder.
ile-l-ebed
Ebede kadar. Nihayetsiz.
inticam
Sona erme, nihayet bulma. Tamamlanma, tamam olma.
intiha
Son, nihayet, uç.İNTİHA' : Eğilme. Dayanma, yaslanma.
intiha-pezir
Sona eren, nihâyet bulan.
(Farsça)
intihai / intihaî
(İntihaiyye) Sona ve nihayete ait. Bitme ile alâkalı.
ism-i kadir / ism-i kadîr / اِسْمِ قَدِيرْ
Nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah)'ın ismi.
izzet-i ilahiye / izzet-i ilâhiye
Cenab-ı Hakkın nihâyetsiz izzeti, şeref ve yüceliği.
ka'r
Derinlik. Dip. Her şeyin dibi. Nihâyet.
Yemeği dipten yemek.
Çalmak. koparmak.
kadir / kadîr
Mukaddir. Muktedir. Kudreti mutlak olan ve her hususa muktedir olan. Nihayetsiz kudret sahibi. (Allah C.C.)
kādir / قَادِرْ
Nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).
kadir / kadîr / قَدِيرْ
Nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).
kadir-i ezeli / kadîr-i ezelî / قَد۪يرِ اَزَل۪ي
Başlangıcı olmayan nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).
kadir-i hakim / kadîr-i hakîm / قَد۪يرِ حَك۪يمْ
Nihâyetsiz kudret sâhibi ve her işi hikmetli olan (Allah).
kadir-i mutlak / kadîr-i mutlak / قَد۪يرِ مُطْلَقْ
Nihâyetsiz kudret sâhibi (Allah).
kadir-i rahim / kadîr-i rahîm / قَد۪يرِ رَح۪يمْ
Nihâyetsiz kudret ve rahmet sâhibi (Allah).
kadir-i zülcelal / kadîr-i zülcelâl / قَد۪يرِ ذُو الْجَلَالْ
Nihâyetsiz kudret ve haşmet sâhibi (Allah).
kayyum
Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak.
kemal-i rahmet
Rahmet ve merhametin nihayet kemalde olması.
kenar
Çevre, kıyı, Sâhil, deniz kıyısı.
(Farsça)
Köşe, uç.
(Farsça)
Son, nihâyet.
(Farsça)
Çember.
(Farsça)
Etrâfı çevrilen şey.
(Farsça)
Kucaklama. Kucağa alma.
(Farsça)
keran
Kenar, uç, âhir, son, nihayet.
(Farsça)
kerim-i mutlak / kerîm-i mutlak / كَر۪يمِ مُطْلَقْ
Nihayetsiz ikrâm edici (Allah).
kubh-u mutlak / قُبُحُ مُطْلَقْ
Nihâyetsiz çirkinlik.
kudret-i mutlaka / قُدْرَتِ مُطْلَقَه
Nihâyetsiz kudret.
künh
Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi.
Vakit, zaman.
kusas
Saçın önünde ve ardında nihayeti.
kusva
Son derecede bulunan.
Son, nihayet.
Son sınır. Erişilecek olan en son nokta.
kuur
(Tekili: Ka'r) Dipler, derinlikler. Nihâyetler.
latenahi
Nihayetsiz. Sonsuz. Bitip tükenmeyen.
layetenahi / lâyetenahî
Sonsuz. Nihayetsiz.
layetenahiyet / lâyetenahiyet
Lâyetenahilik, sonsuzluk, nihayetsizlik.
ma'bud-u cemil-i zülcelal / ma'bûd-u cemîl-i zülcelâl / مَعْبُودُ جَمِيلِ ذُوالْجَلَالْ
İbâdete yegane lâyık, nihâyetsiz güzellik ve haşmet sâhibi olan (Allah).
maksar
Nihâyet, son, netice.
malanihaye
Sonsuz, nihâyetsiz. Uçsuz bucaksız.
med
Uzatma, çekme. Yayma ve döşeme.
Çoğaltmak.
Bir şeye dikkatlice bakmak.
Nihayet, son.
Sönmek. Bir şeyi söndürmek.
Yardım etmek, mühlet vermek.
Yâr ve yâver olmak.
Tarlaya fışkı ve gübre dökmek.
Sel suyu.
meda
Mesafe, nihâyet. Son.
müncer
Nihâyet bulmak.
Bir tarafa çekilmek.
Sürüklenme.
Sona eren, neticelenen.
münteha
Son, en son derece, en son yer, nihayet. Son uç.
münteha-yı hiçi / münteha-yı hiçî
Hiçliğin en sonu, nihayeti.
münteha-yı kitab
Kitabın sonu. Kitabın nihayeti.
müntehi / müntehî
Sona eren, nihâyete kavuşan. Tasavvuf yolunda çıkılabilecek derecelerin sonuna varan velî.
mürur
Geçmek, gitmek. Bir taraftan girip öteden çıkmak.
Sona erme, nihâyet bulma.
müstaksi / müstaksî
(Kusv. dan) Dikkatle araştıran.
Sonuna, nihâyetine varmak isteyen.
müstehlik evliya / müstehlik evliyâ
Nihâyete erdikten, maksada kavuştuktan sonra sebepler âlemine indirilmeyen, geri döndürülmeyen evliyâ. Kalbi hep Allahü teâlâya dönük olup, O'ndan başkası ile meşgul olmayan zâtlar.
mütemmem
Tamamlanan, eksikleri kalmayan. Nihayete eren.
mütenahi
Nihayete eren, biten, sonu gelen.
na-mütenahi
Sonsuz, ucu bucağı olmayan. Nihâyetsiz.
(Farsça)
nass
Kat'ilik, kesinlik, açıklık. Te'vile ihtimali olmayan söz veya delil.
Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelâm ve âyet. Akide.
Bir haberi kimden aldığını söyleyerek, en nihayet o haberi ilk söyleyene kadar nakle
nihayat / nihâyât
Nihayetler; sonlar.
Nihayetler, sonlar.
nihayet / نهایت
Son.
(Arapça)
Nihayet bulmak:
Sona ermek.
(Arapça)
nihayet-pezir
Son bulan. Nihâyet bulur olan.
nihayet-ül emr
İşin nihayetinde, işin sonunda. Netice.
pa-yab
Kuvvet, kudret, tâkat.
(Farsça)
Su birikintisi.
(Farsça)
Havuzun dibi.
(Farsça)
Kuyu basamağı.
(Farsça)
Son, nihayet.
(Farsça)
payan
Kenar, son nihayet, uç.
(Farsça)
Tas: Ehl-i tarikatın ulaşacağı birlik âlemi.
(Farsça)
Akıbet.
(Farsça)
rahim-i mutlak / rahîm-i mutlak / رَح۪يمِ مُطْلَقْ
Nihâyetsiz rahmet edici (Allah).
safeviler devleti
(1499-1737) Safeviler adında bir hanedana mensub olan Şah İsmail'in kurduğu bir devlettir. İran'da kurulmuş olan bu devlet şii idi. Osmanlılarla münasebetleri iyi değildi. Çaldıran'da 1514'de Yavuz Sultan Selim tarafından büyük bir mağlubiyete uğratıldılar. Nihayet 1737'de bir ayaklanma neticesinde
şe'v
Geçmek, takaddüm eylemek.
Son, nihayet.
Devenin yuları.
Zembil.
Kuyudan kazıp toprak çıkarmak. Kuyudan çıkan toprak.
Kaygan.
şekavet-i dünyeviye
Dünyanın nihayetsiz belâ, sıkıntı ve ıztırabı.
ser
Baş. Tepe. Uç. Nihayet. Zirve. Gaye.
(Farsça)
Baş, başkan, reis.
(Farsça)
seyr-i anillah-i billah / seyr-i anillah-i billâh
Yüksek bilgilerden, aşağı bilgilere inme. Tasavvufta nihâyete (maksada) ulaşan velînin geri dönmesi ve mahlûkları bilmeğe kadar inmesi.
seyr-i fil-eşya / seyr-i fil-eşyâ
Tasavvufta nihâyete kavuşan bir velînin geri döndükten sonra daha önce unutmuş olduğu eşyânın bütün bilgilerine yeniden sâhib olması.
şiddet-i takva / şiddet-i takvâ
Allah korkusunun nihayet derecesi.
sıddikiyet / sıddîkiyet
Sadâkat ve doğrulukta en ileri oluş. Çok sâdık olma hâli. Velilik mertebesinin nihâyeti. Peygamberlik mertebesinin bidâyeti olan makam.
Aşere-i Mübeşşere'nin birincisi ve ilk halife olan Hz. Ebubekir'in (R.A.) nâmı ve sıfatıdır.
Çok doğru olup, hiç yalan söylememek.
sidret-ül münteha
Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.
suhulet-i mutlaka / suhûlet-i mutlaka / سُهُولَتِ مُطْلَقَه
Nihâyetsiz kolaylık.
ta
Kat. Kıvrım. Büklüm. Misil, mânend. Nihayet. Gayet. Kadar, beri, dek. (mânalarına gelir) Meselâ :
(Farsça)
tahkik
Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.
Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur'an kıraat ıstılahında ise: He
tamam
Bitme, bitirme, son, nihayet.
Tam, eksiksiz, noksansız.
Ne eksik ne fazla.
Münasib, uygun.
tarafeyn
İki taraf. İki nihayet.
Dâvada karşılıklı iki hasım. Her iki taraf.
tarf
Göz, bakış, nazar. Göz ucu.
Soyu temiz kimse.
Her şeyin nihayeti, sonu.
Göz kapaklarını yummak veya oynatmak.
Göze bir şey dokundurmakla yaşartmak.
Koz: Menazil-i Kamer'den bir menzil adı. (Kamer menzillerinden birisinde aslanın alnını teşkil eden dört
teva'un
Davarın, beslenip semizlemek hususunda nihayet hududu bulması.
tinnin / tinnîn
Büyük yılan, ejder, ejderha.
Koz: Gökte yedi burc boyunca uzanan hafif beyazlık.
Ejderha burcu. Semânın şimal yarım küresinde Küçük Ayı burcunu etrafından saran, kıvrılıp bir yıldız dörtgeni ile nihayet bulan bir burç.
tuhm
(Çoğulu: Tühum) Her yerin ve her köyün nihayeti.
uçbeyi
Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar
ufk
Kıyı, kenar.
Rüzgârın estiği cihetler.
Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler.
Mc: Görüş ve düşünüş derecesi.
vasi' / vâsi'
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Rahmeti, ilmi, kudreti, ihsânı ve nîmetleri her şeyi kuşatan ve her şeye kâfi olan, kudretinin ve ilminin nihâyeti olmayan.
vasl-ı uryani / vasl-ı uryânî
Tasavvuf yolculuğunun sonunda Allahü teâlâya kavuşma hâli. Nihâyete erme.
vüs'at mutlaka / وُسْعَتِ مُطْلَقَه
Nihâyetsiz genişlik.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
evliya
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
mehasin-i islamiyet
Ma-i
şahadet
layuhti
rüyet-i cemal
muhayyem
mehasin-i hakikat-ı muhammediye
mehasin-i ahval
ism-i hass
mehasin-i ahlakiye
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
nihaye
kalemun
Allahın emirler
ihtim
Maglup
eyledin
tukenmek
durü
acı
Ancak