REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te mâlini ifadesini içeren 71 kelime bulundu...

acir / âcir

  • Malını kirâya veren.

aşir / âşir

  • İslâm devletlerinde, şehir dışında durarak; müslüman tüccârdan o anda yanında bulunan ticâret malının zekâtını, müslüman olmayanlardan ise, gümrük denilen vergiyi toplayan me'mur.

bahal

  • Malını kimseye vermeyip saklamak.

bahil / bahîl

  • Hasis. Cimri. Tamahkâr. Hayırlı işlere malını (varsa bile) harcamayan.

çapulcu

  • Başkasının malını çalan, talan edip yağmalayan.

deyn-i kavi / deyn-i kavî

  • Ödünç verilen zekât malı ve zekât malının satışı karşılığı alınacak olan semen (bedel).

didar-ı mevla / dîdar-ı mevlâ

  • Allah'ın cennetliklere cemâlini göstermesi, görünmesi.

dünya sevgisi / dünyâ sevgisi

  • Kalbin dünyâ malını ve mülkünü çok sevmesi.

garet

  • (A, uzun okunur) Yağmacılık. Düşmanın malını yağma etmek.
  • Göbek.

gasb

  • Başkasının malını izinsiz (rızâsı olmaksızın) zorla elinden almak. Malı alana gâsıb, alınan mala mağsûb denir.

hacr

  • (Hicr) Men'etmek. Birisine bir şeyi yasak etmek. Malını kullanmaktan men'etmek.
  • Kucak. Ağuş.

hacren

  • Malını kullanmaktan menetmek suretiyle.

hadd-i sirkat

  • İslâm hukûkunda başkasının az veya çok malını gizlice, haksız olarak veya rızâsı olmayarak almak sebebiyle verilen cezâ.

hafender

  • Malını güzel tedbirlerle çoğaltan mal sahibi.

hasis / hasîs

  • Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya, eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni, zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde cimrilik eden.

hazine / hazîne

  • Hazine, devlet malının saklandığı yer.

hazm

  • Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
  • Birisine ansızın hücum etmek.
  • Ansızın bir şey üzerine inmek.
  • Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
  • Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini

hicr

  • Men etmek; akıl ve bâliğ olmamış çocuk, deli, bunak, sefih yâni malını kötü yere harcayan ve borçlu gibi kimseleri, tasarruf-i kavlîsinden yâni alış-veriş, kirâlama, havâle, kefillik, emânet ve rehin alıp-verme, hibe gibi işlerin tasarruflarından men' etme.
  • Dostluğu bırakmak, dargın

hizve

  • Ganimet malını vermek.
  • Yan.

hovarda

  • Sefih, çapkın. Malını mülkünü zevk u safa yolunda harcayan, sefâhette sarfeden.

huzu'

  • Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.

ida'

  • Emanet bırakmak. Vedia koymak.
  • Huk: Kendi malının muhafazasını başkasına havale etme.

ifna-yi maal / ifna-yi maâl

  • Malını sarfetme, malını ifnâ etme.

iftilaz

  • Kesmek, kat'.
  • Bir kimsenin bir parça malını almak.

igtisab

  • Gasb etmek. Başkasının malını zorla elinden almak.

igtisabat

  • (Tekili: İgtisab) Gasbetmeler, başkasının malını elinden zorla almalar.

ikaf

  • (Vakf. dan) Vakfetme, malını vakıf şekline koyma.
  • Bir işten vaz geçme, durdurma.

ikrah-ı mülci / ikrâh-ı mülcî

  • Mülcî ikrâh. Bir kimseyi ölümle veya bir uzvunu (organını) yok etmekle, şiddetli dövmekle veya bütün malını telef etmekle (zarar vermekle) korkutarak rızâsı dışında bir işi zorla yaptırmak.

ikraz / ikrâz

  • Borç verme, ödünç verme. Bir kimsenin nakid para, hacim ölçüsü ile alınıp satılan malını, daha sonra mislini (benzerini) almak üzere bir şahsa vermesi.

imkan-ı harabiyet / imkân-ı harabiyet

  • Yıkılıp yok olma ihtimalini taşıma.

intihal

  • Çalma. Başkasının malını kendisinin gibi iddia etme.
  • Edb: Başkasının yazısını kendisinin gibi göstermek. Onu benimsemek. Böyle şiire, sirkatî şiir de denir.

irs

  • Vefat eden kimsenin vâsi olup malını almak.
  • Ölen yakın akrabadan kalan mal, miras, mülk.
  • Bir şeyin artığı. Fâsıla nişanları.

kassam

  • Huk: Vârisler arasında miras malını taksim eden ve küçüklerin hakkını koruyan şeriat memuru.
  • Taksim eden.

kihal

  • (Tekili: Kehl) Kemâlini bulmuş kimseler. Kâmil insanlar. Olgunluk çağında bulunanlar.

mahcur / mahcûr

  • Malını kullanmaktan men edilmiş, mal üzerindeki tasarruf yetkisi elinden alınmış kimse.
  • (Hacr. den) Huk: Hacir altına alınmış, malını kullanmaktan men' edilmiş, hacredilmiş.
  • Çocukluk, sefîhlik, delilik, kölelik, bunaklık vs. gibi çeşitli sebebler yüzünden malını tasarruf hakkından, kullanmaktan men edilen kimse.

mezil

  • Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan.
  • Ayağı uyuşmuş.
  • Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan.
  • Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse.

mirba

  • Ganimet malının dörtte biri.

mızya'

  • Malını çok harcayan kimse. Malını fazlaca zâyi eden adam.

mudi'

  • Fık: Malının muhâfazasını başkasına emânet ve havâle eden.

mühtezim

  • Bir kimsenin malını zorla alıp gasbederek zulmeden.

muktesid

  • İktisadlı, tutumlu. Malını, ömrünü, vaktini boşuna geçirmeyen, lüzumsuz masrafta bulunmayan.

müsrif

  • Boş yere malını harcayan, tutumsuz, Allah'ın (C.C.) razı olmayacağı şeylere parasını, malını ve zamanını harcayan.

müste'di / müste'dî

  • Birinin zulmüne karşı başka birinden yardım dileyen.
  • Birini sıkıştırıp malını zorla alan.

müstenfik

  • Başkalarını beslemek için malını sarfeden.

nehb

  • Yağma, yağmacılık, çapul.
  • At oynatmak, koşturmak.
  • Kahr ile bir kişinin malını elinden almak.

nur-u cemalullah / nur-u cemâlullah

  • Allah'ın cemâlinin nuru.

peşkeş

  • (Pişkeş) Başkasının malını birine bağışlamak. Verilmemesi lâzım olan şeyi başkasına vermek. Karşılıksız vermek. (Farsça)

rahin

  • Rehin veren, malını rehine koyan.
  • Sâbit, dâim, devamlı.
  • Devenin ve adamın zayıfı.

reşid / reşîd

  • Doğru yolda giden, hak yolunda olan.
  • Akıllı, iyi davranan. Ergin, olgun.
  • Büluğ çağına girmiş kimse.
  • Doğru yola sevkeden, hayra delâlet eden.
  • Fık: Malını muhafaza hususunda aklı eren, istediği gibi meşru yolda sarfedebilen kimse.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâta (yarattıklarına) doğru yolu gösterip, dilediğini bu yolda bulunduran.
  • Rüşd sâhibi yâni, dînî vazîfelerini yerine getiren ve malını tasarruf edebilen, âkıl bâliğ olan, aklını ve malını yerinde kullanan.

rü'yet-i cemal / rü'yet-i cemâl / رُؤْيَتِ جَمَالْ

  • Allah'ın cemalini görme.

rü'yet-i cemal-i ilahi / rü'yet-i cemâl-i ilâhî / رُؤْيَتِ جَمَالِ اِلٓهِي

  • Allah'ın cemalini görme.

rukbi / rukbî

  • İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sâhib olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yâni sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibe.

rüşd

  • Hak, doğru yol. Allahü teâlânın birliği (tevhid) inancı.
  • Aklın kuvvetli ve tamam olması. Malını dînin ve aklın beğendiği yere sarf etmek, boş yere harcamamak, telef etmemek.

rüyet-i cemal-i ilahiye / rüyet-i cemâl-i ilâhîye

  • Allah cemâlini görme.

rüyet-i cemalullah / rüyet-i cemâlullah

  • Allah'ın cemâlini görme.

rüyet-i ilahi / rüyet-i ilâhi

  • Allah'ın cemâlini görme.

sefahet / sefâhet

  • Aklın az ve hafîf olması. Malını dînin ve aklın beğenmediği yerlere sarfetme. Lüzumsuz harcama. Süse, eğlenceye ve her türlü kötülüğe, harama düşkünlük. Akıl azlığı.

sefih / sefîh

  • Zevk ve eğlenceye düşkün. Sefahete düşmüş. Malını düşünmeden harcayan.
  • Zevk ve eğlenceye düşkün, sefahata düşmüş, malını düşünmeden harcayan.
  • Malını dînin ve aklın uygun görmediği yere harc eden, aklı az olan.

talan

  • Çapul, yağma. (Farsça)
  • Birisinin malının, herkes tarafından kapışılması. (Farsça)

taleb-i rüyet

  • Allah'ın cemâlini görme isteği.

tazallüm

  • Bir haksızlıktan sızlanmak. Şikâyet etmek.
  • Birinin hakkını veya malını gasbetmek.
  • Mazlum olmak.
  • Zulmü kendi nefsine isnad etmek.

tebzir

  • Boş yere malını sarf etmek.
  • Serpmek. Dağıtmak.
  • İsraf etmek, lâyık olmayan yere malını sarfetmek.

tecelli-i cemal / tecellî-i cemâl

  • Allahü teâlânın cemâlinin zuhûru.

tenasüh

  • İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları.
  • Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi.

tevris

  • Vâris kılmak, mirâs bırakmak. Malının faydasını birisine âid kılmak.
  • Ateşi yakmak, alevlendirmek için tahrik etmek.

vakf

  • Mükellef (akıllı, müslüman ve ergenlik çağına erişmiş)kimsenin kendi mülkü olan mütekavvim (belli, kıymetli ve dayanıklı) malının menfaatini (faydasını) hiçbir şarta bağlamadan, müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş), bütün veya belli fakirle re bırakması. Vakfın çoğulu evkâftır. Vakfe

vakıf / vâkıf

  • Mülkü olan belli ve kıymetli malının menfaatini bir şarta bağlamadan müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş) bütün veya belli fakîrlere Allah rızâsı için terkeden kimse.
  • Bir işten haberi olan.
  • Arafât'ta vakfeye duran.

vasi

  • (Vesâyet. den) Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse. Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse.

vedi'

  • Başkasının malını saklamaya memur kimse.

ya maksud / yâ maksud

  • Ey bütün varlıkların rızasına ermeyi ve cemâlini görmeyi arzuladıkları Allah.

zekat / zekât

  • İslâm'ın beş şartından biri. Dînen zengin sayılan müslümanın nisab miktârındaki zekat malının belli zamanda belli miktârını zekat niyeti ile ayırıp emr edilen müslümanlara vermesi.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın