REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te muğ ifadesini içeren 49 kelime bulundu...

asid

  • Başında bir zahmet olup boynunu döndüremeyen ve eğilemeyen, burnundan sümüğü akan deve.

dıdd

  • (Çoğulu: Ezdad) Mugâyir, aykırı.
  • Düşman.
  • Nazir, misil, benzer.

el-muğni / el-muğnî

  • (Bak. MUĞNÎ)

feth

  • Açma, başlama.
  • Zaptetme. Ele geçirme. Zafer. Nusret.
  • Faydalı şeyleri elde etmek için yolları açmak. Muğlak şeyleri açmak. Bu iki suretle olur. Biri, basâr ile idrâk olunur. Gam ve kederi gidermek gibi. İkinci de: İki nevi olup birincisi; dünya işlerinde olur. Sürur vermekle g

gàmız

  • Anlaşılması zor, kapalı, muğlak.

gaylem

  • Kul, cariye.
  • Kablumbağanın erkeği.
  • Mevzi ismi.
  • Mugaylân ağacı.

halc

  • Pamuğu temizlemek, havalandırmak ve kabartmak için yay ile atmak.

hallac / hallâc

  • Pamuk atan. Pamuğu didik didik eden.
  • Pamuğu didik didik eden.

havyar

  • Balık yumurtası. Mersin balığı yumurtasından yapılan siyah, mugaddi ve leziz bir madde.

hümanizm

  • Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
  • Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl

i'cam

  • Harflere, yazıya nokta koymak.
  • İsteğini açıklıkla bildiremeyip, maksadı belirsiz, muğlak söylemek.

ibn-i cevzi / ibn-i cevzî

  • (Hi: 508-597) El-Muğni isimli Kur'an-ı Kerim tefsiri vardır. Hanbelî fıkhı ve tarihî bilgilerde muhakkik âlimlerdendir. Ebu-l Ferec İbn-i Cevzî diye de meşhurdur.

ığlak

  • Anlaşılmaz olma, muğlak olma.

iglak

  • Karıştırmak. Kapamak. Muğlak yapmak. Anlaşılmaz hâle koymak.
  • Zorla iş yaptırmak.
  • Edb: Sözü karışık ve anlaşılmaz surette söyleme.

iglakat

  • (Tekili: İglak) Muğlak yapmalar.
  • Karışık ve anlaşılmaz sözler.

kaba necaset / kaba necâset

  • İnsandan çıkınca abdesti veya guslü gerektiren her şey, eti yenmeyen hayvanların, (yarasa hâriç) ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli ile süt çocuğunun pisliği, bevli ve ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanlar ın kanı ile şarab, leş, domuz eti ve kümes ve yük

kamu

  • (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen.

katade

  • (Çoğulu: Kutad) Dikenli ot. Mugaylan dikeni.

magavir

  • (Tekili: Mugâvir) Kıtal eden, harbeden, çarpışan.

maglata

  • Mugalata. Boş ve mânasız söz. Zihin yanıltmak için söylenen saçma sapan söz.

mefatih-ül gayb

  • (Bak: Mugayyebat-ı hamse) İmam-ı Razi'nin bir tefsiri.

mug

  • (Çoğulu: Mugan) Mecusi. Ateşperest. Ateşe tapan. Zerdüşt dininde olan.

mug-beçegan / mug-beçegân

  • (Tekili: Mugbeçe) Mecusi çocukları. (Farsça)
  • Meyhâne çırakları. (Farsça)

mugaddi / mugaddî

  • (Mugazzi) Gıdalı, besleyici, gıdası çok, faydalı.

mugadere

  • (Mugaderet) Bırakmak, salıvermek.

mugalatat

  • (Tekili: Mugalata) Safsatalar. Demagojiler. Mugalâtalar.

mugallata

  • (Bak: MUGALLAT)

mugan

  • (Tekili: Mug) Mecusiler, ateşe tapanlar. Zerdüştler. (Farsça)

mugayyeb

  • (Çoğulu: Mugayyebât) (Gayb. dan) Kayıp. Kaybedilmiş.

mugbeçe

  • (Çoğulu: Mugbeçegân) Meyhaneci çırağı. (Farsça)
  • Mecusi çocuğu. (Farsça)

muğber / مغبر

  • Kırgın, gücenik. (Arapça)
  • Muğber olmak: Kırılmak, gücenmek. (Arapça)

muğlakat

  • (Tekili: Muğlak) Kapalı ve anlaşılması zor olan şeyler.

muğlakiyyet

  • Muğlak olma hali. Anlaşılmazlık.

mugve

  • (Çoğulu: Mugveyât) Canavarı düşürüp yakalamak için kazıp ağzını örttükleri kuyu.

münafat

  • Birbirinin aksine olan. Birbirine aykırı olmak. Aykırılık, mugayeret, münafi, muhalefet.

münafi / münafî

  • Zıt, uymaz, aksi, aykırı. Mugayir ve muhalif olan.

münfail

  • İnfiâl eden. Te'sir ile harekete geçen.
  • Muztarib, kederli ve muğber olan. Bir şeyden canı sıkılan. Alınmış, gücenmiş.

müştakk

  • (Müştak) (Şakk. dan) Gr: Başka kelimeden ayrılmış, başka kelimeden çıkmış, türemiş.
  • İştikak etmiş, aralarında mâna ve terkib ciheti ile münâsebet; siga ciheti ile mugayeret olmak üzere diğer kelimeden ihraç olunmuş kelime.

mutabakat

  • Uygunluk. Muhalif ve mugayir olmayıp, uygun ve muvafık olmak.
  • Man: Lâfzın, mevzuu olduğu mânânın tamamına delâleti.

mütegayir

  • Mügayir olan. Birbirine zıt olan.

nafir

  • Nefret eden. Ürken, korkan. Sevmeyen.
  • Galip olan.
  • Öksürüp burnundan sümüğü saçılan koyun.

nesre

  • Büyük geniş gömlek.
  • Hayvanın tiksirip burnundan sümüğünü çıkarması.
  • Menazil-i kamerden iki yıldız.

pir-i moğan

  • (Pir-i muğan) Meyhaneci.
  • Mc: Mürşid.

tagbir

  • (Çoğulu: Tagbirât) (Gubar. dan) Toza bulaştırma.
  • Gücendirme, muğber etme.

taglik

  • (Çoğulu: Taglikat) (Galak. dan) Kapama, kapanılma.
  • Kilitleme.
  • Edb: Muğlak ve kapalı söz söyleme.

tamu

  • (Aslı: Tamuğdur) Cehennem.

tark

  • Vurmak.
  • Dövmek.
  • Yünü ve pamuğu ağaçla vurmak.
  • Bulanık su.
  • İçine deve bevlettiğinden dolayı pislenmiş olan yağmur suyu.
  • Vücuttaki gevşeklik.

tavdi'

  • Atılmış pamuğu kaftana koyup cübbe dikmek.

tetavül

  • Uzun olma, uzama.
  • Zulüm etme.
  • Birbirine muhalefet, kibir ve taazzum etme.
  • Musallat olma.
  • Mugayeret eylemek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın