REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te miras ifadesini içeren 88 kelime bulundu...

arazi-i mahlule / arâzi-i mahlule

  • Huk: Araziyi kullananın intikal sahibi mirasçı bırakmaksızın ölümüyle hükümete kalan arâzi-i emiriye.

arazi-i miriyye / arâzi-i mîriyye

  • Mîrî yâni devlete âit topraklar. Harp ile alınarak, gâziler arasında taksim edilmeyip, beytülmâle (devlet hazînesine) bırakılan veya uşr yâhut harac toprağı iken sâhibi ölüp, hiç mîrasçısı bulunmayan topraklar. Arâzi-i Memleket, Arâzi-i Emîriyye de denir.

asabat / asabât

  • Baba tarafından olan akrabalar.
  • Şer'an miras alamayan akrabalar.

ashab-ı feraiz / ashâb-ı ferâiz

  • Mirascılar. Ölen kimsenin malında hissesi olan akrabâları.

avl

  • İslâm mîrâs hukûkunda belirli hisse (pay) sâhiplerinin (Eshâb-ı ferâizin) mîrâstan alacakları payların toplamının ortak paydadan fazla olma hâli.

baştina

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında Balkanların bazı yerlerinde devlet arazisinden tapu ve miras suretiyle geçen tarla.

benul-a'yan / benûl-a'yân

  • İslâm mîrâs hukûkunda; ölenin aynı ana ve babadan olan erkek ve kız kardeşlerinden her biri.

benul-ahyaf / benûl-ahyâf

  • İslâm mîrâs hukûkunda Eshâb-ı ferâiz adı verilen (Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini, paylarını bildirdiği) kimselerden ana bir erkek ve kız kardeşler.

benul-allat / benûl-allât

  • İslâm mîrâs hukûkunda baba bir, ana ayrı kardeşler.

daire-i muamelat / daire-i muamelât

  • Muamelât dairesi; şahıs ve aile hukuku, aynî haklar, miras, ticaret, borçlar ve iç hukukla ilgili konular.

deyn-i zaif / deyn-i zaîf

  • Mîrâs ve mehr malları.

enkaz-ı medeniyetleri

  • Medeniyetlerinin enkazı, medeniyetlerinden arta kalan miras.

eshab-ı feraiz / eshâb-ı ferâiz

  • Ölen bir kimsenin mîrâsına (geriye bıraktığı mala) vâris (hak sâhibi) olan ve Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini (paylarını) bildirdiği dördü erkek, sekizi kadın on iki kişi.

fariza / farîza

  • Namaz, oruç, zekât gibi kesin delil (mânâsı açık olan âyet-i kerîme) ile bildirilen emirler.
  • Miktârı bildirilen vârislerden her birine düşen hisse. Mîrâs payı.
  • Allah'ın emri, farz, vacip, gerek, vazife.
  • Mirasçılardan her birine şer'an düşen hisse, pay.
  • Borç, vazife. Allah'ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife.
  • Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay.

feraiz / ferâiz

  • (Tekili: Farîze) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri.
  • Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.
  • Bir kimse vefât edince, bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilim, mîrâs hukûku.
  • Farzlar. Farîzanın çokluk şekli.

hacb

  • İslâm mîrâs hukûkunda bir vârisi (hisse sâhibini) diğer bir vârisin bulunmasından dolayı kısmen veya tamâmen mîrastan menetmek. Bir vârisi mîrâstan kısmen (payının azalması şekliyle) mahrûm etmeğe hacb-i noksan, mîrastan hiç alamamak şeklinde mahrûm etmeğe hacb-i hirman denir.

hacb-i hirman / hacb-i hirmân

  • Huk: Bir vârisi mirastan tamamen mahrum etme.

hacb-i noksan

  • Bir vârisi mirastan kısmen mahrum etme.

hane-küş

  • Mirasyedi, sefih. (Farsça)

has varis / has vâris

  • Özel mirasçılar; Hz. Muhammed'in (a.s.m.) açtığı yolda ön sırada ilerleyenler.

hilafet / hilâfet

  • Halifelik, Peygamberimizin mânevî mirası.

hissiyat-ı mütevarise / hissiyat-ı mütevârise

  • Nesilden nesile miras kalan, geçmişten gelerek yeni nesle geçen duygular.

hor

  • Kıymetsiz, ehemmiyetsiz. Adi. (Farsça)
  • Güneş, ışık, aydınlık. (Farsça)
  • Yiyen, yiyici anlamında olup, birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Miras-hor : Miras yiyen. (Farsça)

ihtilaf-dar

  • Huk: Mirasçı ile miras bırakanın ayrı ayrı memleketler halkından olması. (Farsça)

ihtilaf-ı dar / ihtilaf-ı dâr

  • Huk: Mirası bırakan ile vâristen her birinin başka başka ülkeler ahâlisinden olması.

ihtilaf-ı din

  • Biri müslim, diğeri gayr-ı müslim olmak gibi ayrı dinde bulunmak. Din ayrılığı miras almağa mânidir. Binaenaleyh gayr-i müslim, müslimin; müslim de gayr-i müslimin mirasına nâil olamaz. Fakat müslim olmayan milletler arasında din ayrılığı miras almağa mani değildir.

ilm-i feraiz / ilm-i ferâiz

  • İslâm hukukunda miras taksimi ile ilgili bilim dalı.

intikal / intikâl / انتقال

  • Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek.
  • Göçmek, geçmek.
  • Sirâyet. Bulaşmak.
  • Bir şeyin miras olarak kalması.
  • Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
  • Göçme, taşınma. (Arapça)
  • Kavrama. (Arapça)
  • Miras geçmesi. (Arapça)
  • İntikal etmek geçmek: (Arapça)

iras / irâs

  • Sebeb olmak, vermek. Vâris kılmak, miras bırakmak, miras yemek.
  • Gerekmek.
  • Verme, miras bırakma.

irkab

  • Huk: Öldükten sonra kanunî mirasçılarından başka bir kimseye de miras bırakma.

irs / ارث

  • Vefat eden kimsenin vâsi olup malını almak.
  • Ölen yakın akrabadan kalan mal, miras, mülk.
  • Bir şeyin artığı. Fâsıla nişanları.
  • Mîrâs. Vefât eden bir kimsenin geriye bıraktığı terekesinden (malından) evlât ve akrabâsından sağ kalanlara düşen hisse, pay.
  • Miras, kalıtım.
  • Ölen kişinin mirasçılarına kalan mal veya para.
  • Veraset, soya çekim.
  • Miras. (Arapça)
  • Soyaçekim, kalıtım. (Arapça)

irsen / ارثا

  • Miras olarak, anadan, babadan geçmek yolu ile.
  • Miras olarak, irsiyet yoluyla.
  • Kalıtımsal, miras yoluyla. (Arapça)

irsi / irsî

  • Miras ile alâkalı, irse âit ve müteallik.

irsiyet / اِرْثِيَتْ

  • Miras alma, mirasçılık.
  • Mîrâs olarak kalma.

irsiyet kalma

  • Miras olarak kalma.

kadı

  • Tanzimat'a kadar her türlü davaya, Tanzimat ile Medeni Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme, boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanları.

kassam

  • Huk: Vârisler arasında miras malını taksim eden ve küçüklerin hakkını koruyan şeriat memuru.
  • Taksim eden.

mahlul

  • Çözülmüş, dağılmış. Hallolmuş, erimiş.
  • Murisi ölen sahipsiz mal. Mirasçısı bulunmayıp hükümete kalan miras.

mahlulat

  • Mirasçısı olmadığı için evkâfa veya hükümete kalan miraslar.

malikane

  • Büyük ve gösterişli köşk. (Farsça)
  • Tar: Bir kimseye, gelirinden hayatı boyunca istifade etmek; fakat satamamak ve miras bırakamamak şartıyla verilen beylik arazi. (Farsça)

metrukat / metrukât / metrûkât / metrûkat / متروكات

  • (Tekili: Metruk) Bırakılan şeyler, metruklar, miraslar.
  • Miraslar.
  • Özürsüz, tembellikle kılınmayan, terk edilen namazlar.
  • Vefât eden kimsenin geriye bıraktığı şeyler. Mîrâslar, terikeler.
  • Miras olarak bırakılanlar, geride bırakılanlar. (Arapça)

mevaris / mevarîs

  • Miraslar. Verasetle nâil olunan mülk ve mallar.

mevrus / mevrûs

  • Vereseye âit olan. Miras edilmiş. Miras edilen eşya.
  • Mirasla gelen.

mevrusat

  • Mirastan gelenler.

mirashar / mirashâr / ميراث خوار

  • Mirasyedi. Kendine kalan mirası yiyen. Mirashor. (Farsça)
  • Mirasyedi. (Arapça - Farsça)

mirasyedi

  • Mirasa konan; çalışmadan hazıra konan ve hesapsızca harcayan.

mu'amelat / mu'âmelât

  • İnsanların birbirleri arasında olan işler. Alış-veriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîrâs gibi insanlar arasında meydana gelen işler. Fıkıh ilminin dört kısmından biri.

mülk şirketi

  • İki veya daha çok kimsenin, mîrâs veya hediye sûreti ile veya parasını belirli oranda verip satın alarak, bir mala berâber sâhib olmaları; yâhut mallarını ayrılmayacak şekilde karıştırıp ortak olmaları.

münaseha

  • Bir şeyi diğerine nakletmek.
  • Döndürmek.
  • Tebdil etmek, değiştirmek.
  • Huk: Bir vârisin, kendine bırakılan mirası alamadan ölmesi.

müntakil

  • (Nakl. den) intikal eden, geçen. Bir yerden bir yere göç etmiş, taşınmış olan.
  • Miras kalmış.
  • Karine ile sözün gelişinden anlayan.

muris / mûris

  • Getiren. Veren. Kazandıran.
  • Fık: Miras bırakan.
  • İras eden, iz bırakan, miras bırakan.
  • Mîrâs bırakan.
  • Miras bırakan, veren.

muvarese

  • (Mirâs. dan) Birbirinden miras yeme.

müvarese

  • Birbirinden miras yemek.

nısf

  • Yarım, yarı. İslâm mîrâs hukûkunda eshâb-ı ferâiz adı verilen yâni Kur'ân-ı kerîmde payları bildirilenlerden bâzı kimselere verilen yarım hisse.

reddiye

  • Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa, artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim edilmesi. Bu sûretle

rise

  • Miras yemek.

rubu'

  • Ferâiz ilminde yâni İslâm mîrâs hukûkunda dörtte bir hisse (pay).

şakik / şakîk

  • Ferâiz ilminde yâni mîrâs hukûkunda ana-baba bir erkek kardeşler (Benül-a'yân). Ana-baba bir kız kardeşe şakîka denir.

şefiü'l-müznibinin varisi / şefiü'l-müznibînin vârisi

  • Âhiret âleminde günahkârların bağışlanması için şefaatte bulunacak olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) mirasçısı.

südüs

  • Altıda bir. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda bildirilen altıda bir hisse (pay).

sulbiyye

  • Ferâiz ilminde yâni İslâm mîrâs hukûkunda bir kimsenin öz kız evlâdı.

sülüs

  • Üçte bir. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda üçte bir hisse (pay).

sülüsan / sülüsân

  • Üçte iki. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda üçte iki hisse (pay).

sümün

  • Sekizde bir. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda sekizde bir hisse (pay).

taife-i verese-i enbiya

  • Peygamberlerin mirasçıları olan alimler topluluğu.

tenasüh

  • İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları.
  • Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi.

tevarüs / tevârüs / توارث / تَوَارُثْ

  • Mirasa konmak, birisine diğerinden irsen geçmek. Miras yemek.
  • Miras yoluyla geçme.
  • Miras intikali.
  • Miras alma. (Arapça)
  • Tevârüs etmek: Miras almak. (Arapça)
  • Mîrâsçı olma.

tevarüs edilen

  • Miras kalan, geçen.

tevarüsat / tevarüsât

  • (Tekili: Tevarüs) Tevarüsler, mirasa konmalar.
  • İrsen geçmeler, irsî olarak geçmeler.

teverrüs

  • (Veraset. den) Mirasçı olma. Vâris olma.

tevris

  • Vâris kılmak, mirâs bırakmak. Malının faydasını birisine âid kılmak.
  • Ateşi yakmak, alevlendirmek için tahrik etmek.

türas

  • Miras mal.

varis / vâris / وارث / وَارِثْ

  • Cenab-ı Hakk'ın bir ismi.
  • Mirasçı. Kendisine miras düşen. Mirasa konan. Vefat eden birisinin maddî veya manevî mal ve mülkünde kullanmaya, tasarrufa salâhiyetli olan.
  • Mirasçı.
  • Mîrasçı, akrabâlık veya başka yolla, vefât eden kimsenin bıraktığı mîrâs denen maldan almaya hak kazanan.
  • İlim ve ma'rifette mîrasçı.
  • Mirasa konan.
  • Mirasçı. (Arapça)
  • Mîrâsçı.

varis-i hakiki / vâris-i hakikî

  • Gerçek mirasçı.

varis-i istidad / vâris-i istidad

  • Kabiliyetin mirasçısı.

varis-i muhammedi / vâris-i muhammedî

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) vârisi, mirasçısı.

varis-i mutlak / vâris-i mutlak

  • Mutlak mirasçı.

veraset / verâset

  • Miras sahibi olma. Ölen bir kimsenin mallarının Allah'ın (C.C.) emrine göre, şeriatça mirasçılara geçmesi.
  • İrsiyet. Varislik, mirasçılık. Mirasta hak sahibi olma.
  • Varislik, mirasçılık.
  • Mirasçılık, irsiyet.

veraset-i ahmediye / verâset-i ahmediye / وَرَاثَتِ اَحْمَدِيَه

  • Peygamberimizin (asm) mîrâsına vâris olma (ilim ehli olma).

veraset-i nebeviye / verâset-i nebeviye / وَرَاثَتِ نَبَوِيَه

  • Peygamberimizin mîrâsına vâris olma (sünnete ciddî uyarak ilim ehli olma).

veraset-i nübüvvet / verâset-i nübüvvet / وَرَاثَتِ نُبُوَّتْ

  • Peygamberliğin mîrâsına vâris olma (ilim ehli olma).

verasetlik

  • Varislik, mirasçılık.

verese / ورثه

  • Mirasçılar. Miras alanlar.
  • Vârisler, mirasçılar.
  • Varisler, mirasçılar.
  • Varisler, mirasçılar. (Arapça)

verese-i enbiya

  • Peygamberlerin mirasçıları.

verese-i hakiki / verese-i hakikî

  • Gerçek mirasçılar.

verese-i nübüvvet / وَرَثَۀِ نُبُوَّتْ

  • Peygamberliğin mîrâsına vâris olanlar (ilim ehli olanlar).

virase

  • Mirasyedilik.

zevil erham / zevil erhâm

  • İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz (farz hisse sâhibi) ve asabe denilen kimseler dışındaki yakın akrabâ.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın