Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
meyda
ifadesini içeren
852
kelime bulundu...
ab-berin
Akarsu ve şelâle kenarlarında suyun tazyikle akmasından meydana gelen içi oyuk kovuk.
(Farsça)
abd
Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."
abi / abî
Ayva.
(Farsça)
Suda yaşayan ve suda meydana gelen.
(Farsça)
Çok mâvi.
(Farsça)
adem-i vuku
Olayın meydana gelmemesi.
adette bid'at / âdette bid'at
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfesi zamânında olmayıp, ibâdet etmek ve sevâb kazanmak niyyeti ve kasdı olmaksızın sonradan meydana çıkarılan şeyler.
adetullah / âdetullah
(Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen Allah'ın emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. "Âdetullah" y
adiyat / âdiyat
(Tekili: Âdi) Her zaman meydana gelen hârikulâde ve birer mu'cize-i kudret olmakla beraber, insanlarca alışılmış olduğundan kuymeti bilinmeyen hâdiseler.
Kıymetsiz şeyler.
afşar
Avşar kabilesini meydana getiren Türkmenlerin adı.
ağtabaka
Tıb: Görme sinirlerinin göz yuvarlağı içinde dağılmasından meydana gelen zar.
ahd-i atik
Eski ahd. Hıristiyanlarca Mûsâ aleyhisselâma inen kitab. Bu ismi ilk olarak hıristiyanlar kullanmışlardır. Hıristiyanların Kitab-ı mukaddes denilen kitabları Ahd-i Atîk ile Ahd-i Cedîd'den meydana geldiğinden onlar da Ahd-i Atîk'i kutsal kabul etmekt edirler. Yahûdîler, Ahd-i Atîk yerine Tanah demek
ahval / ahvâl
Hâller. Tasavvuf yolunda bulunan kimselerin, kalblerinde meydana gelen değişmeler. Hâl'in çokluk şeklidir.
ahval-i galibi / ahvâl-i galibi
Çoğunlukla meydana gelen haller, durumlar.
akmadde
Anatomi: Omuriliğin dış; beynin iç tabakasını meydana getiren sinir lifleri. Beyin hücrelerinin çoğunu, akmadde teşkil eder.
akve
Evin önündeki açıklık, meydanlık. Avlu.
alan
Orman içinde açıklık, meydan.
alani / alânî
Açıkta, meydanda, herkesin gözü önünde.
alaşım
Madenlerin eriyerek birleşmesi sonunda meydana gelen madde, halita.
alem-i islamın şahs-ı manevisi / âlem-i islâmın şahs-ı mânevîsi
Bütün İslâm âleminden meydana gelen mânevî şahıs; tüzel kişilik.
alem-i küfür / âlem-i küfür
Küfrü ve inkarcılığı yaymaya çalışan kişilerden meydana gelen güruh.
alem-pesend / âlem-pesend
Dünyaya meydan okuyan.
alempesent / âlempesent
Dünyaya meydan okuyan.
alen
Aşikâr, apaçık, meydanda olma.
aleni
Açık olarak, meydanda. Gizli olmayarak.
amas
İnsan vücudunda meydana gelen sis ve kabarcık.
(Farsça)
amel defteri
İnsanların dünyâda iken yaptığı bütün işlerinin yazıldığı ve Arasât meydanında herkese verilecek olan defter.
amnezi
Psk. Hafıza kaybı, erken bunama, ihtiyarlık bunaması, histeri, beynin zedelenmesi gibi hâllerde meydana gelir. Hafıza kaybı kısmî veya umumi (genel) olabilir. Hasta, belli bir olaydan öncekini (retrofrat), yahut sonrakini (anterofrat) hiç hatırlamaz, yahut tamamen hafızasını kaybeder.
anasır / anâsır
(Tekili: Unsur) Unsurlar. Bir şeyin meydana gelmesine sebeb olan temel esaslar. Elementler.
anasır-ı garaz / anâsır-ı garaz
Hınç ve düşmanca niyeti meydana getiren unsurlar, kin sebepleri.
anatomi
Canlıların yapısını ve bu yapıyı meydana getiren uzuvları inceleyen ilim dalı. Tıbtaki önemi çok büyüktür.
aposteriori
Fels: Tecrübe sonunda meydana gelen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ ateşin yakıcı olduğunu denedikten sonra anlarız. Bu bilgi, aposteriori bir bilgidir.
arasat
Mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı.
(Aresât) Mahşer yeri. Haşir ve neşir meydanı.
arasat meydanı / arasât meydanı
Öldükten sonra insanların ve diğer canlıların diriltilip toplanacakları meydan. Buraya mevkıf ve mahşer de denir.
araz
Belirti, sonradan meydana gelen özellik.
İşaret, alâmet.
Tesadüf.
Kaza, felaket.
Kendi kendine vücut bulmayıp başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet.
arsa / عرصه
Yer, meydan.
(Arapça)
arsa-i alem / arsa-i âlem
Alem arsası, dünya meydanı.
arsa-i kar-zar / arsa-i kâr-zâr
Muharebe alanı, savaş meydanı.
arz
Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir işi büyüğüne hürmetle anlatmak. İzâh etmek. Takdim etmek. Bir kimseye bir şeyi izhar etmek.
Kıymetli bir şeyi diğer bir şeyle değiştirmek.
Bir şeyin birden, âniden meydana gelmesi.
Altın ve paradan gayrı mal, metâ. Bir şeyin uz
arz-ı iftikar
Hacatını arzetme, ihtiyaçlarını meydana koyma.
asa
Genişlik. Zuhur, meydana çıkma. Büyük kadeh.
asar-ı medeniyet / âsâr-ı medeniyet
Medeniyetin meydana getirdiği eserler.
aşikar / aşikâr / âşikâr
Belli, meydanda, açık. Bedihi.
(Farsça)
Açık, belli, meydanda.
asit
Terkibindeki hidrojenin yerine element alarak tuz meydana gelmesine sebep olan ve mavi turnusolü kırmızıya çevirmek hâsiyetinde hidrojenli birleşik hamız.
(Fransızca)
asris
At koşturulan meydan, hipodrom.
(Farsça)
atmosfer
Dünyanın çevresini kuşatan 100 km. kalınlığında, çeşitli gazlardan meydana gelen gaz tabakası. Başka gök cisimlerini kuşatan gaz tabakalarına da atmosfer denir.
Bir yerdeki mânevi hava.
Basınç birimi. 0 derecede 76 cm. yükseklikteki bir civa sütununun 1 cm. karelik alan üzeri
atol
Mercan adası. Mercan iskeletlerinin birikmesiyle meydana gelmiş olan halka biçiminde ve ortasında bir göl bulunan adacık.
averd-gah / averd-gâh
Muharebe meydanı, savaş alanı.
(Farsça)
ayb-cu / ayb-cû
İnsanın ayıplarını araştıran, herkesin ayıbını, noksanını meydana çıkarmak isteyen.
(Farsça)
ayb-ı hadis / ayb-ı hâdis
Huk: Satılan eşya müşteri elinde iken ârız olan ayıb. (Müşterinin satın aldığı kumaşı kesip biçmesiyle meydana gelen hâl gibi)
ayet / âyet
Alâmet, işâret, mûcize, ibret.
Kur'ân-ı kerîmdeki sûreleri meydana getiren cümle veya cümleciklerden her biri. Çoğulu âyâttır.
Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren alâmet, ibret, işâret.
Mûcize.
ayıklanma
(Biyolojide) Çevre şartlarına en iyi uyabilen canlıların hayatta kalıp çoğaldığı, uyamıyanların öldüğü ve nesillerinin yok olduğu, böylece canlılardan tabii bir tekâmül (evrim) meydana geldiğini savunanların ileri sürdüğü bir tâbirdir.
(Türkçe)
ayn
Birşeyin kendisi.
Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim.
Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal.
İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan mal
ba'seret
Dikkatle teftiş etme.
Keşif ve istihrac etme.
Perâkende edip dağıtma.
İnkılâb. Karıştırma. Bulandırma.
Meydana çıkma.
Kirli leke.
babil / bâbil
Asurlular devrinde Irak'ta kurulan şehirlerden biri. Bağdat'ın aşağı tarafında bulunan ve büyücülüğünden dolayı, eski edebiyatımızda "Çeh-i Bâbil" olarak yer alan ve birçok dillerin meydana gelmesi bakımından da adı geçen "Bâbil Kulesi"nin bulunduğu ilkçağdan kalma bir şehir.
babil kulesi / bâbil kulesi
Tevrat'ın rivayetine göre Hz. Nuh'un (A.S.) oğulları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yaptırılmış büyük bir kuledir. Rabbimiz bu kulede çalışmakta olanların dillerini değiştirmiş ve birbirlerini anlamaz hale getirmiştir. Bundan dolayı tamamlanamamış ve 72 dil burada meydana gelmiştir. (Buna "tebelb
badire
Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Musibet.
Kabahat.
Birden, zahmetsizce söylenen söz.
Kılıcın, namlunun veya her çeşit nebatın ucu.
Zor geçit.
baha / bâhâ
Suyun derin yeri.
Açık meydanlık. Alan.
Bir evin çevresindeki kapalı avlu veya bahçe.
bahsere
Dağıtma.
Gizli bir şeyi aşikâr yapma, meydana çıkarma.
Kesilerek tane tane olma.
bais / bâis
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Öldükten sonra, kabirlerinde çürümüş ve dağılmış olan cesedleri diriltip mahşere, (arasât meydanına) sevkeden, gönderen.
bankiz
Kutub bölgelerinde deniz suyunun donmasıyla meydana gelen buzların tamamı. Bunlar ençok Kuzey Buz Denizinde görülürler.
baras
Tedavi edilmesi mümkün olmayan ve vücutta beyaz lekeler meydana getiren bir hastalık.
barikat
Bir yolu kapamak üzere, ele geçirilen her türlü eşyadan faydalanılarak meydana getirilen engel.
(Fransızca)
bariz / bâriz
Doğan. Zâhir ve âşikar. Meydanda olan. Belli. Açıkça.
Meydanda, açık.
baskül
Büyük ağırlıkları, küçük bir ağırlık yardımıyla tartmayı sağlamak üzere birkaç kaldıracın uygun bir tarzda birleştirilmesiyle meydana getirilmiş âlet.
(Fransızca)
basur / bâsûr
(Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.
bayezid meydanı
İstanbul'da bulunan, tarihî Bayezid Camii ile günümüzde İstanbul Üniversitesi arasında yer alan meydan.
behv
(Behve) Misafir odası.
Yer altında hayvan ağılı. (Bu iki mananın cem'i Ebhâ-Bühüvv şeklindedir)
Geniş meydan, yer.
Göğüsün içi, boğazdan mideye kadar olan aralık.
Rahim ile mahrecinin arası.
bend
Bağlanan. Bağlanmış.
(Farsça)
Bağ. Boğum. Mafsal.
(Farsça)
Su bendi. Baraj.
(Farsça)
Gam. Gussa.
(Farsça)
Mekir.
(Farsça)
Hile.
(Farsça)
Mülâhaza. Fıkra. Madde.
(Farsça)
Aldatmak.
(Farsça)
Birisini emri altına almak, bendetmek.
(Farsça)
Edb: Baştan sona kadar aynı vezinli bir çok parçalardan meydana
(Farsça)
berahin-i aleniyye
Meydanda ve açık olan deliller.
bere
Tıb: Ezilme veya kılcal damarların kopması sonunda kanın, dokular içinde birikmesi ve bundan dolayı meydana gelen morluk.
(Türkçe)
berim
Siyah ve beyaz ipliklerden meydana getirilen ip.
Cemaat.
Etsiz yemek.
berkeşide
Kınından çıkarılmış, sıyırılmış, çıkarılmış.
(Farsça)
Mc: İlerletilmiş, çekilip meydana getirilmiş.
(Farsça)
bevah
Aşikâr, meydanda, belli. Herkesin gözleri önünde.
bevk
Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme.
Musibet, felâket.
İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme.
Çalıp çırpma.
Yalan söz.
Boşboğaz (adam).
Şiddetli yağmur.
bevz
Rutubetten dolayı yiyecek ve giyeceklerde meydana gelen yeşil renkte küf.
(Farsça)
Ağacın, kök kısmına yakın olan yerleri.
(Farsça)
Eşek arısı.
(Farsça)
bid'at-ı hasene
Resûlullah'ın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler.
bid'at-ı seyyie
Resûlullah'ın ve Eshâbının zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olan bozuk inanış ve ibâdet olarak yapılan işler.
bida'
(Tekili: Bid'at) Bid'atlar. Sonradan meydana çıkan şeyler.
bil'ayan
Açık olarak. Meydanda olarak.
bilanço
ing. Ticarî bir müessesenin muayyen bir devre sonunda alacak verecek durumunu göstermek üzere meydana getirdiği cetvel.
Mc: Herhangi bir işte belirli bir müddet sonundaki iyi ve kötü neticelerin karşılıklı durumu.
bilbedahe
Açıktan. Aşikâr olarak. Meydanda olarak. Besbelli.
bilinç
Psk: İnsanın kendi varlığından ve kendine tesir eden çevresinde meydana gelen hadise ve değişikliklerin, bilgisine sahip olması hali. Şuurun dereceleri vardır. Meselâ: Düşünüyorum ve düşündüğümü biliyorum, yine düşündüğümü bildiğimi de biliyorum ve hakeza. Şuurlu olma ruhun bir vasfıdır. Maddede şuu
(Türkçe)
bilinçaltı
Psk: Şuur altı. Geçmişte yaşadığımız ve etkisi altında kaldığımız hâdiselerden şimdi hatırlayamadıklarımız, şu anda da varlığımızda meydana gelen hadiselerden bilgisine sahip olmadıklarımızın hepsi. İnsan şuurlu hareket ettiği gibi şuuraltı etkilerle de hareket eder. İnsan şuuraltının etkisiyle hare
(Türkçe)
bölük
Takımlardan oluşan, üçü veya dördü bir tabur meydana getiren askerî birlik.
budha
Sâha. Avlu, meydan.
bürhan
Delil, hüccet, isbat vasıtası.
Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas.
Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.
bürhan-ı limmi / bürhan-ı limmî
Kanunlardan hâdiselerine, sebeblerden neticelerine ve müessirden esere olan istidlâl. Yani eseri meydana getirenden esere olan delil. Kablî delil. Ateşin dumana delil olması gibi.
burjuvazi
Burjuvaların meydana getirdiği içtimaî (sosyal) sınıf. Avrupa'da burjuvazi, ticaret ve sanayi ile zenginleşti. Soylular sınıfı ile mücadele ederek Fransız İhtilali ile iktidara geldi. İhtilalde işçilerin, köylülerin, fakir halk tabakalarının desteğini sağladı. Onlara eşitlik, hürriyet, adalet vaad e
(Fransızca)
bürokrasi
Hükûmet dairelerinde aşırı kırtasiyecilik, muamele çokluğu. İşlerin yürütülmesinde şekilciliğin ve idarî işlemlerin ağır basması hâli. Devlet görevlilerinden meydana gelen zümre veya sınıf. Memurlar sınıfı. Bürokrasi, her çeşit rejimde tahakküm vasıtası olmaktadır. Oysa İslâmiyet'te devlet makamları
(Fransızca)
büruc
(Tekili: Burc) Burç, aslında âşikar şey mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk mânasına da kullanılmıştır.
Bunlara teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi su
büruz
Zâhir olma, belirme, meydana çıkma. Çıkmak.
büyü
Cin gibi manevî varlıklar aracılığı ile insan veya başka varlıklar üzerinde etki meydana getirme işi. Dinimiz büyücülerin şerrinden, kötülüklerinden Allah'a sığınmamızı emreder. Müslüman büyücülük yapmaz.
ca'l
Yapma, meydana getirme, yaratma.
cahi / cahî
(Cahiye) Aşikar, aleni, açık, meydanda ve herkesin gözleri önünde olan.
çarmih / çârmîh
Dört çivi. Birbiri üzerine dikey olarak konulmuş iki tahtadan meydana gelen, suçluları îdâm etmek için kullanılan haç şeklindeki darağacı. Bu cezâya çarptırılan kişi iki yana açılmış kollarından ve bağlanmış ayaklarından çivilenerek öldürülürdü.
cazgır
Yağlı güreşlerde pehlivanları seyircilere takdim edip dualarını okuyarak onları meydana çıkaran kimse.
cedel
Münâkaşa, mücâdele, tartışma, kavga. Mantıkda, meşhur veya doğruluğu herkesçe kabûl edilen kadiyye (önerme)lerden meydana gelen kıyas'a verilen ad.
celi
Parlak, açık, âşikâr, meydanda.
Kur'an harfleri ile yazılan bir çeşit yazı.
celiyyat
(Tekili: Celi) Aşikâr, açık, aleni, meydandaki şeyler.
cereyan / cereyân
Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürûr. Vuku, vâki olma.
Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî veya siyasî hareketler gibi birbirlerinden farklı sahalarda olabilir.
cereyan eden
Meydana gelen.
cereyan etme
Meydana gelme.
cereyan-ı tecelliyat-ı ilahiye / cereyan-ı tecelliyat-ı ilâhiye
İlâhî yansımalarının meydana gelmesi, cereyan etmesi.
cevelangah / cevelângâh
Gezip dolaşılan yer. Cevelân yeri. Tâlim meydanı.
cezr
Kök, asıl, temel. Bünyâd.
Kesmek.
Mat: Kendi misline darbolunmakla (çarpılmakla) bir sayı meydana getiren rakam (Kare kök). Üç, dokuzun cezri'dir. Dokuz, üçün meczuru'dur.
Derya, deniz.
Arı kovanından bal almak.
Ay ve güneşin câzibesi te'siri ile deniz
cihan-pesend
Cihana meydan okuyan.
(Farsça)
cihan-pesendane
Dünyaya meydan okuyarak kabul ettirir bir şekilde.
cihanpesend
Dünyaya meydan okuyan, hükümlerini dünyaya kabul ettiren.
cihanpesendane / cihanpesendâne
Dünyaya meydan okurcasına.
cud
Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.
cumhur-u mü'minin / cumhur-u mü'minîn
Mü'minlerden meydana gelen büyük halk topluluğu.
cümmel
(Cümel) Harflerin, sayı kıymetine göre hesaplanması. Ebced.
Bir kaç urganın birleştirilmesinden meydana gelmiş olan çok kalın gemi halatı.
cüz'
Bir bütünü meydana getiren parçalardan her biri.
dar-ı imtihan / dâr-ı imtihan
İmtihan yeri.
Dünya.
Dar-ı mihnet, meydân-ı ibtilâ gibi tâbirler de aynı mânada kullanılır.
daraka
(Çoğulu: Derk- Edrâk-Dırâk) Deriden yapılmış olan kalkan.
Gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan şeklinde olanı.
delil-i ihtira'
Cenab-ı Hakk'ın yeniden icad ederek yarattığı şeylerden meydana gelen, kendi zâtına mahsus delil.
delta
yun. Nehirlerin taşıdığı toprakların (alüvyonları) akarsuyun, denize veya göle döküldüğü yerde yığılmasıyla meydana gelen kısım.
deveran-ı dünya / deverân-ı dünya
Dünyanın sürekli dönmesiyle meydana gelen büyük gelişmeler.
devre
(Çoğulu: Devrât) Dönüş dönme, dönem.
Birkaç yıldan meydana gelen zaman süresi.
Elektrik devresi. Üzerinden elektrik akımı geçmekte olan bir iletken yolun tamamı.
didar
Mülâkat, görüş.
(Farsça)
Görünme.
(Farsça)
Yüz. Çehre.
(Farsça)
Görüş kuvveti, göz.
(Farsça)
Açık, meydanda.
(Farsça)
dinamik
yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu.
Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli.
Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi,
diyet
Tar: Almanya'yı meydana getiren devletlerin özel parlamentolarına verilen isim.
doktrin
yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y.
Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.
Bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti.
düden
Coğ: Yerin altında akan suların oyup meydana getirdiği derin kuyu.
ebced
Arabça Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir (Ebced), (Hevvez), (Hutti), (Kelemen),
ebced hesabı / ebced hesâbı
Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.
ebes
Çok süt içmekten dolayı midede ve karında meydana gelen şiş.
ebreş
Alaca benekli at.
Kırmızı ve beyazdan meydana gelen alaca renk.
ecza-yı şerife / eczâ-yı şerife
Kur'ân-ı Kerim'i meydana getiren otuz cüz.
edebiyat-ı cedide
1896 - 1901 tarihleri arasında Avrupa te'siri ile meydana gelen edebiyat cereyanına verilen isim. Yeni edebiyat. Servet-i Fünun Edebiyatına verilen ad.
eflak
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Romanya'yı meydana getiren asıl ülke (Merkezi Bükreş'tir.)
egniş
İnşa etme, bina yapma. Yapı meydana getirme.
(Farsça)
ehadis-i şerife / ehâdîs-i şerife
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in söz, hareket ve ikrarlarından meydana gelen hadis-i şerifler.
ehl-i tabiat
Herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğine inananlar.
ehun
Toprakta meydana gelen delik, yarık.
(Farsça)
ehval-i haşir
Haşir meydanının verdiği korkular, korkulu hâller.
eleman
(Lât: Element) Unsur. Bileşik bir şeyi meydana getiren basit şeylerden biri. Bir bütünün parçaları.
embriyoloji
yun. Biy: Canlıların başlangıçtan itibaren gelişmesini inceliyen biyoloji ilminin bir bölümü. İkiye ayrılır: 1- Ontogonez: Yumurtadan yavruların meydana gelişini inceler. 2 - Flogenez: Canlıların ilk yaratılışı ile bugünkü şekli arasında meydana gelen değişmeleri inceler. Dünyada başlangıçtan bugüne
emihe
Koyunlarda meydana gelen uyuzluk.
emyus
Anason dedikleri ot.
Kendisinden tuz meydana getirilen taş ki, Türkçe ona "tuz taşı" derler.
enfüsi / enfüsî
Nefsî, nefiste meydana gelen, ferdî zihne ait bulunan, subjektif.
engame
Topluluk, cemaat, kalabalık, izdiham. Toplanma yeri, meclis.
(Farsça)
Muharebe yeri, ceng meydanı.
(Farsça)
Oyuncular derneği.
(Farsça)
erkan / erkân
Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şeyler, esaslar. Rüknün çoğuludur.
eş'ari / eş'arî
Eş'arî mezhebi veya o mezhepte olan. Asıl adı Eb-ul Hasan-ül-Eş'arî olan İmam-ı Eş'arî, Ehl-i Sünnet itikadını âyetlere, hadislere göre izah ve şerh ederek tesbit etmiştir. Ehl-i Sünnet Mezhebi itikadına tercümanlık ederek İslâmiyet'e büyük hizmet etmiştir. (Hi. 260-324) İtikada dâir meydana koyduğu
esbriz
(Esb-riz) At koşusu.
(Farsça)
Savaş meydanı.
(Farsça)
esbtaz
At koşturucu, at koşturan.
(Farsça)
At koşturacak meydan, saha.
(Farsça)
Her şemsî ayın onsekizinci günü.
(Farsça)
eser
Yapı, birinin meydana getirdiği şey.
Bir hususa dâir Peygamberimizden (A.S.M.) rivâyet bulunması. Sünen-i Resul.
Bir şeyin varlığına delâlet eden te'sir.
Meydana getirilen kitap. Kitap te'lifi.
esteh
Çekirdek.
(Farsça)
Kemik. Vücud iskeletini meydana getiren nesne.
(Farsça)
eyyam-ı kur'aniye
Kur'an-ı Kerim'e göre olan günler (...Semavatta herhangi bir kürenin kendi etrafında bir defa dönmesi ile gün; mensub olduğu seyyarenin etrafında bir defa dönmesi ile de senesi meydana gelir. Her yıldızın kendine göre bir günü ve senesi vardır. Meselâ: Şems-üş-şumusun bir günü ellibin sene ve Şi'ra
ezhan
Zihinler. Müdrikler. Anlamayı meydana getiren duygular.
fail / fâil
İşi yapan. Fiili işleyen.
Gr: Masdarın mânasını meydana getirene denir.
fakih / fakîh
Fıkıh âlimi. Dînin amelî (yapılacak işlerle ilgili) hükümlerinde mütehassıs âlim. Çoğulu fukahâdır.
Müctehid. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmemiş olan hükümleri, açık ve geniş olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. İctihâd derecesine
faktör
Bir neticeyi meydana getiren unsurlardan her birisi. Amil.
(Fransızca)
faraziye
(Hipotez) Var sayma, kabul. Bir hâdiseyi, bir olayı açıklamak, bir düşünceyi isbat etmek için isbatı yapılmamış başka düşünceleri dayanak olarak alma. Müsbet ilimlerde araştırmanın bir merhalesini meydana getirir. İncelenen hâdiseyi açıklaması muhtemel olan faraziyeler düşünülür. Faraziyenin doğrulu
faş / fâş
Meydana çıkmış. Yayılmış.
Anlaşılmış olan.
Meydana çıkarma, açığa vurma.
fay
Arazide meydana gelen ve bir tarafı yüksek, bir tarafı alçak olan büyük yarık.
(Fransızca)
federasyon
Bir kaç devletin bir devlet meydana getirecek şekilde birleşmesi.
(Fransızca)
Aynı çeşitten bir çok kurulların meydana getirdiği birlik.
(Fransızca)
fena / fenâ
Tasavvuf ilminde bir terim. Kendini yok görmek. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak, mahlûkların (yaratılmışların) sevgi ve düşüncesini gönülden çıkarmak. Allahü teâlâyı çok zikir (anma) netîcesinde meydana gelen kendini unutma hâli.
fenn
Hüner. Mârifet.
San'at.
Tecrübe.
İlim.
Nevi, sınıf, çeşit, tabaka.
Türlü.
Fizik, kimya, biyoloji, matematik ilimlerinin umumi adı.
Tatbikat ve isbat ile meydana gelen ilim.
Birisini muamelede aldatmak.
Fend.
Borç
ferd-i manevi / ferd-i mânevî
Belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişi, tüzel kişi.
feth-i suver
Suretlerin meydana çıkışı. Her mahlûkun Allah'ın ilim, irade ve kudretiyle en münasib şekilde suretlerinin açılışı.
fevza-i ara / fevzâ-i ârâ
Düşünce alanında meydana gelen kargaşa, anarşi.
firaş-ı sahih
Fık: Nikâh ve mülk-i yemine müstenid bulunan istifraş. Mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan cariye demektir. Binaenaleyh bu iki şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk, varis addolunur. Ancak, cariyeyi istifraşta husule gelen çocuğun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi lâz
fırtına-i ruhiye
Ruhta meydana gelen fırtına.
fütuhat-ı kur'aniye / fütuhat-ı kur'âniye
Kur'ân'ın kalplerde ve ruhlarda meydana getirdiği mânevî fetihler.
gaile çıkarmak
Sıkıntı meydana getirmek, üzüntü vermek.
gayr-i varid / gayr-i vârid / غَيْرِ وَارِدْ
Meydana gelmeyen.
gays
İmdad. Yardım.
Yağmur.
Yağmurla meydana çıkan çayır.
gazel-sera
Nazım şekilleri arasında gazel meydana getiren.
(Farsça)
gonce-i ab / gonce-i âb
Yağmur yağarken suyun yüzünde meydana gelen kabarcık.
gudde-i nekfiyye
Tıb: Kulak memesinden çeneye kadar olan kısımda bazan ufak ufak meydana gelen bezler.
güldeste-i marifet
Allah'ı tanıma ve imanın meydana getirdiği bilgilerden derlenmiş gül destesi.
gülhane hatt-ı hümayunu
Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa
guştin
Etten, etten ibâret, etten meydana gelmiş.
(Farsça)
haç
Birbirini dik olarak kesen iki doğrunun meydana getirdiği, hıristiyanlık dîninin sembolü olarak kabûl edilen şekil. Buna salîb ve istavroz da denir.
hadis / hâdis / حادث
Meydana gelen.
(Arapça)
Yeni.
(Arapça)
hadisat-ı alem / hâdisât-ı âlem
Dünyada meydana gelen olaylar.
hadisat-ı dünyeviye / hâdisât-ı dünyeviye
Dünyada meydana gelen hâdiseler, olaylar.
hadisat-ı istikbaliye-i dünyeviye / hâdisât-ı istikbaliye-i dünyeviye
Gelecekte dünya üzerinde meydana gelecek olaylar.
hadisat-ı kainat / hâdisât-ı kâinat
Kâinatta meydana gelen olaylar.
hadisat-ı kevniye-i gaybiye / hâdisât-ı kevniye-i gaybiye
Maddî âlemde gelecekte meydana gelecek olan olaylar.
hadisat-ı maziye / hâdisât-ı maziye
Geçmişte meydana gelen olaylar.
hadisat-ı semaviye / hâdisât-ı semâviye
Gökte meydana gelen olaylar.
hadise-i ahirzaman / hâdise-i âhirzaman
Âhirzaman hâdisesi, dünya hayatının kıyamete yakın son devresindeki meydana gelen olay.
hadise-i nevmiye / hâdise-i nevmiye
Uykuda meydana gelen olaylar.
hafe / hâfe
(Çoğulu: Hâfât) Sâhil, kıyı, deniz kenarı.
İki veya daha fazla sathın, bir açı teşkil ederek birleşmesinden meydana gelen uzunlamasına keskinlik.
hafif / hafîf
Kuş uçarken, at koşarken veya rüzgâr eserken meydana gelen hışırtı, hışlama.
hakaik-ı akaid-i islamiye / hakâik-ı akâid-i islâmiye
İslâmın temellerini meydana getiren iman hakikatleri, inanç esasları.
hakim-üş şer' / hâkim-üş şer'
Kadılar (hâkimler) için kullanılan bir tâbirdir. Kadılar davaları şer'î hükümler dairesinde hall ü faslettikleri için bu tâbir meydana gelmiştir. Şeriat hâkimi demektir.
halkabend
Toplanıp yuvarlak meydana gelecek şekilde oturma.
(Farsça)
ham madde
Bir şeyin meydana getirilmesi için işlenilen ana maddelerden her biri.
hamse
Mesnevi şekliyle yazılmış beş kitabdan ibaret bir takım demektir ki, böyle eser meydana getirmiş olanlara "Hamsenüvîs", yâhut "Hamseci" denilir. XII. yüzyıla kadar hamse-nüvîslik mutâd değildi. 1195'de vefat etmiş olan Genceli Şeyh Nizamî, manzum olarak beş kitab yazmış ve hepsine birden "penc genç"
harac
Beyazdan ve siyahtan meydana gelen, iki renk olan.
harb-gah / harb-gâh
Harp meydanı, savaş alanı, muharebe yeri.
(Farsça)
harb-i umumi inkılabı / harb-i umumî inkılâbı
Birinci Dünya Savaşının etkisiyle meydana gelen değişimler.
harf
Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri.
Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok mânaların ifadesi için kullanılan şekil. Başkasının mânalarını gösteren işaret.
Vecih, ü
hasat-ı bevliyye / hasât-ı bevliyye
Tıb: Sidik yollarında ve böbreklerde meydana gelen taş.
hasat-ı mesane / hasât-ı mesane
Tıb: Sidik kesesinde meydana gelen taş.
hasif / hasîf
Ak ile kara, alaca renkli urgan.
İki çeşit renkten meydana gelen.
hasıl / hâsıl / حاصل
Meydana gelme, ortaya çıkma.
Peyda olan. Husule gelen. Çıkan, meydana gelen.
Meydana gelen.
Ortaya çıkan, var olan.
(Arapça)
Hâsılı:
Kısacası, sonuç olarak.
(Arapça)
Hasıl etmek:
Meydana getirmek, ortaya çıkarmak.
(Arapça)
Hâsıl olmak:
Ortaya çıkmak, var olmak.
(Arapça)
hasıl etmek
Meydana getirmek, ortaya çıkarmak.
hasıl ettirmek
Meydana getirmek.
hasıl olan / hâsıl olan
Meydana gelen.
hasıl olma
Meydana gelme.
hasıl-ı bilmasdar / hâsıl-ı bilmasdar
Bir şeyin kaynağından ortaya çıkan, gerçek tesir sahibinden meydana gelen sonuç; varmak fiili masdar, acı ise hâsıl-ı bilmasdardır.
Hakiki müessirden hâsıl olan fiildir. Kendi sebeb ve şartlarından meydana gelen şey. Meselâ: Bir şeye vurmak, masdardır; o vurmaktan hâsıl olan ses çıkmak, hâsıl-ı bilmasdır'dır. Tüfek atarak bir adamı öldürmekte tüfek atmak fiili, masdar: adamın ölmesi ve tüfeğin sesi çıkması da hâsıl-ı bilmasdar'd
hasıl-ı cem' / hâsıl-ı cem'
Mat: Toplam. Bir kaç sayının birlikte toplanmasından meydana gelen yekûn.
haşir / hâşir
Haşreden, toplayan. Cem'eden.
Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bir ismi. Haşir meydanında bütün insanlar mübarek izlerinde haşr olup toplanacaklarından Delâil-i Hayrat'ta bu isimle mezkurdur.
haşir meydanı
Öldükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanılacak yer, meydan.
hasıraltı etmek
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
haşirdeki mizan
Haşir meydanındaki amelleri tartan terazi; insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanmasının ardından günah ve sevapların tartılacağı İlâhî terazi.
haşr günü
Mahlukların kabirlerinden kalkıp Arasat meydanında toplandıkları kıyâmet günü.
hatat
Sütün kaymağı.
Tıb: Cilt iltihabından meydana gelen kabukların soyularak iyi olanları.
hatemkari / hatemkârî
Bir sathın "yüzeyin" üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât.
hatt-ı istiva / hatt-ı istivâ
Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi.
(Farsça)
Ekvator.
(Farsça)
Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı ortasında farzolunan çizgi.
(Farsça)
havale
Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
Görmeyi önleyen duvar gibi perde.
Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık.
Postadan gelen emanet kâğıdı.
havass-ı (hamse-i) batına / havass-ı (hamse-i) bâtına
Kalbe bağlı beş duyğu: Hiss-i müşterek (hayâl kuvveti), müdrike (akıl), vehim (vâhime), hâfıza, mutasarrıfa (meydana getirici hayal kuvveti).
haya / hayâ
Utanma, âr, nâmus. Çirkin şeylerden sıkılma veya edebe uymayan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı kalbde meydana gelen rahatsızlık.
hazin / hazîn
Hüzünlü. Keder meydana getiren. Acı uyandıran.
hazır / hâzır
Her yerde hazır bulunan Allah.
Meydanda, göz önünde olan.
hazirin / hazirîn
(Tekili: Hâzır) Meydanda, gözönünde olanlar, huzurda bulunanlar.
hazırun / hazırûn / hâzırûn
Meydanda olanlar, gözönünde olanlar. Mevcut ve hazır olanlar.
Meydanda, gözönünde olanlar.
Hazır olanlar.
hazm-ı nefs
Tahammül etmek. Nefsini kırmak. Meydana gelen kendi ile alâkalı gördüğü bir kusuru kendi üzerine almak. Sabreylemek. Sindirmek.
(Farsça)
hece
(Hecâ) Bir defada söylenebilen, bir veya birkaç harfden meydana gelen sözcük.
Harfleri birer birer söyleyerek okuma.
helyostat
Yansıyan güneş ışınlarını, belli bir doğrultuya yöneltmeğe ve bu doğrultuda tutmaya yarayan bir ayna ile bir ayar sisteminden meydana gelen tertibat.
herc
İnsanların arasında meydana gelen fitne, fesad.
Söze dalıp çoğaltmak. Haltetmek. Sözü karıştırmak.
Kapıyı açık bırakmak.
İnsanların işlerinin karışması.
Seğirtmek.
Katletmek.
hevamm
Böcekler, haşereler. Pire, tahta kurusu, bit, örümcek, yılan gibi, kışın gizlenip yazın meydana çıkan, insan ve hayvanın vücudundan beslenerek yaşayan, insana zararı dokunan (parazit yaşayan) küçük canlılır.
heycagah / heycagâh
Muharebe meydanı, savaş yeri.
(Farsça)
heyet-i mecmua
Ferdlerinin toplamından meydana gelen heyet, genel yapı.
hibek
(Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b
hilaf-ı vaki / hilâf-ı vâki
Gerçek dışı, meydana gelen hâdise ve kanunlara ters.
hırz-ı bigayrihi / hırz-ı bigayrihî
Aslında eşya saklamaya mahsus olmayan, izin almadan girilebilen ve konacak malların yanında muhafızı olan yer. (Yol, mescid, meydan gibi)
hiss-i kablelvukū' / حِسِّ قَبْلَ الْوُقُوعْ
Meydana gelmeden önce hissetme duygusu.
hıyar-ı ayb
Bir şeyde mevcud olan bir kusurun akitten sonra meydana çıkmasından dolayı âkitlerden biri için sabit olan muhayyerliktir.
hiyaz
(Tekili: Hayz) Kadınlarda meydana gelen aybaşı halleri.
hizab
Rüzgârın etkisiyle deniz suyunda meydana gelen hareket, dalga.
(Farsça)
hizb
Her gün devamlı olarak okunan, âyet ve salâvatlardan meydana gelen duâ.
Bölük, taraftar.
Kur'ân-ı kerîmin yirmi sayfadan meydana gelen cüzlerinin dörtte biri olan beş sahife.
hodri meydan
"Kendine güvenen meydana çıksın!" mânâsında meydan okuma, kafa tutma.
homogen
Bütün elemanları aynı yapıda veya aynı keyfiyette olan.
(Fransızca)
Kim: Aynı cinsten olan. Çeşitli elementlerin birleşmesiyle meydana gelmelerine rağmen, bütün kütlelerinde aynı özellikleri gösteren maddelerdir.
(Fransızca)
hornito
İsp. Küçük fırın.
Jeo: Genellikle patlamalar neticesinde meydana gelen, lâv fışkırmalarının volkan selleri yüzeyinde meydana getirdiği kabarcık.
hüceyrat şehri
Küçük hücreciklerden meydana gelen şehir.
hudus / hudûs
Sonradan meydana gelme, yok iken sonradan varlık kazanma.
Yeniden meydana gelme. Sonradan peyda olma. Yok iken vücuda gelme.
Sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma.
hudüs
Sonradan meydana gelme.
hudus / hudûs / حدوس
Meydana gelme, vukubulma.
(Arapça)
hukuk-u mevzua
Konulmuş kanunların meydana getirdiği hukuk.
hümma
(Çoğulu: Hümmeyât) Hastalıktan dolayı vücudda meydana gelen harâret.
Nöbetli hastalık.
Sıtma.
hümmeyat
(Tekili: Hümmâ) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler.
Sıtmalar.
Nöbetli hastalıklar.
hürmet-i müsahere
Sıhriyyet sebebi ile hâsıl olan haramlık. Yâni evlenmek sebebi ile meydana gelen akrabalık dolayısıyle hâsıl olan haramlıktır. Bu sıhriyyetin haramlık meydana getirmesi, ister meşru' nikâhla olsun, ister gayr-ı meşru' olsun "hürmet-i müsahere" meydana gelir.Meselâ: Hanefi mezhebinde, bir kimse kendi
huşu' / huşû'
Tevâzû, alçak gönüllülük. Hakk'a boyun eğmek. Korku ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal.
husul / husûl / حُصُولْ / خصول
Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
Meydana gelme.
Meydana gelme.
Meydana gelme.
Ortaya çıkma, gerçekleşme, var olma.
(Arapça)
Husûle getirmek:
Meydana getirmek, gerçekleştirmek.
(Arapça)
husul-pezir / husûl-pezîr
Hâsıl olmuş, meydana gelmiş.
Meydana gelen.
husul-yafte / husul-yâfte
Husule gelmiş, meydana çıkmış, hâsıl olmuş.
(Farsça)
husule gelen
Meydana gelen.
husule gelme / husûle gelme
Meydana gelme.
Meydana gelme.
husulpezir / husulpezîr
Meydana gelen.
huyul
(Tekili: Hayl) Atlı alaylar.
Atlar.
Kötülerin meydana getirdiği kalabalık.
i'lan
Belli etmek. Yaymak. Herkese duyurmak.
Gazetelerde veya sokaklarda duvarlara kâğıt yapıştırarak ticari bir iş, bir adres veya başka bir şeyi herkese bildirme.
Açığa vurma, yayma, meydana çıkarma.
i'tikad
İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
i'tilan
Aşikâr ve meydanda olma. İlân olunma, meydana çıkma.
Doğum esnâsında çocuğun görünmesi.
i'tinan
Bir kimsenin içyüzü meydana çıkma.
İnsanın önüne durma.
ibarat
(Tekili: İbare) İbareler. Bir ifadeyi meydana getiren kelime ve cümleler.
ibaret / ibâret / عبارت
Meydana gelmiş, toplanmış. Bir şeyden teşekkül etmiş. Bir şeyin aynı. Bir şeyin içindekini ve aslını beyan. Bir halden bir hale tecavüz eylemek.
Rüya tabir etmek.
Meydana gelen, oluşan.
Meydana gelmiş, kadar.
Meydana gelen, oluşan.
(Arapça)
ibaret olan
Meydana gelen, oluşan.
ibda / ibdâ
Meydana getirme.
Yaratma.
ibda'
Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı.
Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd, ("İbda', ihdâs, ihtirâ, icâd, sun', halk, tekvin" kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar.)
Edb: Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.
ibda-i san'at / ibdâ-i san'at
Benzersiz güzellikte sanat eseri meydana getirme.
ibn-üz zina / ibn-üz zinâ
Zinâ sonucu meydana gelen çocuk. Piç.
ibrahim
İbrahim kelimesi, İbranicede baba anlamına gelen "eb"; ve cumhur demek olan "reham" kelimelerinden meydana gelmiştir. "Ebu-l cumhur" ise; cumhurun babası demektir. Bu ismi meydana getiren kelimelerin ikisinin de hareke veya telaffuzlarını az bir değişiklik yapmakla yine bu mânalar Arapçada vardır. B
ibraz
Göstermek. Meydana koymak.
ibtila / ibtilâ
Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik.
İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
ibtilac
Meydana çıkma, zuhur etme, görünme.
ibtiza'
Birşey meydanda ve açık olma.
iç oğlanı
Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla
(Türkçe)
icad
Vücuda getirmek. Yeniden bir şey meydana getirmek. Yoktan var etmek.
ichar
(Cehr. den) Sesle okuma.
Ortaya çıkarma, zuhur ettirme, meydana çıkarma, açıklama.
icra vekilleri hey'eti
Vekiller heyeti. Başvekilin riyaset ettiği bakanlardan meydana gelen hey'et.
icra-yı tesir / icrâ-yı tesir
Tesir meydana getirme, tesir etme.
icraat
(Tekili: İcrâ) Meydana getirilen işler. Yapılan işler.
Ameliyat. Tatbikat.
ictihad / ictihâd
İnsan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek, çalışma. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek meydana çıkarma.
ictihar
Askeri çoğaltma.
Meydanda ve gözükür olma. Aşikâr olma.
ideoloji
İnsanların düşünce ve hareketlerine muayyen bir istikamet vererek, siyasî veya ictimaî bir doktrin meydana getirmek isteyen fikir sistemi.
(Fransızca)
ifdah
(Fadih. den) Kötülüğü açığa vurma. Kusur ve ayıpları meydana çıkarma.
ifrazciyan
Darphanede sikke (para) kesenler. Altun, gümüş ve bakır madenlerini para haline getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir.
ifşa
(Çoğulu: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak.
ifşaat
(Tekili: İfşa) İfşa etmeler, fâşetmeler, meydana çıkarmalar, duyurmalar.
ihdas / ihdâs / احداث
Yeniden bir şey yapmak. Ortaya koymak. Meydana koymak.
İcad etme, bir şeyi meydana getirme.
Kurma, oluşturma, meydana getirme.
(Arapça)
İhdâs edilmek:
Kurulmak, oluşturulmak, meydana getirilmek.
(Arapça)
İhdâs etmek:
Kurmak, oluşturmak, meydana getirmek.
(Arapça)
İhdas olunmak:
Kurulmak, oluşturulmak, kon
(Arapça)
ihfik
Yer sarsıntısı ve zelzeleler neticesinde meydana gelen yarıklar, çatlaklıklar.
ihrac
Çıkarmak. Dışarı atmak. Fazla malı başka memlekete göndermek. İstifade için meydana koymak.
ika / îkâ
Salma, meydana getirme.
ika' / îka'
(Vuku'. dan) Vuku buldurmak. Fena bir şey yapmak. Meydana getirmek. Yetiştirmek. Düşürmek.
Meydana getirme, gerçekleştirme.
ikale
Pazarlığı bozma. Her iki tarafın isteğiyle alışveriş mukavelesini bozma. Bir hukuki muamele ile meydana gelen vaziyetin diğer bir hukuki muamele ile eski haline getirilmesi.
Demediği halde "Dedin" diye iddia etme.
ikame
Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
iki dirhem bir çekirdek
Mc: "Pek süslü" yerine kullanılır bir tabirdir. Osmanlı altını iki dirhem bir çekirdek ağırlığında olduğu için bu tâbir meydana gelmiştir.
ikilik
t. İki kuruş kıymetindeki eski gümüş para.
İki kısımdan meydana gelmiş.
Ayrılık, ihtilâf, ikiye bölünme, iki taraf olma.
ikrah-ı nakıs / ikrah-ı nâkıs
Huk: Dayak ve hapis gibi keder ve elemi gerektiren şeylerden meydana gelen mecburiyet.
ılakıye
Aşikârelik, açıklık, meydanda oluş.
ilcaat-ı zaman
Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.
illet
Bir şeyin veya hükmün meydana gelmesine doğrudan te'sir eden iş, sebeb.
ilm-i huduri / ilm-i hudûrî
Bir şeyi, zihinde onun sûreti (görüntüsü) meydana gelmeksizin bilmek.
inbias
Gönderilme, yollanma.
İleri gelme, meydana çıkma.
incam
Meydana çıkarma.
(Yağmur) dinme.
ince donanma
Tar: Hafif gemilerden meydana gelen donanma. Bunun yerine "Hafif Donanma" da denilir. Bunların en meşhurları: Uçurma, varna, beş çifteleri, karamürsel, aktarma, üstüaçık, çiftekayığı, brolik, celiyye, çamlıca, kütük, at kayığı, kancabaş, âyaska, işkampaviya, şahtur, çekelve, kırlangıç, firkate, kali
indifa
Def olma.
Meydana çıkma. Yerden fışkırma.
Söze girişme.
Geri çekilme.
Başlama.
Teveccüh eyleme.
Yer yer baş gösterme.
inhac
Meydanda, zâhir, açık. Belli etme.
Hayvanı yorarak solutma.
Esvabı eskitme.
inkılab-ı azim-i dini / inkılâb-ı azîm-i dinî
Dinî sahada meydana gelen büyük çaplı köklü değişim.
inkılab-ı azim-i içtimai / inkılâb-ı azîm-i içtimaî
Toplum hayatında meydana gelen büyük değişim.
inkılab-ı azim-i islami / inkılâb-ı azîm-i islâmî
İslâmın meydana getirdiği büyük değişim.
inkılabat-ı berzahiye ve uhreviye / inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye
Kabir ve âhiret âlemlerinde meydana gelen büyük değişiklikler.
inkılabat-ı zaman / inkılâbât-ı zaman
Zaman içinde meydana gelen değişmeler.
inkılabat-ı zamaniye / inkılâbât-ı zamaniye
Zamana bağlı olarak meydana gelen değişimler.
inkişaf
Açılma. Meydana çıkma.
Yetişme.
Terakki etme, ilerleme.
Gizli sırların bilinmesi.
inna / innâ
(İnne ile Na zamirinin birleşmesi ile meydana gelmiştir) şüphesiz biz (meâlindedir.)
insan
Rûh ve bedenden meydana gelen akıl sâhibi varlık.
inşilal
Şiddetle dökülerek akma.
(Su) uçurumdan dökülerek şelâle meydana getirme.
intac
Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme.
intani / intanî
Mikroplu, mikroptan meydana gelen.
intibah-ı ruhi / intibah-ı ruhî
Ruhta meydana gelen uyanış.
irhas / irhâs
Bir peygamberden, peygamberliği bildirilmeden önce meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
irhasat / irhâsât
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğinden evvel meydana gelen ve peygamber olacağına işaret eden harika hâller, belirtiler.
irhasat-ı ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğinden evvel meydana gelen ve peygamber olacağına işaret eden harika haller, belirtiler.
isbat
Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Delil ve şâhitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek.
Sabit ve muhkem kılmak.
Bâki ve pâyidar eylemek.
Delil. Bürhan. Şâhit.
isparçene
İtl. Halatın üzerine sarılan kendir ve ip.
Halatı meydana getiren üç boy bükmenin beheri.
istibane
Açıklama, belli olma. Meydanda ve âşikâr olma.
istibraz
Meydana çıkarmak, açığa vurmak.
istidari / istidarî
Dönerek ve bir daire meydana getirecek olan.
istihrac
Bir şeyin içinden bir şey çıkarmak. Bir mânâyı istidlâl etmek. Meydana ve harice çıkarmak. Bâzı emareleri beliren şeylerden ileriye âit olacak şeyleri çıkarmak. İstidlâl etmek.
iştikak
Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri.
Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak.
Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i
istila
(Vely. den) Kaplamak, yayılmak.
Ele geçirmek. İşgal etmek.
Meydanın sonuna erişmek.
Basmak. Galebe etmek.
istinbat / istinbât
Bir söz veya bir işten gizli bir mânâyı meydana koymak.
Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir mânâyı içtihadı ile meydana çıkarması.
Bir mes'eleyi derin tetkik ile meydana çıkarması.
Bir mes'eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarından güçlükle anlamak.
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş hükümleri, bilgileri, açıkça bildirilenlere benzeterek, meydana çıkarmak.
izafe
Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak.
Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak.
Mal etmek.
Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması.
izafet
Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak.
Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak.
Mal etmek.
Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması.
izdiham
Kalabalık bir yerde halkın çok birikmesinden meydana gelen sıkıntı.
izhar
Açığa vurma. Meydana çıkarma.
Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek.
Yalandan gösteriş.
Tecvidde, iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak ihfâsız, idgamsız olarak okumaya denir. Bu sıfatın harfleri Huruf-ı halk denilen harflerdir.
izhar etme
Meydana çıkarma, gösterme.
iztiba / iztibâ
Hac ve ömre ibâdetlerinde erkeklerin giydikleri dikişsiz iki parçadan meydana gelen ihramın üst parçasının bir ucunu sağ koltuk altına alıp diğer ucunu sol omuz üzerine atmak.
jandarma
Yurt içinde asayişi sağlamak gayesiyle meydana getirilen ve orduya mensup silâhlı kuvvet. Ve bu kuvvette yer alan asker.
(Fransızca)
kaakı'
Birbiri ardınca meydana gelen gök gürlemesi.
kabadayı
Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi.
Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.
kabl-ez zuhur
Zuhurundan ve meydana çıkmadan evvel.
kaburga
Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.
kader
Allah'ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması.
kader-i ilahi / kader-i ilâhî
Allah'ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması.
kader-i ilahiye / kader-i ilâhîye
Allah'ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması.
kaide
Esas. Temel. Düstur. Nizam. Yol. Ayaklık.
Dip taraf.
Bir şeyin meydana gelmesine şart ve düstur olan husus.
Bir ilim ve fennin düsturlarından her biri.
Fık: Hayızdan ve çocuktan kesilmiş kadın.
kalb gözü
Kin, hased, kibir gibi mânevî hastalıklardan kurtulup, her an Allahü teâlâyı anan kimsenin kalbinde meydana gelen, işlerin iç yüzünü görme kuvveti, basîret.
kalem-i kaza ve kader / kalem-i kazâ ve kader
Allah'ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi ve bu bilinen ve takdir olunan hadiseleri zamanı gelince meydana getirmesi.
kalem-i kudret ve kader
Allah'ın olacak hâdiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi ve bu olayların düzenli olarak meydana gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç ve ilim.
kangren
Yun: Canlı vücudun belirli bir kısmında hücrelerin ölmesiyle meydana gelen bir hastalık.
kanun-u kader-i ilahi / kanun-u kader-i ilâhî
Allah'ın meydana gelecek hadiseleri gerçekleşmeden önce sonsuz ilmiyle belirlediği ve bütün kâinatta geçerli olan kanunlar.
kanun-u teşekkülat / kanun-u teşekkülât
Meydana geliş kanunu.
kar-zargah / kâr-zârgâh
Savaş meydanı. Harp alanı. Muharebe sahası.
(Farsça)
karabet-i sıhriyye
Kız alıp vermekle meydana gelen akrabalık, yakınlık, hısımlık.
karbonik
Bir karbonla, iki oksijenin birleşmesi ile meydana gelen gaz.
(Fransızca)
kariha-zad / kariha-zâd
Karihadan doğan, karihadan meydana gelen.
(Farsça)
kaside-i emali / kasîde-i emâlî
Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını anlatan ve altmış yedi beytten meydana gelen meşhûr kasîde. Kasîdenin asıl adı Bed-ül-Emâlî olup, yazarı Ali Ûşî'dir.
kaşif / kâşif
Keşfedici. Keşfeden. Gizli bir şeyi meydana çıkarıp, izah eden. Açıklayan.
Mısır'da nâhiye veya kaza idarecilerine verilen ad.
Keşfeden, bulan, meydana çıkaran.
kavanin-i teşkiliye / kavânîn-i teşkiliye
Oluşma, meydana gelme kanunları.
kayd
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi her bir parçası.
kaza / kazâ / قَضَا
Allah'ı takdir ettiği şeyin zamanı gelince meydana gelmesi; kaderde yazılı olanın meydana gelmesi.
Kaderde olanın meydâna gelmesi.
kaza ve kader / kazâ ve kader
Olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması ve Allah'ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlaması.
Allahü teâlânın meydana gelecek hâdiseleri ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) bilip takdîr etmesi ve bu hâdiselerin zamânı gelince, Allahü teâlâ tarafından yaratılması ve meydana çıkması. Allahü teâlânın birşeyin varlığını ezelde bilip, takdîr et
kaza-i muallak / kazâ-i muallak
Allahü teâlânın yaratılmasını şarta bağlı olarak takdîr ettiği ve şart meydana gelince yarattığı şeyler.
kaza-yı ilahi / kazâ-yı ilâhî / قَضَايِ اِلٓه۪ي
Allahın takdîrinin meydana gelmesi.
kazā-yı rabbani / kazā-yı rabbânî / قَضَايِ رَبَّان۪ي
Terbiye edici olan Allahın takdîrinin meydana gelmesi.
kazan kaldırmak
Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı.
(Türkçe)
kazım / kâzım
Öfkesini yenen, meydana vurmayan.
kederengiz
Üzüntü, keder ve sıkıntı meydana getiren.
(Farsça)
kelamın kuyudat ve keyfiyatı / kelâmın kuyudat ve keyfiyatı
Kelâmın küllünü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla, bunların sarf ve nahiv yönünden hususiyetleri. Meselâ: Müzekkerlik - müenneslik, mârifelik - nekrelik, mübtedâ - haber, sıfat - mevsuf gibi.
kemal-i zuhur / kemâl-i zuhur
Son derece açık olma; gözlerin görme sınırını aşacak şiddette açık ve meydanda olma.
keramet / kerâmet
İkrâm, üstünlük.Hangi peygamberin ümmetinden olursa olsun, velîlerden âdet dışı, yâni fizik, kimyâ ve fizyoloji kânunları dışında meydana gelen şeyler, hâdiseler.
keramet-i ihlasiye / kerâmet-i ihlâsiye
İhlâsın neticesi olarak meydana gelen kerâmet.
keşf
Açmak.
Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.
Açma, meydana çıkarma, gizli bir şeyi bulma, bir sırrı öğrenme.
Allah tarafından ermişlere ilham edilen gizliyi bilme yetisi.
keşf-i esrar
Sırları keşfetme, incelikleri meydana çıkarma.
keşf-i kablelvuku
Olmadan önce keşfetme, meydana çıkarma.
keşf-i raz / keşf-i râz
Gizli bir şeyi meydana çıkarma.
Gizli bir şeyi meydana çıkarmak, açıklamak.
(Farsça)
Sır toplamak, casusluk etmek.
(Farsça)
keşfiyat
(Tekili: Keşf) Keşifler. Bulup meydana çıkarılan şeyler.
Cenâb-ı Hakkın ihsan ve ilhamı ile evliyâullahın, hususan evliya-ı izâm hazeratının ve hasseten Kur'ân-ı Hakimin irşadı ile ve feyzi ile Rüesâ-i Evliyâ ve Server-i Kâinat olan Peygamberimiz Resul-i Ekrem (A.S.M.) Efendimizin de
keşşaf
Keşfeden. Gizli şeyleri bulup meydana çıkaran.
Meşhur bir tefsir ismi.
İzci.
kezm
Kızgınlığı yenme. Öfke ve hiddeti meydana çıkarmama.
Men'etmek, engel olmak.
Hapsetmek.
Nefesin çıktığı yer.
kinegah / kinegâh
Savaş meydanı, muharebe alanı, harp sahası.
(Farsça)
kinetik
Hareketle alâkalı. Hareket dolayısıyla meydana gelen, hareketli.
(Fransızca)
kıt'a
En az iki beyitten meydana gelmiş olan nazım parçası.
kitab-ı mukaddes / kitâb-ı mukaddes
Hıristiyanların mukaddes bilip inandıkları Ahd-i atîk (Eski ahd) ve Ahd-i cedîd (Yeni ahd) kısımlarından meydana gelen kitab. İncîl.
kıyamet
Dünyanın yıkılıp harab olması. Her şeyin mahvolması. Dünyanın sonu ve mahşer meydanına bütün insanların dirilip toplanacağı zaman.
Mc: Büyük belâ.
Fazla sıkıntı.
kıyas-ı istisnai / kıyas-ı istisnâî
Bir kıyasın sonucunun aynı yahut karşıt halinin öncüllerde hem anlam hem de şekil bakımından bulunmasıyla meydana gelen kıyas; meselâ, "mıknatıs bu cismi çekiyor; o halde bu cisim demirdir" cümlesi gibi.
kıyas-ı mürekkeb ve müteşa'ab
İkiden fazla mukaddemden (öncül) meydana gelen kıyas.
kolordu
Üç tümen ve bağlı birliklerden meydana gelen büyük askerî birlik.
kompleks
Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş.
(Fransızca)
Basit olmayan. Mürekkep.
(Fransızca)
İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü.
(Fransızca)
konsey
İdare vazifesi yüklenmiş kişilerin topluluğu.
(Fransızca)
Müzakere hâlinde bulunan kimselerin meydana getirdiği kurul.
(Fransızca)
Bu tarz bir toplantının yapıldığı yer.
(Fransızca)
ku'bere
Bileği meydana getiren iki kemiğin küçüğü.
küll
Hep, tüm, bütün. Çok. Cüz'lerden meydana gelen.Bütün cüzlerin şumul ve istiğrak üzere ifadeleri.
külli / küllî
Külle mensub. Cüz'iyat ve ferdlerden meydana gelmiş olan. Umumi, bütün.
Çok, ziyade, fazla.
Man: İnsan dediğimiz zaman küll'ü ve küllîyi ifade etmiş oluyoruz. İnsanın eli, ayağı, kolu, gözü dersek cüz' ve cüz'îyi ifade etmiş oluruz. Dünya denilirse küll; dünyanın karaları, kı
kürek cezası
Tanzimattan önce ve yelkencilik devrinde işledikleri ağır cürümden dolayı harp gemilerinden kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilen kimseler. Bu gibiler, gemilerde kürek çektikleri için bu tâbir meydana gelmiştir.
kürrase
(Çoğulu: Kerâris) Elyazma kitapların sekiz sahifeden meydana gelen forması.
kutb
(Kutub) Dünyanın şimâl veya cenub uçları. (Güney ve kuzey taraflarının son kısımları.)
Elektrik cereyânını meydana getiren veya mıknatısın uçlarından her biri.
Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın
kütle-i azim / kütle-i azîm
Büyük kütle (yani, büyük halk kitlelerinden meydana gelen topluluk).
kütübhane
Kitapların bulunduğu salon veya bina.
Belli bir kaideye göre tasnif edilmiş kitaplardan meydana gelen bütün.
Kitap koymağa yarayan bölmeli dolap.
kuvve-i müvellide / قُوَّۀِ مُوَلِّدَه
Tevlid edici kuvve, meydana getirci kuvvet.
Birşeyler meydana getirme kabiliyeti.
kuvveden fiile geçme
Potansiyel halde olan birşeyin fiilen meydana gelmesi, ortaya çıkması.
kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat / kuyûdât
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçaları, bütün unsurları.
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm
Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
lahik / lâhik
Namaza imâm ile berâber başladığı hâlde, kendisine uyku, gaflet veya benzeri bir sebebden dolayı abdest bozulması hâli ârız olup da (meydana gelip de) namazın tamâmını veya bir kısmını imâm ile kılamayan kimse.
Kavuşan, ulaşan, yetişen.
lahlaha
Güzel kokuların karışmasından meydana gelen koku.
Güzel kokularla yapılan bir nevi macun.
layıh / lâyıh
Parlak. Meydanda. Aşikâr. Hatıra gelen.
lezen
Şiddet.
Darlık.
Halkın kuyu veya ırmak kenarında kalabalık meydana getirmesi.
liva-i hamd / livâ-i hamd
Hamd (şükür) sancağı. Kıyâmet gününde, canlılar dirilip, Arasat meydanında toplanınca, Allahü teâlâ tarafından Peygamber efendimize ihsân edilecek olan ve altında bütün inananların toplanacağı sancak-ı şerîf.
ma'lul / ma'lûl / مَعْلُولْ
Sebeble meydana gelen.
ma'nevi huzur / ma'nevî huzûr
Allahü teâlâyı anarak emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmak sûretiyle kalbde meydana gelen rahatlık.
ma'reke
Muhârebe meydanı, çarpışma yeri.
Çarpışma. Kıtal. Cenk.
ma-hasal / mâ-hasal
Hasıl olan, meydana gelen, netice, sonuç.
maarik
(Tekili: Ma'rek ve Ma'reke) Savaş meydanları, muharebe alanları. Harp sahaları.
maaşir-i mevcudat
Bütün varlıklardan meydana gelen topluluk.
mabsara
Bedihî ve zâhir olan hususlar. Açık ve meydanda olan hususlar.
maddiyun ve tabiiyyun taunu / maddiyun ve tabiiyyun tâunu
Her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia etme ve her şeyi madde ile açıklamaya çalışma vebası.
madgare
Mukabil iki tarafın şiddetli hücumları ile meydanda gelen savaş.
mahall-i tevarüd
Bir olay veya gelişmenin meydana geldiği yer.
mahall-i zuhur / mahall-i zuhûr / مَحَلِّ ظُهُورْ
Meydana çıkma yeri.
mahasal / mâhasal
Hâsıl olan, meydana gelen.
Netice, sonuç.
mahşer / محشر
Toplanma yeri. Kıyametten sonra insanların tekrar dirilip toplanmaları ve toplandıkları yer. Haşir meydanı.
Çok kalabalık.
Haşir meydanı.
Haşr olunacak, toplanılacak yer. Kıyâmet gününde bütün mahlûkâtın (bütün canlıların) yeniden dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer. Arasat Meydanı, Mevkıf.
Haşir meydanı.
mahşer-i azim / mahşer-i azîm
Bütün varlıkların yeniden diriltilip hesaba çekileceği büyük toplanma yeri; mahşer meydanı.
mahşer-i ekber
En büyük toplanma yeri; haşir meydanı.
mahsus
Duyulmuş. Hissedilmiş. Derk olunmuş. Duyulan.
Aşikâr, belli, zâhir, meydanda.
malizme
Eskiden yirmi sayfadan meydana gelen cüz, broşür.
malul / malûl
Bir sebepten dolayı meydana gelen şey.
maluliyet
Bir sebebe ve illete bağlı olarak meydana gelme.
manevi şahsiyet / mânevî şahsiyet
Belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişi, topluluk, tüzel kişilik.
masari'
(Tekili: Mısrâ') Mısrâlar.
(Masra') Güreş meydanları.
masra'
Çarpışma, ölme.
Güreş meydanı.
materyal
Bir işin meydana çıkması için lâzım gelen şeyler.
(Fransızca)
me'zem
(Çoğulu: Meâzim) Dağ içinde olan dar yol. Cenk yeri, dövüş meydanı.
meal / meâl
(Geri dönmek ve rücu eylemek. den) Meydana gelen netice. Mefhum.
Mânası. Kısaca mânası.
Kaymak.
Husul yeri, peyda olunacak yer.
Son, sonuç.
mec'ul / mec'ûl
Yapılmış. Meydana çıkarılmış. İkame ve ihdas olunmuş olan.
Meydana çıkarılmış, yapılmış olan, yapmacık, uydurma.
mecelle
Tanzîmât'ın îlânından sonra, Ahmed Cevded Paşa'nın başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan; İslâm hukûkunun muâmelâta (alışveriş, şirketler, hibe v.b.) âit hükümlerinin Hanefî mezhebine göre maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunlar veya bu kânunları içerisine alan mecmûa.
mechuriye
Aşikâre olunmuş, açıklanmış, meydana konulmuş.
meclis-i mebusan-ı ilmiye / meclis-i mebusân-ı ilmiye
Âlimlerden meydana gelen ilim meclisi.
mecma-i kebir
Büyük toplanma yeri; haşir meydanı.
mecmua
Toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi.
Seçilmiş yazılardan meydana getirilen kitap. Risâle.
Kolleksiyon.
medar-ı zuhur / medâr-ı zuhûr / مَدَارِ ظُهُورْ
Meydana çıkma sebebi.
mekanizma
Lât. Bir şeyin makina kısmı.
Mc: Oluş ve işleyiş. Meydana çıkış.
mekerr
Cenk edecek yer, savaş meydanı.
mekşuf
Keşfolunmuş, meydana çıkarılmış. Açık. Belli.
mektubat / mektûbât
Din büyüklerinin yakınlarına ve sevdiklerine gönderdiği, nasihat mektublarından meydana gelen kitap.
mektubat-ı rabbani / mektûbât-ı rabbânî
Büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî hazretlerinin îmân, îtikâd ve tasavvuf bilgilerini öğreten mektublarından meydana gelen pek kıymetli kitab.
mele-i a'la / mele-i a'lâ
En yüksek topluluk, meleklerden veya onların büyüklerinden meydana gelen cemâat, topluluk. Melekler âlemi.
mercan
Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
meserretengiz
Sevindiren. Meserret meydana getiren.
(Farsça)
meşher-i a'zam
Büyük teşhir yeri. Ahiret meydanı. Haşir meydanı.
mesnevi / mesnevî
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin (kuddise sirruh) yirmi altı bin beytten meydana gelen ve altı defter olan meşhûr eseri.
Edebiyâtta bir nazım şekli olup, iki mısrânın bir biri ile kâfiyeli hâli. Bu sebeple her beyti kâfiyeli olan eserlere mesnevî denir.
mess
Yapışmak, değmek, dokunmak.
Meydana gelmek.
metin / metîn
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kudretli, kâmil (kusursuz, noksansız) olan, hiçbir sûrette za'fiyet, âcizlik, güçsüzlük meydana gelmeyen.
Hadîs-i şerîfi rivâyet eden (nakleden) râvîlerin (zâtların) sıra ile isimleri demek olan sened kısmından sonra gelen hadî
mevalid-i selase / mevâlid-i selâse
Üç çocuk; dört unsurun (su, hava, toprak, güneş) birleşiminden meydana gelen madenler, bitkiler ve hayvanlar.
mevhumat / mevhumât
Mevhumlar. Asılsız olduğu hâlde zihinde meydana gelen şeyler.
mevkıf
Durak, durulacak yer; kıyâmette ölülerin diriltildikten sonra toplanacakları yer; Arasât meydanı, mahşer yeri.
meyadin / meyâdin
(Tekili: Meydan) Meydanlar. Geniş yerler. Arsalar.
Meydanlar.
meyadin-i harb
Savaş meydanları. Muhârebe alanları.
meydan dayağı
Eskiden askeri mekteblerle kışlalarda tatbik edilen cezalardan biridir. Meydanda tatbik edildiği için bu adı almıştır. Arkadaşını yaralamak, hoca ve zâbitine hakarette bulunmak gibi büyük kabahatlerden dolayı verilen bu dayak cezası, saf saf dizilen bütün talebelerin; asker ise kışladaki askerlerin
meydan-ı ekber
Çok büyük meydan.
meydan-ı galebe
Galibiyet meydanı; üstün gelinen alan.
meydan-ı gaza
Savaş meydanı.
meydan-ı harb
Harp meydanı, savaş alanı.
Savaş meydanı, muhârebe alanı, harp meydanı.
meydan-ı harp
Savaş meydanı.
meydan-ı harp ve imtihan
Savaş ve imtihan meydanı.
meydan-ı haşir / meydân-ı haşir / مَيْدَانِ حَشْرْ
Haşir meydanı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip hesap vermek için toplanılacak olan meydan.
Haşir meydanı. Haşrin yeri.
Ölüleri dirilterek toplama meydanı.
meydan-ı haşr
Haşir meydanı.
meydan-ı haşr-i ekber
Büyük haşir meydanı.
meydan-ı hayat
Hayat meydanı.
meydan-ı imtihan
İmtihan meydanı.
meydan-ı imtihan-ı ins ü can / meydan-ı imtihan-ı ins ü cân
İnsan ve cinlerin imtihan meydanı, yani dünya.
meydan-ı iptila / meydan-ı iptilâ
İmtihan meydanı.
meydan-ı iptila ve imtihan / meydan-ı iptilâ ve imtihan
Tecrübe ve imtihan meydanı.
meydan-ı kebir / meydan-ı kebîr
En büyük meydan.
meydan-ı kıyamet
Kıyamet meydanı.
meydan-ı mahşer
Mahşer meydanı.
meydan-ı maişet
Geçimi temin etme meydanı.
meydan-ı medeniyet
Medeniyet meydanı; uygarlık alanı.
meydan-ı muaraza
Sözle mücadele meydanı.
meydan-ı mübareze
Savaş meydanı.
meydan-ı mücadele ve imtihan
Mücadele ve imtihan meydanı.
meydan-ı mücahede-i maneviye / meydan-ı mücahede-i mâneviye
Mânevî mücadele, cihad meydanı.
meydan-ı müdafaa / meydân-ı müdâfaa / مَيْدَانِ مُدَافَعَه
Savunma meydanı.
Savunma meydânı.
meydan-ı müsabaka
Yarış meydanı.
meydan-ı tayeran-ı ervah / meydan-ı tayeran-ı ervâh
Ruhların uçuştuğu meydan.
meydan-ı tecrübe ve imtihan
Deneme ve imtihan meydanı.
meydan-ı zuhur / meydân-ı zuhûr / مَيْدَانِ ظُهُورْ
Meydana çıkma.
meyl-i tahaddi / meyl-i tahaddî
Meydan okuma meyli. Üstünlüğünü göstermek fikri.
mezamir
(Tekili: Mızmar) Koşu meydanları.
mişvargah / mişvargâh
Gösteri yeri.
(Farsça)
Pehlivanların güreştikleri saha.
(Farsça)
At pazarı. Satılık atların koşturulduğu meydan.
(Farsça)
miyansera
(Miyânserây) Avlu. Ev meydanı.
mizan-ı haşir
Haşir terazisi, büyük hesap günü olan haşir meydanında amelleri tartan terazi.
mızmar
(Çoğulu: Mezâmir) Koşu meydanı. Yarışma sahası.
mizmar / mizmâr
(Çoğulu: Mezâmir) Meydan. At yarıştıracak ve at oynatacak yer.
İnce belli at.
Her türlü çalgı âleti, ney türünden, biri kamış, diğeri ağaçtan olmak üzere iki parçadan meydana gelmiş olan âlet, düdük, kaval, fülüt.
Güzel ses.
mu'amelat / mu'âmelât
İnsanların birbirleri arasında olan işler. Alış-veriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîrâs gibi insanlar arasında meydana gelen işler. Fıkıh ilminin dört kısmından biri.
mu'cizat-ı katıa
Meydana gelişi kesin olan mu'cizeler.
mu'cize
Peygamberlerden aleyhimüsselâm peygamberliklerine delil olarak Allahü teâlânın izniyle meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
mu'cize-i mutlaka
Meydana geldiğinde şüphe duyulmayan mu'cize.
mu'terek
Cenk ve kıtal yeri. Savaş meydanı.
mübadat
Düşmanca davranış, saldırganlık.
Meydana çıkarma.
mübadi / mübadî
Ortaya koyan, meydana çıkaran.
mübareze / mübâreze / مُبَارَزَه
Meydana çıkma.
mübeyyez
(Mübeyyeze) Meydana çıkarılmış, açıklanmış açıkça söylenmiş. Bildiren, açıklıyan.
mübeyyin
Açıklayan. Beyan eden. Meydana koyan.
mübrez
Gösterilmiş, meydana konulmuş, ibraz olunmuş.
mübriz
(Büruz. dan) Meydana çıkaran, gösteren, ibraz eden.
mübtedi'
Bid'at sâhibi. Dinde değişiklik meydana getiren, dinde olmayan bir şeyi varmış gibi gösteren, dinde eksiklik ve fazlalık olduğunu söyleyerek değişiklik yapan. Ehl-i bid'at.
mücahere
(Mücaheret) Açığa vurma, belli etme, meydana çıkarma.
mücahereten
Ortaya koyarak, meydana çıkararak.
mucid
İcat eden, yeni bir şey meydana getiren, fikir ve mânâ yaratan.
Yeni bir şey icad eden, meydana getiren, bulan.
Yaratan. Yoktan var eden.
müeddi / müeddî
Eda eden. Te'diye eden. Ödeyen.
Sebep olan. Meydana gelmesine vesile olan.
müellef
(Ülfet. den) Yazılmış toplanmış.
Te'lif edilmiş, kitap olarak meydana getirilmiş, birleştirilmiş.
müellif
(Ülfet. den) Te'lif eden. Kitab tertib eden, kitab yazan. Kitab meydana getiren.
İmtizac ettiren.
müessisin / müessisîn
(Tekili: Müessis) (Esas. dan) Meydana getirenler, tesis edenler. Kurucular, kuranlar.
müferrec
Meydanı olan. Geniş.
müfredat
Bir bütünü meydana getiren şeylerin her biri.
Bir şeyin içindekiler.
Basit ve gayr-i mürekkeb şeyler.
Toptan mâlum olan şeylerin tafsilâtı, birer birer zikrolunmuşları.
Edb: Tek tek ve ayrı ayrı beyitler.
Gr: Bir ibareyi meydana getiren kelimelerin her
müfsidane / müfsidâne
İfsad etmek suretiyle. Nifak meydana getirmekle. Fesadlıkla. Ara bozuculukla.
(Farsça)
muhabbet-i umumiye
Toplum genelinde meydana gelen sevgi.
muhakkıkin / muhakkıkîn
Hakikati, gerçeği bulup meydana çıkaranlar, araştırıcılar.
muhakkikin / muhakkikîn
Hakikatı bulup meydana çıkaranlar.
İç yüzünü araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri ve velileri. Hakikat araştıran, hak âlimleri.
muhammes
Beşli. Beş katlı. Tahmis edilmiş.
Edb: Her bendi beş mısrâlı olan manzume.
Birbiri ardından gelen ve kapalı olarak uç uca eklenmiş beş kenarın meydana getirebileceği çeşitli şekillerden her biri. Beşgen.
muhassal
Toplam ortaya çıkan, meydana gelen.
muhassıl
Husule getiren. Hâsıl eden. Meydana getiren.
muhdes
İhdas edilmiş. Sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan.
İlm-i Hâlde: Şer'î temizliği gitmiş, abdest veya guslü lâzım gelmiş olan.
Sonradan meydana getirilmiş.
muhdis
Bütün varlıkları yok iken var eden, meydana getiren, yaratan Allah.
muhkemat / muhkemât
Kur'ân-ı kerîmdeki mânâsı açık, meydanda olan, anlaşılabilen âyet-i kerîmeler. Muhkemin çoğulu.
mühlet
Vakit. Bir işi bir zaman için geri bırakmak.
Rıfk ve teenni ile meydan vererek tutmak.
muhteraat
Yeni icad edilmişler. Yeniden meydana çıkarılmış olanlar. İhtira' olunmuşlar.
muhteri
İcad eden, yeni bir şey meydana getiren.
muhteri'
Misli görülmedik bir şey icâd eden. İcâd eden. Yeni bir şey bulan. Yeni bir şey meydana getiren.
Uydurma şeyler ortaya atan. Müfteri.
mukadderat / mukadderât
Allah tarafından takdir olunmuş ileride meydana gelecek haller ve olaylar.
mükaşefe / mükâşefe
Gizli şeyleri birbirine açıp keşf ve izhar etmek, açığa çıkarmak. Meydana çıkarmak.
Bir hususu keşif yolu ile anlamak, bilmek.
Cenab-ı Hakk'ın zât ve sıfatlarına ve sâir sırlarına vukufiyyet.
mükevven
(Kevn. den) Yapılmış. Tekvin edilmiş olan. Yaratılmış. Meydana getirilmiş olan.
mukterih
Bir şeye kasd eden, araştıran.
Yeniden meydana çıkaran.
Düşünmeden, aklına geldiği gibi söyleyen, iktirah eden.
mülk-i habis / mülk-i habîs
Helâl yolla kazanılan mal ile, haram yolla kazanılan malın karışmasından meydana gelen ve birbirinden kolayca ayrılamayan mülk.
mün'akid
İki taraf arasında karara bağlanıp, kabul olunan, meydana gelen.
münceli
Parlayan, meydana çıkıp görünen.
münkeşif
(Keşf. den) Açılmış, meydana çıkarılmış. Açılan, keşfolunan, yeni bulunmuş.
munsarih
(Sarâhat. dan) Açık, meydanda, zâhir.
müntic
İntâc eden, netice veren. Sebebiyet veren, meydana getiren. Bir şeyin neticelenmesine sebep olan.
mürekkeb
İki veya daha çok şeyin karışmasından meydana gelen, bileşik.
mürekkebat-ı mütedahile-i mütesaide / mürekkebât-ı mütedahile-i mütesaide
Atomların iç içe dizilmesiyle yükselip gelişerek meydana gelen moleküller, elementler, bileşikler.
mürekkib
(Rükub. dan) Terkib eden. Bir birleşiği meydana getiren.
mürtes
Muharebede yaralanıp, savaş meydanı dışına nakledildikten hemen sonra vefat eden İslâm mücâhidi.
musahere
(Sıhr. dan) Evlenme ile meydana gelen akrabalık.
müşareket babı
Fiilin iki veya daha fazla şahıs tarafından meydana geldiğini gösteren fiil kalıbı.
müsebbeb / مُسَبَّبْ
(Sebeb. den) Sebebleri ve vesileleri mevcut olan. Sebeb ile meydana getirilmiş olan.
Sebeble meydana gelen.
müsebbebat / müsebbebât
Bir sebeple olanlar, sebeple meydana çıkanlar. Neticeler.
müsebbep
Sebeple meydana gelen, sebebin sonucu.
müsebbib-ül esbab
Bütün sebeplere sâhip olan, hakiki müsebbib (Cenab-ı Hak). Bütün sebepleri meydana getiren, Allah (C.C.)
müseddes
Altı kısımdan meydana gelmiş.
Altılı. Altıgen.
müsemmen
Edb: Sekizer mısralı bentlerden müteşekkil nazım.
Sekiz renkli. Sekiz parçadan meydana gelen.
Fık: Paha biçilmiş ve takdir edilen kıymet karşılığında satılmış olan şey.
müsenna
Kat kat olan.
İkili. İki bölümden meydana gelmiş olan. İki kat olan, iki noktalı olan, iki defa nâzil olan Sure-i Fâtiha. Gr: İki şahsa veya iki şeye delâlet eden kelime.
müşerri'
Teşri' eden. Şeriatın kurucusu. Şeriat kanununu meydana getiren.
müşir
Emreden, işaret eden, bildiren.
Mareşal. En büyük ünvanı taşıyan asker. Silâhlı kuvvetlerde, kaide olarak barış zamanında orgeneral rütbesine kadar terfi etmek mümkündür. Mareşal rütbesi, ancak muharebe sırasında ve bir meydan muharebesi kazanmış olan generallere verilir. Asıl vazife
müstahdes
Sonradan ihdas edilmiş, sonradan meydana çıkarılmış.
müstebin
Açık ve meydanda olan. Zâhir, âşikâr.
müteallin
Aşikâr, aleni ve meydanda olan.
müteayyin
(Ayn. dan) Karar verilmiş.
İleri gelen kimse. Eşraftan olan kişi.
Belli, âşikâr ve meydanda olan. Taayyün eden.
Teayyün eden. Belli, âşikâr ve meydanda olan.
müteayyinan / müteayyinân
(Tekili: Müteayyin) (Ayn. dan) Eşraftan olanlar, ileri gelen kimseler.
(Farsça)
Belli ve meydanda olanlar. Taayyün edenler.
(Farsça)
Karar verilmişler.
(Farsça)
müteazzir
Meydana gelmesi zor olan.
Özürlü olan.
mütebariz
(Bürüz. dan) Tebarüz eden, meydana çıkan. Bâriz âşikar olan.
mütebarizin / mütebarizîn
(Tekili: Mütebariz) Meydana çıkanlar, belirenler, tebarüz edenler.
müteberriz
Beliren, meydana çıkan, teberrüz eden.
mütebeyyin
Meydana çıkan, anlaşılan. Tebeyyün eden.
mütecelli
Tecelli eden, meydana çıkan, görünen. Parlak.
mütehaddis
(Hudus. dan) Meydana gelen, peydâ olan, meydana çıkan.
mütehakkık
Tahakkuk eden, doğruluğu meydana çıkan.
mütehassıl / مُتَحَصِّلْ
(Husul. den) Husule gelen, hasıl olan, vücut bulan, meydana gelen.
Hasıl olan, meydana gelen.
Meydana gelen.
Meydana gelen.
mütehassıl olan
Hâsıl olan, meydana gelen, sonuç itibariyle ortaya çıkan.
müterettib
Terettüb eden. Sıralanmış, sıra ve tertibe girmiş.
Meydana gelen, icab eden.
Dolayı.
müteşekkil
Herhangi bir şekil alan. Birleşmiş, meydana gelmiş olan.
Meydana gelmiş, oluşmuş.
mütevellit
Ortaya çıkan, meydana gelen.
mütezavil
Bir şey meydana getirmeğe çalışan.
Bir şeyi diğer bir şeye yaklaştıran.
mutlak müctehid / mutlak müctehîd
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan hükümleri ve mes'eleleri, açık olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. Ehl-i sünnetin ameldeki mezheb imâmlarından her biri.
müttezih
Açık ve meydanda olan.
muvafakat-i adediye
Sayıca meydana gelen uygunluk, denklik.
müvelled
Doğmuş, doğurulmuş, iki şeyin birleşmesiyle olmuş, sonradan olmuş, melez.
Aslında yok iken sonradan meydana gelmiş.
müvelledat / müvelledât
Doğmakla meydana gelmiş canlılar. Aslında yok iken sonradan meydana gelmiş olanlar.
Uydurma kelimeler.
müvellid
Tevlid eden, husule getiren, doğuran. Doğurtan kimse. Meydana getiren.
Meydana getiren, doğurtan.
müvellid-ül humuza
Ekşilik, oksitlenme meydana getiren. Oksijen.
müvellide
Doğuran, meydana getiren.
müzavele
Bir şeyin meydana gelmesi için çalışma.
Bir şeyi başka bir şeye yakınlaştırma.
muzi' / muzî'
Meydana çıkaran, açığa vuran.
muzmer-i hakaik
Saklı, gizli kalmış, meydana çıkarılmamış hakikatler. Hakikatlerin gizlisi.
muzmir
Meydana çıkarmayan. İçinde saklayan. İzmar eden. Gizli tutan.
na'ra
(Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s
na-mestur
Açık, meydanda, âşikâr.
(Farsça)
Örtülmemiş.
(Farsça)
nafaka-i iddet
Fık: Kadının iddeti içinde muhtaç olduğu nafaka. Koca, boşadığı karısını iddeti bitinceye kadar infakla mükellef olduğu için bu müddet zarfındaki nafaka hakkında bu tâbir meydana gelmiştir.
nak
Nisbet edatı olarak kelimelere eklenir, sıfat meydana getirilir. Meselâ: Gam-nâk : Gamlı, kederli.
(Farsça)
naka
(Çoğulu: Enkâ) Kumdan meydana gelmiş tepe.
naşi / nâşi
Neş'et eden, yeniden vücuda gelen, yetişen, yetişmiş.
Delil, dolayı, ötürü, sebebiyle.
Geceleyin meydana gelip zâhir olan şey.
Yetişmiş oğlan veya kız.
Meydana gelen, ortaya çıkan.
nass
Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler. Çoğulu nüsûs'tur.
Fıkıh usûlü ilminde mânâsı açık ve meydanda olan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler.
natüralizm
(Osm: Tabiiye) Fls: Kâinatta hâdiselerin ve varlıkların meydana gelişinde tabiat kuvvetleri dışında hiçbir sebep ve müessir kuvvet ve yaratıcı kabul etmeyen inkârcı, maddeci görüş.
naverdgah / naverdgâh
Savaş alanı, harb sahası, muharebe meydanı.
(Farsça)
nebagat
Meydana çıkma.
nebş
Gömülü bir şeyi yerden çıkarma.
Bir şeyi diğer bir şey vasıtasıyla meydana çıkarma.
nebt
Bitme, yerden çıkma. Meydana gelme.
Ot.
necaset / necâset
Aslı îtibâriyle veya sonradan meydana gelen bir sebeble pis olan şeyler. Namaza mâni olup olmama yönünden; hafif necâset ve kaba necâset, görülüp görülmeme yönünden; mer'î (görülen) ve gayr-i mer'î (görülmeyen) ve akıcı olup olmama yönünden; mâî (akı cı) ve câmid (katı) olmak üzere kısımlara ayrılır
necl
(Çoğulu: Encâl) Oğul, evlât, çocuk.
Kuşak, nesil, sülâle.
Atmak.
Ayak ucuyla vurmak.
İstihrac etmek, meydana çıkarmak.
Yerden çıkan su.
neş'e
Gönül açıklığı, sevinç.
Yeniden meydana gelmek. Yeniden olan şey.
Yiğit olmak.
Yüksek olmak.
neş'et
Meydana gelmek, vücuda gelmek. Büyüyüp kat ve kamet sahibi olmak. Yetişmek, ileri gelmek.
Çıkmak. Kaynak olmak.
Meydana gelme, doğma.
neş'et eden
Doğan, meydana gelen.
neş'et etme
Doğma, meydana gelme.
neş'et etmek
Meydana gelmek, kaynaklanmak.
neşê
Yeniden meydana gelme, dirilme.
neşêt
Meydana gelme, çıkma.
neşr-i suhuf
Haşir zamanı amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesi.
Sahifelerin neşri.
Haşirde, insanların hesab görülmek için dirildiklerinde amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin amelinin belli oluşu.
nev-i mütevassıt
İki farklı türün birleşmesinden meydana gelen ara tür (katır gibi).
nev-icad
Evvelce yok iken sonradan yapılmış. Yeniden meydana getirilmiş.
(Farsça)
nevreste
(Çoğulu: Nevrestegân) Yeni yetişmiş, yeni bitmiş, yeni meydana gelmiş, yeni hâsıl olmuş.
(Farsça)
niver
Âlemde meydana gelen hâdiseler, haller.
(Farsça)
nümüvv-ü tabii / nümüvv-ü tabiî
Tabiî ve normal bir süreçte meydana gelen gelişme.
nüsu'
Diş etlerinin sıyrılarak dişlerin meydana çıkması.
ordu
Askerlerden meydana gelen düzenli topluluk.
parlamento
İng. Millet meclisi. Milletvekillerinden meydana gelen meclis ve senatonun tamamı.
perde
Kapı, pencere gibi yerlere asılan veya iki yeri birbirinden ayıran, görünmeğe mâni olan şey.
(Farsça)
Mc: Irz, namus, iffet.
(Farsça)
Bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbirinin kalınlık veya incelik derecesi.
(Farsça)
Bir sahne eserinin büyük bölümlerinden her biri.
(Farsça)
Ekran,
(Farsça)
pervazgah / pervazgâh
Uçulacak yer. Tayyâre meydanı. Hava alanı.
(Farsça)
peyda / peydâ
Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan.
(Farsça)
Meydana gelme, ortaya çıkma.
Var olan, açık, meydanda.
peyda etme
Oluşma, meydana gelme.
peyda olan / peydâ olan
Meydana gelen.
rahum
Doğurduktan sonra rahminde hastalık meydana gelen deve.
rahye
Düz meydan.
reva
Lâyık, uygun. Meydana gelmek.
(Farsça)
Gidici.
(Farsça)
rezil ü rüsva
Kusur ve ayıpları meydana çıkarılmış, kepâze olmuş olan.
rezil ve rüsvay olma / rezil ve rüsvây olma
Rezil ve maskara olma, ayıpları meydana çıkma.
rezilürüsva
Ayıpları meydana çıkmakla alçalıp kötü hâle düşmek.
rezmgah / rezmgâh
Savaş meydanı, muhârebe sahası.
(Farsça)
ru-nüma / rû-nümâ
Yüz gösteren, meydana çıkan.
(Farsça)
Yüz görümlüğü.
(Farsça)
Görünme, meydana çıkma.
ru-nümun
Meydana çıkan, yüz gösterici.
(Farsça)
rübai / rübaî
Dörtlük olan. Dörtle ilgili.
Edb: Dört mısralık belli vezinlerle yazılmış manzume. Aynı esasta 24 şekilli vezinle yazılan 4 mısralık şiir.
Gr: Mastarını meydana getiren dört harften hepsi de aslî olan kelimeler.
ruh-u cemaat
Cemaat ruhu; toplumu meydana getiren ruh.
ruhani / ruhanî
Cisim olmayıp gözle görülmeyen cin ve melâike gibi bir mahluk. Ruha ait. Ruhtan meydana gelmiş, melek.
Madde ile alâkalı olmayan, mânevi, ruh âlemine mensub olan.
ruhullah
Allah'ın emriyle meydana gelen.
İsa Aleyhisselâm'ın bir lakabı.
rükn
Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şey.
Namazın içindeki farz.
Kâbe'nin dört köşesinden her birine verilen isim.
rüsva
(Rüsvay) Rezil, kepaze, maskara, ayıpları meydana çıkarılmış.
(Farsça)
sa'd bin ebi vakkas
Aşere-i Mübeşşere'den ve ilk İslâm olanların yedincisidir. Peygamberimiz (A.S.M.) ile beraber bütün gazalarda bulundu. Müslüman olduğunda 17 yaşlarında idi. Hz. Ömer zamanında İran'a gönderilen ordunun başkumandanı oldu. Medayin şehrinin fethinde ve Kadsiye meydan muharebesinde muvaffak oldu. Kufe ş
sa'y
Çalışma, Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme. Bir maksadın meydana gelmesi için elden geleni yapma.
Hızlı yürüme.
Cür'et etme.
Ziyaret etme.
Gammazlık yapma.
Ist: Hac veya Umre'de Safâ ile Merve arasında usulüne göre yedi defa gelip gitmektir.
sabiiler / sâbiîler
Aya ve yıldızlara tapan kimseler. El-Cezîre (Cizre) ve Harran civârında yaşayan bu kimseler, yahûdîlik, hıristiyanlık ve mecûsîlik gibi çeşitli dinlerden bâzı inanışları alarak bir din meydana getirmişlerdir.
sade
(Sayd. dan) Mâzi fiilidir. "Avlandı" mânâsındadır. ( dan) "Bağır, ilân et" mânâsına emirdir. Meydan okumak, âciz bırakmak mealinde ve i'caz yoluna işaret eder "sâd" diye okunur.
Sadakat, sıdk gibi mânâlara da gelir.
sadır / sâdır / صادر
Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
Çıkan; ortaya çıkan, meydana gelen.
Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
Çıkan.
(Arapça)
Sâdır olmak:
(Arapça)
Çıkmak, meydana gelmek.
(Arapça)
İmzadan çıkmak.
(Arapça)
sadır olan / sâdır olan
Çıkan, meydana gelen.
saha / sâha
Meydan, yer, avlu, geniş yer.
Alan, meydan.
saha-i ıtlak
Açık alan, sınırsız meydan.
saha-i zuhur
Görünme meydanı.
sahat
(Tekili: Sâha) Sâhalar, meydanlar, açık yerler, alanlar.
sahire
Yer yüzü, arz.
Kıyamet günü, Cenab-ı Hakk'ın haşir meydanı için tecrid edeceği Arz-ı Beyza.
Aslâ insan ve hayvan ayak basmadık yer yüzü. Çöl.
Cehennem.
sahn
Evin ortasındaki açıklık, avlu, oyuk.
Boşluk. Boş yer. Orta, meydan, aralık.
Sahne.
Cami ve medreselerdeki umumun toplanmasına âit üstü kubbeli ve örtülü yer.
Büyük kâse. Sahan.
Zil.
sahra / sahrâ
Ova, meydan. Çöl.
sahra-i azime / sahrâ-i azîme
Büyük ova, meydan.
şahs-ı manevi / şahs-ı manevî
Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar. Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs.
Bir topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve meziyetler.
şahsiyet-i manevi / şahsiyet-i mânevî
Tüzel kişilik; belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik.
şahsiyet-i maneviye / şahsiyet-i mâneviye
Belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik; Sahabe mânâsını oluşturan ortak kimlik, ortak mânâ.
sala-han / salâ-han
Minarede cuma veya cenaze namazına davet için salâvat okuyan kimse.
(Farsça)
Meydan okuyan kişi.
(Farsça)
salib / salîb
Bir şeyin vücudunu veya vukuunu inkâr eden.
Kapıp götüren, zorla alan.
Alan.
Bir şeyin vücudunun olmadığını veya meydana gelmediğini söyleyip isbat eden.
Hıristiyanlık dîninin sembolü kabûl edilen birbirini dik kesen iki doğrunun meydana getirdiği şekil, haç, istavroz.
sani' / sâni'
(Sun'. dan) Sanatkârca yapan. Yaratan. San'at eseri olarak meydana getiren. İşleyen, yapan. (Allah)
Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah)
şantaj
Bir kimsenin suçunu veya yüz karasını meydana çıkarmak tehdidiyle menfaat sağlamaya çalışma.
(Fransızca)
şap
Alüminyum ve potasyum sülfatından meydana gelen renksiz madde.
sarf
(Çoğulu: Süruf) Harcama, masraf, gider.
Fazl.
Hile.
Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme.
Farz.
Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. K
sarf ve nahv ilmi
Arabî dilbilgisi. Sarf; kelime bilgisi; kelimelerde meydana gelen değişikliklerden ve birbirlerinden türemelerinden bahseden ilim. Nahv; cümle bilgisi; kelimelerin cümle içinde fiil, fâil (özne), mef'ûl (nesne, tümleç) olma gibi durumlarından ve buna göre sonlarının aldıkları i'râbdan (harekelerden)
şari'
Şeriatı meydana koyan, teşri eden. Allah (C.C.).
Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi.
Şüru' eden, başlayan.
sarih / sarîh
Belli, açık, meydanda olan. Kendisinden kasd edilen mânânın açıkça anlaşıldığı lafız (söz).
sarihan
Açık ve belirli olarak. Açıkça. Meydanda ve âşikâr olarak.
şark hadisesi / şark hâdisesi
Doğu bölgesinde meydana gelen hadise; Şeyh Said İsyanı.
şart
Bir işin veya hükmün yapılmasını îcâbettirmeyen, fakat yapılmaması ile de o iş veyâ hükmün meydana geldiği şey.
satı'
(Sâtı'a) Yükselerek meydana çıkan.
Yükselerek görünen. Nur saçan. Parlak.
savafık
Havadis.
Yeni meydana gelen şeyler.
şaziyye
(Çoğulu: Şezâyâ) Kavis, yay.
Ağaç kıymığı gibi, bir şeyden kopmuş parça.
Kırılan kemikten meydana gelen parçalar.
İncik kemiği.
se'ir / se'îr
Cehennem'i meydana getiren tabakaların ikincisi. Burada Tevrât'ı değiştirenler yanacaktır.
sealil
(Tekili: Sü'lul) Memeler.
Vücudda meydana gelen siğiller.
sebeb
Vâsıta. Âlet.
Alâka.
Bahane.
Edb: Harekeli bir harf ile sâkin bir harften veya iki harekeli harften meydana gelen parça.
sebeb-i husul / sebeb-i husûl / سَبَبِ حُصُولْ
Meydana gelme sebebi.
Meydana gelme sebebi.
sebeb-i zuhur-u iktidar-ı müsbet
Olumlu iş ve icraatı meydana çıkarma sebebi.
şecaat-i akliye-i medeniyet meydanı
Medeniyetin aklî kahramanlık meydanı; akıl kahramanlarının meydan okuduğu medeniyet meydanı.
şeccat
(Tekili: şecce) Yüzde ve başta meydana gelen yaralar.
şecce
Başa ve yüze vurarak meydana getirilen yara.
sekar
Cehennem'i meydana getiren tabakalardan üçüncüsü. Burada İncîl'i değiştirenler azâb görecektir.
selika
Üstüne binen kişinin, ayaklarını sallamasından dolalyı, devenin yanlarında meydana gelen ayak izleri.
Tabiat.
şerab / şerâb
Alkollü içkilerden. Pişmemiş üzüm suyunun havasız fıçılarda durmasıyla gaz habbeleri (kabarcıkları) ve köpük çıkararak kokuşup mayalanması netîcesinde meydana gelen ve içilince sarhoş eden içki. Hamr.
şerait-i sulhiye / şerâit-i sulhiye
Barışı ve barış ortamını meydana getiren şartlar.
şerif-i caferi / şerîf-i câferî
Hazret-i Ali'nin, hazret-i Fâtıma'dan dünyâya gelen Zeyneb adlı kızınınAbdullah bin Câfer-i Tayyâr ile evlenmelerinden meydana gelen evlâdına verilen ad.
servet-i fünun
Fenlerin (ilimlerin) zenginliği mânasına gelen bu tabirde, 1891-1900 tarihleri arasında çıkmış olan bir mecmua ve bu mecmua etrafında toplanmış olan kimselerin 1895'den 1901'e kadar meydana getirmiş oldukları Edebiyat-ı Cedide denilen edebî çığıra verilen addır.
sevda
Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk.
(Farsça)
Hırs. Tama.
(Farsça)
Heves, istek.
(Farsça)
Siyah.
(Farsça)
Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat.
(Farsça)
Gam. Keder, Sıkıntı.
(Farsça)
sıffin / sıffîn
Sahabeler arasında meydana gelen bir savaşın adı.
Hazret-i Ali (R.A.) ile Hazret-i Muaviye (R.A.) arasında vuku bulan muharebelere meydan olmakla şöhret bulmuştur. Sıffîn muharebesinde Hazret-i Ali'nin maiyyetinde 120.000 Hazret-i Muaviye'nin maiyyetinde 90.000 kişi vardı. Hazret-i Ömer'in (R.A.) oğlu Hz. Abdullah da şehid olanların arasında idi. S
siga
Gr: Fiilin tasrifinden (çekiminden) meydana gelen çeşitli şekillerden her biri. Kip.
Fiilin çekiminden meydana gelen çeşitli şekillerden her biri.
sıhri / sıhrî
Evlenmelerden meydana gelen akrabalık.
sıhriyet
Evlenmek suretiyle meydana gelen akrabalık.
silsile
Birbirine bağlanan, bir sıra meydana getiren şey. Zincir. Zincir gibi birbirine ekli ve bitişik olan.
Soy, sop.
Sıradağ.
Seri. Dizi.
Ard arda gelen şeylerin meydana getirdiği sıra.
silsile-i hadisat / silsile-i hâdisât
Meydana gelen olaylar zinciri.
sistem
Bir bütün meydana getirecek şekilde, karşılıklı olarak birbirine bağlı unsurların hepsi.
(Fransızca)
İlimde bir bütün meydana getirecek esasların hepsi.
(Fransızca)
Bir nizâm dâiresinde çalışan takım.
(Fransızca)
Proğramlı çalışmak.
(Fransızca)
Manzume.
(Fransızca)
sü'lul
Meme başı.
Vücutta meydana gelen siğil, sivilce.
sübut
Sâbit, berkarar ve pâyidar olup durmak. Oynak ve müteharrik olmamak. Kat'i olarak meydana çıkmak. Sâbit oluş.
Sabit olma, kesin olarak meydana çıkma.
sudur / sudûr
Olma, meydana gelme. Sâdır olma.
(Tekili: Sadr) Göğüsler, sadırlar.
Olma, meydana gelme.
Göğüsler, sadırlar.
sudur eden / sudûr eden
Ortaya çıkan, meydana gelen.
sudur-u gayr-ı ihtiyar
İsteksiz olarak meydana gelme.
sufuf-u ibad / sufûf-u ibâd
Kulların meydana getirdiği saflar.
şühus
Yüksek olmak.
Bir yerden bir yere gitmek.
Gözünü bir yere dikip hareket ettirmeden ve kapağını açıp yummadan durmak.
Bir hâdisenin meydana gelmesinden dolayı acı çekip kararsız olmak.
sünnet-i seyyie
İslâmiyet'in yasak ettiği, sonradan ortaya çıkan, kötü, beğenilmeyen şeyler. Peygamber efendimiz ve dört halîfesinin zamânında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan ibâdet olarak yapılan şeyler. Bid'at.
sure / sûre
Kur'ân-ı kerîmin en az üç âyetten meydana gelen bölümlerinden her biri. Çokluk şekli süverdir. Kur'ân-ı kerîmde 114 sûre olup, bâzı sûrelerin birkaç ismi vardır. Bekara sûresinden Berâe sûresine kadar olan yedi sûreye es-Seb'ut-tıvâl (uzun sûreler), Fâtiha'ya ve âyetleri yüzden az olan sûrelere mesâ
suret-i teşekkül
Meydana gelen şekil, görüntü.
suretpezir
Meydana çıkan, hâsıl olan, şekillenen.
(Farsça)
suretyab / suretyâb
Şekil bulan, suretlenen, meydana gelen.
(Farsça)
süreyya / süreyyâ
Ülker takımyıldızı; yedi (veya altı) yıldızdan meydana gelen ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünen bir takımyıldızı.
sürpriz
Beklenilmeyen bir anda meydana gelen ve şaşırtarak insanı sevindiren veya üzen hâdise. Umulmadık şey.
(Fransızca)
ta'lin
Aşikâr etme. Meydana çıkarma. Açığa vurma.
taallün
Aleni, âşikâr, meydanda olma. Herkesin gözü önünde gibi bilinme.
taayyün
Meydana çıkmak, âşikâr olmak, belli başlı ve itibarlı görünen insanlardan olmak.
taayyünat
Meydana çıkmalar. Belli olmalar. Belli başlı adam sırasına geçmeler.
tabaka-i esiriye / tabaka-i esîriye
Esir maddesinden meydana gelen tabaka.
tabaka-i havass / tabaka-i havâss
Toplumun üst seviyesini meydana getiren seçkinler tabakası.
tabiatperest
Her şeyin kendi kendine olduğunu veya tabiatın meydana getirdiğini kabul eden. Allah'tan (C.C.) gaflet edip, kâinatın tesadüfen olduğunu zu'meden.
(Farsça)
tabiatperestlik
Herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia etme, tabiatçılık.
tabur
Dört bölükten meydana gelen askerî birlik.
tahaddi / tahaddî
Meydan okuma.
Meydan okuma.
Meydan okuma.
tahaddi mu'cizesi
Cenab-ı Hakk'ın, Resülüne inzal ettiği Kur'anın şeksiz, şüphesiz bir mu'cize-i ebediye olduğunu sarahaten göstermek için, şüphesi olanlara karşı "Kur'an'ın mislini ve nazirini yapın" diye meydan okuması.
tahaddi vakti / tahaddî vakti
Meydan okuma ve ihtiyaç vakti (inanmayanlara peygamberliğin ispatı, inananlar için imanın güçlendirilmesi vaktinde gösterilen mu'cizeler).
tahaddüs / تحدس
Yok iken peyda olmak. Ortaya çıkmak. Meydana gelmek. Olmak.
Haber vermek, sezgi.
Sezgi.
(Arapça)
Meydana gelme.
(Arapça)
Tahaddüs etmek:
Meydana gelmek, ortaya çıkmak.
(Arapça)
tahakkuk
Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat edilmek. Sabit ve hakikat olduğu aşikâr olmak.
tahakkuk-u hakaik
Gerçeklerin oluşması, meydana gelmesi.
tahassul
Hasıl olma, çıkma, meydana gelme.
tahassul etme
Meydana gelme, ortaya çıkma, elde edilme.
tahazzüb
(Hizb. den) Toplanma, birikme. Küçük topluluk meydana getirme.
tahkik
Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.
Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur'an kıraat ıstılahında ise: He
tahric / tahrîc
(Huruc. dan) Çıkartma. Meydana koyma.
Şehadetname vermek.
Fık: Müçtehidlerin istinad ettikleri naslara, kaidelere, asıllara tatbikan şer'î hükümleri istihrac etmek. Bu tarz ile hüküm çıkarabilmek salâhiyetinde olanlara: Muharric, sahib-i tahric, ashâb-ı tahric denir.
Çıkartma. Meydana koyma.
Müctehidlerin naslara, kaidelere, asıllara uyarak şer'î hükümleri ortaya koymaları.
Çıkarma, meydana koyma; hadîs-i şerîflerin kaynağını, nasıl geldiklerini, kimlerin naklettiklerini, sahih ve zayıflık gibi derecelerini bulup gösterme, bildirme işi.
taife
Hususi bir sınıf meydana getiren insanlar. Kavim, kabile. Takım.
taktik
Asker kuvvetlerini harb meydanlarında düşmanı şaşırtarak kullanma. Bu işi tedkik eden ilim.
(Fransızca)
Mc: Bir işte muvaffakiyet için lüzum eden yolları kullanma.
(Fransızca)
talmud / talmûd
Yahûdîlerin Tevrât'tan sonra mukaddes kabûl ettikleri, sözlü emirlerin toplandığı Mişnâ ve Gamâra olmak üzere iki kısımdan meydana gelen kitap.
tarz-ı teşkilat / tarz-ı teşkilât
Meydana geliş tarzı.
tasadduk
Sadaka vermek. Allah rızası için fakirlere ve ihtiyacı olanlara, para veyahut ihtiyaca göre herhangi bir şey vermek.
Sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek, meydana çıkmak. (İlmi olan kimse ilminden, malı olan kimse malından tasadduk etsin.) (Hadis meâli)
tasarrufat-ı azime-i yevmiye / tasarrufât-ı azîme-i yevmiye
Hergün meydana gelen büyük tasarruflar, faaliyetler.
tastir
(Satr. dan) Yazı yazma. Satırlar meydana getirme.
tavaif-i müluk / tavaif-i mülûk
Abbasi Devletinin parçalanması ile meydana gelen küçük devletler.
te'sis
Kurma, meydana getirme, temel atma.
teayyün
Bellibaşlı olmak.
Meydana çıkmak. Görünmek. Belirmek.
Anlaşılma. Zâhir ve âşikâr olma.
teayyün-i vücudi / teayyün-i vücûdî
Varlıkta meydana gelme, hâsıl olma.
tebellür
Billurlaşmak. Parlak, şekilli olup ve donup katılaşmak.
Açığa çıkmak. Meydana çıkmak.
teberrüz
Görünme, meydana çıkma.
tebrie
(Tebriye) Bir kimseyi şüpheden ve zan altından kurtarmak. Temizliğini ve suçsuzluğunu meydana çıkarmak.
Borçtan kurtarmak.
Nezahet, ismet.
Beraet ettirmek.
tebyin
Açıkça anlatma, gösterme, meydana çıkarılma.
tecelli
Görünme. Bilinme.
Kader.
Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama.
İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
tecellidar / tecellidâr
İlâhî kudret ve lütuf ile meydana gelen.
(Farsça)
tecelligah / tecelligâh
Tecelli yeri. İlâhi kudretin, İlâhi sırrın meydana çıktığı, göründüğü yer.
(Farsça)
techil
Bir kimseyi câhil saymak, cahilliğini meydana koyma.
tecrübe-i meydan-ı imtihan
İmtihan meydanındaki tecrübe, sınav.
tedhiş-i ezhan / tedhiş-i ezhân
Zihinlerde heyecan meydana getirme.
tedkik
Hakikatı anlamak ve meydana çıkarmak için inceden inceye araştırma.
tehaddi / tehaddî
Meydan okuma.
Meydan okumak.
tekabkub
Bağırsaklarda gazların meydana getirdiği gurultu.
tekeşşüf
Açılmak, görünmek, sıyrılmak, meydana çıkmak.
Rüsvay olmak. Sırları açığa çıkmak.
tekevvün / تكون / تَكَوُّنْ
(Çoğulu: Tekevvünât) Vücuda gelmek. Meydana geliş.
şekillenmek.
Var olmak.
Oluşum, oluşma.
(Arapça)
Tekevvün etmek:
(Arapça)
Oluşmak.
(Arapça)
Meydana gelmek, olmak.
(Arapça)
Meydana gelme.
tekvin / tekvîn
Var etmek. Meydana getirmek. Yaratmak.
İlm-i Kelâmda: Cenab-ı Hakk'ın sübutî bir sıfatıdır ve ademden vücuda getirmesi, icad etmesidir.
Var etmek, meydana getirmek, yaratmak, Kelâm ilminde Allah'ın subûti bir sıfatıdır, yokluktan vücuda getirmesi, icad etmesidir.
tekvin eden
Meydana getiren.
telvin / telvîn
Tasavvuf yolundaki talebenin kalbinde meydana gelen değişik haller.
temşiye
(Meşy. den) Yürütme, ilerleme.
Meydana gelmesini kolaylaştırma.
tenkid
Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir.
terakib
(Tekili: Terkib) Terkibler.
Gr: İki veya daha çok kelimeden meydana gelen birleşik kelimeler. Tamlamalar.
terakkiyat-ı sanayi / terakkiyât-ı sanayi
Sanayi dallarında meydana gelen gelişme ve ilerlemeler—uçak sanayii, gemi sanayii gibi.
terekküb / تَرَكُّبْ
Oluşma, meydana gelme.
Birleşmek. Karışmak. İmtizac etmek.
Bir şeyin birkaç parçadan meydana gelmesi.
Birkaç şeyden meydana gelme.
terekküp
Birleşme, meydana gelme.
terekküp eden
Oluşan, meydana gelen.
tereşşuh
(Çoğulu: Tereşşuhât) Terlemek, sızmak. Sızıntı. Sızıntı meydana çıkmak.
terkib
Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek.
Birbirine karıştırılmış maddeler.
Gr: Terkib-i nâkıs ve terkib-i tam olarak iki kısma ayrılır. Terkib-i nâkıs: Cümle kadar olmayan terkiblerdir. Terkib-i tam ise; bir cümleden ibarettir. Birbirin
terkib-i bend
Edb: Birkaç bendden meydana getirilmiş manzumenin hususan gazel şekli olup müteaddit manzumeler birer beytle birbirine bağlanmıştır.
terkib-i mezci / terkib-i mezcî
İki veya daha fazla kelimeden meydana gelen ve bir isme delâlet eden isim. " Baalbek, Kırıkkale, Tahtakurusu" kelimelerinde olduğu gibi.
terkibat
(Tekili: Terkib) Terkipler. Birkaç şeyin karıştırılmasıyla meydana gelen şeyler.
terkibat-ı mevcudat / terkibât-ı mevcudat
Varlıkların değişik elementlerin birleşmesiyle meydana gelişleri.
terkibat-ı nisbet-i hafiye
Gizli düşünce ve tasavvurlardan meydana gelen terkibler.
tertib-i eşya
Eşyanın belli bir düzende meydana gelmesi.
tertib-i mukaddemat / tertib-i mukaddemât
Bir neticenin meydana gelmesi için lâzım olan sebeplerin sıralarına göre tertib edilmesi. Bir neticeye varılması için sırasıyla riayet edilmesi icab eden sebebler.
tesadüf
Rastgelme. Bir şey kendiliğinden olma. Tedbirsiz meydana gelme.
tesadüfi / tesadüfî
Rastgele. Tesadüf olarak. Tedbirsiz meydana gelmek suretiyle.
teşekkül
şekillenme. şekil alma.
Meydana gelme.
teşekkül eden
Kurulan, meydana getirilen.
teşekkül etme
Oluşma, meydana gelme.
teşekkül-ü ervah / teşekkül-ü ervâh
Ruhların meydana gelmesi.
teşkil
Meydana getirme.
Vücud vermek. Suretlendirmek. Şekil vermek. Meydana getirmek.
Atın iki önayağı ve art ayağının birisinin beyaz olması.
teşkil etme
Oluşturma, meydana getirme.
teşkil eyleyen
Oluşturan, meydana getiren.
teşkil-i ceset
Cesedi oluşturma, meydana getirme.
teşkil-i cümle enva / teşkil-i cümle envâ
Bütün türleri meydana getirme.
teşkil-i eşya
Varlıkların oluşması, meydana gelmesi.
teşkilat / teşkilât
Meydana gelme, oluşma.
teşkilce
Meydana gelişiyle, oluşuyla.
teslis / teslîs
Üçleme; Hıristiyanların tanrı üçtür veya tanrı üç unsurdan (Baba-Oğul-Rûh-ul-kudüsten) meydana gelmiştir şeklinde kabûl ettikleri bozuk inanış. Trinite.
tetre'
(Tarae. den) Ârız olur, meydana gelir (meâlinde).
tevaif-i müluk / tevâif-i mülûk
Abbasî Devletinin parçalanmasıyla meydana gelen küçük devletler.
tevellüd eden
Doğan, meydana gelen.
tevellüt
Doğma, meydana gelme.
tevellüt eden
Doğan, meydana gelen.
tevlid / tevlîd / توليد
Doğurtma, üretme.
(Arapça)
Meydana getirme.
(Arapça)
Tevlîd etmek:
(Arapça)
Üretmek.
(Arapça)
Meydana getirmek.
(Arapça)
tevlidat / tevlidât
(Tekili: Tevlid) Meydana getirmeler, sebep olmalar.
Doğurmalar, doğurulmalar; doğurtmalar.
tevlit etmek
Doğurmak, meydana getirmek.
tezahum / tezâhum
İzdiham meydana getirme, zahmet verme.
tezahür
Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş.
Birbirini korumak, birbirine arka olmak.
Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek.
Avretine zıhar etmek, yani zevcesinin arkasını validesinin arkasına teşbih ederek "zuhruki kezuhri ümmî" demek.
tezavül
Bir şeyi ortaya çıkarma, bir şeyi meydana getirme.
uhbuşe
Türlü kabilelerden meydana gelen topluluk.
ukad-ı hayatiye
Can alıcı noktalar, hayat düğümleri. Bir şeyi meydana getiren aslî rükünler.
umur-u gaybiye-i istikbaliye
Gelecekte meydana gelecek bilinmeyen işler.
üstad-ı kader
Kader Üstadı; Allah'ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir edip, plânlaması demek olan kader ilmi, kader kalemi.
uzv
Canlıyı meydana getiren parçaların her biri, organ.
vacid / vâcid / واجد
Tanrı.
(Arapça)
Meydana getiren.
(Arapça)
vaki / vâki
Olmuş, meydana gelmiş.
vaki olan
Meydana gelen.
vaki olma / vâki olma
Olma, meydana gelme.
vaki olmak
Meydana gelmek, gerçekleşmek.
vaki' / vâki' / واقع / وَاقِعْ
Olan, meydana gelen, gerçekleşmiş olan.
(Arapça)
Vâki' olmak:
(Arapça)
Olmak, meydana gelmek, gerçekleşmek.
(Arapça)
Bulunmak, yer almak.
(Arapça)
Meydana gelen.
vakıat-ı kat'iye / vakıât-ı kat'iye
Kesin olarak meydana gelen vakıalar, olaylar.
vasat
İki şeyin arası.
Orta, merkez, ara. Meydan. Cemiyet muhiti. İç.
vasi' / vâsi'
(Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı.
Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)
vazih / vazîh
(Vuzuh. dan) Meydanda, apaçık.
vazıhat / vâzıhât
(Tekili: Vâzıh) Açık ve meydanda olan şeyler.
vazzah
Meydanda, çok açık, belli.
vekayi-i alem / vekayi-i âlem
Dünyada meydana gelen olaylar.
veled-i zina / veled-i zinâ
Nikâhsız evlenmeden meydana gelen çocuk.
vesi'
(Vesia) Vüs'atli, geniş.
Meydanlık.
veted
Çadır kazığı. Ağaç kazık. Demir mıh.
Edb: Aruzda üç harfden meydana gelen nazım.
vezne
Tartı. Terazi.
Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da kullanılır. Devlet daireleri ile büyük müesseselerde para alıp veren memura Veznedar denir.
Barut
vücud / vücûd / وجود
Varlık.
(Arapça)
Beden.
(Arapça)
Var oluş.
(Arapça)
Vücûd bulmak:
Meydana gelmek, oluşmak.
(Arapça)
vücud bulan
Meydana gelen, varlık âlemine çıkan.
vücuda gelen
Oluşan, meydana gelen.
vücuda gelme
Oluşma, meydana gelme.
vücuda getirilen
Meydana getirilen.
vücuda getirilme
Meydana getirilme, oluşturulma.
vücuda getirme
Meydana getirme.
vücuda getirmek
Oluşturmak, meydana getirmek.
vuku / vukû / وقوع
Gerçekleşme, meydana gelme.
Oluş, meydana gelme.
Bk. vukû'
Vukû bulmak:
Meydana gelmek, cereyan etmek, gerçekleşmek.
Meydana gelme.
vuku bulan
Gerçekleşen, meydana gelen.
vuku bulma
Meydana gelme.
vuku' / vukû' / وقوع
Meydana gelme, cereyan etme.
(Arapça)
vukū' / وُقُوعْ
Meydana gelme.
Meydana gelme.
vukū'u muayyen / وُقُوعُ مُعَيَّنْ
Meydana gelmesi belirlenmiş olan şey.
vukua gelen
Meydana gelen.
vukua gelme
Meydana gelme.
vukuat / vukuât
Meydana gelen olaylar.
vukuat-ı istikbaliye / vukuat-ı istikbâliye
Gelecekte meydana gelecek olaylar.
vukubulma
Meydana gelme.
vüs'
Genişlik. Bolluk.
Fırsat.
Boş meydan.
Kuvvet, güç, tâkat.
Varlık, zenginlik.
Fls: Bir şeyin boşlukta doldurduğu yer.
yealil
(Tekili: Ya'lul) Suları berrak ve saf akan göller.
Beyaz bulutlar.
Su üzerinde meydana gelen kabarcıklar.
Çift hörgüçlü develer.
yekpare
Tek parçadan meydana gelen. Bütün. Parçasız.
yezid
(Hi: 26-64) Hz. Muaviye'nin (R.A.) oğlu ve Emeviye Devletinin ikinci halifesi. Şam'da doğdu. Zamanında Kerbelâ hâdise-i elîmesi meydana geldi.
za
(-Zây) " Doğuran" anlamına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nâdire-zâ : Nâdir şeyler yapan, bulunmaz şey meydana getiren.
(Farsça)
zade-i tab'
(Zâde-i tabiat - Zâde-i hâtır) Bir kimsenin kabiliyetinden, tabiatından meydana gelen eseri.
zahir / zâhir
(Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan.
Görünüşe göre.
Şüphesiz.
Suret. Dış yüz. Görünüş.
Anlaşılan.
Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette.
Açık, belli, görünür, meydanda olan.
zahiren / zâhiren
Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi.
zahiri / zâhirî
Dıştan görünen, meydanda olan.
zarar-ı beyyin
Meydanda ve âşikâr olan zarar.
(Farsça)
zaruriyyat-ı naşie / zaruriyyat-ı nâşie
Bir şeyin kendisinde bulunması zaruri olan ve ondan ayrılması mümkün olmayan ve zâti hassadan meydana gelen zaruretler.
zaviye
Köşe.
Küçük tekke.
İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil.
Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi 360 eşit parçaya bölündüğü takdirde "derece", 400 eşit parçaya bölündüğü takdirde "g
zellet-ül kari / zellet-ül kârî
Kırâat hatâsı. Namazın içindeki farzlardan kırâati yerine getirirken (Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okurken) meydana gelen hatâ, yanlış okuma.
zelzele-i beşeriye
İnsanî zelzele; insanın maddî ve mânevî hayatında meydana gelen sarsıntı, Dünya Savaşları, dinsizlik gibi.
zelzele-i maneviye-i islamiye / zelzele-i mâneviye-i islâmiye
İslâm dünyasında meydana gelen mânevî sarsıntı.
zelzelet-üs saa / zelzelet-üs sâa
Kıyamet sarsıntısı. Kıyamet kopması ânında meydana gelecek olan çok müthiş zelzele.
zemin
Yer. Yeryüzü.
(Farsça)
Meydan. Satıh.
(Farsça)
Tarz. Eda.
(Farsça)
Mevzu.
(Farsça)
zencir-bend
Zincire vurulmuş, zincirle bağlı mânasına gelir. Eskiden azılı katiller ve deliler, zincirle bağlandıkları için bu tâbir meydana gelmiştir.
(Farsça)
Edb: Her mısranın son kelimesi, bir sonra gelen mısraın ilk kelimesini teşkil etmek şekliyle meydana getirilen manzumelere verilen addır. Divan
(Farsça)
zerrat-ı zücaciye
Cam zerreleri, camı meydana getiren atomlar.
zevc
Çift. İki şeyden meydana gelen.
Sınıf, cins, nev'.
Karı ve kocanın herbiri.
Koca, eş.
zey'
(Zeyean) Duyulma. Meydana çıkıp yayılma.
zıhar
İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.
Karşılıklı yardımlaşmak.
Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karıs
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Ediye
mağfûr
halet-i ruhiye
muhal-ender-muhal
Kedhuda
güstah
memalik-i osmaniye
Tayla
hüsn-i idare
muâmele-i mühimme
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
meyda
Mekân
Küçük çocuk
babala
ric'
BİAT
Ur
asral
MUM
pesin