REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te metin ifadesini içeren 358 kelime bulundu...

ab-ı hayat / âb-ı hayât

  • Hayat suyu. Saf ve berrak su. İnce ve derin mânâlı söz. Tasavvufta mürşid-i kâmil denilen evliyâ zâtların, insanların mânen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mübârek sözleri, mânevî nazarları (bakışları) ve kıymetli kalblerinden fışkır an teveccüh. Bir şeyin kıymetini kuvvetli bir şek

ab-yari-i himmetinizle / ab-yârî-i himmetinizle

  • Himmetiniz yardımıyle, himmetiniz sayesinde.

adalet-i rahmet

  • Rahmet ve merhametin adaleti.

adem-i ni'met / عَدَمِ نِعْمَتْ

  • Ni'metin yokluğu.

ahmez

  • Daha metin, daha sağlam, daha çetin.

ahyed

  • Hz. Peygamberin (A.S.M.) Tevrattaki bir ismidir. (Bazı metinlerde Uheyd, Uhidu, Uheydu, Uhyidu şeklinde yazılıdır.)

akika / akîka

  • Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.

alamat-ı kıyamet / alâmât-ı kıyamet

  • Kıyametin alâmetleri, işaretleri.

alamet-i kıyamet / alâmet-i kıyamet

  • Kıyametin kopmasını haber veren belirtiler.

alamet-i kıymet / alâmet-i kıymet

  • Kıymetin belirtisi, verilen değerin işareti.

alem-i rahmet / âlem-i rahmet

  • Allah'ın sonsuz rahmetin yaşanacağı âlem.

alemin imkan-ı mevti / âlemin imkân-ı mevti

  • Dünyanın ölümünün mümkün olması, ihtimal dahilinde olması; kıyametin kopması.

alim-i rahim / alîm-i rahîm

  • Herşeyi hakkıyla bilen ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.

allame-i ümmet / allâme-i ümmet

  • Ümmetin büyük âlimi.

amin bihurmeti seyyidi'l-mürselin / âmin bihurmeti seyyidi'l-mürselîn

  • Peygamberlerin Efendisi hürmetine duamızı kabul et Allahım!.

amin bihürmeti seyyidi'l-mürselin / âmin bihürmeti seyyidi'l-mürselîn

  • "Peygamberlerin Efendisi hürmetine duamızı kabul et Allah'ım!".

amr

  • Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan umumi isimlerden birisi.

anafor

  • Denizde akıntının yanında veya altında, onun ters istikametinde olarak akan su. Akıntı mukabili.

anarşi

  • yun. Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak. Din ve nizam düşmanlığı. Birden başıboş kalmak. Başta hükümet olmamak. Hükümetinin otoritesi kalmamış olan bir milletin durumu.

arabi ibare / arabî ibare

  • Arapça metin.

arabiyyü'l-ibare / arabiyyü'l-ibâre

  • Arapça ibare, metin.

arabiyyülibare / arabîyyülibare

  • Arapça söz, ibare, metin.

arş

  • Taht.
  • Dokuzuncu gök.
  • Çardak.
  • Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer.

arş-ı rahmet

  • Rahmet ve merhametin tecellî ettiği yer, makam.

arz-ı hürmet

  • Hürmetini bildirme. Saygısını gösterme.

aşere-i mübeşşere

  • Hz. Peygamber'in (A.S.M.) kendilerine Cennetlik olduklarını müjdelediği sahabelerdir. Bu kişiler Allah'ın emirlerine bağlılıkta ve din hizmetindeki fedailikte Allah'ın rızasını tam kazanmışlardır. Bu zatlar şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ubeyde b

ata-yı rahmet / atâ-yı rahmet

  • Rahmet ve merhametin ihsanı, vergisi.

avam-ı ümmet / avâm-ı ümmet

  • Ümmetin avam tabakası.

ayn-ı hikmet

  • Hikmetin kendisi.

ayn-ı merhamet

  • Merhametin ta kendisi.

ayn-ı nimet ve rahmet

  • Rahmetin ve nimetin ta kendisi.

ayn-ı rahmet

  • Rahmetin tâ kendisi.

aynı rahmet

  • Şefkat ve merhametin tâ kendisi.

bad-nüma

  • Rüzgârın esme istikametini gösteren âlet. (Farsça)
  • Fırıldak. (Farsça)

barbut altını

  • Tanzimattan önce Osmanlılarda kullanılan bir çeşit altın sikke. Yüzlük Mecidiye altını kıymetinde ve ayarında, iki kırat ağırlığında idi.

batarya

  • İtl. Elektrik elde etmek için hazırlanmış şişeler takımı.
  • Ask: Bir subayın emrine verilen belli sayıdaki ağır silâhlarla bunların hizmetinde bulunan insan, hayvan ve malzemenin hepsine birden verilen isim.

behrever

  • Hisse ve nasibini almış, payını zimmetine geçirmiş. (Farsça)

beraet-i zimmet / berâet-i zimmet

  • Zimmetinde birşey olmayış, suçsuzluk.

berk

  • t. Katı. Sert.
  • Serin.
  • Metin, sağlam.

beşr

  • Eski fetva metinlerinde erkeği temsil eden isimlerden biri.

beytullah

  • Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur.
  • Câmi, mescid.

biçaregan-ı ümmet / bîçâregân-ı ümmet

  • Ümmetin çaresizi, zavallısı.

bihasbilhikmet

  • Hikmetin gereği, hikmete binaen.

bihasebilhikmet

  • Hikmetin gereği, hikmete binaen.

cadil

  • Gürbüz, kuvvetli, kavi, metin.

çavuş

  • Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi subaylara denilirdi. Tanzimattan evvelki Osmanlı saray teşkilatında çavuşlar, padişahın yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi.
  • Onbaşıdan üstte ve assubaydan alttaki derecede olan asker.
  • İşçilerin b

cazibe-i rahmet-i rahman / cazibe-i rahmet-i rahmân

  • Rahmeti her şeyi kuşatan Cenâb-ı Allah'ın merhametinin çekiciliği.

ceberut

  • Azametin daha dâimîsi ve bâtınîsi. Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celadet. Fart-ı kibir ve azamet.

çek

  • Çekoslovakya, Bohemya ahalisinden olan ve Çek'ce konuşan kavim ki, Osmanlı metinlerinde "çeh" diye geçer.

celal

  • (Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım.
  • İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi. Cenâb-ı Hak, vahdaniyyetine delil olacak çok şeyler yarattığından veyâ ihâtadan âli ve celil olduğu veya hislerle idr

celali / celâlî

  • Allah'ın büyüklük ve azametinin tecellîsine ait.

cemal-i rahmet / cemâl-i rahmet / جَمَالِ رَحْمَتْ

  • Rahmetin güzelliği.
  • Rahmetin güzelliği.

cemali / cemalî

  • Allah'ın sonsuz lütuf, ihsan, rahmet ve merhametine dair isim ve sıfatlarının tecellisiyle ilgili; lütuf ve cemal tecellisi gibi.

cerbeze

  • İşleri incelemek, anlamak kuvvetini, lüzumsuz yerlerde kullanmak, ukalâlık etmek, gereksiz aklî yorumlarda bulunmak. Hikmetin aşırısı.

cereyan-ı hikmet

  • Hikmetin cârî, yürürlükte olması; dünyadaki hâdiselerin sebepler altında, fayda ve gayelere yönelik olarak cereyan etmesi.

cezl

  • Kalın odun. Tomruk.
  • Sağlam. Metin.
  • Güzel ve muhkem fikir.
  • Rekik olmayıp doğru ve dürüst olan söz veya kelime.
  • Kâmil, dirayet sahibi, akıllı ve olgun adam.

cihan-değer

  • Cihan kıymetinde. Çok kıymetli. (Farsça)

cihan-kıymet

  • Cihan kıymetinde, çok değerli.

cihanbaha / cihanbahâ

  • Dünyalar kıymetinde.

cihandeğer / cihândeğer

  • Dünya kıymetinde.

cilve-i rahmet / جِلْوَۀِ رَحْمَتْ

  • Rahmetin cilvesi, görüntüsü.
  • Rahmetin görünmesi.

cilve-i rahmet-i alem / cilve-i rahmet-i âlem

  • Cenâb-ı Allah'ın bütün âlemleri kuşatan rahmetinin yansıması.

cilve-i rahmet-i rahmaniye / cilve-i rahmet-i rahmâniye

  • Sonsuz şefkat ve merhameti bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın rahmetinin yansıması.

cilve-i şefkat

  • Şefkatin, merhametin görünmesi.

cud

  • Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.

çuhadar

  • Ayak hizmetinde bulunan çuha elbiseli yahut çuhadan olan perdenin haricinde emre hazır bulunan hademe.

cümmel

  • (Cümel) Harflerin, sayı kıymetine göre hesaplanması. Ebced.
  • Bir kaç urganın birleştirilmesinden meydana gelmiş olan çok kalın gemi halatı.

dabbet-ül-erd / dâbbet-ül-erd

  • Kıyâmetin büyük alâmetlerinden. Kıyâmetin kopmasına yakın çıkacak olan bir hayvan.

dağvari

  • Dağ gibi, dağ cesametinde. Dağ büyüklüğünde. Dağa benzer surette. (Farsça)

dallün bil-ibare / dâllün bil-ibare

  • Bir metindeki ibare ve lâfız ile gösteren.

dar-ı eman / dâr-ı emân

  • Müslümanların zimmetini kabul eden veya müslümanlarla sulh halinde olan, gayr-i müslim bir ahalinin memleketi.

daşten

  • Tutmak, elde etmek, mâlik olmak, zimmetine geçirmek. (Farsça)
  • Zabtetmek, gasbetmek, almak. (Farsça)
  • Görüp gözetlemek. (Farsça)
  • Eskimek, yıpranmak, harab olmak, köhneleşmek. (Farsça)

deccal / deccâl

  • Kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri. Kıyâmete yakın çıkacağı bildirilen ve Îsâ aleyhisselâm ile hazret-i Mehdî tarafından öldürülecek olan zâlim.

dek

  • Desise, hile, dolandırıcılık. (Farsça)
  • Sâil, dilenci. (Farsça)
  • Dilencilik. (Farsça)
  • Sağlam, metin, muhkem. (Farsça)
  • Çatma, tokuşma. (Farsça)

derece-i iktidar ve hikmet

  • İktidar ve hikmetin derecesi.

derece-i kudret ve hikmet / دَرَجَۀِ قُدْرَتْ و حِكْمَتْ

  • Güç, kuvvet ve hikmetin derecesi.

dervah

  • Hastalıktan yeni kurtulan, iyice kendisine gelemeyen kimse. (Farsça)
  • Sağlam, metin, muhkem. (Farsça)
  • Doğru, asıl, gerçek. (Farsça)
  • Yiğitlik, cesaret, cesur olmak, şecaat. (Farsça)
  • Ayıp, utanma. (Farsça)
  • Sertlik, kabalık. (Farsça)

devam-ı hizmet

  • Hizmetin devamı.

deyn

  • Borç. Verilmesi lâzım gelen şey.
  • Fık: Zimmetinde sâbit olan şey.

eazım-ı ümmet / eâzım-ı ümmet

  • Ümmetin ileri gelenleri, büyükleri.

ebrar-ı ümmet / ebrâr-ı ümmet

  • Ümmetin iyileri. Hayırlıları.

ebu zerr-i gıffari / ebu zerr-i gıffarî

  • İlk İslâm olanların beşincisi olup ilimde İbn-i Mes'ud hazretlerine müsavi sayılırdı. Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmdan 281 Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hazreti Ali Kerremallahu Vechehu kendisine "İlim dağarcığı" lâkabını vermiştir. Hi: 31'de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. (R.A.)

eczahane-i rahmet-i alem / eczahane-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir neticesi olarak bütün mânevî hastalıkları tedavi edecek ilâçların bulunduğu eczahane.

efrad-ı ümmet / efrâd-ı ümmet / اَفْرَادِ اُمّتْ

  • Ümmetin bireyleri.
  • Ümmetin fertleri.

ekalliyet

  • (Akalliyet) Bir hükümetin tebaiyyeti altında yaşayan, yabancı din ve milliyete mensub olup, ekseriyeti teşkil etmeyen halk. Azlık. Azınlık.

ekid

  • Sağlam, metin, muhkem.
  • Sarih, kesin, açık, kat'i, muhakkak. Kuvvetli, te'kidli.

ekiden

  • Metin, muhkem ve sağlam şekilde.
  • Açık ve kesin olarak. Sarahaten ve kat'iyyen.
  • Mükerreren, tekrar olarak.

el-metin / el-metîn

  • (Bak. METÎN)

eledd

  • Sert çarpışan kimse. Metin.
  • Hakkı kabul etmeyen, inatçı adam.

elfaz-ı hadisiye / elfâz-ı hadîsiye

  • Hadislerdeki lâfız ve ifâdeler, metinler.

elhamdü lillahi ala ni'meti'l-iman / elhamdü lillâhi alâ ni'meti'l-iman

  • İman nimetinden dolayı Allah'a hamdolsun.

emten

  • Pek metin, çok dayanıklı, en sağlam, fazlaca muhkem.

enbahun

  • Sağlam, metin, muhkem, tahkim edilmiş yer. (Farsça)
  • Hisar, kale. (Farsça)

enes ibn-i malik

  • Ensardan ve Ashâb-ı Kiram'ın fakihlerindendir. Hicretin ibtidasından itibaren on sene Resul-i Ekrem Efendimizin (A.S.M.) hizmetinde bulunmakla şeref kazanmıştır.Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) 2630 Hadis-i Şerif rivâyet etmiştir. 100 yaşına kadar yaşamış, hicri 92 veya 94 senelerinde Basra'da ebedî hayat

eriş

  • Sakatlanan bir uzuv için yaralayandan alınan şer'i diyet.
  • Satıldıktan sonra kusuru ve noksanları belli olan malın, kıymetinden bunun için indirilen miktar.

erkan-ı hükumet / erkân-ı hükûmet

  • Hükûmetin ileri gelenleri.

erkan-ı hükümet / erkân-ı hükümet

  • Hükümetin ileri gelenleri, esas üyeler.

esas-ı azimet

  • Azimetin (en üstün hükmün) esası, temeli.

esas-ı metin

  • Sağlam esas, ana metin.

eser-i inayet ve rahmet / eser-i inâyet ve rahmet

  • Allah'ın özel yardımının ve rahmetinin eseri, sonucu.

eser-i rahmet-i ilahiye / eser-i rahmet-i ilâhiye

  • Allah'ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmetinin eseri.

esrar-ı rahmet

  • Rahmetin içinde gizli olan sırlar.

evsaf-ı celaliye / evsâf-ı celâliye

  • Cenâb-ı Allah'ın haşmetine ait vasıfları.

evsaf-ı celaliye ve cemaliye / evsâf-ı celâliye ve cemâliye

  • Cenâb-ı Hakkın sonsuz güzellik ve haşmetini bildiren sıfatları.

ezvak-ı keramet

  • Kerametin zevkleri.

fesad-ı ümmet / fesâd-ı ümmet

  • Ümmetin fesada girmesi, bozulup iyi özelliklerini kaybetmesi.

feyezan-ı hikmet / feyezân-ı hikmet

  • Hikmetin feyizli coşkunluğu, taşkınlığı.

feyz-i keramet

  • Kerametin feyzi, bereketi.

fikr-i ümmet

  • Ümmet fikri, ümmetin ortak fikri.

garik-ı rahmet / garîk-ı rahmet

  • Rahmete gark olan, rahmetin içine girip onda fâni olan.

gayy

  • Aklın istikametini, yolun doğrusunu kaybetmek. Rüşdün zıddı.

gına-i rahmet / gınâ-i rahmet

  • Rahmetin zenginliği, rahmet ve merhametin geniş tecellîleri.

gıyar

  • Keçe.
  • Ehl-i zimmetin nişanı.

habr-ül ümmet

  • Ümmetin âlimi, meşhur âlim.

habrü'l-ümme

  • Abdullah İbn-i Abbas'ın ümmetin âlimi mânâsına gelen lakabı.

habrülümmet

  • Ümmetin âlimi.

hadim ağası

  • Erkekliği yok edilmiş olan. Böyle kimselere "Tavaşi" de denilirdi. Bu gibiler, yabancı erkekler için mahrem sayılan harem dairesine girip çıktıkları ve muhafaza ile beraber harem hizmetini de gördükleri için kendilerine "Hâdim Ağası" adı verilirdi.

hadise-i rahmet / hâdise-i rahmet

  • İlâhî şefkat, merhametin göründüğü yağmur olayı.

hamz

  • Keskinlik, katılık, şiddet. Metinlik, sağlamlık.

hannan / hannân

  • Rahmetin en hoş cilvelerini gösteren ve çok merhametli olan Allah.

harbiye nazırı

  • Askerlik işleriyle alâkalı dairenin başında bulunan memura verilen ünvandır. Kuva-yı Milliyenin Anadolu'da kurduğu hükümette "Milli Müdafaa Vekili" adını taşıyan bu ünvan, Osmanlı Hükümetine 1908 Temmuz inkılâbı arifesinde kurulan Said Paşa kabinesiyle girmiştir. Ondan evvel "Serasker" adını taşıyor

harisun aleyküm / harîsun aleyküm

  • Tevbe Suresi'nin bir âyetinde geçen bu ifade, birinci derecede Peygamberimiz (A.S.M.) hakkında olup ümmetini ve bütün insanları doğru yola irşadda yılmadan, büyük bir sebat ve azim ve gayretle devam etmesine işaret edilerek böylece tavsif edilmiştir.

hased

  • Kıskanmak, çekememek. Allahü teâlânın bir kimseye ihsân ettiği nîmetin, onun elinden çıkmasını istemek. Zararlı bir şeyin ondan ayrılmasını istemek, hased olmaz, gayret olur.

hasin / hasîn

  • Sağlam. Metin. Mustahkem.
  • Sağlam muhafaza eden.

hatem-i rahmaniyet / hâtem-i rahmâniyet

  • Allah'ın bütün varlıklar üzerinde rahmet ve merhametini gösteren mührü.

hatice / hatîce

  • (Hadîce) Vakitsiz ve erken doğan kız çocuğu.
  • Fetva metinlerinde kadını temsil eden umumi isimlerden birisi. (Ötekiler: Hind, Fâtıma ve Zeyneb'dir.)

hatt-ı şakul / hatt-ı şâkul

  • Çekül doğrultusu. Yer çekimi istikametinde, dünyanın merkezine doğru.
  • Çekül doğrultusu; yer çekimi istikametinde yerin merkezine doğru uzanan hat.

havf vereca / havf verecâ

  • Allahü teâlâdan korkmak (havf) ve rahmetini ümid etmek (recâ).

havza

  • Bir hükümetin idaresi altında bulunan bütün ülkeler.

hayat-ı içtimaiye-i ümmet

  • Ümmetin (Müslümanların) sosyal hayatı.

hayatiyet

  • Canlılık. Hayat işaretinin, alâmetinin görünür olması.

hayrhahlık

  • Başkasının iyiliğini istemek. Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek. Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı.

hazine-i hassa-i rahmet nazırı / hazine-i hassa-i rahmet nâzırı

  • İlahi rahmetin çok özel hazinelerinin gözlemcisi.

hikmet-i hükumet / hikmet-i hükûmet / حِكْمَتِ حُكُومَتْ

  • Hükûmetin gözettiği fayda.
  • Hükûmetin icrâatındaki asıl maksad.

hind

  • Hindistan'ın kısa adı.
  • Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.)
  • Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden birisi. Diğerleri: Fatıma, Hatice, Zeyneb.

hizbü'l-kur'an / hizbü'l-kur'ân

  • Kur'ân'daki iman hakikatlerini insanlara ulaştırma hizmetini yürütenler.

hizbullah

  • Allah'a bağlı olan topluluk; Kur'ân ve iman hizmetinde bulunanlar.

hizmet-i mevla / hizmet-i mevlâ

  • Dostumuz ve gözeticimiz olan Allah'ın hizmetinde bulunma.

hükm-i zımni / hükm-i zımnî

  • Fık: Zımnen vaki olan hüküm. (Bir kimse diğer bir kimse aleyhine; "Benim filân şahıs zimmetinde sâbit olacak şu kadar lira alacağıma onun emriyle kefil olmuş idin" diye dâva ve o kimse kefâleti ikrar ve borcu inkâr etmekle müddei, borcu isbat ederek hâkim dahi hükmetse bu hüküm kefil aleyhine sarâhe

hursend

  • Kısmetine râzı olan, kanaatkâr, tokgözlü. (Farsça)

hüsn-i zan

  • Kulların Allahü teâlâdan rahmetini ummaları.
  • Bir kimse veya bir hâdise hakkında iyi kanâat sâhibi olmak.

huzu'

  • Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.

i'la-yı kelimetullah

  • Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak.

ibarat / ibârât

  • İbareler, metinler, yazılar.

ibare / ibâre

  • Metin, ifade.
  • Metin, yazı.

ibare-i arabi / ibare-i arabî

  • Arapça ibare, metin.

ibare-i arabiye

  • Arapça metin.

ibra-i amm / ibrâ-i âmm

  • Huk: Bir kimsenin zimmetini bütün haklardan, dâvâlardan temize çıkarmak.

ibra-i has / ibrâ-i hâs

  • Huk: Bir kimsenin zimmetini belirli bir haktan, hususi bir dâvâdan veya bir kısım haklardan beri kılmaktır.

ibtizal

  • Çokluğu sebebiyle bir nimetin kıymetini bilmeyip, hor kullanmak.
  • Devamlı şeklide bir şeyi kullanmak.
  • Edb: Herkesin bildiği bir sözü tekrar etmek. (Mümtâziyetin zıddıdır.)

iç oğlanı

  • Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla (Türkçe)

icraat-ı celiliye

  • Allah (C.C.)ın celalî sıfatına yani, kibriya ve azametine delâlet eden, kudret-i hakkı ile hâsıl olan icraatı.

icraat-ı hükumet / icraat-ı hükûmet

  • Hükûmetin icraatı.

idame-i nimet

  • Nimetin, ihsan ve lütfun devamı, sürdürülmesi.

iddianame / iddianâme

  • İddiaların toplandığı yazı, metin.

ifna'

  • Mahvetmek. Tüketmek. Kıymetini kaybetmek. Çok zarar etmek. Yok etmek.

ihata-i rahmet

  • Rahmetin kuşatıcılığı.

ihsanat-ı rahmet

  • Rahmetin, merhametin ihsanları.

ihtilaf-ı re'y-i ümmet

  • Ümmetin re'y ayrılığı. Halkın fikirlerinin başka başka olması.

ihtilas / ihtilâs / اختلاس

  • Zimmetine para geçirme, para çalma. (Arapça)

ikilik

  • t. İki kuruş kıymetindeki eski gümüş para.
  • İki kısımdan meydana gelmiş.
  • Ayrılık, ihtilâf, ikiye bölünme, iki taraf olma.

iktiran

  • Ulaşmak. Mukarin olmak. Yaklaşmak. Yetişmek.
  • İki şeyin bir arada gelmesi. İki nimetin aynı anda bulunması gibi...

ilmin ulüvv-ü kadri

  • İlmin değer ve kıymetinin yüksekliği.

iltifatat-ı rahmet / iltifâtât-ı rahmet

  • Allah'ın sonsuz rahmetinin iltifâtları.

intişar-ı hizmet

  • Hizmetin yayılması.

intizam-ı hikmet

  • Hikmetin düzenlemesi; herbir şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmasındaki düzenlilik.

istibdad-ı hükumet / istibdad-ı hükûmet

  • Hükûmetin baskısı, despotluğu.

istihkam / istihkâm

  • Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak.
  • Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı.
  • Kuvvet ve metanet vermek.

istikbal-i kıble

  • Kıbleye, Kâbe istikametine yönelmek.

jirnet

  • Fırıldak. Rüzgârın istikametini gösteren âlet.

kainatın imkan-ı mevti / kâinatın imkân-ı mevti

  • Kâinatın ölümünün mümkün olması, ihtimal dahilinde olması; kıyametin kopması ihtimâli.

kalb-i ahenin / kalb-i âhenin

  • Demir gibi metin ve sağlam olan kalb.

kalemrev

  • Bir hükümdar veya hükümetin hükmünün geçtiği yer. (Farsça)

kamarot

  • Vapurlarda kamaraların hizmetini gören adam.

kamet-i himmet

  • Himmetin endamı; gayretin boyu bosu, derecesi.

kanaat / kanaât / قناعت

  • Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.
  • Görüş, fikir.
  • Kısmetine razı olma.
  • Kısmetine razı olma, kabullenme.
  • Kısmetine razı olma.

kanaatkar / kanaatkâr

  • Kısmetine razı olan.

kanaatkarane / kanaatkârâne

  • Kısmetine razı olarak, yetinerek.

kaside-i mevzune-i manzume-i hikmet

  • Hikmetin vezinli, kâfiyeli ve ahengli kasidesi.

kat'iyyü'd-delalet / kat'iyyü'd-delâlet

  • Metnin mânâya olan işareti kesin olması, "Acaba metinden bu mânâ mı kastediliyor?" şeklinde bir şüphenin bulunmaması.

kavi

  • Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü.
  • Varlıklı, zengin, sâlih, emin, mutemed.

kebair

  • (Tekili: Kebire) Büyük şeyler, büyük günahlar. Kebairin sıralanışı:-Allah'ı inkâr etmek.-Allah'a şirk koşmak.-Kat'iyyen sâbit olan dini bir hükme inanmamak.-Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek.-Allah'ın cezasından, mekrinden ve azabından emin olmak.-Günah üzerinde ısrar etmek. Yâni, herhangi bir gün

kelimat-ı hikmet

  • Hikmetin kelimeleri; Allah'ın her bir varlığı belirli gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratma sıfatının kelimeleri, sözleri.

kemal-i kibriya / kemâl-i kibriyâ

  • Büyüklük, yücelik ve haşmetin kemâli, mükemmelliği, kusursuzluğu.

kemal-i kudret ve hikmet / kemâl-i kudret ve hikmet

  • Allah'ın kudret ve hikmetinin eksiksiz ve mükemmel oluşu.

kemal-i nimet / kemâl-i nimet

  • Nimetin tam ve mükemmel olması.

kemal-i rahmet

  • Rahmet ve merhametin nihayet kemalde olması.

kend

  • Kesmek, kat'etmek.
  • Bir kimsenin nimetini ve iyiliğini bilmeyip inkâr etmek.

keramet / kerâmet

  • İkrâm, üstünlük.Hangi peygamberin ümmetinden olursa olsun, velîlerden âdet dışı, yâni fizik, kimyâ ve fizyoloji kânunları dışında meydana gelen şeyler, hâdiseler.

keramet-i hizmet-i kur'aniye / keramet-i hizmet-i kur'ânîye

  • Kur'ân hizmetinin kerameti, olağanüstülüğü.

kıble açısı

  • Bir beldeden güney veya kuzeyden kıble istikâmetine çıkan iki doğru arasındaki açı.

kılavuz

  • Yol gösteren, rehber.
  • Vapurlara yol gösteren.
  • Bazı hayvan katarlarının önüne düşüp, onları sevkeden hayvan.
  • Eskiden evlenme işlerine vasıtalık eden kadınlar.
  • Düşman hakkında mâlumât edinmek için ordu hizmetinde kullanılan kişiler.
  • Okçuluk müsabakaların

kırat-ı urfi / kırât-ı urfî

  • Kullanılması âdet olan ve hükûmetin kabûl ettiği miskâl ve dirhemden küçük bir ağırlık birimi.

kıskanç

  • Allahü teâlânın başkasına ihsân ettiği nîmetin ondan alınmasını, onun elinden çıkmasını ve yalnız kendinde olmasını isteyen kimse.

kıyamet / kıyâmet

  • Allahü teâlânın emri ile İsrâfil aleyhisselâmın sûr denilen ve nasıl olduğunu bilmediğimiz bir âlete üfürmesi, (nefha-i ûlâ: Birinci üfürme) ile bütün canlıların ölüp, her şeyin yok olması, kâinâttaki (varlık âlemindeki) nizâmın, düzenin bozulması, kıyâmetin kopması.
  • Her canlının ölü

kıyamet alametleri / kıyâmet alâmetleri

  • Kıyâmetin kopmasının yaklaştığına dâir Resûlullah efendimizin haber verdiği büyük ve küçük alâmetler, işâretler.

kübera-yı ümmet

  • Ümmetin uluları, büyükleri.

kudsiyet-i hizmet

  • Hizmetin kutsallığı.

küfran-ı nimet / küfrân-ı nîmet

  • Nîmete nankörlük etmek. Nîmeti kullanırken, nîmetin sâhibini unutmak. Allahü teâlâya verdiği nîmet ile âsî olmak yâni nîmeti yerinde kullanmamak.

kürek cezası

  • Tanzimattan önce ve yelkencilik devrinde işledikleri ağır cürümden dolayı harp gemilerinden kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilen kimseler. Bu gibiler, gemilerde kürek çektikleri için bu tâbir meydana gelmiştir.

kuva-yı milliye / kuvâ-yı milliye

  • Milli kuvvetler. Bir milletin sahib olduğu kuvvetleri.
  • İstiklâl harbinde Anadoluda kurulan hükümet ve bu hükümetin askeri kuvvetleri.

kuvvet-i hikmet

  • Hikmetin kuvveti.

la'net

  • Nefret. Tiksinti. Allah'ın rahmetinden mahrumiyyet.
  • Bedduâ; bir kimsenin kötülüğünü, Allahü teâlânın af ve merhametinden mahrum olmasını, ihânet edenlerin veya kötülüklerin gerektiği cezâya çarptırılmasını istemek.

lain / laîn

  • Lânetlenmiş, kovulmuş, merdud. Allahın rahmetinden mahrum.
  • Lânet edilmiş, kovulmuş. Allahü teâlânın rahmetinden mahrum olan şeytân.

lain şeytan / lâîn şeytan

  • Allah'ın rahmetinden mahrum olan şeytan.

lamise / lâmise

  • Dokunma hissi, duygusu. El ile olan his. Bir şeyin cesâmetini anlama duygusu.

letaif-i rahmet / letâif-i rahmet

  • Rahmetin güzellikleri.

letaif-i refet / letâif-i refet

  • Şefkat ve merhametin güzellikleri.

lezzet-i hizmet-i imaniye

  • İman hizmetindeki lezzet.

lezzet-i nimet

  • Nimetin lezzeti.

lutf-u merhamet / lûtf-u merhamet

  • Merhametin lütfu, ikram ve ihsanı.

mahall-i sarf

  • Harcama, kullanma alanı; burada rahmetin tecellî ettiği yer kastediliyor.

mahsun

  • İstihkâmlı. Kuvvetlendirilmiş. Sarp, sağlam ve metin kılınmış.

mahz-ı hikmet

  • Hikmetin ta kendisi.

mahz-ı keramet

  • Tam bir keramet gibi. Kerametin ta kendisi.

mahz-ı nimet

  • Nimetin tâ kendisi.

makarr-ı saltanat

  • Saltanat merkezi. Hükümetin idare edildiği baş şehir.

makes-i rahmet-i alem / mâkes-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin aynası.

maslahat-ı hükumet / maslahat-ı hükûmet

  • Hükümetin faydası.

mazhar-ı rahmet-i alem / mazhar-ı rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan ilâhî rahmetin mazharı, aynası.

me'murin / me'murîn

  • (Tekili: Me'mur) Devlet hizmetinde bulunan kimseler. Me'murlar.

medrese-i yusufiye

  • Hz. Yusuf'un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur'ân'a hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane.
  • Hz. Yusuf'un (A.S.) iftira, haksızlık ve zulüm ile hapiste kalmasından kinâye olarak, İmân ve Kur'an hizmetinden dolayı tevkif edilenlerin hapsedildiği yere verilen isim.

mef'ul-ü mukadder

  • Lâfız olarak metinde yer almayan, ancak sözün gelişiyle belirlenen nesne, tümleç.

menba'

  • Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar.

merkez-i hükumet-i islamiye / merkez-i hükûmet-i islâmiye

  • İslâm hükümetinin merkezi.

mesture

  • Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
  • Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)

metalib-i hikmet / metâlib-i hikmet

  • İlâhî hikmetin istekleri, gerekleri.

metanetli

  • Dayanıklı, metîn.

mevn

  • Bir kimsenin zahmetini çekmek.
  • Nafakalarını vermek.

mihenk

  • (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti.
  • Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.

mir'at-ı rahmet-i alem / mir'ât-ı rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin aynası.

misal-i rahmet-i alem / misal-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin misali, örneği.

mıstar-ı hikmet

  • Hikmetin mıstarı.

mistar-ı hikmet

  • Hikmetin gerçekleşmesi için kullanılan vasıta, şablon.

mu'ciz-i hikmet

  • Allah'ın hikmetinin mu'cizesi.

muahid

  • Antlaşma yapanlardan her biri.
  • İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini himaye ettiren hıristiyan veya bir başka dinden kimse.
  • Andlaşma yapanlardan her biri. Yeminli ve anlaşmalı olanlardan her biri.
  • İslâm hükümetine vergi ödeyerek kendini himâye ettiren gayr-ı müslim.

muanat

  • Bir şeyin zahmetini çekme.
  • Bir nesneyi dikkatle göz altında bulundurma. Ona göz kulak olma.

müfti-i ümmet

  • Ümmetin müftüsü.

muhaddis

  • Hadîs âlimi. Çok sayıda hadîs toplayıp, senet ve metinleriyle ezberleyen, râvilerin cerh ve ta'dîl (güvenilir olup olmadıkları) noktasından durumlarını bilen, bu ilimde ihtisas kazanıp kitaplar yazmış olan âlim. Muhaddisin çoğulu muhaddisîn'dir.

muhammediyyun

  • Müslümanlar. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ümmetinden olanlar.

muhkem

  • Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış.
  • Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.

muhzır

  • (Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.

mukaddir

  • Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen.

mukaddirane / mukaddirâne

  • Takdir edercesine, kıymetini bilircesine, kıymetine göre sıralarcasına. Mukaddire yakışır hâlde. (Farsça)

mukteza-yı hikmet / مُقْتَضَاي حِكْمَتْ

  • Allah'ın hikmetinin gereği.
  • Hikmetin gereği.

mukteza-yı hikmet ve rahmet

  • Hikmet ve rahmetin gereği.

mukteza-yı rahmet ve hikmet

  • Allah'ın rahmetinin ve hikmetinin gereği.

münafese

  • Başkasında görülen bir kemale imrenip ona yetişebilmek ve daha ileri gidebilmek için, nefislerin nefâsette, iyi şeylerde yarışması hissidir ki, nefsin şerefinden ve uluvv-i himmetinden neş'et eder. Hased ile arasında fark açıktır. Hased eden kimse, kemâle düşmandır; hased ettiği kimsenin zararından,

müsaade-i hükumet / müsaade-i hükûmet

  • Hükümetin izin vermesi.

müşeyyed

  • Yüksek ve sağlam, metin yapılı, muhkem.

müsned

  • (Çoğulu: Mesânid) İsnad edilmiş, nisbet edilmiş olan.
  • Gr: Haber (yüklem). Meselâ: "Bu yazı güzeldir" cümlesindeki (güzeldir) kelimesi gibi.
  • Edb: Açık olmayan heceye (kapalı heceye) de müsned denir.
  • Ehl-i Hadis ıstılahınca: Müsned; içindeki metinler, senetleri ile mezk

müstahfız

  • Tar: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine

müstemirr

  • (Mürur. dan) Devam eden, sürekli, arasız.
  • Sağlam, muhkem, kavi, metin.

müsteşar

  • (Meşveret. den) Kendine iş danışılan. Hükümetin vekilinden sonra en yüksek idare me'muru.

müsvedde / مُسْوَدَّه

  • İlk yazılan metin.

mutasarrıf-ı rahim / mutasarrıf-ı rahîm

  • Varlıklar üzerinde merhamet ve rahmetinin çok özel tecellîleri bulunan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi Allah.

mütekebbir

  • Kibirli. Büyüklenen. Tekebbür eden.
  • Esmâ-i İlâhiyeden olup, Allah'ın büyüklük ve azametini ifade eder.

nadire-i hikmet

  • Hikmetin az bulunan harikası.

name-i nurin-i hikmet / nâme-i nurîn-i hikmet

  • Hikmetin nurlu mektubu.

nankör

  • Gördüğü iyiliği unutan, nimeti inkâr eden. Nimetin şükrünü eda etmeyen, gafil. (Farsça)

nazm-ı garib-i hikmet

  • Hikmetin hayret verici düzeni.

nebean-ı rahmet / nebeân-ı rahmet

  • Rahmetin fışkırması, kaynaması.

nebiyyü-t tevbe

  • Resül-i Ekremin (A.S.M.) bir ismi. (Ümmetinin tevbelerinin kabul edileceğine işâreten bu isim verilmiştir.)

nefh-i sur

  • Hz. İsrafil'in sur'a üflemesi, kıyametin kopması.

nefha

  • Üfleme, üfürme. İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopup insanların öleceği ve tekrar diriltilecekleri zaman, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûra üflemesi.

nefhat-ül-fer'

  • İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopacağına yakın, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûr'a birinci defâ üflemesi.

nefs-i hizmet / نَفْسِ خِدْمَتْ

  • Hizmetin bizzat kendisi.
  • Hizmetin kendisi.

netaic-i rahmet / netâic-i rahmet

  • Rahmetin neticeleri.

netice-i hizmet

  • Hizmetin sonucu.

netice-i ni'met-i sabıka / netice-i ni'met-i sâbıka / نَتِيجَۀِ نِعْمَتِ سَابِقَه

  • Geçmiş ni'metin neticesi.

netice-i nimet-i sabıka

  • Geçmişte verilmiş nimetin sonucu.

nevale-çin

  • Yiyecek toplayan, kısmetini alan. (Farsça)

nevamis-i hikmet / nevâmis-i hikmet

  • Hikmetin kanunları.

nevamis-i hükumet / nevâmis-i hükûmet

  • Hükûmetin uyguladığı kanunlar, yasalar.

nüfuz-u hükumet / nüfuz-u hükûmet

  • Hükûmetin etkisi.

nümune-i rahmet-i alem / nümune-i rahmet-i âlem

  • Cenâb-ı Allah'ın bütün âlemleri kuşatan rahmetinin nümunesi, örneği.

nur

  • Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık.
  • Kur'ân-ı Kerim. İman. İslâmiyet. Peygamber.
  • Zulmeti def eden, şule, ışık.

nur-u rahmet-i alem / nur-u rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bu asırda yansıyan nuru.

nusus / nusûs

  • Hükmü açık olan Kur'ân ve hadis metinleri.

nüzul-ü rahmet

  • Rahmetin inişi.

parantez

  • Yun. Cümle içinde geçen bir sözü, metin dışı tutmak için o sözün başına ve sonuna konulan işaret.

paşalı

  • Paşa ünvanını alan vezir ve beylerbeyi gibi büyük devlet adamlarının hizmetinde bulunan gedikli ağalar.

propaganda

  • Bir fikri veya malı herkese bildirmek veya kabulü için yapılan ilân. Çok kıymetli olduğu veya olmadığı hâlde bir şeyin kıymetini arttırmak maksadiyle yapılan konuşma veya ilânat. (Fransızca)

racim / racîm

  • "Allahü teâlânın rahmetinden kovulmuş uzaklaştırılmış" mânâsına şeytanın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatı.

rahim-i rahman / rahîm-i rahmân

  • Rahmân ve Rahîm olan Allah; herbir kuluna karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah.

rahman-ı rahim-i zülcelali ve'l-ikram / rahmân-ı rahîm-i zülcelâli ve'l-ikram

  • Kullarına karşı özel rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran haşmet ve ikram sahibi Allah.

rahmaniyyet

  • Cenab-ı Hakk'ın Rahman oluşu. (Yâni: Gözümüzle görüyoruz, birisi var ki, bize zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleri ile doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve Rahmâniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş ve zemin içini rahimiyyet ve hakîmiyetin binlerle kıym

rahmet-i mücesseme

  • Allah'ın sonsuz rahmetinin maddî cisim haline gelmiş hali olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

rasanet

  • Sağlamlık, dayanıklık.
  • Sabit, muhkem, metin.

rauf / raûf

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına karşı merhâmeti çok olan ve yaptıkları iyilikleri zâyî etmeyen.
  • "Ümmetine karşı çok merhâmet eden, acıyan" mânâsına Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin isimlerinden.

ravi / râvî

  • Rivâyet eden, nakleden; duyduğu veya gördüğü bir sözü, bir işi, bir olayı başkasına haber veren; Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini, metin (hadîs-i şerîfin kendisini) ve senedi (nakledenleri) ile birlikte nakleden hadîs âlimi.

reca / recâ

  • Ümid etmek, Allahü teâlânın rahmetini ummak.

remz-i hikmet / رَمْزِ حِكْمَتْ

  • Hikmetin ince işareti.

remz-i hikmet-i kainat / remz-i hikmet-i kâinat

  • Kâinattaki hikmetin ince işareti.

rezzak-ı alim-i rahim / rezzâk-ı alîm-i rahîm

  • Sonsuz ilmiyle her şeyi hakkıyla bilen ve rızkını veren ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan Allah.

rızıksızlık

  • Rızkın olmayışı, nimetin olmama hâli.

ruh-u hidayet

  • Hidayetin ve istikâmetin ruhu, özü.

ruhsat

  • İslâmiyet'in, meşakkat ve zarûret gibi sebeblere bağlı olarak, ibâdetlerde ve diğer işlerde tanıdığı izin ve kolaylık; azîmetin zıttı.

rüşd

  • Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metanet ve kemal-i isabetle dosdoğru gitmek.
  • Hayra isabet etmek.
  • Büluğa ermek.
  • İstikamette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek.
  • Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak.

şahs-ı manevi-i hükumet / şahs-ı mânevî-i hükûmet

  • Hükûmetin mânevî şahsiyeti, tüzel kişiliği.

sarraf

  • Sarfeden. Para işleri ile uğraşan.
  • Cevherci, kuyumcu. Cevherin kıymetini san'atı ile azaltan veya çoğaltan.

şe'n-i merhamet

  • Merhametin gereği.

sebike-i hak

  • Hak külçesi.
  • Mc: İşlenmemiş külçe halindeki altın kıymetinin zâhiren görünmemesi gibi; hakkın bâtıl ile mücadelesinin olmadığı zamanda, hakkın kıymet ve lüzumu derecesinin bir cihette bilinememesi.

sedid

  • Doğru. Yanlış ve yalan olmayan.
  • Müstakil.
  • Muhkem. Metin.

şekur / şekûr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
  • Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'

semen-i misl

  • Ehl-i vukuf tarafından hakiki kıymetini tâyin etme.

semen-i müsemma / semen-i müsemmâ

  • Bâyi' (satıcı) ile müşterinin karşılıklı rızâ ile mebî (mal) için hakîkî kıymetine uygun olsun veya olmasın, tâyin ettikleri yâni uyuştukları bedel.

şeytan

  • İblis. (Cenab-ı Hakk'ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır. Bütün melekler Cenab-ı Hakk'ın emriyle Hazret-i Âdem'e secde ettiği halde Şeytan: "O, topraktan yaratılmıştır, ben ateşten yaratıldım. Ben ondan daha kıymetli ve yükse
  • Kovulmuş, uzaklaştırılmış. Kibir ve gurûru sebebiyle Allahü teâlânın "Âdem'e secde ediniz" emrine isyân edip, karşı geldiği için, O'nun rahmetinden uzaklaştırılan varlık, İblis.

şia / şîa

  • Taraftar, yardımcılar. Hazret-i Ali'yi sevdiklerini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) kıymetini bilmeyen ve onları kötüleyen kimselerin mensûb olduğu bozuk fırka.

şiddet-i hizmet

  • Hizmetin zorluğu.

siper-i saika / siper-i sâika

  • Yıldırımdan korunmak için gemilerle, minarelere ve büyük binalara konan âlet. Paratoner.Gemilerde direklerin şapkalarına konulur ve üzerlerine, bir ucu denize kadar sarkıtılmış bakır tel bağlanır. Direkleriyle teknesi ağaç olmayan gemilerde tel yoktur. Telin gördüğü nakil hizmetini geminin demir kıs

sırr-ı hikmeti

  • Hikmetinin sırrı, esprisi; ilmî açıklaması.

süfyan

  • Âhir zamanda geleceği ve ümmetin karanlık günler yaşamasına vesile olacağı sahih hadislerle bildirilen dehşetli dinsiz ve münâfık bir şahıs.

sühan-şinas

  • Söz bilen, sözün kıymetini takdir eden. (Farsça)

şule-i rahmet-i alem / şule-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir parıltısı.

suleha-yı ümmet / sulehâ-yı ümmet

  • Ümmetin salih kişileri.

sultan-ı levlake levlak / sultan-ı levlâke levlâk

  • Hayatın ve herşeyin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı; Hz. Muhammed.

şümul-ü hikmet

  • Allah'ın hikmetinin herşeyi kapsaması.

şümul-ü rahmet

  • Cenâb-ı Hakkın rahmetinin herşeyi içine alması, kuşatması.

tahamül

  • Başkasının zahmetini yüklenmek.

takdir

  • Kıymet vermek. Değerini, kıymetini, lüzumunu anlamak.
  • Kader.
  • Düşünmek.
  • Öyle saymak.

takdiren

  • Değer ve kıymetini anlıyarak. Takdir ederek.

taltif-i rahmet

  • Şefkat ve merhametin lütfetmesi, iyilik ve güzellikle muamele etmesi.

tasarrufat-ı celaliye / tasarrufât-ı celâliye

  • Allah'ın sonsuz haşmetini yansıtan işleri, icraatları.

tecelli-i celali / tecellî-i celâli

  • Büyüklük ve haşmetin yansıması.

tecelli-i kübra-yı adl ve hikmet / tecellî-i kübrâ-yı adl ve hikmet

  • Adaletin ve hikmetin büyük tecellîsi, yansıması.

tecelli-i merhamet / tecellî-i merhamet

  • Merhametin tecellîsi, yansıması.

tecelliye-i celaliye / tecelliye-i celâliye

  • Allah'ın varlıklar üzerinde haşmetinin görünmesi.

tedbir-i hükumet / tedbir-i hükûmet

  • Hükûmetin tedbiri, işleri önceden planlayarak idare etmesi.

teenni-i hikmet

  • Hikmetin yavaş yavaş ve akıllıca gibi, en faydalı şekilde zuhuru.

tel'in

  • Lânetleme, lânet etme. Bir kimsenin Allahü teâlânın rahmetinden uzak olmasını dileme.

telmih

  • Metinde sözü edilmeyen bir şeye işaret etmek.

temsil-i rahmet-i alem / temsil-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin örneği.

tenasan / tenâsân / تن آسان

  • Canının kıymetini bilen, rahatına düşkün. (Farsça)

tercüman

  • Yazılı ve sözlü metinleri başka bir dile çeviren.

teşkilat-ı esasiye / teşkilât-ı esasiye

  • Anayasa. Kanun-u esasî. Devletin temel kuruluş şeklini tayin eden ve teşrinin yani meclisin, hükümetin ve mahkemelerin salâhiyetleri nasıl kullanılacağını; vatandaşların umumi hak ve hürriyetlerini gösteren temel kanunlardır.

teveccüh-ü rahmet

  • İlâhî rahmetin yönelmesi, gelmesi.

tezahürat-ı cemaliye ve celaliye / tezahürât-ı cemâliye ve celâliye

  • Allah'ın sonsuz güzelliğiyle birlikte heybet ve haşmetinin yansımaları.

ümmet-i merhume-i muhammediye

  • Hz. Muhammed'e inanıp onun yolundan giden, Allah'ın rahmetine ermiş olan Müslümanlar.

ümmid ve korku / ümmîd ve korku

  • Allahü teâlânın rahmetini ummak ve azâbından korkmak.

unayil

  • (Çoğulu: Anâyil) Berk, metin, sağlam, dayanıklı, muhkem.

urvet-ül vüska

  • Sağlam kulp. Metin ve muhkem olan tutulacak şey.
  • İslâmiyet.
  • Kur'an-ı Kerim.

üveys-el karani / üveys-el karanî

  • Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u

vakahat

  • Arsızlık. Utanmazlık. Katı yüzlülük. Açıklık ve saçıklık.
  • Pek sağlam ve metin.

vakf-ı hayat

  • Hayatını vakfetme.
  • Ömrünü tamamen din hizmetine vermek.

vefhiyye

  • Kilisede kayyımlık hizmetini etmek.

velinimet / velînimet

  • Nimeti veren, nimetin sahibi.

vird-i ümmet

  • İslâm ümmetinin sürekli tekrar ettiği dua.

vüs'at-ı rahmet

  • Rahmetin genişliği, büyüklüğü.

vüs'at-i rahmet / vüs'ât-i rahmet / وُسْعَتِ رَحْمَتْ

  • Rahmetin genişliği, bolluğu.
  • Rahmetin genişliği.

vüs'at-i rahmet-i ilahiye / vüs'at-i rahmet-i ilâhiye

  • Allah'ın rahmetinin bolluğu, genişliği.

yusufiye medresesi

  • Hz. Yusuf'un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur'ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane.

zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfran

  • İtaatsizlik, zulüm ve küfürde çok ileri gitme ve Allah'ın varlığına, birliğine inanmama, nimetini inkar etme devri.

zat-ı rahman ve rahim / zât-ı rahmân ve rahîm

  • Kullarına karşı sınırsız rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.

zat-ı rahman-ı rahim / zât-ı rahmân-ı rahîm

  • Kullarına karşı özel rahmet ve şefkat tecellîleri olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.

zeval-i nimet

  • Nimetin yok olması, sona ermesi.

zeyd

  • Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan isimlerdendir. (Diğer isimler: Amr, Bekir, Beşir, Hâlid)

zeyneb

  • Eski fetva metinlerinde kadını temsil eden isimlerden biri.
  • Gül.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın