Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
meti
ifadesini içeren
693
kelime bulundu...
ab-ı hayat / âb-ı hayât
Hayat suyu. Saf ve berrak su. İnce ve derin mânâlı söz. Tasavvufta mürşid-i kâmil denilen evliyâ zâtların, insanların mânen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mübârek sözleri, mânevî nazarları (bakışları) ve kıymetli kalblerinden fışkır an teveccüh. Bir şeyin kıymetini kuvvetli bir şek
ab-yari-i himmetinizle / ab-yârî-i himmetinizle
Himmetiniz yardımıyle, himmetiniz sayesinde.
adalet ve hikmet-i ilahiye / adalet ve hikmet-i ilâhiye
Allah'ın adaleti ve hikmeti.
adalet-i izafiye / adalet-i izâfiye / adâlet-i izafiye
Göreceli adalet; toplumun selâmeti için birey hukukunun feda edilmesini öngören adalet.
İzafi adalet veya adâlet-i nisbiye de denir. Küll'ün selâmeti için, cüz'ü feda eden adalet usulüdür.
adalet-i nisbiye
Zamanın şartlarına göre değişebilen, toplumun selâmeti için ferdin feda edilmesini öngören göreceli adalet.
adalet-i rahmet
Rahmet ve merhametin adaleti.
adem-i ni'met / عَدَمِ نِعْمَتْ
Ni'metin yokluğu.
adet-i islam / âdet-i islâm
İslâm âdeti. Küfür alâmeti olmayan ve en az iki müslüman tarafından kullanılan âdetle ilgili şeyler.
adiyat / âdiyat
(Tekili: Âdi) Her zaman meydana gelen hârikulâde ve birer mu'cize-i kudret olmakla beraber, insanlarca alışılmış olduğundan kuymeti bilinmeyen hâdiseler.
Kıymetsiz şeyler.
adl
Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk.
Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek.
Meyletmek.
ahadi hadis / ahadî hadis
Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir mertebesinde olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen hadistir. Şartları tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası ile amel vâcib olur. (Muvazzah İlm-i Kelâm)
ahmez
Daha metin, daha sağlam, daha çetin.
ahyed
Hz. Peygamberin (A.S.M.) Tevrattaki bir ismidir. (Bazı metinlerde Uheyd, Uhidu, Uheydu, Uhyidu şeklinde yazılıdır.)
akika / akîka
Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.
alamat-ı kıyamet / alâmât-ı kıyamet
Kıyametin alâmetleri, işaretleri.
alamet-i i'caz / alâmet-i i'câz
Mu'cize oluş alâmeti, belirtisi.
alamet-i kıyamet / alâmet-i kıyamet
Kıyametin kopmasını haber veren belirtiler.
alamet-i kıymet / alâmet-i kıymet
Kıymetin belirtisi, verilen değerin işareti.
alamet-i kübra / alâmet-i kübrâ
En büyük kıyamet alâmeti.
alamet-i sukut / alâmet-i sukut
Düşme belirtisi, alçalma alâmeti.
alamet-i sürur / alâmet-i sürur
Sevinç alâmeti, belirtisi.
alem-i rahmet / âlem-i rahmet
Allah'ın sonsuz rahmetin yaşanacağı âlem.
alemin imkan-ı mevti / âlemin imkân-ı mevti
Dünyanın ölümünün mümkün olması, ihtimal dahilinde olması; kıyametin kopması.
ali-himmet / âli-himmet
Himmeti yüksek. Gayreti çok.
ali-kadr / âli-kadr
Çok takdir edilen. Yüksek değer sahibi. Kadr ü kıymeti yüksek.
Meşhur bir çeşit lale.
alihimmet / âlihimmet / âlîhimmet
Himmeti yüksek, gayreti çok olan.
Himmeti yüce ve gayreti çok kimse.
alikadr / âlîkadr
Kıymeti yüksek.
alim-i rahim / alîm-i rahîm
Herşeyi hakkıyla bilen ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.
allame-i ümmet / allâme-i ümmet
Ümmetin büyük âlimi.
amin bihurmeti seyyidi'l-mürselin / âmin bihurmeti seyyidi'l-mürselîn
Peygamberlerin Efendisi hürmetine duamızı kabul et Allahım!.
amin bihürmeti seyyidi'l-mürselin / âmin bihürmeti seyyidi'l-mürselîn
"Peygamberlerin Efendisi hürmetine duamızı kabul et Allah'ım!".
amr
Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan umumi isimlerden birisi.
anafor
Denizde akıntının yanında veya altında, onun ters istikametinde olarak akan su. Akıntı mukabili.
anarşi
yun. Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak. Din ve nizam düşmanlığı. Birden başıboş kalmak. Başta hükümet olmamak. Hükümetinin otoritesi kalmamış olan bir milletin durumu.
ankara hükumeti / ankara hükûmeti
Demokrat Parti Hükümeti.
arabi ibare / arabî ibare
Arapça metin.
arabiyyü'l-ibare / arabiyyü'l-ibâre
Arapça ibare, metin.
arabiyyülibare / arabîyyülibare
Arapça söz, ibare, metin.
arş
Taht.
Dokuzuncu gök.
Çardak.
Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer.
arş-ı rahmet
Rahmet ve merhametin tecellî ettiği yer, makam.
arz-ı hürmet
Hürmetini bildirme. Saygısını gösterme.
aşere-i mübeşşere
Hz. Peygamber'in (A.S.M.) kendilerine Cennetlik olduklarını müjdelediği sahabelerdir. Bu kişiler Allah'ın emirlerine bağlılıkta ve din hizmetindeki fedailikte Allah'ın rızasını tam kazanmışlardır. Bu zatlar şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ubeyde b
ashab-ı suffa / ashâb-ı suffa
Suffa ehli. Bunlar, Hz. Peygamberin (A.S.M.) mescidine bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve hâlleri din hizmeti, hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Bütün hayatları Peygamberimiz'in (A.S.M.) yanında bulunarak Kur'ânın en yükse
ata-yı rahmet / atâ-yı rahmet
Rahmet ve merhametin ihsanı, vergisi.
avam-ı ümmet / avâm-ı ümmet
Ümmetin avam tabakası.
ayine-i rahmet-i alem / âyine-i rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmeti yansıtan bir ayna.
ayn-ı hikmet
Hikmetin kendisi.
ayn-ı merhamet
Merhametin ta kendisi.
ayn-ı nimet ve rahmet
Rahmetin ve nimetin ta kendisi.
ayn-ı rahmet
Rahmetin tâ kendisi.
aynı rahmet
Şefkat ve merhametin tâ kendisi.
azamet-i ilahiye / azamet-i ilâhiye
Allah'ın azameti, büyüklüğü.
bab-ı ali / bâb-ı âlî
Yüksek kapı.
Tanzimattan önce sadrazam kapılarının, daha sonra da hükümet dairelerinin çoğunun içinde toplandığı bina.
Mc: Osmanlı Hükümeti.
bad-nüma
Rüzgârın esme istikametini gösteren âlet.
(Farsça)
Fırıldak.
(Farsça)
balahimmet / bâlâhimmet
Himmeti fazla olan kimse.
(Farsça)
barbut altını
Tanzimattan önce Osmanlılarda kullanılan bir çeşit altın sikke. Yüzlük Mecidiye altını kıymetinde ve ayarında, iki kırat ağırlığında idi.
bast fi makam-il-kalb / bast fî makam-il-kalb
Nefis makamında ricâ mesabesindedir. Lütuf ve rahmeti, kurb ve ünsü kabule işarettir.
batarya
İtl. Elektrik elde etmek için hazırlanmış şişeler takımı.
Ask: Bir subayın emrine verilen belli sayıdaki ağır silâhlarla bunların hizmetinde bulunan insan, hayvan ve malzemenin hepsine birden verilen isim.
bedel-i nakdi / bedel-i nakdî
Eskiden fiili askerlik hizmeti yerine belli bir miktarda para verilmesi usülü idi.
bedel-i rakabe
Huk: Kölenin sahibi tarafından azad edilmesi için, şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi karşılığında vermeyi kabullendiği ıtk veya kitabet akçesi.
behrever
Hisse ve nasibini almış, payını zimmetine geçirmiş.
(Farsça)
beraet-i zimmet / berâet-i zimmet
Zimmetinde birşey olmayış, suçsuzluk.
beri / berî
(Berâet. den) Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam. Hiçbir karışıklık, kusur ve noksanı olmayan. Hastalıktan sâlim olan.
berk
t. Katı. Sert.
Serin.
Metin, sağlam.
beşr
Eski fetva metinlerinde erkeği temsil eden isimlerden biri.
beytullah
Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur.
Câmi, mescid.
biçaregan-ı ümmet / bîçâregân-ı ümmet
Ümmetin çaresizi, zavallısı.
bihasbilhikmet
Hikmetin gereği, hikmete binaen.
bihasebilhikmet
Hikmetin gereği, hikmete binaen.
buket
Çiçek demeti.
(Fransızca)
cadil
Gürbüz, kuvvetli, kavi, metin.
çavuş
Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi subaylara denilirdi. Tanzimattan evvelki Osmanlı saray teşkilatında çavuşlar, padişahın yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi.
Onbaşıdan üstte ve assubaydan alttaki derecede olan asker.
İşçilerin b
cazibe-i rahmet-i rahman / cazibe-i rahmet-i rahmân
Rahmeti her şeyi kuşatan Cenâb-ı Allah'ın merhametinin çekiciliği.
ceberut
Azametin daha dâimîsi ve bâtınîsi. Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celadet. Fart-ı kibir ve azamet.
çek
Çekoslovakya, Bohemya ahalisinden olan ve Çek'ce konuşan kavim ki, Osmanlı metinlerinde "çeh" diye geçer.
celal
(Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım.
İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi. Cenâb-ı Hak, vahdaniyyetine delil olacak çok şeyler yarattığından veyâ ihâtadan âli ve celil olduğu veya hislerle idr
celali / celâlî
Allah'ın büyüklük ve azametinin tecellîsine ait.
çelenk
Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.)
(Farsça)
cem-i müennes
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonundaki müennes alâmeti olan (e "t") kaldırılıp yerine (ât) getirilir. Müslime(t) : Müslimât gibi.
cemal / cemâl
Güzellik.
Allahü teâlânın lütuf ve rızâ sıfatı.
Zât, yüz.
Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak ve şükr etmek için nîmeti göstermek. Çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, bunları gidermek.
cemal-i rahmet / cemâl-i rahmet / جَمَالِ رَحْمَتْ
Rahmetin güzelliği.
Rahmetin güzelliği.
cemali / cemalî
Allah'ın sonsuz lütuf, ihsan, rahmet ve merhametine dair isim ve sıfatlarının tecellisiyle ilgili; lütuf ve cemal tecellisi gibi.
cemiyet-i muhammedi / cemiyet-i muhammedî
Muhammed'in (a.s.m.) cemiyeti; Hz. Muhammed'e (a.s.m.) bağlı olan cemiyet, İslâm ümmeti.
cenah
Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)
cerbeze
İşleri incelemek, anlamak kuvvetini, lüzumsuz yerlerde kullanmak, ukalâlık etmek, gereksiz aklî yorumlarda bulunmak. Hikmetin aşırısı.
cereyan-ı hikmet
Hikmetin cârî, yürürlükte olması; dünyadaki hâdiselerin sebepler altında, fayda ve gayelere yönelik olarak cereyan etmesi.
cezl
Kalın odun. Tomruk.
Sağlam. Metin.
Güzel ve muhkem fikir.
Rekik olmayıp doğru ve dürüst olan söz veya kelime.
Kâmil, dirayet sahibi, akıllı ve olgun adam.
cifir
Harflere verilen sayı kıymetiyle ibarelerden geçmişe veya geleceğe ait işâretler çıkarmak, tarih düşürmek.
cifr
(Cefr) Harflere verilen sayı kıymeti ile, geleceğe veya geçen hâdiselere, ibarelerden tarih veya isme dâir işaretler çıkarmak ilmidir.
cihan-değer
Cihan kıymetinde. Çok kıymetli.
(Farsça)
cihan-kıymet
Cihan kıymetinde, çok değerli.
cihanbaha / cihanbahâ
Dünyalar kıymetinde.
cihandeğer / cihândeğer
Dünya kıymetinde.
çile / چله
Kırk günlük ibadet.
(Farsça)
Sıkıntı, azap.
(Farsça)
İplik demeti.
(Farsça)
cilve-i rahmet / جِلْوَۀِ رَحْمَتْ
Rahmetin cilvesi, görüntüsü.
Rahmetin görünmesi.
cilve-i rahmet-i alem / cilve-i rahmet-i âlem
Cenâb-ı Allah'ın bütün âlemleri kuşatan rahmetinin yansıması.
cilve-i rahmet-i rahmaniye / cilve-i rahmet-i rahmâniye
Sonsuz şefkat ve merhameti bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın rahmetinin yansıması.
cilve-i şefkat
Şefkatin, merhametin görünmesi.
cud
Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.
çuhadar
Ayak hizmetinde bulunan çuha elbiseli yahut çuhadan olan perdenin haricinde emre hazır bulunan hademe.
cümmel
(Cümel) Harflerin, sayı kıymetine göre hesaplanması. Ebced.
Bir kaç urganın birleştirilmesinden meydana gelmiş olan çok kalın gemi halatı.
dabbet-ül-erd / dâbbet-ül-erd
Kıyâmetin büyük alâmetlerinden. Kıyâmetin kopmasına yakın çıkacak olan bir hayvan.
dabbetülarz / dâbbetülarz
Âhirzaman alâmeti olan bir yaratık.
dağvari
Dağ gibi, dağ cesametinde. Dağ büyüklüğünde. Dağa benzer surette.
(Farsça)
dallün bil-ibare / dâllün bil-ibare
Bir metindeki ibare ve lâfız ile gösteren.
dar-ı eman / dâr-ı emân
Müslümanların zimmetini kabul eden veya müslümanlarla sulh halinde olan, gayr-i müslim bir ahalinin memleketi.
daşten
Tutmak, elde etmek, mâlik olmak, zimmetine geçirmek.
(Farsça)
Zabtetmek, gasbetmek, almak.
(Farsça)
Görüp gözetlemek.
(Farsça)
Eskimek, yıpranmak, harab olmak, köhneleşmek.
(Farsça)
deccal / deccâl
Kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri. Kıyâmete yakın çıkacağı bildirilen ve Îsâ aleyhisselâm ile hazret-i Mehdî tarafından öldürülecek olan zâlim.
define
Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer.
Kıymetli eşya. Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse.
dek
Desise, hile, dolandırıcılık.
(Farsça)
Sâil, dilenci.
(Farsça)
Dilencilik.
(Farsça)
Sağlam, metin, muhkem.
(Farsça)
Çatma, tokuşma.
(Farsça)
demokrat idare
Demotrat Parti hükümeti.
derece-i iktidar ve hikmet
İktidar ve hikmetin derecesi.
derece-i kudret ve hikmet / دَرَجَۀِ قُدْرَتْ و حِكْمَتْ
Güç, kuvvet ve hikmetin derecesi.
dervah
Hastalıktan yeni kurtulan, iyice kendisine gelemeyen kimse.
(Farsça)
Sağlam, metin, muhkem.
(Farsça)
Doğru, asıl, gerçek.
(Farsça)
Yiğitlik, cesaret, cesur olmak, şecaat.
(Farsça)
Ayıp, utanma.
(Farsça)
Sertlik, kabalık.
(Farsça)
devam-ı hizmet
Hizmetin devamı.
devlet-i medeniyet
Medeniyet devleti; medeniyet nimeti.
deyn
Borç. Verilmesi lâzım gelen şey.
Fık: Zimmetinde sâbit olan şey.
divan-ı harb-i örfi / divan-ı harb-i örfî
İttihad ve Terakki hükûmeti zamanında kurulan ve oldukça sert kararlar alan sıkıyönetim mahkemesi.
eazım-ı ümmet / eâzım-ı ümmet
Ümmetin ileri gelenleri, büyükleri.
ebced / اَبْجَدْ
Harflerin aritmetik değerleriyle ma'nâ ifade etmesi.
ebcedi / ebcedî / اَبْجَدِي
Harflerin aritmetik değerleriyle ma'nâ ifade eden ebced hesabına ait.
ebrar-ı ümmet / ebrâr-ı ümmet
Ümmetin iyileri. Hayırlıları.
ebu zerr-i gıffari / ebu zerr-i gıffarî
İlk İslâm olanların beşincisi olup ilimde İbn-i Mes'ud hazretlerine müsavi sayılırdı. Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmdan 281 Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hazreti Ali Kerremallahu Vechehu kendisine "İlim dağarcığı" lâkabını vermiştir. Hi: 31'de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. (R.A.)
ebu-d derda
Uveymir adı ile de meşhurdur. Ashab-ı kirâmın âlim ve hakîmlerindendi. Peygamberimiz: "Uveymir, Ümmetimin hakimlerindendir" buyurmuştur. Uhud'dan itibaren bütün muharebelerde bulunmuştur. 179 hadis rivâyet etmiştir. Hikmetli sözlerinden birisi şudur: "Âlim olmayınca insan müttaki olamaz, bir âlim âm
eczahane-i rahmet-i alem / eczahane-i rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir neticesi olarak bütün mânevî hastalıkları tedavi edecek ilâçların bulunduğu eczahane.
ef'al-i rahmaniyet / ef'âl-i rahmâniyet
Rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın fiilleri.
efrad-ı ümmet / efrâd-ı ümmet / اَفْرَادِ اُمّتْ
Ümmetin bireyleri.
Ümmetin fertleri.
eimme-i alişan / eimme-i âlîşan
Çok yüksek mertebesi ve büyük kıymeti olan imamlar. İmam-ı A'zam, İmam-ı Şâfiî gibi.
ekalliyet
(Akalliyet) Bir hükümetin tebaiyyeti altında yaşayan, yabancı din ve milliyete mensub olup, ekseriyeti teşkil etmeyen halk. Azlık. Azınlık.
ekid
Sağlam, metin, muhkem.
Sarih, kesin, açık, kat'i, muhakkak. Kuvvetli, te'kidli.
ekiden
Metin, muhkem ve sağlam şekilde.
Açık ve kesin olarak. Sarahaten ve kat'iyyen.
Mükerreren, tekrar olarak.
el-metin / el-metîn
(Bak. METÎN)
eledd
Sert çarpışan kimse. Metin.
Hakkı kabul etmeyen, inatçı adam.
elfaz-ı hadisiye / elfâz-ı hadîsiye
Hadislerdeki lâfız ve ifâdeler, metinler.
elhamdü lillahi ala ni'meti'l-iman / elhamdü lillâhi alâ ni'meti'l-iman
İman nimetinden dolayı Allah'a hamdolsun.
emr-i rahmani / emr-i rahmânî
Rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından bildirilen emir.
emten
Pek metin, çok dayanıklı, en sağlam, fazlaca muhkem.
enbahun
Sağlam, metin, muhkem, tahkim edilmiş yer.
(Farsça)
Hisar, kale.
(Farsça)
enes ibn-i malik
Ensardan ve Ashâb-ı Kiram'ın fakihlerindendir. Hicretin ibtidasından itibaren on sene Resul-i Ekrem Efendimizin (A.S.M.) hizmetinde bulunmakla şeref kazanmıştır.Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) 2630 Hadis-i Şerif rivâyet etmiştir. 100 yaşına kadar yaşamış, hicri 92 veya 94 senelerinde Basra'da ebedî hayat
er-rahim / er-rahîm
Şefkati ve merhameti herşeyi kuşatan Allah.
ercen
Dübüründe zahmeti olan deve.
eriş
Sakatlanan bir uzuv için yaralayandan alınan şer'i diyet.
Satıldıktan sonra kusuru ve noksanları belli olan malın, kıymetinden bunun için indirilen miktar.
erkan-ı hükumet / erkân-ı hükûmet
Hükûmetin ileri gelenleri.
erkan-ı hükümet / erkân-ı hükümet
Hükümetin ileri gelenleri, esas üyeler.
erzide
Pahası kesilmiş, kıymeti kararlaştırılmış, değeri belli edilmiş olan şey.
(Farsça)
esas-ı azimet
Azimetin (en üstün hükmün) esası, temeli.
esas-ı metin
Sağlam esas, ana metin.
eser-i hayat
Hayat alâmeti, hayat eseri, hayat belirtisi.
eser-i inayet ve rahmet / eser-i inâyet ve rahmet
Allah'ın özel yardımının ve rahmetinin eseri, sonucu.
eser-i rahmet-i ilahiye / eser-i rahmet-i ilâhiye
Allah'ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmetinin eseri.
eşna
Yüzücü, yüzgeç.
(Farsça)
Kıymeti büyük olan mücevher.
(Farsça)
esrar-ı rahmet
Rahmetin içinde gizli olan sırlar.
esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü / esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü
Allah'ın selâmı rahmeti ve bereketi sizlerin üzerine olsun.
et-tevvab
Tevbeleri kabul edici olan Allah. Kendine tevbe ve rücu' eden kulları çok. Tevbeyi kabulde çok beliğdir. Tevbe edeni hiç günah yapmamış gibi afv u rahmeti ile bahtiyar eder.
evliya-yı ümmet
İslâm ümmeti içinden velilik derecesine çıkanlar.
evsaf-ı celaliye / evsâf-ı celâliye
Cenâb-ı Allah'ın haşmetine ait vasıfları.
evsaf-ı celaliye ve cemaliye / evsâf-ı celâliye ve cemâliye
Cenâb-ı Hakkın sonsuz güzellik ve haşmetini bildiren sıfatları.
ezvak-ı keramet
Kerametin zevkleri.
fatır-ı rahim / fâtır-ı rahîm
Rahmeti herşeyi kuşatan ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah.
fazl u rahmet
Faziletli kişinin lütfu, merhameti ve acıması.
fazl-ı tevfik
İhsan ettiği başarı nimeti.
felah-ı vatan / felâh-ı vatan
Vatanın kurtuluşu. Vatanın selâmeti.
Tar: 10 Şubat 1920'de İstanbul Mebuslar Meclisi'nde teşekkül etmiş olan bir grup.
felsefe-i beyan
Beyan ilminin felsefesi, gaye ve hikmeti.
feraşet
Süpürücülük ve döşeyicilik. Kâbe-i şerifeyi süpürenin hizmeti.
fesad-ı ümmet / fesâd-ı ümmet
Ümmetin fesada girmesi, bozulup iyi özelliklerini kaybetmesi.
feyezan-ı hikmet / feyezân-ı hikmet
Hikmetin feyizli coşkunluğu, taşkınlığı.
feyz-i keramet
Kerametin feyzi, bereketi.
fikr-i ümmet
Ümmet fikri, ümmetin ortak fikri.
firdevs-i manevi / firdevs-i mânevî
Mânevî cennet, cennet nimeti gibi.
garik-ı rahmet / garîk-ı rahmet
Rahmete gark olan, rahmetin içine girip onda fâni olan.
gayy
Aklın istikametini, yolun doğrusunu kaybetmek. Rüşdün zıddı.
gına-i rahmet / gınâ-i rahmet
Rahmetin zenginliği, rahmet ve merhametin geniş tecellîleri.
girit madalyası
Tar: Biri Sultan Aziz diğeri Sultan II.Abdülhamid devrinde olmak üzere ihdas olunan madalyalar. Her ikisinin de altun ve gümüş olmak üzere iki türlüsü vardı. Girit işinde hizmeti görünen devlet ricaline altun, ikinci derecedeki memurlarla halka, gümüş olanı verilirdi.
gıyar
Keçe.
Ehl-i zimmetin nişanı.
gufran
Cenab-ı Hakk'ın günahları affedip örtmesi, rahmeti.
güldeste / گلدسته
Çok güzel şeylerden bir tutam.
Gül demeti.
Müzikte makam adı.
Gül demeti, seçme.
Çiçek demeti.
(Farsça)
habr-ül ümmet
Ümmetin âlimi, meşhur âlim.
habrü'l-ümme
Abdullah İbn-i Abbas'ın ümmetin âlimi mânâsına gelen lakabı.
habrülümmet
Ümmetin âlimi.
hadim ağası
Erkekliği yok edilmiş olan. Böyle kimselere "Tavaşi" de denilirdi. Bu gibiler, yabancı erkekler için mahrem sayılan harem dairesine girip çıktıkları ve muhafaza ile beraber harem hizmetini de gördükleri için kendilerine "Hâdim Ağası" adı verilirdi.
hadise-i rahmet / hâdise-i rahmet
İlâhî şefkat, merhametin göründüğü yağmur olayı.
hafiz-i rahim / hafîz-i rahîm
Sonsuz rahmetiyle kullarını koruyup gözeten Allah.
hakim / hakîm
Âlim, bilgin.
Doktor.
Hikmeti bilen, filozof. (Allah'ın isimlerinden)
hakim-i rahim / hakîm-i rahîm
Herşeyi hikmetle yapan her bir varlığa özel şefkat ve merhameti olan Allah.
halid bin velid
Câhiliye devrinde Kureyş eşrafındandı. Hudeybiye muahedesinden sonra Müslüman oldu. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, kendisine Seyfullah namını vermiştir. Çok kahraman bir gazi idi. Suriye, Filistin, Şam gibi yerler onun himmeti ile feth olunmuştur. 18 Hadis-i şerif nakletmiştir.Hicri 21 senesi
halık-ı rahim / hâlık-ı rahîm
Rahmeti herşeyi kuşatan, her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren ve herşeyi yaratan Allah.
halık-ı rahman / hâlık-ı rahmân
Rahmeti her şeyi kaplayan, yaratıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran yaratıcı, Allah.
halık-ı rahman ve rahim / hâlık-ı rahmân ve rahim
Rahmeti herşeyi kaplayan ve herbir varlıkta rahmet ve şefkati tecelli eden yaratıcı, Allah.
halık-ı rahman-ı rahim / hâlık-ı rahmân-ı rahîm
Dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan her şeyin yaratıcısı Allah.
halık-ı rahmanü'r-rahim / hâlık-ı rahmânü'r-rahîm
Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren, sonsuz rahmetiyle her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren ve bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah.
halık-ı zülcelali ve'l-ikram / hâlık-ı zülcelâli ve'l-ikram
Haşmeti sonsuz, lütuf ve ikramları sınırsız yaratıcı, Allah.
hame
Yaş ot demeti, taze ekin destesi, bir sap üzere bitmiş taze ekin.
Havası bozuk hastalıklı yer.
hamz
Keskinlik, katılık, şiddet. Metinlik, sağlamlık.
hannan / hannân
Rahmetin en hoş cilvelerini gösteren ve çok merhametli olan Allah.
harbiye nazırı
Askerlik işleriyle alâkalı dairenin başında bulunan memura verilen ünvandır. Kuva-yı Milliyenin Anadolu'da kurduğu hükümette "Milli Müdafaa Vekili" adını taşıyan bu ünvan, Osmanlı Hükümetine 1908 Temmuz inkılâbı arifesinde kurulan Said Paşa kabinesiyle girmiştir. Ondan evvel "Serasker" adını taşıyor
harf-i rahmani / harf-i rahmânî
Rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah'tan gelen ve Ona ait harf.
harisun aleyküm / harîsun aleyküm
Tevbe Suresi'nin bir âyetinde geçen bu ifade, birinci derecede Peygamberimiz (A.S.M.) hakkında olup ümmetini ve bütün insanları doğru yola irşadda yılmadan, büyük bir sebat ve azim ve gayretle devam etmesine işaret edilerek böylece tavsif edilmiştir.
hased
Kıskanmak, çekememek. Allahü teâlânın bir kimseye ihsân ettiği nîmetin, onun elinden çıkmasını istemek. Zararlı bir şeyin ondan ayrılmasını istemek, hased olmaz, gayret olur.
hasin / hasîn
Sağlam. Metin. Mustahkem.
Sağlam muhafaza eden.
hasm-ı ca'li / hasm-ı ca'lî
Huk: Hakikatta hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim önünde husumeti kabul eden kimse.
haşmet-i padişahi / haşmet-i padişahî
Padişahın haşmeti, görkemi.
haşmet-i saltanat
Saltanatın haşmeti, ihtişamı.
haşmet-i saltanat-ı maneviye / haşmet-i saltanat-ı mâneviye
Mânevî hükümranlığının azameti, büyüklüğü.
haşmet-i sultan
Sultanın haşmeti.
haşmet-i uluhiyet / haşmet-i ulûhiyet
Allah'ın ilâhlığının büyüklüğü, haşmeti.
hatem-i rahmaniyet / hâtem-i rahmâniyet
Allah'ın bütün varlıklar üzerinde rahmet ve merhametini gösteren mührü.
hatice / hatîce
(Hadîce) Vakitsiz ve erken doğan kız çocuğu.
Fetva metinlerinde kadını temsil eden umumi isimlerden birisi. (Ötekiler: Hind, Fâtıma ve Zeyneb'dir.)
hatt
Sınır. Çizgi. Hudud.
Yazı. El yazısı.
Nâme. Mektup.
Gençlerde yeni çıkan bıyık veya sakal.
Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol.
Deniz yalısı.
Gemilerin hareketteki istikameti.
Parmağın onikide biri olan bir ölçü.
Ferman, buyruk
hatt-ı şakul / hatt-ı şâkul
Çekül doğrultusu. Yer çekimi istikametinde, dünyanın merkezine doğru.
Çekül doğrultusu; yer çekimi istikametinde yerin merkezine doğru uzanan hat.
hattiyye
(Çoğulu: Hatyât) Canı, kıymeti yüce olmak.
Küçük ok.
havf vereca / havf verecâ
Allahü teâlâdan korkmak (havf) ve rahmetini ümid etmek (recâ).
havza
Bir hükümetin idaresi altında bulunan bütün ülkeler.
hayat-ı içtimaiye-i ümmet
Ümmetin (Müslümanların) sosyal hayatı.
hayatiyet
Canlılık. Hayat işaretinin, alâmetinin görünür olması.
hayrhahlık
Başkasının iyiliğini istemek. Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek. Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı.
hazine-i hassa-i rahmet nazırı / hazine-i hassa-i rahmet nâzırı
İlahi rahmetin çok özel hazinelerinin gözlemcisi.
hazine-i rahman / hazine-i rahmân
Rahmet ve merhameti bütün varlıkları kaplayan Allah'ın hazinesi.
hikmet ve rahmet-i rabbaniye / hikmet ve rahmet-i rabbâniye
Herbir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın rahmet ve hikmeti.
hikmet-amiz
Hikmetli, hikmetle karışık, hikmeti içine alan.
(Farsça)
hikmet-i alem / hikmet-i âlem
Âlemin hikmeti, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması.
hikmet-i aliye-i beşeriyet / hikmet-i âliye-i beşeriyet
İnsanlığın yüksek hikmeti, gayesi.
hikmet-i basire / hikmet-i basîre
Her şeyi gören hikmet; herşeyi belli bir gayeye göre yerli yerinde yapan Allah'ın hikmeti.
hikmet-i cüz-ü ihtiyariye
İnsanın elindeki seçim gücünün hikmeti.
hikmet-i diniye
Dinin hikmeti, sırrı.
hikmet-i ebediye
Allah'ın sonsuz hikmeti; herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması.
hikmet-i efgan
Ağlayıp sızlamanın hikmeti. Feryadın, inleyişin gizli sebebi.
(Farsça)
hikmet-i ezeliye / hikmet-i ezelîye
Allah'ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapması.
hikmet-i felsefe
Felsefenin hikmeti.
hikmet-i felsefe-i insan
İnsan aklının ürünü olan felsefe hikmeti, ilmi.
hikmet-i halık / hikmet-i hâlık
Yaratıcının hikmeti.
hikmet-i hilkat
Yaratılış hikmeti ve gayesi.
hikmet-i hükumet / hikmet-i hükûmet / حِكْمَتِ حُكُومَتْ
Hükûmetin gözettiği fayda.
Hükûmetin icrâatındaki asıl maksad.
hikmet-i ilahiye / hikmet-i ilâhiye
Allah'ın hikmeti. Mahlûkatın yaratılışında Allah'ın gayeleri.
hikmet-i ilahiyye / hikmet-i ilâhiyye
Allah'ın hikmeti, yalnız O'nun bileceği iş.
hikmet-i ipham
Bir şeyi gizlemenin hikmeti.
hikmet-i kudsiye-i kur'aniye / hikmet-i kudsiye-i kur'âniye
Kur'ân'ın kutsal hikmeti, onun hikmet ilmi.
hikmet-i kur'an / hikmet-i kur'ân
Kur'ân'ın hikmeti.
hikmet-i madde
İşin hikmeti.
hikmet-i mirac
Miracın hikmeti, gayesi ve anlamı.
hikmet-i nüzul
İniş gayesi, hikmeti.
hikmet-i risalet
Peygamberliğin hikmeti.
hikmet-i rububiyet
Rububiyetin hikmeti.
hikmet-i samedaniye / hikmet-i samedâniye
Samed olan Allah'ın hikmeti.
hikmet-i şer'iye
Şeriatin hikmeti, maksat ve gayesi.
hikmet-i sermedi
Allah'ın sonsuz hikmeti.
hikmet-i tahsis
Ait kılınmasının, özellikle seçilmesinin hikmeti, gayesi.
hikmet-i tahsisi
Ait kılınmasının hikmeti, gayesi.
hikmet-i tamme-i sübhaniye / hikmet-i tamme-i sübhâniye
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah'ın tam ve mükemmel hikmeti.
hikmet-i teklif
İnsanlara dünya hayatında bazı sorumlulukların yüklenmesinin hikmeti, imtihan gayesi.
hikmet-i tekrar
Tekrarın hikmeti, sebebi.
hikmet-i teşri
Kanun yapma hikmeti. Allah'ın emir ve yasaklarında gözetilen Rabbanî incelikler.
hikmet-i teşri'
(Hikmet-i teşriiye) Şeriata dayanan kanun yapma ilmi. Şer'î ve Rabbanî kanunların hikmeti.
hikmet-i teşriiye
Şeriata ait ve Rabbânî kanunların hikmeti.
hikmetamiz / hikmetâmiz
Hikmetli, hikmetle karışık, hikmeti içine alan.
hikmetullah
Allah'ın hikmeti.
himmet
Kast, irâde, kuvvetli istek, arzu. Allahü teâlânın velî kullarından bir zâtın, kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurup, başka bir şeyi kalbine getirmemesi ve Allahü teâlâdan o işin olmasını dileyerek, bu şekilde mânevî yardımda bulunması. Evliyânın himmeti, yaktı beni kül eyledi Sofi
himmet-i peygamber
Peygamberimizin himmeti, yardımı.
hind
Hindistan'ın kısa adı.
Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.)
Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden birisi. Diğerleri: Fatıma, Hatice, Zeyneb.
hisab
(Çoğulu: Hisâbât) Hesap, aritmetik.
hisab-ı ameli / hisab-ı amelî
Mat: Pratik hesap, aritmetik.
hizbü'l-kur'an / hizbü'l-kur'ân
Kur'ân'daki iman hakikatlerini insanlara ulaştırma hizmetini yürütenler.
hizbullah
Allah'a bağlı olan topluluk; Kur'ân ve iman hizmetinde bulunanlar.
hizmet-i askeriye
Askerlik hizmeti.
Askerlik hizmeti. Askerlik vazifesi.
hizmet-i esrar-ı kur'aniye / hizmet-i esrar-ı kur'âniye
Kur'ânın sırlarının hizmeti.
hizmet-i ilmiye ve diniye
İlim ve din hizmeti.
hizmet-i iman
İman hizmeti.
hizmet-i iman ve kur'an / hizmet-i iman ve kur'ân
İman ve Kur'ân hizmeti.
hizmet-i imaniye / hizmet-i imâniye
İman hizmeti.
hizmet-i kudsiye-i imaniye
Mukaddes olan iman hakikatlerini muhtaç insanlara ulaştırma hizmeti.
hizmet-i kudsiye-i kur'aniye / hizmet-i kudsiye-i kur'âniye
Kutsal olan Kur'ân hizmeti.
hizmet-i kur'an ve iman / hizmet-i kur'ân ve iman
Kur'ân ve iman hizmeti.
hizmet-i kur'aniye / hizmet-i kur'âniye
Kur'ân hizmeti.
hizmet-i kur'aniye ve imaniye / hizmet-i kur'ânîye ve imaniye
İman ve Kur'ân hizmeti.
hizmet-i kur'aniye ve islamiye / hizmet-i kur'âniye ve islâmiye
İslâmın ve Kur'ân'ın hakikatlerini insanlara ulaştırma hizmeti.
hizmet-i mevla / hizmet-i mevlâ
Dostumuz ve gözeticimiz olan Allah'ın hizmetinde bulunma.
hizmet-i neşriye
Kur'ân-ı Kerimin hakikatlerini yayma hizmeti.
hizmet-i sübhaniye / hizmet-i sübhâniye
Kusur ve eksiklikten yüce olan Allah'ın hizmeti.
hizmet-i ubudiyet / hizmet-i ubûdiyet
Kulluk hizmeti.
hizmet-i ukba-dünya / hizmet-i ukbâ-dünya
Âhiret-dünya hizmeti.
hizmet-i vataniye / خدمت وطنيه
Vatan hizmeti.
Askerlik.
Vatan hizmeti, vatan borcu.
hüccet-i rahmet-i alem / hüccet-i rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmeti gösteren kesin ve güçlü delil.
hükm-i zımni / hükm-i zımnî
Fık: Zımnen vaki olan hüküm. (Bir kimse diğer bir kimse aleyhine; "Benim filân şahıs zimmetinde sâbit olacak şu kadar lira alacağıma onun emriyle kefil olmuş idin" diye dâva ve o kimse kefâleti ikrar ve borcu inkâr etmekle müddei, borcu isbat ederek hâkim dahi hükmetse bu hüküm kefil aleyhine sarâhe
hükümet-i arabiye
Arap hükümeti.
hükumet-i cumhuriye / hükûmet-i cumhuriye
Cumhuriyet hükûmeti.
Cumhuriyet hükûmeti.
hükümet-i cumhuriye
Cumhuriyet hükümeti.
hükumet-i demokrasi / hükûmet-i demokrasi
Demokrasi hükûmeti.
hükumet-i hilkat / hükûmet-i hilkat
Yaratılış hükümeti.
hükumet-i islamiye / hükûmet-i islâmiye
İslâm hükümeti.
hükümet-i islamiye / hükümet-i islâmiye
İslâm hükümeti.
hükumet-i ittihadiye / hükûmet-i ittihadiye
İttihad ve Terakkî Partisi hükümeti.
hükumet-i meşruta / hükûmet-i meşruta
Meşrutiyet idaresi, Meşrutiyet hükûmeti.
hükumet-i meşruta-i meşrua / hükûmet-i meşruta-i meşrua
Şeriata uygun meşrutiyet hükûmeti.
hükümet-i müstebide / حكومت مستبده
İstibdat hükümeti.
hulvan
Bir kimsenin hizmeti karşılığında, ücretinin haricinde verilen şey.
Kızın mihrinden, kişinin kendisi için aldığı miktar.
Vermek, bahşetmek.
Bir belde ismi.
hünsa
Kendisinde hem erkeklik hem dişilik alâmeti bulunan kimse.
Aynı çiçekte erkeklik ve dişiliğin bulunması.
hursend
Kısmetine râzı olan, kanaatkâr, tokgözlü.
(Farsça)
hüsn-i zan
Kulların Allahü teâlâdan rahmetini ummaları.
Bir kimse veya bir hâdise hakkında iyi kanâat sâhibi olmak.
huzme
Işık demeti.
Işık demeti.
huzre
Arka zahmeti.
huzu'
Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.
i'la-yı kelimetullah
Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak.
i'tibari / i'tibarî
(İtibarî) Hakiki kıymeti olmayıp kıymeti var kabul edilme. Farazî ve izafî olan. Varlığı, başka şeylere nisbet edilmesi halinde bilinen.
ibarat / ibârât
İbareler, metinler, yazılar.
ibare / ibâre
Metin, ifade.
Metin, yazı.
ibare-i arabi / ibare-i arabî
Arapça ibare, metin.
ibare-i arabiye
Arapça metin.
ibra-i amm / ibrâ-i âmm
Huk: Bir kimsenin zimmetini bütün haklardan, dâvâlardan temize çıkarmak.
ibra-i has / ibrâ-i hâs
Huk: Bir kimsenin zimmetini belirli bir haktan, hususi bir dâvâdan veya bir kısım haklardan beri kılmaktır.
ibtizal
Çokluğu sebebiyle bir nimetin kıymetini bilmeyip, hor kullanmak.
Devamlı şeklide bir şeyi kullanmak.
Edb: Herkesin bildiği bir sözü tekrar etmek. (Mümtâziyetin zıddıdır.)
iç oğlanı
Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla
(Türkçe)
icraat-ı celiliye
Allah (C.C.)ın celalî sıfatına yani, kibriya ve azametine delâlet eden, kudret-i hakkı ile hâsıl olan icraatı.
icraat-ı hükumet / icraat-ı hükûmet
Hükûmetin icraatı.
idame-i nimet
Nimetin, ihsan ve lütfun devamı, sürdürülmesi.
iddianame / iddianâme
İddiaların toplandığı yazı, metin.
ifna'
Mahvetmek. Tüketmek. Kıymetini kaybetmek. Çok zarar etmek. Yok etmek.
ihata-i rahmet
Rahmetin kuşatıcılığı.
ihsanat-ı rahmet
Rahmetin, merhametin ihsanları.
ihtilaf-ı re'y-i ümmet
Ümmetin re'y ayrılığı. Halkın fikirlerinin başka başka olması.
ihtilam / ihtilâm
Uykuda cünüb olma. Çocuğun bülûğa, ergenlik çağına ulaştığının alâmeti, işâreti.
ihtilas / ihtilâs / اختلاس
Zimmetine para geçirme, para çalma.
(Arapça)
ikilik
t. İki kuruş kıymetindeki eski gümüş para.
İki kısımdan meydana gelmiş.
Ayrılık, ihtilâf, ikiye bölünme, iki taraf olma.
ikramat-ı rahmaniye / ikrâmât-ı rahmâniye
Rahmeti sonsuz olan Allah tarafından gönderilen ikramlar.
iktiran
Ulaşmak. Mukarin olmak. Yaklaşmak. Yetişmek.
İki şeyin bir arada gelmesi. İki nimetin aynı anda bulunması gibi...
ilm-i hesab
Hesap bilgisi, aritmetik, matematik.
ilmin ulüvv-ü kadri
İlmin değer ve kıymetinin yüksekliği.
iltifat-ı rahmani / iltifat-ı rahmânî
Allah'ın sonsuz rahmetiyle kuluna yönelip ona lütufta bulunması.
iltifatat-ı rahmaniye / iltifâtât-ı rahmâniye
Allah'ın sonsuz rahmetiyle kullarına lütuf ve iyilikte bulunması.
iltifatat-ı rahmet / iltifâtât-ı rahmet
Allah'ın sonsuz rahmetinin iltifâtları.
ima-i rahmet / îmâ-i rahmet
Rahmete işaret etme, üstü kapalı olarak rahmeti gösterme.
iman hizmeti
İman hakikatlerini yayma hizmeti.
imdad-ı rahmani / imdad-ı rahmânî
Rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah'ın yardımı.
imtinan / imtinân / اِمْتِنَانْ
Ni'meti hatırlatma.
in'am eden / in'âm eden
Nimeti veren.
in'am-ı hak / in'âm-ı hak
Allah'ın nimeti, lütuf ve ihsanı.
in'amat-ı rahmaniye / in'âmât-ı rahmâniye
Allah'ın sonsuz şefkat ve merhametiyle bağışladığı nimetler.
inayet ve rahmet-i ilahi / inayet ve rahmet-i ilâhi
Allah'ın özel rahmeti, şefkat ve merhameti, lütuf ve yardımı.
inhisar-ı hizmet
Hizmeti tekeline alma.
inne rahmetallahi karibün mine'l-muhsinine / inne rahmetallâhi karîbün mine'l-muhsinîne
"Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti ihsan sahiplerine yakındır.".
intişar-ı hizmet
Hizmetin yayılması.
intizam-ı hikmet
Hikmetin düzenlemesi; herbir şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmasındaki düzenlilik.
istavroz
Hıristiyanlığın alâmeti, işâreti sayılan şekil ve bu şekilde yapılmış put, haç.
istibdad-ı hükumet / istibdad-ı hükûmet
Hükûmetin baskısı, despotluğu.
istihdam-ı rahmani / istihdam-ı rahmânî
Rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah'ın çalıştırması, hizmet ettirmesi.
istihkam / istihkâm
Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak.
Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı.
Kuvvet ve metanet vermek.
istikbal-i kıble
Kıbleye, Kâbe istikametine yönelmek.
izz-üd-din
Dilimizde "İzzettin" şeklinde isim olarak kullanılan bu kelime; "Dinin kıymeti, ulviyet ve kudreti" anlamına gelir.
jirnet
Fırıldak. Rüzgârın istikametini gösteren âlet.
kadir-i rahim / kadîr-i rahîm
Gücü herşeye yeten, rahmeti herşeyi kuşatan Allah.
kafir-i ni'met / kâfir-i ni'met
Nankör. Nimeti inkâr eden.
kainatın imkan-ı mevti / kâinatın imkân-ı mevti
Kâinatın ölümünün mümkün olması, ihtimal dahilinde olması; kıyametin kopması ihtimâli.
kalb-i ahenin / kalb-i âhenin
Demir gibi metin ve sağlam olan kalb.
kalemrev
Bir hükümdar veya hükümetin hükmünün geçtiği yer.
(Farsça)
kamarot
Vapurlarda kamaraların hizmetini gören adam.
kamet-i himmet
Himmetin endamı; gayretin boyu bosu, derecesi.
kamet-i namiye-i istidad-ı insani / kamet-i nâmiye-i istidad-ı insanî
İnsan istidadının büyüyüp gelişen kameti, endamı, boyu.
kanaat / kanaât / قناعت
Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.
Görüş, fikir.
Kısmetine razı olma.
Kısmetine razı olma, kabullenme.
Kısmetine razı olma.
kanaatkar / kanaatkâr
Kısmetine razı olan.
kanaatkarane / kanaatkârâne
Kısmetine razı olarak, yetinerek.
kaside-i mevzune-i manzume-i hikmet
Hikmetin vezinli, kâfiyeli ve ahengli kasidesi.
kasir-ül himme / kasîr-ül himme
Himmeti az veya kısa olan.
kat'iyyü'd-delalet / kat'iyyü'd-delâlet
Metnin mânâya olan işareti kesin olması, "Acaba metinden bu mânâ mı kastediliyor?" şeklinde bir şüphenin bulunmaması.
kavi
Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü.
Varlıklı, zengin, sâlih, emin, mutemed.
kebair
(Tekili: Kebire) Büyük şeyler, büyük günahlar. Kebairin sıralanışı:-Allah'ı inkâr etmek.-Allah'a şirk koşmak.-Kat'iyyen sâbit olan dini bir hükme inanmamak.-Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek.-Allah'ın cezasından, mekrinden ve azabından emin olmak.-Günah üzerinde ısrar etmek. Yâni, herhangi bir gün
kelimat-ı hikmet
Hikmetin kelimeleri; Allah'ın her bir varlığı belirli gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratma sıfatının kelimeleri, sözleri.
kemal-i kibriya / kemâl-i kibriyâ
Büyüklük, yücelik ve haşmetin kemâli, mükemmelliği, kusursuzluğu.
kemal-i kudret ve hikmet / kemâl-i kudret ve hikmet
Allah'ın kudret ve hikmetinin eksiksiz ve mükemmel oluşu.
kemal-i nimet / kemâl-i nimet
Nimetin tam ve mükemmel olması.
kemal-i rahmet
Rahmet ve merhametin nihayet kemalde olması.
kemkadr
İtibar ve kıymeti düşük. Adi, bayağı.
(Farsça)
kend
Kesmek, kat'etmek.
Bir kimsenin nimetini ve iyiliğini bilmeyip inkâr etmek.
keramat-ı aleviye ve gavsiye / keramât-ı aleviye ve gavsiye
Abdulkadir Geylani ve Hz. Ali'nin kerameti.
keramet / kerâmet
İkrâm, üstünlük.Hangi peygamberin ümmetinden olursa olsun, velîlerden âdet dışı, yâni fizik, kimyâ ve fizyoloji kânunları dışında meydana gelen şeyler, hâdiseler.
keramet-i aleviye / kerâmet-i aleviye / كَرَامَتِ عَلَوِيَه
"Ali'nin kerâmeti", yani Hz. Ali'nin (r.a.) Allah'ın lütfuyla geleceğe dair verdiği haberler (On Sekizinci ve Yirmi Sekizinci Lem'â bu kerametlerden bahseder).
Hz. Ali Efendimizin kerâmeti.
keramet-i aleviye ve gavsiye
Hz. Ali ve Şeyh Abdulkadir Geylânî'nin kerâmeti.
keramet-i celcelutiye / keramet-i celcelûtiye
Celcelûtiye'nin kerameti.
keramet-i duaiye
Duanın kerameti.
keramet-i esrar-ı kur'aniye / keramet-i esrar-ı kur'âniye / kerâmet-i esrâr-ı kur'âniye / كَرَامَتِ اَسْرَارِ قُرْاٰنِيَه
Kur'ân'ın sırlarının kerameti.
Kur'an sırlarının kerameti.
keramet-i evliya
Evliyanın kerameti; Allah tarafından evliyaya ikram edilen olağanüstü hal.
keramet-i gavsiye / kerâmet-i gavsiye
Seyyid Abdülkadir-i Geylâni'nin kerâmeti.
keramet-i hizmet-i kur'aniye / keramet-i hizmet-i kur'ânîye
Kur'ân hizmetinin kerameti, olağanüstülüğü.
keramet-i i'caziye / keramet-i i'câziye
Mu'cize kerameti.
keramet-i inayet-i rabbaniye / keramet-i inâyet-i rabbaniye
Allah'ın inayetinin kerameti, ikramı.
keramet-i sadakat
Doğruluk ve bağlılığın kerameti.
kerim-i pürneval / kerîm-i pürneval
Her türlü nimeti bolca ikram eden, sonsuz kerem sahibi olan Allah.
kıble açısı
Bir beldeden güney veya kuzeyden kıble istikâmetine çıkan iki doğru arasındaki açı.
kibrit-i ahmer
Kırmızı kibrit.
Cisimleri altun hâline koyacak derecede te'sirli olduğu söylenen şey. İksir.
Tas: Mürşid. Kıymeti çok yüksek olan.
kibriya
Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
kibriya-i vahdet / kibriyâ-i vahdet
Allah'ın birliğinin büyüklük ve azameti.
kılavuz
Yol gösteren, rehber.
Vapurlara yol gösteren.
Bazı hayvan katarlarının önüne düşüp, onları sevkeden hayvan.
Eskiden evlenme işlerine vasıtalık eden kadınlar.
Düşman hakkında mâlumât edinmek için ordu hizmetinde kullanılan kişiler.
Okçuluk müsabakaların
kırat-ı urfi / kırât-ı urfî
Kullanılması âdet olan ve hükûmetin kabûl ettiği miskâl ve dirhemden küçük bir ağırlık birimi.
kıskanç
Allahü teâlânın başkasına ihsân ettiği nîmetin ondan alınmasını, onun elinden çıkmasını ve yalnız kendinde olmasını isteyen kimse.
kıyamet / kıyâmet
Allahü teâlânın emri ile İsrâfil aleyhisselâmın sûr denilen ve nasıl olduğunu bilmediğimiz bir âlete üfürmesi, (nefha-i ûlâ: Birinci üfürme) ile bütün canlıların ölüp, her şeyin yok olması, kâinâttaki (varlık âlemindeki) nizâmın, düzenin bozulması, kıyâmetin kopması.
Her canlının ölü
kıyamet alametleri / kıyâmet alâmetleri
Kıyâmetin kopmasının yaklaştığına dâir Resûlullah efendimizin haber verdiği büyük ve küçük alâmetler, işâretler.
kıyamet-i mükerrere-i nev'iye / kıyâmet-i mükerrere-i nev'iye
Her bir varlık türünde sürekli olarak tekrarlanan ve kıyameti andıran var olma ve yok olma hadiseleri.
kıyamet-i şahsiye
Kişinin kıyameti.
kübera-yı ümmet
Ümmetin uluları, büyükleri.
kudret ve hikmet-i ilahiye / kudret ve hikmet-i ilâhiye
Cenab-ı Allah'ın kudret ve hikmeti.
kudsiyet-i hizmet
Hizmetin kutsallığı.
küfr alametleri / küfr alâmetleri
Kâfirlerin ibâdet olarak yaptıkları ve kâfirlik alâmeti olan şeyler.
küfr-i hükmi / küfr-i hükmî
İslâmiyet'in îmânsızlık alâmeti dediği sözleri söylemek ve işleri yapmak.
küfran-ı nimet / küfrân-ı nîmet
Nîmete nankörlük etmek. Nîmeti kullanırken, nîmetin sâhibini unutmak. Allahü teâlâya verdiği nîmet ile âsî olmak yâni nîmeti yerinde kullanmamak.
külale
Çiçek demeti.
(Farsça)
Kıvrım kıvrım olan saç. Kıvırcık saç. Bukle.
(Farsça)
künud
Nankörlük. Nimeti inkâr etmeklik.
kürek cezası
Tanzimattan önce ve yelkencilik devrinde işledikleri ağır cürümden dolayı harp gemilerinden kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilen kimseler. Bu gibiler, gemilerde kürek çektikleri için bu tâbir meydana gelmiştir.
kürsi / kürsî
Allahü teâlânın azameti, kudreti ve büyüklüğünü gösteren ve Arşın altında olduğu bildirilen Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlıklardan biri.
kuva-yı milliye / kuvâ-yı milliye
Milli kuvvetler. Bir milletin sahib olduğu kuvvetleri.
İstiklâl harbinde Anadoluda kurulan hükümet ve bu hükümetin askeri kuvvetleri.
kuvvet-i hikmet
Hikmetin kuvveti.
la'net
Nefret. Tiksinti. Allah'ın rahmetinden mahrumiyyet.
Bedduâ; bir kimsenin kötülüğünü, Allahü teâlânın af ve merhametinden mahrum olmasını, ihânet edenlerin veya kötülüklerin gerektiği cezâya çarptırılmasını istemek.
lain / laîn
Lânetlenmiş, kovulmuş, merdud. Allahın rahmetinden mahrum.
Lânet edilmiş, kovulmuş. Allahü teâlânın rahmetinden mahrum olan şeytân.
lain şeytan / lâîn şeytan
Allah'ın rahmetinden mahrum olan şeytan.
lamise / lâmise
Dokunma hissi, duygusu. El ile olan his. Bir şeyin cesâmetini anlama duygusu.
letaif-i rahmet / letâif-i rahmet
Rahmetin güzellikleri.
letaif-i refet / letâif-i refet
Şefkat ve merhametin güzellikleri.
lezzet-i hizmet-i imaniye
İman hizmetindeki lezzet.
lezzet-i nimet
Nimetin lezzeti.
lutf-u irşad / lûtf-u irşad
Doğru yolu gösterme lütfu, nimeti.
lutf-u merhamet / lûtf-u merhamet
Merhametin lütfu, ikram ve ihsanı.
lütf-u rahman / lütf-u rahmân
Rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın iyilik ve bağışı.
magfiret
(Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu.
mahall-i sarf
Harcama, kullanma alanı; burada rahmetin tecellî ettiği yer kastediliyor.
mahsun
İstihkâmlı. Kuvvetlendirilmiş. Sarp, sağlam ve metin kılınmış.
mahz-ı hikmet
Hikmetin ta kendisi.
mahz-ı keramet
Tam bir keramet gibi. Kerametin ta kendisi.
mahz-ı nimet
Nimetin tâ kendisi.
makam-ı imtinan ve in'am / makam-ı imtinan ve in'âm
Minnet ve nimeti hatırlatma yeri.
makarr-ı saltanat
Saltanat merkezi. Hükümetin idare edildiği baş şehir.
makes-i rahmet-i alem / mâkes-i rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin aynası.
makulü'l-mana / mâkulü'l-mânâ
Hikmeti akılla kavranılabilir.
malik-i rahim / mâlik-i rahîm
Özel şefkat ve merhameti olan ve herşeyin sahibi Allah.
mansıb
(Nasb. dan) Devlet hizmeti.
Memuriyet.
Bünyad. Merci'.
maslahat-ı hükumet / maslahat-ı hükûmet
Hükümetin faydası.
mazhar-ı rahmet-i alem / mazhar-ı rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan ilâhî rahmetin mazharı, aynası.
me'murin / me'murîn
(Tekili: Me'mur) Devlet hizmetinde bulunan kimseler. Me'murlar.
medrese-i yusufiye
Hz. Yusuf'un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur'ân'a hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane.
Hz. Yusuf'un (A.S.) iftira, haksızlık ve zulüm ile hapiste kalmasından kinâye olarak, İmân ve Kur'an hizmetinden dolayı tevkif edilenlerin hapsedildiği yere verilen isim.
mef'ul-ü mukadder
Lâfız olarak metinde yer almayan, ancak sözün gelişiyle belirlenen nesne, tümleç.
mehdi-i muntazır
(Şiilerin itikadına göre) Kıyameti bekleyen mehdi.
melace
Husumeti uzatmak, düşmanlığı çoğaltmak.
melik-i adud / melik-i adûd
Hükûmeti, idâreyi kuvvet zoru ile ele geçiren kimse, sultan. Buna halîfe-i câire de denir.
menba'
Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar.
mennan / mennân
İhsan, bağış, nimeti çok olan ve çok veren, Allah.
merhamet-i ilahiye / merhamet-i ilâhiye
Allah'ın merhameti.
merhamet-i rabbaniye
Allah'ın merhameti, şefkati.
merhamet-i umumiye-i ilahiye / merhamet-i umumiye-i ilâhiye
Allah'ın her şeyi kuşatan rahmeti, merhameti.
merkez-i hükumet-i islamiye / merkez-i hükûmet-i islâmiye
İslâm hükümetinin merkezi.
meş'ar-ül-haram / meş'ar-ül-harâm
Mekke-i mükerremede, Arafât ile Minâ arasında bulunan Müzdelife'nin sonunda Cebel-i kuzah yakınında bir yer. Meş'ar, şiâr (alâmet) yeri demektir. Meş'ar denmesi; ibâdet yeri olması; haram diye vasıflandırılması ise, hürmeti ve kıymeti sebebiyledir.
mesture
Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)
metalib-i hikmet / metâlib-i hikmet
İlâhî hikmetin istekleri, gerekleri.
metanetli
Dayanıklı, metîn.
mevn
Bir kimsenin zahmetini çekmek.
Nafakalarını vermek.
mıhdame
Hizmeti çok olan kişi.
mihenk
(Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti.
Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
mir'at-ı rahmet-i alem / mir'ât-ı rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin aynası.
mirac-ı keramet
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) veliliğinin kerâmeti olan mirca.
misafirhane-i rahman / misafirhane-i rahmân
Allah'ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya.
misafirhane-i rahmani / misafirhane-i rahmânî
Allah'ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya.
misafirhane-i rahmaniye / misafirhane-i rahmâniye
Allah'ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya.
misal-i rahmet-i alem / misal-i rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin misali, örneği.
mıstar-ı hikmet
Hikmetin mıstarı.
mistar-ı hikmet
Hikmetin gerçekleşmesi için kullanılan vasıta, şablon.
mu'ciz-i hikmet
Allah'ın hikmetinin mu'cizesi.
mu'tezil
Hatâsını itiraf edip, idrâk ederek melâmeti kabul eden. Kendi kötülüğünü kabul eden.
muahid
Antlaşma yapanlardan her biri.
İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini himaye ettiren hıristiyan veya bir başka dinden kimse.
Andlaşma yapanlardan her biri. Yeminli ve anlaşmalı olanlardan her biri.
İslâm hükümetine vergi ödeyerek kendini himâye ettiren gayr-ı müslim.
muanat
Bir şeyin zahmetini çekme.
Bir nesneyi dikkatle göz altında bulundurma. Ona göz kulak olma.
müfti-i ümmet
Ümmetin müftüsü.
muğni / muğnî
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmeti îcâbı, her şeyin ihtiyâcını giderici, tamamlayıcı ve lütfuyla doyurucu.
muhaddis
Hadîs âlimi. Çok sayıda hadîs toplayıp, senet ve metinleriyle ezberleyen, râvilerin cerh ve ta'dîl (güvenilir olup olmadıkları) noktasından durumlarını bilen, bu ilimde ihtisas kazanıp kitaplar yazmış olan âlim. Muhaddisin çoğulu muhaddisîn'dir.
muhammediyyun
Müslümanlar. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ümmetinden olanlar.
muhkem
Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış.
Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
muhtekir
İhtikâr yapan. Vurguncu, ihtiyaç mallarını kıymeti artsın da satayım diye saklayan. Halkın zararına çalışarak malı saklayan.
muhzır
(Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.
mukadder
Tâyin olunmuş.
Kısmet. Kader. Miktarı tâyin ve takdir olunmuş olan.
Kazâ.
Kıymeti biçilmiş.
Beğenilmiş.
Yazılmış olan.
Edb: Yazılı olmayıp da sözün gelişinden anlaşılan. Lafzan zikredilmeyip, mânen murad edildiği anlaşılan. Meselâ: Kur'an-ı Ker
Kıymeti biçilmiş, kadri, değeri bilinmiş.
Alın yazısı.
mukaddir
Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen.
mukaddirane / mukaddirâne
Takdir edercesine, kıymetini bilircesine, kıymetine göre sıralarcasına. Mukaddire yakışır hâlde.
(Farsça)
mukavemet-şiken
Mukavemeti kıran.
(Farsça)
mukavemet-suz
Dayanmayı te'sirsiz hâle koyan. Tahammülsüzlük veren. Mukavemeti kıran.
(Farsça)
mukavemetsuz / mukavemetsûz
Mukavemeti yok eden, dayanılmaz hâle getiren.
mukteza-yı hikmet / مُقْتَضَاي حِكْمَتْ
Allah'ın hikmetinin gereği.
Hikmetin gereği.
mukteza-yı hikmet ve rahmet
Hikmet ve rahmetin gereği.
mukteza-yı rahmet ve hikmet
Allah'ın rahmetinin ve hikmetinin gereği.
mülazım
Bir kimseye bağlı gibi olan.
Maaşsız acemilik hizmeti.
İlmiyyede: Medrese tahsilini bitirip icazet alan. Stajyer.
Eskiden askerlikte yüzbaşıdan aşağı rütbelerin derecesi, ünvanı.
münafese
Başkasında görülen bir kemale imrenip ona yetişebilmek ve daha ileri gidebilmek için, nefislerin nefâsette, iyi şeylerde yarışması hissidir ki, nefsin şerefinden ve uluvv-i himmetinden neş'et eder. Hased ile arasında fark açıktır. Hased eden kimse, kemâle düşmandır; hased ettiği kimsenin zararından,
müsaade-i hükumet / müsaade-i hükûmet
Hükümetin izin vermesi.
müşeyyed
Yüksek ve sağlam, metin yapılı, muhkem.
müsned
(Çoğulu: Mesânid) İsnad edilmiş, nisbet edilmiş olan.
Gr: Haber (yüklem). Meselâ: "Bu yazı güzeldir" cümlesindeki (güzeldir) kelimesi gibi.
Edb: Açık olmayan heceye (kapalı heceye) de müsned denir.
Ehl-i Hadis ıstılahınca: Müsned; içindeki metinler, senetleri ile mezk
müstahfız
Tar: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine
müstemirr
(Mürur. dan) Devam eden, sürekli, arasız.
Sağlam, muhkem, kavi, metin.
müsteşar
(Meşveret. den) Kendine iş danışılan. Hükümetin vekilinden sonra en yüksek idare me'muru.
müsvedde / مُسْوَدَّه
İlk yazılan metin.
mutasarrıf-ı rahim / mutasarrıf-ı rahîm
Varlıklar üzerinde merhamet ve rahmetinin çok özel tecellîleri bulunan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi Allah.
mütekebbir
Kibirli. Büyüklenen. Tekebbür eden.
Esmâ-i İlâhiyeden olup, Allah'ın büyüklük ve azametini ifade eder.
mütevadi'
Düşmanlığı ve husumeti bırakarak barışan.
müttesim
Hususi bir nişânı veyâ âlameti olan.
muvazzaf
Vazifeli. Bir işle meşgul.
İlk yapılan askerlik hizmeti.
muzafferiyet-i nuriye
Nur hizmetiyle elde edilen zafer.
nadire-i hikmet
Hikmetin az bulunan harikası.
nakdine-i hayat
Hayatın kıymeti.
name-i nurin-i hikmet / nâme-i nurîn-i hikmet
Hikmetin nurlu mektubu.
namık kemal
(Mi: 1840 - 1888) Tekirdağ'lı olup İslâm mücahidlerindendir. Yeni Osmanlılık hareketine vatan mefhumunu sokmuş, "Firâki, hapsi, nefyi kadr-i nâmusumla gördüm hep" diye haklı olduğunu dâima müdâfaa etmiştir. Ehl-i kemâl bir zat olduğu, davasının istikameti ve samimiyetinden anlaşılır.Hayatının sonlar
nankör
Gördüğü iyiliği unutan, nimeti inkâr eden. Nimetin şükrünü eda etmeyen, gafil.
(Farsça)
nazm-ı garib-i hikmet
Hikmetin hayret verici düzeni.
nebean-ı rahmet / nebeân-ı rahmet
Rahmetin fışkırması, kaynaması.
nebiyyü-t tevbe
Resül-i Ekremin (A.S.M.) bir ismi. (Ümmetinin tevbelerinin kabul edileceğine işâreten bu isim verilmiştir.)
nefh-i sur
Hz. İsrafil'in sur'a üflemesi, kıyametin kopması.
nefha
Üfleme, üfürme. İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopup insanların öleceği ve tekrar diriltilecekleri zaman, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûra üflemesi.
nefhat-ül-fer'
İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopacağına yakın, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûr'a birinci defâ üflemesi.
nefs-i hizmet / نَفْسِ خِدْمَتْ
Hizmetin bizzat kendisi.
Hizmetin kendisi.
netaic-i rahmet / netâic-i rahmet
Rahmetin neticeleri.
netice-i hizmet
Hizmetin sonucu.
netice-i ni'met-i sabıka / netice-i ni'met-i sâbıka / نَتِيجَۀِ نِعْمَتِ سَابِقَه
Geçmiş ni'metin neticesi.
netice-i nimet-i sabıka
Geçmişte verilmiş nimetin sonucu.
nevale-çin
Yiyecek toplayan, kısmetini alan.
(Farsça)
nevamis-i hikmet / nevâmis-i hikmet
Hikmetin kanunları.
nevamis-i hükumet / nevâmis-i hükûmet
Hükûmetin uyguladığı kanunlar, yasalar.
ni'met-i ilahiye / ni'met-i ilâhiye
Allah'ın nimeti. Allah'ın verdiği nimet.
nimet-i basariye
Görme nimeti.
nimet-i ifade
İfade etme, söyleyebilme nimeti.
nimet-i iman
İman nimeti.
nimet-i istifade
Bir şeyden yararlanabilme nimeti.
nimet-i meşrutiyet
Meşrutiyet nimeti.
nimet-i vücud
Varlık nimeti.
nizam-ı hikmet
Allah'ın hikmetiyle bu âleme yerleştirdiği düzen.
nüfuz-u hükumet / nüfuz-u hükûmet
Hükûmetin etkisi.
nümune-i rahmet-i alem / nümune-i rahmet-i âlem
Cenâb-ı Allah'ın bütün âlemleri kuşatan rahmetinin nümunesi, örneği.
nur
Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık.
Kur'ân-ı Kerim. İman. İslâmiyet. Peygamber.
Zulmeti def eden, şule, ışık.
nur-u rahmet-i alem / nur-u rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bu asırda yansıyan nuru.
nusus / nusûs
Hükmü açık olan Kur'ân ve hadis metinleri.
nüzul-ü rahmet
Rahmetin inişi.
parantez
Yun. Cümle içinde geçen bir sözü, metin dışı tutmak için o sözün başına ve sonuna konulan işaret.
paşalı
Paşa ünvanını alan vezir ve beylerbeyi gibi büyük devlet adamlarının hizmetinde bulunan gedikli ağalar.
propaganda
Bir fikri veya malı herkese bildirmek veya kabulü için yapılan ilân. Çok kıymetli olduğu veya olmadığı hâlde bir şeyin kıymetini arttırmak maksadiyle yapılan konuşma veya ilânat.
(Fransızca)
racim / racîm
"Allahü teâlânın rahmetinden kovulmuş uzaklaştırılmış" mânâsına şeytanın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatı.
radyasyon
(Radiation) Bir enerjinin ışık demeti halinde yayılması.
(Fransızca)
rahim / râhim
Rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.
rahim-i rahman / rahîm-i rahmân
Rahmân ve Rahîm olan Allah; herbir kuluna karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah.
rahim-i sermedi / rahîm-i sermedî
Varlığı sürekli olan ve yarattığı varlıklara sonsuz merhameti ve şefkatiyle davranan Allah.
rahim-i zat-ı zülcelal / rahîm-i zât-ı zülcelâl
Rahmeti herşeyi kuşatan sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah.
rahim-i zülcelal / rahîm-i zülcelâl
Kullarına karşı özel rahmeti olan haşmet ve ikram sahibi Allah.
rahim-i zülcemal / rahîm-i zülcemâl
Sonsuz güzellik sahibi ve her varlığa özel merhameti olan Allah.
rahimiyet-i ilahiye / rahîmiyet-i ilâhiye
Allah'ın şefkat ve merhameti.
rahimiyet-i rabbaniye / rahîmiyet-i rabbâniye
Bütün varlıkları terbiye eden ve idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın herbir varlığa şefkat ve merhameti.
rahman-ı rahim / rahmân-ı rahîm
Dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah.
rahman-ı rahim-i zülcelali ve'l-ikram / rahmân-ı rahîm-i zülcelâli ve'l-ikram
Kullarına karşı özel rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran haşmet ve ikram sahibi Allah.
rahman-ı rezzak / rahmân-ı rezzâk
Rahmet ve merhameti bütün varlıkları kuşatan ve bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.
rahmanane / rahmânâne
Allah'ın yarattığı varlıkları esirgeyip koruyarak, rahmetiyle muamele etmesi ve şefkatle idare etmesi.
rahmani / rahmânî
Rahmeti sonsuz olan Allah'a ait.
rahmaniyyet
Cenab-ı Hakk'ın Rahman oluşu. (Yâni: Gözümüzle görüyoruz, birisi var ki, bize zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleri ile doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve Rahmâniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş ve zemin içini rahimiyyet ve hakîmiyetin binlerle kıym
rahmanürrahim / rahmânürrahîm
Bütün her şeye ve herbir varlığa, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah.
rahmet-i bipayan-ı ilahiye / rahmet-i bîpâyân-ı ilâhiye
Allah'ın sonsuz rahmeti, sonsuz İlâhî rahmet.
rahmet-i hak
Hakkın, Allah'ın rahmeti.
rahmet-i hakime / rahmet-i hâkime
Allah'ın herşeye hükmeden rahmeti.
rahmet-i ilahi / rahmet-i ilâhî
Allah'ın rahmeti, şefkat ve merhameti.
rahmet-i ilahiye / rahmet-i ilâhiye
Allah'ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti.
rahmet-i ilahiyye / rahmet-i ilâhiyye
Allahü teâlânın merhameti, acıması.
rahmet-i mücesseme
Allah'ın sonsuz rahmetinin maddî cisim haline gelmiş hali olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
rahmet-i rabbani / rahmet-i rabbânî
Herşeyin Rabbi olan Allah'ın sonsuz rahmeti.
rahmet-i rahman / rahmet-i rahmân
Rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın rahmeti.
rahmet-i rububiyet / rahmet-i rubûbiyet
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın rahmeti.
rahmet-i sübhani / rahmet-i sübhânî
Her türlü kusur ve eksiklikten yüce ve uzak olan Allah'ın rahmeti, merhamet ve şefkati.
rahmet-i umumiye-i ilahiye / rahmet-i umumiye-i ilâhiye
Allah'ın her şeyi kuşatan rahmeti, merhameti.
rahmet-i uzma-yı ilahiye / rahmet-i uzmâ-yı ilâhiye / رَحْمَتِ عُظْمَايِ اِلٰهِيَه
Allah'ın en büyük rahmeti.
rahmet-i vasia-i muhita / rahmet-i vâsia-i muhîta
Allah'ın herşeyi kuşatan geniş rahmeti.
rahmet-i zülcelal / rahmet-i zülcelâl
Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah'ın her şeyi kuşatan rahmeti.
rahmetullah
Allah'ın rahmeti.
rahmetullahi aleyh
Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun.
rahmetullahi aleyhi ebeden daima / rahmetullahî aleyhi ebeden dâimâ
Allah'ın rahmeti sonsuza kadar devamlı onun üzerine olsun.
rahmetullahi aleyhi ve ala hasan feyzi / rahmetullahi aleyhi ve alâ hasan feyzi
Allah'ın rahmeti onun (Halil İbrahim'in) ve Hasan Feyzi'nin üzerine olsun.
rahmetullahi-aleyh / rahmetullâhi-aleyh
"Allah'ın (C.C.) rahmeti onun üzerine olsun" meâlinde vefat etmiş müslümanlar için söylenen duâ.
rahmetullahialeyh
Allahın rahmeti üzerine olsun!
rasanet
Sağlamlık, dayanıklık.
Sabit, muhkem, metin.
rauf / raûf
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına karşı merhâmeti çok olan ve yaptıkları iyilikleri zâyî etmeyen.
"Ümmetine karşı çok merhâmet eden, acıyan" mânâsına Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin isimlerinden.
ravi / râvî
Rivâyet eden, nakleden; duyduğu veya gördüğü bir sözü, bir işi, bir olayı başkasına haber veren; Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini, metin (hadîs-i şerîfin kendisini) ve senedi (nakledenleri) ile birlikte nakleden hadîs âlimi.
re'fet-i rabbaniye / رَأْفَتِ رَبَّانِيَه
Terbiye edici Allah'ın merhameti.
reca / recâ
Ümid etmek, Allahü teâlânın rahmetini ummak.
remz-i hikmet / رَمْزِ حِكْمَتْ
Hikmetin ince işareti.
remz-i hikmet-i kainat / remz-i hikmet-i kâinat
Kâinattaki hikmetin ince işareti.
resül-ül melahim / resül-ül melâhim
Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Cenk ve muharebe ile de vazifeli olduğundan ümmeti ve kendisi din için, dinin ihyası uğrunda büyük muharebelere mükellef olduğundan bu isim ile de yâd edilmiştir.
rezzak-ı alim-i rahim / rezzâk-ı alîm-i rahîm
Sonsuz ilmiyle her şeyi hakkıyla bilen ve rızkını veren ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan Allah.
riyaziyat
Matematik ilmi, hesap-hendese ilmi. Aritmetik-geometri.
rızıksızlık
Rızkın olmayışı, nimetin olmama hâli.
ruh-u hidayet
Hidayetin ve istikâmetin ruhu, özü.
ruhsat
İslâmiyet'in, meşakkat ve zarûret gibi sebeblere bağlı olarak, ibâdetlerde ve diğer işlerde tanıdığı izin ve kolaylık; azîmetin zıttı.
rüşd
Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metanet ve kemal-i isabetle dosdoğru gitmek.
Hayra isabet etmek.
Büluğa ermek.
İstikamette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek.
Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak.
şa'ban-ı muazzam / şa'bân-ı muazzam / شَعْبَانِ مُعَظَّمْ
Üç aylardan ikincisi, kıymeti çok büyük olan şa'bân ayı.
sadaka-i cariye / sadaka-i câriye
Hayrı, sevabı dâimî olan sadaka. Sevabı öldükten sonra da devam eden hayırlı ameller. (Kur'an ve iman hizmeti gibi.)
şahs-ı manevi-i hükumet / şahs-ı mânevî-i hükûmet
Hükûmetin mânevî şahsiyeti, tüzel kişiliği.
san'at-ı şuuriye-i rahmaniye / san'at-ı şuuriye-i rahmâniye
Rahmeti sınırsız olan Allah'ın sonsuz ilminin neticesi olarak ortaya çıkan san'atı.
sarraf
Sarfeden. Para işleri ile uğraşan.
Cevherci, kuyumcu. Cevherin kıymetini san'atı ile azaltan veya çoğaltan.
şaşaa-i rububiyet / şâşaa-i rububiyet
Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan rablığının azameti, haşmeti.
şe'n-i merhamet
Merhametin gereği.
sebike-i hak
Hak külçesi.
Mc: İşlenmemiş külçe halindeki altın kıymetinin zâhiren görünmemesi gibi; hakkın bâtıl ile mücadelesinin olmadığı zamanda, hakkın kıymet ve lüzumu derecesinin bir cihette bilinememesi.
sedid
Doğru. Yanlış ve yalan olmayan.
Müstakil.
Muhkem. Metin.
şehr-i rahmani / şehr-i rahmânî
Rahmet ve merhameti sınırsız olan Allah'ın şehri; kâinat.
şehrayin-i rahman / şehrâyin-i rahmân
Cenâb-ı Hakkın sonsuz rahmetiyle bir şenlik haline getirdiği yeryüzü.
şekur / şekûr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'
selamet-i millet / selâmet-i millet
Milletin selâmeti, esenliği, güven içinde oluşu.
şem'un
Hz. İsa'nın (A.S.) havarilerindendir. Petros veya Sen Piyer de denir. Antakya kilisesini yaptırmıştır. Mi: 65'de Roma'da Neron tarafından hapsedilmiş ve çarmıha gerilerek şehid edilmiştir. Hristiyan âlemine büyük hizmeti vardır. Esas adı, Şem'un-us Safâ'dır.
semen-i misl
Ehl-i vukuf tarafından hakiki kıymetini tâyin etme.
semen-i müsemma / semen-i müsemmâ
Bâyi' (satıcı) ile müşterinin karşılıklı rızâ ile mebî (mal) için hakîkî kıymetine uygun olsun veya olmasın, tâyin ettikleri yâni uyuştukları bedel.
semen-i rayic / semen-i râyic
Geçer değer, o zamanki kıymeti, fiyatı.
şeref
Yükseklik, yücelik. Büyüklük.
İnsanlar arasında geçerli ve makbul olma. Büyük bir makam sâhibi olma.
Cenab-ı Hakka itâat ve ubudiyyeti ve yüksek hizmeti ile çok ihsanına mazhar olma.
İftihâr, övünme.
Yükseklik, büyüklük, yüksek mertebe. İnsanlar arasında geçerli ve makbûl olma. Cenâb-ı Hakk'a itâat ve yüksek hizmeti ile çok ihsâna mazhâr olma, iftihâr.
şevket-i islamiyet / şevket-i islâmiyet / شَوكَتِ اِسلاَمِيَتْ
İslâmiyetin haşmeti.
şeytan
İblis. (Cenab-ı Hakk'ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır. Bütün melekler Cenab-ı Hakk'ın emriyle Hazret-i Âdem'e secde ettiği halde Şeytan: "O, topraktan yaratılmıştır, ben ateşten yaratıldım. Ben ondan daha kıymetli ve yükse
Kovulmuş, uzaklaştırılmış. Kibir ve gurûru sebebiyle Allahü teâlânın "Âdem'e secde ediniz" emrine isyân edip, karşı geldiği için, O'nun rahmetinden uzaklaştırılan varlık, İblis.
şi'r
(Şiir) Anlama, idrak.
Edb: Edebiyatta kıymeti olan, nazımlı ve kafiyeli şair sözü.
şia / şîa
Taraftar, yardımcılar. Hazret-i Ali'yi sevdiklerini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) kıymetini bilmeyen ve onları kötüleyen kimselerin mensûb olduğu bozuk fırka.
şiar-ı medeniyet
Medeniyet alâmeti, sembolü.
şiddet-i hizmet
Hizmetin zorluğu.
sikke-i ulya-yı rahimiyet / sikke-i ulyâ-yı rahîmiyet
Rahmeti herşeyi kuşatan Allah'ı gösteren yüce damga.
simya
Adi madenleri altın madenine çevirmek gayesini güden bir çalışma. Bu çalışma bir takım maddelerin bulunmasına sebep olduğu için kimya ilminin ilerlemesine hizmeti dokunmuştur.
siper-i saika / siper-i sâika
Yıldırımdan korunmak için gemilerle, minarelere ve büyük binalara konan âlet. Paratoner.Gemilerde direklerin şapkalarına konulur ve üzerlerine, bir ucu denize kadar sarkıtılmış bakır tel bağlanır. Direkleriyle teknesi ağaç olmayan gemilerde tel yoktur. Telin gördüğü nakil hizmetini geminin demir kıs
sırr
Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife.
İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti. (Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)
sırr-ı hikmeti
Hikmetinin sırrı, esprisi; ilmî açıklaması.
sırr-ı teklif
İnsanların dünyaya gelip, Allah (C.C.) tarafından vazifelendirilmelerinin hikmeti. Dünyaya gelip vazife sahibi olmanın sırrı.
sırr-ı tevatür
Tevatür sırrı; bir sözün nesilden nesile, sözüne inanılır büyük topluluklar tarafından nakledilmesi sırrı, hikmeti.
sırr-ı veraset-i nübüvvet / sırr-ı verâset-i nübüvvet
Peygamber varisliğinin sırrı, hikmeti, hakikati.
sırran tenevveret
Gizli ve sır perdesi altında parlama, hizmeti yaygınlaştırma.
sırren tenevveret
Gizli ve sır perdesi altında parlama ve hizmeti yaygınlaştırma.
sofra-ı rahman / sofra-ı rahmân
Allah'ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra.
sofra-i rahman / sofra-i rahmân
Dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah'ın sofrası.
sofra-i rahmanü'r-rahim / sofra-i rahmânü'r-rahîm
Dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah'ın sofrası.
su-i istimal / su-i istimâl
Kötüye kullanma. Eldeki nimeti veya fırsatı boşuna yahut kendi menfaatine kullanma.
süfyan
Âhir zamanda geleceği ve ümmetin karanlık günler yaşamasına vesile olacağı sahih hadislerle bildirilen dehşetli dinsiz ve münâfık bir şahıs.
sühan-şinas
Söz bilen, sözün kıymetini takdir eden.
(Farsça)
şükrane / şükrâne / شكرانه
Teşekkür borcu olarak, teşekkür alameti.
(Arapça - Farsça)
şule-i rahmet-i alem / şule-i rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir parıltısı.
suleha-yı ümmet / sulehâ-yı ümmet
Ümmetin salih kişileri.
sultan-ı levlake levlak / sultan-ı levlâke levlâk
Hayatın ve herşeyin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı; Hz. Muhammed.
şümul-ü hikmet
Allah'ın hikmetinin herşeyi kapsaması.
şümul-ü rahmet
Cenâb-ı Hakkın rahmetinin herşeyi içine alması, kuşatması.
tahamül
Başkasının zahmetini yüklenmek.
tahdis-i nimet
Cenab-ı Hakk'a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadiyle nâil olduğu nimeti anlatmak, onunla sevincini ve şükrünü bildirmek.
tahdisinimet / tahdîsinîmet
Şükür için kendine verilen nimeti söyleme.
tahsis-i hikmet
Has kılınmanın hikmeti, namaza ait olmasının sırrı.
takdir
Kıymet vermek. Değerini, kıymetini, lüzumunu anlamak.
Kader.
Düşünmek.
Öyle saymak.
takdir-i kelam / takdir-i kelâm
Söze değer vermek.
Sözün kıymeti. Sözden anlaşılan husus.
takdiren
Değer ve kıymetini anlıyarak. Takdir ederek.
taltif-i rahmet
Şefkat ve merhametin lütfetmesi, iyilik ve güzellikle muamele etmesi.
tasarrufat-ı celaliye / tasarrufât-ı celâliye
Allah'ın sonsuz haşmetini yansıtan işleri, icraatları.
te'lif
Barıştırmak. Husumeti defetmek. Ülfet ve imtizac ettirmek.
Çeşitli şeyleri birleştirip karıştırmak.
Eser yazmak.
Noksan bir adedi bine çıkarmak.
te'nis
Bir kelimenin sonuna te'nis alâmeti olan ( ) ilâve ederek müennes yapmak.
teberri / teberrî
Uzaklaşma; mensubiyeti, hürmeti reddetme, kabul etmeme.
tecelli-i celali / tecellî-i celâli
Büyüklük ve haşmetin yansıması.
tecelli-i kübra-yı adl ve hikmet / tecellî-i kübrâ-yı adl ve hikmet
Adaletin ve hikmetin büyük tecellîsi, yansıması.
tecelli-i merhamet / tecellî-i merhamet
Merhametin tecellîsi, yansıması.
tecelliye-i celaliye / tecelliye-i celâliye
Allah'ın varlıklar üzerinde haşmetinin görünmesi.
tecemmül
Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak, şükr etmek ve nîmeti göstermek için zînetlenmek, süslenmek.
tedbir-i hükumet / tedbir-i hükûmet
Hükûmetin tedbiri, işleri önceden planlayarak idare etmesi.
teenni-i hikmet
Hikmetin yavaş yavaş ve akıllıca gibi, en faydalı şekilde zuhuru.
tel'in
Lânetleme, lânet etme. Bir kimsenin Allahü teâlânın rahmetinden uzak olmasını dileme.
telmih
Metinde sözü edilmeyen bir şeye işaret etmek.
temsil-i rahmet-i alem / temsil-i rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin örneği.
tenasan / tenâsân / تن آسان
Canının kıymetini bilen, rahatına düşkün.
(Farsça)
tercüman
Yazılı ve sözlü metinleri başka bir dile çeviren.
teşkilat-ı esasiye / teşkilât-ı esasiye
Anayasa. Kanun-u esasî. Devletin temel kuruluş şeklini tayin eden ve teşrinin yani meclisin, hükümetin ve mahkemelerin salâhiyetleri nasıl kullanılacağını; vatandaşların umumi hak ve hürriyetlerini gösteren temel kanunlardır.
teveccüh-ü ilahi / تَوَجُّهُ اِلٓهِي
Allahın beğenerek (rahmetiyle) yönelmesi.
teveccüh-ü rahmet
İlâhî rahmetin yönelmesi, gelmesi.
tevessül
Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir
tezahürat-ı cemaliye ve celaliye / tezahürât-ı cemâliye ve celâliye
Allah'ın sonsuz güzelliğiyle birlikte heybet ve haşmetinin yansımaları.
ulüvv-ü himmet
Yüksek himmetlilik, gayret ve himmeti çok olmak.
ümmet-i islamiye / ümmet-i islâmiye
İslâm ümmeti, bütün Müslümanlar.
ümmet-i merhume-i muhammediye
Hz. Muhammed'e inanıp onun yolundan giden, Allah'ın rahmetine ermiş olan Müslümanlar.
ümmeti / ümmetî / اُمَّت۪ي
Ümmetim!
"Ümmetim!".
Ümmetim.
ümmeti, ümmeti / ümmetî, ümmetî
Ümmetim, ümmetim!.
ümmid ve korku / ümmîd ve korku
Allahü teâlânın rahmetini ummak ve azâbından korkmak.
unayil
(Çoğulu: Anâyil) Berk, metin, sağlam, dayanıklı, muhkem.
urvet-ül vüska
Sağlam kulp. Metin ve muhkem olan tutulacak şey.
İslâmiyet.
Kur'an-ı Kerim.
üstad-ı alikadr / üstad-ı âlîkadr
Kadir ve kıymeti büyük Üstad.
üveys-el karani / üveys-el karanî
Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u
vakahat
Arsızlık. Utanmazlık. Katı yüzlülük. Açıklık ve saçıklık.
Pek sağlam ve metin.
vakf-ı hayat
Hayatını vakfetme.
Ömrünü tamamen din hizmetine vermek.
vasi' / vâsi'
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Rahmeti, ilmi, kudreti, ihsânı ve nîmetleri her şeyi kuşatan ve her şeye kâfi olan, kudretinin ve ilminin nihâyeti olmayan.
(Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı.
Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)
vazife-i kudsiye-i kur'aniye / vazife-i kudsiye-i kur'âniye
Mukaddes Kur'ân hizmeti.
vefhiyye
Kilisede kayyımlık hizmetini etmek.
veli-ni'met
Nimet veren. Nimeti muhafaza edip ihsan eden.
velini'met / velîni'met / وَل۪ي نِعْمَتْ
Ni'met sâhibi, ni'meti veren.
velinimet / velînimet
Nimeti veren, nimetin sahibi.
vezim
Sebzevat demeti.
Kurumuş ot.
vird-i ümmet
İslâm ümmetinin sürekli tekrar ettiği dua.
vüs'at-ı rahmet
Rahmetin genişliği, büyüklüğü.
vüs'at-i rahmet / vüs'ât-i rahmet / وُسْعَتِ رَحْمَتْ
Rahmetin genişliği, bolluğu.
Rahmetin genişliği.
vüs'at-i rahmet-i ilahiye / vüs'at-i rahmet-i ilâhiye
Allah'ın rahmetinin bolluğu, genişliği.
ya rahim / yâ rahîm
Ey rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah.
yusufiye medresesi
Hz. Yusuf'un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur'ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane.
zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfran
İtaatsizlik, zulüm ve küfürde çok ileri gitme ve Allah'ın varlığına, birliğine inanmama, nimetini inkar etme devri.
zann-ı kabul-ü cumhur
Bir hükmün doğruluğunu ekseri müçtehidlerin ve ehl-i reylerin zann derecesinde, yani kuvvetli ihtimal ile kabul etmeleri. (Ümmeti da'vetle teşri' edemez, fehmi şeriatten olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri' olamaz.İcma' ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre davet etme
zat-ı cemil-i zülcelal / zât-ı cemîl-i zülcelâl
Sınırsız yücelik ve haşmetiyle beraber, sonsuz güzellik sahibi olan Zât, Allah.
zat-ı rahim / zât-ı rahîm
Rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat merhamet sahibi Zât; Allah.
zat-ı rahman ve rahim / zât-ı rahmân ve rahîm
Kullarına karşı sınırsız rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.
zat-ı rahman-ı rahim / zât-ı rahmân-ı rahîm
Kullarına karşı özel rahmet ve şefkat tecellîleri olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.
zat-ı rahmanü'r-rahim / zât-ı rahmânü'r-rahîm
Dünya ve âhirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Zât, Allah.
ze
Kur'an alfabesinde onbirinci harftir ve ebcedi kıymeti 7'dir.
zeval-i nimet
Nimetin yok olması, sona ermesi.
zeyd
Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan isimlerdendir. (Diğer isimler: Amr, Bekir, Beşir, Hâlid)
zeyneb
Eski fetva metinlerinde kadını temsil eden isimlerden biri.
Gül.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
tahattur
ehte
Hasiyyet
pür-kusur
tebeyyüt
Icma
ehl-i salib
EKin
Ekru
ma'ruf
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
meti
Ay yüzlü
Alalar
tekif
Leyle_i kadir
manisi
Feragat
Subhane
Bekleyerek
yönü