LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te mecbur ifadesini içeren 78 kelime bulundu...

bilmecburiye / bilmecbûriye / بالمجبئریه

  • Mecbur olarak.
  • Mecburen.
  • Zorunlu olarak, mecburen. (Arapça)

çar naçar

  • İster istemez, mecburiyetle. (Farsça)

çar u naçar / çar u nâçâr

  • İster istemez, mecburen.

çar-naçar / çar-nâçâr

  • İster istemez, mecburiyetle.

çarnaçar / çârnâçâr / چارناچار

  • İster istemez, çaresiz, mecburen. (Farsça)

cebri nefy

  • "İnsan iradesizdir. Yaptığı işlerde mecburdur. Kendi seçme gücü yoktur" şeklindeki iddiayı reddetme; iradesizliği reddetme.

cünüb

  • Cenabetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli.
  • Irak, uzak, baid.

emirkulu

  • Aldığı emri yapmağa mecbur olan, verilen emri yerine getirmekle görevli kimse.

emr-i vaki' / emr-i vâki'

  • Beklenilmeyen iş, sürpriz. Zorlayıcı bir baskı ile bir işi yapmaya mecbur etmek.

enterne

  • Belirli bir yerde oturmağa mecbur edilen yahut gözaltına alınan kimse. (Fransızca)

farz

  • İslâmiyette mazeret olmadıkça yapılması mecburi olan, terkedilmesi günah sayılan Tanrı buyruğu.
  • Zarurî, lüzumlu.

farz-ı ayn

  • Herkesin yapmaya mecbur olduğu farz. Namaz kılmak, yalan söylememek, imân etmek, oruç tutmak gibi.

feraiz / ferâiz

  • Farzlar, yapılması mecburi olan dinî emirler.
  • (Tekili: Farîze) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri.
  • Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.

fidye-i necat

  • Bir kimsenin esirlikten veya başına gelen bir belâdan kurtulmak için, kendisi veya kendi namına başkası tarafından mecburen verilen para vesaire hakkında kullanılan bir tabirdir. Tabirin karşılığı, can kurtarma akçası demektir.

gayr-ı zaruri / gayr-ı zarurî

  • Zarurî ve mecburî olmayan.

hacat-ı gayr-ı zaruri / hâcât-ı gayr-ı zaruri

  • Zarurî ve mecburî olmayan ihtiyaçlar.

hacat-ı gayr-ı zaruriye / hâcât-ı gayr-ı zaruriye

  • Zarûrî ve mecbûrî olmayan ihtiyaçlar.

halal / halâl

  • Yasak edilmiş olmayan, yâhut yasak edilmiş ise de, İslâmiyet'in özr, mâni ve mecbûriyet saydığı sebeblerden birisi ile yasaklığı kaldırılmış olan şeyler.

hayati / hayatî

  • Hayata ve yaşamağa ait. Hayatla alâkalı. Hayat için mecburi olan.
  • Mc: Çok önemli bir şeyin bağlı bulunduğu başka bir şey. Temel.

icabi / icabî

  • Zorunluluk, mecburiyet.

ifrar

  • Kaçırmak. Kaçırılmak. Firara mecbur etmek.

ihtiyari / ihtiyarî

  • Mecburi olmayan. İsteğe bağlı. Bir kimsenin isteğine bırakılmış olan.

ikrah-ı nakıs / ikrah-ı nâkıs

  • Huk: Dayak ve hapis gibi keder ve elemi gerektiren şeylerden meydana gelen mecburiyet.

ilca / ilcâ

  • Mecbur etme, zorlama.

ilca'

  • Mecbur etme. Zorlama. Muztar kılma.
  • Tefviz eyleme.

ilcaat / ilcâât

  • Mecburiyetler, zorlamalar.

ilcaat-ı zaman

  • Zamanın getirdiği mecburiyetler, çaresiz durumda bırakmalar.
  • Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.

ille-i ıztırari / ille-i ıztırarî

  • Kabul edilmesi mecburi görülen sebeb.

illet-i ıztırari / illet-i ıztırarî

  • Mecburiyetten dolayı sebep gösterilen.

intizamın ilcaı

  • İntizamın zorlaması, mecbur etmesi, muztar kılması.

ıztırar

  • Zorunluluk, mecburiyet.
  • Çâresiz olmak. Mecburiyet. İhtiyaç.

ıztıraren

  • Mecburi olarak.

ıztırari / ıztırarî / ıztırârî

  • Çaresizlik içinde oluş. Mecburiyet.
  • Mecburiyet altında olan.
  • Mecburi.

ıztırariyat

  • (Tekili: Iztırarî) Mecburi olarak yapılan şeyler, mecburiyetler.

kadir-i muhtar / kâdir-i muhtâr

  • Dilediğini yapabilen, bir şeyi yapmaya mecbur olmayan.

kahir

  • (A, uzun okunur) Üstün gelen. Yenen. Galip gelen.
  • Zorlayan. Mecbur eden.

keffaret

  • (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
  • Günahtan arınma.

lal ü ebkem / lâl ü ebkem

  • Şaşa kalmış. Sükuta mecbur olmuş. Susmuş.

lisan-ı ıztırar

  • Çaresizlik ve mecburiyet dili.

lisan-ı ıztırari / lisan-ı ıztırarî

  • Çaresizlik ve mecburiyet dili.

mahkum / mahkûm

  • Hükümlü, cezalı, mecbur.
  • Aleyhinde hüküm verilmiş olan. Dâvayı kaybedip cezalanan.
  • Birisinin hükmü altında bulunan.
  • Zorunda ve mecburiyetinde olma. Katlanma.

mecburi / mecburî

  • Zor altında, ister istemez, yapma mecburiyetinde.

mecburiyet / mecbûriyet

  • Zora tutulma. Mecburluk.
  • Mecburluk.

mecburiyet tahtında

  • Mecbur kalarak.

merec

  • Kararsız ve mütehayyir olma.
  • Mecburi olma.

mes'ul

  • Yaptığı iş ve hareketlerden hesap vermeğe mecbur olan. Mes'uliyetli. Bir işin idâresi kendisine âit olan.
  • Ceza verilmiş olan.

mes'uliyet

  • Mes'ul olma hâli. Yaptığı iş ve hareketten hesap vermeğe mecbur oluş.

mücbir

  • Zorlayan, mecbur eden.
  • Zorlayan, mecbur eden.

mucib-i bizzat / mûcib-i bizzat

  • Her şeyi yapmaya bizzat mecbur olan, Cenâb-ı Hakkın iradesini inkâr eden felsefî görüş.
  • İster istemez kendisi işi yapmaya mecbur olan. Serbest ve istediği gibi hareket edemeyen. (Meselâ: Güneş ışığının, güneşin kendi zâtının zaruri neticesi olması gibi.)
  • İradesiyle değil de varlığı icabı herşeyi yapmaya mecbur olan.

mucibibizzat / mûcibibizzat

  • Her şeyi yapmaya mecbur olan.

mükellef

  • Bir şeyi yapmağa mecbur olan. Vazifeli. Muvazzaf.
  • Bir şeyi ödemeğe mecbur olan.
  • Mükemmel hazırlanmış, külfetle süslenmiş olan.
  • Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse.

mükellefiyet

  • Mecburiyyet. Bir işi yapmağa vazifeli oluş. Bir işi terk edememek hâli. Mükellef oluş.

mülce'

  • Mecbur olan kişi.

mülzem

  • Susturulmuş, ilzam ve iskât olunmuş, sükuta mecbur olmuş.
  • Lüzumlu görülmüş.

mülzim

  • İlzam eden, susturucu.
  • Lüzumlu gören. Gerektiren.
  • Verilen hükmün mutlak yerine getirilmesindeki mecburiyet.

müskit

  • Susturan, söyliyecek söz bırakmayan, susmağa mecbur eden.

mütekavvilin / mütekavvilîn

  • (Tekili: Mütekavvil) (Kavl. den) Mecbur olmadığı halde kendiliğinden yalan söyleyenler.

muztar

  • Zorlanmış. Cebr olunmuş. Mecbur kalış. Çaresiz kalıp başı sıkılan.
  • Mecbur, çaresiz.

na-çar

  • Çaresiz, elinden iş gelmeyen. Mecbur kalmış olan. (Farsça)

naçar / nâçâr

  • Çaresiz, elinden iş gelmeyen, mecbur kalmış olan.

nafaka

  • Yiyecek parası. Geçim için lüzumlu olan şey.
  • Geçindirmeğe mecbur olduğu kimselere veya çocuklarına mahkeme karariyle verilen iaşe parası.

nafile / nâfile / نَافِلَه

  • Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.
  • Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan.
  • Torun.
  • Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.
  • Mecburiyet altında olmayarak yapılan ibadet.

sebeb-i mücbir

  • Mecbur eden sebep.

sipahi

  • Ask: Osmanlı askerlik teşkilâtında "Timar" namiyle öşür ve rüsumunu aldıkları araziye mukabil, harp zamanlarında kendi hayvanları ve kanunen götürmeğe mecbur oldukları silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri. Bunlar akıncılık, çapulculuk ve karakol hizmetlerini ifa ed

sırat köprüsü

  • Cennet'e gidebilmek için herkesin üzerinden geçmeğe mecbur olduğu ve Cehennem üzerine kurulmuş olan köprü.

teberru'

  • Bir kimsenin, mecbur ve mükellef (yükümlü) olmadan, herhangi bir şeyi kendi rızâsı ile karşılıksız olarak birisine onun mülkü olacak şekilde vermesi.
  • Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak.

vacib / vâcib

  • (Vücub. dan) (Çoğulu: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan.
  • Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit
  • Mecburi, farza yakın hüküm.

vakfe

  • Bir hareketin geçici olarak durdurulması.
  • Durak. Durulacak yer.
  • Hacıların Hac esnasında Arafat'taki tevakkufları olup, eda etmeğe mecbur oldukları şartlardan birisidir.

vazife

  • Bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş. Yapılması birisine havale edilen şey. Kıymet verilen iş.
  • Ücret.

vecibe

  • Çok gerekli ve şart olan şey. Borç hükmünde olan görev, yapılması mecburi iş.

zamin

  • Ödeyen. Kefil. Tazmine mecbur olan.

zarurat / zarûrât / ضرورات

  • Zorunluluklar, mecburiyetler.
  • Sıkıntılar, mecburiyetler. (Arapça)

zaruret / zarûret

  • Çaresizlik, yoksulluk, mecburiyet.

zaruret-i kat'iye

  • Kesin zorunluluk ve mecburiyet.

zaruri / zarûrî

  • Mecburiyetle, ister istemez.

zaruriyet / zarûrîyet

  • Mecburiyet, zorda kalma.

zaruriyyat

  • (Tekili: Zarurî) Mecburi işler. İster istemez olan işler.

zaruriyye

  • (Zarurî) Mecburî. İster istemez olacak iş. İhtiyarî olmayan, mecburî olan.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın