REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te kelimesini içeren 1136 kelime bulundu...

müteşabih ayet / müteşâbih âyet

  • Mânâsı açık olmayan âyet-i kerîme. Çoğulu, müteşâbihâttır.

müteşabihat / müteşâbihât

  • Mânâsı kapalı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler. Müteşâbihâta îmân etmeli, mânâsını Allahü teâlâya bırakmalıdır. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiklerine bildirdiği sırların sembolleri, işâretleridir. Bunları anlıyanlar açıklamamışlardır.

a'mal-i erbaa / a'mâl-i erbaa

  • Mat: Dört işlem. (Toplama, çıkarma, çarpma, bölme.)

a'mal-i maliye / a'mâl-i mâliye

  • Mal ile yapılan ameller; zekat gibi.

ab-vend

  • Maşrapa, bardak, su kabı. (Farsça)

abadan

  • Mâmur, şen. İmâr edilmiş. (Farsça)

abes / عبث

  • Manasız.

abese irca

  • Mantık ve matematikte bir isbat şeklidir. Bir hükmün doğruluğunu isbat için, bu hükmü inkâr eden diğer hükmün yanlışlığı isbatlanır. Meselâ: Allah'ın varlığının inkâr edilmesinin imkânsızlığını veya abesiyetini göstermek, Allah'ın varlığını isbat yollarından biridir. Bu, "Abese irca" yolu ile isbat

abi / âbî / آبى

  • Mavi. (Farsça)

acin / acîn / عجين

  • Macun, yoğurulmuş. (Arapça)

aciniyet

  • Mâcun halinde olma. Hamur gibi yoğurulmuş olma.

aciniyyet

  • Mâcun halinde olma, yoğurulmuşluk.

acir / âcir

  • Malını kirâya veren.

adaletname

  • Mahkemeye davet yazısı.

adem-i harici / adem-i haricî

  • Maddeten yok olma hâli; Allah'ın ilminde var olup fakat maddî varlığı olmayan.

adim / adîm

  • Mâlik ve sahib olmayan. Yok olan. Birşeyi olmayan. Fakir.

adl

  • Mâni olmak. Men etmek.

adliye

  • Mahkeme. Muhakeme işleriyle uğraşan daire.

adliyye / عدليه

  • Mahkeme, adliye. (Arapça)

afat-ı maneviye ve maddiye / âfât-ı mâneviye ve maddiye

  • Maddî ve mânevî âfetler, belâlar.

agahi / agâhî

  • Malumat, vukuf, haberdarlık. Uyanıklık, teyakkuz, basiret. (Farsça)

agfer

  • Mağfiret eden, bağışlayan, afveden.

ağniya-i maneviye / ağniyâ-i mâneviye

  • Mânevî zenginler.

ağraz / ağrâz / اغراض

  • Maksatlar, arzular, amaçlar.
  • Maksatlar. (Arapça)

ağrazlı

  • Maksatlı, kinle dolu.

ahşam / ahşâm / احشام

  • Maiyet. (Arapça)

ahval-i maddiye / ahvâl-i maddiye

  • Maddi haller, sağlık durumu.

akdiyye

  • Mafsallarda bulunan yumru ve düğüm.

aks-i maksud

  • Maksadın aksi.

alamet-i mana / alâmet-i mânâ

  • Mânâyı gösteren belirti, işaret.

alaşım

  • Madenlerin eriyerek birleşmesi sonunda meydana gelen madde, halita.

alat-ı cismaniyye / âlât-ı cismaniyye

  • Maddî âletler.

alem-i cismani / âlem-i cismanî

  • Maddî âlem.

alem-i cismaniyye / âlem-i cismaniyye

  • Maddî âlem, kâinat, dünya.

alem-i ma'na / âlem-i ma'na / âlem-i ma'nâ / عَالَمِ مَعْنَا

  • Mâna âlemi, bazı ehline münkeşif olan âlem, mânen anlaşılan ve bilinen âlem.
  • Ma'nevî âlem.

alem-i ma'nevi / âlem-i ma'nevî / عَالَمِ مَعْنَو۪ي

  • Ma'nevi âlem.

alem-i maddi / âlem-i maddî / عَالَمِ مَادّ۪ي

  • Maddî âlem, görünen âlem.
  • Maddi âlem.

alem-i maddiyat ve şehadet / âlem-i maddiyat ve şehadet

  • Maddî ve görünen âlem.

alem-i mahşer / âlem-i mahşer

  • Mahşer âlemi; kıyametten sonra insanların tekrar diriltilip toplanacakları yer.

alem-i mana / âlem-i mânâ

  • Mânâ âlemi; maddî gözle görünmeyen mânevî âlem; rüya ve keşif âlemi.

alem-i manevi / âlem-i mânevî

  • Mânevî âlem.

alem-i maneviyat / âlem-i mâneviyat

  • Mânevi âleme ait olan şeyler.

alem-i melekut / âlem-i melekût

  • Madde, his, akıl, ölçü âleminin üstündeki âlem.

alem-i melekut ve ervahda / âlem-i melekût ve ervâhda

  • Madde ötesi ve ruhlar âleminde.

alem-i ruhani / âlem-i ruhanî

  • Maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemi.

ali-makam / âli-makam

  • Makamı yüksek, yeri yüksek.

ali-mekan / âlî-mekan

  • Makamı, yeri, derecesi yüksek olan.

alkol / mey

  • Mayalanmış içkilerin damıtılmasıyla elde edilen sıvı madde. (Fransızca)

amal-i ma'sumane / âmâl-i ma'sumâne

  • Masumcasına emeller, arzular.

ammaba'd / ammâba'd / امابعد

  • Maksada gelince. (Arapça)

analoji

  • Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak muhakeme yürütülmesidir. Bu tarz düşünce çok defa düşüneni yanlış sonuca götürür. Muhtemel olanın muhakkak zannedil

anasır-ı hisabiyye / anâsır-ı hisabiyye

  • Mat : Bir hesabı yapmak için gerekli olan mâlûmatlar.

anasır-ı maneviye / anâsır-ı mâneviye

  • Mânevî unsurlar.

arasat

  • Mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı.

arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye

  • Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m

arişi / arişî

  • Manevî. Mânâ ile ilgili. (Farsça)

arş-ı manevi / arş-ı mânevî

  • Mânevî arş.

artı

  • Mat: (+) ile gösterilen toplama işaretinin adıdır.

ashab-ı cah ve mertebe / ashab-ı câh ve mertebe

  • Makam ve mevki sahipleri.

ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf / اَصْحَابِ كَهْفْ

  • Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.
  • Mağara arkadaşları.

ashab-ı kemalat / ashâb-ı kemâlât / اَصْحَابِ كَمَالَاتْ

  • Ma'nevi olgunluk sahibi insanlar.

ashab-ı meratip

  • Makam ve mevki sahipleri; siyasi, askeri ve ekonomik gücü elinde bulunduranlar.

ashab-ı şevk / ashâb-ı şevk

  • Mânevî zevkleri tadıp şevke gelen kişiler.

aşk-ı eflatuni / aşk-ı eflâtunî

  • Maddeci olmayan aşk.

atab

  • Mahvolma, ölme.

ateş-dan / ateş-dân

  • Mangal, ocak. (Farsça)

atf-ı beyan

  • Mâkablini yâni mâtufun aleyhin mefhumunu izah ve te'kid için atfolunan tâbir. Meselâ: "Meseleyi izâh ve teşrih eyledi" cümlesindeki "ve" gibi.

atuh / atûh

  • Mâtuh. Bunak. Şuurunu kaybetmiş ihtiyar.

avaik / avâik

  • Maniler, engeller.

ayat-ı muhkemat / âyât-ı muhkemât

  • Manası kat'i ve açık olan Kur'an âyetleri.

ayet-i tekviniye / âyet-i tekvîniye

  • Maddî alemde gözle görülen âyet.

ayine-i iskender

  • Makedonya kralı Büyük İskender'in aynası. Rivayetlere göre, bu ayna Aristo tarafından yapılmış ve İskenderiye şehrinde yüksekçe bir yere konulmuştur. Bu sayede İskender, yüz fersah uzaklıktaki düşmanlarını aynada görürmüş.

ayine-i marifet / âyine-i marifet

  • Marifet aynası; san'atçısını (Allah'ı) tanıtan ayna.

azamet-i maneviye / azamet-i mâneviye

  • Mânevî büyüklük.

azar

  • Mart ayı. (Farsça)

bab harcı

  • Mahkemelerde kadıların, naiblerin, mal ve mukataa kalemlerinde bulunan memurların aldıkları bir nevi harç.

bahal

  • Malını kimseye vermeyip saklamak.

bedii kıraet / bedîî kıraet

  • Mantıki kıraet şartlarına riâyet ettikten başka rikkat mevkiinde sesini indirmek, şiddet makamında yükseltmek -acemi aktör tavrı takınmaksızın- mevzuu ses ve işaretle canlandırmaktır.

bedmaye / bedmâye / بدمایه

  • Mayası kötü, soysuz.
  • Mayası bozuk. (Farsça)

belağat-i maneviye / belâğat-i mâneviye

  • Mânevî belâğat.

bera-yı malumat / berâ-yı mâlumat

  • Malûmat ve bilgi için.

beray-ı malumat / berây-ı malûmat

  • Mâlûmat için.

bermah / bermâh / برماه

  • Matkap, burgu. (Farsça)

beyad

  • Mahvolma, yok olma, hiç olma.

beydudet / beydûdet

  • Mahviyet, hiçlik, yok olma.

bezadi / bezadî

  • Mavimsi bir cins değerli taş. Küçük yakut.

bezzaz / بزبز

  • Manifaturacı, kumaşçı. (Arapça)

bi-vaye / bî-vaye

  • Mahrum, nasipsiz. (Farsça)

bibehre / bîbehre

  • Mahrum.

bihasebi'l-ade

  • Maddî sebepler bakımından.

bilamazeret / bilâmazeret / بلامعذرت

  • Mazeretsiz, özür bildirmeksizin. (Arapça)

bilmana / bilmânâ

  • Mânâ olarak.

binavend

  • Mâni, engel. (Farsça)

binevend

  • Mâni, engel. (Farsça)

bülga

  • Maaşa yetecek nesne.

bülheves / بوالهوس

  • Maymun iştahlı. (Arapça)

burhan-ı kat'i-yi mantıki / burhan-ı kat'î-yi mantıkî

  • Mantık kurallarına uygun kesin delil.

burhan-ı maddi / burhan-ı maddî / burhân-ı mâddî / بُرْهَانِ مَادِّي

  • Maddî delil.
  • Maddi delil.

burhan-ı mantıki / burhan-ı mantıkî

  • Mantık kaidelerine uygun delil.

butlan-ı mana / butlan-ı mânâ

  • Mânânın batıl, yanlış ve hükümsüz oluşu.

buzine / bûzîne / بوزینه

  • Maymun.
  • Maymun. (Farsça)

cadde-i kübra-yı maneviye / cadde-i kübrâ-yı mâneviye

  • Mânevî, büyük ve geniş cadde.

cah / câh / جاه

  • Makam, mevki.
  • Makam.
  • Makam, mevki. (Farsça)

cahid

  • Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.

cahuf / cahûf

  • Mağrur, kibirli, kendini beğenmiş.

camiiyet-i mahiyet / câmiiyet-i mahiyet

  • Mahiyetin kapsamlılığı.

camus / câmus / câmûs / جاموس

  • Manda.
  • Manda.
  • Manda, camız. (Arapça)

cazibe kanunu

  • Madde âleminde geçerli olan Cenab-ı Hakk'ın tekvini bir kanunudur. Bu kanuna göre iki madde birbirini aralarındaki mesafe ile ters orantılı; kütle ve miktarlarıyla orantılı olarak çeker.

cehennem-i manevi / cehennem-i mânevî

  • Maddî olmayan cehennem.

celbname

  • Mahkemeye çağırma kağıdı, celb kağıdı. (Farsça)

celse-i muhakeme

  • Mahkeme heyetinin görüşme boyunca yaptığı oturum, yargılama duruşması.

cem-i kutbiyet ve ferdiyet ve gavsiyet

  • Manevî âlemlerde en yüksek seviyeler olan kutupluk, gavslık ve ferdiyet özelliklerini üzerinde toplama; bu makamlara sahip olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî hazretleri.

cem-i mal

  • Mal biriktirme.

cemal ve kemal-i manevi / cemâl ve kemâl-i mânevî

  • Mânevî güzellik ve mükemmellik.

cemal-i manevi / cemâl-i mânevî

  • Mânevî güzellik.

cenaze-i maneviye / cenaze-i mâneviye

  • Manevi cenaze.

cennet-i maneviye / cennet-i mâneviye

  • Mânevî cennet.

cerbeya

  • Mağrib ile şimâl arasında esen yel.

ceş

  • Mavi boncuk. (Farsça)

cesed-i manevi / cesed-i mânevî

  • Mânevî vücud, varlık.

cesed-i misali / cesed-i misalî / cesed-i misâlî / جَسَدِ مِثَالِي

  • Maddi yapısı olmayan vücut, misalî beden.
  • Madde âleminden olmayan nurânî beden.

cevamis / cevâmîs / جواميس

  • Mandalar. (Arapça)

cevher

  • Mâhiyet, asıl, öz. Varlıkta kalabilmesi için başka bir mahlûka muhtâc olmayan, kendi kendine varlıkta kalabilen.

cevher-i ferd / جَوْهَرِ فَرْدْ

  • Maddenin bölünemeyen en küçük parçası.

cevvaz

  • Malı toplayıp hayır ve tasadduk etmeyen kimse.

cihad-ı manevi / cihad-ı mânevî

  • Mânevî cihad, ilmî ve mânevî mücadele.

cihazat-ı maneviye / cihâzât-ı mâneviye

  • Mânevî âletler, cihazlar.

cilve-i mana / cilve-i mânâ

  • Mânânın yansıması, görünmesi.

cilvezet

  • Mâni olmak. Men'etmek.

cins-i kudret-i mümkinat

  • Mahlûkların kudretlerinin cinsi, türü.

circir

  • Maydanoz.

çirkab-ı hayat-ı maddiye / çirkâb-ı hayat-ı maddiye

  • Maddî hayattaki çirkef, bataklık.

cism-i maddi / cism-i maddî

  • Maddî cisim, beden.

cismani / cismânî

  • Maddi vücuda sahip.

cismani kur'an-ı kebir / cismânî kur'ân-ı kebîr

  • Maddî yapı kazanmış büyük Kur'ân, kâinat kitabı.

cismaniyat

  • Maddî varlıklar.

cüruf / cürûf / جروف

  • Maden atığı, maden posası. (Arapça)

cüz-ün layetecezza / cüz-ün lâyetecezzâ

  • Maddenin yapı özelliğini taşıyan en küçük parçası, atom, zerre.

dadgah / dâdgâh / دادگاه

  • Mahkeme. (Farsça)

dağdağa-i hayat-ı cismaniye

  • Maddî hayatın sıkıntıları.

dahil-i makam / dâhil-i makam

  • Makamın içi.

dahiye-i ilm-i esrar / dâhiye-i ilm-i esrâr

  • Mânevî sırlarla ilgili ilim alanında dehâ olan.

daire-i ismet

  • Masumluk dairesi.

dalkavuk

  • Maddî ve şahsî menfaatleri için zilleti kabul eden soytarı adam.

debar

  • Mahvolmak. Helâk olmak.

dehar

  • Mağara, dağ mağarası. Kovuk. Çatlak. (Farsça)

dehri / dehrî / دهری

  • Materyalist. (Arapça)

dehriyye / دهریه

  • Materyalistlik. (Arapça)

delail-i mantıkıye ve müsbete / delâil-i mantıkıye ve müsbete

  • Mantığa ve ispata dayalı deliller.

delil-i kat'i / delîl-i kat'î

  • Mânâsı açıkça anlaşılan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiş olan hadîs-i şerîf. Bunlar, farzlar ile haramları bildirirler. Kesin delil.

delil-i zanni / delîl-i zannî

  • Mânâsı açıkça anlaşılmayan, tek bir mânâya, delâlet etmeyen âyet-i kerîme ve tek bir Sahâbî tarafından bildirilen, mânâsı açık hadîs-i şerîf.

depresyon

  • Maddi veya manevi çöküntü. İç sıkıntısı. (Fransızca)

dergah / dergâh

  • Makam, tekke.

ders-i maneviye / ders-i mâneviye

  • Mânevî alemde alınan ders.

derya-yı maneviyat / deryâ-yı mâneviyat

  • Mâneviyat deryası, denizi.

dest-i manevi / dest-i mânevî

  • Mânevî yardım eli.

destgah-ı manevi / destgâh-ı mânevî

  • Mânevî tezgâh.

dev

  • Masallarda geçen korkutucu varlık.

deva-yı ma'nevi / devâ-yı ma'nevî / دَوَايِ مَعْنَوِيَه

  • Ma'nevî ilaç.

devr-i batıl / devr-i bâtıl

  • Man: Kısır devir. Bir hükmü ikinci bir hüküm ile, bunu da birincisi ile isbatlamaya çalışma yolu.

deyr / دیر

  • Manastır. (Arapça)

deyrani / deyranî

  • Manastır adamı.

dilnişin / dilnişîn / دلنشين

  • Makbul, hoş. (Farsça)

dua-yı manevi / dua-yı mânevî

  • Mânevî dua.

dülger / دُولْگَرْ

  • Marangoz.
  • Marangoz.

dürr-i meknun

  • Mahfazalı parlak inci.
  • Mahfazalı parlak inci.

düstur-u riyazi / düstur-u riyazî

  • Matematiksel kaide.

duzah-mekan / duzah-mekân

  • Makamı Cehennem olan kâfir, münâfık. (Farsça)

ebna-yı mazi / ebnâ-yı mazi

  • Mâzinin insanları.

ebu zene

  • Maymun.

ecel-i muallak / ecel-i muallâk

  • Mânevî kader levhasında yazılı olan ve gerçekleşmesi bazı şartlara bağlı olan ecel.

ecell-i mahlukat / ecell-i mahlukât

  • Mahlukların en üstünü. İnsan.

eczahane-i kudsiye

  • Mânevî ve kutsal eczane.

edyar / edyâr / ادیار

  • Manastırlar. (Arapça)

efatih

  • Mantar ve ona benzer bitkiler.

efkar-ı saibe / efkâr-ı sâibe

  • Maksada uygun fikirler, doğru sözler.

efsane

  • Masal. Uydurulmuş yalan hikâye.
  • Masal, destan, mitoloji.

efsane-cuyi / efsane-cuyî

  • Masal, efsane arayıcılık. (Farsça)

efsane-guy

  • Masal söyleyen, efsane anlatan.

eğe

  • Maden vesaire yontmaya mahsus ince dişli âlet. Törpü.

eğlence-i masumane / eğlence-i mâsumâne

  • Mâsumca, günahsız eğlence.

ehabb-ı emval

  • Malların çok sevileni.

ehl-i istiğrak

  • Mânevî bir coşku ve heyecan ile kendinden geçmiş hâle gelen zâtlar.
  • Manevi bir coşkunlukla kendinden geçmiş hâle giren zatlar.

ehl-i kemal / ehl-i kemâl / اَهْلِ كَمَالْ

  • Ma'nevî olgunluk ve mükemmellik sâhibleri.

ehl-i keşf

  • Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar.

ehl-i keşfü'l-kubur

  • Mânen kabirdeki ölülerin hallerini anlayanlar.

ehl-i keşif

  • Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar.

ehl-i keşif ve velayet / ehl-i keşif ve velâyet

  • Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler.

ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ve müşahede

  • Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip olan veli zâtlar (k-ş-f;.

ehl-i maaş

  • Maaşla geçinenler.

ehl-i makamat

  • Makam, mevki sahipleri.

ehl-i mesalik ve meşarib / ehl-i mesâlik ve meşârib

  • Mânevî usül, tarz ve yol sahipleri.

ehl-i tahkik ve keşif

  • Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar.

ehl-i velayet ve keşif / ehl-i velâyet ve keşif

  • Mânevî mertebelere yükselen ve maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini keşfeden insanlar.

ehl-i velayet ve şuhud / ehl-i velâyet ve şuhud

  • Mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip insanlar, velîler.

ehl-i velayet ve tahkik / ehl-i velâyet ve tahkik

  • Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini delilleriyle bilen Allah dostu âlim kimseler.

ekreh-i mahlukat

  • Mahlukların en kerihi, en iğrenci.

el-aks-ül müstevi / el-aks-ül müstevî

  • Man: Mevzuu mahmul ve mahmulü de mevzu kılmak. "İnsan hayvandır" kaziyesinde her iki kelimenin yerlerini değiştirerek "Bazı hayvan insandır" dediğimiz şeklindeki kaziyenin adıdır.

el-cüz'i / el-cüz'î

  • Man: Mânası, mefhumu başkalarına şâmil olmayan, yani tek mâlum ferde âid olan kelime.

elem-i manevi / elem-i mânevî

  • Mânevî acı, vicdan azabı.

ellezi

  • Mânası kendinden sonra gelen cümle ile tamamlanan bir kelimedir.

elsine-i enam

  • Mahlukatın dilleri. Halkın dilleri.

emr-i manevi / emr-i mânevî

  • Mânevî emir.

emr-i vehmi / emr-i vehmî

  • Maddi bir varlığı olmayan, ancak itibar edilen, varsayılan olgu; meridyen çizgileri ve maddedeki çekim kanunu gibi.

emraz / emrâz

  • Marazlar, hastalıklar.
  • Marazlar, hastalıklar.

emtia / امتعه

  • Mallar. (Arapça)

emval / emvâl / اموال

  • Mallar.
  • Mallar. (Arapça)

endeme

  • Mazideki sıkıntıları hatırlama, geçmişdeki ıztırabları tahattur etme. (Farsça)

enkaz-ı maddiye

  • Maddi yıkıntılar.

ergad

  • Maişetçe daha ferahlık. Geniş maişet.

erkan-ı alem / erkân-ı âlem

  • Maddî âlemin temel unsurları.

erzak-ı maddiye ve maneviye / erzak-ı maddiye ve mâneviye

  • Maddi ve mânevî rızıklar.

erzak-ı maneviye / erzak-ı mâneviye

  • Mânevî rızıklar.

esas-ı maksad

  • Maksadın esası.

esbab-ı maddiye / esbâb-ı maddiye / اَسْبَابِ مَادِّيَه

  • Maddî sebepler.
  • Maddî sebebler.

eshab-ı kehf / eshâb-ı kehf

  • Mağara arkadaşları; Îsâ aleyhisselâmdan sonra din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda, dinlerini korumak için her şeylerini terk edip, hicret eden ve Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişi ile Kıtmîr adındaki köpekleri. Kur'ân-ı kerîm de Kehf sûresinde kıssaları uzun bildirilmektedir

esir / esîr / اَث۪يرْ

  • Maddenin en küçük parçası.

esma-i mevsule / esmâ-i mevsule

  • Mânâsı kendisinden sonra gelen cümle içinde açıklanan ve bu cümleyi kendinden sonra gelen cümleye bağlayan kelimelerdir.

eşref-i mahlukat

  • Mahlukatın en eşrefi, yaradılmışların en şereflisi. İnsan.

evlad-ı manevi / evlâd-ı mânevî

  • Mânevî evlat.

evlad-ı maneviye / evlâd-ı mâneviye

  • Mânevî evlâd durumunda olan.

evsaf-ı masume / evsaf-ı mâsume

  • Mâsum sıfatlar.

eyadi-i manevi / eyâdî-i mânevî

  • Mânevî eller.

eyhukan

  • Maydanoz otu.

ezeliyet-i madde

  • Maddenin ezelî oluşu.

ezeliyet-i madde ve hareket

  • Madde ve hareketin başlangıçlarının olmaması, sonradan yaratılmaması.

ezker

  • Maharetli duvar ustası.

ezrak / ازرق

  • Mavi. (Arapça)

ezvak-ı maneviye / ezvak-ı mâneviye

  • Mânevî zevkler.

fahm-i ma'deni / fahm-i ma'denî

  • Mâden kömürü.

fahrul islam

  • Mavera-ün Nehir'deki Hanefî fukahasının meşhurlarındandır. Hicri 482 tarihinde Semerkant'ta vefat etmiştir.

faide-i manevi / fâide-i mânevî

  • Mânevî fayda, yarar.

faide-i maneviye / faide-i mâneviye

  • Mânevî fayda.

farmason

  • Mason. Dinsiz, imansız. (Fransızca)
  • Mason, islâm düşmanı.

fasid daire / fâsid daire

  • Man: A yı B ile, B yi A ile ispat etmek. Bir düşünceyi isbat etmek için isbat edilmemiş başka bir düşünceyi delil olarak kullanmak ve bunu da isbat için isbatı istenen ilk düşünceyi doğru sayıp buna delil diye kullanmak. Yani isbat edilen ile isbat edeni birbirine delil saymak olup isabetsizdir.

fehva / fehvâ

  • Mânâ, kavram.
  • Mânâ, anlam, kavram.
  • Mânâ, anlam, mefhum, kavram, hüküm.

fehvasınca

  • Mânâsınca gereğince.

felaket-i maneviye / felâket-i mâneviye

  • Mânevî felâket.

felsefe

  • Madde, hayat, yaratılış, kâinât, ruh, ölüm, ölüm sonrası gibi konularda insan gücünün akla dayanarak ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tamâmı. Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatmak, yaldızlı, heyecan verici laflarla inandırmaya çalışmak. Tecrübeye, hesâba dayanmayan şahsî düşünceler.

fen

  • Maddî ilim, bilim, hüner.

fena fi'l-maksat

  • Maksadında fâni olma; bütün kalbiyle maksadına yönelme.

fena-i kalb / fenâ-i kalb

  • Mahlûkların (yaratılmışların) varlığını, sevgisini kalbden çıkarmak. Kalbin Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi bilmemesi ve sevmemesi, unutması.

fenn-i maani / fenn-i maânî

  • Mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim.

fenn-i makine

  • Makine bilimi, mühendisliği.

fenn-i mantık / فَنِّ مَنْطِقْ

  • Mantık ilmi.
  • Mantık ilmi.

fersa

  • Mahveden, yoran, aşındıran manasına kelimelere bitişir. Meselâ: Tahammül-fersa : Tahammül bırakmayan. Tâkat-fersa : Tâkatsız düşüren, tâkat bırakmayan. (Farsça)

feryad-ı matem

  • Matem hâlinde derin üzüntülerin bağırıp çağırarak dile getirilmesi.

feyiz / فَيْضْ

  • Ma'nevî zevk, bereket.

fi'l-i mutavaat / fi'l-i mutâvaat

  • Mâlum sigasında olduğu halde müteaddi bir fiilin mechulü gibi mânası olan fiildir. (Sevinmek, dövünmek gibi)

fihriste-i makasıd

  • Maksatların anlatıldığı liste.

filiz / فلز

  • Maden külçesi. (Arapça)

firdevs-i manevi / firdevs-i mânevî

  • Mânevî cennet, cennet nimeti gibi.

füls / فلس

  • Mangır. (Arapça)

fülus / fülûs / فلوس

  • Mangırlar. (Arapça)

füyuzat-ı maneviye / füyûzât-ı mâneviye

  • Mânevî feyizler, bereketler.

gafir

  • Mağfiret eden, kusurları örten, afveden Allah (C.C.)

gamez

  • Malın ve davarın kemi ve küçüğü.

gamus

  • Manda, kömüş. (Farsça)

gar / gâr / غار

  • Mağara.
  • Mağara.
  • Mağara.
  • Mağara. (Arapça)

garaz / غرض

  • Maksat, gaye, niyet.
  • Maksat. (Arapça)

garazalud / garazâlûd / غرض آلود

  • Maksatlı. (Arapça - Farsça)

gasb-ı emval

  • Malların gasbedilmesi, zorla alınması.

gaye / غايه

  • Maksad, kasdedilen, netice, sonuç.
  • Maksad.

gazamir

  • Malı çok olan, zengin.

gazva

  • Malın ve davarın kötüsü.

gerdenferaz / gerdenferâz / گردن فراز

  • Mağrur. (Farsça)

gıda-yı manevi / gıda-yı mânevî

  • Mânevî gıda.

giranser / girânser / گران سر

  • Mağrur, kendini beğenmiş, kasıntı. (Farsça)

güdaz

  • Mahveden, yakan, eriten mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Takat-güdaz : Takati mahveden. (Farsça)

gufran

  • Mağfiret, bağış.

gulyabani / gûlyabânî

  • Masallarda sözü edilen hayâlî varlık, umacı, dev.

hacat-ı maddiye / hâcât-ı maddiye

  • Maddî ihtiyaçlar.

hacat-ı maneviye / hâcât-ı mâneviye

  • Mânevî ihtiyaçlar.

hacet namazı / hâcet namazı

  • Maddî ve mânevî bir ihtiyaca, dileğe kavuşmak niyeti ile iki ve en fazla on iki rek'at olarak kılınan namaz.

hacren

  • Malını kullanmaktan menetmek suretiyle.

hadd-i asgar

  • Man: Bir hükmün veya neticenin mevzuu. Küçük kaziye.

hadd-i ekber

  • Man: Bir hükmün veya neticenin mahmulü, yani sıfatı veya hali, oluşu. Büyük kaziye.

hadd-i evsat

  • Man: Hadd-i asgar ile hadd-i ekberden çıkartılan diğer bir hüküm veya netice. Meselâ: Âlem hâdistir. Bunu, bu dâvayı isbat için: "Çünkü: Âlem mütegayyerdir ve her mütegayyer hâdistir" dediğimizde: Âlem, "hadd-i asgar"; hâdis, "hadd-i ekber", mütegayyer, "hadd-i evsat" olur.

hadis-i bilmana / hadîs-i bilmânâ

  • Mânâ itibariyle doğru olan hadîs.

hadis-i kudsi / hadis-i kudsî / hadîs-i kudsî

  • Mânâsı Allah tarafından vahyedilen, lafzı Peygamberimize ait hadis.
  • Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler.
  • Mânası Peygamberimiz'e (A.S.M.) vahy veya ilham edilen, kelimesi kendisinden sudur eden kudsî kelâm.

hadis-i merdud / hadîs-i merdûd

  • Mânâsı olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan söz.

hadis-i müteşabih / hadîs-i müteşabih

  • Mânâsı açık olmayan ve yorumlanabilir olan hadîs-i şerif.

hadisat-ı kevniye-i gaybiye / hâdisât-ı kevniye-i gaybiye

  • Maddî âlemde gelecekte meydana gelecek olan olaylar.

hadise-i mağlubiyet / hadise-i mağlûbiyet

  • Mağlup olma hadisesi.

hadisikudsi / hadîsikudsî

  • Mânâsı ilâhî sözü peygamberî olan hadîs.

hafender

  • Malını güzel tedbirlerle çoğaltan mal sahibi.

haib

  • Mahrum. Ümidsiz. Kederli. Me'yus. Bi-behre olan.

hakaik-i ahval / hakâik-i ahval

  • Maddî ve mânevî âlemlerdeki hâllerin gerçek mahiyetleri, içyüzleri.

hakaik-i maani / hakaik-i maânî

  • Mânâlara ait hakikatler.

hakaik-i maneviye / hakaik-i mâneviye

  • Mânevî hakikatler, gerçekler.

hakikat-i maddiye

  • Maddî gerçek.

hakim-i manevi / hâkim-i mânevî

  • Mânevî olarak hükmeden, idare eden.

halayık / halâyık / خَلَايِقْ

  • Mahluklar, yaratılmış herşey.
  • Mahlûkāt.

halife-i manevi / halife-i mânevî

  • Mânevî halife.

hamir-i maye / hamîr-i mâye

  • Mayanın hamuru.

harekat-ı ruhiye / harekât-ı ruhiye

  • Mânevî âlemlerde ruh ile yapılan faaliyetler.

harf-i manidar / harf-i mânidar

  • Mânâlı harf.

hariri / harîrî

  • Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı.

harita-i maneviye / harita-i mâneviye

  • Mânevî harita.

hariz / harîz

  • Mahfuz, hıfzolunmuş, saklanılmış.

haşem / حشم

  • Maiyet. (Arapça)

hasıl-ı cem' / hâsıl-ı cem'

  • Mat: Toplam. Bir kaç sayının birlikte toplanmasından meydana gelen yekûn.

hasıl-ı darb / hâsıl-ı darb

  • Mat: Çarpım. Çarpmak işinin neticesi. 5 sayısı 2 sayısıyla çarpılırsa, çıkan 10 sayısı, hâsıl-ı darbdır.

hasılıbilmasdar / hâsılıbilmasdar

  • Masdarla oluşan fiilin uygulanmasından çıkan sonuç.

hasiyat-ı maddiye / hâsiyât-ı maddiye

  • Maddî özellikler.

haşmet-i maneviye / haşmet-i mâneviye

  • Mânevî haşmet, büyüklük.

haşmet-i saltanat-ı maneviye / haşmet-i saltanat-ı mâneviye

  • Mânevî hükümranlığının azameti, büyüklüğü.

hasr / حَصْرْ

  • Mahsûs kılma.

haşr günü

  • Mahlukların kabirlerinden kalkıp Arasat meydanında toplandıkları kıyâmet günü.

hatib / hatîb

  • Mânalı ve fâideli, güzel söz söyleyen. Güzel, düzgün konuşan.

havya

  • Madenlerle yapılan kaynak işlerinde, lehimin eritilmesinde kullanılan âlet. Lehimi eritebilmesi için sıcak olarak kullanılması gereken bu havyaların çoğu elektrikle ısıtılır.

hayat-ı cismaniye / hayat-ı cismâniye

  • Maddî, bedene ait hayat.

hayat-ı faniye-i maddiye / hayat-ı fâniye-i maddiye

  • Maddî olan geçici hayat, dünya hayatı.

hayat-ı hayvaniye-i maddiye-i dünyeviye

  • Maddî dünyadaki canlı hayat.

hayat-ı maddiye

  • Maddî hayat.

hayat-ı maneviye / hayat-ı mâneviye

  • Maddî olmayan, mânevî hayat.

hayat-ı maneviye ve bakiye / hayat-ı mâneviye ve bâkiye

  • Mânevî ve kalıcı ve sürekli olan hayat.

hayat-ı maneviye ve maddiye / hayat-ı mâneviye ve maddîye

  • Maddî ve mânevî hayat.

hayat-ı maneviye ve uhreviye / hayat-ı mâneviye ve uhreviye

  • Mânevî ve âhirete ait olan hayat.

haybet / خَيْبَتْ

  • Mahrumiyyet. İsteğine erememek. Me'yus ve mahrum olmak.
  • Mahrûm olma.

hayr-ül-enam / hayr-ül-enâm

  • Mahlûkâtın, yaratılmışların en hayırlısı, iyisi mânâsına Peygamber efendimizin lakablarından. Âmine eydür çü vakt oldu tamâm, Kim vücûda gele ol hayr-ül enâm.

hazıkane

  • Mâhirâne, mâhir ve usta olan bir kimseye yakışacak şekil ve surette.

hazıkıyyet

  • Mâhirlik, ehillik, ustalık, hâzıklık.

hazine-i emiriye

  • Maliye dairesi.

hazine-i maneviye / hazine-i mâneviye

  • Mânevî hazine.

hazinedar

  • Malı muhafazaya me'mur olan. (Farsça)

hazka

  • Mahâret, ustalık, mâhirlik.

hazz-ı manevi / hazz-ı mânevî

  • Mânevî haz, lezzet.

hedaya-yı maneviye / hedâyâ-yı mâneviye

  • Mânevî hediyeler.

hedef

  • Maksat, amaç.

hediye-i maneviye / hediye-i mâneviye

  • Mânevî hediye.

hediye-i masumane / hediye-i mâsumâne

  • Masumca verilmiş hediye.

helak / helâk

  • Mahvolma, yok oluş.
  • Mahvolma, yıkılma.

herzederay

  • Mânâsız ve saçmasapan sözler konuşan. (Farsça)

herzehayi / herzehayî

  • Mânâsız konuşma, saçmasapan söyleme. (Farsça)

hesabi rakamlar / hesabî rakamlar

  • Matematiksel rakamlar.

heyulaniyyun / heyulâniyyun

  • Maddeciler.

hilafet-i maneviye / hilâfet-i mâneviye

  • Mânevî halifelik.

hilyun

  • Marçopa denilen ot.

himmet-i maneviye / himmet-i mâneviye

  • Mânevî yardım, destek.

hipotenüs

  • Mat: Bir dik üçgende dik açının karşısında bulunan kenar. (Diğer kenarların her birerlerinden büyük, toplamlarından küçüktür.) (Fransızca)

hırman

  • Mahrumluk, ümitsizlik.

hirman

  • Mahrum olmak, mahrum kalmak. (Aslı, mahrum etmektir)

hırman / hırmân / حرمان

  • Mahrumluk. (Arapça)

hirman / hirmân / حرمان

  • Mahrumluk. (Arapça)

hırs-ı cah / hırs-ı câh

  • Makam ve rütbe hırsı.
  • Makam hırsı.

hisab-ı ameli / hisab-ı amelî

  • Mat: Pratik hesap, aritmetik.

hisab-ı nazari / hisab-ı nazarî

  • Mat: Teorik hesap.

hizb-i makbul / hizb-i makbûl / حِزْبِ مَقْبُولْ

  • Makbûl topluluk.

hodperest

  • Mağrur. Kendini çok beğenen. Kibirli. (Farsça)

hubb-ı riyaset / hubb-ı riyâset

  • Makam ve mevki sevgisi.

hubb-u cah / hubb-u câh

  • Makam ve mansıb sevgisi.
  • Makam, mevki sevgisi.

hubbucah / hubbucâh

  • Makam sevgisi.

hükm-ü manevi / hükm-ü mânevî

  • Mânevî hüküm, idare.

humar / humâr / خمار

  • Mahmurluk. (Arapça)

hüner / هنر

  • Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret. (Farsça)
  • Marifet.

hünermend / هنرمند

  • Marifetli, becerili, hüner sahibi. (Farsça)

hünerpişe

  • Mahâretli, mârifetli, hünerli. (Farsça)

hurfe

  • Mahrumiyet, mahrumluk. Bedbaht oluş.
  • Mahrumluk.

husran

  • Mahrumiyet. Kayıp. Çok büyük ziyan.

hüsün ve cemal / hüsün ve cemâl

  • Maddî ve manevî güzellik.

hutut-u maneviye / hutut-u mâneviye

  • Manevi hatlar, çizgiler.

hüzn-ü masumane ve mazlumane / hüzn-ü mâsumâne ve mazlumâne

  • Masum ve mazlumca duyulan hüzün, acı.

huzu'

  • Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.

huzur-u manevi / huzur-u mânevî

  • Mânevî huzur, mânevî olarak yanında olma.

huzur-u mehakim / huzur-u mehâkim / huzûr-u mehâkim

  • Mahkemelerin önünde durma.
  • Mahkemelerin önüne gelme.

hüzüv

  • Maskaralık.

hüzzü'

  • Maskaralığa almak.

i'ta-yı ma'lumat

  • Malumat verme. Bilgi verme.

i'tiraf-ı cürm

  • Maznunun yaptığı suçu söylemesi, itiraf etmesi.

ibadet-i makbule

  • Makbul olan ibadet.

ibaret-inass / ibâret-inass

  • Mânâya delâleti bakımından lafzın dört kısmından biri. Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) yalnız ibâresinden anlaşılan mânâya delâlet etmesi.

iblas

  • Mahzun olmak, ümitsiz olmak.

ibtiga

  • Maksad, gaye. Taleb, arzu, istek.

icaz-ı bittakdir

  • Maksadı az sözle ifade etmekle beraber fazla olan etraflı mânaların zuhurudur.

icaz-ı hazf

  • Mânâya halel gelmemek şartı ile ve lâfzî veya aklî karine delâleti ile cümleyi tamamlayanlardan birinin hazfıdır.

icma-ı manevi / icmâ-ı mânevî

  • Mânevi olarak görüş birliğine varma; uzmanların aynı konuyu faklı tarzlarda belirtmeleriyle veya susmak sûretiyle onu tasdik etmeleriyle görüş birliğine varmaları.

icmal-i mahiyet / icmâl-i mahiyet

  • Mânâ ve mâhiyetinin özeti, neticesi.

icra hey'eti

  • Mahkeme kararını tatbike memur olan heyet. İcra memurları heyeti.

icra memuru

  • Mahkeme kararını tatbik ile borçludan borcunu alıp alacaklıya vermekle vazifeli olan adliye memuru.

ifade-i maksat

  • Maksadı ifade etme.

ifade-i meram

  • Maksadı ifade etme.

ifcas

  • Mânâsız ve münasebetsiz şeylerle kibirlenme.

ifna / ifnâ

  • Mahvetmek, yok etmek.

ifna'

  • Mahvetmek. Tüketmek. Kıymetini kaybetmek. Çok zarar etmek. Yok etmek.

ifna-yi maal / ifna-yi maâl

  • Malını sarfetme, malını ifnâ etme.

ihkak

  • Mazlumun hakkını zâlimden almak. Hakkı yerine getirmek. Hak ile hasmına galib olmak.

ihkam / ihkâm

  • Manen tahkim etmek. Sağlamlaştırma. Muhafaza ile fesaddan menetmek.

ihtar-ı manevi / ihtâr-ı mânevî

  • Mânevî yönden gelen uyarı.

ihtikar / ihtikâr

  • Malı kıymetlensin diye saklama.

ihtiyac-ı manevi / ihtiyac-ı mânevî

  • Mânevî ihtiyaç.

ihtiyac-ı manevi lisanı / ihtiyac-ı mânevî lisanı

  • Mânevî ihtiyaç dili.

ihzan

  • Mahzun etme, hüzünlendirme, keder verme.

iklim-i marifet / iklim-i mârifet

  • Mârifet, ilim iklimi.

iksir / iksîr / اِكْسِيرْ

  • Madenleri altına çevirdiğine inanılan madde.

iktirani kıyas / iktiranî kıyas

  • Man: Neticenin aynı veya nakizı, mukaddemelerinin birisinde bilfiil zikredilmeyen kıyastır. Meselâ: "Her cisim muhdestir". Ve nakizı olan: "Bazı cisimler muhdes değildir" kaziyeleri, ne birinci ve ne de ikinci mukaddemede hey'et-i mecmuası ile zikredilmiş olmadığından iktirânidir.

iktiza-i makam

  • Makam gereği.

iktiza-yı makam / iktizâ-yı makam

  • Makamın gereği.

ilah / ilâh

  • Mabud, tanrı.
  • Mâbud, tanrı.

ilkbahar

  • Mart, nisan ve mayıs aylarını içine alan mevsim. (Türkçe)

ilm ü marifet bahri / ilm ü mârifet bahri

  • Mârifet ve ilim denizi.

ilm-i mantık

  • Mantık ilmi.

imdad-ı manevi / imdad-ı manevî

  • Mânevî yardım.

infak / infâk

  • Malı, Allahü teâlânın yolunda harcama. Nafaka zekat gibi verilmesi lâzım olan malı hak sâhibine verme.

inhima

  • Mahv olma.

inkılabat-ı madeniye / inkılâbât-ı madeniye

  • Madenlerin alt üst olması, değişmesi.

inkışa'

  • Mânilerin gidip havanın açılması. Ayazlama.

inorganik

  • Mâden cinsinden olan, cansız maddelerden bulunan. Organik olmayan. Hayvan ve insan gibi vücud yapısına ait olmayan. (Fransızca)

insiyak

  • Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek.

intizam-ı maddi / intizam-ı maddî

  • Maddî düzenlilik ve tertip.

irsiyet-i maneviye / irsiyet-i mâneviye

  • Mânevî veraset.

işarat-ı riyaziye / işarât-ı riyaziye

  • Matematiksel işaretler.

işaret-i manevi / işaret-i mânevî

  • Mânevî işaret.

isbat-ı hüner

  • Maharet ve hüner gösterme.

ismet

  • Masumluk, temizlik.

ismetsiz

  • Masum olmayan.

isnak

  • Mal, mülk, servet ve makamın, insanı azdırması.

israf / isrâf

  • Malı, İslâmiyet'in ve mürüvvetin uygun görmediği yâni lüzumsuz, fâidesiz yerlere dağıtmak.

istibdad-ı manevi / istibdâd-ı mânevî

  • Mânevî baskı.

istidad-ı isyan ve tehevvür

  • Maddî veya mânevî hiçbir şeyden korkmama ve isyan etme yeteneği.

istidadat-ı maneviye / istidâdât-ı mâneviye

  • Manevî istidatlar, kabiliyetler.

istifade-i maneviye

  • Mânevî istifade.

istiğfar / istiğfâr

  • Mağfiret (bağışlanmak) istemek. Allahü teâlâdan kusurlarının ve günâhlarının affedilmesini bağışlanmasını dilemek. Tövbe etmek.

istiğrak / istiğrâk / اِسْتِغْرَاقْ

  • Ma'nevî sarhoşluk.

istikrai / istikraî

  • Man: İstikraya ait ve müteallik. İstikra' yolu ile.

istimna' / istimnâ' / استمناء

  • Mastürbasyon. (Arapça)

istinadgah-ı manevi / istinadgâh-ı manevî

  • Mânevî dayanak noktası.

iştirak-i emval / iştirak-i emvâl / iştirâk-i emvâl / اِشْتِرَاكِ اَمْوَالْ

  • Mal ortaklığı.
  • Mallarda ortak olma.

istisfa

  • Madeni eritip tasfiye etmek, hâlisini almak.

ıtfak

  • Maksadına eriştirme, gayesine vardırma.

ıtmal

  • Mahvetme, perişan etme.

izn-i manevi / izn-i mânevî

  • Mânevî izin.

jajhayi / jajhayî

  • Mânâsız söyleyicilik. (Farsça)

jajhor

  • Mânâsız ve mâlâyani şeyler konuşan. (Farsça)

ka'be-i ismet

  • Masumluk Kâbesi (Efendimiz (a.s.m.) masumiyeti itibariyle Kâbe'ye benzetilmiştir.).

kabiliyet-i mahiyet

  • Mahiyetindeki kabiliyet, yetenek.

kad / kâd

  • Mahzun olma, hüzünlü ve kederli olma.

kahır / قَهْرْ

  • Mahv etme.

kahr

  • Mahvolma.

kalıb-ı manevi / kalıb-ı mânevî

  • Mânevî kalıp, ölçü.

kamer-i marifet

  • Marifet ayı; ışığı.

kanken / kânken

  • Madenci. Maden kazıcısı. (Farsça)

karaşime

  • Maymunların gece çıkıp yattığı bir ağaç.

kasten

  • Maksatlı, kasıtlı olarak.

kat-ı meratip / kat-ı merâtip

  • Manevî derece ve mertebelere yükselme.

kavl-i şarih / kavl-i şârih

  • Mânasını açıklayan söz. Şerheden söz. Tarif. Şerhedenin sözü.

kayd-ı haysiyet

  • Mahiyet ve özellik, nitelik.

kayd-ı maddiyat

  • Maddi kayıt, bağ.

kaysum

  • Marsama denilen ot.

kaziye-i bedihiyye

  • Man: Delil ile isbata muhtaç olmaksızın, aklın cezmen hüküm ve tasdik eylediği hüküm. Bu iki kısma ayrılır:1- Kaziye-i bedihiyye-i akliyye: Aklın hârice danışmayarak ve havassın (hislerin) tavassut ve yardımına muhtaç olmayarak tasdik eylediği kaziyeye denilir ki; akıl mücerret mevzu ve mahmulünü ta

kaziye-i bedihiyye-i fıtriyye

  • Man: Aklın tarafeyni tasavvur ederken zihinde hâzır olan bir hadd-ı vasat vâsıtası ile nisbet-i hükmiyyeyi cezmen tasdik eylemesinden ibaret olan kaziyyeye denir.

kaziye-i cehliyye

  • Man: Esası cehl üzere mebni olan bâtıl kaziyyedir.

kaziye-i cüziyye

  • Man: Hükmü, mevzuun bazı efradına şamil olan kaziye. "Bazı şeyler serttir." gibi.

kaziye-i hamliyye

  • Man : Mahmulün (yâni, haberin), mevzua (yani mübtedaya) sübut veya nef'i ile hükmü hâvi olan kaziyye. Tabir-i diğerle: Mahmulün mevzua kayıtsız ve şartsız olarak isnad olunduğu kaziyyeye denir. "Dünya fânidir" gibi.

kaziye-i ihtimaliyye

  • Man: Bir şeyin olması veya olmaması mümkün olmak ihtimâli üzerine bina olunan kaziyye.

kaziye-i külliye

  • Man: Hüküm mevzuunun cemi efradına şâmil olan kaziyye. "İnsanların cümlesi nâtıktır" gibi.

kaziye-i ma'dule

  • Man: Selb, ya mevzuundan ya mahmülünden ikisinden cüz' olan, yâni kendinde hem isbat ve hem de nefiy kaziyyelerdir. "Nefs-i nâtıka gayr-i mürekkebdir" gibi.

kaziye-i mahsusa

  • Man: Mevzuu yalnız bir fertten ibaret olup da hüküm onun üzerine olan kaziyyedir. Buna Kaziye-i şahsiyye dahi denir. "İstanbul en büyük şehirlerin birincisidir" gibi.

kaziye-i meşhure

  • Man: Herkesce sâbit olduğu hasebiyle hükmolunan kaziyye.

kaziye-i mevhume

  • Man: Mâkul işler üzerine kuvve-i vâhimenin hükmeylediği kâzib kaziyyedir.

kaziye-i muhayyele

  • Man: Kizb olduğu mâlum iken nefsin ya münbasit ya münkabız olduğu kaziyye. Hayali olan hüküm.

kaziye-i mutlaka

  • Man: Hiçbir ihtimâl gösterilmeyip, bir şeyin şöyle olduğuna veya olmadığına açıktan açığa hükmolunan kaziyye'dir.

kaziye-i nazariyye

  • Man: Aklın bir delil ile tasdik eylediği kaziyye. Delilinin mukaddematı yakiniyyattan ise, yakiniyye'dir ve illâ zanniye olur.

kaziye-i salibe / kaziye-i sâlibe

  • Man: Mevzuun mahmulünden selbiyle hükmolunan, yâni; bir şeye nefi ile hükmeyleyen kaziyye'dir. "Kamerin ziyası kendinden değildir" gibi.

kaziye-i şartiyye

  • Man: İki cümleden ibâret, fakat bunlardan birinde olan hüküm diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan, yâni; aralarında mülâzemet ve irtibat bulunan kaziyedir.

kaziye-i şartiyye-i münfasıla

  • Man: Mahmulü birden fazla olmakla bu mahmulllerin biri elbette mevzua isnad olunmak lâzım geldiğine hükmolunan kaziyyedir. (Adet ya tektir, ya çifttir) gibi.

kaziye-i şartiyye-i muttasıla

  • Man: Mevzu ile mahmulü birer cümle olmakla, birinde bir şeyin üzerine olunan hüküm, diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan kaziyyedir. (Eğer bir cisim ağır ise, bir yere yerleştirilmedikçe düşer gibi.)

kaziye-i taklidiyye

  • Man: Mücerred. Başkasından duymakla hükmolunan kaziyye.

kaziye-i yakiniyye / kaziye-i yakîniyye

  • Man: Yakîni ifade eden kaziyyeye denir. Ya bedihiyye veya nazariyye olur.

kaziye-i zanniye

  • Man: Karineler ve emârelerden alınmış olan kaziyyeye denir ki; akıl galip zan ile hüküm eylerse de, onun nakzını dahi tecviz eder, bu cihetle zanniyatın cümlesi nazaridir.

kaziye-i zaruriyye

  • Man: Tasdikat-ı akliyyeden olmakla zıddı mümkün olamıyacak surette kat'i olan bir nevi kaziyyedir.

kazuze

  • Maşrapa.

kebud / kebûd / كبود

  • Mavi. Gök rengi. (Farsça)
  • Mavi. (Farsça)

kebudi / kebudî

  • Mâvilik. (Farsça)

keha

  • Mahcub, utangaç. (Farsça)

kehf / كهف

  • Mağara.
  • Mağara. (Arapça)

kehf-misal

  • Mağaraya benzer şekilde, mağara gibi sesi aksettiren.

kehfmisal / kehfmisâl

  • Mağara gibi.

keib

  • Mahzun, hüzünlü, münkesir ve kötü halli olan kişi. (Müe: Keibe)

kelime-i maneviye / kelime-i mâneviye

  • Mânevî, soyut söz.

kemalat-ı maneviye / kemâlât-ı mâneviye

  • Mânevî mükemmellikler, üstünlükler.

kemra

  • Mandıra, ağıl. (Farsça)

keramet-i kevniye

  • Maddî ve kişisel yapısının olağanüstü olması.

keramet-i maneviye / keramet-i mâneviye

  • Mânevî keramet.

kerem-i mütecessid

  • Maddi vücut giymiş kerem.

keşfiyat-ı maneviye / keşfiyat-ı mâneviye

  • Mânevî keşifler.

kesir-ül mal / kesir-ül mâl

  • Malı mülkü çok olan. Serveti fazla olan. Zengin.

kesret-i makasıd

  • Maksat ve gayelerin çokluğu.

kesret-i mal

  • Malın çokluğu, fazlalığı.

kinai / kinâî

  • Maksadı, kapalı bir şekilde ve dolaylı olarak anlatan söz biçimi.

kinaye / kinâye

  • Mânâyı dolayısıyla anlatan söz, üstü örtülü dokunaklı söz.

kitab-ı belağat / kitab-ı belâğat

  • Maksada ve hâle uygun söz söyleme kitabı.

kitab-ı mantık

  • Mantık kitabı.

kıyas-ı akim / kıyas-ı akîm

  • Man: Neticesiz veya doğru netice vermeyen kıyas.

kıyas-ı hadi' / kıyas-ı hâdi'

  • Man: Aldatıcı kıyas.

kıyas-ı mukassim

  • Man: İki şıkkı bulunan ve her iki şıkkın neticesi aynı olan kıyas. (Sultan Mehmed Fatihin, babasına gönderdiği şu haber buna güzel bir numunedir. "Padişan sen isen ordunun başına geç; yok padişah ben isem, sana emrediyorum ordunun başına geç.")

kıyas-ı mürekkeb

  • Man: İkiden fazla mukaddemeden mürekkeb kıyas.

kıyasat-ı mantıkıye / kıyâsât-ı mantıkıye

  • Mantık ilminde kullanılan kıyas yöntemleri.

kıymet-i manevi / kıymet-i mânevi

  • Mânevî kıymet, değer.

kıymet-i maneviye / kıymet-i mâneviye

  • Mânevî kıymet, değer.

klişe

  • Matbaada tipografik baskıda kullanılan kabartma resim veya yazılar çıkarılmış madeni levha. (Fransızca)

kudsi hikmet / kudsî hikmet

  • Maddî manevî herşeyin kutsal gaye ve faydalarını öğreten ilim.

kurbiyet-i maneviye / kurbiyet-i mâneviye

  • Mânevî yakınlık; kulun Allah'a yakınlığı.

kurdah

  • Maymun.

kurfusa

  • Mak'adı üstüne oturup dizlerini karnına yapıştırıp iki kolunu baldırları üstüne kavuşturmak.

kütt

  • Malı kazanıp yığan kimse.

kuvve-i ma'neviye / قُوَّۀِ مَعْنَوِيَه

  • Ma'nevî kuvvet, moral.

kuvve-i manevi / kuvve-i mânevî

  • Mânevî kuvvet.

kuvve-i maneviye / kuvve-i mâneviye

  • Mânevî güç, moral.

kuvvet-i maddiye

  • Maddî kuvvet.

kuvvet-i maneviye / kuvvet-i mâneviye

  • Mânevî güç.

la-ya'ni / lâ-ya'ni

  • Mânasız, boş.

lafz-ı külli / lafz-ı küllî

  • Man: Mânâsı umumi ve herkesçe müşterek olan lâfız. "İnsan" gibi.

lafz-ı ma'nidar / lafz-ı ma'nidâr / لَفْظِ مَعْن۪يدَارْ

  • Ma'nâlı söz, kelime.

lafz-ı manidar / lâfz-ı mânidar

  • Mânalı, anlamlı söz.

lafz-ı murad

  • Mânâsı için olmayıp lafzı için söylenen kelime, söz.

lafz-ı mürekkeb

  • Man: Mürekkeb lafız. Cüzlerden biri, mânâsının cüzlerinden birine delâlet eden lafız.

lahuti / lâhûtî / لاَهُوت۪ي

  • Ma'nevî, İlâhî.

layiha-yı tashih / lâyiha-yı tashih

  • Mahkeme kararının düzeltilmesi istemiyle bir üst mahkemeye sunulan yazı, dilekçe.

leim / leîm

  • Mayası bozuk, kötü, kınayıcı.

letaif-i maneviye / letâif-i mâneviye

  • Mânevî duygular.

levh-i mahv

  • Mahvolma levhası, bir şeyin harab oluşu ve yıkılışını gösteren manzara.

levha

  • Manzara, yazı, resim.

levha-i manevi / levha-i mânevî

  • Mânevî tablo.

levleb

  • Makara deliğine soktukları ip.

lezaiz-i maneviye / lezâiz-i mâneviye

  • Manevi zevk ve lezzetler.

lezzet ve zevk-i manevi / lezzet ve zevk-i mânevî

  • Mânevî lezzet ve zevk.

lezzet-i maddiye

  • Maddî lezzet.

lezzet-i maneviye / lezzet-i mâneviye

  • Mânevî lezzet.

lezzetperest

  • Maddî mânevi zevk ve lezzet peşinde koşan, zevk ve lezzete düşkün.

li-maslahatin

  • Maslahat için. İş icâbı.

libas-ı mana / libas-ı mânâ

  • Mânâ elbisesi.

lisan-ı ma'na / lisân-ı ma'nâ / لِسَانِ مَعْنَا

  • Ma'nâ dili.

lisan-ı mana / lisan-ı mânâ

  • Mânâ dili.

lutf-u dest-i manevi / lûtf-u dest-i mânevi

  • Mânevî elin bağışı, ihsanı.

ma'budiyyet

  • Mâbud oluş. Kendine ibâdet edilmeğe lâyık olan, ki bu sıfat ancak Allah'a mahsustur. Uluhiyyet.

ma'deniyat

  • Madenî oluşlar. Madenler. Madenden çıkan şeyler. Maden ilmi.

ma'kusen mütenasib

  • Mat: Tersine olan müvâzene. Yâni, birbirine nisbet edilen iki şeyden, biri çoğaldığı oranda diğerinin eksilmesi veya birinin azaldığı nisbetinde diğerinin çoğalması. Ters orantılı.

ma'lulen

  • Mâlul olarak, sakat olarak.

ma'lumatfüruş

  • Mâlumat ve bilgi satan. Bilgiçlik taslıyan. (Farsça)

ma'nen / مَعْنًا

  • Ma'nevî olarak.

ma'nevi / ma'nevî

  • Mânâya, rûha ve gönüle âit olan, inançla ilgili. Maddî olmayan.

ma'nidar / ma'nidâr / مَعْن۪يدَارْ

  • Manâlı.

ma'nidarane

  • Mânâlı şekilde. (Farsça)

ma'rife

  • Mânâ ve mefhumu belirtilmiş olan söz, belirli.

ma'rifetullah

  • Masnuat-ı İlâhiyeyi ve Kur'âni hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya lütf-i İlâhi ile kalbi inkişâf ve basirete sâhib olmak. Esmâ-i İlâhiyyeyi tanımak. İlâhi hakikatlara vukufiyet. Her işte Allah rızâsına en uygun hareket tarzını bilip amel etmek.

ma'rufiyet

  • Ma'rufluk. Ünlülük, meşhurluk, tanınmışlık.

ma'sumiyet

  • Ma'sumluk, kabahatsizlik, suçsuzluk.

ma'tut

  • Mağlup, yenilmiş.

ma'zuriyyet

  • Ma'zurluk. Özürlülük.

maabid / maâbid / معابد

  • Mabetler, tapınaklar.
  • Mabetler, ibadet edilen yerler.
  • Mabetler, ibadet yerleri. (Arapça)

maadin / maâdin / معادن

  • Madenler, metaller.
  • Madenler.
  • Madenler. (Arapça)

maamafih / maamâfih

  • Mamâfih, bununla beraber.

maani / maânî / معاني

  • Mânâlar.
  • Mânâlar, anlamlar.
  • Manalar.

maarif / maârif

  • Marifetler, ilimler, tanımalar, eğitim.
  • Marifetler, ilimler, bilgiler.

maarif-i umumiye nezareti

  • Maarif vekâleti. Milli Eğitim Bakanlığı.

maarif-perver

  • Maarifin yayılıp intişar etmesine çalışan. Maârife ait şeyleri muhafaza eden. (Farsça)

mabed / mâbed

  • Mabet, ibadet yeri.

mabudiyet / mâbûdiyet

  • Mabutluk.

maceraperest / mâceraperest / ماجراپرست

  • Maceracı. Macera meraklısı. (Farsça)
  • Maceracı. (Arapça - Farsça)

maceraperesti / maceraperestî / ماجراپرستى

  • Maceracılık, maceraperestlik. (Arapça - Farsça)

macun / mâcun

  • Maddelerin ezilmiş hâli.

madde be madde / ماده بماده

  • Madde madde. (Arapça - Farsça)

madde-i maddiye

  • Maddî madde.

madde-i maneviye / madde-i mâneviye

  • Mânevî madde.

maddeden mücerret

  • Maddeyle sınırlı olmayan, maddeten yüce.

maddeperest

  • Maddeci, materyalist.
  • Maddeye taparcasına düşkün olan.

maddeperestlik

  • Maddeye tapma.

maddeperver

  • Maddeye düşkün.
  • Maddeyi seven.

maddeten / مَادَّةً

  • Maddece, madde bakımından.
  • Maddî olarak.
  • Maddî olarak.

maddeten terakki

  • Maddî açıdan gelişme, ilerleme ve üstün hâle gelme.

maddeten ve manen / maddeten ve mânen

  • Maddî ve mânevî olarak.

maddi / maddî

  • Maddeyle alâkalı.
  • Madde ile ilgili, maddece.

maddi cihet / maddî cihet

  • Maddeye bakan yön.

maddi mülkiyet / maddî mülkiyet

  • Maddî mal ve zenginlik.

maddi terakki / maddî terakki

  • Maddî yönden elde edilen gelişme; ilim ve teknolojide gelişip ilerleme.

maddiyat / maddiyât / maddîyât

  • Maddi şeyler.
  • Maddî şeyler.

maddiye / maddîye

  • Maddeyle bağlantılı.
  • Madde olan.

maddiye-i hayvaniye

  • Maddî olan hayvanî yapı, maddî beden.

maddiyet / مادیت

  • Maddîlik. (Arapça)

maddiyun

  • Materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar.

maddiyun fikri

  • Maddecilik, materyalizm.

maddiyunluk

  • Materyalizm; herşeyi madde ile açıklamaya çalışma.
  • Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.

maddiyunun dinsizliği

  • Materyalistlerin dinsizliği; herşeyi madde ile açıklamaya çalışanların dinsizliği.

maddiyyun / maddiyyûn

  • Maddeciler, mâneviyata inanmayanlar îmansız felsefeciler.
  • Maddenin ezelî ve ebedî olduğuna inananlar, materyalistler.
  • Maddeciler, materyalistler.
  • Maddenin hep var olduğuna, sonradan yaratılmadığına ve yok olmayacağına inananlar, maddeciler.

maddiyyunluk

  • Maddecilik, materyalizm, herşeyi madde ile açıklamaya çalışma gayreti.
  • Maddecilik, materyalizm, maddeden başka her şeyi inkâr eden dinsiz felsefeciler.

maden-i kuvve-i maneviye / mâden-i kuvve-i mâneviye

  • Manevî kuvvetin, moral gücünün kaynağı.

maden-i manevi / maden-i mânevî

  • Mânevî kaynak.

madeniyat / madeniyât / mâdeniyat

  • Madenler.
  • Madenler, metaller.

madeniyyat / madeniyyât / معدنيات

  • Madencilik bilimi, mineraloji. (Arapça)

madhek

  • Maskara. Gülünecek şey. Soytarı. Komik.

madrubeyn

  • Mat: Birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri.

mağaramisal

  • Mağara gibi.

magare / magâre / مغاره

  • Mağara. (Arapça)

magdure

  • Mağdur kadın. Haksızlığa uğramış ve gadir görmüş kadın veya kız.

magduriyyet

  • Mağdurluk. Gadre uğramış kimsenin hali.

magin

  • Mazaryon otu.

maglubane

  • Mağlub olana yakışır surette. Yenilmiş bir kimseye uygun şekilde. (Farsça)

mağlubane / mağlûbane

  • Mağlup bir şekilde, yenilmiş olarak.

mahaffe

  • Mahfe. Deve veya katır üzerine konan ve içinde iki kişi oturabilecek yeri olan kapalı mahmil.

mahakim / mahâkim / محاكم

  • Mahkemeler.
  • Mahkemeler. (Arapça)

maharim

  • Mahremler, yasaklar, gizliler.

mahazin / mahâzin / مخازن

  • Mahzenler. (Arapça)

mahcur

  • Malını kullanmaktan men edilmiş, mal üzerindeki tasarruf yetkisi elinden alınmış kimse.

mahdumiyet

  • Mahdumluk.

mahe / mâhe / ماهه

  • Matkap, burgu. (Farsça)
  • Matkap. (Farsça)

mahi / mâhi

  • Mahveden, yakıp yıkan, yok edici.

mahir / mâhir / مَاهِرْ

  • Maharetli, becerikli.
  • Maharetli, becerikli.
  • Maharetli, hünerli, becerikli.
  • Mahâretli.

mahirane / mâhirâne / مَاهِرَانَه

  • Maharetli bir şekilde.
  • Mahâretli olarak.

mahiyat / mâhiyât

  • Mahiyetler. Esaslar. Hakikatlar. İç yüzleri.
  • Mahiyetler, nitelikler.

mahiyet-i maddiyat

  • Maddiyatın öz niteliği.

mahiyet-i maneviye / mahiyet-i mâneviye

  • Mânevî yapı.

mahiyyat

  • Mahiyetler, özler.

mahkeme-i kübra / mahkeme-i kübrâ / مَحْكَمَۀِ كُبْرَا

  • Mahşerdeki en büyük mahkeme.

mahkumiyet / mahkûmiyet

  • Mahkûmluk.

mahluliyet

  • Mahlul olma hali, mahlulluk.

mahmulen

  • Mahmul olarak, yüklü olarak.

mahremane / mahremâne

  • Mahrem ve gizli bir şekilde.
  • Mahremce, gizlice.

mahremiyet

  • Mahremlik, nikâh düşmeme özelliği.
  • Mahremlik, gizlilik, yasaklık.

mahrub

  • Mahrum edilmiş. Elinden varı yoğu alınmış. Bomboş bırakılmış.

mahrumane

  • Mahrumcasına. Bahtsız ve nasipsizcesine.

mahruti / mahrutî

  • Mahrut şeklinde olan. Altı daire ve üstü sivrilerek bir noktada birleşen, huni şeklinde olan. Konik.

mahrutiyyet

  • Mahrutilik, konik olma hâli.

mahşer-nümun

  • Mahşere benzer, mahşer örneği.

mahşernüma / mahşernümâ

  • Mahşer gibi.
  • Mahşeri andıran.

mahsubiyet

  • Mahsubluk, mensubluk.

mahsulat-ı maneviye / mahsulât-ı mâneviye

  • Mânevî ürünler.

mahsusa

  • Mahsus, hususi.

mahsusat / mahsûsât

  • Mahsuslar.

mahsusiyet / mahsûsiyet

  • Mahsusluk. Hususi olma hâli.
  • Mahsusluk.

mahzeniyet

  • Mahzenlik.

mahzunane / mahzunâne

  • Mahzun ve üzgün bir şekilde.

mahzuniyet

  • Mahzunluk. Kederli ve kaygılı oluş. Üzüntülü olma.

mahzuziyet

  • Mahzuzluk, hoşlanma, hoşa gitme.

maişetgah / maişetgâh

  • Maişet yeri. Geçim te'min edilen yer. (Farsça)

makalat / makalât / makâlat

  • Makaleler.
  • Makaleler.

makam-ı kurb

  • Makamın yakınlığı, yakın olma.

makam-ı mahmud / makâm-ı mahmûd

  • Mahşer (kıyâmet) günü büyük bir sıkıntı ve ızdırab içerisinde bulunan mahlûkâtın hesaplarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâ tarafından Muhammed aleyhisselâma verilen şefâat izni. Buna Şefâat-i Kübrâ da denir.

makam-ı manevi / makam-ı mânevî

  • Mânevî makam.

makam-ı maneviye / makam-ı mâneviye

  • Mânevî makam.

makam-ı müşiriyet

  • Mareşallik rütbesi.

makamat / makamât / makâmat / مقامات

  • Makamlar.
  • Makamlar.
  • Makamlar. (Arapça)

makamen

  • Makam yönünden.

makami / makamî

  • Makamla, bulunulan yerle ilgili.

makamperest

  • Makama düşkün.
  • Makam düşkünü.

makasıd

  • Maksatlar, gayeler.
  • Maksadlar, istekler, gayeler. Niyetler.
  • Maksatlar, gayeler.

makàsıd

  • Maksatlar.

makasıd / makâsıd / مقاصد

  • Maksatlar. (Arapça)

makass

  • Makas.

makbulin / makbûlîn

  • Makbul sayılanlar.

makdunis

  • Maydanoz.

makinist

  • Makine ustası. Makineyi çalıştırmakla vazifeli kişi.

maksal

  • Mahsul ekilen yer.

malak

  • Manda yavrusu. Buzağı.

malaya'ni / mâlâya'nî / مَالَا يَعْن۪ي

  • Ma'nâsız boş şey.

maldar

  • Malı mülkü çok olan. Zengin. (Farsça)

malikiyet

  • Malik ve sahib olma.

maliyat

  • Maliye işleriyle alâkalı. Maliye bilgisi.

maliye / mâliye

  • Mal ile ilgili olan.

maliyyun

  • Maliyeci.

malperest

  • Malı, mülkü ve parayı çok seven. Mala düşkün olan. (Farsça)

malzeme-i cerrahiye-i ruhiye / malzeme-i cerrâhiye-i ruhiye

  • Mânevî ameliyatta kullanılan malzeme.

mana-yı maddi / mânâ-yı maddî

  • Maddî anlam.

mana-yı masdari / mânâ-yı masdarî

  • Masdar mânâsı.

manen / mânen / معنًا

  • Mânâca. Mânâ cihetiyle. Ruhca. Esasca. Bâtınen. İç varlık bakımından.
  • Mânevî olarak.
  • Mânâca, anlamca.
  • Mana olarak.

manevi / mânevî / معنوي

  • Mânâya ait, maddî olmayan.
  • Maddî olmayan, ruhanî.
  • Manaya ait.

manevi alem / mânevî âlem

  • Maddeden olmayan, maddî gözle görünmeyen âlem.

manevi cihad / mânevî cihad

  • Mânevî mücadele, nefis mücadelesi.

manevi evlat / mânevî evlât

  • Mânevi çocuk.

manevi hacat-ı zaruriye / mânevî hâcât-ı zaruriye

  • Mânevî zarurî ihtiyaçlar.

manevi i'caz / mânevî i'câz

  • Mânevî mu'cizelik; Kur'ân'ın mânâ bakımından mu'cize oluşu.

manevi şehadet / mânevî şehadet

  • Mânevî şehitlik.

manevileşmiş / mânevîleşmiş

  • Mânâ boyutunun yaşam seviyesine yükselmiş.

maneviyat / mânevîyat / mânevîyât

  • Mânâ âlemine ait şeyler.
  • Madde üstü hâller.

maneviyaten / mâneviyaten

  • Mânevî olarak.

maneviye / mânevîye

  • Mânâ ile ilgili.

maneviyyat

  • Maddî olmayan, manevî olan hususlar.
  • Maddi olmayan kuvvet. Mânâ âlemine âit olanlar. Dinden, imândan, mukaddesât ve imândan gelen kuvvet.

manidar / mânidar

  • Mânâlı, anlamlı.

mansıb

  • Makam.

mansıbdar / mansıbdâr / منصبدار

  • Mansıbda bulunan. (Farsça)
  • Makam sahibi devlet memuru. (Arapça - Farsça)

mantıkan / منطقا

  • Mantığa göre, mantıkça.
  • Mantığa göre. Mantıkça.
  • Mantık bakımından. (Arapça)

mantıken

  • Mantığa göre, mantıkça.

mantıki / mantıkî / منطقى

  • Mantıklı.
  • Mantıka dâir. Aklî ve müsbet olan düşünce, fikir. Mantık kaidelerine uygun.
  • Mantıkla ilgili, mantıklı.
  • Mantıklı. (Arapça)

mantıkiyyat / mantıkiyyât

  • Mantıkla alâkalı mes'eleler.

mantıkiyyun / mantıkiyyûn / منطقيون

  • Mantıkla uğraşanlar. Mantık âlimleri.
  • Mantıkçılar, mantık bilginleri. (Arapça)

manzumat / manzûmât / منظومات

  • Manzumeler.
  • Manzumeler. (Arapça)

marifetaşina / mârifetâşinâ

  • Marifetin yabancısı olmayan.

marifetname / mârifetnâme

  • Marifet yazısı.

marpiç / mârpîç / مارپيچ

  • Marpuç, nargile marpucu. (Farsça)

masarıf / masârıf

  • Masraflar, harcamalar.

masarif / masârif

  • Masraflar, harcamalar.
  • Masraflar, giderler.

masarifat / masârifât

  • Masraflar.

masdariyet

  • Masdarlık.

maşe / mâşe / ماشه

  • Maşa. (Farsça)
  • Maşa. (Farsça)

mashara

  • Maskara, soytarı.

masır

  • Mâni, engel.

maskaraalud / maskaraâlûd

  • Maskaralı.

maslahatkarane / maslahatkârâne

  • Maslahata, işe ve maksada uygun surette. (Farsça)

maslahattar

  • Maslahatlı, faydalı.

masumane / mâsumâne / معصومانه

  • Masumca.
  • Masumca.
  • Masumca. (Arapça - Farsça)

masume / mâsûme

  • Masum ve günahsız olan.

masumen / mâsumen

  • Mâsum, günahsız bir şekilde.

masumiyet / mâsumiyet / معصوميت

  • Masumluk.
  • Masumluk, suçsuzluk. (Arapça)

matbaa-misal

  • Matbaaya benzer, matbaa gibi.

matbuat

  • Matbaada basılmış şeyler.

matemalud / mâtemâlûd

  • Matemli, hüzne bulanmış, üzüntüye boğulmuş.

matemdar / mâtemdâr

  • Mâtemli, acılı, yaslı. (Farsça)

matemengiz / mâtemengiz

  • Mâtemi ve yası iktiza eden. (Farsça)

matemhane

  • Matem ve yas tutulan yer.

matemzede / mâtemzede

  • Mâtemli. Yaslı.

materyalist

  • Maddeci. Her şeyi madde ile kıymetlendiren. (Fransızca)
  • Maddeci, sadece maddeye inanan îmansız.

materyalizm

  • Maddecilik, maddeden başka varlık tanımayan îmansız felsefe.
  • Maneviyatı ve Allah'ı inkâr eden maddiyyunların mesleği. (Fransızca)

maturidi / maturidî

  • Mâturidi Mezhebi ve bu mezhebden olan. Semerkand şehrinin Mâturid köyünden olan Ebu Mansur-u Mâturidi'yi (Hicri: 280-332) itikadda imam olarak kabul edenler. Amelde Hanefi Mezhebinden olanlar, itikadda Maturidi mezhebindendir. Çünkü bu Zât, Ehl-i Sünnet itikadına muhalif görüşleri, eserleri ile redd

maune

  • Mavna. Yük taşıyan büyük kayık.

mavera-yı haşr-ı cismani / mâverâ-yı haşr-ı cismânî

  • Maddî bedenle âhiret âleminde yeniden diriltilme arka tarafı, arka plânı.

maye / mâye

  • Maya, öz.

mayiiyyet / mâyiiyyet

  • Mâyilik, akıcılık, sıvılık.

mazhariyet

  • Mazhar ve nâil olma. Elde etme. Muvaffakiyet.
  • Mazharlık.

mazim / mazîm

  • Mazlum.

mazlumane / mazlumâne / مظلومانه

  • Mazlumca. (Arapça - Farsça)

mazmun

  • Mânâ, anlam içeriği.

mazu / mâzu / مازو

  • Mazı. (Farsça)

mazuriyet / mâzuriyet

  • Mazur olma, özürlülük.

me'hul

  • Ma'mur, imar edilmiş.

meadin / meâdin

  • Madenler, kaynaklar.

meakis / meâkis

  • Makesler, aynalar.

mealen / meâlen

  • Mânâca aynısı olmadan eksiği ile anlaşılan neticesi. Mânaya göre.

meani / meânî

  • Mânâlar.

mecbee

  • Mantar yetişen yer.

mecma-ı evsaf-ı masume / mecma-ı evsaf-ı mâsume

  • Mâsum nitelik ve özelliklerin toplandığı yer.

mecma-i evsaf-ı masume

  • Masum sıfatların bir araya toplandığı yer.

mecruh

  • Mânevî olarak hasta olan, yaralı olan.

medar-ı feyiz ve terakki / medâr-ı feyiz ve terakki

  • Mânevi gıda, ilim ve yükselme kaynağı.

medar-ı feyz / medâr-ı feyz / مَدَارِ فَيْضْ

  • Ma'nevî zevk, bereket sebebi.

medar-ı füyuzat / medâr-ı füyuzat

  • Mânevî gıda, ilim ve nimetlerin kaynağı.

medar-ı hüsün ve cemal / medar-ı hüsün ve cemâl

  • Maddî ve manevî güzellik kaynağı.

medar-ı özür

  • Mazeret sebebi.

medar-ı taayyüş

  • Maişet tedarikine sebeb olan, geçim vesilesi.

medlul / medlûl

  • Mânâ, anlam, işaret edilmiş olan.

medrese-i maneviye / medrese-i mâneviye

  • Mânevî medrese, okul.

mefhar-i mevcudat / mefhar-i mevcûdât

  • Mahlûkâtın (yaratılmışların) övündüğü Muhammed aleyhisselâm.

mehasin-i maddiye / mehâsin-i maddiye

  • Maddî güzellikler.

mehasin-i maneviye / mehâsin-i mâneviye

  • Mânevi güzellikler.

mehazin

  • Mahzenler. Hazineler. Mal doldurulan yerler.

mehtab

  • Mâhtâb. Ay ışığı. (Farsça)

mekan-ı maddi / mekân-ı maddî

  • Maddî yer.

mekanen / mekânen

  • Mahal ve yer bakımından.

mekanizma

  • Makine kısmı, işleyiş.

mekatı'

  • Makta'lar; sözlerin sonları.

mekbut

  • Mahzun kişi. Hüzünlü, üzüntülü kimse.

melaike-i mukarrebin / melâike-i mukarrebîn

  • Makam itibariyle Allah'a yakın olan melekler.

melak

  • Mala.

memduhiyyet

  • Makbul oluş. Makbullük. Beğenilmiş oluş.

memerr-ül mahlukat

  • Mahlukatın geçtiği yer. Dünya.

menasıb / menâsıb / مناصب

  • Makamlar. (Arapça)

menazır / menâzır / مناظر

  • Manzaralar. Seyredilecek, görülecek güzel yerler. Güzel görünüşler.
  • Manzaralar.
  • Manzaralar. (Arapça)

menfaat-i maddi / menfaat-i maddî

  • Maddî menfaat, fayda.

menfaat-i maddiye

  • Maddî fayda.

menhat

  • Mâni, nehyedici, engel.

mennane

  • Malı, mülkü, serveti için kendisiyle evlenilen kadın.

menşud

  • Matlup, istenen şey.

menzil-i külli / menzil-i küllî

  • Mahrekin en son noktasına kadar olan mesâfe.

menzile

  • Makam, derece.

meram / merâm

  • Maksad. Niyet. Arzu. İstek. İçten tasarlanan.
  • Maksat, niyet, istek.

meratib-i maneviye / merâtib-i mâneviye

  • Mânevî mertebeler.

merci / mercî

  • Makam, dönülecek yer, başvurulacak yer, kaynak, makam.

merih / مریخ

  • Mars. (Arapça)

merkez-i manevi / merkez-i mânevî

  • Mânevî merkez.

mermuk

  • Mahfuz, hıfzolunmuş.

mertebe-i maneviye / mertebe-i mâneviye

  • Mânevî makam ve derece.

mes'uliyet-i maneviye / mes'uliyet-i mâneviye

  • Mânevî sorumluluk.

mesafe-i manevi / mesafe-i mânevi

  • Mânevî mesafe.

mesafe-i maneviye / mesafe-i mâneviye

  • Mânevî mesafe.

mesai-i manevi / mesai-i mânevi

  • Mânevî çalışmalar.

mesail-i mantıkıye / mesâil-i mantıkıye

  • Mantık meseleleri.

mesak / mesâk

  • Maksat.

mesalih / mesâlih

  • Maslahatlar, işler.
  • Maslahatlar, faydalar.
  • Maslahatlar, işler.

mesh-i manevi / mesh-i mânevî

  • Mânevî yönden hayvana dönüşme.

meşhergah-ı enam / meşhergâh-ı enam

  • Mahlûklar sergisi.

meskukat / meskûkât / مسكوكات

  • Madenî paralar, sikkeler. (Arapça)

meşreb-i hal / meşreb-i hâl

  • Mânevî haz ve feyiz almayı hedef kabul eden tasavvufî bir yöntem.

meşrebe / مشربه

  • Maşrapa. (Arapça)

meşrep

  • Mânevî haz ve feyiz alınan yol; yöntem, metod.

meta / metâ / متاع

  • Mal, eşya. (Arapça)

mevad / mevâd / مواد

  • Maddeler, malzemeler.
  • Maddeler. (Arapça)

mevadd / mevâdd

  • Maddeler.

mevalid / mevâlid

  • Mahsuller, topraktan yeni çıkan şeyler.

mevani / mevâni

  • Mâniler, engeller.
  • Maniler, engeller.

mevani'

  • Mâni'ler. Engeller. Mâni olanlar. Mâniâlar.

mevcud-u harici / mevcud-u haricî

  • Maddî vücudu bulunan eşya.

mevcud-u manevi / mevcud-u manevî / mevcud-u mânevî

  • Mânevi varlık.
  • Mânevi varlık.

mevcudat-ı cismaniye

  • Maddî vücudu olan varlıklar.

mevcudat-ı hariciye

  • Maddî ve cismanî varlıklar.

meydan-ı mahşer

  • Mahşer meydanı.

meydan-ı mücahede-i maneviye / meydan-ı mücahede-i mâneviye

  • Mânevî mücadele, cihad meydanı.

mezaya-yı maani / mezâyâ-yı maânî

  • Mânâlardaki meziyetler, üstünlükler.

mı'caz

  • Mak'adı büyük olan.

mihaffe

  • Mahfe. Katır veya develerin sırtına konulan ve iki kişinin oturabileceği büyüklükte olan sepet.

mıhzak

  • Makat.

mihzar

  • Mânâsız ve saçma sapan sözler konuşan.

mıkraz / مقراض

  • Makas. (Arapça)

mikraz / مقراض

  • Makas. (Arapça)

miktar-ı manevi / miktar-ı mânevî

  • Mânevi miktar, ölçü.

milel-i mazlume

  • Mazlum milletler.

milk

  • Mal cinsinden olan yer. Birisinin tasarrufu altında bulunan yer. Mülk.

milvat

  • Mala.

mir'at-ı marifet / mir'ât-ı marifet

  • Marifet aynası, tanıma aynası.

mirac-ı ruhani / mirâc-ı ruhânî

  • Maddî olmayan, ruh ile yapılan yükseliş.

mirade

  • Mancınık taşı.

mirkatü'l-fütuh / mirkatü'l-fütûh

  • Mânevî fetihlere ulaştıran merdiven, yöntem.

misbeke

  • Mâden eritilip dökülecek kap.

mitade

  • Matkap başı.

mithara / مطهره

  • Matara. (Arapça)

mitralyoz

  • Makineli tüfek.

mitralyöz

  • Makinalı tüfek. (Fransızca)
  • Makinalı tüfek.

mizan-ı azam / mizan-ı âzam

  • Mahşer günü amellerin ölçüldüğü büyük terazi.

mizan-ı ekber

  • Mahşer günü amellerin ölçüleceği büyük terazi.

mızya'

  • Malını çok harcayan kimse. Malını fazlaca zâyi eden adam.

mu'cize-i manevi / mu'cize-i mânevî

  • Mânevî mu'cize.

mu'cize-i maneviye / mu'cize-i mâneviye

  • Mânevî mu'cize, mânâsına yönelik mu'cize.

mu'kır

  • Malı mülkü çok olan kimse.

muazere

  • Ma'zeret, özür dileme.

mübareze-i maneviye / mübareze-i mâneviye

  • Mânevî mücadele ve çatışma.

mübhem-ül meal / mübhem-ül meâl

  • Mânâsı ve meâli anlaşılmayan.

mücahede-i manevi / mücahede-i mânevî

  • Mânevî mücadele.

mücahede-i maneviye / mücâhede-i mâneviye

  • Mânevî mücadele, çaba, gayret, nefis ile savaşma.

mücerred / مُجَرَّدْ

  • Maddî varlıklardan ayrı olarak sadece zihinde düşünülen kavram, soyut
  • Maddî olmayan, soyut.

mücevherat-ı maneviye / mücevherat-ı mâneviye

  • Mânevî mücevherler.

mucibe-i külliye

  • Man: Müsbet ve umumi (şumüllü) olan kaziye.

müddet-i ma'lume

  • Malum olan ve bilinen zaman.

müdemmer

  • Mahvedilmiş, yok edilmiş.

muhammer / مخمر

  • Mayalı. (Arapça)

muhayyeben

  • Mahrum ederek. Yoksun bırakarak.

muhayyibane / muhayyibâne

  • Mahrum ve yoksun bırakırcasına. (Farsça)

muhit-i daire / muhit-i dâire

  • Mat: Daire çevresi. Çember.

muhkemat-ı kur'aniye / muhkemât-ı kur'âniye

  • Mânâsı ve hükmü gayet açık olan Kur'ân âyetleri.

muhkemat-ı kur'aniyye

  • Mânası açık ve te'vile ihtiyacı olmayan âyetler. Başka bir mânaya ihtimali olmayıp sarih emir ve nehiyleri müştemil olan âyetler. Bu âyetler mensuh veya anlaşılmayan şekilde müteşabih ve muhtemel olmayıp muhkem ve mübeyyin olmakla aslâ te'vile muhtaç olmazlar. Bâzı şeylerin haram olması veya enbiya

muhtemer

  • Mayalandıran. Ekşiyip kabartan.

muhyi / muhyî

  • Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. (Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peyga

müjde-i manevi / müjde-i mânevî

  • Mânevî müjde.

mukabele-i maneviye / mukabele-i mâneviye

  • Mânevi karşılık.

mukaddeme-i istisnaiye

  • Man: İçinde istisnâ edatı olan evvelki kaziye. "Eğer güneş doğarsa gündüz olacak. Güneş doğmuştur." kaziyelerinde: "Eğer güneş doğarsa" kaziyesi Mukaddeme-i istisnâiyedir.

mükafat-ı maneviye / mükâfat-ı mâneviye

  • Mânevî mükâfat, karşılık.

mukallidin-i maddiyyun / mukallidîn-i maddiyyun

  • Materyalistlerin taklitçileri, taklitçi materyalistler, maddeciler.

mukıll

  • Malı az olan. Fakir.

mülk

  • Mal, sahip olunan şey.

mülkiyet

  • Mal sahipliği.

mülzime

  • Masa üzerine konulan kâğıtların uçup dağılmasını önlemek için üzerine konulan bir âlet.

mümanaat / mümânaat / mümânaât / مُمَانَعَاتْ / مُمَانَعَتْ

  • Mani olma, engel olma.
  • Mani olma.
  • Mâni' olma.

mümanaatsız / mümânaatsız

  • Manisiz, engelsiz.

mümaşaat

  • Maslahat namına hoş geçinme, anlaşma yolunu seçme.

mümaşat / mümâşât

  • Maslahat yolunu, anlaşma tarzını seçme.

mün'adim

  • Ma'dum. Ademe gitmiş. Yok olan.

münacat-ı maneviye / münâcât-ı mâneviye

  • Mânevî dua, yalvarış.

münahebe

  • Malı yağmalama.

münasebat-ı maneviye / münasebât-ı mâneviye

  • Mânevî bağlantı.

münasebet-i maneviye / münasebet-i mânevîye

  • Mânevi bağlantı, ilişki.

münhasır / مُنْحَصِرْ

  • Mahsus kılınmış.

mürafaa

  • Mahkemede yapılan duruşma.

mürettibhane

  • Matbaalarda yazıların dizilip sahife şeklinde tertib edildiği yer.

müsadere / مصادره

  • Mal varlığına el koyma. (Arapça)
  • Müsadere edilmek: Mal varlığına el konulmak. (Arapça)
  • Müsadere etmek: Mal varlığına el koymak. (Arapça)

musfah

  • Mâil olan, eğik.

müşir / müşîr / مشير

  • Mareşal.
  • Mareşal, askeriyede yüksek bir makam.
  • Mareşal. (Arapça)

müşiri / müşirî

  • Mareşallik, müşirlik. (Farsça)

müşiriyet / müşîriyet

  • Mareşallik.
  • Mareşallik.

müşiriyet makamı / müşîriyet makamı

  • Mareşallik rütbesi.

müşiriyet-i maneviye / müşiriyet-i mâneviye

  • Mânevî mareşallik.

müşkilat-ı kur'aniye

  • Manasının incelik ve derinliği veya istiare-i bediyye ile ifade edilmiş olması gibi sebeblerden dolayı derin tetebbu ve tefekkür neticese ancak anlaşılabilen âyetler.

müstağrak / مُسْتَغْرَقْ

  • Ma'nevi halle kendinden geçen.

müstantık

  • Mahkemede ilk ifadeyi alan sorgu hâkimi.

müstecab / müstecâb

  • Makbûl, kabûl olunan, geri çevrilmeyen.

müşterek-i manevi / müşterek-i mânevî

  • Mânevî ortak yön.

mütehezzicane / mütehezzicâne

  • Makamla şarkı söylercesine. (Farsça)

mütemeshir

  • Maskaralık eden, eğlenen.

mütemeshirane / mütemeshirâne

  • Maskaralıkla. (Farsça)

mütenazzif

  • Maddeten temizlenen.

müteşabih / müteşâbih

  • Mânâsı açık olmayan âyet.

müteşabih hadis / müteşabih hadîs

  • Mânâsı açık olmayan hadis.

mütevatir-i bilmana / mütevâtir-i bilmâna

  • Mânevî tevatür; yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir haberi, olayı veya hadis-i şerifi mânâ yönünden aktarması veya aktarılırken susmak sûretiyle doğruluğunu tasdik etmesi.

müvacehe

  • Mânen yüz yüze bulunma, karşısında olma.

muvafakat-ı maneviye / muvafakat-ı mâneviye

  • Mânevi uygunluk, denklik.

muvazene-i maneviye / muvazene-i mâneviye

  • Mânevî denge.

müzmahil / مُضْمَحِلْ

  • Mahvü perişan olan.

na-evs / nâ-evs

  • Manastır, kilise. (Farsça)

na-kami / nâ-kâmî

  • Mahrumiyet, bahtsızlık. isteğine kavuşamama. (Farsça)

na-makbul

  • Makbule geçmez, kabul olmayan. Kabul edilmeyen. (Farsça)

na-murad

  • Mahrum kalan, muradına eremeyen. (Farsça)

nahhat

  • Marangoz. Doğramacı. Ağaç oymacısı. Taş yontucusu.

namahrem / nâmahrem

  • Mahrem olmayan; kendisi ile evlenilmesi haram olmayan.
  • Mahrem olmayan, nikâh düşen.

namakbul / nâmakbul / نامقبول

  • Makbul olmayan. (Farsça - Arapça)

namakul / nâmakul / نامعقول

  • Makul olmayan. (Farsça - Arapça)

nass-ı katı'

  • Mânâsı açık olan Kur'an âyetlerinden delil olarak gösterilen âyet.

nass-ı sarih / nass-ı sarîh

  • Mânâsı çok açık ve kesin olan Kur'an hükmü.

naus

  • Manastır, kilise. (Farsça)

nazm-ı maani / nazm-ı maânî

  • Mânâdaki ahenkli diziliş, tertip ve düzen.

nazmen / نظما

  • Manzum olarak. (Arapça)

nefs-i maksad

  • Maksadın kendisi, aynısı.

nema / nemâ

  • Malın artması, çoğalması. Ziyâdeleşen mala nâmî denir.

neş'et-i uhra / neş'et-i uhrâ

  • Mahşerde yeniden dirilme.

neşeb

  • Mal, mülk.

netice-i meram / netîce-i merâm / نَتِيجَۀِ مَرَامْ

  • Maksadın neticesi.
  • Maksadın neticesi.

nili / nilî

  • Mavi, çivit rengi.

nizamat-ı maneviye / nizâmât-ı mâneviye

  • Mânevî nizâmlar, düzenler.

nühat

  • Mağrur ve kibirli kimse. Kendini beğenmiş insan.

ömr-ü makbul

  • Makbul, değerli ömür.

ömr-ü manevi / ömr-ü mânevî

  • Mânevî ömür.

perestişgah / perestişgâh

  • Mabet, tapınak. (Farsça)

puzine

  • Maymun. (Farsça)

rabb-ül mal

  • Mal sâhibi. Sermaye sâhibi.

ragd

  • Maişet genişliği, geçim bolluğu.

rahib / râhib

  • Manastırda oturan hıristiyan din adamı, keşiş.

raic-i mal

  • Malın değeri.

rayet-i ulviyet-i şeyh-i hakkani / râyet-i ulviyet-i şeyh-i hakkanî

  • Mânevî mertebelere ulaşma ve hakikatleri elde etme yolunda Şeyh Abdülkadir-i Geylânî'nin elinde tuttuğu yücelik sembolü olan sancak.

recaze

  • Mahfeden küçüktür ve deve arkasına vurup üzerine binerler.

refakat-i maneviye / refakat-i mâneviye

  • Mânevî arkadaşlık, beraberlik.

refref

  • Mânevî bir binek; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Miraç mu'cizesi sırasında bindiği dört binekten sonuncusunun adı.

riayet-i mesalih ve hikem

  • Maslahat ve hikmetlerin gözetilmesi, onlara riayet edilmesi.

ricalullah

  • Mânevi kudret ve kuvvet sahipleri olan evliya.

risale-i mantıkiye

  • Mantıkla ilgili risale.

riyazat

  • Manevî ilerleme için gerçekleştirilen eğitim.

riyazi / riyazî / riyâzî / رِيَاض۪ي

  • Matematikle ilgili.
  • Matematikle alâkalı.

riyazi kat'iyyet / riyâzî kat'iyyet

  • Matematiksel kesinlik.

riyazi-riyaziyye

  • Matematikle ilgili.

riyaziyat / riyâziyat / ریاضيات

  • Matematik ilmi.
  • Matematik ilimlerine verilen ortak ad.
  • Matematik ilmi, hesap-hendese ilmi. Aritmetik-geometri.
  • Matematik. (Arapça)

riyaziyatçı / riyâziyatçı

  • Matematikçi. (Arapça - Türkçe)

riyaziye

  • Matematik.

riyaziyyat

  • Matematik bilgisi.

riyaziyyun / riyâziyyûn / ریاضيون

  • Matematikçiler. (Arapça)

rızk

  • Maddî ve mânevî nimetler.

ruh-u manevi / ruh-u mânevî

  • Mânevî ruh.

ruh-u mücerred

  • Maddeden soyutlanmış ruh.

ruh-u nurani / ruh-u nuranî

  • Maddî yapısı olmayıp nurdan yaratılmış aydınlık ruh.

ruhani / ruhânî

  • Maddî yapısı olmayan ruh âlemine ait varlık.

ruhaniler / ruhanîler

  • Maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlıklar.

ruhaniyat / ruhâniyât

  • Maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âleminin varlıkları.

ruhaniyyat

  • Madde âleminden başka olan ruh âlemleri, ruhaniler.

rüsta-hiz

  • Mahşer, kıyamet. (Farsça)

rüşvet-i manevi / rüşvet-i mânevi

  • Mânevî rüşvet.

rütbe-i maneviye / rütbe-i mâneviye

  • Mânevî rütbe.

rüya-yı sadıka / rüya-yı sâdıka

  • Makbul ve muteber kimselerin gördükleri ve gördükleri gibi dünyada hakikatları zuhur eden sâdık rüya.

ruz-i mahşer / rûz-i mahşer

  • Mahşer günü, kıyâmet koptuktan sonra insanların diriltilip hesâb için toplandıkları gün, kıyâmet günü.

sa'y-i maddi / sa'y-i maddî

  • Maddi çalışma.

saadet-i cismaniye

  • Maddî mutluluk, bedenle alınan mutluluk.

saadet-i maneviye / saadet-i mâneviye

  • Mânevî mutluluk.

sadaka-i makbule

  • Makbul olan, kabul olunmuş sadaka.

sadef-i kefh-misal / sadef-i kefh-misâl

  • Mağara benzeri inci kabuğu.

sagan

  • Mâverâünnehir diyarında bir şehir adı.

şaheser-i ismet ve istikamet

  • Masumluk ve doğruluk şaheseri.

şaheser-i tarikat / şâheser-i tarikat

  • Mânevî ilerlemeye götüren yolun şâheseri.

sahib-i kemal / sâhib-i kemâl / صَاحِبِ كَمَالْ

  • Manevî olgunluk ve makam sahibi.

sahib-i mal

  • Mal sahibi.

sahib-ül yed / sâhib-ül yed

  • Mal sahibi, malı elinde tutan kimse.

sahibülyed

  • Malı elinde tutan kimse.

sahir

  • Maskaralık eden, maskara eden.

sahr

  • Masharaya almak.

şahs-ı maddi / şahs-ı maddî

  • Maddî şahıs.

şahs-ı manevi / şahs-ı mânevî

  • Mânevî şahıs, tüzel kişilik; belli bir ideal ve gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik.

salibe-i külliye

  • Man: Bir şeyin nefyine delâlet eden kaziye. Bir şeyin bütün bütün olmadığını veya mevcudattan hiç birisine hâkim ve müessir olmadığını iddia ve isbat eden hüküm.

saltanat-ı maddiye ve maneviye / saltanat-ı maddiye ve mâneviye

  • Maddî ve mânevî yönlerden kurulan egemenlik, hakimiyet.

saltanat-ı manevi / saltanat-ı mânevî

  • Mânevî saltanat, egemenlik.

saltanat-ı maneviye / saltanat-ı mâneviye

  • Mânevî saltanat.

sanayi-i maneviye

  • Mâna delâletiyle olan san'at. (Teşbih ve istiâre gibi.)

sarf-ı meharet / sarf-ı mehâret

  • Maharet sarfetme.

sarfiyat / sarfiyât

  • Masraflar, giderler.

sarfiyyat

  • Masraflar, giderler.

şatahat / şatâhat

  • Mânevî sarhoşluk ve cezbe halindeyken şeriata aykırı söz söyleme.
  • Mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler.

satvet-i maneviye ve hakikiye / satvet-i mâneviye ve hakikiye

  • Maddeten ve mânen üstün olmak.

sebeb-i mahkumiyet / sebeb-i mahkûmiyet

  • Mahkûmiyet sebebi.

sebr

  • Mantıkta bir ispat yolu.

sebr ve taksim

  • Mantıkta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delil-i taksim, delil-i münkasım" gibi tâbirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir. (Lât
  • Mantıkta kullanılan bir ispatlama yöntemi; bir şeyi kısımlara bölmek, sonra bütün bu kısımları sırayla çürüterek son kalan kısmın doğruluğunu ispat etmek.

şecaat-i maddiye

  • Maddî kahramanlık, yiğitlik (Maddî bakımdan ilerlerken ifrat ve tefritten uzak olan orta ve doğru hâli ayakta tutma).

şecere-i maneviye / şecere-i mâneviye

  • Mânevî bir ağaç.

şecere-i tuba-i maneviye / şecere-i tûbâ-i mâneviye

  • Mânevî tûbâ ağacı.

sefih / sefîh

  • Malını dînin ve aklın uygun görmediği yere harc eden, aklı az olan.

sefine-i maneviye / sefine-i mâneviye

  • Mânevî gemi.

şefiu'l-mahşer / şefîu'l-mahşer

  • Mahşer günü şefaat edecek olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.).

sehf

  • Maktulün can çekişirken olan ıztırabı, acısı.

şehid-i manevi / şehid-i mânevî

  • Mânevî olarak şehit sayılan.

şehid-i mazlum

  • Mazlum şehid.

sekir

  • Mânâ alemindeki sarhoşluk.

şekl-i manevi / şekl-i mânevî

  • Mânevî şekil, görüntü.

sema-yı maneviye / sema-yı mâneviye

  • Mânevî sema, gök.

şeref-i manevi / şeref-i mânevî

  • Mânevî şeref, rütbe.

sergüzeşt / سرگذشت

  • Macera, baştan geçen hâller. (Farsça)
  • Macera, serüven.
  • Macera, serüven. (Farsça)

sergüzeşte

  • Macera, serüven.

sermaye-i servet

  • Mal varlığı, sermaye.

şermin

  • Mahcub. Utangaç. (Farsça)

şermnak / şermnâk

  • Mahcub. Utangaç. (Farsça)

servan

  • Malı çok olan kimse.

servet

  • Mal, mülk, zenginlik. (Farsça)
  • Mal, varlık.

setr-i mahrem

  • Mahrem olan şeyin gizlenmesi.

sevk-i manevi / sevk-i mânevi

  • Mânevî sevk, yönlendirme.

seyr ü süluk-i ruhani / seyr ü sülûk-i ruhanî

  • Mânevî âlemlerde ruh ile bazı mertebelere yükselme ve yolculuk etme.

seyr ü süluk-u ruhani / seyr ü sülûk-u ruhanî

  • Mânevî makamlarda ruhen seyir ve seyahat.

seyr ü süluk-ü ruhaniye / seyr ü sülûk-ü ruhaniye

  • Mânevî makamlardaki ruhanî seyir ve seyahat.

seyr-i süluk / seyr-i sülûk

  • Mânevî makamlarda seyir ve seyahat; velayet yolunda mânevî ilerleme yolculuğu.

seyr-i süluk-i ruhani / seyr-i sülûk-i ruhanî

  • Manevî makamlarda ruh ile yapılan seyir ve seyahat.

seyr-i süluk-ü kalbi / seyr-i sülûk-ü kalbî

  • Mânevî makamlarda kalp ile yapılan seyir ve seyahat.

seyrisüluk / seyrisülûk

  • Manen yükselmek için bir yola girip yürümek.

şiddet-i mevani / şiddet-i mevâni

  • Mânilerin şiddeti, engellerin zorluğu.

sidret-ül münteha

  • Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.

şifa-yı manevi / şifa-yı mânevî

  • Mânevî şifa, deva.

sifanet

  • Marangozluk.

sıfat-ı masume / sıfat-ı mâsume

  • Masum nitelik, temiz özellik.

sıfrü'l-yed

  • Mahrum, eli boş.

sikkezen

  • Madeni para basan. (Farsça)

sıklet-i maneviye / sıklet-i mâneviye

  • Mânevî ağırlık.

sima-yı manevi / sima-yı mânevî

  • Mânevî yüz, çehre.

şirket-i maneviye / şirket-i mâneviye

  • Mânevî şirket, ortaklık.

şirket-i maneviye-i duaiye / şirket-i mâneviye-i duaiye

  • Mânevî dua şirketi, ortaklığı.

sıyah-ı matem / sıyah-ı mâtem

  • Mâtem feryadları.

sohbet-i manevi / sohbet-i mânevî

  • Mânevî sohbet.

sorgu dairesi

  • Mahkemeye çıkarılan sanıkların sorgulandıkları bölüm, makam.

sual-i manevi / sual-i manevî

  • Mânevî bir soru.

subh-u mahşer

  • Mahşer sabahı.

şuhh

  • Mala düşkün olup, fakirlere vermeyi sevmemek, cimrilik etmek.

suhrekar / suhrekâr

  • Maskaralık yapan. Maskara. (Farsça)

suhriyye

  • Maskaralık.

suikasd / sûikasd

  • Maksadın kötü oluşu, öldürme teşebbüsü.

şükr-ü manevi / şükr-ü mânevî

  • Mânevî şükür.

sukut-u mutlak

  • Mânen iyice tefessüh etme, iyi hasletlerin tamamen kaybolması.

şule-i mahiyet

  • Mahiyete, özelliğe ait parıltı.

sultan-ı manevi / sultan-ı mânevî

  • Mânevî sultan, hükümdar.

sultan-ı mazlum

  • Mâsum, zulme uğramış sultan. (Bundan kinaye II. Abdulhamid Han'dır.)

süluk / sülûk

  • Mânevî yol alma, yürüme.

sümr

  • Mal.

sure-i maide / sûre-i mâide

  • Mâide Sûresi; Kur'ân-ı Kerimin 5. sûresi.

suret-i maddiye

  • Maddî suret, şeklî görüntü.

suret-i mana / sûret-i mânâ

  • Mânâ şekli.

suret-i maneviye / suret-i mâneviye

  • Mânevî suret; maddî olmayan şekil, biçim.

sürur-u manevi / sürur-u mânevî

  • Mânevî sevinç, mutluluk.

suver-i maani / suver-i maânî

  • Mânâ şekilleri, biçimleri.

tab'hane

  • Matbaa. Tab' işleri yapılan yer. (Farsça)

tabaka-i mana / tabaka-i mânâ

  • Mânâ derecesi.

tabedilme

  • Matbaada basılma.

tabiat bataklığı

  • Materyalist düşünce; tabiat için, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.

tabiat dalaleti / tabiat dalâleti

  • Materyalist düşünce; tabiat için, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.

tabiat fikri

  • Materyalist düşünce; tabiat için söylenen, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.

tabiat-ı mana / tabiat-ı mânâ

  • Mânânın tabiatı.

tabib-i manevi / tabib-i mânevî

  • Mânevî doktor.

tafthane

  • Matbaa. Basımevi. (Farsça)

tahakkümi / tahakkümî

  • Mânasız iddia. Delilsiz, isbatsız haklılık dâva etmek, Mânasız mücerred dâva.

tahammür / تخمر

  • Mayalaşma. (Arapça)

tahiyyat-ı maneviye / tahiyyât-ı mâneviye

  • Mânevi selâm ve dualar.

tahiyye / تَحِيَّه

  • Mahlûkātın kendince ibâdeti.

tahribat-ı maneviye / tahribat-ı mâneviye

  • Mânevî tahripler, yıkıp bozmalar.

taht

  • Makam.

takaşşüf

  • Maişet şiddeti, geçim zorluğu.

taklil-i masarif / taklil-i masârif

  • Masrafların azaltılması.

tamam-ı mahiyet

  • Mahiyetinin tamamı, bütün özellikleri.

tamat

  • Mânâsız ve uygunsuz söz. (Farsça)

tanrı

  • Ma'bûd, tapılan şey, ilâh.

tarihçe-i hayat-ı maneviye / tarihçe-i hayat-ı mâneviye

  • Mânevî hayat hikâyesi.

tarikat / tarîkat / طَر۪يقَتْ

  • Maneviyat yolu.
  • Ma'nevi yol.

tarikat-ı aliye-i nakşiyye / tarîkat-ı aliye-i nakşiyye

  • Mânevî derecesi yüksek olan Nakşî tarikatı.

taun-u manevi / tâun-u mânevî

  • Mânevî vebâ, salgın ve ölümcül hastalık.

tazallum-u hal / tazallum-u hâl

  • Mazlum olduklarını anlatmak, zulme uğradıklarını şikâyet etmek.

tazminat

  • Maddî veya mânevî zarara karşılık ödetilen maddî bedel, mal.

tebah

  • Mahvolmuş, yıkılmış.

tebevvü'

  • Makam tutmak.

tebzir / tebzîr

  • Malı saçıp savurma.
  • Malı, İslâmiyet'in ve aklın uygun görmediği yerlere dağıtma, isrâf.

tecessüm-ü maani / tecessüm-ü maânî

  • Mânâların cisimleşmesi, somutlaşması.

tedbir-i maddiye

  • Maddeten alınan tedbirler.

teessürat-ı manevi / teessürat-ı mânevî

  • Mânevî üzüntüler.

teevvül

  • Mânâsı başka olma. Başka anlama gelme.

tefeyyüz / تَفَيُّضْ

  • Ma'nen zevk alma, bereketlenme.

tefsir / tefsîr / تَفْس۪يرْ

  • Manayı açıklama.

teganni / tegannî / تَغَنّ۪ي

  • Makamlı okuma.

tehallüs / تخلص

  • Mahlas kullanma. (Arapça)

tehezzü'

  • Maskaraya almak.

tehlike-i manevi / tehlike-i mânevî

  • Mânevî tehlike.

tehlike-i maneviye / tehlike-i mâneviye

  • Mânevî tehlikeler; imanî noktalarda oluşacak kayıplar.

tekemmü'

  • Mantar koparmak.

teknik

  • Maddî ilimlerin uygulaması.

telehhüf

  • Mahzun olmak. Hasret ve kederle yanıp yıkılmak. Ah çekmek.

telvihat / telvihât

  • Maksadın lâzımı olan şeylerden bahsetmek sûretiyle yapılan kinayeler.

temellük

  • Mal edinme, sahiplenme.

temeshur / تمسخر

  • Maskaralık. (Arapça)
  • Temeshur etmek: Maskaralık etmek. (Arapça)

temeyyü'

  • Mâyi hâle gelme, sıvılaşma.

temsil-i manevi / temsil-i mânevî

  • Mânevi örnek, benzetme.

temsilat-ı maddiye / temsilât-ı maddiye

  • Maddî benzetmeler, örnekler.

terakkiyat-ı maddiye

  • Maddî ilerlemeler.

terakkiyat-ı maneviye / terakkiyât-ı mâneviye

  • Mânevî ilerlemeler, yükselmeler.

teraneperdaz / teraneperdâz

  • Makamla şarkı söyliyen. (Farsça)

terbiye-i manevi / terbiye-i mânevi

  • Mânevî terbiye.

terbiye-i maneviye ve maddiye / terbiye-i mâneviye ve maddiye

  • Mânevî ve maddî terbiye.

tercüme-i maneviye / tercüme-i mâneviye

  • Mânevî tercüme.

terfi-i makam

  • Makam itibariyle terfi etme, yükselme.

tergis

  • Mal çoğaltmak.

tertib-i maani / tertib-i maâni

  • Mânâların tertip, diziliş ve düzeni.

tesanüd-ü manevi / tesanüd-ü mânevî

  • Mânevî dayanışma, birliktelik.

tesehhurkar / tesehhurkâr

  • Maskara.

teşehhut

  • Maktulün kan içinde yuvarlanması.

teşhirgah-ı enam / teşhirgâh-ı enâm

  • Mahlukatın herkese gösterildiği yer, dünyâ. (Farsça)

tesirat-ı maddiye / tesirât-ı maddiye

  • Maddî etkiler.

teva

  • Mâlın helâkı. Mülkün helâk olması.

tevafuk-u manevi / tevafuk-u mânevî

  • Mânevî uygunluk.

tevatür-ü bilmana / tevatür-ü bilmânâ

  • Mânâ yönünden tevatür derecesinde olan.

tevatür-ü manevi / tevatür-ü mânevî

  • Mânevî nakiller ile gelen, mânâsı üzerinde ittifak sağlanan nakil.

tevazzu'

  • Madde gibi bir mekân alma.

tevhid-i şuhudi / tevhîd-i şuhûdî

  • Mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka her şeyi) görmemek ve düşünmemek.

tevhid-i vücudi / tevhîd-i vücûdî

  • Mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka her şeyi) yok bilmektir.

tevsi-i malumat / tevsi-i malûmat

  • Malûmatın dağılması, bilginin yayılması.

teza'zu'

  • Mâni olma, önleme, engel olma.

tezahürat-ı maneviye / tezahürat-ı mâneviye

  • Mânevî açılımlar, görünümler.

tezekki / tezekkî

  • Manen temizlenme.
  • Mânen temizlenme.

timsal-i müşahhas

  • Maddi yapı ve şahsiyet kazanmış nümune, somut örnek.

ücret-i maneviye / ücret-i mâneviye

  • Mânevî ücret.

ulum-u riyaziye / ulûm-u riyaziye

  • Matematikle bağlantılı ilimler.

ulviyet-i mahiyet

  • Mahiyetin yüceliği.

umman-ı feyiz

  • Mânevî bereket, bolluk denizi.

üstibah

  • Masura.

uzlet-i makbule

  • Makbul olan yalnızlık.

vahi / vâhî / وَاه۪ي

  • Mânâsız, saçma.
  • Ma'nâsız.

vazife-i maneviye / vazife-i mâneviye

  • Mânevî görev.

vazife-i memure-i maneviye / vazife-i memure-i mâneviye

  • Mânevî memuriyet görevi.

vech-i mana / vech-i mânâ

  • Mânâ ve anlamlarının bir yönü.

veled-i manevi / veled-i mânevî

  • Mânevî evlat.

veraset / verâset

  • Maddî ve mânevî olarak vâris olmak.

vesile-i makasıd

  • Maksat ve hedeflere ulaştıran araç.

vücud-u cismani / vücud-u cismanî

  • Maddî vücut, beden.

vücud-u maddi / vücud-u maddî

  • Maddî varlık.

vücud-u madeni / vücud-u madenî

  • Madenî varlık.

vücud-u manevi / vücud-u mânevî

  • Mânevî varlık.

vukuat-ı maddiye ve maneviye / vukuat-ı maddiye ve mâneviye

  • Maddî ve manevî olaylar, hadiseler.

zabıt katibi / zabıt kâtibi

  • Mahkemede söylenenleri yazan kişi.

zacir

  • Mâni olan, alıkoyan, yasak eden. Zecreden. Zorlayan.

zanni delil / zannî delil

  • Mânâsı açık anlaşılmayan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile bir sahâbî tarafından bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîf.

zayiat-ı maliye

  • Mâli zararlar ve ziyanlar.

zayig

  • Mail, eğik, eğilmiş.

zayr

  • Mazarrat, ziyan.

zevk

  • Mânevî âlemlerde iman hakikatlerinin hazzına erişme.

zevk-i maddi / zevk-i maddî

  • Maddî zevk, bedenle alınan zevk.

zevk-i manevi / zevk-i mânevî

  • Mânevî zevk.

zıdd-ı maksud

  • Maksadın, istenilen şeyin tersi.

zırba'

  • Maymuna benzer bir hayvan.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın