REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te lâtif ifadesini içeren 154 kelime bulundu...

ab-ı hayat

  • Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta : "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet" mânalarında geçer.
  • Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söyle

ab-ı zen

  • Küçük havuz. (Farsça)
  • Su birikintisi. (Farsça)
  • Yumuşak, lâtif sözlerle hatır alan ve bu manâda emir. (Bak : Avzen) (Farsça)

aceb

  • Taaccüb, şaşma, hayret.
  • Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.

ahfa / ahfâ / اَخْفَا

  • Çok gizli, âlem-i emrin (madde ve ölçü olmayan ve arşın üstündeki âlemin) beşinci ve son latîfesi (makamı, mertebesi).
  • Çok gizli (ruhta bir latîfe).

akre'

  • Çok lâtif ve pek güzel Kur'an okuyan.

alem-i esir / âlem-i esir

  • Bütün kâinatı kapladığı farz edilen ince ve lâtif maddenin bulunduğu âlem.

azb

  • Tatlı, lâtif, hoş ve şirin olan yiyilecek ve içilecek şey.
  • Fazla susuzluktan yemek yemeği terketme.
  • Men'etme.
  • Feragat.

bad-ı berin / bâd-ı berîn

  • Sabah rüzgârı.
  • Lâtif hava.

baziguş / bazigûş

  • Lâtifeci, şakacı, şen kimse. (Farsça)

bed-ram

  • Lâtif, hoş, yakışıklı, süslü. (Farsça)
  • Sert başlı at. (Farsça)
  • Dâima, devamlı. (Farsça)

beha

  • Gökçek olmak, şirin ve lâtif olmak.

behanet

  • Nefesi iyi ve lâtif olan kadın.

behaya / behâyâ

  • Güzel, parlak, lâtif şeyler; hediyeler.

behi

  • Şirin, lâtif, gökçek.

berceste

  • Sağlam ve lâtif. (Farsça)
  • Seçme. (Farsça)
  • Edb: Zahmetsizce hatıra geliveren ve fakat çok kıymetli olan söz. (Farsça)

besen

  • Şirin, lâtif, gökçek, hüsn.

bezle / بذله

  • Lâtife, hoşa giden kibar ve nâzik söz. Şaka tarzında söylenen söz. (Farsça)
  • Ahenk ile okunan şiir. (Farsça)
  • Şaka, latife. (Arapça)

bezle-baz / bezle-bâz

  • Şakacı, lâtifeci. (Farsça)

bizle

  • Lâtife, şaka. (Farsça)

buhar

  • Suyun buğu haline gelmiş şekli.
  • Seyyal, lâtif cisim.

celu

  • Şakacı, lâtifeci kimse. (Farsça)
  • Kebap şişi. (Farsça)

cesed-i misali / cesed-i misalî

  • Misalî ve lâtif bir cesed. Varlığı maddî olmayan fakat cinsinin cesedine benzeyen beden.

cins-i latif

  • Lâtif ve hoş cins, nev. İnsanlar nev'inde kadın.

deh

  • İyi hoş. Lâtif, güzel. (Farsça)
  • Tabur. (Farsça)
  • Saf. (Farsça)

delail-i enfüsiye / delâil-i enfüsiye

  • Dahili deliller; kalb, vicdan, his ve lâtifeler gibi insanın iç âlemine konan donanımlarından hareketle Allah'ın varlığına ait deliller.

deri

  • Farsçanın sahihi, fasih olanı. (Kapı demek olan "der" ismi Farsça olduğu halde Arapça sayılarak müennesi "deriyye" yapılmıştır.) (Farsça)
  • Havası hoş ve lâtif. Yeşilliği bol olan dağ eteği. (Farsça)

dil-nişin

  • Gönlüde yer tutan. Lâtif, hoş. (Farsça)

düabe

  • Lâtife etme, şaka yapmak.
  • Oyun.

ecsam-ı latife-i nuraniye / ecsâm-ı lâtife-i nûrâniye

  • Lâtif ve nurlu cisimler.

el-latif / el-latîf

  • (Bak. LATÎF)

eltaf / eltâf

  • Daha lâtif. Daha hoş. Çok lâtif.
  • Lütuflar, en latîf, en hoş.

enik

  • Güzel, ince. Latif şey. Ahsen.

eric

  • Güzel koku. Misk, anber ve ıtır gibi hoş ve lâtif olan şeylerin kokusu.

esir

  • Bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan lâtif madde. Elektrik, ışık ve hararetin yayılmasına vasıtalık eden madde. Görülmeyen ve varlığı bütün ehl-i ilimce kabul edilen lâtif, rakik, elâstikiyeti hâiz seyyal madde.

fekahe

  • Latife etmek, şaka yapmak.
  • Gururlanmak, tekebbürlenmek.

fekahet

  • Lâtifecilik, şakacılık.

fıkarat-ı latife / fıkarât-ı latife

  • Hoş ve lâtif hikâyeler.

fıkra-i rana / fıkra-i rânâ

  • Güzel ve lâtif olan kısa yazı.

fükahet

  • (Çoğulu: Fükâhât) Hoşa giden söz, lâtife, şaka, mizah.

ganiye

  • Çok hoş, çok lâtif.
  • Kadın şarkıcı.
  • Zengin kadın veya kız.

geş

  • Edâ ve naz yaparak yürüme.
  • Lâtif, hoş, güzel.

gılaf-ı latif

  • Lâtif örtü.

gülbeden

  • Vücudu gül gibi nâzik ve lâtif olan. (Farsça)

gülçehre

  • Çehresi gül gibi lâtif olan, çehresi gül gibi olan.

güldehan

  • (Güldehen) Ağzı gül gibi güzel ve lâtif olan. (Farsça)

gülendam

  • Güzel endâmlı, boyu gül gibi nâzik ve lâtif olan. (Farsça)

gülnefesi / gülnefesî

  • Lâtif ve hoş sözlülük. (Farsça)
  • Güzel kokulu olmak. (Farsça)

gülten

  • Gül gibi lâtif ve nâzik vücutlu. (Farsça)

hafi / hafî

  • Gizli, kapalı.
  • Usûl-i fıkıh ilminde, mânâsı açık olduğu hâlde söyleyenin maksadını ifâde etme husûsunda kapalı, gizli söz.
  • Tasavvufta âlem-i kebîrdeki beş latîfeden biri.

handistan

  • Şaka, lâtife. (Farsça)

hannan

  • Rahmetlerin en lâtif cilvesini gösteren, Rahman ve Rahîm olan ve çok merhametli olan Allah (C.C.)

herkele

  • İncelik, nezafet, hoşluk, letâfet.
  • İnce, zarif, lâtif, hoş.

heva-i nesim / hevâ-i nesîm

  • Güzel, lâtif, hoş hava. Lâtif mânevi gıda. (Farsça)
  • Hava (Atmosfer.) (Farsça)
  • Latif hava. Mâne-vî gıda.

hevaiye / hevâiye

  • Hava gibi hafif ve lâtif karakterde olan şeyler.
  • Hava gibi hafif ve lâtif karakterde olan mânâlar.
  • Hava gibi olan lâtif şeyler.

hezl

  • Ciddi olmayan söz. Saçma, uydurma, yalan konuşmak.
  • Edb: Meşhur bir manzumeye lâtife tarzından nazım yapmak. Bu tarzda yapılan nazım.
  • Eğlence, alay, şaka.
  • Latife.
  • Mizah.

hezl-gu / hezl-gû

  • Şakacı. Lâtifeci, mizahlı söz söyleyen.

hibek

  • (Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b

horata

  • (Rumca) Şaka, eğlence, lâtife, mizah.

hoşane

  • Güzel, iyi, lâtif. (Farsça)

hoşter

  • Daha lâtif, daha hoş. (Farsça)

iltizaz

  • (Lezzet. den) Lezzet duyma, hoş ve lâtif bulma.

istiare-i mutlaka

  • (Temlihiye veya tehekkümiye) Edb: Şaka, lâtife veya alayı içine alan bir istiaredir. Meselâ: Tilkinin eşeğe "gelsem olmaz mı huzura, a benim aslanım" demesi gibi... (Edb.S.)

istihale-i latife / istihale-i lâtife

  • Çok ince ve hoş bir şekilde bir halden başka bir hâle geçme; lâtif ve ince dönüşüm.

izafi / izâfî

  • Başka bir şeye göre olan; bağlı olduğu şeye göre değişen; rölatif.

kavanin-i latife / kavanin-i lâtife

  • Lâtif, ince, şirin olan kanunlar.

lag

  • Lâtife, şaka. (Farsça)
  • Oyun. (Farsça)

latif / latîf

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından. Lütf ve ihsân edici, dâimâ güzel muâmelede bulunan.
  • Yumuşak, hoş, güzel, nâzik. Âdem oğlu aç gözünü, yeryüzüne kıl bir nazar, Gör bu latîf çiçekleri, hangi kuvvet yapar, bozar.
  • Gözle görülmeyen.

latifane / lâtifane

  • Lâtifçe.

latife-i insani / lâtife-i insani

  • İnsanda bulunan lâtif duygulardan birisi.

latifegu

  • Lâtifeci, şakacı. Lâtife söyliyen. (Farsça)

latifeperdaz

  • Şakacı, lâtifeci. Lâtife yapan. (Farsça)

latifeperdazan

  • (Tekili: Lâtifeperdâz) Şakacılar, lâtifeciler. (Farsça)

letafet

  • Hoşluk, lâtiflik.
  • Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek.
  • Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.

letaif / letâif / لطائف

  • Lâtif duygular.
  • Lâtifeler; insanın mânevî yapısındaki ince duygulardan herbiri.
  • Lâtifeler, incelikler.
  • Latifeler.
  • Şakalar, fıkralar, latifeler. (Arapça)

letaif-i aşere / letâif-i aşere

  • On lâtif duygu. On adet lâtifeler.
  • On lâtife veya duygu.

litaf

  • (Tekili: Latif) Yumuşaklıklar.

live / lîve

  • Aldatıcı, dolandırıcı. (Farsça)
  • Şakacı, lâtifeci. (Farsça)
  • Çevik, atılgan. (Farsça)

madde-i esiriye / madde-i esîriye

  • Esîr maddesi; bütün kâinatı dolduran ince, lâtif madde.

madde-i latife / madde-i lâtife

  • Lâtif madde, kanun, ruh.

mahsus

  • Ayrılmış, tâyin edilmiş.
  • Herkese âit olmayıp bazılara âit olmuş olan. Yalnız birine âid olan. Hususileşmiş. Müstakil.
  • Bile bile, istiyerek.
  • Yalandan, şakadan, lâtife olarak.

maneviyat-ı kalbiye / mâneviyat-ı kalbiye

  • Kalpteki mânevî lâtifeler, mânâlar.

matbu'

  • Tabolunmuş, basılmış.
  • Hoş, latif, makbul.

melaike / melâike

  • Allahü teâlânın nûrdan yarattığı latîf, mâsum ve günah işlemeyen kulları. Melekler.

meltafa

  • Güzellik, lâtiflik yeri olan şey veya vasıf.

meze

  • Tad. Çeşni. Zevk.
  • Eğlence, alay, lâtife.

mezh

  • (Müzâh-Müzâha-Mizâh) : Lâtife, şaka.
  • Mezc, katma, karıştırma.

mezzah

  • Lâtifeci, şakacı.

milhe

  • Güzel kelâm, lâtif söz.

mısbah

  • Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. (Aya, güneşe, yıldızlara ve mecâzen de Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) bu isim verilmiştir.)Sabah ve sabahat maddesinden ism-i âlettir ki; sabah gibi lâtif ve kuvvetli aydınlık veren lâmba demektir.

mizah / mizâh

  • Şaka, lâtife.
  • Edb: Bâzı düşünceleri nükte, şaka veya takılmalarla süsleyip anlatan bir yazı çeşidi. Hoş, nükteli söz. (Zıddı ciddiyettir)
  • Latîfe, şaka.

mücareze

  • Saçma ve iyi olmıyan sözlerle lâtife yapma.

müd'abe

  • Lağv ve lâtife etmek. Şaka yapmak.

müdaabe

  • (Müdâabet) Karşılıklı takılma, lâtife yapma, şakalaşma.

müfakehe

  • Şakalaşma, lâtife yapma.

mugazele

  • (Ga, uzun okunur) Aşıkane şakalaşma, lâtifeleşme.

mühelhil

  • Lâtif ve nâzik söz söyleyen.
  • Bir şeyi lâtif ve zarif bir şekilde yapan.

mülaim

  • Mülâyim. Yumuşak. Lâtif.

mülatafa

  • (Mülâtefe) (Lutf. dan) Birbirine lâtife etmek. Şakalaşmak. İltifat etmek. Güzel muâmele.

mülatafat

  • (Tekili: Mülâtafa) Lâtifeler, mülâtafa etmeler, şakalaşmalar.

mülatafe / mülâtafe

  • Lâtifede bulunma, espiri yapmak, edep sınırlarını aşmadan şaka ile takılma, karşılıklı şakalaşma.

mülatefe / mülâtefe

  • Karşılıklı lâtifede bulunma, espiri yapma.
  • Lâtifeleşme, şakalaşma.

mülatıf

  • Lâtife eden, şakacı, lâtifeci.

mülayemet

  • Lâtife etmek, şaka yapmak.
  • Sevinç izhar etmek.
  • Yumuşaklık. Uygunluk. Yumuşak huyluluk.
  • Bağırsakların yumuşaklığı.

mülha

  • (Çoğulu: Mülâh) Siyah ile karışık olan beyaz.
  • Lâtif ve güzel olan söz.

mümazaha

  • Lâtife yapma, şakalaşma.

mürebbeb

  • Büluğ yaşına kadar beslenip terbiye olunmuş.
  • Güzel kokularla hoş ve lâtif olmuş.

mürefref

  • İnce, nazik kumaştan yapılmış.
  • Dalları sallanan nâzik lâtif ağaç.
  • Sürü sürü, grup grup.
  • Yeşil elbise.
  • Dalları sallanan nazik, lâtif ağaç gibi.

mutavves

  • Lâtif, güzel, renkli.

mutayebat

  • (Tekili: Mutâyebe) Eğlenceli hikâyeler. Fıkralar.
  • Şakalaşmalar, lâtife yapmalar.

mutayebe

  • Lâtifeleşme, şakalaşma.

mütebessim

  • (Besm. den) Tebessüm eden. Hafif ve lâtif tarz ile gülen. Gülümseyen.

mütemazih

  • Şakalaşan, birbirine lâtife ve şaka yapan.

nadiret

  • Güzellik, parlaklık, tazelik.
  • Hoş ve lâtif.

nazenin

  • İnce, nazlı, zayıf, lâtif, hoş eda olan, nazlı yetişmiş, şımarık. Oynak. Nazik endamlı (Farsça)

nazik-endam / nâzik-endâm

  • Lâtif ve güzel vücutlu. Nâzik endamlı. (Farsça)

nesaim

  • (Tekili: Nesim) Hafif ve lâtif rüzgârlar.

nesem

  • Soluk ruh, nefes. Rahatı mucib hâlet.
  • Rüzgârın lâtif, hoş esmesi.

nesim

  • Hoşa giden, hafif ve lâtif esen rüzgâr.

nesim-i seher

  • Lâtif sabah rüzgârları.

nesimi / nesimî

  • Hafif hafif ve lâtif bir tarzda esen rüzgârla ilgili.

nevah

  • Kül renkli beyaza benzer kumru gibi bir kuş cinsidir ve sesi gayet lâtiftir.

nükte

  • İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ.
  • Yere ağaçla vurup eser bırakmak.

ömr-ü nazenin / ömr-ü nazenîn

  • Lâtif ömür, nazik hayat.

parule

  • Şakacı, lâtifeci. (Farsça)
  • Yonga. (Farsça)
  • Hayırsız ve işe yaramaz kişi. (Farsça)

peri

  • Cisimleri çok lâtif ve görünmez olan hoş mahluk. (Farsça)
  • İnsana muhabbet eden, muvahhid ve müslim lâtif mahluk. (Farsça)
  • Mc: Güzel insan. Güzel kimse. (Farsça)

ra'na

  • İyi, güzel, hoş, lâtif. Pür ve revnak olan.

rahim

  • Hafif sesli, lâtif sözlü kız.

refuşe

  • Lâtife, şaka. (Farsça)
  • Suç, günah. (Farsça)

rengin

  • Renkli, boyalı. Parlak. Hoş. Süslü. Mülevven. Lâtif. (Farsça)

reşik

  • Boyu, endamı lâtif ve güzel olan.

revnak-dar / revnak-dâr

  • Parlak, lâtif, güzel, hoş. (Farsça)

ritl

  • (Retl) Hoş, lâtif, pâkize şey.

ruh / rûh

  • Can; bedene hayâtiyet (canlılık) veren kuvvet.
  • Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati.
  • Emr âleminin beş latîfesinden biri.

ruhani / ruhanî / رُوحَان۪ي

  • Ruh sahibi latif varlık.

saba

  • Gün doğuşundan esen hoş ve lâtif rüzgar.
  • Gün doğusundan esen hoş ve lâtif rüzgâr.

saba-beraber

  • Sabâ rüzgârı gibi lâtif ve hafif. (Farsça)

sabareftar

  • (En fazla at için kullanılan bir tâbirdir) Rüzgâr gibi çabuk ve hafif giden. (Farsça)
  • Hoş ve lâtif yürüyüşlü. (Farsça)

sabih

  • (Sabiha) Güzel, latif, şirin.

şairane / şairâne

  • Şairce. şaire benzer surette konuşmakla. Mevzuu şiir sayılabilecek kadar hoş, lâtif olan şey. (Farsça)

selsebil

  • Cennet'te bir çeşme veya ırmak.
  • Mc: Tatlı, lâtif, leziz su.

semavat-ı latife / semâvât-ı lâtife

  • Lâtif, şeffaf gökler.

seyyalat / seyyâlât

  • Seyyaleler; maddî olmayan ince ve akıcı lâtif maddeler.

sihr

  • (Sihir) Büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık.
  • Aldatmak.
  • Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek.
  • Lâtif ve dakik olan şey. Büyü kadar te'siri olan şey.
  • Şiir ve güzel söz söyleme gibi, insanı meftun eden hüner.

şirin-eda / şirin-edâ

  • Lâtif ve şirin edâlı. (Farsça)

sırr

  • Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
  • Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife.
  • İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti. (Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)

ta'b

  • Latife etmek, şaka yapmak.

tabiat-ı hevai

  • Hava gibi görünmez ve lâtif özellikte olan tabiat.

tabiat-ı hevaiye / tabiat-ı hevâiye

  • Hava gibi hafif ve lâtif özellikte olan tabiat.

tall

  • Çiğ, kırağı. İnce yağan yağmur, çisinti. Şebnem.
  • Helâk etmek, iptal.
  • Güzel, lâtif şey.
  • Şiddet.

tecelli-i eltaf / tecellî-i eltaf

  • Çok lâtif, çok hoş olan bir güzelliğin yansıması.

tehnid

  • Lâtifeleşmek, şakalaşmak, birbirine lütuf etmek.

ter ü taze

  • Çok körpe, çok taze. Pek lâtif. (Farsça)

tertil

  • Muvafık ve yerli yerinde, güzel, uygun ve lâtif konuşmak.
  • Düşüne düşüne, yavaş yavaş, anlayarak okumak. Beyan eylemek ve âşikâr kılmak.
  • Kur'an-ı Kerim'i usul ve kaidesine göre, acele etmeksizin dura dura anlaya anlaya okumaktır. Kur'an-ı Kerim tertil üzere nâzil olmuştur.

veci

  • Güzel, hoş, lâtif. Uygun, münasib.
  • Bir kavmin büyüğü, reisi.
  • Hürmetli insan.
  • Sultan huzuruna girenler.
  • Makam ve şeref sâhibi.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın