REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te lili ifadesini içeren 849 kelime bulundu...

bain talak / bâin talak

  • Boşamada kullanılan sözleri söyler söylemez, evliliği sona erdiren boşama.

a'mak-ı hafa

  • Gizlilik derinlikleri.

acür

  • Yoğunluk, semizlik, besililik.
  • Yoğun.
  • Her nesnenin hacmi ve cüssesi olmak.

adem-i delil

  • Delilsizlik, birşeyi ispata yönelik delilin olmaması.

adem-i delil-i sübut

  • Kesin bir delilin bulunmaması.

adem-i medlul / adem-i medlûl

  • Delilin gösterdiği hüküm ve iddianın olmaması.

adem-i tefavüt

  • Farklılığın olmaması.

ahid

  • Belirlilik, bilinen bir şey olma.

aidiyet / âidiyet

  • Ait olma, bağlılık.

aidiyyet

  • Alâkalılık, ilgililik. Aid olma. Birine mahsus olma.

akibet-bini / âkibet-binî

  • Tedbirlilik, neticeyi önceden görüp düşünme. (Farsça)

akılfüruş

  • Akıllılık taslayan.

akraba / akrabâ

  • Aralarında neseb (soy), süt ve evlilik bakımından yakınlık bulunanlar.

aktivizm

  • Hakikatin, düşüncede kalmasından ziyade, hayat ve fiile intikalini ve bütün ilimlerin, cemiyetin gelişmesine hizmet etmesini isteyen ve böylece iradenin faaliyet ve tesirliliğini açıklayan felsefî bir meslek.

alamet-i sadakat / alâmet-i sadakat

  • Bağlılık işareti.

allamü'l-guyub / allâmü'l-guyûb

  • Gayb âlemini ve bütün gizlilikleri çok iyi bilen Allah.

amr ibn-ül-as

  • Sahabe olup kumandanlıklarda ve valilikte bulunmuştur. Çok zeki ve belâgatlı bir zât olduğu söylenir. Vefatı (Hi: 43) tür.

aruz

  • Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler.
  • Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalık (açıklık) değerlerine dayanır.
  • Bir beytin birinci

asabilik / asabîlik

  • Sinirlilik.

asabiyet

  • Sinirlilik.
  • Sinirlilik. gayret.

asabiyet-i kavmiye

  • Kavminin ve milletinin örf, âdet ve değerlerine körükörüne bağlılık, ırkçılık.

asabiyyet / عصبيت

  • Sinirlilik. Fart-ı gayret. İmân ve İslâmiyeti, kendi akrabasını, vatanını, din veya milliyetini müdâfaa etmek gayreti. Hamiyyet.
  • Sinirlilik. (Arapça)

aşere-i mübeşşere

  • Hz. Peygamber'in (A.S.M.) kendilerine Cennetlik olduklarını müjdelediği sahabelerdir. Bu kişiler Allah'ın emirlerine bağlılıkta ve din hizmetindeki fedailikte Allah'ın rızasını tam kazanmışlardır. Bu zatlar şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ubeyde b

aşiret / aşîret

  • Dil ve kültürü büyük ölçüde aynı türden olan, birçok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında sosyal, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk; oymak.

avarız-ı semaviye

  • Delilik, küçüklük, bunaklık, ölüm gibi kesbî ve ihtiyarî olmaksızın insana ârız olan şeyler.

ayet-i rabbaniye / âyet-i rabbâniye

  • Her şeyin rabbi olan Allah'ın âyeti, delili.

ayet-i rahmet / âyet-i rahmet

  • Rahmet âyeti, delili.

ayetü'l-kübra-yı tevhid / âyetü'l-kübra-yı tevhid

  • Allah'ın birliğinin büyük delili.

azamet

  • Büyüklük. Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü.
  • Kibirlilik.
  • Büyüklük, kibirlilik.

azb

  • Tatlılık.

azim

  • Gayret, kararlılık.

azm / عَزْمْ

  • Gayret, kararlılık.
  • Kararlılık.

azv-i cinnet

  • Delilik isnadı.

ba'

  • Kulaç.
  • Erişme.
  • Yetme.
  • Kuvvet, kudret, beceriklilik.
  • şeref, kerem.
  • Vergili, verimli olma.

bad-ı şimali / bâd-ı şimalî

  • Kuzey rüzgârı. (Farsça)
  • Nefes, soluk. (Farsça)
  • Ah sesi, ah çekme. (Farsça)
  • Allah'ın inâyeti. (Farsça)
  • Medih. (Farsça)
  • Söz. (Farsça)
  • Büyüklük taslama, kibirlilik. (Farsça)
  • şarap. (Farsça)

bahtiyari / bahtiyarî

  • Bahtiyarlık, saadetlilik, mutluluk. (Farsça)
  • İran'da bulunan şöhretli bir kavim. (Farsça)

basiret-kari / basiret-kârî

  • Basiretlilik, önceden görmeklik.

bedahet / bedâhet

  • Açıklık, bellilik.
  • Ansızın ortaya çıkma.

bedavet / bedâvet

  • Bedevilik, göçebelik; şehirlilikten uzak köy ve göçebe hayatı.

bedeviyet / بَدَوِيَتْ

  • İlkel göçebelik, şehirliliğin zıddı.

beka

  • Devamlılık. Evvelki hâl üzere kalma. Dâim ve sâbit olma.
  • İlm-i Kelâm'da : Varlığının asla sonu olmayan Cenab-ı Hakk'ın bir sıfatıdır.
  • Bâki olmak. Ebedîlik.
  • Devamlılık, sürekli ve devamlı olma.

bekà

  • Devamlılık, süreklilik.

beka / bekâ

  • Devamlılık, kalıcı olma.
  • Devamlılık, kalıcılık, sonsuzluk.

bekà-i ahiret / bekà-i âhiret

  • Âhiretin hayatının devamlılığı, kalıcılığı.

beka-i dünyevi / beka-i dünyevî

  • Dünya hayatında devamlılık. Uzun ömür.

bekà-i dünyevi / bekà-i dünyevî

  • Dünya hayatında devamlılık, uzun ömür.

bekà-i ervah / bekà-i ervâh

  • Ruhların devamlılığı, ölümsüzlüğü.

bekà-i nev'i / bekà-i nev'î

  • Türün devamlılığı.

bekà-i ruh / bekà-i rûh

  • Ruhun ölümsüzlüğü ve devamlılığı.
  • Ruhun devamlılığı.

bekà-i şahsi / bekà-i şahsî

  • Ferdin devamlılığı.

bekà-i uhreviye

  • Âhiretteki devamlılık, kalıcılık.

beka-yı ervah

  • Ruhların kalıcılığı, devamlılığı.

beladet

  • Ahmaklık, sersemlik, kalınkafalılık. Budalalık.

besalet

  • Yiğitlik, bahadırlık, sağlam yüreklilik.

beste-gi / beste-gî

  • Bağlılık. Kapalılık. (Farsça)

bi'at / bî'at

  • Sözleşme, söz verme, teslimiyet.
  • Devlet başkanı durumunda olan kimseye, senin başkanlığını, idâreciliğini kabûl ettim, iyi ve faydalı her sözüne itâat edeceğim, şeklinde söz vermek, bağlılığını bildirmek.

bi-çaregi / bî-çaregî

  • Zavallılık, biçarelik. (Farsça)

bi-dari / bî-darî

  • Uyanıklık. Dikkatlilik.

biat / bîat

  • Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek.
  • Rey vermek.
  • Bağlılık yemini.

biat-ı rıdvan

  • Kur'an-ı Kerim'in 48. Sûresi olan Fetih Sûresinde zikri geçen, Hz. Peygamber'e (A.S.M.) bağlılıklarını bildiren sahabelerin biatlarıdır. 1400 veya daha fazla olduğu bildirilir. Bu cemaata Ashab-ı Rıdvan da denir. (R.A.)

bidanet

  • Semizlik, besililik, yoğunluk.

boşamak

  • Nikâh bağını çözmek, evliliğe son vermek.

bülalet / bülâlet

  • Islaklık, nemlilik, yaşlık.

bürdbari / bürdbarî

  • Ağırbaşlılık, sabırlılık. (Farsça)

burhan-ı ehadiyet

  • Allah'ın herbir varlıkta görünen birlik delili.

burhan-ı hak

  • Hakkın delili.

burhan-ı hakikat

  • Hakikat delili.

burhan-ı haşriye

  • Haşrin delili; yeniden dirilişin ispatı.

burhan-ı inayet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delili.

burhan-ı kur'an / burhan-ı kur'ân

  • Kur'ân delili.

burhan-ı limmi / burhan-ı limmî

  • Tümevarım; kanunlardan hâdiselere, sebeplerden neticelere, müessirden esere gitme usûl ve delili.

burhan-ı nübüvvet

  • Peygamberlik delili.

burhan-ı rububiyet

  • Rablığın delili; Allah'ın varlıklar üzerindeki egemenliği, terbiye ve idare etmesinin delili.

burhan-ı sani / burhan-ı sâni

  • Allah'ın herşeyi mükemmel bir şekilde ve san'atla yaratmasının delili.

burhan-ı şeriat

  • Şeriatın delili.

burhan-ı tevhid

  • Tevhidin sarsılmaz delili; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu gösteren güçlü ve sarsılmaz delil.

burhan-ı vahdaniyet / burhân-ı vahdâniyet / بُرْهَانِ وَحْدَانِيَتْ

  • Allahın birliğinin delili.

burhan-ı vahdet

  • Birlik delili.

burhan-ı vahidiyet / burhan-ı vâhidiyet

  • Allah'ın bütün varlıkları kaplayan birlik delili.

burhan-ı vücub-u vücud

  • Allah'ın varlığının zorunlu oluşunun ve var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasının delili.

burhan-ı zat / burhan-ı zât

  • Cenab-ı Allah'ın varlığının delili.

burudet-i mutedilane / burudet-i mutedilâne

  • Mutedil soğukluk; soğukkanlılık.

burzag

  • Şişmanca, etine dolgun delikanlı.
  • Delikanlılık çağındaki neşe.

ca'feri / ca'ferî

  • Şiilerden İmam-ı Ca'fer-i Sâdık Hazretlerine bağlı olduklarını iddia edenler.Bütün mânâsıyla İslâmiyet'e bağlı olup şeriatın emirlerine göre amel eden ve Âl-i Beyt'in büyük bir dinî şahsiyeti olan İmam-ı Ca'fer-i Sâdık Hazretlerine bağlılık iddiasının doğru olması için, o zat gibi olmağa ve Hz. Muha

çalaki / çalakî

  • Çeviklik, süratlilik, tezlik. (Farsça)

camiiyet / câmiiyet

  • Genişlik, kapsamlılık.

camiiyet ve harikiyet-i lafziye / câmiiyet ve harikiyet-i lâfziye

  • Sözün harikalığı ve kapsamlılığı.

camiiyet-i fıtrat

  • Yaratılışın kapsamlılığı.

camiiyet-i harika / câmiiyet-i harika

  • Harika kapsamlılık.

camiiyet-i harikulade / câmiiyet-i hârikulâde

  • Olağanüstü câmiiyet, mânâ ve özellikçe kapsamlılık.

camiiyet-i istidad / câmiiyet-i istidad

  • Kabiliyetin kapsamlılığı.

camiiyet-i istidat / câmiiyet-i istidat

  • İstidadın kapsamlılığı.

camiiyet-i lafziye / câmiiyet-i lâfziye

  • Sözün kapsamlılığı, çok geniş ve genel mânâları içine alması.

camiiyet-i mahiyet / câmiiyet-i mahiyet

  • Mahiyetin kapsamlılığı.

camiiyet-i pürşan / câmiiyet-i pürşân

  • Çok ünlü, şanlı kapsayıcılık ve kapsamlılık.

camiiyyet

  • Câmi'lik, toplayıcılık.
  • Çok şeylerle alâkalılık.
  • Pek ziyâde mânâları ve şeyleri hâvi olmak.

cebbari / cebbârî / جباری

  • Zorbalık. (Arapça - Farsça)
  • Beceriklilik, tuttuğunu koparma. (Arapça - Farsça)

celadet

  • Yiğitlik. Bahadırlık. Kuvvet ve şiddetlilik. Muhkemlik. Salâbet, metânet.

celal

  • (Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım.
  • İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi. Cenâb-ı Hak, vahdaniyyetine delil olacak çok şeyler yarattığından veyâ ihâtadan âli ve celil olduğu veya hislerle idr

cemiyet-i hayatiye

  • Hayatın kapsamlılığı; insanın hayatının herşeyle alâkalı ve irtibatlı oluşu.

çenber

  • Daire, def ve kalbur gibi şeylerin tahtadan olan dairesi. (Farsça)
  • Fıçı ve tekerlek gibi şeylere takviye edip, dağılmalarını önlemek için etrafını çevirecek tarzda geçirilen demir veya tahta halka. (Farsça)
  • Başa ve boyna bağlanan yemeni. (Farsça)
  • Esirlik, bağlılık, kölelik. (Farsça)
  • Geo: Bir düz (Farsça)

cerbeze / جربزه

  • Aldatıcı sözlerle kurnazlık etme. Fazla sözlerle aldatıcılık. Haklı ve haksız sözlerle hakikatı gizleme.
  • Beceriklilik, fetânet ile temyiz ve cesaret-i mutedile ve kuvvet-i idareden ibâret olan sıfat-ı zihniye. (Bu kelime, Arabçada: Hilekârlık, kurnazlık gibi aşağılayıcı bir mânâda ku
  • Beceriklilik. (Arapça)

çerbi / çerbî

  • Tatlılık, yumuşaklık. (Farsça)

cesaret / cesâret

  • Yüreklilik, korkusuzluk.

cevasis

  • (Tekili: Casus) Casuslar. Gizli şeyleri araştıranlar. Gizlilikleri öğrenip bilenler.

cezalet

  • Rekâketsiz ifade.
  • Güzellik.
  • Müdebbirlik, akıllılık.
  • Azim, büyük.
  • Edb: Kelimeler, ince veya sert söylenişlerine göre; elfâz-ı cezle veya elfâz-ı rakika diye ikiye ayrılır. Elfâz-ı cezle: Söylenişte tatlılığı bulunan veya heybet, ululuk, çarpışma, korkutma, yıld

cezmiyet

  • Kesin kararlılık, azimli olma.
  • Kesin kararlılık.

ciddiyet

  • Ciddîlik.
  • Ağırbaşlılık, sakin hâllilik.
  • Ehemmiyet.

ciddiyyet / جدیت

  • Ciddilik. (Arapça)
  • Ağırbaşlılık. (Arapça)

cihetiyet

  • Yönlülük, yanlılık.

cinnet

  • Delilik.
  • Delilik hâli.
  • Delilik, aklın baştan gitmesi.
  • Delilik, çılgınlık.
  • Delilik.

cinnet-i müstevliye

  • İstilâ eden, ortalığı kaplayan delilik.

cinnet-i muvakkata / جِنَّتِ مُوَقَّتَه

  • Geçici delilik.

cirsam

  • Divanelik, delilik.
  • Öldürücü zehir.
  • Zatülcenb.

cism-i velayet / cism-i velâyet

  • Velîlik bedeni, cismi.

çopra

  • Balık kılçığı.
  • Sık çalılık veya sazlık.
  • Uzunca boylu olan tatlı su balığı.

cünun / cünûn

  • Delilik, cinnet. Delirmek.
  • Çok olmak.
  • Otun uzaması.
  • Delilik.
  • Delilik.
  • Delilik.

da'va / da'vâ

  • Takib edilen fikir, iddia.
  • Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye müracaat etmesi.
  • Hakkı olanın iddia etmesi. Kendini haklı görüp veya zannedip üstün fikirlilik iddia etmek.
  • Mes'ele.
  • İnat. Ayak diremek.
  • Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek.

dagfasa

  • Semizlik, şişmanlık, besililik, etlilik.
  • Bol geniş nesne.

daire-i velayet / daire-i velâyet

  • Velilik dairesi.

dalkavukluk

  • Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olan kimselere aşırı bağlılık.

dall-bi'l-iktiza / dâll-bi'l-iktizâ

  • İktiza ile delalet etme, sözün gereklilik yolu ile delâlet etmesi.

damar-ı müteassıbane / damar-ı müteassıbâne

  • İnandığı şeylere körü körüne, katı bir şekilde bağlılık damarı.

deha

  • Çok akıllılık. Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi. İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak.

dehaet

  • Dahilik, dehâ sahibi olma. Zekilikte, anlayışlılıkta çok yüksek olma.

delaletiyle / delâletiyle

  • İşaretiyle, deliliyle.

delil-i adalet

  • Adalet delili.

delil-i adem

  • Birşeyin yokluğunun delili.

delil-i ehadiyet

  • Allah'ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesinin delili.

delil-i ihtira / delil-i ihtirâ

  • Allah'ın hiç yoktan yaratması delili.

delil-i iman

  • İmanın delili.

delil-i imkani / delil-i imkânî

  • İmkân delili; sayısız ihtimaller, seçenekler arasından yaratılan varlıkların, o seçenekleri tercih eden bir yaratıcıya delâlet etmesi.

delil-i inayet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delili.
  • Allah'ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel nizam ve tam esaslı san'at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini gösteriyorlar.

delil-i nübüvvet

  • Peygamberlik delili.

delil-i sani / delil-i sâni

  • Herşeyi mükemmel bir san'atla yaratan Allah'ın delili.

delil-i sıdk

  • Sıdkın, doğruluğun delili.

denaset

  • Kirlilik, paslılık, temiz olmayışlılık.

denaset-i ahlak / denaset-i ahlâk

  • Ahlâk kirliliği, ahlâksızlık.

derece-i lüzum

  • Gereklilik seviyesi.

derece-i sadakat / derece-i sadâkat / دَرَجَۀِ صَدَاقَتْ

  • Bağlılık derecesi.
  • Samîmî bağlılık derecesi.

derece-i velayet / derece-i velâyet

  • Velilik derecesi.

derem

  • Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi.
  • Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması.
  • Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması.

devam / devâm / دوام

  • Süreklilik. (Arapça)
  • Kalıcılık. (Arapça)
  • Devam. (Arapça)

devir ve teselsül

  • Davanın delile ve delilin davaya taalluk etmesiyle kaziyenin dönüp dolaşıp yine eski hâline gelerek hallolunamaması.

deymumi / deymumî

  • Devamlılık, devam, dâimiyet.

diliri / dilirî

  • Mertlik, yiğitlik, yüreklilik. (Farsça)

dirayet / dirâyet / دِرَايَتْ

  • Zekâ, iktidar, beceriklilik. Akıl ve ilim yoluyla yapılan çözüm.
  • Beceriklilik.

div-bad

  • Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına. (Farsça)
  • Divanelik, delilik, cinnet. (Farsça)

divane-gi / divane-gî

  • Delilik, divânelik. (Farsça)

divanegi / dîvânegî / دیوانگى

  • Delilik, çılgınlık. (Farsça)

divanelik / dîvânelik

  • Delilik.

eblehiyyet

  • Ahmaklık, eblehlik, bönlük, salaklık, saflık, kalın kafalılık.

ehemmiyet

  • Mühim olma, ağırlık, değerlilik, dikkate değer olma, dikkat ve ihtimam, kıymet, nazar-ı dikkati çekme.

ehemmiyet-i san'aviye

  • San'at bakımından önemlilik.

ehl-i sadakat / ehl-i sadâkat

  • Doğruluk ve bağlılıkta kusur etmeyenler.

ehliyet

  • Salâhiyet, elverişlilik. Kişinin borçlandırma ve borçlanmaya elverişli olması. Akıllı olmak, iyiyi kötüden ayırabilmek.

ehliyyet / اهليت

  • Beceri sahipliği, yeterlilik, yetki. (Arapça)
  • Yeterlilik belgesi. (Arapça)

elzemiyet

  • Daha gereklilik.

elzemiyyet

  • Pek lüzumlu ve gerekli olan bir şeyin hâli. Son derecede lüzum, gereklilik.

erzani / erzânî / ارزانى

  • Ucuzluk. (Farsça)
  • Liyakat, yeterlilik. (Farsça)

esas-ı velayet / esas-ı velâyet

  • Veliliğin esası, temeli.

eser-i mu'cize

  • Mu'cize eseri, delili.

esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn

  • En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.

eshab-ı tercih / eshâb-ı tercîh

  • Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin beşinci tabakası. Bunlar, ictihâd gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebdeki müctehidlerin ictihadları (verdikleri hükümleri) arasından delili kuvvetli olan ictihâdı seçen âlimlerdir.

evlak

  • Delilik, cünun.

evliya-yı ümmet

  • İslâm ümmeti içinden velilik derecesine çıkanlar.

evreng

  • Taht, evrend. (Farsça)
  • Şan, şeref, nâm. (Farsça)
  • Zinet, süs. (Farsça)
  • Akıl, irfan. (Farsça)
  • Ağaç kurdu. (Farsça)
  • Hoş hâllilik, hâlin hoşluğu. (Farsça)
  • Hile, desise, hud'a, aldatma, oyun. (Farsça)
  • Yakışıklılık. (Farsça)

ezeliyye

  • Ezele mensub, ezel ile ilgili, ezelîlik

fa'aliyyet / fa'âliyyet / فعاليت

  • Hareketlilik, çalışma. (Arapça)

fahamet / fahâmet

  • Anlayışlılık.

faide / fâide

  • (Çoğulu: Fevaid) Kazanç, kâr, nef', menfaat. İstifadeye sebeb. Yararlılık, işe yarama.

faikiyyet

  • Üstünlük. Kıymetlilik.

fakrıhal / fakrıhâl

  • Fakir hâllilik.

fark-ı esasi / fark-ı esasî

  • Esastaki fark, temeldeki farklılık, ayrılık.

fart-ı merbutiyet

  • Aşırı bağlılık.

fasahat / fasâhat

  • Güzel ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme kabiliyeti.

fatın

  • (Fıtnat. dan) Fıtnat sahibi, zihni açık, uyanık. İleri derecede akıllılık.

fazilet / fazîlet

  • Üstünlük. İyi ahlâklılık.
  • Farz ve vâciblerin hâricindeki nâfile ibâdetler yâni müstehâb ve sünnetler.

fekahet

  • Fıkıh ilminde âlimlik, anlayışlılık.

fell

  • (Çoğulu: Fülül - Eflâl) Gedik, rahne.
  • Yaralamak.
  • Cenkte askeri bozmak. Harbdeki askerin bozulması.
  • Kılınç yüzündeki açılan gedik.
  • Susuz kır yer.
  • Güruh, cemaat.
  • Muvakkat delilik.

fena-i nefs / fenâ-i nefs

  • İnsanın kendine ve başkalarına bağlılığının kalmaması. Benliği unutup, bırakması. Yâni Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi bilmemesi ve sevmemesi.

fenn-i maani / fenn-i maânî

  • Mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim.

fer

  • Işık, canlılık.

ferahe

  • Zeyreklik. Çok akıllılık. Davarın gayretli olması.

feraset

  • (Bak: Firâset) Anlayışlılık, çabuk seziş. (Aslı firâsettir)

ferbihi / ferbihî

  • Semizlik, topluluk, etlilik. (Farsça)

ferdiyet

  • Cenâb-ı Hakk'ın birliği. Vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden Allah'ın (C.C.) sıfatı.Ferdiyet mânası insanlara isnad edilirse: Sadece bir olup, benzeri dünyada bulunmayan kimsenin sıfatı olur. Sadece Kur'andan ders alarak irşadda bulunabilen büyük velilik. Hiçbir şahsı merci yapmadan doğrudan

fesad-ı dimağ

  • Akıl bozukluğu, delilik.

fıtne

  • Akıllılık. İdrak ve anlayışı kuvvetli olmak.

fitne

  • İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey.
  • Muhârebe.
  • Azdırma.
  • Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu.
  • Küfr. Fikir ihtilâfı.
  • Şikak. Kavga.
  • Delilik.
  • Mihnet ve beliye.
  • Mal ve evlâd.
  • Potada altın v

frengilik / frengîlik

  • Avrupalılık.

fücur / fücûr / فجور

  • Yakın akraba evliliği. (Arapça)
  • Günahkarlık, sefihlik. (Arapça)

gabavet / gabâvet / غباوت

  • Ahmaklık, anlayışsızlık, bönlük, kalın kafalılık. (Fıtnetin zıddı)
  • Anlayışsızlık, kalın kafalılık.
  • Bönlük, dangalaklık, kalınkafalılık. (Arapça)

gala / galâ

  • Yüksek kıymet, pahalılık.
  • Bir şeyin haddini aşması.
  • Pahalılık.
  • Pahalılık.

ğala / ğalâ

  • Kıtlık, pahalılık.

gamize / gamîze

  • Akıl zayıflığı, ahmaklık, geri zekâlılık.

garazkarlık / garazkârlık

  • Kötü niyet sahibi olma, art niyetlilik.

gass

  • İncelik, zavallılık.
  • Biçare, zavallı.
  • Tatsız, yavan.

gavsiyet

  • Evliyaların başı olma, velilik mertebelerinde yüksek bir makamda olma; en büyük yardım etme makamı.

gayet itminan

  • Son derece kararlılık, sebat.

gil / gîl

  • (Çoğulu: Guyul) Meşelik ve çalılık yer.
  • Arslan yatağı. Arslanların bulunduğu yer.

giran-seri / giran-serî

  • Kibirlilik, mağrurluk, enaniyetli oluş, kendini beğenmişlik. (Farsça)

güvarai / güvaraî

  • Tatlılık, hoşa gitme.

habibiyet / habîbiyet

  • Sevgililik.

haccac

  • Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Resul-ü Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin Sakafi'dir. Haccac-ı Zâlim diye de anılır.

hacel

  • (Hacl) Utanma, sıkılma, hayâlılık.

hacet / hâcet

  • İhtiyaç, gereklilik.
  • Def-i hâcet: Abdest bozma.
  • Arz-ı hâcet: Eksiğini, isteğini bildirme.

hadd-i imkan / hadd-i imkân

  • Mümkünün son haddi. Olabilirlilik. İmkân nisbetinde olan.

hafa / hafâ / خفا

  • Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık.
  • Gizlilik, kapalılık.
  • Gizlilik.
  • Gizlilik.
  • Gizlilik. (Arapça)

hafiyyat

  • Gizli şeyler. Gizlilikler.

hakimiyet / hâkimiyet

  • Hikmetlilik; Allah'ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratma sıfatı ve tecellîsi.

hakimiyet-i mutlaka / hâkimiyet-i mutlaka

  • Nitelik ve niceliğe bakmaksızın her zaman ve zeminde geçerliliği olan bir egemenlik.

hakkani / hakkanî

  • Hak ve adalete uygun. Haklılığa uyar ve yakışır.

hakkıyet

  • Haklılık.

hakkıyyet

  • Haklılık, doğruluk.

halakat

  • Halukluk, güzel ahlâklılık, iyi huyluluk.
  • Düzlük, dümdüzlük.

halavet / halâvet / حلاوت / حَلَاوَتْ

  • Tatlılık. Şirin olmak.
  • Şirinlik, tatlılık, hoşluk.
  • Tatlılık, şirinlik.
  • Zevk.
  • Tatlılık, şirinlik.
  • Tatlılık. (Arapça)
  • Tatlılık.

hald

  • Devamlılık. Süreklilik. Dâimi. Bâki.

halisane / hâlisâne

  • Halis bir şekilde, temiz kalplilikle.

halvet

  • Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme.
  • Gizlilik.

halveti / halvetî

  • Gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu.

hamiyet-furuş

  • Hamiyetlilik taslayan; hamiyet ve gayret iddiasında bulunan.

hamiyet-mendi / hamiyet-mendî

  • Hamiyetlilik, hamiyetli oluş. (Farsça)

hamiyetfuruş / hamiyetfurûş

  • Hamiyetlilik taslayan.

hamuli / hamulî

  • Tahammüllülük, sabırlılık, dayanıklılık.

har-zar

  • Çalılık, dikenlik. (Farsça)

harafe

  • Aklın bozulması. Delilik.

harika-i şecaat

  • Yiğitlik ve yüreklilikte benzersiz olma.

haristan

  • Çalılık, dikenlik. (Farsça)

hassasiyet / hassâsiyet

  • Hassaslık. Duygulu olmak. İhtimamlılık. Dikkatlilik.
  • Duyarlılık.

hassasiyet-i fevkalade / hassasiyet-i fevkalâde

  • Olağanüstü hassasiyet, duyarlılık.

hassasiyet-i ilmiye

  • İlmî duyarlılık.

hassasiyet-i kalbiye

  • Kalbî hassasiyet, duyarlılık.

hasur

  • Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen.
  • Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan.
  • Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez)
  • Oğlu ve kızı olmayan.
  • Avrete cimâ edemeyen.
  • İhlili dar olan deve.

hatem-i velayet / hâtem-i velâyet

  • Velilik mührü.

havz

  • Seri sevk, yeynilik, sür'atli oluş, hızlılık.

hayat

  • Dirilik, canlılık.
  • Dirilik. Canlılık. Yaşama. Sağlık.
  • Fık: Allah (C.C.) kendi Zât-ı Ehadiyyetine mahsus bir hayat sıfatı ile muttasıftır. Bu, Hak Teâlâ'nın ilmi ile, irade ve kudret ile ittisafına hâs bir sıfattır.
  • Dirilik, canlılık.

hayatiyet

  • Canlılık.
  • Canlılık. Hayat işaretinin, alâmetinin görünür olması.

hayattarlık

  • Canlılık.

hayeviye

  • Canlılık, canlı olma durumu.

hayriyet

  • Hayırlılık. Hayırlı olmak.
  • Hayırlılık.
  • Hayırlılık, iyilik.

hayvaniyyet

  • Hayvanlık, canlılık, zihayat olmak. Akıl ve idrakten mahrumiyet.

hengam-ı şebab / hengâm-ı şebab

  • Gençlik zamanı, delikanlılık çağı.

hevamm

  • Böcekler, haşereler. Pire, tahta kurusu, bit, örümcek, yılan gibi, kışın gizlenip yazın meydana çıkan, insan ve hayvanın vücudundan beslenerek yaşayan, insana zararı dokunan (parazit yaşayan) küçük canlılır.

heveskari / heveskârî

  • Heveskârlık, heveslilik. (Farsça)

hibale-i izdivac

  • Evlilik bağı.

hidafe

  • Etlilik, şişmanlık.

hıdr-ı bahreyn-i velayet / hıdr-ı bahreyn-i velâyet

  • İki denize (âleme) bakan Hızır'ın veliliği.

hıfaz

  • Gayret.
  • Vefalılık.

hıfz-ı bekà

  • Kalıcılığı, devamlılığı koruma; varlığını koruyarak devam ettirme.

hımasa

  • İnce bellilik.

hinne

  • Cinnet, cünun, delilik.

hıred-mendi / hıred-mendî

  • Akıllılık.

hıyfet

  • Korku. Gizlilik ve havf.

hızk

  • Zeyreklik, akıllılık.
  • Ustalık, mahâret.

hodserane / hodserâne

  • Serkeşçesine, dik başlılıkla.
  • Dik başlılıkla, serkeşcesine. Kimseyi dinlemeden. (Farsça)

hubb

  • (Hibâb - Hibb - Mehabbet) Sevgi, muhabbet, bağlılık, dostluk. Bir şeyi birisine sevdirmek.
  • Hulus, lüzum ve sübut.
  • Muhafaza ve imsâk.

hubb-u ehl-i beyt

  • Ehl-i Beyt'e olan sevgi ve bağlılık. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) neslinden gelenleri, onun izinden gidenleri ve onun yolunda sâdık olup sebat edenleri sevmek. (Farsça)

hüccet-i haşriye

  • Haşrin delili.

huccet-i haşriye / حُجَّتِ حَشْرِيَه

  • Ölüleri dirilterek toplamanın delili.

hüccet-i iman

  • Güçlü ve sarsılmaz iman delili.

hüccet-i imaniye / hüccet-i imâniye

  • İman delili.

huccet-i rahmet-i alem / huccet-i rahmet-i âlem / حُجَّتِ رَحْمَتِ عَالَمْ

  • Âleme rahmet olan zatın delili.

hüccet-i risalet

  • Peygamberlik delili.

hüccet-i rububiyet ve vahdet

  • Allah'ın Rablık ve birlik delili.

hüccet-i sermediyet

  • Devamlı var olma delili.

hüccet-i tevhid

  • Allah'ın birliğinin delili.

hüccet-i vahdaniyet / hüccet-i vahdâniyet

  • Allah'ın birliğinin delili.

hüccet-ül islam / hüccet-ül islâm

  • İslâmın delili, hücceti.

hüccetü'l-islam imam-ı gazali / hüccetü'l-islâm imam-ı gazâlî

  • İslâmiyet'in delili İmam-ı Gazâlî.

hüccetü'l-kur'an ala hizbi'ş-şeytan / hüccetü'l-kur'ân alâ hizbi'ş-şeytan

  • Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur'ân'ın kesin delili.

hüccetü'l-kur'an ale'ş-şeytan ve hizbihi / hüccetü'l-kur'ân ale'ş-şeytan ve hizbihî

  • Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur'ân'ın delili.

hüccetülislam

  • "İslâmın delili" mânâsında Gazalînin namı.

hüccetullah

  • Allah'ın hücceti, delili.

hüdafet

  • Semizlik, besililik, etlilik.

hudavendigar / hudavendigâr

  • Hükümdar, âmir, efendi, sahib. (Farsça)
  • Osmanlı padişahlarından 1. Murad Han Gazi'nin (1362 - 1389) lâkabıdır ve bu sebeple, şehzadeliğinde valilik yaptığı Bursa vilâyetine de Cumhuriyete kadar bu nam verilmişti. (Farsça)

hudret

  • Yeşillik.
  • Yeşil renklilik.

hudud-u cünun

  • Delilik sınırı.

hulud / hulûd

  • Ölmezlik, süreklilik, devamlılık.
  • Yevm-i hulûd: Kıyamet günü.
  • Devamlılık, sonsuzluk.

hulusname

  • Yalnız muhabbet, alâka ve bağlılığı göstermek üzere sunulan mektub. (Farsça)

huluvv

  • Boş olmak, hâlî oluş. Boşluk. Boşta olmak.
  • Huk: Tarafların anlaşarak evlilik hayatlarına son vermeleri.
  • Huk: Bir gayr-i menkulün, muayyen bir bedel ile kiralanmış olmasından doğan kiracılık hakkı ve menfaati.
  • Hava parası adıyla verilen meblağ.

hümumet

  • Pek fazla ihtiyarlık, çok yaşlılık.

hüner

  • Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret. (Farsça)

hünermendi / hünermendî

  • Hünerlilik, mârifetlilik. (Farsça)

hüsn-ü adab / hüsn-ü âdâb

  • (Hüsn-i âdâb) Güzel ve iyi edeblilik. Güzel terbiye. İslâmi terbiye.

hüsn-ü niyet

  • (Hüsn-i niyet) İyi niyet. Temiz kalblilik.

hüşyari / hüşyarî

  • Hüşyarlık, akıllılık. (Farsça)

ibka / ibkâ / ابقا

  • Devamlılık kazandırma. (Arapça)
  • Sınıfta bırakma. (Arapça)
  • İbkâ etmek: Devamlılık kazandırmak, yaşatmak. (Arapça)

icabat / îcâbât / ایجابات

  • Gereklilikler, gerekler. (Arapça)

icam

  • (Tekili: Eceme) Arslan yatakları.
  • Çalılıklar, ağaçlıklar, meşelikler.

icazet alma / icâzet alma

  • Eski medrese usûlüne göre bir öğrencinin hocasından öğrendiği ilimler hakkında yeterlilik belgesi alması.

içtimaat-ı hayatiye

  • Hayatın devamlılığını sağlayan parçaların bir araya gelmesi.

içtimai nizam ve intizam / içtimaî nizam ve intizam

  • Toplumsal düzen ve düzenlilik.

idabe

  • Edeblilik, terbiyeli oluş.

idad

  • Saymak. Sayı. Hesab etmek.
  • Ölüm vakti.
  • Fark. Vergi.
  • Bahşiş.
  • Küfüv. Denk, hemtâ.
  • Delilik emâresi.
  • Parmakla hesab etmek.

iddet

  • Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.

iğlak / iğlâk

  • Kapalılık, anlaşılmazlık.
  • Kapalılık.

iğlak-ı uslub / iğlâk-ı uslûb

  • Üslubun kapalılığı; ifade tarzının kapalı oluşu, anlaşılmasının zorluğu.

ihlas

  • (Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
  • Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve

ihlas-mendi / ihlas-mendî

  • İhlaslılık, temiz kalblilik. (Farsça)

ihtilaf / ihtilâf

  • Farklılık, ayrılık. Aynı gâyeye ayrı ayrı yollardan gitme. Müctehid denilen âlimlerin amelî (işle ilgili) mes'elelerdeki ictihad ayrılıkları.

ihtilaf-ı mekan / ihtilâf-ı mekân

  • Mekân farklılığı.

ihtilaf-ı meslek / ihtilâf-ı meslek

  • Mesleklerin farklılığı.

ihtilaf-ı meşreb / ihtilâf-ı meşreb

  • Bireysel tarzdan dolayı ortaya çıkan farklılık.

ihtilaf-ı suret / ihtilâf-ı suret

  • Şekil farklılığı; aynı hadisenin farklı tarzda nakledilmesi.

ihtilaf-ı zaman ve mekan / ihtilâf-ı zaman ve mekân

  • Yer ve zaman farklılığı.

ihtirasat-ı dünyeviye / ihtirâsât-ı dünyeviye

  • Şiddetli arzu ve hırs ile dünyaya bağlılık.

ihtişam

  • Haşmetlilik, heybetlilik.

ihtiyat

  • Sakınmak. İşleri iyi düşünmek. Tedbirlilik. İşlerde basiret üzere bulunmak. Yedek.

ihya / ihyâ / احيا

  • Diriltme, yaşatma. (Arapça)
  • Canlılık kazandırma. (Arapça)
  • Geceyi ibadet ederek geçirme. (Arapça)
  • İhyâ olunmak: Yaşatılmak, canlandırılmak. (Arapça)

ikbal / ikbâl

  • Yönelme, talihlilik, saadet.

ıknas

  • Adi ve rezil bir kimse iken asaletlilik iddiasında bulunma.

ilca

  • Gereklilik, zorlama.

ilcaat / ilcaât

  • Gereklilikler, zorlamalar.

illiyyet

  • Sebep ile ilgili, sebeplilik.

ilmü'l-guyub / ilmü'l-guyûb

  • Gayblara dair ilim, gizliliklerin ilmi.

iltizam-ı hikem

  • Hikmetlere sarılma, hikmetlere bağlılık.

ilzam-ı hüccet

  • Delili kabul ettirme.

imkan ve cünub / imkân ve cünûb

  • Mümkün ve gereklilik.

in'aş

  • Harekete getirme, canlılık kazandırma. Yukarı kaldırma.

in'ikad

  • Akdetme. Bağlanma.
  • Fık: İcab ve kabulün taraflarca eseri zâhir olup, meşru bağlılık ve alâkadarlık.
  • Kurulma. Toplanma.

inadiyye

  • Eşyanın hakikatini inkâr etme felsefesine bağlılık.

inayet / inâyet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik.
  • Allah'ın özel yardımı, şefkatle ilgilenmesi.

inayet delili

  • Alah'ın kâinata koyduğu nizam, intizam delili.

inayet-i tamme / inâyet-i tamme

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin eksiksiz ve tam oluşu.

inayet-i zahire

  • Ap açık inayet; bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan ap açık düzenlilik.

infitahiyyet

  • Kapalılığın açılıp inkişaf etmesi. (Tohumların açılarak nebât hâline gelmesi gibi olan hâl.)

insaniyet

  • İnsanlık, vicdanlılık. İnsana yakışır hâl ve durum.

insaniyetkari / insaniyetkârî

  • Vicdanlılık, insaniyetlilik.

intiaş

  • Yorgunluktan sonra canlılık hissetme. Canlılık.
  • Hastalıktan sonra iyileşip kalkma.
  • Geçinme.
  • (Yıkılan adam) doğrulup kalkma.

intizam / انتظام

  • Düzenlilik.

intizam ve külliyet ve vüs'at-i ubudiyet / intizam ve külliyet ve vüs'at-i ubûdiyet

  • Kulluğun düzenliliği, çokluğu ve genişliği.

intizam-ı acip

  • Hayrette bırakan düzenlilik.

intizam-ı alem / intizam-ı âlem

  • Kâinattaki düzenlilik.

intizam-ı belağat / intizam-ı belâğat

  • Belâğatin intizam ve düzenliliği.

intizam-ı ef'al

  • Fiillerin, işlerin düzenliliği.

intizam-ı faik / intizam-ı fâik

  • Pek üstün düzenlilik.

intizam-ı hikmet

  • Hikmetin düzenlemesi; herbir şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmasındaki düzenlilik.

intizam-ı kainat / intizam-ı kâinat

  • Kâinattaki düzenlilik.

intizam-ı kamil / intizam-ı kâmil

  • Mükemmel düzenlilik.

intizam-ı kamil-i kainat / intizam-ı kâmil-i kâinat

  • Kâinattaki mükemmel intizam, düzenlilik.

intizam-ı maddi / intizam-ı maddî

  • Maddî düzenlilik ve tertip.

intizam-ı manevi ve hayati / intizam-ı mânevî ve hayatî

  • Hayata ve mânâya ait düzenlilik.

intizam-ı muttarid

  • Sürekli düzenlilik.

intizam-ı tam

  • Tam bir düzenlilik.

intizamat / intizâmât

  • Düzenlilikler.

intizamat-ı alem / intizâmât-ı âlem

  • Alemdeki düzenlilikler.

intizamat-ı san'at / intizâmât-ı san'at

  • San'attaki düzenlilik.

ırafet

  • Kethüdâlık, reislik. Ululuk, şereflilik.

irb

  • (İreb) Akıl. Zihin, zekâ.
  • Akıllılık.

irbe

  • Akıllılık, zekâ.
  • Hile, oyun.

irha

  • Tatlılıkla ve kibarca hareket etme, yumuşak davranma, tatlı muâmele etme.

irtibat / irtibât

  • Bağlılık, ilgi.

irtical

  • Hazır cevaplılık. Düşünmeden ve birdenbire açıkça güzel söz veya şiir söylemek.

irtifas

  • Fiatların yükselmesi, pahalılık.

isabet / isâbet / اصابت

  • Rastgelme. (Arapça)
  • Tutarlılık. (Arapça)

işkal / işkâl

  • Sözün kendisinde bulunan bir incelik, derinlik sebebiyle veya bir edebi san'attan dolayı mânâsı, düşünülmeden anlaşılamayacak derecede kapalılık.

işkal ve iğlak / işkâl ve iğlâk

  • Zor anlaşılma, kapalılık.

islamiyet

  • İslâmlık.
  • İslâm oluş. Teslimiyet, inkıyad, bağlılık, hakka tarafgirlik ve iltizamdır. (İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar. Münazarat)

ismiyyet

  • İsim olma hâli, isimlilik.

isti'dad

  • Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.
  • Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.

isti'faf

  • Kötü şeylerden çekilmek.
  • İffetlilik iddia etmek.

istibtan

  • Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak.

iştiha

  • Meyil. Haz. Fazla istek. Arzu.
  • Açlıktan gelen yemeğe karşı fazla isteklilik.

istihla

  • Tatlı olmak.
  • Tatlılık istemek.

istihsan

  • Güzel bulma, güzel görme.
  • Kıyas denilen delîlin iki kısmından birisi olan hafî (gizli, kapalı) kıyas, yâni asl (hakkında açıkça hüküm bulunan şey) ile, fer' (hakkında açıkça hüküm bulunmayan şey) arasında müşterek (ortak) olan ve aslın hükmünün fer'e verilmesine sebeb olan illetin (vasfın, ö

istikrar / استقرار / istikrâr

  • Kararlılık.
  • Kararlılık. (Arapça)

istikrar-ı manzume

  • Sistemin istikrarı, kararlılığı.

istimrar / istimrâr / استمرار

  • Devam etme, süreklilik.
  • Devamlılık.
  • Devamlılık.
  • Süreklilik. (Arapça)

istimrari / istimrarî

  • İstimrara ait ve müteallik. Devamlılık, sürüp gidiş.

istitale

  • Uzanmak. Uzantı. Uzayıp gitmek.
  • Birisi üzerine faziletlilik dâvasında bulunmak.
  • Tecvidde: Harf okunduğunda sesin imtidadına, uzamasına denir. Bu harfe müstatıl harfi de denir. Bu sıfat Dad harfine aittir.
  • Tıb: Vücutta bazı organların uzaması.

itidal / îtidâl

  • Orta hâllilik.

itidal-i dem / itidâl-i dem

  • Kızgınlığa mağlup olmayış, soğukkanlılık.

itidalidem / îtidâlidem

  • Soğukkanlılık.

itminan

  • Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık.

ittisal / ittisâl

  • Ulaşmak. Bitişmek.
  • Birbirine dokunmak. Yakınlık. Bağlılık. Kavuşmak.
  • Bağlılık, bitişiklik.

ittizah-ı delil

  • Delilin açık, vazıh ve aşikâr olması.
  • Delilin açıklığı.

iyalet

  • İdare etme, valilik yapma.
  • Bir valinin idare ettiği belde.
  • Vadi.

izafe

  • Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak.
  • Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak.
  • Mal etmek.
  • Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması.

izafet

  • Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak.
  • Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak.
  • Mal etmek.
  • Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması.

izafiyye

  • Münasebet. Bağlı oluş. Alâkalılık.

izafiyyet / izâfiyyet / اضافيت

  • Alâka mahiyeti. Bağlılık.
  • Görecelilik. (Arapça)

izdivaç

  • Evlilik.

izdivac / izdivâc / ازدواج

  • Evlilik. (Arapça)

izhar-ı tecellüd

  • İnad edip kafa tutma, yalandan cesaretlilik gösterme.

izzet-i ilmiye

  • İlmin izzeti; ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık.

kabiliyet

  • Dıştan gelen te'sirleri alabilme gücü.
  • İstidat, anlayış, kabul edebilirlilik. Kabul edici yüksek bir kuvvete mâlik olmak, olabilirlilik.

kahame

  • İlerlemiş yaşlılık.

kahraman-ı velayet / kahraman-ı velâyet

  • Velîlik alanında kahraman.

kaht u gala / kaht u galâ

  • Kıtlık, pahalılık.

kaht ü gala / kaht ü galâ

  • Yokluk. Kıtlık. Fakirlik.
  • Pahalılık.

kaht ve gala / kaht ve galâ / قَحْطُ وَ غَلَا

  • Kıtlık ve pahalılık.
  • Kıtlık ve pahalılık.

kapris

  • Geçici heves. Maymun iştahlılık. İnsanın zayıf tarafı. Evham.

karabet / karâbet

  • Soy, süt ve evlilik yoluyla yakınlık, akrabâlık.

karar / قرار

  • Hüküm, çare, düzenlilik, ölçülülük, tahmin.
  • Durma. (Arapça)
  • Devamlılık. (Arapça)
  • Yeterli ölçü. (Arapça)

kareh

  • Kişinin gövdesi kirli olmak. Vücut kirliliği.

kat'iyy-üd delale

  • Bir ibârenin ifâde ettiği mânaya veya hükme delâletinin kat'i ve şeksiz olması. Delilin kat'i, şüphesiz oluşu.

kaziye-i nazariyye

  • Man: Aklın bir delil ile tasdik eylediği kaziyye. Delilinin mukaddematı yakiniyyattan ise, yakiniyye'dir ve illâ zanniye olur.

kell

  • (Çoğulu: Külul) Ağırlık.
  • Yorgunluk.
  • Ufak taneli yağmur.
  • Yetim.
  • Semizlik, besililik.
  • Cibinlik dedikleri ince örtü.

kemal-i hassasiyet / kemâl-i hassasiyet

  • Tam bir duyarlılık.

kemal-i hikmet ve inayet / kemâl-i hikmet ve inayet

  • Mükemmel bir hikmet ve düzenlilik.

kemal-i ihtişam / kemâl-i ihtişam

  • Mükemmel heybet, haşmetlilik.

kemal-i inayet / kemâl-i inâyet

  • Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenliliğin mükemmelliği.

kemal-i memnuniyet / kemâl-i memnuniyet

  • Tam bir memnuniyetlilik, hoşnutluk.

kemal-i metanet / kemâl-i metânet / كَمَالِ مَتَانَتْ

  • Tam bir dayanıklılık.

kemal-i sabır ve metanet / kemâl-i sabır ve metanet

  • Tam ve mükemmel bir sabır ve dayanıklılık.

kemal-i sadakat / kemâl-i sadakat / kemâl-i sadâkat / كَمَالِ صَدَاقَتْ

  • Tam ve mükemmel bağlılık; sağlam ve sarsılmaz kalbî bağlılık.
  • Tam bir bağlılık.

kemal-i sadakat ve ihlas / kemâl-i sadakat ve ihlâs

  • Tam ve mükemmel bağlılık ve samimiyet.

kemal-i saffet

  • Tam bir temizlik, temiz niyetlilik, samimiyet ve içtenlik.

kemal-i selamet / kemâl-i selâmet

  • Mükemmel bir güvenlilikle.

kemal-i sermediyet / kemâl-i sermediyet

  • Tam ve kusursuz süreklilik.

kemal-i teslim / kemâl-i teslim

  • Tam bir bağlılık, teslimiyet.

kemal-i vüsuk ve itmi'nan

  • Tam bir güven, inanç ve kararlılık.

kemalat / kemalât

  • (Tekili: Kemal) Faziletler, iyilikler, mükemmellikler. Ahlâk ve huy güzellikleri. Terbiyelilik, edeblilik.

kemalat-ı velayet / kemâlât-ı velâyet

  • Velilik vasıfları.

kerahet-i tahrimiyye / kerâhet-i tahrîmiyye

  • Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfteki delilinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın mekruh.

keramet-i sadakat

  • Doğruluk ve bağlılığın kerameti.

kesb-i külliyet

  • Kapsamlılık, genellik özelliği kazanma.

keşf

  • Açmak, gizli bir şeyi bulmak, ortaya çıkarmak. Bir şeyin üzerindeki kapalılığı kaldırmak.
  • Evliyânın, his ve akılla anlaşılmayan şeyleri, kalbine gelen ilhâm yoluyla bilmesi.

kesret-i izdivaç

  • Çok evlilik.

kevser-i fesahat

  • Dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılmasından doğan tatlılık, doygunluk.

kiber

  • Ululuk. Büyüklük. Yaşlılık.

kiber-i sinn

  • Yaşlılık, ihtiyar olmak, yaş büyüklüğü.

kifayet / كفایت

  • Yeterli olma. (Arapça)
  • Yararlılık. (Arapça)

kifayet-i ilmiye

  • İlmî yeterlilik.

kırra

  • Soğuk, berd.
  • Çok fazla susuzluk.
  • Akıllılık.

kiyaset / kiyâset

  • Akıllılık.

kıymettarlık

  • Kıymetlilik, değerlilik.

küduret / küdûret

  • (Keder. den) Bulanıklık.
  • Koyuluk, kesiflik.
  • Kaygı. Tasa. Kederlilik.
  • Koyuluk, kederlilik.

küfr-i mutlak

  • Hiç bir imâni hükmü olmamak, dine âit hiç bir hakikatı, Allah'ın varlığına âit hiç bir delili kabul etmemek. İhsan ve inayet-i İlâhiyyeye karşı şükür etmiyerek fiilen ve kavlen inkâr etmek. ("Neuzü billâh" dine söğmek gibi) Küfr-ü icabettiren bazı çirkin sözlere de "küfür" denilmiştir.

kühulet

  • Orta yaşlılık. (35-40 yaş arası) Olgunluk çağı. Bazılarına göre: Yirmibir ile altmış yaşa kadar olan insanın hayat devresi. Veya otuz ile elli arası.
  • Orta yaşlılık, olgunluk çağı.

küll-ü nurani / küll-ü nuranî

  • Nurlu bir küll, bütün varlıklarla ilgisi olan bir kapsamlılık.

külliyet

  • Bütünlük, genellik, kapsamlılık.
  • Bütün ferdleri içine alan, kapsamlılık, genellik.

külliyet-i ef'al / külliyet-i ef'âl

  • İşlerin çokluğu ve kapsamlılığı.

külliyet-i kaide

  • Kuralın genelliği, kapsamlılığı.

kutbiyet / قُطْبِيَتْ

  • Velilikte yüksek bir makam.

kuvve-i nabite / kuvve-i nâbite

  • Yetiştirme gücü; bitirip geliştirme, bitirip yetiştirme gücü (tarımsal verimlilik gücü).

kuvve-i velayet / kuvve-i velâyet

  • Velîlik kuvveti.

kuvvet-i velayet / kuvvet-i velâyet

  • Velîlik kuvveti.

kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât

  • Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.

kuyudat / kuyûdât

  • Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.

kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm

  • Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.

lahamet

  • Semizlik, etlilik, şişmanlık.

laubaliyane / lâubaliyane

  • Lâubalilikle. Kayıtsız, alâkasız, saygısız ve dikkatsiz bir şekilde. Senli benli olarak. (Farsça)

lazıme / lâzıme

  • Gereklilik.

lazime / lâzime

  • Gereklilik, zorunlu olarak ayrılmaz nitelik.

lazime-i zaruriye-i beyyine / lâzime-i zaruriye-i beyyine

  • Apaçık zorunlu bir gereklilik şeklinde; bir şeyin apaçık zorunlu niteliği.

lazime-i zaruriye-i zatiye / lâzime-i zaruriye-i zâtiye

  • Zâtının ayrılmaz ve zorunlu gerekliliği.

lebabet

  • Akıllılık, zeyreklik. Akıl sahibi olma.

ledünn

  • (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı iz

lefef

  • Pelteklik, kekemelik.
  • Yorgunluk.
  • Besililik, semizlik.

lehame

  • Etlilik, semizlik.

lehan

  • Akıllılık.

lem-yezeli / lem-yezelî

  • Devamlılık, bâkilik, zeval bulmazlık.

lemem

  • Günaha yakın olmak.
  • Küçük günahlar.
  • Delilik, cünun.
  • Musibete yakın olmak.

letafet / letâfet

  • Hoşluk, yumuşaklık, tatlılık.

letafet-i asliye / letâfet-i asliye

  • Bir şeyin aslında ve temelinde bulunan tatlılık, hoşluk.

lezzat

  • (Tekili: Lezzet) Tatlılıklar. Lezzetler. Tadı hoş ve güzel olan şeyler.

liyakat

  • İktidar. Ehliyet. Hüner. Lâyık olmak. Fazilet. Kıymetlilik.

lüzum / لزوم

  • Lâzım olmak. Bir şey bir şeyden aslâ ayrı olmayıp onunla sâbit ve dâim olmak. Gereklilik.
  • Gereklilik.
  • Gereklilik.
  • Gereklilik, lazım olma. (Arapça)
  • Lüzum görmek: Gerekli bulmak. (Arapça)

lüzum-u beyyin

  • İspata ihtiyacı olmayan şey, apaçık gereklilik. Meselâ körlük görmemenin, cahillik ilimsizliğin lüzûm-u beyyinidir.

lüzum-u kat'i / lüzum-u kat'î

  • Kesin gereklilik.

lüzumi / lüzumî

  • Gereklilik, lüzumluluk.

ma'luliyet

  • Hastalıklı olma, illetlilik.

ma'nevi bağ / ma'nevî bağ

  • Herhangi bir şekilde, iki şey arasında zihinde kurulan irtibat, ilgi. Buna mânevî râbıta da denir.
  • Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, dînine bağlılık gibi mânevî değerler.

ma'rek

  • Sık ormanlık, çalılık alan; atın dizgini.

maal

  • Yükseklik. İlerilik. Şereflilik.

magruriyet

  • Gururluluk, kibirlilik.
  • Bir şeye itimad edip, güvenip aldanma.
  • Kibirlenme, gurulanma, övünme, tefahhur, tekebbür.

mağruriyet

  • Gururluluk, kibirlilik.

mahalli hükumet / mahallî hükûmet

  • Yerel yönetim, valilik.

maharet

  • Ustalık, beceriklilik.

mahcur / mahcûr

  • Çocukluk, sefîhlik, delilik, kölelik, bunaklık vs. gibi çeşitli sebebler yüzünden malını tasarruf hakkından, kullanmaktan men edilen kimse.

mahdudiyet / mahdûdiyet

  • Sınırlılık, hududu çizilmiş.
  • Sınırlılık. Darlık.
  • Sınırlılık.

mahfiyat / mahfiyât / mahfîyât

  • Gizlilikler, gizli şeyler.
  • Gizlilikler, gizli olanlar.

mahremiyet / مَحْرَمِيَتْ

  • Mahremlik, gizlilik, yasaklık.
  • Gizlilik.

mahremiyyet

  • Gizlilik. Mahrem olma hali.

mahudiyet-i zikriye / mâhudiyet-i zikriye

  • Zikredilen belirlilik; sözle ifade edilmiş olan bilinip tanınma niteliği.

mahya

  • Hayat. Canlılık.

mahz-ı hikem

  • Akıllılığın ve filozofluğun ta kendisi. Hikmetlerin ta kendisi.

mahzeniyet

  • Hazine değerinde oluş, kıymetlilik, stok değeri.

makalid-i inkıyad

  • İnkıyad, bağlılık kilitleri.

makamat-ı velayet / makamât-ı velâyet

  • Velîlik makamları.

makbuliyet / makbûliyet

  • Kabul edilebilirlik, geçerlilik.

manidarlık / mânidarlık

  • Anlamlılık.

mantık

  • Söz.
  • Mantık ilmi, vasıta ve delil arasında tutarlılık.

marife / mârife

  • Arapça'da genellikle başına belirlilik takısı "elif-lâm"ı alan ve belirli bir şeyi gösteren kelime.

masnuiyet

  • San'atlılık, sa'at değeri olma.

matla'ların ihtilafı / matla'ların ihtilâfı

  • Doğuş yeri ve zamanlarının farklılığı.

mecenne

  • Kalkan, siper.
  • Delilik, mecnunluk, divanelik.

mecnuniyet

  • Delilik. Mecnunluk.

mecnunluk

  • Delilik, akılsızlık.

medeniyet

  • Medenilik, şehirlilik.
  • Adaletseverlik, insanca iyi ve ferah yaşayış. Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münâsebetlerde, ilim, fenn ve san'atta tekâmül etmiş cemiyetlerin hâli.
  • İslâmiyetin emirlerine göre, usulü dâiresinde yaşayış.
  • Düzenli ve ileri hayat seviyesi, şehirlilik.

medlul / medlûl

  • Delîlin (alâmet ve işâretin) delâlet ettiği, gösterdiği şey.

mefluciyet / meflûciyet / مفلوجيت

  • Felçlilik. (Arapça)
  • Kıpırdayamama. (Arapça)

meftuniyet / meftûniyet

  • Düşkünlük, aşırı bağlılık.

mehabet / mehâbet / مهابت

  • Heybetlilik. (Arapça)

meharet

  • Ustalık, beceriklilik, üstadlık. Meleke ve mümârese.
  • Kur'anda meharet: Hıfzın kuvvetiyle harflerin mahreçlerine riâyettir.

mekanet / mekânet

  • Ağır başlılık.
  • Kuvvet. Güç.

mekinet / mekînet

  • Onur, vakar, ciddiyet, ağırbaşlılık.

mektub-u sadakat-medar / mektub-u sadâkat-medâr

  • Sadâkate, bağlılığa kaynak olan mektup.

mektubi / mektûbî / مكتوبى

  • Valilik özel kalem müdürü. (Arapça)

mekyes

  • Akıllılık ve ferâsetle bilinen kimse.

melahat / melâhat

  • Güzellik, tatlılık.

melal

  • Can sıkıntısı. Usanç. Gamlılık. Zaaf ve fütur.

melekat-ı akliyye / melekât-ı akliyye

  • Tecrübe neticesi aklen bilinen kolaylık, tecrübeden doğan bilgililik.

meleke-i hassasiyet

  • Hassasiyet melekesi; duyarlılık alışkanlığı, duyarlılık konusunda yatkınlık.

mensubiyet

  • Bağlılık, aitlik.

meradet

  • Kuvvetlilik, kavilik. Salâbet.

meratib-i velayet / merâtib-i velâyet

  • Evliyalık, velîlik mertebeleri, dereceleri.

merbutiyet / merbûtiyet / مربوطيت

  • Bağlılık.
  • Bağlılık.
  • Bağlılık. (Arapça)
  • Düşkünlük, aşırı ilgi. (Arapça)

merbutiyet-i kalbiye

  • Kalp bağlılığı.

merbutiyyet

  • Bağlılık.
  • Bağlılık. Mensub oluş. Mensubiyyet. Eklilik.

merhametperveri / merhametperverî

  • Merhametlilik, esirgeyicilik. (Farsça)

merhametşiari / merhametşiarî

  • Merhametlilik, merhametli oluş. (Farsça)

mertebe-i velayet / mertebe-i velâyet / مَرْتَبَۀِ وَلَايَتْ

  • Velilik mertebesi, derecesi.
  • Velilik mertebesi.

meşguliyet

  • İşlilik.

meşib / meşîb

  • İhtiyarlık. Yaşlılık. Saç ağarması.

meşkukiyet

  • Şüphelilik. Şüpheli oluş.

mesruriyet / mesrûriyet

  • Sevinçlilik.

mesturiyet / mestûriyet

  • Kapalılık, gizlilik.

metanet / metânet / متانت / مَتَانَتْ

  • Dayanıklılık.
  • Dinin emirlerini korumadaki kararlılık, dayanıklılık.
  • Dayanıklılık. (Arapça)
  • Dayanıklılık.

metanet etme / metânet etme

  • Sabretme, kararlılık gösterme.

metanet-i ahlakiye / metanet-i ahlâkiye

  • Ahlâkî sağlamlık, dayanıklılık.

mevzuniyet

  • Ölçülülük, tartılılık.

meymene

  • Sağ kol, sağ taraf.
  • Meymenet, yümn-ü bereket. Bereket. Kuvvetlilik. Uğurluluk. Kutluluk.

mezuniyet

  • İzinlilik, mezun olma hali.

mikail aleyhisselam / mîkâil aleyhisselâm

  • Dört büyük melekten biri. Ucuzluk, pahalılık, kıtlık, bolluk yapmak, ferah ve huzûr getirmek ve her maddeyi hareket ettirmekle görevli melek.

milliyetle istihza

  • Millilik ülküsüyle, idealiyle alay etme.

mirac-ı keramet

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) veliliğinin kerâmeti olan mirca.

mü'te

  • Cinnet, delilik.
  • Sar'aya benzer baygınlık.

mu'teberiyet

  • Yürürlükte olma, geçerlilik.
  • Muteberlik, güvenirlik.

muamma-yı hilkat / muammâ-yı hilkat

  • Yaratılıştaki sır ve gizlilikler.

muaviye

  • (Mi: 603 - 682) Sahabe-i Kiramdan olup Şam'da yirmi seneden ziyade valilik yaptı, sonra hilâfetini ilân etti. Yirmi sene de halifelik yaptı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın kayın biraderi ve vahiy kâtibi idi. Beni Ümeyye sülalesinden olan bu zattan itibaren İslâm Devletine, Emevi Devleti denm

mübagame

  • Tatlı dillilik.

mübarekiyet

  • Uğurluluk, hayırlılık.

mübayenet

  • Farklılık, başkalık, uyuşmazlık.

mübayenet-i cevheriye / mübâyenet-i cevheriye

  • Asla, öze ait farklılık, zıtlık.

mübayenet-i cevheriyye

  • Her nev'in cevherinin ve fıtrat-ı asliyesinin birbirinden farklı ve ayrı oluşu. Cevherdeki farklılık.

mübayenet-i lazime / mübâyenet-i lâzime

  • İki şey arasında lâzım olan zıtlık ve zorunlu olan farklılık.

mübayenet-i mahiyet

  • Temel yapıdaki farklılık, farklı özelliklere sahip olma.

müdavemet

  • Devamlılık. Bir işte devamlı çalışmak. Aralıksız bir işe devam etmek.
  • Devamlılık.

müessiriyet

  • Tesirlilik, bizzat fiil ve eseri yapan olma.
  • Tesirlilik, etkinlik.

mufarakat

  • Farklılık, ayrılık.

mugayeret

  • Farklılık, değişiklik.

muhabbet-i hayat

  • Hayata olan bağlılık, sevgi.

mukavemet

  • Direnç, dayanıklılık.

mülahafe

  • Mülâzemet, devamlı bir işle meşguliyet. Bir işe bağlılık.
  • İsrar etmek.

mülazemet

  • Devamlı bir işle meşguliyet.
  • Sımsıkı bir işe bağlılık.
  • Staj görme.
  • Gidip gelme.

mültefitane

  • Mültefitçe. İltifatlılıkla. (Farsça)

mümtaziyet

  • Ayrılık, ayrı vasıf sahibi olmak, ayrı ve üstün vasıflılık. Yüksek vasıf sâhibliği.
  • Edb: İfadenin diğer sözlerden daha güzel ve farklı olması.

münasebet

  • İki şey arasındaki tenasüb, uygunluk, yakınlık, bağlılık, mensubiyet, yakışmak, vesile, alâka.

munsıfane / munsıfâne

  • İnsaflıca. İnsaflılıkla.

musaberet

  • Karşılıklı sabır. Sabırlılık. Katlanmak.

müsmiriyet / مثمریت

  • Verimlilik. (Arapça)

müstenid

  • Bir şeye dayanan. Bir şeyin üzerine koyulmuş.
  • İstinad eden, dayanan, güvenen.
  • Bir delili, şâhidi olan.

müstmendane / müstmendâne

  • Zavallılıkla, biçarelikle, mahzunlukla. (Farsça)

mutaassıb

  • Bir şeyi müdafaada ifrat ve inat gösteren. Körü körüne inad ve israr eden. Aşırı derecede kendi tarafını tutan.
  • Din, millet ve vatanı hakkında çok sevgi, bağlılık ve gayret gösteren.

müteaffifane / müteaffifâne

  • İffetlilikle, şerefle, nâmuslulukla. (Farsça)

mütecessis / مُتَجَسِّسْ

  • Gizlilikleri araştıran.

mütekeyyisin / mütekeyyisîn

  • (Tekili: Mütekeyyis) Akıllılık taslıyanlar, tekeyyüs edenler.

mütemadiyet

  • Devamlılık, mütemadilik.

mütemerrid

  • İnatçı, ısrar eden, dik kafalılık eden. Kibirlilik eden.

mütemerridane / mütemerridâne

  • İnatla, direnerek, dikbaşlılıkla. (Farsça)

müteyyim

  • Aşk ve muhabbetin hor ve zelili olan kimse.

muvakkaran

  • Vakarla, ciddiyetle, ağırbaşlılıkla.
  • Ağırlanmış, saygı gösterilmiş olarak.

muvazaa / muvâzaa

  • Danışıklılık, bahse girişme.

müvazaa

  • Birbiriyle düzenlilik edip, başkalarına tersini göstermek.

muvazenet / muvâzenet

  • Dengelilik, eşitlik.

muzırlık

  • Zararlılık.

na-şadi / na-şadî

  • Hüzünlü ve kederli oluş, gamlılık. (Farsça)

nahv

  • (Nahiv) Yol, cihet. Etraf, yön.
  • Misâl.
  • Miktar.
  • Kasd ve azmeylemek.
  • Gr: Kelimelerin birbirine rabt, izafet ve amel eylemeleriyle ilgili olan kaideleri içine alan ilim. Nahiv ilmi ile Arapça kelimelerin yeri ve usulü bilinir, yani cümle tahlili yapılır.

namık kemal

  • (Mi: 1840 - 1888) Tekirdağ'lı olup İslâm mücahidlerindendir. Yeni Osmanlılık hareketine vatan mefhumunu sokmuş, "Firâki, hapsi, nefyi kadr-i nâmusumla gördüm hep" diye haklı olduğunu dâima müdâfaa etmiştir. Ehl-i kemâl bir zat olduğu, davasının istikameti ve samimiyetinden anlaşılır.Hayatının sonlar

namus / nâmus

  • Irz, ahlâklılık, kanun, melek.

nasfet

  • (Nasafet) İnsaf. Haklılık. Bir şeyin yarısını almak. Hakkaniyet. İnsanları, kanunların şümulüne girmeyen hakları te'min ve ifasına zorlayan fotri adâlet hissi.

nazar-ı velayet / nazar-ı velâyet

  • Velîlik bakışı, velâyet gözü.

nebati ruh / nebâtî ruh

  • Her canlıda mevcud olan ve doğma, büyüme, beslenme, zararlı maddeleri dışarı atma, üreme ve ölme gibi canlılık hallerini yapan rûh.

necd

  • Açık ve işlek yol.
  • Yüksek yer.
  • Minder, döşeme gibi oturacak şeyler.
  • Ağaçsız mekân.
  • Hâzık ve mâhir kılavuz.
  • Yiğitlik hâli. Gamlılık, gussa.
  • Hasma galip gelmek.
  • Çok terlemek.
  • Meme.
  • Suudi Arabistan'ın doğu mıntıkası.

neds

  • Akıllılık.
  • Taan etmek, çekiştirmek.

nedve

  • Yaşlık, nemlilik.
  • Meşveret etmek. Bir işi hakkında görüşmek.
  • Konuşmak.

nef'

  • Fayda, yararlılık.
  • Fls: Faydacılık. Yani: Bir şeyin doğru olup olmadığını, o şeyin faidesine göre değerlendiren yanlış bir nazariyedir. Kudsi dinimiz olan İslâmiyette ise: Bir şeyin doğru veya yanlış; iyi ve kötü olması, Allahın emir ve nehyine tâbidir.

nefaset

  • Beğenilir olmak, kıymetlilik, değerlilik, çok güzellik, pek iyilik. Nefis ve mergub olmak.

nemek

  • Tuz. Milh. (Farsça)
  • Lezzet, tat. (Farsça)
  • Bağlılık, hak. (Farsça)

nemnaki / nemnakî

  • Nemlilik, ıslaklık, yaşlık, rutubet. (Farsça)

netice-i burhan-ı bahir / netice-i burhan-ı bâhir

  • Açık, parlak, kesin ve sağlam delilin sonucu.

nevcivani / nevcivanî

  • Gençlik, delikanlılık.

nevroz

  • Tıb: Sinir sistemi bozukluğu. Sinirlilik hastalığı. (Fransızca)

nihani / nihanî

  • Gizlilik, saklılık. (Farsça)

nikah / nikâh

  • Evlilik için yapılan akit, sözleşme. Evlenecek müslüman bir erkek ile kadının şâhidler huzûrunda ben seni zevceliğe (hanımlığa) aldım, diğerinin de kabûl ettim demesi.

nimetiyet

  • Nimetlilik.

nirumendi / nirumendî

  • Kuvvetlilik, zorluluk, güçlülük. (Farsça)

nisbet

  • Münasebet, yakınlık, bağlılık, ölçü.
  • Rağmen. İnat olarak. İnat olsun diye.
  • Soy bakımından bağlılık, mensub olma.
  • Tasavvufta velî bir zâtla mânevî irtibat, feyz alma, huzûr.

nizam

  • Düzen, düzenlilik.

nühüftegi / nühüftegî

  • Gizlilik, saklılık. (Farsça)

nur-u vakar

  • Ağırbaşlılığın, temkinliliğin nuru.

nur-u velayet / nur-u velâyet

  • Velilik ışığı.

ölüm

  • Rûhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, rûhun bedenden ayrılması, mevt.

paydari / paydarî

  • Devamlılık, süreklilik. (Farsça)

payedari / payedârî

  • İtibarlılık, rütbelilik, pâyedarlık. (Farsça)

payendegi / payendegî

  • Devamlılık, süreklilik. (Farsça)

payiz

  • Güz, sonbahar. (Farsça)
  • Yaşlılık, ihtiyarlık. (Farsça)
  • Eski, köhne, yıpranmış. (Farsça)

pehn

  • Enli, geniş, yassı. (Farsça)
  • Genişlik, enlilik. (Farsça)

pehna

  • Genişlik, enlilik. (Farsça)
  • Enli, geniş, yaygın. (Farsça)

pehnaveri / pehnaverî

  • Enlilik, genişlik. Vüs'at. (Farsça)

perde-i hafa / perde-i hafâ

  • Gizlilik perdesi.

piruzi / piruzî

  • Uğurluluk, hayırlılık. (Farsça)

poligami

  • Çok evlilik.

rabıta

  • Rabteden, bağlayan, bitiştiren.
  • Münasebet, alâka, bağlılık, yakınlık. İki şeyi birbirine bağlayan tertip.
  • Nefsini dünyadan men edip âhirete, Allah'a (C.C.) bağlanmak.
  • Tertip, sıra, düzen, usûl.
  • İki şeyi birbirine bağlayan nesne.
  • İlgi, münasebet, bağlılık, mensupluk.
  • Düzen, tertip.

racih

  • Üstün olan. Kıymetli, faziletli ve itibarı fazla olan.
  • Fık: Beyyinatta, bürhan ve delilin tercihinde delili üstün, beyyinesi evlâ ve makbul olan taraf.

rasafet

  • Dayanıklılık, sağlamlık.

ratb

  • Rutubet, nemlilik yaşlık.
  • Rutubetli, yaş.
  • Yaş hurma.
  • Mülâyim, yumuşak.

razan

  • Gizli sırlar, gizlilikler. (Farsça)

rebile

  • Semizlik, besililik.

recüliyet

  • Erkeklik, erkek olmak.
  • Cesâretlilik, erişkenlik.

rekanet

  • Vakarlılık, ağırbaşlılık.

rencidegi / rencidegî

  • İncinip hatırı kırılmış olma. (Farsça)
  • Dertlilik, kederlilik. (Farsça)

rencuri / rencurî

  • Dertlilik, rahatsızlık, hastalık. İncinmiş olma. (Farsça)

revabıt / revâbıt

  • (Tekili: Rabıta) Râbıtalar, bağlılıklar. Münasebetler.
  • Düzenler, sıralar, tertibler.
  • Rabıtalar, bağlılıklar.

revan-ı tabiat

  • Âlemin canlılığı, akıcılığı, hareketli oluşu.

revh

  • İç açıklığı. Rahat.
  • Rahmet.
  • Hafif esen rüzgârın verdiği tatlılık, canlılık.

revnak / رونق

  • Parlaklık. (Arapça)
  • Revnak vermek: Canlılık kazandırmak. (Arapça)

revnakbahş / رونق بخش

  • Parlaklık veren, canlılık kazandıran. (Arapça - Farsça)

rezanet

  • Ağırbaşlılık, vakarlılık, temkinlilik, ciddilik.

riayet-i mesalih ve intizam

  • Fayda ve düzenliliğin gözetilmesi, onlara riayet edilmesi.

ribet

  • (Çoğulu: Riyeb) şüphelilik. şüpheye düşme.

rıfk

  • Yumuşaklık, yavaşlık, tatlılık, nezaket. (Zıddı: unf)
  • Yumuşaklık, tatlılık.

rıfki / rıfkî

  • (Rıfkıye) Yumuşaklıkla, tatlılıkla ilgili.

rikkat

  • Acıma, incelik, yufka yüreklilik. Yumuşaklık.
  • Acıma, yufka yüreklilik.
  • Acıma, yumuşaklık, yufka yüreklilik, kalb inceliği.

ruh / rûh

  • Can, nefes, canlılık.
  • Öz, hülâsa, en mühim nokta.
  • His.
  • Kur'an.
  • İsa (A.S.).
  • Cebrail (A.S.).
  • Korkmak.
  • Can; bedene hayâtiyet (canlılık) veren kuvvet.
  • Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati.
  • Emr âleminin beş latîfesinden biri.

ruh-efza

  • Cana can katan. Canlılık veren. (Ruhfeza da denir) (Farsça)

rükunet

  • Ağırbaşlılık. Vakar ve temkin sâhibi olma.

rüsuh

  • İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve devamlı olmak.
  • Meharet, meleke.

rütub

  • Sâbit olmak, kaim olmak, devamlılık, süreklilik.

rutubet

  • Nemlilik, ıslaklık.

sa'd

  • Uğur, uğur getiren şey, iyilik, mübareklik, kuvvetlilik.
  • Kutlu, uğurlu.

saba

  • Hevâ ve nefsine meyletme. Delikanlılık.

sabikun-ı evvelun / sâbikûn-ı evvelûn

  • Dinlerini muhâfaza için yurtlarından ayrılan, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme son derece bağlılık gösteren muhâcirlerden, iki kıbleye karşı namaz kılmış olanlar veya Bedr gazvesinde (harbinde) bulunanlar veya Hudeybiye'de Bîat-ür-Rıdvân'da bu lunanlar veya hicretten evvel müslüman olanlar yâ

sadakat / sadâkat / صداقت / صَدَاقَتْ

  • (Sıdk. dan) Dostluk. Bir kimseye Allah (C.C.) için kalbden bağlılık, kalbi ve samimi doğrulukla olan dostluk.
  • Dostlukta sebat, vefadarlık.
  • Bağlılık, doğruluk.
  • Dostluk; bir kimseye Allahü teâlâ için kalbden bağlılık; doğruluk. İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh, Doğruların yardımcısıdır hazret-i Allah.
  • Bağlılık, dostluk, doğruluk.
  • Bağlılık. (Arapça)
  • Samîmî bağlılık.

sadakatçe

  • Bağlılık açısından.

sadakatkarane / sadâkatkârâne

  • Sadakat edercesine, bağlılığını gösterircesine.

sadakatmedar / sadâkatmedâr

  • Sadakat vesilesi, bağlılık sebebi.

şadi

  • Sevinçlilik, memnunluk, mesruriyet, gönül ferahlığı. (Farsça)

sadıkane / sâdıkane

  • Doğruluk üzerine, samimiyetle, bağlılığını gösterircesine.

sadıkıyet / sâdıkıyet

  • Doğruluk, bağlılık.

şadüman

  • (şâd-mân) Mesruriyet, sevinçlilik. (Farsça)
  • Mesrur, bahtiyar. (Farsça)

şah-ı velayet

  • Velîlik makamının şâhı, başı.

şahamet

  • Semizlik, yağlılık, şişmanlık.

sahfe

  • Zayıf akıllılık ve az fikirlilik.

şahid-i tevhid

  • Allah'ın birliğinin şahit ve delili.

şahsar / şâhsâr / شاخسار

  • Çalılık. (Farsça)

salabet

  • Metanet, katılık, sulbiyet.
  • Peklik, dayanma. Sağlamlık.
  • Mukaddesatı korumak hususunda cesaret, metanet ve sebat gibi sıfatlarla muttasıf olmak. (Bunun zıddı: Lâübalilik)

salah / salâh / صلاح

  • Bir şeyin en iyi hâli. Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik. Dine olan bağlılık. Her hayra câmi faziletlerin toplanmasında hâsıl olan yüksek bir sıfat. (Mukabili fesad ve fücurdur)
  • Düzgünlük, yolunda gitme. (Arapça)
  • Barış. (Arapça)
  • Dine bağlılık. (Arapça)

salavat

  • (Tekili: Salât) Namazlar.
  • Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
  • Nimetten çıkan şükürler. İbadetler.
  • Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar.
  • Nasârâ kilisesi.

salef

  • Kibirlilik. Tekebbürlük hali.
  • Kin tutmak, buğz etmek.
  • Zevci indinde zevcenin kadri olmamak.
  • Misafir için olan yemeğin yetmemesi.

sallallahü aleyhi ve sellem

  • Peygamber efendimizin ism-i şerîfi anıldığı, işitildiği ve yazıldığında söylenen ve yazılan, Allahü teâlâdan, O'nun dünyâda ve âhirette her türlü iyiliğe ve üstünlüğe kavuşmasını istemekten ibâret olan hayır duâ, hürmet, saygı ve bağlılık ifâdesi. Bu na salât u selâm da denir.

samimiyet

  • İçten ve kalbden olan sevgi ve bağlılık.

şart-ı intizam

  • İntizamın, düzenliliğin şartı.

şartiyyet

  • Şartlılık. Şarta bağlı olmaklık.

şaşaa-paş / şâşaa-pâş

  • Parlaklık, canlılık yayan.

sebat / sebât

  • Sabit durma, kararlılık gösterme.
  • Dayanma, kararlılık.

sebat etme

  • Kararlılıkla devam etme, sabit olma.

sebat etmek

  • Kararlılık göstermek, gevşememek, sabretmek.

sebati / sebatî

  • Sebatlılık. Sözünde ve kararında durma.

sebatkarane / sebatkârâne

  • Kararlılıkla.

sebe

  • Yaşlılıktan dolayı bunamak.

sebeb-i istimrar-ı zaman

  • Zamanın sürekliliğinin sebebi.

sebük

  • Hafif. Ağırbaşlılığı ve ağırlığı olmayan. (Farsça)

şecaat-i imaniye

  • İmandan kaynaklanan cesaretlilik, yiğitlik, kahramanlık.

şecere-i rıdvan / şecere-i rıdvân

  • 628 (H.6) senesinde yapılan Hudeybiye andlaşmasından önce Medîneli müslümanların, altında Peygamber efendimize ve İslâm dînine bağlı kalacakları husûsunda bağlılık yemîni ettikleri ağaç.

sedane

  • Etlilik, semizlik, besililik.

sefahet / sefâhet

  • Kıt akıllılık, düşüncesizlik, günahlara düşkünlük.

şehamet / şehâmet

  • Yağlılık, semizlik, besililik.
  • İyi işler yapmak, yüksek mertebeler ele geçirmek; zekâ ve akıllılıkla berâber olan cesâret, yiğitlik.
  • Akıl ve zekâ ile olan cesaretlilik.

şehd-i şehadet

  • İmanın, şehadetin verdiği saadet, tatlılık ve huzur. Şehadet balı.

sekafe

  • Akıllılık.

semanet

  • Semizlik, yağlılık, besililik.

semn

  • Semizlik, beslilik, yağlılık.
  • Tereyağı.

sempati

  • Cana yakınlık, sıcak kanlılık. (Fransızca)
  • Tıb: Her omurilik boyunca olan sağlı sollu yirmi üç boğumdan geçen iki paralel ağ şeklinde sinir sistemi. (Fransızca)

şerafet / şerâfet / شرافت / شَرَافَتْ

  • Şeriflik, şereflilik. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) torunu Hz. Hüseyin'in (R.A.) sülâlesinden ve onun izinden giden temiz müslümanlık hâleti.
  • Şereflilik.
  • Şereflilik.
  • Şereflilik. (Arapça)
  • Soyluluk. (Arapça)
  • Şereflilik.

şeraret / şerâret / شرارت

  • Şerlilik, kötülük, fenalık.
  • Kıvılcım.
  • Şerlilik, kötülük.
  • Şerlilik, kötülük.
  • Kötülük, şerlilik. (Arapça)

serbazi / serbazî

  • Yiğitlilik, cesurluk, korkusuzluk. (Farsça)

serkeşane / serkeşâne

  • İtaatsizlikle, dikbaşlılıkla, inatla. (Farsça)

serkeşi / serkeşî / سركشى

  • İtaatsizlik, inatçılık, serkeşlik, dikbaşlılık. (Farsça)
  • Dikkafalılık, inatçılık. (Farsça)

sermed

  • Süreklilik, devamlılık.

sermediyet

  • Süreklilik, devamlılık.
  • Daimlik, süreklilik. Sonsuzluk, ebedîlik.
  • Rabbanîlik ve uluhiyyet.
  • Ebedîlik, süreklilik.

sermediyet-i hakimiyet / sermediyet-i hâkimiyet

  • Egemenliğin devamlılığı.

sermediyet-i uluhiyet / sermediyet-i ulûhiyet

  • Allah'ın ortak kabul etmeyen ilâhlığının sonsuzluğu ve sürekliliği.

servet-i akl

  • Akıllılık. Akıl zenginliği.

servet-i ilmiye

  • Bilgililik, âlimlik, ilim zenginliği.

şetaret

  • Şenlik. Şatır ve şuh olmak.
  • Yarım olmak.
  • Göz ucuyla bakmak.
  • Hafiflik. (Ağırbaşlılığın zıddı.)

setr-i gayb

  • Gizlilik perdesi.

sevdageri / sevdagerî

  • Âşıklık, sevdalılık. (Farsça)

şeyb / شيب

  • İhtiyarlık. Yaşlılık.
  • Saç, sakal ağarması.
  • Yaşlılık, ihtiyarlık. (Arapça)

seyf-i burhan

  • Burhanın, delilin kılıcı.

şeyhuhet / şeyhûhet / شيخوخت

  • Yaşlılık, ihtiyarlık.
  • (Şihet-Şeyhuhiyet) İhtiyarlık, yaşlılık.
  • Yaşlılık. (Arapça)

seykane

  • İnce bellilik.

şiddet-i ateş

  • Ateşin şiddetliliği.

şiddet-i belağat / şiddet-i belâğat

  • Belağatın kuvvetliliği, etkinliği.

şiddet-i hafa / şiddet-i hafâ

  • Aşırı gizlilik, kapalılık.

şiddet-i iltizam

  • Çok sıkı bağlılık.

şiddet-i lüzum

  • Şiddetli gereklilik, ihtiyaç.

şiddet-i rabıta

  • Tam, şiddetli bağlılık.

şiddet-i tehalüf

  • Büyük farklılık, aşırı değişiklik.

sıddık-ı ekber

  • Hz. Peygambere bağlılıkta en ileride olan, Hz. Ebûbekir.

sıddıkin-i muhakkıkin / sıddıkîn-i muhakkıkîn

  • Allah'a bağlılıkta en önde olan ve hakikatleri araştıran âlimler.

sıddıkıyet

  • Allah'a olan bağlılığın en ileri derecede olması.

sıddıkiyet

  • Bağlılık.

sıddikiyet / sıddîkiyet

  • Sadâkat ve doğrulukta en ileri oluş. Çok sâdık olma hâli. Velilik mertebesinin nihâyeti. Peygamberlik mertebesinin bidâyeti olan makam.
  • Aşere-i Mübeşşere'nin birincisi ve ilk halife olan Hz. Ebubekir'in (R.A.) nâmı ve sıfatıdır.
  • Çok doğru olup, hiç yalan söylememek.

sıdk

  • Doğruluk, doğru söz, samimilik, bağlılık.

sıhr / صهر

  • Evlilikten doğan akrabalık. (Arapça)

sıhriyet / صهریت

  • Evlilikten doğan akrabalık, kan bağı. (Arapça)

sıla-i rahm

  • Akrabâyı, yâni ana, baba, dede, çocuklar ve torunları; süt ve evlilik yoluyla olan yakınları ziyâret etmek, gözetmek ve onlara yardım etmek.

simen

  • Semizlik, yağlılık, besililik.

simn

  • (Simâne) : Semizlik, yağlılık, besililik, şişmanlık.

sinn-i büluğ / sinn-i bülûğ

  • Büluğ yaşı, ergenlik (evlilik) çağı.

sır

  • Gizlilik, gizli bilgi, kalbî bir his.

şirini / şirinî

  • Tatlılık, cana yakınlık, sevimlilik. (Farsça)

sırr-ı lüzum

  • Gerekliliğin sırrı.

sırr-ı velayet / sırr-ı velâyet

  • Velîlik sırrı.

sırri / sırrî

  • (Sırriyye) Sır ile, gizlilik ile ilgili.

şöhretperverane / şöhretperverâne

  • Şöhretliliği severek.

su-i hulk

  • Kötü ahlâk. Dine, ahlâka yakışmayan fena ahlâklılık.

şuayb-ı emn ü adalet

  • Hz. Şuayb'in (a.s.) adaleti ve güvenilirliliği.

sükun-i dem / sükûn-i dem

  • Soğukkanlılık.

sükunet / sükûnet

  • Vakarlılık, ciddiyet.
  • Durgunluk. Rahatlık.
  • Hareketsizlik.

taaddüd-ü ezvac / taaddüd-ü ezvâc

  • Çok evlilik.

taaddüd-ü zevcat

  • Birden fazla kadınla evlilik.
  • Bir kaç kadınla evlilik hali.

taaddüdüzevcat / taaddüdüzevcât

  • Birden fazla evlilik.

taalluk

  • Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma.
  • Dünya alâkası.
  • Sevme.

taassub

  • Aşırı derecede, körükörüne bağlılık.

taassub-u dini / taassub-u dinî

  • Dine şiddetle bağlılık, körükörüne bağlılık.

taassub-u mezhebi / taassub-u mezhebî

  • Bir mezhebe aşırı derecede bağlılık.

taassubat-ı kavmiye / taassubât-ı kavmiye

  • Kendi kavminin ve milletinin kurallarına sıkıca bağlılık.

taassup

  • Aşırı derecede, körü körüne bağlılık.

tabaka-i mesturiyet

  • Gizlilik tabakası.
  • Gizlilik tabakası. Örtülü oluş.

taben

  • (Tabâne-Tabâniye) Akıllılık.

tadabbüb

  • Besililik. Semizlik.

tafaddul

  • Faziletlilik iddia etmek, üstünlük iddiasında bulunmak.

tahakkümi / tahakkümî

  • Mânasız iddia. Delilsiz, isbatsız haklılık dâva etmek, Mânasız mücerred dâva.

tahdid-i sinn

  • Yaş haddi. Emeklilik.

tahiyye

  • Selâmlar, dualar. Hayır duâları.
  • Mülk, beka ve devamlılık.
  • Namazın iki ve dört rek'atı sonunda okunan Ettahiyyat duası.
  • Selâm verme ve hayır dua etme.
  • Mülk ve mâlikiyet.
  • Selâmlar, dualar, hayır duaları, mülk, beka ve devamlılık, namazın iki ve dört rekâtı sonunda okunan Ettahiyyat duası.

tahlil

  • Müşkül meseleyi halletmek.
  • Bir şeyi kolaylıkla tutmak.
  • Eritmek.
  • Bir şeyi helâl kılmak.
  • Yemine kefaret etmek.
  • Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması.
  • Fiz:

tahrimen mekruh / tahrîmen mekrûh

  • Kur'ân-ı kerîmdeki ve hadîs-i şerîfteki delîlinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın olan fiil, iş.

takayyüd

  • Kayıt altında olma, sınırlılık.

taklid / taklîd

  • İnanılacak şeylerde düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, görerek inanma, îmân etme.
  • Amelde yâni yapılacak işlerde delîlini araştırmadan bir müctehidin ictihâdlarına (mezhebine) uyma, bağlanma.
  • Kendi mezhebine göre yapmasında harâc (meşakkat) veya zarûret buluna

talak-ı bain / talâk-ı bâin

  • Boşanmada kullanılan sözleri söyler söylemez evliliği sona erdiren boşama. Zevceye yaklaşmadan önce veya yaklaştıktan sonra beynûneti yâni ayrılığı ifâde eden kinâyî yâni açık olmayan bir söz ile yapılan veya sarîh yâni açık bir söz ile yapılıp da aç ıkça veyâ işâretle üç adedine bağlı bulunan veya

tarab

  • Sevinçlilik.

tararet

  • Semizlik, besililik, şişmanlık.

tarasrus

  • Katı olmak, şiddetlilik.
  • Sağlam olmak.

tarif / târif

  • (Ar. gr.) Marife yapma; tanımlama; bir amaca binaen bir ismi belirlilik anlamı katan eliflâm takısı ile birlikte zikretmek.

tarik-i ahmediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gösterdiği velîlik yolu.

tarik-i velayet / tarik-i velâyet

  • Velilik yolu.

tarik-ı velayet serlevhası / tarik-ı velâyet serlevhası

  • Velilik yolunun başlığı; 29. Mektubun 9. kısmı olan Telvihat-ı Tis'a.

tebane

  • Zeyreklik, akıllılık.

tebayün-i mesalik

  • Mesleklerin farklılığı.

tebayünat / tebayünât

  • (Tekili: Tebayün) Tebayünler, iki şey arasındaki farklılıklar.

tecanüs

  • Bir cinsten olma.
  • Birbirine sıkı sıkı bağlılık, benzeyiş ve uygunluk.

tecdid-i biat / tecdid-i bîat / tecdîd-i bîat / تَجْد۪يدِ ب۪يعَتْ

  • Biatını, bağlılığını, itimadını tekrarlamak, yenilemek.
  • Bağlılık sözünü yenileme.
  • Bağlılığını yenileme.

tedavül

  • Elden ele dolaşma.
  • Kullanma.
  • Sürüm.
  • Geçerlilik.

tefaddul

  • Faziletlilik iddiasında bulunmak. Üstünlük taslamak.
  • Bir kimseyi inâyet, ihsan ve kerem ile memnun etmek.

tefavüt / tefâvüt / تفاوت

  • Farklılık. İki şey arasındaki fark. Uygunsuzluk. Tehâlüf.
  • Farklılık.
  • Farklılık.
  • Farklılık. (Arapça)

tefavüt-ü cismi / tefâvüt-ü cismî

  • Görünüşteki farklılık.

tefavüt-ü şekavet

  • Sıkıntıların, musibetlerin farklılığı.

tefennün

  • Çeşitlilik.

tehalüf / tehâlüf / تخالف

  • Uygunsuzluk, uymama. (Arapça)
  • Farklılık. (Arapça)

tekaüd / tekâüd / تقاعد

  • Oturma. Fârig olma.
  • Karşılıklı oturma.
  • Emeklilik.
  • Emeklilik.
  • Emeklilik. (Arapça)
  • Tekâüd olmak: Emekliye ayrılmak, emekli olmak. (Arapça)

tekfur

  • Tar: Bizans İmparatorluğunun valilik derecesindeki idarî hizmetlerinde bulunan kimseler.

telattufkar / telattufkâr

  • Lütuf, nezaket ve tatlılıkla muamele eden. (Farsça)

temerrüd / تمرد

  • Dikbaşlılık, direniş. (Arapça)
  • Temerrüd etmek: Direnmek, dikbaşlılık etmek. (Arapça)

temkin / temkîn / تمكين

  • Ağır başlılık, usluluk.
  • Ölçülü hareket sâhibi.
  • Vakar, izzet. İktidar, kudret.
  • Birini bir şeye muktedir kılmak.
  • Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak.
  • Tedbir, ihtiyat.
  • İhtiyatlı davranma. (Arapça)
  • Sağlamlık. (Arapça)
  • Ağırbaşlılık. (Arapça)

tenevvü

  • Çeşitlilik.

tenevvü' / تنوع

  • Çeşitlilik. (Arapça)

tenevvü-ü esma / tenevvü-ü esmâ

  • İsimlerin çeşitliliği.

tenevvü-ü hacat / tenevvü-ü hâcât

  • İhtiyaçların çeşitliliği.

tenevvü-ü hissiyat

  • Duyguların çeşitliliği.

tenevvü-ü şerayi' / tenevvü-ü şerâyi'

  • Şeriatlerin çeşitliliği.

tenvin-i tenkir

  • Gr. nekre tenvini; kelime sonlarına gelerek o kelimeye kapalılık ve belirsizlik mânâsı veren iki üstün (en), iki esre (in) ve iki ötre (ün) işareti.

teradüf

  • Eş anlamlılık.

tercüman-ı ayat-ı tekviniye / tercüman-ı âyât-ı tekviniye

  • Kâinatta Allah'ın varlığının birer delili olan maddî ayetleri insanlara tercüme eden, rehber.

teşaub-u akvam / teşâub-u akvam

  • İnsanlığın çeşitli milletlere ayrılması, etnik çeşitlilik.

tesbih

  • Dâim olmak, süreklilik.
  • Bir kimseyi hayatında sena edip övmek.

teselsül / تَسَلْسُلْ

  • Burhân-ı tatbîk delîli ve benzerlerinde, Allahü teâlânın varlığının lâzım olduğunu isbat etmekte kullanılan delillerden biri. Hâdislerin (sonradan var olan şeylerin) birbirinin varlığına sebeb olarak geriye doğru sonsuza kadar zincirleme birbiri ardı sıra gitmesi.
  • İddiâyla delilin birbirine bağlı olmasıyla ihtilâfın sürüp gitmesi.

teslimiyet

  • Bağlılık, kendini Allah'ın iradesine bırakma.

tevazün / tevâzün

  • Dengelilik, tartılılık.

tevhid / tevhîd

  • Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak, O'na kimseyi ortak etmemek. Yâni Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ibâdete lâyık bir ilâh yoktur. O'nun ortağı benzeri yoktur) sözünü, mânâsına inanarak söylemek.
  • Tasavvufta kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere bağlılıktan kurtarmak.

tevliyet

  • Bir vakfın işlerine bakma vazifesi. Mütevellilik.
  • Yüz çevirme, yüz döndürme.
  • Fık: Sâhib olunan malı peşin değeri ile başkasına tevcih etme.

tevrat

  • Hz. Musâ Aleyhisselâm'a nâzil olan kitab-ı mukaddesin nâm-ı celili. (Hakiki Tevrat, Kur'an-ı Kerim ile barışıktır. Şimdiki ise, çok yerleri değiştirilmiş, tahrif edilmiştir. Bu kitabın aslından az bir şey kalmıştır. Aklı başında ve İslâmiyeti, Kur'an-ı Kerim'i tetkik eden Yahudiler de hidayeti seçmi

tevziniyet

  • Dengelilik.

teyakkuz-ı arifane / teyakkuz-ı ârifâne

  • Bilen birine yakışır bir şekilde bir uyanıklılık.

teyakkuz-u tam

  • Tam bir uyanıklılık; bütün yönleriyle uyanık ve dikkatli olma hâli.

teyemmüm

  • Su bulunmadığı veya bulunup da özür sebebiyle kullanmak mümkün olmadığı takdirde; temiz toprak veya taş, kum, kerpiç gibi toprak cinsinden bir şey ile hadesi yâni mânevî kirliliği, abdestsizliği gidermek için, elleri toprağa sürüp yüzü ve kolları mesh etmek.

tezevvüc / تزوج

  • Evlilik, evlenmek.
  • Evllilik, evlenme. (Arapça)

tezevvücat / tezevvücât

  • Evlilikler.

tırk

  • Kuvvet.
  • Besililik, semizlik.

tiryakilik

  • Bağımlılık.

Troçkizm / Troçkist

  • Troçkizm, Marksizm'in Troçki'nin bakış açısıyla yorumlanmasıdır. Aynı zamanda 1917 Ekim Devrimi'nden sonra ortaya çıkmış bir ayrımı ifade eder. Sovyetler Birliği'nde "sol muhalefet" olarak örgütlenmiş, Troçki'nin kurduğu 4. Enternasyonal'le başlayarak günümüze kadar gelmiştir. Troçkizm'in en önemli unsurları; özgürlüğü ortadan kaldıracak bir sistem olarak görülen "tek ülkede sosyalizmi" fikrinin reddi, dünya devrimi fikri, enternasyonalin gerekliliği, sürekli devrim ve Doğu Bloku ülkelerinin gerçek sosyalizm olmadığı fikirleridir.

    Kaynak: Wikipedia: https://tr.wikipedia.org/wiki/Troçkizm


tugyan

  • Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık.
  • Kan galebe etmesi hali.
  • Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak.
  • Su baskını.

türab-ı hafa / türab-ı hafâ

  • Gizlilik toprağı.

turuk-u velayet / turuk-u velâyet

  • Velîlik yolları.

ubudiyyet

  • Kulluk, kölelik, bağlılık, aşırı mensupluk.

udme

  • Buğday renklilik.
  • Beyazı çok olan deve.

uhuvvet

  • Kardeşlik, dostluk, bağlılık.

ukala / ukalâ

  • (Tekili: Âkıl) Akıllılar.
  • Halk dilinde: Akıllılık iddia edenler.
  • Akıllılar, akıllılık taslayanlar.
  • Akıllılar.
  • Akıllılık iddia edenler, ukelalar.

ukbe bin amir bin kays el-cüheni / ukbe bin amir bin kays el-cühenî

  • Ashab-ı Kiramın mümtaz fakihlerinden ve Kur'an-ı Kerim'i ezberleyip yazanlardandır. 55 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Mısır Valiliğinde bulunmuş ve orada Hicri 58 tarihinde vefat etmiştir.

ukde

  • Düğüm, bağ.
  • Karışık ve müşkil iş. Zorluk, zor iş. Vâlilik ve halifelik için akdolunan biat.
  • Ağaçlık yer.
  • Pelteklik, kekemelik.
  • Arzu edip de ulaşamadığından dolayı içe dert olan şey.

ülkü

  • Bazı öz türkçecilik taraftarlarınca kullanılmış bir kelimedir. Divan-ı Lügat-ıt Türk'te "Peyman" mânasına geldiğine merhum A. Hamdi Elmalılı işaret ediyor: "Ahd ü misak" da denir. Emanî, ideal mânâsına kullananlar varsa da yanlıştır.

uluvv-i himmet / ulûvv-i himmet

  • Yüksek gayretlilik.

ulüvv-ü cenab / ulüvv-ü cenâb / عُلُوُّ جَنَابْ

  • Yüksek ahlâklılık.

ulüvv-ü himmet

  • Yüksek himmetlilik, gayret ve himmeti çok olmak.

ünvan-ı velayet / ünvan-ı velâyet

  • Velîlik ünvanı.

üveysi / üveysî

  • (Üveysî tarzı) Veysel Karanî Hazretleri gibi sevdiği ve kendisine bağlı olduğu zatı görmeden ve gaybî olarak olan muhabbet ve bağlılık; ve bu muhabbetle bağlı olduğu zattan manevî feyz almak tarzı.

uzubet / uzûbet / عذوبت

  • Tatlılık, şirinlik.
  • Tatlılık. (Arapça)
  • Şirinlik, alımlılık. (Arapça)

uzubet-i lisan / uzubet-i lisân

  • Tatlı dillilik. Dil tatlılığı.

uzviyet

  • Uzuv oluş. Canlılık. Canlı uzva ait.

vacib / vâcib

  • Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
  • Varlığı zorunlu olan.

vahdet-i vücud

  • Varlıkların tek asıldan çıkma inanışı.. Tasavvufî bir görüş. Varoluşun tek kaynağa bağlılığı.

vak'

  • Ağırbaşlılık. Ağırlık.
  • Yüksek yer.

vakar / وقار

  • Ağırbaşlılık, ciddiyet.
  • Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı.
  • Ağırbaşlılık. Halim ve heybetli oluş. Nâmusu muhafazayı mucib haslet. Temkinlilik. Azamet ve izzet.
  • Ağırbaşlılık, saygınlık.
  • Ağırbaşlılık. (Arapça)

vakār / وَقَارْ

  • Haysiyetini koruma, ağırbaşlılık.

vakar-ı ilmiye

  • İlimden gelen ağırbaşlılık.

vakurane / vakûrâne / وقورانه

  • Ağırbaşlılıkla. Düşünce ve tedbirlilikle. Temkinle. (Farsça)
  • Ağırbaşlılıkla. (Arapça - Farsça)

vazifedarlık

  • Görevlilik.

vecahet

  • Güzellik, güzel yüzlülük, gösterişlilik.
  • Haysiyet, şeref, onur, itibar.

vekil-i delil

  • Rehber olarak görünen, ispat delili.

velayat / velâyât

  • Velâyetler, velîlikler.
  • Velîlikler.

velayet / velâyet / ولایت / وَلَايَتْ

  • Veli olan kimsenin hali. Velilik, dervişlik.
  • Dostluk.
  • Sadakat.
  • Başkasına sözünü geçirmek. Bir şeye kudret cihetiyle bizzat mutasarrıf olmak.
  • Velîlik.
  • Velîlik, ermişlik.
  • Velîlik. (Arapça)
  • Dostluk. (Arapça)
  • Otorite. (Arapça)
  • Velilik.

velayet-i ahmediye / velâyet-i ahmediye

  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) velâyeti, veliliği.

velayet-i kamile / velâyet-i kâmile

  • Mükemmel velilik; kulluk noktasında mânevî mertebeleri aşarak Allah'ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme mükemmelliği.

velayet-i kübra / velâyet-i kübrâ / وَلَايَتِ كُبْرَا

  • Büyük velilik. Akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafına bakan ve veraset-i nübüvvetten gelen gayet kısa, fakat yüksek olan ve tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikata geçen velilik mesleği. (Sahabeler gibi)
  • En büyük velîlik; tarikat berzahına uğramadan, zahirden hakikate geçen ve peygamber varisliğinden gelen velîlik.
  • İlim ve amel yoluyla mazhar olunan en büyük velîlik.

velayet-i saire / velâyet-i saire

  • Diğer velîlik usulleri.

velayet-i suğra / velâyet-i suğrâ

  • Küçük derecedeki velilik.

velayet-i vusta / velâyet-i vustâ

  • Orta derecedeki velilik.

veled-i nameşru / veled-i nâmeşru

  • Evlilik dışı ilişki sebebiyle doğan çocuk.

vicdaniyyat

  • Vicdanlılıklar. Vicdana ait hususiyetler ve hisler.

vilayet / vilâyet

  • Evliyâlık, velîlik makâmı, Allahü teâlâya yakın olma, gafletten uzak bulunma.
  • İl.
  • Velilik, ermişlik.
  • Veli olan kimsenin hali.
  • Başkasına sözünü geçirme.

vücub / vücûb / وجوب

  • Sınırsız gereklilik.
  • Gereklilik. (Arapça)

vücub ve lüzum

  • Zorunluluk ve gereklilik.

vücub-u sani / vücub-u sâni

  • Herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ın varlığının gerekliliği.

vücub-u teşebbüs

  • Girişimin gerekliliği.

vücup

  • Kesinlik, gereklilik.

vuhufet

  • Kılın yumuşak ve çok siyah olması.
  • Çok fazla kıllı oluş, çok kıllılık.

vüzub

  • Lüzumluluk, icab etme, gereklilik.

vuzuh-u delil

  • Delilin açıklığı.

yed-i muhsin / يَدِ مُحْسِنْ

  • İyililik edici el.

yemin

  • Sözü Allah'ı (C.C.) zikrederek kuvvetlendirmek. Kasem.
  • El tutuşarak, Allah'a bağlılıklarını bildirerek, Allah'a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek.
  • Mübarek.
  • Sağ taraf, sağ el.

zaruret / zarûret

  • Zorunluluk, gereklilik.

zeberdesti / zeberdestî

  • Maharetlilik, ustalık. (Farsça)
  • El üstünlüğü, üstünlük, galibiyet. (Farsça)

zehadet

  • Dünyadan, yâni nefsanî, fani ve fena şeylerden çekinmek. Zâhidlik. Sıkı sıkıya dine bağlılık.

zehen

  • (Çoğulu: Zehân) Zeyreklik, akıllılık.
  • Hıfz.
  • Kuvvet.

zeka / zekâ

  • Sebeb ile netîce arasındaki bağlılıkları bulmak, benzeyiş ve ayrılışları anlamak, yeni îcab ve vaziyetlere zihnin en iyi şekilde uyması.

zılliyet / zıllîyet

  • Gölgelilik.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın