REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te leye ifadesini içeren 854 kelime bulundu...

a'fet

  • En güç sey.
  • Pek akılsız.
  • Peltek konuşan. Kekeleyen.

aborda

  • İtl. Deniz teknelerinin rıhtıma, iskeleye veya başka bir tekneye yanlamasına yanaşması.

adavet-i müsi'

  • Kötülük işleyen kişiye düşmanlık.

agtem

  • Sözü tutkunarak söyleyen. Kekeme.

ah ü enin eden / âh ü enîn eden

  • Ah deyip inleyen.

ahann

  • Sözü burun içinden söyleyen. Burnundan konuşan.

ahir / âhir

  • Zina işleyen. Fasıklık yapan.
  • Tembel kimse.

ahlakıyyat / ahlâkıyyât

  • Ahlâk ilmi ve düsturlarını ve bunların vasıflarını ve tatbiklerini inceleyen, öğreten ilim.
  • Ahlâk ve terbiye ile alâkalı ders ve bahisler.

akd

  • Anlaşma. Sözleşme.
  • Düğümleme. Düğümlenme. Bağ bağlama. Bağlanma.
  • Huk: Nikâh, hibe, vasiyet, bey' u şirâ gibi şer'î bir muameleyi iki tarafın iltizam ve taahhüd etmeleridir, icab ile kabulün irtibatından ibarettir. Böyle bir muameleye mün'akid denir. Bunun böyle vücuda gelmesi

akib / âkib

  • Hemen sonra gelen, izleyen.

akl-ı fa'al

  • İşleyen ve çalışan akıl.

akvaryum

  • Lat. Su hayvanlarını veya bitkilerini besleyebilecek tarzda yapılmış camdan su kabı.

alabanda

  • İtl. Gemilerde dümeni tam sancağa veya iskeleye kırma, yahut geminin bir tarafındaki toplara ateş etme kumandası.
  • Mc:Şiddetle kınama ve azarlama.

alemara / âlemârâ / عالم آرا

  • Dünyayı, âlemi süsleyen. (Farsça)
  • Dünyayı süsleyen. (Arapça - Farsça)

alüvyon

  • Nehirlerin sürükleyerek taşıdığı toprak.

amade / âmâde / آمَادَه

  • Hazır, emir bekleyen.

amay

  • Süsleyen, dolduran mânasına gelir ve kelimelere eklenerek kullanılır. (Farsça)

amede-gu / âmede-gû

  • Hazırcevap. Düşünmeden hemen güzel söz söyleyen kimse. (Farsça)

amelen / عملا

  • Bilfiil, işleyerek, fiilen, çalışarak.
  • Bilfiil, işleyerek. (Arapça)

amelnüvis

  • Kasların çalışmasındaki değişiklikleri işaretleyen âlet. (Farsça)

amil / âmil / عامل

  • Yapan. İşleyen.
  • Sebep.
  • Vergi tahsiline memur kimse.
  • Mütevelli.
  • Vâli.
  • Gr: İraba te'sir eden yüz şeyden altmışı. (Yalnız ismi mecrur yapanlar yirmi adettir).
  • İşleyen, etkileyen.
  • Yapan, işleyen. (Arapça)
  • Faktör, etken. (Arapça)
  • Vergi memuru. (Arapça)
  • Vali. (Arapça)

an'aneli sened

  • Hadis nakledenlerin veya bir haberi söyleyenlerin bu haberi kimden kime söylendiğini belli eden "An filan, an filan" diyerek şahısların isimleriyle beraber rivâyet ve nakledilen kuvvetli ve şüphe götürmeyen sened.

anatomi

  • Canlıların yapısını ve bu yapıyı meydana getiren uzuvları inceleyen ilim dalı. Tıbtaki önemi çok büyüktür.

antropoloji

  • yun. İnsan dediğimiz varlığı inceleyen ilim. İnsan biyolojik özellikleri açısından incelendiğinde biyolojik antropoloji, cemiyet halinde yaşıyan bir varlık olması açısından incelendiğinde sosyal antropoloji veya kültür antropolojisi, insanın mahiyeti, diğer varlıklardan farkı, hayatının mânası, düny

ara / ârâ / آرا

  • Süsleyen. Bezeyen. (Farsça)
  • Süsleyen. (Farsça)

ard-biz

  • Elek, un eleği. (Farsça)
  • Elekle un eleyen kişi. (Farsça)

arras

  • Gürleyen, şimşek çakan.
  • şimşekli.

ashab-ı şuhud

  • Görülmeyen âlemlerdeki hakikatleri gözlemleyebilen kişiler.

asi / âsi

  • İsyan eden. Emirlere itâat etmeyen.
  • Günah işleyen.
  • Meşru idâreyi tanımayıp baş kaldıran.

asim / âsim

  • Günahkâr. Günah işleyen.
  • Günah işleyen, günahkâr.

astronomi

  • Gökteki cisimleri inceleyen ilim.

aşzan

  • Ayağı kesilmiş gibi emekleyerek yürümek.

ateş-zeban / ateş-zebân

  • Ateş dilli. Çok dokunaklı söz veya şiir söyleyen. (Farsça)

atfen

  • Birisinin adına. Birisine yükleyerek.
  • Birinin adına, birine yükleyerek.

ayil

  • Ailesi kalabalık olan.
  • Ailesini besleyen.
  • Aşırı.
  • Fakir.
  • Dengede olmayan terazi.

azir

  • Özür dileyen, özrünün afvedilmesini isteyen.
  • Özür.
  • Sünnet düğünü.

bab-ı cibril / bâb-ı cibrîl

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip

bab-üs-selam / bâb-üs-selâm

  • Mekke-i mükerremede bulunan Mescid-i Haram'ın doğu tarafına açılan kapı. Bâb-ı Şeybe de denir.
  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı Mescid-i Nebî'nin batı duvarında kıbleye yakın olan kapısı. Bâb-ı Mervân diye de bilinen bu kapı, Mescid-i

babilik / bâbîlik

  • On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İran'da el-Bâb Ali Muhammed isminde bir acem tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Kendisinin Mehdî olduğunu iddiâ eden, beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyleyen Ali Muhammed'e el-Bab, onun yoluna da Bâbîlik denildi. Daha sonra Behâîlik adıyla de

bahis / bâhis

  • Anlatan. Bahseden. Araştıran. Araştırıcı.
  • Bir şeye dâir bilgileri içine alan. Bir mes'eleye dair beyanatı ihtiva eden.

bakteriyoloji

  • yun. Bakterilerin ve umumiyetle mikropların biçimlerini, hususiyetlerini inceleyen bilim.

balistik

  • yun. Merminin ateşlendikten sonra hedefe varıncaya kadar uğradığı te'sirleri tedkik edip inceleyen ilim dalı.

bana sebkat eden

  • Beni geçen, ilerleyen.

barik-bin / barik-bîn

  • İnce gören, dikkatle inceleyen, bir şeyi iyice gözden geçiren. (Farsça)

bast-ı özür etmek

  • Bir hata işleyerek başkalarına da nümune olmak, aynı hatayı işlemelerine zemin hazırlamak.

bedihe-gu / bedihe-gû

  • Güzel ve hoş söz söyleyen. Tatlı söz söylemeye alışık olan kimse. (Farsça)

bel'am

  • Terbiyesiz, açgözlü, obur.
  • Hz. Musa (A.S.) hakkında, yalan ve fena söyleyerek Beni-İsrail'i kandıran Bel'am bin Baura adında birinin adı.

beliğ / belîğ / بَل۪يغْ

  • Açık, düzgün söz söyleyen.
  • Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.
  • Hâle uygun söz söyleyen.

ber

  • (Burden) "Götürmek" mastarının emir köküdür. Kelimenin sonuna getirilerek terkipler yapılır. Emirber : Emir dinleyen, emir götüren. Fermanber : Emir veren. Emir dinleyen... gibi. (Farsça)
  • "Alan, dinleyen, yeden, götüren" mânâsında son ek.

berr

  • Doğru sözlü, hayır işleyen kimse.
  • Kara, toprak.

beşir ve nezir / beşîr ve nezîr

  • Müjdeleyen ve sakındıran Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).

beyhan

  • Sır saklamıyan, aklında ve kalbinde olanları söyleyen kimse. Boşboğaz.

biyofizik

  • Canlıların bünyelerindeki hâdiselerin fizikî cephesini inceleyen ilim kolu.

biyokimya

  • Canlıların kimya ile ilgili yapılarını, tepkilerini, belirtilerini inceleyen bilim dalıdır. 19. Asırda başlatılan bu çalışmalarla proteinler, vitaminler, hormonlar anlaşılır duruma gelindi.

biyoloji

  • yun. Canlı varlıkları inceliyen ilim. Hayvanları inceleyen bölümüne zooloji; bitkileri inceleyen bölümüne botanik denir. Biyoloji, incelediği konulara göre çeşitli isimler alır. Canlının dış yapısını inceleyen: Morfoloji; dokuları inceleyen; histoloji canlıların büyüyüp gelişmelerini: embriyoloji; h

biyonik

  • Canlıların, yaşadıkları muhit içinde değişen şartlara uygun nasıl hareket ettiklerini inceleyerek canlıları model almak suretiyle benzer hareketleri yapabilecek makinelerin yapılması işiyle uğraşan ilim ve fen.

botanik

  • Bitkileri inceleyen biyoloji ilmi.

bülbül-i zar / bülbül-i zâr

  • İnleyen bülbül.

bülega / bülegâ

  • Adamına göre güzel söz söyleyenler.

büraka

  • Bütün gün yüzünü süsleyen kadın.
  • Yemek sırasında bir kimseye kızıp, yemeği kimseye vermeyip yalnız yiyen kadın.

büzr

  • Herkesin sözünü dinleyen. Dinleyici.

cadu-suhen

  • Sihirlercesine söz söyleyen. (Farsça)

çakeri / çâkerî

  • Abd'e, köleye ait. (Farsça)
  • Kölelik. Kulluk, abdlik, esirlik, cariyelik. (Farsça)

cami / câmi

  • Toplayan, derleyen.
  • İçerisinde namaz kılınan ve mescidden büyük olan ibadethane.

camiü'l-kelim / câmiü'l-kelim

  • Vecize, kısa olmasına rağmen çok mânâları içine alan söz söyleyen.

cani / cânî / câni / جَان۪ي

  • Kàtil, cinayet işleyen.
  • Cinayet işleyen.
  • Cinayet işleyen.

canih

  • (Cünha. dan) Suç işlemiş, mücrim, cinayet işleyen.

car / câr

  • Çeken, sürükleyen.
  • Komşu.
  • Medet eden, yardımcı.
  • Müşteri.

çark

  • (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. (Farsça)
  • Vapur, değirmen ve dolap çarkı. (Farsça)
  • Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. (Farsça)
  • Dönerek işleyen âlet. (Farsça)
  • Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, efl (Farsça)

cehalet-i avra / cehâlet-i avrâ

  • Tek gözü kör cehalet, insanların hakikatleri görmesini engelleyen cahillik.

celde

  • Fık: Suç işleyen birisine kamçı veya değnekle bir vuruş.

cemaat-i müstemia

  • Dinleyen topluluk.

cevab-ı hakguyane / cevab-ı hakgûyâne

  • Hakkı söyleyen cevaplar.

ceza

  • Karşılık, mukabil, ivaz. Cürüm veya günâh işleyenlere verilen azab.
  • Gr: Şart cümlelerinde ikinci kısım.

cezu'

  • Çok sızlanan, kıvranan, feryad eden. Allah'tan gayrısından imdad bekleyen.

çin

  • "Derleyen, toplayan" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. (Farsça)

cinayet-kar / cinayet-kâr

  • Cinayet işleyen. (Farsça)

cinayetkar / cinayetkâr / جنایتكار

  • Cinayet işleyen, kural ve kanunları hiçe sayarak hareket eden.
  • Câni, cinayet işleyen. (Arapça - Farsça)

cinsiyet

  • Bir kavim ve kabileye mensub olma.
  • Bir cins ile alâkalı olma.

cism-i natık / cism-i nâtık

  • Söz söyleyen cisim. Konuşan cisim. İnsan.

coğrafya

  • Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b

dacuc

  • Çağıran.
  • İnleyen.
  • Sağarken incinen ve inleyen dişi deve.

daiye / dâiye

  • İnsanı bir şeye candan bağlamağa sürükleyen iç duygusu.
  • Mücib ve sebep.
  • Bâis olan husus, vakit ve zamanın bir hâleti.
  • Arzu, hırs.
  • Dava.
  • Bahane.

darb-zen

  • Mâdeni levhalar üzerine kabartma olarak nakışlar işleyen. (Farsça)
  • Kale döven. (Farsça)

demende

  • Saldırıp kükreyen. (Farsça)
  • Üfleyen. (Farsça)

der-kemin

  • Pusu bekleyen, pusuda olan. (Farsça)

desatir-i rabbaniye / desâtir-i rabbaniye

  • Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın düsturları, prensipleri.

desen

  • Eşyanın, rengini göstermeden, yalnız şeklinin bir satıh üzerine çizilmişi. (Fransızca)
  • Bir kumaşı süsleyen şekiller. (Fransızca)

dideban / dîdebân

  • Gözcü, gözleyen.

dil-ara / dil-ârâ

  • Kalbi süsleyen, gönlü zinetlendiren. (Farsça)
  • Gönül avutan, gönül süsleyen.

dilara / dilârâ / دل آرا

  • Gönül süsleyen. (Farsça)

dildil-künan / dildil-künân

  • İnleyenler, acı çekenler, ıztırab çekenler.

din

  • Peygamberin bildirdiği biçimde kulluk görevlerini belirleyen ilâhî nizam.

dükkan-ı rabbani / dükkân-ı rabbânî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın bir dükkân gibi düzenleyerek bütün ihtiyaç maddelerimizi depoladığı yeryüzü.

dürer-bar / dürer-bâr

  • İnciler yağdıran.
  • Mc: Çok kıymetli ve güzel sözler söyleyen.

edib / edîb

  • Edebiyatçı. Güzel ve san'atlı söz söyleyen veya yazan.
  • Edebli, terbiyeli.
  • Güzel hasletleri kendinde toplayan, haddini bilen.
  • Düzgün, güzel ve pürüzsüz söz söyleyen ve yazan, edebiyatçı.

efrenc

  • (Franc. dan) Bu kelime, Ortaçağda teşekkül ederek, o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne'in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız. (Fransızca)

efsane-guy

  • Masal söyleyen, efsane anlatan.

efvek

  • Yalancı, yalan söyleyen.

egann

  • Sözü burnu içinden söyleyen, burnundan konuşan.
  • Otlu dere.

ehl-i adavet

  • Düşmanlık hissi besleyenler.

ehl-i adavet ve haset / ehl-i adâvet ve haset

  • Düşmanlık besleyenler ve kıskananlar.

ehl-i hıfz

  • Kur'ân'ı ezberleyen, kimseler, hâfızlar.

ehl-i ihtisas ve müşahede

  • Görünmeyen âlemlere ait hakikatleri bizzat gözleyen ve bu konuda uzmanlaşan kimseler.

ehl-i islam / ehl-i islâm

  • Müslümanlar. Peygamber efendimizin bildirdiklerinin hepsini beğenen, kalbiyle inanıp, diliyle söyleyen müslüman.

ehl-i kıble

  • Kıbleye yönelen, Müslüman.

ehl-i salib / ehl-i salîb

  • Haç sâhipleri. Târihte papalığın teşvikiyle müslümanlara karşı birleşerek seferler tertipleyen, milyonlarca insanın canına kıyan, devletlerin yıkılmasına sebeb olan hıristiyan milletler topluluğu, haçlılar, hıristiyanlar.

ehl-i şekavet

  • İslâmiyetin müsâade etmediği çeşitli rezâlet işleyen bedbaht.

ehl-i tevhid / ehl-i tevhîd / اَهْلِ تَوْح۪يدْ

  • Allahı birleyenler.

ehl-i vahdetü'ş-şuhud

  • Görünen herşeyin Allah'ın varlığını gösterdiğini söyleyen kimseler.

ehl-i zenb

  • Günah işleyenler.

ekol

  • (Ecole) Fikir üzerinde işleyen bir nevi mekteb. (Fransızca)
  • Bir üstadın talebeleri. Bir üstadın mesleği, tarzı. (Fransızca)

ekolali

  • yun. Psk: Sesleri taklit etme, yansıtma. Çocuk dünyaya geldiği zaman çevresinde konuşulan dilin seslerini çıkaramaz. Kendine mahsus sesleri çıkarır. Çevrede konuşulan dilleri dinleye dinleye çevredeki sesleri taklid etmeye başlar, bu taklid edebildiği sesleri sık sık tekrar eder. Meselâ: ba, ba, ba

ektem

  • Çok sır saklayan, esrar gizleyen kimse.
  • Büyük karınlı ve şişman olan adam.

ekzef

  • (Kazf. den) Çok iftira eden. Başkası hakkında çok aleyhde yalan söyleyen.

emirber

  • Emir dinleyen.

emma ba'd / emmâ ba'd

  • Bundan sonra, asıl meseleye gelince mânâsında; söz başı, besmele, hamdele ve duadan sonra söylenen söz, fasl-ı hitâb (söze başlama).

emma ba'dü / emmâ ba'dü

  • Bundan sonra, asıl meseleye gelince mânâsında olup, söze başlarken kullanılan ve gelecek ifadenin büyük önemini bildiren söz.

emri kanun / emrî kanun

  • Cenâb-ı Hakkın doğrudan emrinden gelerek vasıtasız işleyen kanunu.

enindar / enindâr / enîndar / enîndâr

  • İnleyen, enin eden. (Farsça)
  • İniltili, inleyen.
  • İnleyen.

ennane

  • Çok inleyen ve çok şikâyetçi olan kadın.

enne

  • Çok inleyen.

ensar

  • (Tekili: Nâsır) Yardımcılar. Müdâfiler.
  • Peygamberimiz Resul-ü Ekrem (A.S.M.) Mekke'den Medine'ye hicretinde Onun mücadelesine iştirak edip ona yardımcı, müdâfi, muhafız vaziyetini alan ve Cenâb-ı Hak'tan ve Hz. Peygamber'den (A.S.M.) yardım ve nusret dileyen Sahabe-i Kiram hazeratı.

erike-ara / erike-ârâ

  • Tahtı güzelleştiren, süsleyen (Padişah.) (Farsça)

erike-pira / erike-pirâ

  • Tahtı süsleyen, pâdişah. (Farsça)

esma-i mevsule / esmâ-i mevsule

  • Mânâsı kendisinden sonra gelen cümle içinde açıklanan ve bu cümleyi kendinden sonra gelen cümleye bağlayan kelimelerdir.

esma-i mevsule ve müpheme / esmâ-i mevsûle ve müpheme

  • Gr. ism-i mevsuller; mânâsı kapalı isimler; mânâsı kendisinden sonra gelen cümle ile açıklanan ve bir ismi başka bir cümleye bağlayan kelimedir.

etnografya

  • (Etnografi) yun. Kavmiyyat. Kavimlerin, milletlerin gelişmesini, terakkisini ve has vasıflarını inceleyen, onların kültürlerinden bahseden ilim kolu.

etnoloji

  • yun. Kavimleri, ayrı dil ve ırktan toplumların hayat ve özelliklerini inceleyen ilim. Önce hristiyan misyonerleri dinlerini yaymak için kavimlerin özelliklerini öğrenme ihtiyacını duymuşlar ve onların zayıf damarlarından faydalanmayı düşünmüşlerdir. 19.yy.dan itibaren ilmî gaye ile araştırmalar yapı

evkaf

  • (Tekili: Vakıf) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar.Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen

evreng-zib

  • Tahtı süsleyen. Hükümdar, padişah. (Farsça)

evsaf-ı ilahiye / evsâf-ı ilâhiye

  • Cenâb-ı Allah'ın Zâtını niteleyen yüce vasıflar.

ezhar-ı müzeyyene-i ravza-i safaiye

  • İçinde safâ sürülecek olan bahçeyi süsleyen çiçekler.

ezlak

  • Aleyhte söz söyleyen adam.
  • Keskin olan şey.

fa'al / fa'âl / فَعَّالْ

  • (Mübalâgalı ism-i fâil) Çok işleyen ve çalışan. Durmayıp işleyen. Çalışkan. Devamlı iş yapan.
  • Çok işleyen.

faal

  • Çalışkan, işleyen.

facir / fâcir / فاجر

  • Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen.
  • Açıktan günâh işleyen, haram ve günâha dalmış. Fâsık.
  • Kâfir.
  • Günah işleyen.
  • Günah işleyen. (Arapça)
  • Karşı cinse düşkün olan. (Arapça)

fahişe / fâhişe

  • Büyük günahlar işleyen iffetsiz kadın.

fail / fâil

  • İşi yapan. Fiili işleyen.
  • Gr: Masdarın mânasını meydana getirene denir.
  • İşleyen, yapan.
  • Te'sirli, etkili.

fail-i hayr / fâil-i hayr

  • Hayır işleyen, hayır sahibi.

fakirhane / fakirhâne

  • Mütevazilikle söz söyleyen kişinin evi.

fani olma / fâni olma

  • Bir meseleye kendinden geçer derece kendini verme.

fasih / fasîh

  • Fasahat sâhibi. Hatasız olarak söyleyen. Açık ve güzel konuşan.

fasık / fâsık

  • Allah'ın emirlerini tanımayan, günah işleyen.
  • (Fısk. dan) Günahkâr. Hak yolundan hâriç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse.

fasık-ı mütecahir / fâsık-ı mütecahir / fâsık-ı mütecâhir

  • Açıktan açığa kimseden sıkılmadan günah işleyen; işlediği günah ile övünen.
  • Açıktan açığa kimseden sıkılmadan günah işleyen. İşlediği günah ile övünen günahkâr kimse. (Böylelerin aleyhinde konuşmak gıybet sayılmaz.)

fatımi / fatımî

  • (Fâtımiyye) Hz. Fatıma Sülâlesinden olmak iddiasında bulunan, önce kuzey Afrika, sonra Mısırda hükümet süren sülâleye mensub meliklerin takındıkları isimdir. (Mi: 910-1171) İsmâiliye nâmında bâtıl fırkadandırlar. Salâhaddin-i Eyyubî, ordusu ile, Fâtımîlerin hâkimiyetine son verdi.

fecere

  • (Tekili: Facir) Günah işleyenler, günahkârlar, zinakârlar, fâcirler.
  • Günah işleyenler.

fecfac

  • Çok söyleyen.

felsefe

  • Yunanca (Philosophos)dan Arapçalaşmış. Feylesofların mesleği.
  • İlm-i hikmet.
  • Maddeyi, hayatı ve bunların çeşitli tezâhürlerini, sebeblerini, ilk unsurları ve gaye cihetinden inceleyen fikri çalışma ve bu çalışmaların neticelerini toplayan ilim.
  • Herkesin hususi fikri. M

fenn-i hayvanat

  • Zooloji ilmi; hayvanları inceleyen ve onlar hakkındaki bilgi veren ilim dalı.

fenn-i hikmetü'l-eşya

  • Felsefe ilmi; varlıkların hikmetlerini inceleyen ilim.

fenn-i menafiu'l-aza / fenn-i menâfiu'l-âzâ

  • Organların yararlarını inceleyen fen, anatomi; canlıların yapısını ve bu yapıyı oluşturan organları inceleyen bilim dalı.

fenn-i nebatat

  • Botanik ilmi; bitkileri inceleyen ve onlar hakkında bilgi veren ilim dalı.

fi'len / فعلا

  • Yaparak, işleyerek, bilfiil. (Arapça)

fiilen

  • Gerçekten, işleyerek, hakikatte.

fisal

  • (Tekili: Fasıl) Ayrılmış olanlar.
  • Yavrunun sütten kesilmesi.
  • Kısa duvar.
  • İnsanların lehinde veya aleyhinde söz söyleyerek para toplıyan.
  • Ana sütünden kesilmiş hayvan yavrusu (Füslan, fislan şeklinde de olur.)

fizyoloji

  • Doku ve organların vazifelerini ve bu görevlerin nasıl yapıldığını inceleyen ilim kolu.

füccar / füccâr

  • (Tekili: Fâcir) Günahkârlar. Açıktan günah işleyenler.
  • Günahkârlar, açıktan günah işleyenler.

fünun-u kainat / fünun-u kâinat

  • Kâinatı inceleyen ilimler, fenler.

fursat-cu / fursat-cû

  • Fırsat bekleyen, fırsat arıyan. (Farsça)

galat-gu / galat-gû

  • Yalan yanlış söyleyen. (Farsça)

gamus yemini / gamûs yemîni

  • Geçmişteki bir hâdise için, bile bile yalan söyleyerek, yemîn etmek.

gamze-i cadu / gamze-i câdu

  • Büyüleyen gamze. Süzgün bakış.

gardiyan

  • Hapistekileri bekleyen görevli.

gasl

  • Yıkamak, yıkanmak. Ölünün cenâze namazı kılınmadan ve kefenlenmeden önce teneşir tahtası üzerinde, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırıp, göbeğinden dizlerine kadar bir örtü ile kapatılarak yıkanması.

gevher-nisar

  • Cevher serpen. (Farsça)
  • Mc: Düzgün konuşan, güzel söz söyleyen. (Farsça)

gıda-bahş

  • Gıda veren, besleyen.

göz boyamak

  • Mc: Aldatmak, hileye düşürmek. (Türkçe)

gülşen-ara / gülşen-ârâ

  • Gül bahçesini süsleyen. (Farsça)

günahkar / günahkâr

  • Günah işleyen, günahlı. (Farsça)

gurran / gurrân / غران

  • Haykıran, gürleyen, homurdayan. (Farsça)
  • Kükreyen. (Farsça)
  • Gürleyen. (Farsça)

gurre

  • Parlaklık. Her şeyin başlangıcı. Bu cihetle, kameri ayların ilk günlerine gurre-i şehr denilmiştir. Köleye, cariyeye ve malların en güzidelerine, gurret-ül emval denir. Güzel parlak yüze, vech-i agarr; açık ve nurani alına, cebhe-i garra denir ki, aynı asıldan müştaktırlar.
  • Fık: İska

guş-dar

  • "Kulak tutan." Sözü tam mânasıyla dinleyen, kulak veren. (Farsça)

guy

  • Söyleyen, konuşan, söyleyici. (Farsça)
  • Kelâm, söz. Acemlere mahsus bir cins oyun topu. (Farsça)
  • Baykuş. (Farsça)
  • "Diyen, söyleyen" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Rast-gu(y) : Doğru söyleyen. Suhan-gu(y) : Söz söyleyen, konuşan.

güya

  • Sanki. Ke-ennehu. Söyle. Tut. Farzet. (Farsça)
  • Söyleyen. (Farsça)

güyan

  • Söyleyen. (Farsça)

güyende

  • Söyleyici. Söyleyen. Kail olan. (Farsça)

güzide-suhen / güzîde-suhen

  • Beğenilmiş söz söyleyen, seçkin sözler konuşan. (Farsça)

habi

  • Sürünüp emekleyen ufak çocuk.

hadd-i te'dib

  • Bir suç işleyeni başkalarına örnek olacak şekilde cezalandırmak. Darp ve ta'zir gibi.

hadd-i zina

  • Zinâ suçu işleyene verilen ceza.

hadi / hadî

  • Birinci.
  • Mazluma yardım eden.
  • Deveyi şarkı söyleyerek süren.

hadis-i maktu' / hadîs-i maktû'

  • Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâmakadar bilinip, Tâbiîn'den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler.

hadis-i müstefiz / hadîs-i müstefîz

  • Söyleyenleri üçten çok olan hadîs-i şerîfler.

hafaza melekleri

  • Koruyucu melekler, her insanın hayır (iyi) ve şer (kötü) işlerini yazan; ikisi gece, ikisi gündüz gelen ve kötülüklerden ve cinlerden koruyan melekler. Bunlara Kirâmen kâtibîn melekleri diyenler olduğu gibi, onlardan başka olduğunu söyleyenler de olm uştur.

hafi / hafî

  • Gizli, kapalı.
  • Usûl-i fıkıh ilminde, mânâsı açık olduğu hâlde söyleyenin maksadını ifâde etme husûsunda kapalı, gizli söz.
  • Tasavvufta âlem-i kebîrdeki beş latîfeden biri.

hafız / hâfız / حافظ

  • Kur'ân'ı ezberleyen.
  • Hıfz eden, ezberleyen. Râvileriyle (rivâyet edenlerle) birlikte yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen hadîs âlimi.
  • Koruyan. (Arapça)
  • Ezberleyen. (Arapça)
  • Kur'ân hafızı. (Arapça)

hafız-ı kur'an / hâfız-ı kur'ân

  • Kur'ân-ı Kerimi ezberleyen.

hafıza-pira / hâfıza-pirâ

  • Hafızayı süsleyen. (Farsça)
  • Uğur sayılarak ezberlenen şey. (Farsça)

hait

  • Bir yeri çevreleyen duvar. Tahta perde. Çit.

hak / hâk

  • Toprak. Turab. (Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir.) (Farsça)

hak tarikatler / hak tarîkatler

  • Ehl-i sünnet anlayışını benimseyen, İslam'ın temel esaslarını uygulayan ve mânevî bir silsileye sahip mürşidler tarafından temsil edilen tarîkatler.

hak-gu / hak-gû

  • Doğru ve hak söyleyen. (Farsça)

hakikat-i rakibane / hakikat-i rakîbâne

  • Herşeyi gözetleyen bir zâta yakışan hakikat.

halim / halîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hep hilm sâhibi olan; günâh işleyenlerin, günâh işlemelerini ve emirlerine muhâlefetlerini, karşı geldiklerini gördüğü hâlde gazablanmaya ve onları cezâlandırmaya gücü yettiği hâlde, acele etmeyen. Allahü teâlâ kullarına cezâ vermekte

halis / hâlis

  • Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli.
  • Pek beyaz.
  • Evvelce karışık iken kusuru zâil olan.
  • Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen. (Müennesi: Hâlise'dir)

haliye

  • (Çoğulu: Havâlî) Kendini süsleyen kadın.

hamhama

  • Hımhımlık, sözü genizden söyleyerek konuşma.

hanende / hânende

  • Okuyan, şarkı söyleyen. (Farsça)

hanende-gan / hânende-gân

  • (Tekili: Hânende) Hânendeler, şarkı söyleyenler, şarkıcılar. (Farsça)

hanis / hanîs

  • Yeminini bozan, ahdinde durmayan. Rücu' eden. Te'hir eyleyen.

hanun

  • Gümleyerek esen rüzgâr.

harekat-ı muttarıda / harekât-ı muttarıda

  • Birbirini düzenli şekilde izleyen hareketler.

hareke

  • Kurân harflerinin okunuşunu belirleyen işaretler.

harf-endaz

  • Söz atan; dokunaklı, haysiyete ilişen söz söyleyen.

haris / hâris

  • Muhafız. Bekçi.
  • Gözcü. Himaye eden. Bekleyen.

harrare

  • Gürleyerek, çağlayarak akan su.

harun

  • İlerleyeceği yerde duran veya geri giden hayvan.

has varis / has vâris

  • Özel mirasçılar; Hz. Muhammed'in (a.s.m.) açtığı yolda ön sırada ilerleyenler.

hasret-keş

  • Özlemiş, özleyen, hasret çeken. (Farsça)

hasret-keşane

  • Hasret çekene yakışır surette. Özleyenler gibi. (Farsça)

haşvi / haşvî

  • Mânâsız sözler söyleyen, saçma sapan konuşan.
  • Haşve benziyen.

hatar

  • Bir şeyin etrafını çevreleyen çember nev'inden şeyler.
  • Çadırın eteklerine bağlanan parça.

hatib / hatîb

  • Hitâbeden. Söz söyleyen. Cemaate, topluluğa karşı güzel söz söyleyen kimse.
  • Câmi'de müslümanlara dini nasihatlar ve güzel sözlerle hitâbeden vazifeli zat.
  • Mânalı ve fâideli, güzel söz söyleyen. Güzel, düzgün konuşan.

hatib-i beliğ

  • İnsanlara son derece derin ve hikmetli sözler söyleyen hatip.

hatibane

  • Hatibcesine. Güzel ve akıcı söz söyleyenlere yakışırcasına. Nutuk atarcasına. (Farsça)

hatim / hâtim

  • Mühürleyen, mühürleyici.
  • Bitiren, sona erdiren.

hatra

  • Nehirlerde işleyen vapurların iskandil direği.

havale

  • Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
  • Görmeyi önleyen duvar gibi perde.
  • Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık.
  • Postadan gelen emanet kâğıdı.

hay

  • Çiğneyen mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeker-hâ : Şeker çiğneyen. (Farsça)
  • Mc: Tatlı sözlü, güzel ve dokunmaz sözler söyleyen. (Farsça)

hayide-gu / hayide-gû

  • Değersiz sözler söyleyen kimse. (Farsça)
  • Değersiz şiirler yazan kimse. (Farsça)

hayyü'l-kayyüm

  • Her an diri olan, yöneten, düzenleyen.

hazret-i mehdi / hazret-i mehdî

  • Âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât.

heccav

  • Çok hicveden. Hiciv söyleyen.

hece

  • (Hecâ) Bir defada söylenebilen, bir veya birkaç harfden meydana gelen sözcük.
  • Harfleri birer birer söyleyerek okuma.

heduc

  • Eserken gümleyen rüzgâr.

hem-zeman

  • Aynı zamanda işleyen. (Farsça)
  • Çağdaş, muâsır. Aynı çağda yaşayan insan veya geçen hâdiselerin her biri. (Farsça)

hendese

  • Geo: şekil bilgisi.
  • Mat: Çizgi, yüzey ve hacim olarak bu üç şeklin özelliklerini ve ölçülerini inceleyen matematik kolu.

herze-lay

  • Herze söyleyen, saçmalayan.

herzegu / herzegû

  • Saçma sapan konuşan. Lüzumsuz ve mânasız söz söyleyen. (Farsça)
  • Saçma sapan konuşan, lüzumsuz ve mânâsız sözler söyleyen.

herzekar / herzekâr

  • Saçma sapan konuşan, mânasız sözler söyleyen. (Farsça)

hezl-gu / hezl-gû

  • Şakacı. Lâtifeci, mizahlı söz söyleyen.

hicab-ı gaflet

  • Gaflet perdesi; Allah'a inanmayı, emir ve yasaklarına uymayı engelleyen şeyler; mâneviyatı görmeme ve düşünmeme hâli.

hıfzına alan

  • Ezberleyen.

hıfzıssıhha

  • (Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
  • Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.

hikaye-perdaz / hikâye-perdâz

  • Hikâye anlatan, hikâye ve roman söyleyen. (Farsça)

hilafet / hilâfet

  • Halîfelik, emirlik, imâmlık (devlet reisliği).
  • Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye cevap vermek vazîfesi.
  • İnsanları

himmet

  • Kast, irâde, kuvvetli istek, arzu. Allahü teâlânın velî kullarından bir zâtın, kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurup, başka bir şeyi kalbine getirmemesi ve Allahü teâlâdan o işin olmasını dileyerek, bu şekilde mânevî yardımda bulunması. Evliyânın himmeti, yaktı beni kül eyledi Sofi

hina-ger / hinâ-ger

  • Şarkıcı, şarkı söyleyen. (Farsça)

hişamiyye / hişâmiyye

  • Hazret-i Ali'yi sevdiğini iddiâ ederek diğer Eshâb-ı kirâmı (Peygamberimizin arkadaşlarını) kötüleyen şîanın kollarından olan bozuk bir fırka, topluluk.

hitaben

  • Birinin yüzüne söyleyerek, ona hitab ederek. Tevcih-i kelâm eyleyerek. Birine doğru hitab ederek.

hodara

  • (Hod-ârâ) Kendini süsleyen, kendini medheden, öven. (Farsça)

hoşamed gu / hoşâmed gû

  • Hoş geldin, diye söyleyen. (Farsça)

hududname

  • Memleket sınırını belirleyen vesika. Harp veya diğer bir ihtilaf sonunda iki taraf murahhaslarınca yerinde tetkik edilerek tanzim olunan harita ve rapor. (Farsça)
  • Memleket dahilindeki bir çiftlik veya arazinin sınırlarını göstermek üzere yapılmış olan vesika. (Farsça)

hukuk-u kemalat / hukuk-u kemâlât

  • Tam olarak işleyen kanunlar.

hülasaten / hülâsaten

  • Özetleyerek.

hümeze

  • (Hemz. den) Dürtüştürücü, kırıcı, ısırıcı, sıkıcı.
  • El ve kaş işâretleri ile ayıplama.
  • Bir kişinin ardından ayıplarını söyleyen. Gammaz.

hunyager / hunyâger

  • Şarkı söyleyen, şarkıcı. (Farsça)

hüsn-ü hatime / hüsn-ü hâtime

  • Neticeyi iyi bir halde bitirme.
  • İman ile âhirete gitmek. Kelime-i şehadet söyleyerek ölmek.

hüve'l-ahir / hüve'l-âhir

  • O Âhirdir; her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdeklerle tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Allah'tır.

hüve'z-zahir / hüve'z-zâhir

  • O Zâhirdir; her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihaz ve ürünlerle donatıp ve ince nakışlarla süsleyerek mükemmel ve güzel yaratan ve her şeyde varlık ve birliğinin işaretleri açıkça görünen, Allah'tır.

iaşe ettiren / iâşe ettiren

  • Besleyen.

ibare-senc

  • Düzgün konuşan, akıcı söz söyleyen. (Farsça)

ibn-i vakt

  • Zamanın uyarına giden, vaktin icaplarına göre hareket eden kişi. Zamane adamı.
  • Mizaç ve tabiata göre söz söyleyen kimse.

icmalen / icmâlen / اجمالا

  • Özetle, özetleyerek. (Arapça)

iddiaen

  • İddia ederek. Doğru olduğunu söyleyerek.

ideoloji

  • Toplumu etkileyen fikir ve düşünce sistemi.

ifade-i şifahiyye

  • Ağızdan söyleyerek, şifahî olarak ifade ederek.

ihtisaren

  • Kısaca, özetleyerek.

iktisad / iktisâd

  • Orta yol, orta hâl. Tutumlu olma, gereği kadar ölçülü harcama.
  • Üretim ve tüketim faâliyetlerinin nasıl düzenlendiğini inceleyen ilim dalı.

ilm-i lügat

  • Bir dilin kelimelerinin tamâmını inceleyen ilim.

ilm-i nahiv

  • Gr. Arapçada cümle yapısını inceleyen ilim dalı.

imamet-i kübra / imâmet-i kübrâ

  • Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vekâleten bütün müslümanlara imamlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye (saldırı ve sataşmaya) cevap vermek vazîfes i, hilâfet.

inayethah

  • İnayet isteyen, meded bekleyen. (Farsça)

indelbüleğa

  • Adamına göre güzel söz söyleyenler yanında.

inhida'

  • (Hud'a. dan) Aldanmak, hileye düşme.

inni / innî

  • Şüphesizlik ve kat'iyyet ifade eden "inne" ile mütekellim zamirinin birleşmesidir. Türkçede karşılığını "muhakkak ben" diye söyleyebiliriz.

intikamkarane / intikamkârâne

  • İntikam besleyerek.

intizar eden

  • Bekleyen.

intizaren

  • Bekleyerek, gözleyerek.
  • Bekleyerek.

irticalen / irticâlen / ارتجالا

  • Düşünmeden söyleyerek. (Arapça)

ismi ahir / ismi âhir

  • Allah'ın her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî olduğunu ifade eden ismi.

istiaze / istiâze

  • "Eûzü billâhi mineşşeyta-nirracîm" sözünü söyleyerek Allah'a sığınma, eûzü çekme.

istidadat-ı gayr-ı mahdud / istidâdât-ı gayr-ı mahdud

  • Sınırsız kabileyetler, yetenekler.

istidlal / istidlâl

  • Delîl getirme. Akıl ile, düşünerek, inceleyerek eseri (yapılan işi) görerek yapanı; yaratılmışları görerek yaratanı anlamak.

istigşaş

  • Nasihat edip öğüt veren ve doğru söyleyen kimseyi düşman sanmak.

istikbal / istikbâl / استقبال

  • Karşılama. (Arapça)
  • Gelecek. (Arapça)
  • Kıbleye dönme. (Arapça)
  • İstikbal etmek: Karşılamak. (Arapça)

istikbal-i kıble / istikbâl-i kıble

  • Kıbleye, Kâbe istikametine yönelmek.
  • Kıbleye yönelme.
  • Kıbleye yönelme; namazda Mekke-i mükerremedeki Kâbe-i muazzamaya doğru durma.

istikra / istikrâ

  • Birey veya olayları tek tek inceleyerek onlardaki ortak vasıfları tesbit etmek sûretiyle çıkartılan genel sonuç; tümevarım, endüksiyon; yani peygamberleri tek tek araştırıp "peygamberliğin sebebi olan küllî esaslar"ı tespit etmek bir istikra işlemidir. İşte bu esaslar Peygamber Efendimizde en mükemm

istikra-i tam / istikrâ-i tâm

  • Tümevarım, endüksiyon; bir bütünü oluşturan parçaların hepsini inceleyerek o bütün hakkında hüküm vermek.

istim

  • Buharla işleyen makinaların kazanında birikip makinayı işleten buğu, buhar.

istima eyleyen / istimâ eyleyen

  • Dinleyen.

istimdat eden

  • Yardım dileyen.

istinabe / istinâbe / اِسْتِنَابَه

  • Başka bir mahkemenin muâmeleye yetkili kılınması.

itaatkarane / itâatkârâne

  • Söz dinleyerek.

ittibaen / ittibâen / اتباعا

  • Uyarak, izleyerek, ardından giderek. (Arapça)

ittirad

  • Düzenli, uygun biçimde sıra ile birbirini izleyen. Biteviye.

ittisafkarane / ittisafkârâne

  • Güzel bir şekilde niteleyen ve tanıtan.

izkam / izkâm

  • Zükâm hastalığına yani nezleye uğratma.

jajhayan

  • Saçma sapan söz söyleyenler. Mânâsız ve boş konuşanlar. (Farsça)

jeoloji

  • yun. Yerin (Arzın) yapı kütlelerini inceleyen ilim kolu.
  • Yeryüzünün yapısını inceleyen ilim.

jurnal

  • İlk önce gazete ve rapor mânasına kullanılırken sonradan "hükümete ihbar" gibi olan hâdiselere denilmeğe başlandı. İhbar, şikâyet, polis raporu. İnsanı kötüleyerek verilen haber veya rapor. (Fransızca)

kabz ve bast

  • Tasavvuf yolunda ilerleyenlerde görülen sıkıntı ve ferahlık.

kadh

  • Zemmetme, çekiştirme. Bir kimsenin ayıb ve kusurlarını söyleyerek gıybet etme.
  • Men'etmek, engel olmak.
  • Çakmak taşını çakmak.
  • Bir kimsenin işine halel vermek.

kadih

  • (Kadh. dan) Bir kimse hakkında kötü söz söyleyen. Zemmedici, çekiştirici, kötüleyici.

kaıf

  • Yeri kazıp götüren, toprağı sürükleyen yağmur.

kail / kâil / قائل

  • Söyleyen. Anlatan. Nakleden. Söz sahibi. İnanmış.
  • Boyun eğmiş. Rıza göstermiş, razı olmuş.
  • Söyleyen.
  • Söyleyen, diyen.
  • Razı olmuş, boyun eğmiş.
  • Söyleyen. (Arapça)
  • Razı olan. (Arapça)
  • Kâil olmak: Razı olmak. (Arapça)

kainat-efruz / kâinat-efruz

  • Kâinatı süsleyen, cihanı donatan. (Farsça)

kal'a-misal / kal'a-misâl

  • Kale gibi, kaleye benzeyen.

kalen

  • (A, uzun okunur) Söylemek suretiyle. Söyleyerek.

kalender

  • İbâdetlerin görünmesine önem vermeyen, herkese tatlı söyleyerek kalb kazanmağa çalışan, farzları yapmaya dikkat eden ve dünyâya düşkün olmayan kimse.

kani / kâni

  • (Kinaye. den) Dokunaklı ve iğneli söz söyleyen. Kinayeli konuşan.

kanun-u mübin-i rabbani / kanun-u mübîn-i rabbânî

  • Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın apaçık kanunu.

karger / kârger

  • İş yapan, işleyen. (Farsça)
  • Etki yapan, tesir eden, nüfuzlu. (Farsça)

karha-i akile / karha-i âkile

  • Tıb: Etrâfını yiyip, genişleyerek büyüyen yara.

kari / kârî

  • Kur'ân-ı kerîmi ezberleyen ve okuyan.

karkar

  • Kilim veya halı ucu.
  • Hışımla gürleyerek çağır demek.

karun

  • İki şeyi bir araya getiren.
  • Tez terleyen hayvan.
  • Arka ayaklarının tırnağı ön ayağının tırnağı yerine vâki olan hayvan.
  • İleride olan memeleri geride olan memelerine pek yakın olan dişi deve.

kasem

  • Yemîn. Bir işi yapmak veya yapmamak için Allahü teâlânın ismini söyleyerek söz verme.

kasib / kâsib

  • İşleyen, yapan.

kasıf

  • Kasırga. Rastladığı şeyi kıran şiddetli rüzgâr.
  • Şiddetle seslenen. Çok gürleyen.

kasır

  • (A, uzun okunur) Kısa, eksik.
  • Kusur işleyen. Kusurlu.

kat'

  • Kesme, ayırma.
  • Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek.
  • Delil ve bürhan ile ilzam etmek.
  • Edb: Sözün te'sirini arttırmak ve dinleyenin anlayışına bırakmak için söz bitmeden kesivermek."İmtihan geliyor. Çalışın, yoksa..."Görmüyor gittiği yanlış yolu zannım çoğunuz Size rehberl

katı-ı tarik-ı ilahi / kâtı-ı tarîk-ı ilâhî

  • İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici.

kavanin-i adatullah / kavânin-i âdâtullah

  • Âdetullah kanunları; kâinatta işleyen İlâhî yasalar, yaratılış kanunları.

kavanin-i emriye / kavânîn-i emriye

  • Cenâb-ı Hakkın doğrudan emrinden gelerek vasıtasız işleyen kanunları.

kavanin-i sariye / kavânin-i sâriye

  • Varlıklara geçen ve onlarda işleyen kanunlar.

kavlen

  • Söyleyerek. Söz ile. Anlaşarak.

kazib / kâzib

  • Yalancı. Yalan söyleyen.

kaziye-i salibe / kaziye-i sâlibe

  • Man: Mevzuun mahmulünden selbiyle hükmolunan, yâni; bir şeye nefi ile hükmeyleyen kaziyye'dir. "Kamerin ziyası kendinden değildir" gibi.

kebuter-baz / kebuter-bâz

  • Güvercin besleyen, yetiştiren, satan kimse. (Farsça)

keffaret-i yemin / keffâret-i yemîn

  • Bir işi yapmak veya yapmamak husûsunda Allahü teâlânın ismini söyleyerek yemîn eden kimsenin yemînini bozunca cezâ olarak yapması gerekli olan şey.

kefur

  • Hakkı gizleyici, doğruyu gizleyen.

kehribar

  • Cevher saçan.
  • Güzel sözler söyleyen.

kelam-ı lafzi / kelâm-ı lafzî

  • Kelâm-ı nefsîyi anlatan ve insanın kulağına gelen ve söyleyenin ağzından çıkan harfler topluluğu.

kelim

  • Kendine söz söylenilen, kendine hitab olunan.
  • Hz. Musa'nın (A.S.) bir ünvanı.
  • Söz söyleyen, konuşan. İkinci şahıs.
  • Yaralı kimse.

kemgu / kemgû

  • Az konuşan. Az söyleyen. (Farsça)

kemsuhan

  • Az konuşan. Az söyleyen. (Farsça)

kemzeban

  • Az konuşan kimse. Az söyleyen kişi. (Farsça)

keşan ber keşan

  • Çeke çeke, zorla sürükleye sürükleye götürerek.

keşan keşan

  • Sürükleye sürükleye, zorla çekerek götürerek. (Farsça)

ketum

  • Sır saklayan. Herkese her şeyi konuşmayıp sırrını belli etmiyen.
  • Her şeyi gizleyen.

kezub

  • Çok yalancı, aldatıcı. Daima yalan söyleyen.

kezzab

  • Yalancı. Çok yalan söyleyen.
  • Çok yalancı, çok yalan söyleyen.

kimya

  • Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu.
  • Edb: Aşk.
  • İlâç.
  • Tas: Mevcud olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzu

kinedar / kinedâr

  • Gizli düşmanlık besleyen.

kinever

  • Kin besleyen, hased eden, kinci. (Farsça)

küfr

  • Örtmek mânâsınadır. Kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene "kâfir" denilir. Kâfirliğin sıfatı küfürdür.
  • Allaha inanmamak. Hakkı görmemek. İmansızlık.
  • Allaha (C.C.) yakışmıyan sıfatlar uydurmak. Müslümanlığa uymayan şeylere inanmak.

küfürbaz

  • Küfür sözü söyleyen. Ahlâksız. Küfrü âdet edinmiş olan. (Farsça)

kul

  • De, söyle, bildir (meâlinde emirdir). Türkçede "Kul", emir dinleyen hizmetkâr, Allah'ın mahlûku, Allah'a itaat ve ibadet eden veya köle mânasındadır.

kündekar / kündekâr

  • Sedefçi. Kıymetli ağaçları işleyen. Marangoz. (Farsça)

kunfuz

  • (Çoğulu: Kanâfiz) Kirpi.
  • Fare.
  • Devenin, kulakları ardında terleyen ve teri akan yerleri.
  • Otları dolaşık yer.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kuva-yı umumiye / kuvâ-yı umumiye

  • Kâinatın genelinde işleyen güçler, kuvvetler.

la nazime illa hu / lâ nâzime illâ hû

  • Bütün kâinat ve varlık âlemini bir fayda ve gayeye göre düzenleyen Allah'tan başka ilâh yoktur.

lafz-ı zahir / lafz-ı zâhir

  • İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir.

lafz-perdazane

  • Çeşitli ve çok söyleyerek. (Farsça)

lafzan

  • Lafız itibariyle. Söz olarak. Söyleyerek. Yazılı olmıyarak.

lahva

  • Abes, bâtıl sözleri çok söyleyen, boş konuşan kadın. (Müz: Elhâ)

laim / lâim

  • (Lâime) Çekiştiren. Levmeden. Başkasını kötüleyen.

lain / lâin

  • Lânet eden. Lânetleyen.
  • Herkesin kınadığı.

lal / lâl

  • Dilsiz. Söz söyleyemiyen. (Farsça)

laleveş

  • Lâleye benziyen. Lâle gibi. (Farsça)

latin

  • Eski Roma civarında iken sonradan genişleyen ve devlet kuran eski bir kavim ismidir.
  • Eski Roma.
  • Şarkta Katolik mezhebinden olanın ismi.

lay

  • Söyleyen, söyleyici. (Farsça)

lebbeyk-zen

  • Lebbeyk diye söyleyen. Emre hâzır olan. Râzı olan. (Farsça)

lebgüşa

  • Dudağı açık. Söyleyen, konuşan. (Farsça)

lebküşa

  • Dudağı açık. Konuşan, söyleyen. (Farsça)

lefaz

  • Dinleyenin anlayamadığı belirsiz sesler.

lehfan

  • Kalbi yanık, hasret çeken. Özleyen.

levvame / levvâme

  • Sürekli kendini kötüleyen nefis.

leyg

  • İyi huylu olmak.
  • Sözü açık ve fasih söyleyememek.

li-kailihi / li-kailihî

  • Söz söyleyenin.

lisan-ı gayb

  • Gaybın haberlerini bildiren dil. Ahiret ahvalini veya bizce bilinmeyen gayb hükmündeki haberleri söyleyen. "Kur'an-ı Kerim"

lisan-ı hakimane / lisân-ı hakîmâne

  • Son derece hikmetli sözler söyleyen dil.

lisan-ı sadık / lisan-ı sâdık

  • Doğru söyleyen lisan.

lisanen

  • Konuşarak. Dil ile. Söz söyleyerek.

lisanü'l-hak

  • Hak ve hakikati söyleyen dil.

ma'zeret

  • Elde olmadan suç, kabahat işleme.
  • Mücbir sebeblerini söyleyerek yardım dileme. Özür dileme.

ma'zerethah / ma'zerethâh

  • Özür dileyen. Afvedilmesini isteyen. (Farsça)

ma-i mevsule / mâ-i mevsule

  • Buna ism-i mevsul de denir. Kendinden sonra gelecek küçük cümleyi daha önce geçen cümleye bağlar. (Ketebtu mâ kultü: Söylediğimi yazdım, ne söyledimse yazdım) cümlesinde olduğu gibi.

mahdu'

  • Hileye aldanmış olan. Kandırılmış kimse.
  • Boyun damarı kesilmiş kişi.

mahmul

  • Bir hüküm ve önermede konuyu niteleyen, yani kendisiyle hükmedilen söz, yüklem; Meselâ; 'Mehmed âlimdir' hükmünde 'âlim' mahmuldür.

mahmulat / mahmulât

  • Bir hükümde kendisiyle hükmedilenler; hükmün konusunu niteleyen yüklemler.

mahrem-i esrar

  • Gizli sırlara vakıf olan çok yakın kimse. Gizli sır söyleyen kimse.

manzume-i kainat / manzume-i kâinat

  • Kâinat sistemi; son derece mükemmel bir denge ve düzen içinde işleyen kâinat.

materyalizm

  • Allahü teâlâyı inkâr ve maddeyi her şeyin esâsı kabûl eden görüş, düşünce; toplum hayâtını ve fertler arasındaki münâsebetleri ve davranışları belirleyen tek faktörün madde olduğunu savunan felsefe akımı; maddecilik.

mazerethah / mazerethâh / معذرت خواه

  • Özür dileyen. (Arapça - Farsça)

mebhas

  • Kısım. Bahis. Fasıl. Bir mes'eleye âid söz.
  • Arama, araştırma yeri.
  • Bir şeyin arandığı yer.

mebsut / mebsût

  • Genişleyen.

meclis-ara / meclis-ârâ

  • Meclisi süsleyen. (Farsça)
  • Meclisi süsleyen.

meclis-i tehlil

  • "Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur" mânâsındaki "lâ ilâhe illallah" sözünü söyleyen meclis.

mededhah / mededhâh

  • Meded isteyen, yardım bekleyen. (Farsça)

mef'ul-ü sarih

  • Doğrudan doğruya mef'ul demektir. Bir harf-i cerle ifâde olunmaz. "Nuri dalı kırdı" cümlesinde "dal" mef'ul-ü sarihtir. "Nuri daldan düştü" dersek, bunu arapça ifâde için (min) harf-i cerri ile söyleyebiliriz. İşte böyle harf-i cerle söylenen mef'ullere, "mef'ul-ü gayr-i sarih" denir. Bunlar mef'uld

mehd-ara

  • Beşik süsleyen. (Farsça)

mehdi-i muntazır

  • (Şiilerin itikadına göre) Kıyameti bekleyen mehdi.

mekanik

  • Lât. Cisimlerin hareketleriyle alâkalı hâdiseleri inceleyen ilim. Mihanikiyetten bahseden kitap.
  • Makina. Makina aksamının hey'et-i mecmuası.
  • Kafa yormaksızın el veya makina ile yapılan.

mektub-u rabbani / mektub-u rabbânî

  • Her şeyi terbiye edip besleyen Allah'ın birer mektup gibi yarattığı varlıklar.

melhuf

  • Hasrette kalan.
  • Kederli, tasalı.
  • İmdad bekleyen.

memlukane / memlukâne

  • Köleye yakışır hâlde. Kölece. (Farsça)
  • Eskiden çok defa bir büyüğe sunulan yazılarda, kendinden bahsederken kullanılırdı. (Farsça)

men eden

  • Engelleyen.

menna-ul hayr / mennâ-ul hayr

  • Hayır ve iyiliğe mâni olan. Hayrı önleyen.

merdud-üş şehadet / merdud-üş şehâdet

  • Şahitlikleri kabul edilmiyenler.
  • Fâsık, yani devamlı günah işleyenler, yalan söyleyenler, müslümanları aldatan kimseler merdud-üş şehâdettir.

meşaiyyun / meşâiyyun

  • Sadece akla güvenen Aristo geleneğini izleyen felsefeciler.

meşşat

  • Tarak yapan, tarakçı.
  • Süsleyen, tarayan.

meşşata

  • Süsleyen, tarayan.

meşşate / meşşâte / مشاطه

  • Gelin süsleyen. (Arapça)

mihaniki kıraet / mihanikî kıraet

  • Kelimeleri, terkibleri doğru telâffuz etmekle beraber ezber dersi dinletiyormuş gibi çabuk çabuk okumaktır. Böyle okuyuş dinleyene bir şey anlatmaz. Ancak okuyanın mevzuu kavramış olduğunu anlatır. Öyle kıraet bir makinanın duygusuz işlemesine benzetilir.

mirsad

  • Gözetleme yeri. Rasad yeri.
  • Gözetleme âleti.
  • Suçluları gözleyip duran.
  • Pusu.
  • Suçlular için hazır bekleyen.

mu'cizegu / mu'cizegû / معجزه گو

  • Mucizeler anlatan. (Arapça - Farsça)
  • Mucize gibi söyleyen. (Arapça - Farsça)

mu'cizeguy

  • Mu'cize gibi söz söyleyen. (Farsça)

mü'min

  • Allahü teâlânın Esmâ-ül-hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Her türlü emân ve emniyet (güven) veren.
  • Îmân eden, Resûl-i ekremin bildirdiklerinin hepsini kalbi ile kabûl edip, dili ile söyleyen.

mu'terif

  • İtiraf eden. Kendi noksan ve kabahatlerini kabul edip anlatan ve söyleyen.

mu'tezile

  • Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve aklı, nakilden yâni dînî delillerden önde tutan bozuk fırka. "Büyük günâh işleyen kimse ne kâfirdir, ne de mü'mindir, iki menzile (yer) arasında bir menzilededir (yerdedir)" diyen Vâsıl bin Atâ, hocası Hasen-ül-Basrî'nin ders halkasından ayrıld
  • Aklına güvenerek ve "kul, fiilinin hâlikıdır" demekle hak mezheblerden ayrılan bir fırka. Bunlar dalâlet fırkalarının birincisidir. Vâsıl İbn-i Atâ nâmında birisi buna sebeb olmuştur. Bu kişi Hasan Basri Hazretlerinin talebesi iken, günah-ı kebireyi işleyen bir kimsenin ne mü'min ve ne de kâfir olma

muakkib / معقب

  • İzleyen.
  • Takip eden, izleyen. (Arapça)

muakkıd

  • Düğümleyen, sihir yapan, cadı.

muaz ibn-i cebel

  • (Ebu Abdurrahman el Ensarî) Ashâb-ı Kirâm arasında hürmetle yâd olunan büyük fakihlerdendir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sağlığında Kur'an-ı Kerim'i cem'edip ezberleyen bahtiyarlardandır. Peygamberimiz, "Kur'ânı, Muaz İbn-i Cebel'den alınız" buyurmuştur. 157 hadis rivâyet etmiştir. Ürdün

mübaşir / mübâşir / مُبَاشِرْ

  • Müjdeleyen.
  • Mahkemede kapıcılık edip şâhid ve maznunların ismini çağırarak mahkemeye yardım eden kişi.
  • Geçici bir vazife alarak merkezden bazı emirleri götüren, icrâ salâhiyeti olan.
  • Müfettiş. Kontrolör.
  • Müjdeleyen, mahkemede çağırıcı.
  • Ulaştıran, müjdeleyen.

mübdi'

  • Nümune ve benzeri yokken bir şeyi yeni olarak keşfeden. Benzeri görülmemiş bir iş veya eser ortaya koyan.
  • Edb: Kimsenin söylemediği yeni bir şiir veya nesir söyleyen.

mübeşşir / مبشر

  • İyi haber verip sevindiren. Hayırlı haber veren. Müjdeleyen.
  • Müjdeci, müjdeleyen. (Arapça)

mübeşşirane / mübeşşirâne

  • Müjdeleyerek.

mübeşşirat

  • (Tekili: Mübeşşir) Hayırlı alâmetler.
  • Müjdeleyenler, hayırlı haber verenler.

mübezzir

  • Müsrif, Sefih. Hesabsız sarfiyat yapan. Harcayan.
  • Çok söz söyleyen. Sırrı ifşâ eden.

mübtedi'

  • Bid'at sâhibi. Dinde değişiklik meydana getiren, dinde olmayan bir şeyi varmış gibi gösteren, dinde eksiklik ve fazlalık olduğunu söyleyerek değişiklik yapan. Ehl-i bid'at.

mübtehil

  • Yalvaran. Dua ederek dileyen.

müceddid / مُجَدِّدْ

  • Yenileyen. Yenileyici. Hadis-i sahihle bildirilen, her yüz yıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Peygamberin (A.S.M.) vârisi olan zât.
  • Yenileyen, yenileyici; Hadîs-i Sahihle bildirilen, her yüzyılda bir dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Hz. Peygamber'in (a.s.m.) vârisi olan zât.
  • Yenileyen (her asrın vazîfeli imamı).

müceddid-i ekber

  • En büyük müceddid, en büyük yenileyen, yenileyici.

müceddit

  • Yenileyen, yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders veren büyük âlim.

mücellid

  • Ciltçi, cilt yapan, kitap ciltleyen.

mücellidin / mücellidîn

  • (Tekili: Mücellid) Ciltçiler. Mücellidler. Kitap ciltleyenler.

mucib-i muğis / mucîb-i muğîs

  • Yardıma muhtaç olan ve kendinden yardım dileyen varlıkların imdadına koşan, ihtiyaçlarına cevap veren, Allah.

mücif / mücîf

  • İçe işleyen.
  • Kapıyı kapatan.

müdahene / müdâhene

  • Aldatmak, iki yüzlülük etmek, hîle ve yağcılık etmek. Kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde dindeki gevşekliği sebebiyle haram işleyene mâni olmamak.

müdakkik / مُدَقِّقْ

  • İnceleyen.
  • Dikkatle inceleyen.

müdakkikane / müdakkikâne

  • Dikkatlice, araştırıp inceleyerek.

müdam-kare / müdam-kâre

  • Her zaman yapan, işleyen. (Farsça)

müessir

  • Tesir eden, etki, iz bırakan.
  • İşleyen, hükmünü yürüten.
  • Çok hissedilen, içe işleyen.
  • Dokunan, dokunaklı.
  • Eser sahibi. Allah Teâlâ.

müeyyid / مُؤَيِّدْ

  • Kuvvet veren, destekleyen.
  • Destekleyen.

müeyyide

  • Destekleyen, yaptırım.

mufarrit

  • (Fart. dan) Kusur yapan, eksik işleyen. Aşırı giden.

müfessir

  • Tefsir eden, izah eden. Anlayabildiği mânayı söyleyen ve yazan.
  • Kur'an-ı Kerim'i tefsir edebilmek salahiyetini hâiz olan, âlim, fâzıl ve kuvve-i kudsiye sahibi zât.

müfhiş

  • Kötü söz söyleyen.

müfti-yi macin / müftî-yi mâcin

  • Din bilgilerini fıkıh kitablarından öğrenmeyip, kendi düşüncelerini din bilgisi olarak söyleyen, müslümanları mezhebsiz yapan câhil din adamı.

mugis / mugîs

  • Yardım dileyenler için yardıma yetişen Allah.

muhabbetkarane / muhabbetkârâne

  • Sevgi besleyerek, muhabbetle.

muhabbettar

  • Sevgi besleyen.

muhaddis

  • Hadîs ilmini bilen, çok sayıda hadîs ezberleyen, yazan veya aktaran hadîs âlimi.
  • Hadîs âlimi. Çok sayıda hadîs toplayıp, senet ve metinleriyle ezberleyen, râvilerin cerh ve ta'dîl (güvenilir olup olmadıkları) noktasından durumlarını bilen, bu ilimde ihtisas kazanıp kitaplar yazmış olan âlim. Muhaddisin çoğulu muhaddisîn'dir.

muhaddis-i meşhur

  • Meşhur hadisçi; hadis ilmini bilen, çok sayıda hadis ezberleyen, yazan veya aktaran meşhur hadis âlimi.

muhaddisin-i kamilin / muhaddisîn-i kâmilîn

  • Hadis ilmini çok ileri derecede bilen, çok sayıda hadîs ezberleyen, yazan veya aktaran olgun hadis âlimleri.

muhafızin / muhafızîn

  • (Tekili: Muhafız) Muhafızlar, bekçiler. Bir yeri koruyup bekleyen kimseler.

muhakkik

  • Araştıran, inceleyen.

muhatab

  • Söyleyeni dinleyen. Kendisine hitab edilen.
  • Gr: İkinci şahıs.

muhatab ittihaz etmek

  • Karşısındakilerini dinleyen.
  • Dinleyici kabul edip, sözünü dinliyor bilmek.
  • Konuşmaya lâyık görmek.

mühelhil

  • Lâtif ve nâzik söz söyleyen.
  • Bir şeyi lâtif ve zarif bir şekilde yapan.

mühezzib

  • Temizleyen. Islah eden. Safileştiren.
  • Temizleyen.

muhibban

  • (Muhibbin) Dostlar. Muhabbet edenler. Sevilenler. Sevgi besleyenler. Bir kimsenin taraflıları. (Farsça)

muhrenbık

  • Başını eğip tınmayan, sükut eden, susan ve fırsat bulduğu gibi fevri söyleyen kimse.

muhtelif ehl-i mesalik ve meşarib / muhtelif ehl-i mesâlik ve meşârib

  • Birbirinden farklı usûl, tarz ve yol izleyenler.

muhti / muhtî

  • Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı.
  • Hatâya düşürten. Yanıltan.

muizz

  • İzzet ve ikram eden. Ağırlayan. Aziz ve şerif eyleyen.

müjde-resan

  • Müjdeleyen, müjde getiren, müjde veren. (Farsça)

mukamik

  • Sözü boğazı içinden söyleyen.

mukannibe

  • Gelin süsleyen kadın.

mukannin

  • Kanun koyan, düzenleyen.

mukassır

  • Taksir eden, yapabilir iken yapmayıp çekinen.
  • Kusur işleyen.
  • Gücü yetmediği için yapmayan.

mükeffire

  • Örtecek, gizleyecek yer.

mükerrir

  • Tekrar eden. Aynı şeyi bir sefer daha veya daha fazla tekrar eden.
  • Huk: Birden fazla suç işleyen.

muktatıf

  • (İktitaf. dan) Derleyen, toplayan.

mukterih

  • Bir şeye kasd eden, araştıran.
  • Yeniden meydana çıkaran.
  • Düşünmeden, aklına geldiği gibi söyleyen, iktirah eden.

mukzı'

  • Fuhşiyat söyleyen, ahlâksızca şeyler konuşan.

mülhik

  • İlhak eden. İlâve eden, katan, ekleyen.
  • Ekleyen.

mülkiye müfettişi

  • Devletin idarî işlerini ve heyetlerini denetleyen müfettiş, denetçi.

mültemisin / mültemisîn

  • (Tekili: Mültemis) İltimas edenler, kayıranlar. Biri için aracılık edip işinin görülmesini dileyenler.

mümhil

  • (Mehl. den) Mühlet veren, bekleyen.

münafık

  • İki yüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr.
  • Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden.
  • Görünüşte müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olan.

munazzım / مُنَظِّمْ

  • Herşeyi en güzel bir şekilde düzenleyen Allah.
  • Düzenleyen.
  • Düzenleyen, düzene koyan (Allah).

münbasıt

  • Yayılan, genişleyen.
  • Yayılan, genişleyen.

münbasit

  • Yayılan, genişleyen.
  • İnbisat eden, yayılan, genişleyen. Yaygın, münteşir, yayılmış, açık. Şen.

müneccim

  • Yıldızların hareketlerini gözetleyerek geleceğe dâir haber verdiğini iddiâ eden, yıldız falına bakan kimse. Astrolog.
  • İlm-i nücûm yâni astronomi ilmiyle uğraşan kimse. Astronom.

münekkid

  • Tenkid edici. Kötüyü iyiyi ayıran ve onları söyleyen, kusurları söyleyen.

münferic

  • İnfirac eden. Çok açık. Açılan, genişleyen.
  • Gam, gussa ve kederden kurtulmuş.
  • Arası geniş. Açık olan. İki tarafı birbirinden uzak olan.

münfesih

  • (Füsh. den) İnfisah eden, bollaşan, genişleyen.

müntakim / müntakîm

  • Suç işleyene cezasını veren Allah.

muntazır / منتظر / مُنْتَظِرْ

  • Bekleyen.
  • Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen.
  • Bekleyen.
  • Bekleyen. (Arapça)
  • Gözeten, bekleyen.

muntazıran

  • Bekleyerek.

müntesıb

  • Bekleyen. Muntazır kimse.
  • Ayak üstüne dikilip duran.

münzirat / münzirât

  • Haber verip kötülüğünü söyleyerek korkutanlar.

murabaha / murâbaha

  • Satın alınan bir malı, alış fiyatını söyleyerek ve üzerine kâr koyarak başkasına rızâsı ile satmak.

murabıt

  • Kalbini Allah'a bağlayan.
  • Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet bekleyen.

murakıp

  • Denetleyen, kontrol eden.

mürcie

  • "Günâh işlemek insana zarar vermez. Âsî (isyân eden), fâsık (açıktan günâh işleyen) azâb görmeyecektir" diyerek, Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda olanlardan) ayrılan bozuk fırka.

mürebbi

  • Terbiyeci, terbiye eden, yetiştiren, ders veren. Pedagog.
  • Besleyen.
  • Terbiye eden, Pedegog, çocuk terbiye eden.
  • Besleyen.

mürebbib

  • Çocuğu büluğa erene kadar besleyen.

mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kainat / mürekkebat-ı müteşâbike-i mütesâide-i kâinat

  • Kâinatta bir ağ gibi birbirine bağlanarak gittikçe genişleyen terkipler, bileşikler.

mürtecilen

  • Hemen şiir veya söz söyleyerek. Düşünmeden cevap vererek. Hazırcevaplıkla.

mürtekıb

  • (Rükub. dan) Bekleyen, gözleyen, uman.
  • Göz hapsine alan.

mürtekib / مرتكب

  • Kötü bir iş yapan, işleyen. (Arapça)

musaffi / musaffî

  • Sâfileştiren. Temizleyen. Süzen. Tasfiye eden.
  • Safileştiren, temizleyen.

musaffi-i ruh / musaffî-i ruh

  • Ruhu temizleyen.

müşahede eden

  • Gören, gözlemleyen.

musannıf

  • Herşeyi istediği surette ve mükemmel bir şekilde sınıflandıran, düzenleyen Allah.

musannif

  • Derleyip düzenleyen.

müsebbihan

  • Tesbih edenler. Bütün noksan sıfatlardan, her çeşit kusurdan Cenab-ı Hakkın uzak, temiz ve pâk olduğunu ikrar edenler, söyleyenler. (Farsça)

müsellemat

  • (Tekili: Müsellem) Doğruluğunda şüphe edilmeyen umumi bilgi ve kaideler. İslâmiyete ait, sağlamlığında şüphe olmayan esâslar.
  • Man: Dinleyenin hemen münakaşasız kabul ettiği kaziyeler.

müsemmim

  • Zehirleyen, zehir katan.
  • Zehirleyen.

müshil

  • (Çoğulu: Müshilât) (Sehl. den) Kolaylaştıran.
  • Bağırsakları temizleyen. İshal veren. Kazuratı kolaylıkla dışarı attıran ilâç.

musi'

  • Kötülük işleyen, günahkâr, isyankâr.

müsi'

  • (Sev'. den) Yaramaz, itaatsiz, iş görmez. Kötülük işleyen.

müşide

  • Çağıran. Yüksek sesle şarkı söyleyen.

müsnid

  • Söyleyene isnad edilen söz.
  • Zaman, dehr.

müşrik

  • Allah'a ortak kabul eden, şirk işleyen. Allah'tan başkasına ibadet eden.

müstağfir

  • Günahları için af dileyen.

müstagis

  • Medet bekleyen, yardım dileyen.

müstagisin / müstagisîn

  • (Tekili: Müstagis) Yardım dileyenler.

müstainen

  • (Avn. dan) Birinin yardımına sığınarak, istiane ederek, yardım dileyerek.

müstakbil

  • İstikbâl eden, karşılayan.
  • Kıbleye dönen.

müstakbilin / müstakbilîn

  • (Tekili: Müstakbil) (Kabl. dan) Karşılayanlar, karşılayıcılar, istikbâl edenler.
  • Kıbleye dönenler.

müstansır

  • (Nusret. den) Yardım dileyen, muavenet isteyen, istinsâr eden.

mustasrih

  • Bağırıp ağlayan. Meded bekleyen.

müste'di / müste'dî

  • Birinin zulmüne karşı başka birinden yardım dileyen.
  • Birini sıkıştırıp malını zorla alan.

müste'min

  • Eman dileyen. Emane, emniyete erişen, nâil olan. (Gerek müslim, gerek zimmî veya harbî olsun.) İstiman eden. Emin edilmiş.
  • Canının bağışlanması şartiyle teslim olan.
  • Tar: Osmanlı ülkesinde oturmalarına müsaade olunan yabancı devlet tebaası. Osmanlı devleti ile sulh halinde bu
  • Eman dileyen, sığınan.

müstebşir

  • Müjdeleyen. Müjde ile sevinen.
  • Müjdeleyen.

müstecir

  • (İcaret. den) Eman dileyen, himaye isteyen. Korunmasını dileyen.
  • Korunma dileyen.

müstecirane / müstecirâne

  • Aman dileyerek, müstecircesine. (Farsça)

müstegis

  • (Çoğulu: Müstegîsîn) (Gıyas. dan) Yardım dileyen, istigase eden.

müstehill

  • (Helâl. den) Helâllaşan. Helâllık dileyen.

müstemi olan / müstemî olan

  • Dinleyen.

müstemiin / müstemiîn

  • (Tekili: Müstemi') Dinleyenler, dinleyici olanlar, dinleyiciler.

müsterhim

  • (Rahm. dan) İstirham eden, niyaz eden, yalvaran. Merhamet dileyen.

müsterhimane / müsterhimâne

  • İstirham edene, yalvarana, merhamet dileyene yakışır şekilde, yakışır halde. (Farsça)
  • Yalvararak, merhamet dileyerek.

müsteşfi'

  • Bağışlanmasını dileyen, affını isteyen. Şefaat için yalvaran.

müstesna

  • İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan.

müsteşrik

  • Doğu kültürünü inceleyen Batılı.

müstevfik

  • Allah'tan yardım dileyen.

müstevki'

  • Bir şeyin vukuunu bekleyen, olmasını bekleyen.
  • Olacak diye endişelenen.

müstevsi'

  • Bollaşmış olan. Genişleyen.

müsteymin

  • Mübarek sayan.
  • Aman dileyen.
  • Bir kimsenin yeminini isteyen.

mutahhir

  • Temizleyici, temizleyen.

mütalaa eden / mütalâa eden

  • Dikkatli okuyan, inceleyen.

mütali / mütâli / mütâlî

  • Dikkatlice okuyup inceleyen.
  • İnceleyen.

mutarassıd

  • Gözleyen. Tarassud eden.

mutarrız

  • Elbiseye kenar işleyen.
  • Damga vuran.

mutasavvife

  • Tarikatta ilerleyen.

mutasavvıfin

  • Tarikatta ilerleyenler.

mutavattın

  • Yerleşmiş. Vatan eylemiş. Vatan eyleyen.

müteakib / müteâkib

  • Takip eden, izleyen.

mütearrık

  • Terleyen, taarruk eden.

müteassıb

  • (Asab. dan) Taassub eden, taraftarlık eden.
  • Son derecede dinine ve milletine taraftarlık besleyen.

mütebekkim

  • (Bekem. den) Konuşurken kekeleyen, tutulup kalan.

mütecahir / mütecâhir

  • Yüksek sesle söyleyen.
  • Gizlemeyen. Aşikâre yapan. Açıktan günah işleyen.
  • Açıktan günah işleyen.

mütecavibe

  • Birbirine cevap veren, birbirini destekleyen.

mütecevvizane

  • Mecazlı konuşarak, mecazlı söz söyleyerek. (Farsça)
  • Caiz olmayan şeyi caiz görürcesine. (Farsça)

mütecevvizin / mütecevvizîn

  • (Tekili: Mütecevviz) Mecazlı konuşanlar. Mecazlı söz söyleyenler.
  • Caiz olmayan şeyleri caiz görenler.

mütedenni

  • Tedenni eden, gerileyen, aşağılanan.
  • Gerileyen.

mütederric / مُتَدَرِّجْ

  • Derece derece ilerleyen. Hareket eden.
  • Derece derece ilerleyen.
  • Derece derece ilerleyen.

müteessir eden

  • Etkileyen, üzen.

mütefessih

  • (Füshat. den) Genişleyen, bollaşan, genişlemiş olan.

mütefevvih

  • Dil uzatan.
  • Söyleyen, ağzına alan.

mütegazzil

  • Gazel yazan.
  • Gazel söyleyen, gazel okuyan. Gazelhân.

mütehallil

  • Araya sokulan, araya giren.
  • Bozulan.
  • Bir kelimeden nice mânâlar kasdedip söyleyen kimse.

mütehannin

  • Özleyen, göreceği gelen.

müteharri / müteharrî

  • Araştıran, inceleyen.

müteharri-i hakikat / müteharrî-i hakikat

  • Gerçeği araştıran, inceleyen.

mütehassın

  • (Hısn. dan) Kaleye veya istihkâmlı bir yere kapanmış.

mütehassir

  • (Hasr. dan) Özleyen, hasret çeken. Mahrum kalan. İsteğine erişemiyen.
  • Hasret çeken, özleyen.

mütehassirane / mütehassirâne

  • Özleyerek, hasret çekerek.
  • Özleyerek, hasret çekerek. (Farsça)
  • Özleyerek, hasret çekerek.

mütehassis

  • İnsan sözüne kulak verip dinleyen.
  • Hayırlı işlere dair haberlere dikkat edip araştıran.
  • Çok duygulu, duygulanmış, hisli.

mütehatti

  • Hatâ işleyen, yanılan.
  • Atlayıp geçen.

mütekavvil

  • (Çoğulu: Mütekavvilîn) (Kavl. den) Yalan uydurup söyleyen.

mütekavvilin / mütekavvilîn

  • (Tekili: Mütekavvil) (Kavl. den) Mecbur olmadığı halde kendiliğinden yalan söyleyenler.

mütekayhık

  • Diline ne gelirse söyleyen. Ağzına geleni konuşan.

mütekellim

  • Söyleyen, konuşan, nutuk söyleyen.
  • Gr: Söyleyen, birinci şahıs.
  • Söyleyen, konuşan.

mütelaffız

  • (Lafz. dan) Telaffuz eden, bir kelâmı ağzından çıkaran, söyleyen.

mütelehhif

  • (Çoğulu: Mütelehhifîn) (Lehef. den) Hasret çeken. Özleyen. Yanıp yakılan. Hüzünlü olan.

mütelehhifane / mütelehhifâne

  • Özleyerek, hasret çekerek. Kaygılı, tasalı olarak, yanıp yakılarak. (Farsça)

mütelevvim

  • Muntazır olan, bekleyen.

mütenaggım

  • Nağme eden, âvâzlanan, şarkı söyleyen.

mütenassıhane / mütenassıhâne

  • Nasihat dinleyerek. Öğüt kabul ederek. (Farsça)

müterabbıs

  • Bekleyen.

müterakkıb

  • (Rükub. dan) Gözleyen, bekleyen.

müterakkiyane / müterakkiyâne

  • İlerleyene, terakki edene yakışır şekilde. (Farsça)

müterassıd

  • (Rasad. dan) Gözeten, tarassud eden, bekleyen, kollayan.

müteremrim

  • (Çoğulu: Müteremrimîn) Bir şey söyleyecekmiş gibi harekette bulunduğu halde söylemeyip susan.

müterennim

  • (Renim. den) Terennüm eden, güzel sesle şarkı söyleyen. Güzel güzel konuşan.
  • Şarkı söyleyen.

mütesanid / mütesânid

  • Dayanışma hâlinde olan, birbirini destekleyen.

mütesanit

  • Birbirini destekleyen.

mütesavvıf

  • Gafletten uzak yâni her an Hakk'ı zikreden, kalbini mânevî kirlerden temizleyen ve Allahü teâlâdan başka her şeyi gönlünden çıkaran, rûhunu cenâb-ı Hakk'ın zikri ile (anmakla) süsleyen tasavvuf ehli, velî, mürşid, ahlâk-ı hasene sâhibi. Çoğulu mütesa vvifûn, mütesavvifîn ve mütesavvife'dir.

müteselsil

  • Zincirleme, birbirini izleyen, zincir gibi birbirine bağlı olan.

mütevakkıf

  • Bir şeye bağlı olan, onunla iş görecek olan, ilerlemeyip duran.
  • Bekleyen, tevakkuf eden, duran, eğlenen.

mütevelvil

  • İşi velveleye boğan. Gürültü ve şamata yapan.

mütevessi / mütevessî

  • Genişleyen.

mütevessi'

  • Tevessü' eden, genişleyen, geniş.

mütezahhir

  • (Zahr. dan) Bir kimse tarafından yardım edilen, yardım gören.
  • Karısına, nikâhı bozacak bir söz söyleyen.

mutezir

  • Özür dileyen. İtizâr eden. Özürü makbul olan.

mutezirane / mutezirâne

  • Özür dileyerek. Kusurunu kabul edip yalvarırcasına. (Farsça)

muttali olan

  • Bir bilgiye ulaşan, gözlemleyen.

müttesi'

  • Tevessü' eden, genişleyen, vüs'at kesbetmiş olan.

muvakkat nikah / muvakkat nikâh

  • Geçici nikâh. Bir adamın, yüz sene de olsa, belli bir zaman sonra hanımını boşamağı söyleyerek, bütün şartlarına uygun yapılan ve harâm olan nikâh.

müvekkil

  • İşini başkasına tevkil edip o işte o kimseyi kendi yerine ikame eyleyen. Vekil tâyin eden.

müzekki / müzekkî

  • (Zekâ. dan) Temizleyen, ıslâh eden, tezkiye eden.
  • Huk: Şâhitleri gizli olarak tezkiye eden kimse. Eskiden hâkimler, şâhit olarak gösterilen kişilerin iyi kimse olup olmadıklarını, şehadetlerinin kabul olunabilip olunamıyacağını icab eden kimselerden sorarlar, haklarında; "İyidir" den
  • Temizleyen, ıslah eden.
  • Temizleyen, ıslah eden.

müzekki-i nefis / müzekkî-i nefis

  • Nefsi terbiye eden, temizleyen.

müzeyyin / مُزَيِّنْ

  • Herşeyi eşsiz sanatıyla süsleyen, güzelleştiren Allah.
  • Tezyin eden, süsleyen, ziynetlendiren.
  • Süsleyen, her eserini harika nakışlarla süsleyen Allah.
  • Süsleyen.

müzill

  • Zelil kılan, hakir eyleyen.

müznibin / müznibîn

  • Suçlular, günah işleyenler.

nadire-perdaz / nadire-perdâz

  • Güzel söz söyleyen. (Farsça)

nafiz / nâfiz / نَافِذْ

  • İçe işleyen. Delip geçen. İçeri giren.
  • Sözü geçen, kendine itaat edilen. Te'sirli, nüfuzlu.
  • Derinlere işleyen; etkili.
  • Nüfuz eden, içe işleyen.
  • İçe işleyen.

nagam-kar / nagam-kâr

  • Nağmeler söyleyen, ezgici. (Farsça)

nagam-perver

  • (Çoğulu: Nagamperverân) Türkü söyleyen, nağmeci. Nağme seven. (Farsça)

nağme-ger

  • Türkü söyleyen, öten. (Farsça)

nağme-han / nağme-hân

  • Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-hiz

  • Nağme uyandıran. Türkü, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-keş

  • Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-perdaz

  • Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-saz

  • Ahenkle söyleyen, terennüm eden. (Farsça)

nağme-sera

  • Türkü okuyan, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-zen

  • Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. (Farsça)

nahi

  • (Nehy. den) Nehyeden, yasak eden, önleyen.

nahib

  • (Nehb. den) Yağma eden, talan eden, önleyen.

nahiv ilmi

  • Arapça dilbigisinde cümle yapısını inceleyen ilim.

naib

  • (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen.
  • Şeriat hâkimi olan kadı vekili.
  • Nöbet bekleyen.

nakkaş / nakkâş

  • Herşeyi san'atlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah.

nakkaş-ı alim / nakkâş-ı alîm

  • Her şeyi bilen ve her şeyi san'atlı bir şekilde işleyen Allah.

nakş-bend

  • Kumaşların nakışlarını bağlayarak ipek tellerle tezgâhı hazırlayan. Nakış işleyen. (Farsça)
  • Ressam. (Farsça)

nakur

  • Sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. Nakr; vurmak ve didiklemek mânalarına geldiği gibi, boru çalmak mânasına da gelir. Çünkü boru çalındığı zaman, içinden hava tazyiki ile didiklenmiş olacağı gibi, dışından da o ses, çarptığı kulakları didikleyeceği cihetle boruya "minkar" mânasıyla alâk

nalan / nâlân / نالان / نَالَانْ

  • İnleyen, sızlayan, figân eden. (Farsça)
  • İnleyen, sızlayan.
  • İnleyen. (Farsça)
  • Nâlân etmek: İnletmek. (Farsça)
  • Nâlân olmak: İnlemek. (Farsça)
  • İnleyen.

nalekar / nalekâr

  • İnleyen, figân eden, feryad eden. (Farsça)

nalekünan

  • (Nâle-künân) Feryad ederek, inleyerek. (Farsça)

nalende / nâlende / نالنده

  • İnleyen, feryad eden, inleyici. (Farsça)
  • İnleyen. (Farsça)

nalesenc

  • İnleyen, inildiyen. (Farsça)

nalezen

  • (Nâle-zen) İnleyen. İnildeyen. (Farsça)

nalezenan

  • İnildiyerek, inleyerek. (Farsça)

nalişkar / nalişkâr

  • (Nâlişker) İnleyen, inildiyen. (Farsça)

nalişzen

  • İnleyen. (Farsça)

nasic

  • (Nesc. den) Dokuyan, nesceden.
  • Düzenleyen, tertib eden, sıralayan.

naşid

  • (Neşide. den) Şiir söyleyen, şiir okuyan, şiir yazan.

nasik

  • (Nesak. dan) Düzenleyen, tertib eden.

nasiye-pira

  • Alnı süsleyen. (Farsça)

nass

  • Kat'ilik, kesinlik, açıklık. Te'vile ihtimali olmayan söz veya delil.
  • Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelâm ve âyet. Akide.
  • Bir haberi kimden aldığını söyleyerek, en nihayet o haberi ilk söyleyene kadar nakle

natık / nâtık

  • Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen.
  • Altın ve gümüş gibi olan mal.
  • Konuşan, söz eden, söyleyen, beyan eden. bildiren.

natıkaperdaz

  • Düzgün ve te'sirli söz söyleyen. (Farsça)

nazar-ı hayal

  • Bir meseleye hayalen bakmak.

nazariyye

  • Bir veya birkaç hipotez (faraziye) ile, birçok hâdiseleri îzâh ederek ve bunlardan yeni hâdiselere vararak ve bu hâdiseleri tecrübe ile inceleyerek görülen hipotez. Hipotez, aynı sebeblerle îzâh edilen çeşitli hâdiselerin hepsini birden îzâh edebilec ek umûmî bir fikirdir.

nazım / nâzım / ناظم / نَاظِمْ

  • Nizamlayan, nazmeden. Manzume yazan, düzenleyen.
  • Her şeyi en mükemmel şekilde düzenleyen, tanzim eden Allah.
  • Düzenleyen.
  • Düzenleyen. (Arapça)
  • Nazmeden. (Arapça)
  • Düzenleyen.

nazımin / nazımîn

  • (Tekili: Nâzım) Tanzim edenler, düzenleyenler, nizama koyanlar.

nazzam / nazzâm

  • Düzenleyen, dizen.
  • Düzenleyen.

nazzam-ı vahid / nazzâm-ı vâhid

  • Bütün varlık âlemini yaratılış gayelerine uygun olarak en güzel şekilde düzenleyen Kendisi bir olan Allah.

nebiyy-i sadık / nebiyy-i sâdık

  • Doğru söyleyen nebî; Hz. Muhammed (a.s.m.).

neciyya

  • (Münâcât. dan) Gizli yalvararak, gizli söyleyerek.

neffas / neffâs

  • Üfleyen.

nefis-perver

  • Nefsini çok sevip besleyen, nefsi isteklerine çok düşkün. (Farsça)

nefs-i natıka / nefs-i nâtıka

  • İnsanı hep kötülük ve aşağılık işler yapmaya sürükleyen nefs. Nefs-i emmâre.

nefsiemmare / nefsiemmâre

  • İnsanı kötülüğe sürükleyen nefis.

nefy

  • Olumsuzluk; burada cümleye olumsuzluk mânâsını veren "mâ" edatı kastediliyor.

nekre-gu / nekre-gû

  • Tuhaf hikâyeler fıkralar anlatan. Gülünç sözler söyleyen. (Farsça)

nemmam / nemmâm

  • Söz taşıyan, koğuculuk yapan. Duyulması istenmeyen bir sözü başkalarına götürüp söyleyen.

neyzen / نيزن

  • Ney üfleyen. (Farsça)

nezzam

  • Nizâm veren, düzenleyen, tertipleyen.

nigahban / nigâhban

  • Bekçi. Gözcü. Gözleyen.

nimet-i ifade

  • İfade etme, söyleyebilme nimeti.

nimetperverane / nimetperverâne

  • Nimetle besleyerek.

nüfuzlu

  • Derinlere işleyen.

nüktedar / nüktedâr

  • Nükteli söz söyleyen. Nükteli konuşan. (Farsça)

nüktegu

  • Nükteli konuşan, nükteli söz söyleyen. (Farsça)

nükteperdaz

  • (Çoğulu: Nükteperdâzân) Nükteli söz söyleyen, nükteli konuşan. (Farsça)

nur-u münbasıt

  • Yayılan, genişleyen nur.

nusayri / nusayrî

  • Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) iftirâ eden şîanın kollarından. On birinci imâm olan Hasen bin Ali Askerî'nin adamlarından olduğunu söyleyen İbn-i Nusayr adındaki bozuk inanışlı kimseye uyanlar.

nüzul / nüzûl

  • İnmek. Tasavvuf yolunda ilerleyerek, sebebler âlemini görmeyip yalnız sebeblerin sâhibini yâni Allahü teâlâyı bilme hâline ulaşan bir velînin insanları irşâd ve terbiye için, tekrar sebebler âlemine inmesi.

otomatik

  • Kurularak veya vakti gelince harekete geçen, işleyen. (Fransızca)

özrhah / özrhâh / عذرخواه

  • Özür dileyen. (Arapça - Farsça)

özürhah / özürhâh

  • Özür dileyen. Özür dileyerek affını isteyen. (Farsça)

pad

  • Saklayan, hıfzeden. (Farsça)
  • Büyük, ulu. (Farsça)
  • Bekleyen, muhafaza eden, koruyan. (Farsça)

palade

  • Kötü söyleyen, ayıp arayan. (Farsça)

pasuhşinev

  • Cevabı dinleyen. (Farsça)

perdaz

  • Tertib eden, düzenleyen, düzeltici. (Farsça)

perde-i gayb

  • Görünmeyen âlemleri bizden gizleyen perde.

perde-i zahiri / perde-i zâhirî / پَرْدَۀِ ظَاهِر۪ي

  • (Hakîkati gizleyen) görünürdeki perde.

perde-i zāhiriye / پَرْدَۀِ ظَاهِرِيَه

  • (Hakikati gizleyen) görünürdeki perde.

perdedar / perdedâr

  • Perdeci, perdeleyen.
  • Perdeci; gizleyen, örten.

perdedar-ı dest-i kudret / perdedâr-ı dest-i kudret

  • Kudret elinin perdecisi; hikmetli olduğu hâlde ilk bakışta çirkin gibi görünen hâdiselerde İlâhî kudreti gizleyen perde.

perdesera / perdeserâ

  • Şarkı söyleyen, şarkıcı. (Farsça)
  • Saz çalan, çalgıcı. (Farsça)
  • Küçük çadır. (Farsça)

perdeseray / perdeserây

  • Küçük çadır. (Farsça)
  • Şarkı söyleyen, şarkıcı, hânende. Çalgıcı, saz çalan. (Farsça)

perdeşinas / perdeşinâs

  • Şarkı söyleyen, şarkıcı. (Farsça)

perestişkar / perestişkâr

  • İbâdet edercesine seven, çok ileri sevgi ve hürmet besleyen.

perver / پرور

  • (Pervar) "Besleyen, yetiştiren, velinimet, koruyan" mânâsında birleşik kelimeler yapılır. (Farsça)
  • Koruyan, besleyen, seven.
  • Yetiştiren, eğiten, büyüten, besleyen. (Farsça)

perveran / perverân

  • (Tekili: Perver) Yetiştirenler, besleyenler, koruyup terbiye eden kimseler. (Farsça)

perverde eden

  • Besleyen.

perverende

  • Besleyen, büyüten. Besleyici, büyütücü. (Farsça)
  • Terbiye edici, yetiştirici. (Farsça)

peyrev

  • İzleyen.

pil-ban / pil-bân

  • Fil besleyen, filci. (Farsça)

ra'dendaz

  • (Ra'd-endaz) Gürleyen, gürleyici. Gök gürültüsü gibi gürleyen. (Farsça)

ra'din

  • Gürleyen.
  • Gürültülü.

rabb

  • Sâhib, mâlik, seyyid. Cenab-ı Hak (C.C.)
  • Besleyen, yetiştiren, terbiye eden. Müstahik. Hüdâvend.
  • Efendi, sahip.
  • Terbiye eden, besleyen.
  • Rab, Allah.

rabbena

  • Ey bizim Rabbimiz! Ey Sâhib-i Hâlikımız! Ey bizi terbiye edip besleyen sâhibimiz! (meâlinde).

rah-ı müridan / râh-ı mürîdân

  • Tasavvufta müridlerin, talebelerin yolu. Allahü teâlâya kavuşturan yollardan. Sâlikler (tasavvuf yolunda ilerleyen talebeler) yolu.

rahim

  • (Rahmet. den) Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahmedici. Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi. (Kur'an-ı Kerim'de bu isim 220 defa zikredilir.)

rahimehumullah

  • "Allah onlara rahmet eyleye" meâlinde duadır.

raid

  • Gürleyen, gürüldeyen.

raide

  • (Çoğulu: Revâid) Gürleyen bulut.
  • Sözü çok olan kişi.

rakıb

  • Gözeten, bekleyen.

rakib / rakîb

  • Gözetleyen.
  • Gözetleyen, denetleyici.

rampa

  • İki geminin birbirine veya bir geminin iskeleye yanaşıp bitişmesi. (Fransızca)
  • Şose veya demiryolundaki yokuş. (Fransızca)
  • Trenin eşya almağa mahsus yanaştığı set. (Fransızca)

rasat ehli

  • Gözlemci, gözetleyen.

rasıd

  • (Çoğulu: Râsıdân) (Rasad. dan) Gözleyen, gözeten, rasad eden. Dikkatle bakan.

rasid

  • Muntazır, bekleyen kimse.
  • Avını bekleyen ve yaklaştığında hemen üzerine sıçrayan canavar.

rassad

  • (Rasad. dan) Rasad eden. Dikkatle gözleyen.

raufe

  • Kuyuyu temizleyen kişinin üzerine oturması için kuyunun dibine konan taş.
  • Davarlarını sulayan veya su içen kimselerin oturması için kuyunun kenarına konan taş.

ravi

  • Rivayet eden. İnsanlara haberleri nakleden.
  • Hadis nakleden.
  • Söyleyen, anlatan.

raz puş

  • Sır saklayan, sır gizleyen. (Farsça)

rekub

  • Erkeğinin ölümünü bekleyen kadın.
  • Evlâdı durmayan avret.
  • Kalabalıktan suya yaklaşamıyan deve.

revafıd / revâfıd

  • Râfizîler. Hazret-i Ali'yi sevmekte taşkınlık ederek diğer Eshâb-ı kirâmı (Peygamber efendimizin arkadaşlarını) kötüleyenler. Doğru yoldan sapanlar.

riayetkar / riayetkâr

  • Riâyet eden, gözeten, emir dinleyen.

risale / risâle

  • Mektûb; bir mes'eleye, bir ilme ve fenne dâir yazılan müstakil küçük kitâb.

riyakar / riyakâr

  • Riya eden. Adam kandırmak için yalan söyleyen. Sahte iş yapan. İki yüzlü.

saadet-hah / saâdet-hah

  • Saâdet isteyen. Saâdet dileyen.

sabikun-ı evvelun / sâbikûn-ı evvelûn

  • Dinlerini muhâfaza için yurtlarından ayrılan, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme son derece bağlılık gösteren muhâcirlerden, iki kıbleye karşı namaz kılmış olanlar veya Bedr gazvesinde (harbinde) bulunanlar veya Hudeybiye'de Bîat-ür-Rıdvân'da bu lunanlar veya hicretten evvel müslüman olanlar yâ

sabir

  • Tahammül eden, sabreden, bekleyen. Zorluğa karşı göğüs geren, hâlinden şikâyet etmeyip acı ve sızıya katlanan. Belâ ve musibete karşı şikâyet etmeyip Allah'a (C.C.) şükreden.

sabur / sabûr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi vakti gelince ve belli miktarı ile yaratan, bu hususta acele etmeyen, kendisine şirk (ortak) koşan ve başka günâhları işleyerek isyân edenleri cezâlandırmaya kâdir (gücü yetici) iken, cezâ vermekte acele etmeyen.

saci'

  • Seci'li ve kafiyeli söz söyleyen, konuşan.
  • Kasdedici, kasdeden.

sadık-ul kelam / sadık-ul kelâm

  • Doğru söyleyen. Doğru konuşan. Sözü doğru.

safvet-i ihlas / safvet-i ihlâs

  • İhlâsı zedeleyecek hiçbir yönün olmayışı.

sahi

  • (Sehv. den) Hata işleyen.

şahid-i adil / şahid-i âdil

  • Adaletli ve doğruları söyleyen şahit.

saik

  • Dürten, sevkeden, sürükleyen, götüren.
  • Sebep.

saika

  • Sürükleyen, sevkeden, götüren hal, sebep.

şair-i sahir / şâir-i sâhir

  • Büyüleyici söz söyleyen şair.

şaki / şakî

  • (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz.
  • Her çeşit günahı işleyebilen.
  • Haydut, yol kesen.
  • Her türlü günahı işleyecek bahtsız, haylaz, habis.

sami' / sâmi' / سامع

  • İşiten, duyan, dinleyen.
  • Dinleyen. (Arapça)

samiin / sâmiîn

  • İşitenler, dinleyenler.

şamil / şâmil

  • Çevreleyen, içine alan, ihtivâ eden, kaplayan.
  • Çok şeye birden örtü ve zarf olan.
  • Fazla şeyleri veya kimseleri ilgilendiren.
  • Kaplayan, çevreleyen, içine alan, genel.

şamile / şâmile

  • Çevreleyen, kuşatan.

samm

  • Zehirleyen. Ağulu.
  • Sam Yeli denen öldürücü rüzgâr.

sanayi

  • San'at, zanaat, beceri, hüner; ham maddeleri işleyerek mamul madde haline sokmak için uygulanan işlem ve araçların bütünü; endüstri.

sani'

  • (Sun'. dan) Sanatkârca yapan. Yaratan. San'at eseri olarak meydana getiren. İşleyen, yapan. (Allah)

sarf nahiv

  • Dil bilgisi; dilin şekil ve cümle yapılarını inceleyen bölümleri.

saykal

  • Cilâ. Cilâ yapan âlet. Parlatan.
  • Kılıç bileyen.

sebbiyye

  • Hazret-i Ali'yi seviyoruz deyip Eshâb-ı kirâmın çoğunu kötüleyen bozuk fırka.

secr

  • Kızdırmak.
  • Doldurmak.
  • İnleyerek çağırmak.

şefiülmüznibin

  • Günah işleyenlerin şefaatçısı.

şegaf

  • Yürek kabı. Yüreği çevreleyen nâzik deri.
  • Sağ tarafta iyeği kemiği altında olan bir hastalık.
  • Bir nesneyi çevirip kaplamak.

sehhar

  • Büyüleyen.

semaan

  • (Semaen) İşiterek, dinleyerek, dinlemek suretiyle.

semlendiren

  • Zehirleyen, kirleten.

seng-endaz

  • Taş atan. Dokunaklı söz söyleyen. (Farsça)

sera

  • "Şarkı söyleyen" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nağme-serâ : Şarkı söyleyen, nağme söyleyen. (Farsça)

serdengeçti

  • Tar: Akıncılardan düşman ordusu içine dalmak veya muhasara altına alınan bir kaleye girmek için fedai yazılan kimseler. Bunlara ellerinde kınlarından sıyrılmış kılıçlarla bu tehlikeli işlere atıldıkları için "dalkılıç" da denilirdi. Düşman ordusuna dalacak veya kaleye girecek olanların dönmelerinden

serhadlu / serhadlû

  • Hudut boylarını bekleyen, hudutlardaki kalelerde vazife gören askerler.

şerir

  • Şerli. Şer işleyen. Kötülük yapan. Kötü.

sersar

  • Çok sözlü, çok konuşan. Herze ve hezeyan söyleyen.
  • Büyük bir nehrin adı.

settar / settâr

  • Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
  • Kullarının bütün kusurlarını örten, ayıplarını en çok gizleyen Allah.

şia / şîa

  • Taraftar, yardımcılar. Hazret-i Ali'yi sevdiklerini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) kıymetini bilmeyen ve onları kötüleyen kimselerin mensûb olduğu bozuk fırka.

şiar-ı raz / şiar-ı râz

  • Sırların şiarı, sırları gizleyen perde, alamet, belirti.
  • Sırların şiârı, sırrı gizleyen perde, işâret. (Farsça)

sıfat-ı mutlaka-i muhita / sıfât-ı mutlaka-i muhîta

  • Allah'ın yüce Zâtını niteleyen ve bütün kâinatı kuşatan sınırsız ve sonsuz kutsal özellikler.

şii / şîî

  • Şîa fırkasına mensub kimse. Eshâb-ı kirâmı kötüleyen, düşmanlık eden.

sıla

  • Gr. sıla cümlesi; Arapça'da "ellezî=öyleki" gibi müphem isimlerle bir önceki cümleye bağlanan ve o cümleyi açıklayıcı olarak gelen cümle.

şinev

  • İşiten, dinleyen. (Farsça)

sınn

  • Berd-i acûz günlerinden bir gün.
  • Seleye benzer bir nesnedir, içine ekmek koyarlar.
  • Deve sidiği.

sinsi

  • Kendini gizleyen, gizlenen.

şiraze-bend

  • Şiraze bağlayan. (Farsça)
  • Düzenleyen, tanzim eden, düzen veren. (Farsça)

şirrir

  • (Çoğulu: Eşrâr-Eşirrâ) Çok şer işleyen, pek çok şerir.

sıyga

  • Gr. kip fiillerde belirli bir zamanla konuşanın, dinleyenin ve konuşulanın teklik veya çokluk olarak belirtilmiş biçimi.

sühan-ara / sühan-ârâ

  • Düzgün ve güzel söz söyleyen. (Farsça)

sühan-dan / sühan-dân

  • Güzel söz söyleyen. (Farsça)

sühan-gu / sühan-gû

  • Söz söyleyen, söz söyleyici. (Farsça)

sühan-güzar

  • Güzel konuşan, güzel söz söyleyen. (Farsça)

sühan-perdaz

  • Güzel ve düzgün söz söyleyen. (Farsça)

sühan-pira

  • Süslü konuşan, süslü söz söyleyen. (Farsça)

sühan-ran / sühan-rân

  • Güzel söyleyen, güzel konuşan. (Farsça)

suhansera

  • (Çoğulu: Suhanserâyân) Ahenkli söz söyleyen. (Farsça)

şühud / şühûd

  • Görme. Tasavvuf yolunda ilerleyenin kalb ve rûh ile çeşitli mertebeleri görmesi.

şühud-i tecelli / şühûd-i tecellî

  • Tasavvuf yolunda ilerleyen kimsenin tecellinin sûretlerini müşâhedesi.

sünnet-i daimi / sünnet-i daimî

  • Bitmeyen, devamlı ve doğru işleyen kanun.

sur / sûr

  • Kıyamet gününde Hz. İsrafil'in (a.s.) üfleyeceği emir borusu.
  • Kıyâmet kopacağı zaman, dört büyük melekten biri olan İsrâfil aleyhisselâmın üfleyeceği, nasıl olduğu bilinmiyen boru.

sütre

  • Namaz kılarken imâmın veya yalnız kılanın sol kaşı hizâsında, önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk. Çubuğu dikmeyip, secde yerinden kıbleye doğru uzatmak veya çizgi çizmekle de olur.

ta'kibat / ta'kibât

  • Suç işleyene karşı harekete geçmek ve suçluluk derecesini araştırmak.

ta'likan / ta'lîkan / تَعْل۪يقًا

  • Erteleyerek.

ta'nezen

  • Ayıplayan, kınayan, kötüleyen, suçlayan. (Arapça - Farsça)

tafdiliyye / tafdîliyye

  • Şîanın kollarından biri. Hazret-i Ali'yi sevdiklerini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâmı kötüleyen bozuk fırka.

tağrir / tağrîr

  • Yalan söyleyerek aldatma.

tahassun

  • Bir kaleye kapanmak. Korunmak. İstihkâma çekilmek. Tahkim edilmiş bir yere sığınmak.

tahıl

  • Bayat su. Bekleyerek bozulmuş su.

tahkikan

  • İnceleyerek. Araştırma suretiyle. Hakikatını öğrenerek.

tahlisen

  • Hülâsa ederek. Özünü söyleyerek.

tahsildar / tahsildâr

  • Vergi derleyen.

takiben / تعقيبا

  • Takip ederek, izleyerek. (Arapça)

talak-ı selase / talâk-ı selâse

  • Bir sözü üç kere veya daha fazla sayı söyleyerek, erkeğin zevcesini (hanımını) boşaması. Bu durum bir anda olduğu gibi, ayrı ayrı zamanda da olabilir.

talik

  • Güleryüzlü adam. Mütebessim kimse.
  • Düzgün söz söyleyen kimse.

taliken / tâliken

  • Geciktirerek, erteleyerek.

tanzim eden / tanzîm eden

  • Düzenleyen, düzene koyan.

tarafgirane / tarafgirâne

  • Bir grup veya partiyi destekleyerek, benimseyerek.

tarassut eden

  • Gözetleyen.

tarh-efgen

  • Düzenleyen, kuran, tertib eden. (Farsça)
  • Temel kuran, bina yapan. (Farsça)

tarh-endaz

  • Temel atan. Düzenleyen, tertib eden. (Farsça)

tarizen / târizen

  • Sözle dokundurarak, dokunaklı söz söyleyerek.

tartib-i lisan

  • Güzel bir söz söyleyerek dili mânen tatlılaştırma.

taşaş

  • Nezleye benzer bir hastalık.

tasavvuf / تَصَوُّفْ

  • Kalb ayağıyla rûhânî mertebelerde ilerleyerek nefsi terbiye etme yolu.

tatbikan

  • Tatbik ederek, uygun yaparak. Fiilen işleyerek.

tavtie

  • Anlatılacak maksadı destekleyecek tarzda önceden bazı sözler söyleme.

te'yiden

  • Destekleyerek, kuvvetlendirerek.

tebrik

  • Bir kimseyi eriştiği bir iyilikten dolayı "Bârekellâh" diye sevincini bildirmek. Mübarekliğini, Cenab-ı Hakk'ın onu muvaffak kıldığını söyleyerek ta'ziz etmek.

tecdiden

  • Yenileterek. Yenileyerek.

tedlis

  • Sattığı malın ayıbını gizleyerek aldatma.

teftiş eden

  • İnceleyen, araştıran.

tegalgul

  • Bir işin içine girme, ilmî bir meseleye dalma, onda derinleşme.

teganni eden / tegannî eden

  • Şarkı söyleyen.

tekeffü'

  • Yürürken etrafına bakmadan önünü gözleyerek gitmek.

telhgu / telhgû

  • Acı söyleyen. (Farsça)

temaşa ehli / temâşâ ehli

  • Gözlemci, gözetleyen.

temcid pilavı

  • Mc: Tekrar tekrar bahsedilen şey, daima öne sürülen madde. Mükerreren ortaya sürülen bahis, yahut söylenilen söz. (Menşei: "Erkeğini sahura bekleyen kadının, pilavı yanmasın diye kaldırması ve soğumasın diye tekrar koyması" diye söylenir.)

terakkişiken

  • Terakkiyi kıran, ilerlemeyi önleyen, terakkinin aleyhinde bulunan. (Farsça)

teranezen

  • Şarkı söyleyen. (Farsça)

teremrüm

  • Bir şey söyleyecekmiş gibi yapıp, söylemeyip kalma.

terennümsaz / terennümsâz

  • Terennüm eden, şarkı söyleyen. (Farsça)

tertibsaz / tertibsâz

  • Düzenleyen, sıraya koyan, tertib eden. (Farsça)

tesemmi

  • Bir şahsa veya kabileye müntesib olma.
  • Bir isimle isimlenme.

teşhir eden

  • Sergileyen.

teşhis eden

  • Belirleyen.

tesmimen

  • Zehirleyerek.

tesnim

  • Hörgüçleyerek yukarı yükseltmek, terfi etmek mânasına masdar olup, yükseklik mânasıyla Cennet çeşmelerinden bir çeşmenin ismidir. İbn-i Abbas'tan rivayet edildiğine göre Cennet meşrubatının en yükseğidir.

teşrih-i beden-i insani fenni / teşrih-i beden-i insanî fenni

  • İnsan bedenini tüm yönleriyle ele alan, inceleyen bilim; anatomi.

tetkik eden

  • İnceleyen, araştıran.

tetkiki / tetkikî

  • İnceleyerek, araştırarak.

tevbekar / tevbekâr

  • Pişmanlık duyup bağışlanma dileyen.

teve'ur

  • Bir şeyin güçlenerek halli ve yenilmesi müşkil olması.
  • Bir hususta çetin zorlukla karşılaşmak.
  • Konuşanın çapraşık söylemesinden ve anlaşılmadığından dolayı, dinleyenin hayrette kalması.

tevhidkarane / tevhidkârâne

  • Birleyerek.

tevkif eden

  • Durduran, engelleyen.

tevliye satışı

  • Bir malın alış fiyatını söyleyerek aynı fiyatla, satmak.

teyid eden

  • Destekleyen.

teyiden

  • Destekleyerek, kuvvetlendirerek.

teyyas

  • Teke besleyen ve teke tutan kişi.

tezkiyet-bahş-ı kulub-u mü'minin / tezkiyet-bahş-ı kulûb-u mü'minîn

  • Mü'minlerin kalplerini temizleyen.

tezyin eden

  • Süsleyen.

tigzeban / tîgzeban

  • Dili kılıç gibi olan. Tesirli söz söyleyen. (Farsça)

tıraz

  • " Süsleyen, donatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şükufe-tıraz : Çiçek süsleyen. (Farsça)

tırazende

  • Süsleyen, donatan, süsleyici. (Farsça)

tündzeban

  • Düzgün konuşan, düzgün söz söyleyen. (Farsça)

türbedar / türbedâr

  • Türbe bekleyen.

tuti

  • Dudu kuşu. Papağan. İşittiği sözleri ezberleyip, insan sesi taklidini yapan ve söyleyen bir kuş.

ulema-i ilm-i huruf

  • Kur'anın bir harfinden, bir sahife kadar esrar bulduklarını söyleyen ve dâvalarını, o fennin ehline isbat edenler.

ulema-i muhakkik / ulemâ-i muhakkik

  • Meseleleri çok ince ayrıntılarına kadar inceleyerek hüküm veren âlimler.

ulemaü's-su / ulemâü's-sû

  • Kötü âlimler; geçici menfaatlar veya baskılar karşısında hakikatları gizleyen ve gerçekleri çarpıtan âlimler.

ulemaü's-su' / ulemâü's-sû'

  • Kötü âlimler; geçici menfaatlar uğruna hakikatları gizleyen ve gerçekleri çarpıtan âlimler.

ümidvar / ümidvâr

  • Ümitli. Ümit besleyen. (Farsça)

ümm-ül veled

  • Huk: Çocuğunun kendi efendisinden olduğunu söyleyen çocuk doğurmuş cariye.

umumi harpler / umumî harpler

  • Bütün dünyayı olumsuz olarak etkileyen savaşlar; Birinci ve İkinci Dünya Savaşları.

unzuvan

  • Herze ve hezeyan söyleyen kimse.
  • Bir ot.

vazir / vâzir

  • (Vâzire) Günah işleyen. Suç işleyen.

vela-perver

  • Dostluk gösteren, dostluk besleyen. (Farsça)

vesait-i zahiri / vesâit-i zâhiri

  • Dış görünüşte işleyen araçlar.

vesvas

  • Müvesvis. Vesveseye sürükleyen şeytan. Nefsin zihinde ilka eylediği dağdağa ve fitne. Avcının ve köpeklerin gizli sesi.
  • Şüphe ve vesveseye sürükleyen.

vusla

  • Bir şeyi başka bir şeye ekleyen, bitiştiren şey.

yemin-i gamus / yemîn-i gâmûs

  • Günâha ve Cehennem'e sokan yemin. Geçmişteki bir şey için, bile bile yalan söyleyerek, yemin etmek.

zar / zâr / زار

  • İnleyen, sesle ağlayan. (Farsça)
  • Zayıf, dermansız. (Farsça)
  • Perişan, ağlayan, inleyen. (Farsça)
  • İnilti. (Farsça)
  • Zâr etmek: Ağlayıp inlemek. (Farsça)
  • Zâr olmak: Ağlayıp inlemek. (Farsça)

zar u zar / zâr u zâr

  • İnleyerek ağlama, feryat etme.

zeban-aver / zeban-âver

  • Düzgün konuşan, düzgün söz veya şiir söyleyen. (Farsça)
  • Dile getiren. (Farsça)

zecirkarane / zecirkârâne

  • Şiddetle sakındırarak, engelleyerek.

zemar

  • Kamışa (ney'e) üfleyen.

zemin ü zaman

  • Vakit ve yer.
  • Münasebet. Mevzuya veya mes'eleye olan uygunluk, hâl, vaziyet.

zemzeme

  • Nağme, hoş ses. Uzun uzadıya gürleyerek seslenmek. Geniz ve boğaz ile ezgili ses çıkarmak. Yavaş yavaş geniz ve boğazdan ses çıkararak türkü veya şarkı söylemek.
  • Cemaat.

zemzeme-i tevhid

  • Allah'ı birleyen ve her şeyin Ona ait olduğunu ilân eden coşkulu sesler.

zemzeme-pira / zemzeme-pirâ

  • Şarkı söyleyen, terennüm eden. (Farsça)

zerger

  • (Çoğulu: Zergerân) Altın işleyen.
  • Kuyumcu.

zevacir

  • (Tekili: Zâcire) Yasak edenler, men'edenler, önleyenler.

zeydiyye fırkası

  • Hazret-i Ali'yi sevdiğini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâma düşmanlık besleyen, onlar hakkında kötü sözler söyleyen şîanın kollarından. On iki imâmın dördüncüsü olan Zeynelâbidîn'in oğlu Zeyd'e tâbi olan ve hazret-i Ali, Eshâbın en efdalidir (üstünüdür); bununla berâber Ebû Bekr, Ömer, Osman'ın (r.anhü

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın