REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te lend ifadesini içeren 548 kelime bulundu...

misak / mîsâk

  • Söz verme, sözleşme, andlaşma.
  • Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâma ve bütün zürriyetine (ondan gelecek insanlara); "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitâb buyurması, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevab vermeleri.
  • Yemîn ile kuvvetlendirilen söz verme.

müceddid / müceddîd

  • Yenileyici, kuvvetlendirici. İslâm dînini kuvvetlendiren, bid'atleri yâni İslâm dînine sokulmak istenen reformları, hurâfeleri söküp atan ve sünnetleri ortaya çıkaran âlim.

a

  • Nida edatı olup, kelimenin sonuna gelir "ey" mânası verir. Aynı veya farklı iki kelime arasına gelirse, sözün mânasını kuvvetlendirir. "rengârenk, lebaleb" gibi.

ab-yar

  • Sulayan. (Farsça)
  • Mc: Bereketlendiren, feyizlendiren. (Farsça)

abdal

  • t. Safdil, ahmak, bön.
  • Afganistan'da yaşıyan bir Türk kavminin adı, bu kavimden olan kimse.
  • Anadoludaki bazı göçebelerin adı ve bunlardan olan kimse.
  • Derviş, ermiş, kalender. Kendini Allah'a adamış. Ona teslim olmuş, bu yolda çile çekmiş kimse. (Bak : Ebdal)

add / عد

  • Sayma, görme, değerlendirme, kabul etme. (Arapça)
  • Addedilmek: Sayılmak, görülmek, değerlendirilmek. (Arapça)
  • Addetmek/eylemek: Saymak, görmek, değerlendirmek. (Arapça)
  • Addolunmak: Sayılmak, kabul edilmek. (Arapça)

afaki hadisat / âfâkî hâdisât

  • Kişiyi ilgilendirmeyen, kendi dışında cereyan eden olaylar.

akis

  • Yere gömüp köklendikten sonra kestikleri üzüm çubuğu.
  • Üzerine yağ koyup içtikleri taze süt.
  • Sütlü çorba.

al / âl

  • Yüksek. Âlî. Yüce. Bülend.

alakabahş / alâkabahş / علاقه بخش

  • İlgilendiren, ilgili. (Arapça - Farsça)

alakadar / alâkadar / علاقه دار

  • İlgili, alakalı. (Arapça - Farsça)
  • Alâkadar etmek: İlgilendirmek. (Arapça - Farsça)
  • Alâkadar olmak: İlgilenmek. (Arapça - Farsça)

alakadar eden / alâkadar eden

  • İlgilendiren.

alim-allah / alîm-allah

  • Allah en iyi ve en çok bilendir (meâlinde.)

aliyy-ül murtaza

  • Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır.Hz. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, Kerrema

ami

  • Senevî, yıllık.
  • Avamca. İleri gelenden olmayan. Câhil. Havassa âit olmayan. Avama âit ve müteallik.

amil / âmil

  • İş yapan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
  • Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.

amir

  • Mâmur eden, harâbelikten kurtaran, şenlendiren.
  • İmâr olunmuş.
  • Devlete âit, mirî.

an'aneli sened

  • Hadis nakledenlerin veya bir haberi söyleyenlerin bu haberi kimden kime söylendiğini belli eden "An filan, an filan" diyerek şahısların isimleriyle beraber rivâyet ve nakledilen kuvvetli ve şüphe götürmeyen sened.

antropoloji

  • yun. İnsan dediğimiz varlığı inceleyen ilim. İnsan biyolojik özellikleri açısından incelendiğinde biyolojik antropoloji, cemiyet halinde yaşıyan bir varlık olması açısından incelendiğinde sosyal antropoloji veya kültür antropolojisi, insanın mahiyeti, diğer varlıklardan farkı, hayatının mânası, düny

aram-bahş / ârâm-bahş

  • Dinlendirici, dinlendiren, ârâm veren. (Farsça)

arambahş / ârâmbahş / آرام بخش

  • Dinlendiren, huzur veren. (Farsça)

atm

  • Geciktirmek, eğlendirmek.

avunmak

  • t. Oyalanmak, kendi kendini eğlendirmek.
  • İnek vs. nin gebe kalması.

ayn-ı müsemma / ayn-ı müsemmâ

  • İsimlendirilenin tâ kendisi.

babacan

  • Biraz kalender davranışlı, cana yakın.

balistik

  • yun. Merminin ateşlendikten sonra hedefe varıncaya kadar uğradığı te'sirleri tedkik edip inceleyen ilim dalı.

bari / bâri

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan Allah.

bari' teala ve tekaddes / bâri' teâlâ ve tekaddes

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren, onları mükemmel bir surette yaratan, yüce ve her türlü eksiklikten uzak Allah.

bari-i teala / bâri-i teâlâ

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren, onları mükemmel bir şekilde yaratan ve her türlü kusur ve eksiklikten uzak ve yüce olan Allah.

basıt / bâsıt

  • Açan. Yayan. Serici.
  • Ferahlık veren.
  • Dilediği kulunun rızkını genişlendiren Allah (C. C.).
  • Mücerred olup, mürekkep ve müellef olmayan.
  • Tıb: Bir uzvu uzatıp açan adele.

basra

  • Yumuşak küfki taşı. (Bu sebepten Basra şehri, "Basra" diye isimlendirilmiştir.)

bedel-i rakabe

  • Huk: Kölenin sahibi tarafından azad edilmesi için, şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi karşılığında vermeyi kabullendiği ıtk veya kitabet akçesi.

bedeleyn

  • İvazlı akidlerde iki tarafın yüklendikleri karşılık.

bedruc

  • Bir ot cinsidir ve bazı yerlerde tere-i Horasani diye isimlendirilir.

bi'set-i muhammediye

  • Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlikle görevlendirilmesi.

bi-

  • Başına eklendiği kelimeyi "e" haline getirir. İle, için mânâlarını vererek Farsçadaki "be" edatıyla aynı vazifeyi görür. Harf-i cerdir. Yâni; kendinden sonraki kelimeyi esre ("İ" diye) okutur. Yemin için de kullanılır.

bitarafane muhakeme / bîtarafâne muhakeme

  • Tarafsız bir şekilde değerlendirme.

bittasavvur / بِالتَّصَوُّرْ

  • Tasavvur ederek, zihinde şekillendirerek.
  • Zihinde şekillendirerek.

bülend-paye / bülend-pâye

  • Rütbesi yüksek, pâyesi bülend olan. (Farsça)

cemaat-i hademe-i ehl-i hiref

  • Tar: Saray işlerini yapmakla vazifelendirilmiş sanatkârlar zümresi.

cimnastik

  • yun. Vücud organlarını alıştırıp kuvvetlendirmek için yapılan idman. Beden terbiyesi.

dar-ı mükafat ve ihsan / dâr-ı mükâfat ve ihsan

  • Ödüllendirme ve iyilik yeri.

darü'l-mükafat / dârü'l-mükâfat

  • Ödüllendirme yeri.

defn

  • Cenâzenin yıkanıp kefenlendikten ve namazı kılındıktan sonra kabre konularak üzerinin toprakla örtülmesi.

derece-i in'am

  • Nimetlendirme derecesi.

ders-i içtimai / ders-i içtimaî

  • Toplumu ilgilendiren ders.

derviş

  • Yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse.

dervişane / dervişâne

  • Dervişe yakışır halde, saflık ve kalenderlikle. Müstağni ve fakir bir surette. (Farsça)

dil-ara / dil-ârâ

  • Kalbi süsleyen, gönlü zinetlendiren. (Farsça)

dil-aram / dil-ârâm

  • Gönül eğlendirici, kalbe rahatlık veren. Gönül okşayan. (Farsça)

dil-baz

  • Güzel konuşan. Sözü ve işi hoş olan. Gönül eğlendiren. (Farsça)

dilbaz / dilbâz / دلباز

  • Gönül şenlendiren. (Farsça)

dilşad / dilşâd / دلشاد

  • Gönlü şen. (Farsça)
  • Dilşâd etmek: Gönlünü şenlendirmek, mutlu etmek. (Farsça)
  • Dilşâd olmak: Gönlü şenlenmek, mutlu olmak. (Farsça)

direktif

  • Yönlendirici emir.

efraz

  • Kaldırma. Yükseltme. Yüksek. Yukarı. Bülend. (Farsça)

elfaz-ı küfr / elfâz-ı küfr

  • Söylendiği zaman, îmânı gideren, müslümanlıktan çıkmaya sebeb olan sözler.

elif

  • Birinci harf-i hecânın adı.
  • (Ülfet. den) : Bütün harflerle ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. Ebcedî değeri de bire delâlet eder.

elyesa' aleyhisselam; / elyesa' aleyhisselâm;

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. İlyâs aleyhisselâmdan sonra peygamber olarak gönderilmiş ve Mûsâ aleyhisselâmın dînini yaymakla vazîfelendirilmişti. İsmi Kur'ân-ı kerîmde bildirilmiştir.

emanet-i kübra / emanet-i kübrâ

  • Benlik duygusu; büyük emanet; başka varlıkların yüklenmekten çekindiği ve insanın yüklendiği İlâhî görevler, yükümlülükler.

emlet

  • Mülk etmek. Çiftlendirmek, tezvic.

ene'l-hak

  • Hallâc-ı Mansûr tarafından "Ben yokum, Hak teâlâ vardır." mânâsında söylendiği hâlde, görünüşte; "Ben Hak'kım" manasına alınan söz.

erba'in / erba'în

  • Kırk günlük riyâzet. Maddî bağları azaltıp, mânevî tarafı kuvvetlendirmek ve kalb aynasını parlatmak için, tasavvuf büyükleri tarafından konan usûllerden biri; kırk gün az yemek, az içmek, az konuşmak, çok ibâdet etmek. Buna çile de denir.

ermiya aleyhisselam / ermiyâ aleyhisselâm

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini bildirmekle vazîfelendirilmişti.

esbab-ı müşeddide

  • Kuvvetlendiren, artıran sebepler. Cezâ hukukunda; cezâyı ağırlaştıran kanuni veya takdiri sebepler. (Esbâb-ı muhaffifenin zıddıdır.)

eser-i in'am / eser-i in'âm

  • Allah'ın nimetlendirmesinin eseri, sonucu.

ev-kema kal

  • Söylediği gibi. Söylendiği gibi.
  • Hadis-i Şerifi lâfzı ile aynen nakletmekte bir hata olmuşsa, mes'uliyetten kurtulmak için bu kelâm söylenir. "Bu naklettiğim hadisin metninde yanlışım varsa Peygamber (A.S.M.) aslında nasıl söylemiş ise aynen onu kastediyorum" demektir.

evham vermek

  • Şüphelendirmek.

evhamlandırma

  • Şüphelendirme.

evhamlandırmak

  • Kuruntulandırmak, şüphelendirmek.

evkemakal / evkemâkal

  • Söylendiği gibi.

evtad / evtâd

  • Allahü teâlâ tarafından dünyânın nizâmiyle vazîfelendirilen dört büyük zât. Herkes tarafından bilinmedikleri için bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.

eyyid

  • Kuvvetlendir, teyid et, devam ettir (meâlinde).

fağfur

  • Yarı şeffaf Çin porseleni. Çok kıymetli porselenden yapılan yemek kabı. Çin yapısı.
  • Eskiden Çin İmparatoruna verilen isim.

fakih

  • (Fâkihe) Yaş meyve, yemiş, yaş hurma ağacı.
  • Şenlendiren, sevindiren.

fasl

  • Ayrıntı, ayırma, kesinti, bölüm.
  • Halletme, neticelendirme, kesip atma.

ferah

  • Şen, sıkıntıda olmayan. İç açıcı. Şenlendiren.
  • İnşirah. Sevinç.

fevt-i fursat

  • Fırsat kaçırma. Fırsatı değerlendirememe. Ele geçen bir imkânı kullanamama.

fiil-i terbiye ve in'am / fiil-i terbiye ve in'âm

  • Terbiye etme ve nimetlendirme fiili.

fonograf

  • Eskiden seslerin kaydedilip dinlendiği cihaz.

galeri

  • San'at eserinin sergilendiği salon veya koridor. (Fransızca)
  • Tiyatroda seyircilere ait balkon. (Fransızca)
  • Üstü örtülü uzun yer. (Fransızca)
  • Yer altında açılmış uzun, dar yol. (Fransızca)

gamgama

  • Haykırma. Muharebe edenlerin bağırtısı.
  • Kalb dinlendiğinde işitilen ses.
  • Sözü, belirsiz söylemek.
  • Kalbin bulunduğu yer.

gamm-perver

  • Keder veren, hüzünlendiren, gam artıran. (Farsça)

gavs

  • Yardım eden. Evliyâ arasında kullara yardımla vazîfelendirilen velî zât.

gibet / gîbet

  • Bir kimsenin, yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözünü, hâlini veya hareketini, arkasından, bulunmadığı yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya îmâ etmek. Dedi-kodu.

hadis-i mevzu' / hadîs-i mevzu'

  • Başkası tarafından söylendiği hâlde Peygamberimize (A.S.M.) isnad edilen hadis. Muan'an veya senedlerle tesbit edilmemiş hadistir. Manası yanlış demek değildir.

hadise-i muhammediye / hâdise-i muhammediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamber olarak görevlendirilmesi.

hadise-i umumiye

  • Geneli ilgilendiren ve her tarafı kuşatan olay.

halife / halîfe

  • Birinin yerine geçen.
  • Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vekîlî ve yeryüzündeki bütün müslümanların reîsi (başı).
  • Bir tasavvuf büyüğünün yetiştirip, hayâtında veya vefâtından sonra insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirdiği talebesi.

hall

  • Çözme. Çözülme. Karışık bir mes'elenin içinden çıkma.
  • Anlayıp karar vermek. Neticelendirmek.
  • Susam yağı.
  • Ezmek.
  • Açmak.
  • Dühul etmek, girmek.

hannan-ı mennan / hannân-ı mennân

  • Rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah.

hasbe'l-kader

  • Kader cihetiyle, kaderin yönlendirmesiyle.

haşm

  • İncitmek.
  • Gadaplandırmak, hiddetlendirmek.

hayal / hayâl

  • Bir şeyi gördükten sonra veya görmeden önce zihinde şekillendirme. Hâfızanın yardımıyla zihinde bir şeyler canlandırma.

heca

  • (Hece) Dilin ve ağzın bir hareketi ile çıkan bir veya birkaç harf. Harflerin sesi. Harflerin seslendirilmesi.
  • Elif-bâ sırasına göre dizili harfler. Bir sözü harfleri ile söylemek.
  • Şekil. Kıyâfet.
  • Yemek.
  • Sükut etmek, susmak.

hedef

  • Nişan noktası.
  • Emel. Varılmak istenen gaye.
  • Yüksek, bülend.
  • İri vücudlu adam.
  • Bir işe yaramayan, tembel ve uykucu olan.

hiss-i saika

  • İnsanları bir yöne sevk eden, yönlendiren his, duygu.

hiss-i şaika

  • İnsanları bir hedefe teşvik eden, şevklendiren, duygu.

hissiyat-ı nefsaniye / hissiyât-ı nefsaniye

  • Kötülükleri emreden nefsin yönlendirdiği duygular.

hitab-ı teşrifiye / hitab-ı teşrifîye

  • Şereflendiren hitap; Allah'ın "ebedî kalmak üzere Cennete girin" şeklinde şereflendiren hitabı.

hobi

  • ing. Her zamanki çalışmaların haricinde yer alan dinlendirici bir merak veya işlem. Severek yapılan iş, vakit geçirme yolu.

hospodar

  • Osmanlı İmparatorluğunca XV. yy.dan 1866-1881'e kadar Boğdan ve Eflak'ı yönetmekle vazifelendirilen Romen prenslerinin ünvanı.

i'mar / i'mâr / اِعْمَارْ

  • Yapmak. Tâmir etmek. Şenlendirmek. Mâmur kılmak. Harabilik ve ıssızlıktan kurtarmak.
  • Bayındır hâle getirme, şenlendirme.

i'zaz etme

  • Aziz kılma, yüceltme, güçlendirme.

icmam

  • Atı soluklandırma, dinlendirme.
  • Biriktirme.

idhaş

  • Korkutma, dehşet verme, dehşetlendirme.

ıdtıla'

  • Kuvvetlendirmek.

ifate-i fırsat

  • Fırsatı kaçırma. Fırsatı değerlendirememe.

ifaza / ifâza / اِفَاضَه

  • (Feyz. den) Bereketlendirmek. Feyz vermek. Bol bol dağıtmak ve akıtmak. Taşıp yayılmak.
  • Feyiz verme, bereketlendirme.
  • Feyizlendirme.
  • Feyizlendirme.

ifaza etmek

  • Feyizlendirmek.

ifaza-bahş

  • Feyizlendiren, feyiz aldıran. (Farsça)

ifaza-i nur / ifâza-i nur

  • Nurla feyizlendirme ve nimetlendirme.

ifaza-i nurani / ifaza-i nuranî

  • Nurlu, parlak feyizlendirme.

ifaze / ifâze / افاضه

  • Taşma. (Arapça)
  • Bereketlendirme. (Arapça)

ifhar

  • Şereflendirmek. Şeref vermek. Fahirlendirmek.

igdab

  • Gadablandırmak, kızdırmak, öfkelendirmek.

iğdab / iğdâb

  • Öfkelendirme.
  • Öfke, öfkelendirmek.

igmam

  • Kederlendirmek. Gamlandırmak. Hüzünlendirmek.
  • Gökyüzünün bulutlu olması.

igra

  • Rağbetlendirmek. Teşvik etmek. Hırsını tahrik etmek.

igzab

  • (Gazab. dan) Gazaba getirme, hiddetlendirme, kızdırma, öfkelendirme.

iham

  • Vehme düşürmek, vehimlendirmek.
  • Edb: İki mânaya gelen bir kelimeden en az kullanılan mânayı bilerek kullanmak.

ihan

  • (Vehn. den) Bir kimseyi zayıf, kuvvetsiz tutma. Güçsüzlendirme.
  • Hor görme, tahkir etme.

ihmam

  • Kederlendirmek. Mahzun etmek.
  • İhtiyarlatmak.

ihrab

  • Kavgayı kızıştırma, muharebeyi alevlendirme.

ihsasiyye

  • Tecrübeden ve hissedilenden gayrısını kabul etmeyen. Hissiyyun ve maddiyyun fırkasından olanlar. İmansızlık. Dinsizlik.

ihtiza

  • Ateş yakıp alevlendirme.

ihya / ihyâ

  • Diriltmek. Yeniden hayata kavuşturmak. Canlandırmak. Şenlendirmek. Uyandırmak.
  • Gece de uyumayıp çalışmak veya ibâdetle vakit geçirmek.
  • Vaktini ibâdet ve iyi işler yaparak geçirmek, kıymetlendirmek.
  • Ölüleri diriltmek.

ihya etmek / ihyâ etmek

  • Canlandırmak, kuvvetlendirmek.

ihya-yı din / ihyâ-yı dîn / اِحْيَايِ دِينْ

  • Dini canlandırma, kuvetlendirme.

ihzan

  • Mahzun etme, hüzünlendirme, keder verme.

ikad

  • Kuvvetlendirme, sağlam kılma.

ikrab

  • Kederlendirme, hüzün verme.

iktisad / iktisâd

  • Orta yol, orta hâl. Tutumlu olma, gereği kadar ölçülü harcama.
  • Üretim ve tüketim faâliyetlerinin nasıl düzenlendiğini inceleyen ilim dalı.

ıkvaliyyat / ıkvâliyyât

  • Söylenmediği hâlde söylendi diye iddiâ edilen sözler. Lüzumsuz iddialar.

ilhab

  • Tutuşturma, alevlendirme.
  • İltihaplandırma, şişirip kızartma.

imar / îmar

  • Yapma, onarma, şenlendirme.

imaret

  • Mâmur etmek, şenlendirmek. Mâmurluk.
  • Hayrat için fakirlere yemek verilen yer.

imlak

  • Mülk sahibi olmak.
  • Bey etmek.
  • Evlendirmek.

in'am / in'âm

  • Nimetlendirme.

in'am edici / in'âm edici

  • Nimetlendirici.

in'amat / in'âmât

  • (Tekili: İn'am) Yardım ve inayetler, meded vermeler. Nimetlendirmeler.
  • Nimetlendirmeler.

in'amperver / in'âmperver

  • Nimetlendirmeyi seven.

inam / inâm

  • Nimetlendirme.

inamat / inâmât

  • Nimetlendirmeler.

inamperver / inâmperver

  • Nimetlendirmeyi seven.

inaş

  • Hareketlendirme.

inbat

  • Nebâtı bitirme. Tohumu yere dikip yeşillendirme. Nebâtın bitmesini sağlama.

inşat

  • Ferahlandırma. Neş'elendirme. Sürurlandırma.

inşiab

  • Şubelendirme. Ayırma. Şubelere ayrılma.
  • Bölük bölük olma.
  • Dalbudak verme.

intihak

  • Zayıflatma, gücünü azaltma, kuvvetsizlendirme.
  • İşe yaramaz bir hale sokma.

irabe

  • Şüphelendirme, şüpheye düşürme.

irtibal

  • Bir malı çoğaltma. Bereketlendirme.

irtigab

  • (Rağbet. den) Heveslendirme, isteklendirme, rağbet ettirme.

iş'al

  • Şulelendirmek. Yaymak, alevlendirmek. Tutuşturmak. Parlatmak. Şiddetlendirmek.

iş'al-i nur-u hayat / iş'âl-i nur-u hayat

  • Hayat nurunu parlatmak, alevlendirmek.

isaf

  • Eseflendirmek. Esef vermek.
  • Hışım ve gadab etmek. Öfkelenmek.

işal / işâl

  • Alevlendirme.

işca'

  • Yenme, ezme.
  • Kederlendirme, hüzün verme, üzme.

işcaz

  • Kederlendirme, üzme, hüzün ve gam verme.

isra'

  • Hızlandırmak. Sür'atlendirmek.
  • Geri döndürmek. Göndermek.

istigzab

  • Öfkelendirme, kızdırma, gazaba getirme, hiddet ettirme.

istihdam-ı ilahi / istihdam-ı ilâhî

  • Allah'ın hizmet ettirmesi, görevlendirmesi.

istismar

  • Menfaatine âlet etmek. İşletmek.
  • Kıymetlendirmek. Sömürmek.

istisra'

  • (Sür'at. den) Sür'atlendirme, hızlandırma, çabuklaştırma.

istitraf

  • (Turfe. den) Hiç görülmemiş bir şey sayma.
  • Şubelendirme, dallandırma.

itbal

  • Kederlenme, kederlendirme. Derde, hüzne ve kedere düşürme.

itham

  • Kabahatli görmek. Suç isnad etmek. Töhmetlendirmek. Kabahatli görünmek. Töhmetli olmak.

itibar / itibâr / اعتبار

  • Saygınlık. (Arapça)
  • İtibar etmek: Değerlendirmek, dikkate almak. (Arapça)

ıtrab

  • (Tarab. dan) şevke getirme, keyiflendirme.

ittihaz / ittihâz / اتخاذ

  • Alma. (Arapça)
  • Kabul etme. (Arapça)
  • Kullanma. (Arapça)
  • Değerlendirme. (Arapça)
  • İttihâz edilmek: (Arapça)
  • Alınmak. (Arapça)
  • Kabul edilmek. (Arapça)
  • Kullanılmak. (Arapça)
  • Değerlendirilmek. (Arapça)
  • İttihâz etmek: (Arapça)
  • Almak. (Arapça)

iyad

  • Kuvvetlendirme, takviye etme.
  • Takviye eden âlet.

iyal / iyâl

  • Bir kimsenin geçimini üstlendiği kimseler.

ızlal

  • Gölgeli olma, gölgelendirme.

izlal

  • (Zıll. dan) Gölge yapmak. Gölge koymak. Gölgelendirmek.

izn-i bari / izn-i bâri

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan Allah'ın izni.

ızram

  • Ateşi tutuşturma, ateşi alevlendirme.

ızrat

  • Yellendirmek.

ıztımar

  • Atı, idman yaptırarak yola dayanabilecek şekilde kuvvetlendirme.
  • İnce belli olma.

kabb

  • İnce belli olmak.
  • Gönlün eğlendiği gönül eğlencesi.
  • Makara ortasındaki ağaç.

kalenderane / kalenderâne

  • Kalenderce. Kalender olan bir kimseye yakışır surette. (Farsça)

kalenderi / kalenderî

  • Feylesofluk; kalenderlik; dervişlik; serserilik. (Farsça)
  • Edb: Halk edebiyatı tâbirlerindendir. Halk şâirleri "mef'ulü, mefaîlü, mefaîlü, feûlün" vezninde tanzim ettikleri gazele bu adı verirler. (Farsça)

kalkale

  • Okurken harfi iki kere seslendirme.

karar-ı kat'i / karar-ı kat'î

  • Dâvâyı neticelendiren kesin karar.

kasem-i istimdad

  • Yardımcı, kuvvetlendirici mânâsındaki yemin.

kaylule / kaylûle

  • Kuşluk vaktinden öğlenden biraz sonraya kadarki zaman dilimidir ki bu zaman diliminde uyumak sünnettir.

kelbiyyun

  • Kalenderane yaşamayı alışkanlık haline getiren meşhur Diyojenin de içinde bulunduğu bir fırka. Bunlara Kelbiye tâifesi veya Melâmiyyun da denir.

kıyle

  • "Denildi, söylendi" anlamına gelen bu kelime, bir mesele hakkındaki farklı rivayetleri fade eder.

kut

  • Yaşatacak gıda, rızık.
  • Kuvvetlendirmek.

kuvve-i münbite

  • (Ağaç ve bitkileri) Bitirip yeşillendirme ve büyütme gücü.

kuvve-i musavvire / قُوَّۀِ مُصَوِّرَه

  • Bir şeyi zihinde şekillendirme, resmetme kabiliyeti.

levh-i kaza ve kader / levh-i kazâ ve kader

  • Allah tarafından olacak bütün olayların belirlendiği ve yazıldığı Kazâ ve Kader Levhası.

lezaiz

  • Lezzetler. Zevk duyulan, eğlendirici, hoşa giden şeyler.

lütuf ve inayet-i bari / lütuf ve inâyet-i bâri

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir şekilde yaratan Allah'ın lütuf ve yardımı.

ma'raz

  • Bir şeylerin sergilendiği yer.

ma'razgah-ı acaib / ma'razgâh-ı acaib

  • Hayret uyandırıcı eserlerin sergilendiği yer.

maddi felsefe / maddî felsefe

  • Aklı esas alıp herşeyi maddî ölçülere göre değerlendiren düşünce sistemi; materyalist felsefe.

mahduş

  • Vesveselendirilmiş, kuşkulandırılmış.
  • Tırmalanmış.

mahmil-i şerif

  • Mekke ve Medine'ye, sürre namiyle gönderilen hediye ve paraların yüklendiği vasıta.

mahsun

  • İstihkâmlı. Kuvvetlendirilmiş. Sarp, sağlam ve metin kılınmış.

mahzun / محزون

  • Hüzünlü. (Arapça)
  • Mahzun etmek: Hüzünlendirmek. (Arapça)
  • Mahzun olmak: Hüzünlenmek. (Arapça)

makam-ı tergib ve teşvik

  • İsteklendirme ve şevklendirme makamı.

malayaniyat / mâlâyâniyât

  • Kişiyi ilgilendirmeyen şeyler; boş, anlamsız şeyler.

mamur

  • İmar edilmiş, şenlendirilmiş.

masadak

  • Bir sözü veya hükmü tasdik eden husus. "Söylendiği gibi, denildiği şekilde, doğru, sâdık, olduğu gibi, muvâfıktır, mutâbıktır, tıpkısı" gibi mânâlara gelir. Mânânın fertlerine de mâsadak denilebilir.

maslahat-ı mürsele

  • Şeriat tarafından ne itibar ve ne de ibtâl ve ilgâ edildiği mâlum olmayan bir mes'elenin maslahat üzere fakihler tarafından hükümlendirilmesi.

materyalist

  • Maddeci. Her şeyi madde ile kıymetlendiren. (Fransızca)

mayın

  • ing. Karada ve denizde, daha çok gizlendirilerek konulan ve temas edilince patlayan bomba.

me'mur

  • Emir almış, bir işle vazifelendirilmiş kimse, emrolunan.

me'muren

  • Me'mur olarak, memurlukla. Bir iş ile vazifelendirerek.

meclisefruz / meclisefrûz / مجلس افروز

  • Meclisi aydınlatan, meclisi şenlendiren. (Arapça - Farsça)

medar-ı teşvik / medâr-ı teşvik

  • Şevklendirme sebebi, teşvik nedeni.

meddah

  • (Mübalâga ile) Çok çok medheden, sena eden.
  • Edb: Taklidli hikâyelerle halkı eğlendiren hikâyeci.

medlul-ü zihni / medlûl-ü zihnî / مَدْلُولُ ذِهْنِي

  • Zihindeki delillendirilmiş ma'na.

memur edilen

  • Görevlendirilen.

memur-u müşahhas

  • Görevlendirilmiş, atanmış memur.

menfaat-ı umumiye

  • Toplumun genelini ilgilendiren fayda.

mesele-i kainat / mesele-i kâinat

  • Kâinatı ilgilendiren mesele.

meşher-i acaip

  • Şaşırtıcı şeylerin sergilendiği yer.

meşher-i eşya

  • Varlıkların sergilendiği yer.

meşher-i san'at

  • San'at eserlerinin sergilendiği yer.

meşher-i san'at-ı ilahiye / meşher-i san'at-ı ilâhiye

  • Cenâb-ı Allah'ın san'at eserlerinin sergilendiği yer.

meşher-i sun'-i rabbani / meşher-i sun'-i rabbânî

  • Herşeyi terbiye eden Allah'ın san'at eserlerinin sergilendiği yer.

meşhergah-ı san'at / meşhergâh-ı san'at

  • San'atın sergilendiği yer.

mesnun

  • Sünnet olan. Sünnet olmuş olan.
  • Âdet edilen şey.
  • Bilenmiş bıçak.
  • Üzerinden ömürler geçmiş olan.
  • Şekillendirilmiş.
  • Kalıba dökülmüş.
  • Kokusu değişmiş.

mevakıf

  • Üzerinde durulması gerekli noktalar; belli konuların işlendiği başlıklar.

mevatın

  • (Tekili: Mevtın) Yurtlar. Şenlendirilmiş ve bayındır yerler.

mevsum

  • (Vesm. den) İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış.
  • Ad verilmiş, isimlendirilmiş.

muazzez

  • Çok aziz. Muhterem. Çok sevgili, kıymettâr, izzetlendirilmiş.

müceddid

  • Yenileyici, hadîste her asırda geleceği müjdelenen ve îman hakikatlarını asrın anlayışına uygun olarak anlatmakla görevlendirilen nurlu âlim.

müeddeb

  • Te'dip edilmiş. Edeblendirilmiş. Terbiye edilen. Edepli.
  • Edeplendirilmiş.

müeddib

  • (Çoğulu: Müeddibîn) (Edeb. den) Terbiye eden. Edeblendiren. Terbiye, bilgi ve görgü veren.

müeddibin / müeddibîn

  • (Tekili: Müeddib) Terbiye edenler. Edeplendirenler.

müekked

  • Te'kidli, kuvvetli, sağlamlaştırılmış, kuvvetlendirilmiş. Tekrar edilmiş.

müeyyed

  • Te'yid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış. Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş.

müeyyide

  • Te'yid eden. Te'yid edici. Kuvvetlendirici.
  • Kanun ve ahlâk emirlerinin yerine getirilmesini te'min eden kuvvet.

mufaddel

  • Faziletlendirilmiş, diğerlerinden ayrıca fazilet itibarıyla temayüz etmiş, yükselmiş.

mufaddıl

  • Faziletlendiren, iyilik eden ve nimet veren.

müfiz / müfîz

  • (Feyz. den) Feyiz veren, feyizlendiren.
  • Esmâ-i İlâhiyedendir.

muhaffef

  • Hafiflendirilmiş, hafif edilmiş olan.

muhakemat / muhâkemat

  • Akıl yürütmeler, değerlendirmeler.

muhalli / muhallî

  • Süslendiren, yaldızlayan.

muhasebe-i a'mal / muhasebe-i a'mâl

  • Amellerin değerlendirilmesi.

muhassan

  • (Hısn. dan) Kuvvetlendirilmiş, istihkâmlandırılmış.

muhassıl

  • Hasıl eden, neticelendiren.

muhaşşin

  • Öfkelendiren, kızdıran. Gücendiren.

muhazzar

  • Yeşile boyanmış. Yeşil renk ile renklendirilmiş.

mühtecin

  • Pek küçük yaşta iken evlendirilerek kocaya verilmiş olan kız.

muhzin

  • (Hüzn. den) Hüzün verici. Acıklandırıcı. Kederlendirici.

mükafat ve mücazat / mükâfat ve mücazât

  • Ödüllendirme ve cezalandırma.

mukavvi / mukavvî

  • Takviye eden. Kuvvetlendiren. Kuvvet veren. Takviye eden ilâç.

mükeyyif

  • Keyif verici, neşelendirici şey. Sarhoşluk veren.
  • Klima cihazı.

mukim / mukîm

  • Doğduğu veya evlendiği veya hep kalmak niyyeti ile yerleştiği yerde oturan veya 104 km ve daha uzak bir yerde giriş çıkış günlerinden başka on beş gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kimse. Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde dört gün kalmaya niyet eden ve kendi memleketine giren mukîm olur.

mümecced

  • (Mecd. den) şereflendirilmiş. Medhedilerek ululanmış.

münekkid

  • Tenkid eden, eleştiren, değerlendiren.

münemnim

  • Ziynet verici, süslendirici.

münif

  • Meşhur, âli, yüksek, büyük, ulu, bülend.

münim / münîm

  • Nimet veren, nimetlendiren, Allah.

munzic

  • Hazmettirici, sindirici.
  • Tıb: Yara veya çıbanı cerahatlendiren.
  • Kemâle eren, inzâc eden.

murib / murîb

  • Şüpheli. şüphelendirici.

musarra / مصرع

  • İki mısraı birbiriyle kafiyelendirilmiş beyit. (Arapça)

musavvir

  • Sûret veren, biçimlendiren, Allah.

müşebbihe

  • Fls: İnsan biçiminde ilâh tasavvur edip suretlendiren bâtıl bir inanış. (Antropomorfizm) Mücessime de denir.

müsecca'

  • Secilendirilmiş. Cümlelerin sonu veya ortası kafiyeli olan nesir.

müşedded

  • Kuvvetlendirilmiş, şiddeti artırılmış.
  • Gr: İki defa yanyana okunan harf, şeddeli harf. Böyle harflere huruf-u müşeddede denir.
  • Şiddetlendirilmiş.

müşeddid

  • (Şiddet. den) Kuvvetlendiren, azdıran, şiddetlendiren, şiddetini artıran.

müşekkel

  • (Şekl. den) Kalıbı, şekli, biçimi, kıyafeti gösterişli ve yerinde.
  • Şekil verilmiş, şekillendirilmiş.

müsemma / müsemmâ / مُسَمَّا

  • İsimlendirilen, ad verilmiş olan, bir ismi olan.
  • Muayyen zaman. Belirli vakit.
  • İsimlendirilen.
  • İsim sahibi, isimlendirilen.
  • İsimlendirilen.

müsemma-i meşrutiyet / müsemmâ-i meşrutiyet

  • Meşrutiyetle isimlendirilen yönetim, devlet.

müsemma-i vahid-i ehad / müsemmâ-i vâhid-i ehad

  • Zât ve sıfatlarıyla bir olan ve birliği her bir şeyde tecelli eden şeklinde isimlendirilen Cenâb-ı Hak.

müsemma-i zülcemal / müsemmâ-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi ve en güzel isimlerle isimlendirilen Allah.

müsemma-yı akdes / müsemmâ-yı akdes / مُسَمَّايِ اَقْدَسْ

  • En mukaddes isimlerle isimlendirilen.

müsemma-yı meşrutiyet / müsemmâ-yı meşrutiyet

  • Meşrutiyet diye isimlendirilen.
  • Meşrutiyetin "meşrutiyet" olarak isimlendirilmesi, mânâsı, özü, gerçeği.

müsemma-yı zülcelal / müsemmâ-yı zülcelâl / مُسَمَّايِ ذُوالْجَلَالْ

  • Haşmet sâhibi olarak isimlendirilen (Allah).

müsemmeat / müsemmeât

  • İsimlendirilenler.

müsemmeyat

  • İsimlendirilenler.

müşerref etmek

  • Şereflendirmek.

müserri'

  • (Sür'at. den) Sür'atlendiren, hızlandıran.

müşevvik

  • Teşvik eden, isteklendiren.

müşevvikane / müşevvikâne

  • Teşvik edercesine, isteklendirircesine.

müşeyyed

  • Kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış.

musi'

  • Genişlendiren. Ferahlık veren.
  • Zengin. Muktedir.

müstedlel

  • Delillendirilmiş, kanıtlı.

müstevkid

  • Yakıp alevlendiren.
  • Yanıp alevlenmiş.

mutarraz

  • Zinetlendirilmiş. Süslendirilmiş. Dikiş ve nakışla kıymetlendirilmiş.

mutasavvire

  • Sûretlendiren.

mütenassıs

  • Tedkik edilip incelendikten sonra karar verilen.
  • Delil ve hüccet ile sabit olan.

müteveccih etmek

  • Yönlendirmek.

mütrık

  • Nimet veren, nimetlendiren.

muvazzıf

  • Vazifelendiren.

müzekkir

  • Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan.
  • Zikreden, ibâdet eden.
  • Resul-i Ekrem (A.S.M.) mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur'an-ı Kerim'de müzekkir diye isimlendiril

müzeyyin

  • Tezyin eden, süsleyen, ziynetlendiren.

naiz

  • Kuvvetlendiren. Kaldıran.

nazar-ı adalet ve insaf

  • Hadiselere adaletli ve insaflı bir açıdan bakma, değerlendirme.

nazar-ı maddi / nazar-ı maddî

  • Olayları ve varlıkları sadece dış görünüşüne göre değerlendirme.

nazır / nâzır

  • Gören, görücü.
  • Vakfın işlerini, dînin emirlerine uygun olarak idâre etmek üzere vâkıf (vakıf yapan) veya hâkim tarafından tâyin edilen mütevellînin vakıf işlerindeki tasarruflarını murâkabe (kontrol) etmesi ve gerektiğinde ona re'yleri (görüşleri) ile yardımcı o lması için vazîfelend

nedim

  • (Çoğulu: Nedmân - Nüdemâ) Sohbet arkadaşı, meclis arkadaşı.
  • Tatlı konuşan. Güzel hikâye anlatan.
  • Büyük kişileri hikâye ve fıkralarıyla eğlendiren.

nef'

  • Fayda, yararlılık.
  • Fls: Faydacılık. Yani: Bir şeyin doğru olup olmadığını, o şeyin faidesine göre değerlendiren yanlış bir nazariyedir. Kudsi dinimiz olan İslâmiyette ise: Bir şeyin doğru veya yanlış; iyi ve kötü olması, Allahın emir ve nehyine tâbidir.

nemek-efşan

  • Tat veren. Lezzetlendiren. (Farsça)
  • Tuz serpen. (Farsça)

neşvebahş

  • Keyif ve neşe veren. Neşelendiren. (Farsça)

neticebahş

  • Neticelendiren, sonuçlandıran. Netice veren. (Farsça)

nüktesenc

  • (Çoğulu: Nüktesencân) Nükteyi değerlendiren. Nükteden anlayan. Nükteyi yerinde kullanan. (Farsça)

nüşub

  • Dühul etmek, girmek, dâhil olmak.
  • İlgilendirmek, alâkalandırmak, taalluk etmek.

pandomima kopmak

  • Karışıklık çıkmak.
  • Seyircileri eğlendiren kavga çıkmak.

perdaz / perdâz

  • Düzelten, yönlendirici.

pota

  • İçinde madenlerin eritildiği ve şekillendirildiği kap.

rabıta-i mevt / râbıta-i mevt

  • Ölümü her an hatırlama ve hayatını buna göre şekillendirme.

rabt / ربط

  • Bağlama. (Arapça)
  • Rabt edilmek: Bağlanmak, tutturulmak. (Arapça)
  • Rabt etmek: Bağlamak, tutturmak. (Arapça)
  • Rabt olunmak: Bağlanmak, tutturulmak, ilişkilendirilmek. (Arapça)

raptetmek

  • Bağlamak, tutturmak, ilişkilendirmek. (Arapça - Türkçe)

refi'

  • Yüksek, bülend, âli, yüce.

reys

  • Eğlenmek, eğlendirmek.

rind

  • Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören. (Farsça)
  • Laübali meşreb feylesof. (Farsça)
  • Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse. (Farsça)
  • Aldırışsız, kalender.

rindan / rindân

  • Kalenderlik. (Farsça)
  • Rindler. (Farsça)

rindi / rindî

  • Kalenderlik, rindlik, aldırışsızlık. (Farsça)

rıza-yı bari / rıza-yı bârî

  • Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan Allah'ın rızası.

rub'-ı daire / rub'-ı dâire

  • Namaz vakitlerinin hesaplanmasında, yükseklik ölçülmesinde ve bâzı trigonometrik hesapların yapılmasında kullanılan el âleti. Bâzı geometrik şekillerden ibâret olup, dörtte bir dâire şeklinde tahta üzerine şekiller işlendiği için buna Rub'-ı dâire ta htası da denilmiştir.

saalik

  • Dilenciler.
  • Serseriler.
  • Kalenderler.
  • Dervişler.

şadeyleyen / şâdeyleyen

  • Neşelendiren, sevindiren.

safa-bahş

  • Eğlendiren, rahatlandıran, kederi def'eden, hatırı hoş eden. (Farsça)

saik-i hakim / sâik-i hakîm

  • Herşeyi hikmetli bir şekilde bir amaca yönlendiren Allah.

saik-i hayat-ı ebediye / sâik-i hayat-ı ebediye

  • Sonsuz hayata, âhiret hayatına sevk edici, yönlendirici.

saika / sâika

  • Yönlendirme, sebep.
  • Yıldırım.

şaika

  • Şevk verici, isteklendirici.

saika-i ilahi / sâika-i ilâhî

  • Allah'ın sevk etmesi, yönlendirmesi.

şamil

  • Çevreleyen, içine alan, ihtivâ eden, kaplayan.
  • Çok şeye birden örtü ve zarf olan.
  • Fazla şeyleri veya kimseleri ilgilendiren.

sasaniler

  • İran'da ikibin yıl önce devlet kuran bir sülâledirler. İlk meşhur hükümdarları Erdeşir'dir. Devleti kuvvetlendirdi ve Doğu Anadolu'yu Romalılardan aldı. Ünlü pâdişahlarından ve âdil ismi ile tanınan Nuşirevan İslâmiyetten önce yaşamıştır. Altıyüz seneden ziyade devletleri devam eden Sâsâniler, İslâm

şathiyyat / شطحيات

  • İnce anlamlı ve eğlendirici manzume. (Arapça)

sebeb-i tesmiye

  • İsimlendirme sebebi.

sec' / سجع

  • Seci sanatı. Düzyazıda kafiyelendirme sanatı. (Arapça)

şedde

  • Kur'an-ı Kerim okurken tek sessiz harfin iki defa okunmasına yarayan işaret.
  • Seğirtmek. Yürümekle şiddet göstermek. Bir şeyi kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak.

şedid

  • Sert, sıkı, şiddetli.
  • Musibet, belâ.
  • Tecvidde: Rahve harflerinin zıddı olan, sükûn ile harf söylendiğinde sesin akmaması hali.

sefine-i rahmani / sefine-i rahmânî

  • Allah'ın sonsuz şefkatinin sergilendiği gemi.

şehbender

  • Ticaret nezaretinin teşekkülünden evvel ticaret işlerine bakmak ve tüccarlar arasındaki ihtilâfları halletmekle vazifelendirilen memurun ünvanı idi.

şehiy

  • (Şehvet. den) İştahlandırıcı. İsteklendiren, istek uyandıran.

sema' / semâ'

  • Bir veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz okudukları, dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren ilâhî, mevlid, kasîde ve şiirleri dinlemek.

semen-i müsemma

  • İki tarafın isteğiyle değerlendirilen kıymet.

senc

  • Ölçen, tartan, değerlendiren. (Farsça)

serbülend

  • (Çoğulu: Serbülendân) Yüce. Başı yüksek. (Farsça)

şeref-bahş

  • Şereflendiren. şeref veren. (Farsça)

şeref-i vürud

  • Gelmesiyle şereflendirme.

sevk eden

  • Gönderen, yönlendiren.

sevk ederek

  • Yönlendirerek, göndererek.

şevk-aver / şevk-âver

  • Neşe veren, neşe getiren, şevklendiren. (Farsça)

şevk-bahş

  • şevk veren, şevklendiren. (Farsça)
  • Meşhur bir çeşit lâle. (Farsça)

şevk-efza / şevk-efzâ

  • Şevklendiren, neşe artıran. (Farsça)

sevk-i fıtri / sevk-i fıtrî

  • Allah'ın yaratılışta koyduğu fitrî meyil ve sevk, yönlendirme.

sevk-i ihtiyaç

  • İhtiyacın sevketmesi, ihtiyacın yönlendirmesi.

sevk-i ilahi / sevk-i ilâhî

  • Allah'ın yönlendirmesi.

sevk-i insaniyet

  • İnsanlığın sevki; beşerî istidat ve kabiliyetlerin yönlendirmesi.

sevk-i kaderi / sevk-i kaderî

  • Kaderin sevk etmesi, yönlendirmesi.

sevk-i kudreti / sevk-i kudretî

  • Güç ve kudrete dayalı yönlendirme.

sevk-i manevi / sevk-i mânevi

  • Mânevî sevk, yönlendirme.

sevk-i menfaat

  • Menfaatin yöneltmesi, yönlendirmesi.

sevk-i rabbani / sevk-i rabbânî

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın sevki ve yönlendirmesi.

sevk-i tabi'i / sevk-i tabi'î / سوق طبيعى

  • İçgüdü.
  • Sevk etmek: Göndermek, yönlendirmek, götürmek.

şevkengiz

  • İsteklendiren.

şevkengizane

  • İsteklendirircesine.

sevkiyat-ı askeriye

  • Askerlerin belli hedeflere doğru yönlendirilmesi.

sevkü'l-insaniyet

  • İnsanlığın yönlendirilmesi.

sevva

  • Seviyelendiren, düzelten.
  • Doğruya götüren.

şiddet-i ihtiyacın sevki

  • Bazı şeylere duyulan şiddetli ihtiyacın yönlendirmesi.

şiddet-i sevk

  • Şiddetli gönderme, yönlendirme.

sıhhat-ı muhakeme

  • Sağlıklı değerlendirme, hüküm verme.

sille-i tedib

  • Edeplendirme tokadı.

sille-i tedip

  • Edeplendirme tokadı.

sima' / simâ'

  • Bir kişinin veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz ve müzik perdelerine uydurmadan okudukları dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren şiirleri, kasîdeleri, ilâhileri ve mevlidleri dinlemek.

sırr-ı teklif

  • İnsanların dünyaya gelip, Allah (C.C.) tarafından vazifelendirilmelerinin hikmeti. Dünyaya gelip vazife sahibi olmanın sırrı.

siyonist

  • (Kudüs'ün eski adı olan Sion. dan) Filistin'de bağımsız bir Yahudi devleti kurmak isteyen. Yahudi fikrinin taraftarı. Bir şeyi Yahudilerin gaye ve menfaatına göre değerlendiren. Yahudilik.
  • Yahudi dinine giren.

şu'leperver

  • Işıklandıran. Alevlendirici. (Farsça)

sükunetperver / sükûnetperver

  • Dinlendirici, rahatlandırıcı. (Farsça)

ta'bir

  • (Tâbir) İfade, anlatma. Söz. Mânası olan söz. Deyim.
  • Terim.
  • Rüya yorma. (Ubur. dan) Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânaya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak.

ta'ciz

  • (Acz. den) Huzursuz kılmak, rahatsız etmek, sıkıntı vermek, canını sıkmak.
  • Eğlendirmek.
  • Âciz etmek.
  • Kadının ihtiyarlayıp âcizleşmesi.

ta'dad / ta'dâd / تعداد

  • Sayma. (Arapça)
  • Sayım. (Arapça)
  • Sayı. (Arapça)
  • Ta'dâd etmek: (Arapça)
  • Saymak. (Arapça)
  • Değerlendirmek, kabul etmek. (Arapça)

ta'yin / ta'yîn

  • Yerini belli etmek.
  • Vazifeye göndermek, vazifelendirmek.
  • Ayırmak.
  • Tayın, erzak.
  • Bir malın cinsini, miktârını, yerini belli etmek.
  • Me'mur etmek, vazîfelendirmek.

taalluk eden / taallûk eden

  • İlgilendiren.
  • İlgilendiren, ait olan.

taamı teksir

  • Yemeği çoğaltma, yiyeceği bereketlendirme.

tabakhane / tabakhâne / طبق خانه

  • Ham derilerin işlendiği yer. (Aslı: Debbağhane)
  • Derilerin sepilendiği yer, tabakhane. (Arapça - Farsça)

tadrib

  • Kebabı iyi pişirmek.
  • Avazı güzelce çekip nağmelendirmek. (Buna "tadrib-i fi-s-savt" denir).

tagyiz

  • (Gayz. dan) Hiddetlendirme, kızdırma, öfkelendirme.

tahaddi vakti / tahaddî vakti

  • Meydan okuma ve ihtiyaç vakti (inanmayanlara peygamberliğin ispatı, inananlar için imanın güçlendirilmesi vaktinde gösterilen mu'cizeler).

tahdib

  • Kamburlaştırma. Kubbelendirme.

tahdir

  • (Hader. den) Örtülendirme, örtülü bulundurma.
  • Uyuşturmak.

tahkim

  • Hakem tayin etmek. Hâkim nasbeylemek.
  • Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırmak, kavileştirmek.
  • Birisini fesattan men'eylemek.
  • Mahkemede hasmın dâvalarının açıkça belli olması için hâkimi değiştirmek.
  • Hakem tayin etme, kuvvetlendirme.

tahkimen / tahkîmen

  • Kuvvetlendirerek.

tahlil / tahlîl / تحليل

  • Ayrıştırma, çözümleme, analiz. (Arapça)
  • Tahlil etmek: Değerlendirme yapmak, analiz yapmak. (Arapça)

tahmiş

  • Tırmalamak.
  • Hiddetlendirmek.

tahrik

  • Hareketlendirme, kışkırtma.

tahşid

  • Kuvvetlendirme, destekleme.
  • Yığma, biriktirme, destekleme, kuvvetlendirme.

tahşim

  • Öfkelendirme, kızdırma, gazablandırma.

tahşiye

  • Haşiyelendirme, dipnot yazma.

taht-ı belkıs

  • Belkıs'ın tahtı. (Çok eski mecusi Yemen padişahlarından Şerahil'in kızı Belkıs, başka kardeşi olmadığından babasının yerine Yemen'e hükümdar olmuş idi. Sonra Süleyman Aleyhisselâm ile evlendi. Onun mu'cizeleriyle imana geldi.) Bak: Hüdhüd, Süleyman (A.S.)

tahzin

  • (Hüzn. den) Kederlendirme, tasalandırma.
  • Hazin hazin Kur'an-ı Kerim okuma.

tahzir

  • Yeşil renk verme. Yeşillendirme.
  • Hazırlama.

tahziz

  • İsteklendirme, rağbet ettirme.

takdir / تقدیر

  • Değerlendirme. (Arapça)
  • Beğenme. (Arapça)
  • Tanrı'nın isteği. (Arapça)
  • Takdîr edilmek: (Arapça)
  • Değerlendirilmek. (Arapça)
  • Beğenilmek. (Arapça)
  • Değer biçilmek. (Arapça)
  • Takdîr etmek: (Arapça)
  • Değerlendirmek. (Arapça)
  • Beğenmek.< (Arapça)

taksimat / تقسيمات

  • Bölümlendirme, bölme. (Arapça)

takvim

  • Düzeltme, şekillendirme.

takvis

  • (Kavs. den) Kavislendirme. Yay şekline koyma.

takviye / تقویه / تَقْوِيَه

  • Kuvvetlendirmek.
  • Kuvvetlendirilmek.
  • Kuvvetlendirme.
  • Kuvvetlendirme, destekleme.
  • Kuvvetlendirme. (Arapça)
  • Takviye edilmek: Kuvvetlendirilmek, desteklenmek. (Arapça)
  • Takviye etmek: Kuvvetlendirmek, desteklemek. (Arapça)
  • Kuvvetlendirme.

takviye eden

  • Kuvvetlendiren, güçlendiren.

takviye etme

  • Kuvvetlendirme, güçlendirme.

takviye etmek

  • Güçlendirmek.

takviye-i ezhan

  • Zihnin kuvvetlendirilmesi.

takviye-i iman

  • İmanı takviye etme, kuvvetlendirme.

takviye-i rahmet

  • Rahmet takviyesi, rahmetle kuvvetlendirme.

takviyet / تقویت

  • Kuvvetlendirme. (Arapça)

talil / tâlil

  • Sebeplendirme, sebep gösterme.

tallahi

  • Anlamı kuvvetlendirme için vallahi ve billahiden sonra söylenen yemin sözü.

taltif / تلطيف

  • Ödüllendirme. (Arapça)
  • Gönlünü alma. (Arapça)

taltif etme

  • Ödüllendirme, gönlünü alma.

talziye

  • (Lezâ. dan) Alevlendirme veya alevlendirilme.

tan'im

  • Nimet vermek, nimetlendirmek.

tangim

  • Avazlandırmak, seslendirmek.

tanzir

  • Tazeleştirme, tazelendirme.

tarsif

  • Birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.

tarsin / tarsîn

  • Sağlamlaştırma, güçlendirme.

tartib

  • Islatma, rutubetlendirme. Islatılma.
  • Tâzelik verme.
  • Hoşlandırılma.
  • Hurmanın rutubetli olması.

tasarrufat / tasarrufât

  • Faaliyetler, istediği şekilde yönlendirmeler.

tasavvur / تَصَوُّرْ

  • Bir şeyi zihinde şekillendirmek. Tasarlamak.
  • Düşünce, tasarı. Arzu.
  • Zihinde şekillendirme.

tasavvur-u dalalet / tasavvur-u dalâlet

  • İnançsızlığı zihinde şekillendirme.

tasavvur-u küfür / تَصَوُّرُ كُفُرْ

  • Küfrü zihinde şekillendirme, canlandırma.

tasavvuran / تَصَوُّرًا

  • Zihinde şekillendirerek.

tasavvuri / tasavvurî

  • Düşünmeye, zihinde şekillendirmeye ait.

tasrif

  • Bir şeyi bir yöne çevirmek, yönlendirmek, istediği şekilde kullanma ve idare etme.

tasvit

  • (Savt. dan) Seslendirme, seslenme, ses çıkarma.

tatrib

  • Zevklendirme, neşelendirme, keyiflendirme.

tavla

  • Hayvan bağlanan ahır. (San'at Ansiklopedisinde "Tavla" maddesi: "Hayvanların tavlanması yani istirahat edip çalışacak kıvama gelmesi, kuvvet ve tâkat kazanması için beslendiği yer." şeklinde tarif edilmiştir.)

tavtin

  • (Vatan. dan) Bir yerde yerleştirme. Yurtlandırma.
  • Birşeye bağlanıp onu neticelendirme. Makam tutunmak.
  • Gönlünü bağlamak.

tavzif / tavzîf / توظيف / تَوْظ۪يفْ

  • Vazifelendirmek, iş vermek.
  • Vazifelendirme, görevlendirme.
  • Görevlendirme.
  • Görevlendirme. (Arapça)
  • Vazîfelendirme.

tavzif eden

  • Görevlendiren.

tavzif edilen

  • Vazifelendirilen, görevlendirilen.

tavzif etmek

  • Görevlendirmek.

tavzifat / tavzifât

  • Vazifelendirmeler.
  • Görevlendirmeler.

tayin / tâyin

  • Belirleme, görevlendirme.

tayin edilen

  • Atanan, görevlendirilen.

tayınat senedi

  • Görevlendirme belgesi.

taziz / tâziz

  • Şereflendirme.

tazlil

  • (Zıll. den) Gölgelendirme veya gölgelendirilme.

te'cic

  • Tutuşturup alevlendirme.

te'dib / te'dîb

  • Edeblendirme. Terbiye verme.
  • Haddini bildirme.
  • Terbiye etme, edeblendirme.
  • Suçluyu cezâlandırma.

te'dibat

  • (Tekili: Te'dib) Edeplendirmeler, terbiye etmeler.

te'dip

  • Edeplendirme, haddini bildirme.

te'kid

  • Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.
  • Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama.
  • Kuvvetlendirme.

te'yid

  • Kuvvetlendirme.
  • (Çoğulu: Te'yidât) Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. Metânet verme.
  • Doğrulama, doğru çıkarma. Destekleme.
  • Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma.

te'yiden

  • Destekleyerek, kuvvetlendirerek.

tecdid ve takviye-i din

  • Dini yenileme ve güçlendirme.

tecsim

  • (Cisim. den) Vücudlu gösterilme. Cisimlendirme. Vücud gösterme.
  • Cisimlendirme, vücud verme.
  • Cisimlendirme.

tecsimat / tecsimât

  • (Tekili: Tecsim) Vücutlu göstermeler, cisimlendirmeler.

tecvid-i huruf

  • Seslerin mahreçlendirilmesi. Harflerin düzgün olarak telâffuz edilmesi.

têdib

  • Edeplendirme.

tedip

  • Edeplendirme, ceza.

tedip etme

  • Edeplendirme, cezalandırma.

tefhir

  • Fahirlendirmek, gururlandırmak.
  • Gâlip olmakla hükmetmek.

tefnik

  • Nimetlendirmek.
  • Naz.
  • Beslemek.

tefri'

  • Asıldan, kökten şubelere ayrılma, kısım kısım olma. Ayrılma. Fer'lendirme.

tehannün

  • Merhametle nimetlendirme.

tekid / tekîd

  • Kuvvetlendirme.
  • Sağlamlaştırma, kuvvetlendirme.

tekid-i i'caz-ı nebevi / tekid-i i'câz-ı nebevî

  • Peygamber mu'cizesinin başka birşeyle kuvvetlendirilmesi.

tekit

  • Pekiştirme, kuvvetlendirme.

teklif

  • Zor birşey istemek. Bir vazife ileri sürmek.
  • Sıkılgan ve resmi davranış. İçli dışlı olmayan çekingen muâmele.
  • Vergi yüklemek.
  • Vazife vermek.
  • Cenab-ı Hakk'ın, insanları, emir ve nehiyleri üzerine hareket etmeğe vazifelendirmesi.
  • Fık: Şeriat-ı İslâmiyeni

tekrir

  • Tekrar etme, bir daha yapma, söyleme, tekrarlama.
  • Edb: Sözün tesirini kuvvetlendirmek için bir sözü bile bile tekrar etme san'atı.
  • Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin sürçmesine denir. Râ harfine âid olan bir sıfattır. Buna mükerrir harfi de denir.

telakki / telakkî / تلقى

  • Anlayış, görüş, değerlendirme. (Arapça)
  • Telakkî etmek: Anlamak, değerlendirmek. (Arapça)

telakkiyat / telakkiyât / تلقيات

  • Görüşler, anlayışlar, değerlendirmeler. (Arapça)

telhib

  • (Çoğulu: Telbihât) (Leheb. den) Alevlendirme, tutuşturma.

telhim

  • (Lâhm. dan) Etlendirme, semirtme.

telkin etmek

  • Fikir aşılamak, fikren yönlendirmek.

telmih

  • Ana fikri ispata veya güçlendirmeye yönelik herkes tarafından bilinen bir şeyle, bir hakikatle işarette bulunma.

telvi'

  • (Çoğulu: Telviât) İçini yakıp dertlendirme.

telvin-i hitab / telvîn-i hitâb

  • Sözün renklendirilmesi, çeşitlendirilmesi.

telziz

  • Lezzet verme. Tatlandırma. Lezzetlendirme.
  • Lezzetlendirme.

temessül etmek

  • Şekillendirmek, canlandırmak.

ten'im

  • Nimetlendirmek. Bolluk içinde olmak. Rahat ve refah kılmak.
  • "Neam" diye cevap vermek.

tenatüc / tenâtüc

  • Neticelendirme.

tenciz

  • Sona erdirme. Sonuçlandırma, neticelendirme.
  • Sözünü yerine getirme.

tenfis

  • (Çoğulu: Tenfisât) (Nefes. den) Nefeslendirme, soluklandırma, ferahlandırma.

tenkid

  • Eleştiri, değerlendirme.

tenşit / tenşît / تنشيط

  • (Çoğulu: Tenşitât) (Neşât. dan) Keyiflendirme, şenlendirme.
  • Neşelendirme. (Arapça)

tenvi'

  • (Çoğulu: Tenviât) (Nev'. den) Çeşitlendirme, nevilendirme, türlü türlü etme.

terbiye

  • Kişiyi yavaş yavaş rûhen ve bedenen yetiştirmek, olgunlaştırmak.
  • Edeblendirme, cezâlarını verme.

tergib / tergîb

  • Şevklendirme, ümidlendirme. Rağbet verdirme. İsteklendirme.
  • İsteklendirme, şevklendirme.
  • İsteklendirme.
  • Ümitlendirme, isteklendirme, şevklendirme, rağbet ettirme, özendirme.

tergibat / tergibât

  • İsteklendirmeler.

tes'id

  • Tebrik etme, saadetlendirme.
  • Sevinç ve sürur ile bayram yapma.

teş'il

  • (Şu'l. den) Parlatma. Tutuşturma, alevlendirme.

tes'ir

  • (Sa'r. dan) Ateşi yakıp alevlendirme.
  • Kıymet ve değer koyma. Narh koyma.

teşci / teşcî

  • Cesaretlendirme, teşvik etme.

teşci eden

  • Cesaretlendiren.

teşçi etme / teşçî etme

  • Teşvik etme, cesaretlendirme.

teşci etmek

  • Cesaretlendirmek.

tesci'

  • Edb: Nesirde kafiye kullanmak. Cümleleri kafiyelendirmek.

teşci' / teşcî' / تشجيع / تَشْج۪يعْ

  • Yüreklendirme. (Arapça)
  • Teşcî' edilmek: Yüreklendirilmek. (Arapça)
  • Teşcî' etmek: Yüreklendirmek. (Arapça)
  • Cesâretlendirme.

teşdid / teşdîd / تشدید

  • Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme.
  • Gr: Harfi iki defa okuma. Harfi şeddeli okumak.
  • Şiddetlendirme.
  • Şiddetlendirme.
  • Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme, güç verme.
  • Şiddetlendirme, arttırma, çoğaltma. (Arapça)
  • Teşdîd etmek: Şiddetlendirmek. (Arapça)

teşdid etmek

  • Şiddetlendirmek.

teşdit

  • Şiddetlendirme, artırma.

teşhis

  • Şahıslandırma. Şekil ve suret verme. Seçme, ayırma, ne olduğunu anlama. Tanıma.
  • Hastalığın ne olduğunu anlayıp bilmek.
  • Edb: Canlılandırmak, suretlendirmek.
  • Eşyaya şahsiyet vermek.

teskif

  • Düzeltip ve doğrultup beraber etmek. Eşitlendirmek.

teşkil / teşkîl / تشكيل / تَشْك۪يلْ

  • Vücud vermek. Suretlendirmek. Şekil vermek. Meydana getirmek.
  • Atın iki önayağı ve art ayağının birisinin beyaz olması.
  • Biçimlendirme, oluşturma.
  • Şekillendirme, oluşturma. (Arapça)
  • Kurma. (Arapça)
  • Teşkîl edilmek: Kurulmak. (Arapça)
  • Teşkîl etmek: Oluşturmak. (Arapça)
  • Şekillendirme, oluşturma.

teşkil ve tasvir

  • Şekillendirme ve belli bir görünüm verme.

teşkilat / teşkîlât / تَشْك۪يلَاتْ

  • Şekillendirilmiş genel yapı.

teşkilatça / teşkilâtça

  • Yapı ve şekillendirme açısından.

tesmim eden

  • Zehirlendiren.

tesmiye / تَسْمِيَه

  • İsimlendirme. Ad verme.
  • Besmele çekme.
  • İsimlendirme.
  • İsimlendirme, adlandırma.
  • İsimlendirme.

tesmiye etmek

  • İsimlendirmek.

tesmiye olunan

  • İsimlendirilen.

tesri'

  • Hızlandırma. Sür'atlendirme. Acele ettirme.

teşrif / teşrîf / تشریف / تَشْر۪يفْ

  • Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek.
  • Bir yere buyurmak.
  • Şereflendirme.
  • Onurlandırma, onur verme, bir yeri onurlandırma, şereflendirme.
  • Şereflendirme. (Arapça)
  • Gelme. (Arapça)
  • Şeref verme, şereflendirme.

teşrif buyurma

  • Şeref verme, şereflendirme.

teşrif-i nebevi / teşrif-i nebevî

  • Peygamberin gelişi, şereflendirmesi.

teşrifat / تَشْرِيفَاتْ

  • Şereflendirmeler.
  • Şereflendirmeler, protokol.

teşrik

  • Güneşlendirme. Güneşte kurutma.
  • Eti parçalayıp güneşte kurutma.
  • Doğu tarafına gitme.

teşvik / تشويق / teşvîk / تشویق / تَشْو۪يقْ

  • Şevklendirme. Şevke getirme. Kışkırtma. Kaldırma. Cesaret verme.
  • Şevklendirme.
  • İsteklendirme.
  • Şevklendirme.
  • Şevklendirme. (Arapça)
  • Teşvîk edilmek: Şevklendirilmek. (Arapça)
  • Teşvîk etmek: Şevklendirmek. (Arapça)
  • Şevklendirme.

teşvik eden

  • Şevklendiren, isteklendiren.

teşvik etme

  • Şevklendirme, isteklendirme.

teşvik etmek

  • Şevklendirmek, isteklendirmek.

teşvikat

  • (Tekili: Teşvik) İsteklendirmeler, şevke getirmeler. Kışkırtmalar.

teşvikhat

  • İsteklendirmeler.

teşvikkarane / teşvikkârâne

  • İsteklendirircesine.

tesviye

  • Seviyelendirme. Düzleme. Beraber etme. İki şeyi müsavi etme.
  • Bir neticeye bağlama.

tesviye-i umur / tesviye-i umûr

  • İşlerin görülüp neticelendirilmesi.

teşyi'

  • Uğurlamak. Gideni selâmetlemek. Yolcu etmek.
  • Cesaretlendirmek.

tetrih

  • Tasalandırmak. Hüzünlendirmek, üzmek.

tevcih / tevcîh / توجيه

  • Yöneltme, yönlendirme. (Arapça)
  • Yorumlama. (Arapça)
  • Rütbe verme. (Arapça)

tevcihat

  • Yönlendirmeler.

tevhim

  • (Çoğulu: Tevhimât) (Vehm. den) Vehme düşürme. Vehimlendirme.

tevkit

  • Vakit tayin etmek. Vakitlendirmek.

tevrim

  • Gazaba getirme, öfkelendirme.
  • Verem etme, verem edilme.
  • Bedenin azâsını şişirip kabartmak.

tevris

  • Vâris kılmak, mirâs bırakmak. Malının faydasını birisine âid kılmak.
  • Ateşi yakmak, alevlendirmek için tahrik etmek.

tevşih

  • (Vişah. dan) (Çoğulu: Tevşihât) Süslü elbise giydirme. Süsleme veya süslendirme.
  • Kur'ân-ı Kerimi usul ve kaidelerine göre okuma.
  • Bir kimseye mücevher gerdanlık takmak.
  • Ist: Bir eseri, büyük bir adamın adıyla süsleme. Eski ilim adamları, bazı kimselerin adına kitap yaz

tevsik / tevsîk / توثيق

  • Belgeleme. (Arapça)
  • Sağlamlaştırma. (Arapça)
  • Tevsîk edilmek: Belgelendirilmek. (Arapça)
  • Tevsîk etmek: Belgelendirmek. (Arapça)

tevsim

  • Hacıların hac zamanı toplanmaları.
  • Dağlamak sureti ile ten üzerine işaret koyma, döğme yapma.
  • İsimlendirme, ad verme.

teyid

  • Destekleme, kuvvetlendirme.

têyid

  • Destekleme, kuvvetlendirme.

teyiden

  • Destekleyerek, kuvvetlendirerek.

tezacür

  • Birbirini kandırıp bir iş üzerine ümitlendirme.

tezfif

  • Hazırlamak.
  • Katli sür'atlendirmek.

teznim

  • Nişan ettirmek, işaretlendirmek.

tezvic / tezvîc / تزویج

  • Nikâhla bir kadını aldırmak. Birbirine eş yapmak. Evlendirmek.
  • Evlendirme.
  • Evlendirme, kocaya verme.
  • Evlendirme. (Arapça)
  • Tezvîc etmek: Evlendirmek. (Arapça)

ulema-i zahir / ulema-i zâhir / ulemâ-i zâhir

  • Kur'an-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hakikatları değerlendiren âlimler. Şeriatın mâna ve esrarından daha çok, zâhirini ve hükümlerini bilen âlimler.
  • Kur'ân-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hüküm veren ve hakikatlerini değerlendiren âlimler.

ümidbahş

  • Ümitlendiren, ümit veren. (Farsça)

umran

  • İmar ile şenlendirilmiş olan. Bayındırlaşmak. Medenilik. Saâdet. Mutluluk.

vahdet-aram / vahdet-ârâm

  • Dinlendirici, rahat yer. (Farsça)

vallahi / vallâhî

  • Allahü teâlâya yemin ederim mânâsına, bir sözün, niyyetin, bir işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösteren, söylendiği şeye aykırı hareket edildiğinde, yemin keffâreti lâzım gelen sözlerden birisi.

vasıflandırılma

  • Nitelendirilme.

vasıflandırma

  • Nitelendirme.

vatan-ı asli / vatan-ı aslî

  • İnsanın doğduğu veya evlendiği veya ayrılmamak niyeti ile yerleştiği yer.

vicdan / vicdân / وجدان

  • İyi ile kötüyü ayırt edip değerlendirme duygusu. (Arapça)

yemin / yemîn

  • Sözü Allah'ı (C.C.) zikrederek kuvvetlendirmek. Kasem.
  • El tutuşarak, Allah'a bağlılıklarını bildirerek, Allah'a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek.
  • Mübarek.
  • Sağ taraf, sağ el.
  • Kuvvet. Bir haberi yâhut bir işi yapma veya yapmama husûsundaki azmi, iddiâyı (sözü); vallahi, tallahi şeklinde, Allahü teâlânın ism-i şerîfini anarak veya dînin izin verdiği sözlerle kuvvetlendirmek.

yetim-hane / yetim-hâne

  • Yetim çocukların bakılıp beslendiği yer. (Farsça)

zeria

  • (Çoğulu: Zerâi) Vesile.
  • Yol.
  • Geçit.
  • Avcının, arkasında gizlendiği deve.

zevg

  • Bir şeyi bir tarafa eğme, bir yana meyillendirme.

zevk-bahş

  • Zevk veren, eğlendiren, neşelendiren. (Farsça)
  • Meşhur bir cins lâle. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın