Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
lazim
ifadesini içeren
188
kelime bulundu...
abak
İcab etmek. Lâzım olmak.
Yapışmak.
abakiye
Lâzım olmak.
Yapışmak.
Zahmet.
abdest
Namaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.
abülhayat-ı marifet / âbülhayat-ı marifet
Hayat suyu gibi, kan gibi insana lâzım olan Allah'ı tanıtıcı bilgi.
ahiret / âhiret
İnsanın ölümü ile başlayan ebedî (sonsuz) hayat. Âhirete îmân, inanılması lâzım olan altı esastan beşincisidir.
ahkam-ı fıkhiyye / ahkâm-ı fıkhiyye
Fıkıh ile ilgili hükümler. Bedenle yapılması ve sakınılması lazım gelen şeyler, emirler ve yasaklar.
akvat-ı yevmiyye
Geçim, derd-i maişet için lazım olan günlük yiyecekler.
alak
Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan.
Yapışkan veya ilişken nesne.
Hayvanat.
Bir işe mülâzemet eylemek.
Husumet-i lâzime veya muhabbet-i lâzime. Aşk ve muhabbet eylemek. Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak.
Bir şeye ilişip tutulmak.
Yapışkan, ba
allah
Esmâ-i hüsnâdan. Varlığı muhakkak lâzım olan, îmân ve ibâdet edilecek hakîkî mâbûd. Her şeyi yoktan var eden yüce yaratıcı.
allame / allâme
İslâmiyetin yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs ve evliyâlık derecelerinde yükselmiş, ayrıca lâzım olduğu kadar zamanın fen ve edebiyat ilimlerinde de yetişmiş zât. Âlim kelimesinin mübâlağalı ismi fâilidir.
amentü / âmentü
İslâm dîninde inanılması lâzım olan altı temel esas.
arız / ârız
Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan.
Bir şeyi arz ve takdim edici olan.
Kalın ve geniş bulut.
Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri.
İnsanın yanağı.
ask
Lâzım olmak, lüzumlu olmak.
atım
t. Ateşli silahların boşaltılması, atılması.
Kurşun menzili, kurşunun gidebildiği, yetiştiği mesâfe.
Silahın bir defa atılması için lâzım gelen barut vesaire.
avret
Eksik. Gedik. Gizlenmesi lâzım gelen şey. Dinen örtülmesi vâcib olan âzâ, ud yeri. Utanılacak ve hayâ edilecek şey. Erkeklerde göbek ile diz kapağı arasındaki kısım.
Kadın. Zevce. Nikâhlı.
Gece uykuya yatacağı vakit ve seherden evvel uykudan kalkılacak saate de şeriat örfünde
ayyil
(Çoğulu: İyâl) Nafakası lâzım olan kişi.
batıl satış / bâtıl satış
Sahîh olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veya bir kısmı bulunmayan satış, alış-veriş. Satılacak malın mütekavvim olması (kullanılmasına dînen izin verilmesi, kıymetli ve kullanılabilir olması) bu şartlardandır. Buna göre; domuz, içki ve denizdeki balık mütekavvim değildir.
bayiste / bâyiste
Zaruri, lâzım, gerekli.
(Farsça)
bey'-i batıl / bey'-i bâtıl
Sahih olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veyâ bir kısmı bulunmayan alış veriş.
bina'
(Çoğulu: Ebniye) Yapı, ev. Yapma, kurma.
Gr: Müteaddi, lâzım, meçhul, mütavaat gibi fiillerin esasını mevzu yapan kitab.
bürhan-üt temanü' / bürhan-üt temânü'
İstiklâliyet, ulûhiyetin zâtî bir hassası ve zaruri bir lâzımı olduğuna dair ve şirkin butlanını isbat eden delil ki; eşyanın yaradılışı müteaddit ellere ve esbaba verilse, âlemdeki nizam bozulup karışıklıklar çıkacağını gösterir, isbat eder.
cenabet
Pis. Gusletmesi lâzım gelen kimse.
Uzaklık.
cihaz
Âlet ve edevat.
Gelinin lüzumlu şeyleri. Çeyiz.
Cenazenin kaldırılması için lâzım olan eşya.
dakaik-i umur
Üzerinde gayet dikkatle durulması lâzım gelen işlerin ince ve mühim noktaları.
(Farsça)
dall-i bi-l iktiza / dâll-i bi-l iktiza
(Dâllibiliktiza) İktizası ile delâlet eden.
Ist: Şer'an muhtacun ileyh olan bir lâzime delâlet eden lâfızdır. Başka bir tâbir ile; vaz'olunduğu mânadan mukaddem isbatına şer'an lüzum ve ihtiyaç mevcud olan bir medlule delâlet eden ibaredir. Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: "Evini
delalet-i iltizamiye / delâlet-i iltizamiye
Bir lâfzın vazolunduğu mânânın lâzımına zorunlu olarak işaret etmesi. Meselâ "ilâh" sözü zorunlu olarak "doğmamış, doğurmamış" mânâsına işaret eder.
dervah
Şaşkın, şaşırmış olan, hayran.
(Farsça)
Başaşağı asılmış.
(Farsça)
Lâzım, zaruri, lüzumu olan, gerekli.
(Farsça)
devletçilik
Halk işlerinin, hususan büyük sanayi ve ziraatin devlet vasıtası ile işletmesi usulü. Cemiyetin umuma âid olan işleri ve bu işler için lâzım gelen teşkilât, müessese ve sâirelerini devlet eliyle yapılmasını kabul eden idâre sistemi.
Halkın hususi teşebbüslerini veya büyük müesseseler
deyn
Borç. Verilmesi lâzım gelen şey.
Fık: Zimmetinde sâbit olan şey.
disiplin
Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar.
(Fransızca)
Nizam ve intizam te'mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye.
(Fransızca)
eda şartları / edâ şartları
Bir işin, ibâdetin sahîh ve mûteber olması için lâzım olan şartlar.
ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn
İslâm dîninde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar. Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri), din bilgileri.
ehl-i sünnet alimleri / ehl-i sünnet âlimleri
İnanılması lâzım olan din bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) doğru olarak öğrenip, kitablara yazan ve Ehl-i sünnet îtikâdında olan İslâm âlimleri.
elibab
Durdurmak. Lâzım olmak.
elzem
Daha lâzım. Çok lâzım. Ziyade mucib.
Küçük parmaklı.
emanet / emânet
Emîn, güvenilir olmak. Peygamberlerde bulunması lâzım olan yedi sıfattan biri.
Fıkıh ilminde, güvenilen kimseye bırakılan mal.
emr-i bi-l-maruf, nehy-i anil-münker
Dinin emirlerini, Kur'âni ve İslâmi hakikatleri neşretmek ve bildirmek, men'edilen şeyleri de yaptırmamak. İyiliği, İslâmi hususları emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü men'edip yaptırmamağa sevketmek. (Fakat bu kudsi vazifeyi âdabına itaat ve riâyet ederek ifâ etmek lâzımdır, zirâ bu itaat da dinimi
erş
Fesat, niza, ihtilaf, rüşvet.
Fışkırmak.
Tırmalamak.
Fık: Yaralanan veya kesilen bir uzuvdan dolayı verilmesi lâzım gelen diyet.
evb
Dönülmesi lâzım gelen yere dönmek.
Kasd. İstikamet.
evla
Daha iyi, birincisi, başta gelmesi lâzım geleni.
farz-ı ayn
Her müslümanın yerine getirmesi lâzım olan farz.
fetanet / fetânet
Peygamberlerde bulunması lâzım olan sıfatlarından biri. Peygamberlerin; bütün insanların en akıllısı, en zekîsi ve en anlayışlısı olmaları.
fi'l-i vücubi / fi'l-i vücubî
Yapılması gereken, lâzım olan fiil.
fihi nazar / fîhi nazar
Şüphe edilen bir mes'ele hakkında söylenir. "Ona bir bakmak, tetkik etmek lâzımdır" demektir.
fihi nazarun / fîhi nazarun
"Ona bir bakmak, incelemek lâzımdır".
fihinazarun / fîhinazarun
Bir bakmak lâzım!
fiil-i lazım / fiil-i lâzım
(Bak: LÂZIM FİİL)
fıkh
Bilmek, anlamak. İslâmiyet'i bilmek. Dinde yapılması ve sakınılması lâzım gelen işleri bildiren ilim.
gaben-i fahiş / gaben-i fâhiş
Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte %2,5 ve daha fazlasına, urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda %5, hayvan için %10, binâ için %20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.
gals
Karıştırmak.
Lâzım olmak.
Cür'et etmek.
gıda
Besleyici madde. Vücuda lâzım olan yenecek ve içilecek şeyler.
Kuşluk vakti yenen yemek.
Zihni ve kalbi olgunlaştıracak Kur'an ve iman ilmi ve Allah'a ibadet ve taat.
gudde
Tıb: Bez. Vücudun muhtelif yerlerinde, hususan boyunda bir nevi vücuda lazım su çıkaran depocuk. Şiş.
gurm
Bir kimse üzerine eda edilmesi, yerine getirilmesi lâzımgelen şey. Borç ve diyet gibi. (Garâmet de olur)
hak
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Vâcib-ül-vücûd yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan.
İslâmiyet.
Gerçek, doğru.
Alacak.
Pay, hisse.
Hâtır, hürmet.
İnsanı
hakk
(Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti.
Dâva ve iddia.
Hakikate uygunluk.
Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse.
Münasib
Din. İslâmi
hakka
(Hakkan) Doğru olarak. Gerçek. Hakikat olarak. Lâzım ve sâbit kılmak.
hakkaniyet
Haktan ve doğruluktan ayrılmamak. Adalet üzere bulunmak. Adalet ve insaf ile lâzım olanı icra etmek.
havale-i muaccele
Huk: Havale konusunun, behemehal ödenmesi lâzım geldiği şekilde yapılan havale.
hayih
Lâzım olduğu halde mevcud olmayan nesne.
hukuk
(Tekili: Hakk) Haklar.
İnsanın cemiyet hayatında riâyet etmesi lâzım gelen kaideler, esaslar, yâni; şer'i ve adli hükümler. Haklıyı haksızdan ayıran kaideler.
Şeriat kitablarında yazılı olan haklar, kanunlar ve kaideler.
Üniversitenin hukuk tahsili yaptıran kısmı.
huzur
Hazır olmak. Mevcud bulunmak.
Hürmet edilmesi lâzım gelen kimsenin yanında olmak.
İbadet neticesi hâsıl olan rahatlık, gönül ferahlığı.
i'dadiye
Hazırlığa ait. Hazırlığa mahsus.
Orta tahsili veren okullar. Vaktiyle rüşdiyeden sonra gidilip yüksek mekteblere girebilmek için lâzım gelen bilgileri öğreten okul. Sultaniyelerden aşağı olan mekteb.
i'timad-ı nefs / i'timâd-ı nefs
Nefse güvenmek, bir iş için lâzım olan çalışmaları ve sebeplere yapışmayı bırakarak o işi başarırım diye kendine güvenmek.
icab
Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
icabi / icabî
Müsbet. İcaba âit, icaba dair.
Lâzım, gerekli, zarurete müteallik.
iglivvat
Lâzım olmak, icab etmek.
ihmal
Ehemmiyet vermemek. Yapılması lâzım bir işi sonraya bırakma. Dikkatsizlik. Başlayıp bırakmak. Terk etmek.
ihtiyaç / ihtiyâç
Ruh ve nafaka (yeme, içme, barınma) için ve bedeni sıkıntıdan korumak için lâzım olan şey.
ihtiyaç eşyası / ihtiyâç eşyâsı
Yiyecek, giyecek ve barınmada asgarî lâzım olan miktar.
iktiza
Lâzım gelme, gerekme.
Lâzım, ihtiyaç. Gerek.
İşe yarama.
Lazım gelme, gerekme.
İşe yarama, yararlık.
illet-i tamme / illet-i tâmme
Herhangi bir şeyin var olması için lâzım gelen sebeblerin tamamı. Bu sebebler var olunca neticesinin vücuda gelmesi bizzarure ve bilvücub iktiza eder.
ilm-i alet / ilm-i âlet
Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım olan yardımcı ilimlerdir. Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de denir. Ulûm-i âliyye şunlardır:Tefsîr, usûl-i kelâm, kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fı kh, ilm-i tasavvuf. Böylece din bilgileri yirmi o
iltizam
Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma.
Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma.
Onyedinci y.y. dan itibâren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş yavaş belirli bedel karşılığında şahıslara verilmeğe başlandı.
infak / infâk
Malı, Allahü teâlânın yolunda harcama. Nafaka zekat gibi verilmesi lâzım olan malı hak sâhibine verme.
ishan
Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak,
israr
(Sırr. dan) Sır saklamak, gizlemek. Gizlenmesi lâzım bir şeyi gizlemek.
istilzam
Lüzumlu olmak. Gerektirmek. Lâzım addetmek. İcâbettirmek.
kafir / kâfir
İslâmiyette inanılması lâzım olan şeylerin hepsine veya birine inanmayan, dînin emirlerini beğenmeyen, hafife alan, alay eden.
kalori
Lat. Bir kilogram suyu bir derece ısıtmak için lâzım olan ısı miktarı.
Gıdaların vücuda yarayışlı olması ve hararet vermesi bakımından değeri.
kaza
Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ.
Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak.
Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
Hâkimlik, hâkimin hükmü.
İstemeden yapılan zarar.
Hükmeylemek, hüküm.
Bir şeyi birbirine lâzım kılmak.
kaziye-i şartiyye-i münfasıla
Man: Mahmulü birden fazla olmakla bu mahmulllerin biri elbette mevzua isnad olunmak lâzım geldiğine hükmolunan kaziyyedir. (Adet ya tektir, ya çifttir) gibi.
kefen-i farz
Erkek veya kadının vefât ettiğinde sarılarak örtüldüğü bezlerden bir parçası. Buna kefen-i zarûret (lâzım olan kefen) de denir.
keffaret-i katl
Bir müslümanı veya bir zımmiyi amden değil de bir hata neticesi olarak öldüren bir müslümana lâzım gelen keffârettir ki; muktedir ise, bir mü'min köle âzad etmekten; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmaktan ibârettir.
keffaret-i yemin
Yaptığı bir yemine sadık kalmayıp bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret demektir ki: Muktedir ise, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azad etmekten; muktedir değil ise, on fakiri akşamlı sabahlı doyurmaktan veya on fakire birer parça libas giydirmekten; bu üç şeyden birine muktedir ol
kefil
(Kefâlet. den) Birisinin bir borcu ifâsı lâzım gelirken, ifâ etmediği takdirde, o borcu ifâyı kendi üzerine alan kimse. Kefâlet eden kimse.
kelime-i şehadet / kelime-i şehâdet
"Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü. Mânâsı şöyledir: "Görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allahü teâlâdan başka, varlığı lâzım olan, ibâdet ve itâat olunmağa hakkı olan, hiç ilâh, hiçbir kimse yoktur. Görmüş gibi bilir, inanırım ki, Muhammed sallalla
kitabet / kitâbet
Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma ilmi.
Güzel yazı ve güzel ifâde için lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri.
Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme.
küfr-i cehli / küfr-i cehlî
İşitmediği, düşünmediği için, Allahü teâlâya ve inanılması lâzım olan şeylere inanmamak.
küfr-i cühudi / küfr-i cühûdî
Allahü teâlâya, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş, inanılması lâzım olan şeylere inanmamakta bilerek inâd etmek.
labüd / lâbüd / لابد
Lâzım, gerekli.
Gerekli, lazım.
(Arapça)
labüdd
Çok lâzım. Elzem. Gerekli.
Her halde. Mutlaka. Muhakkak.
Ayrılık yok.
latt
(Çoğulu: Litât) Gerdanlık.
Lâzım olmak.
İnkâr etmek.
Sarkıtmak.
Örtmek.
lazım / lâzım
Birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki şeyden birinci derecede geleni; meselâ Güneş lâzımdır, gündüz melzumdur. Kur'ân lâzımdır, onun açıklaması olan tefsir melzumdur.
lazım amed / lâzım âmed
Lâzım gelir, gerekir.
lazım-amed / lâzım-amed
Lâzım gelir, lüzum eder. Lâzım geldi.
(Farsça)
lazım-amed çar-çiz / lâzım-âmed çâr-çiz
Dört şey lâzım geldi.
lazım-ı eamm / lâzım-ı eamm
Birbirinden ayrılmayan iki şeyden ayrılmaya engel olana lâzım denir (matbaa ve kitap gibi; matbaa lâzımdır).
lazım-ı mezhep / lâzım-ı mezhep
Mezhebe zorunlu olarak lâzım olan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey (meselâ, iktisat ilmi bir mezhepse, onun lâzımı matematik ilmidir. Çünkü matematik ilmi olmadan iktisat hesaplanamaz).
lazım-ı zaruri / lâzım-ı zarûrî / لَازِمِ ضَرُور۪ي
Zarûrî olarak lâzım olan.
lazım-ı zati / lâzım-ı zâtî
Birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ, sıcaklık ateşin lâzım-ı zâtîsidir.
lazımamed / lâzımâmed
Lâzım gelir.
lazımın lazımı / lâzımın lâzımı
Lâzımdan ayrı düşünülemeyen ve lâzımdan da önce gelen şey; meselâ Kur'ân için kutsallık, yani Kur'ân'ın Cenâb-ı Hakkın kelâmı olması.
lebb
Lâzım olmak.
Akıllı olmak.
leked
Yapışmak.
Lâzım olmak.
levazımat-ı arziye / levâzımât-ı arziye / لَوَازِمَاتِ اَرْضِيَه
Yeryüzüne lazım olan şeyler.
levazımat-ı harbiye / levâzımat-ı harbiye
Savaş için lâzım olan şeyler.
lezam
Lâzım ve gerekli olma.
Hiç ayrılmama.
lizam
(Lezm) Lazım olmak. İcâbetmek. Lüzumluluk.
Ölüm.
Kıyamet günü hesabı.
lojistik
Ask: Askerlik san'atının ve seferi orduların iaşe, muhabere ve sevkiyat şartları, hareket ve harb kabiliyeti bakımından en etkili durumda bulundurulması için lâzım gelen çalışmalara aid kısım.
lütut
Sâbit ve lâzım olmak, gerekmek.
lüzum / لزوم
Lâzım olmak. Bir şey bir şeyden aslâ ayrı olmayıp onunla sâbit ve dâim olmak. Gereklilik.
Gereklilik, lazım olma.
(Arapça)
Lüzum görmek:
Gerekli bulmak.
(Arapça)
mahkun-ud-dem
Fık: Katli lâzım olmayan kimse.
makamat-ı aşere / makâmât-ı aşere
Fenâ (Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak) makâmının başlangıcında olan ve fenâ makâmına kavuşmak için lâzım olan on şey.
mal / mâl
İnsanın arzuladığı, ihtiyâç, yâni lâzım olunca, kullanmak için saklanabilen ayn, yâni madde, cisim.
manay-ı iltizami / mânây-ı iltizâmî
Bir lafzın (sözün) asıl konulduğu mânânın lâzımı olan (ondan ayrılmayan) mânâ.
materyal
Bir işin meydana çıkması için lâzım gelen şeyler.
(Fransızca)
maun
Eve lâzım şeyler. Ev eşyası.
Malın zekâtı.
Ufak tefek ihtiyaçlar.
Nefaseti sebebi ile (nefsin çok hoşuna gittiğinden) kimseye verilmek istenmeyen şey.
mazmun
Meâl. Mâna. Mefhum.
Nükteli, san'atlı, ince söz.
Ödenmesi lâzım olan.
Fık: Gasb, telef veya zulüm sebebi ile ödenmesi lüzum etmiş şey.
melzum
Mevcud bir şeyle birbirinden ayrılmayan. Mevcud bir şeyle beraber bulunması lâzım gelen. Lüzumlu olmuş olan. Lüzumlu kılınmış.
Birbirinden ayrılmayan iki şeyden ikinci derecede birisi geleni, ayrılmaya engel olunanı; meselâ, oğul melzumdur, babası lâzımdır (mevlûd-vâlid). Tefsir melzumdur, Kur'ân ise lâzımdır.
mes'ele
Düşünülecek iş ve husus. Halledilmesi lâzım iş. Ehemmiyetli iş.
Savaş, muharebe, ceng, harp.
meşair
(Tekili: Meş'ar) Beş duygu, his. Hasseler.
Akıl ve vahiy.
Hacı olmadan evvel durulması lâzım gelen mühim makamlar.
mıstar
Yazının güzelliğine, düzgünlüğüne yarayan âlet. Yazı yazarken satırları doğru gösterebilmek için lâzım olan çizgileri yapmağa yarayan âlet.
Sıvacıların bir âleti.
mübayenet-i lazime / mübâyenet-i lâzime
İki şey arasında lâzım olan zıtlık ve zorunlu olan farklılık.
muceb
İcâb etmiş, lâzım gelmiş. Bir söz veya emrin icâb ettiği şey, netice.
Büyük bir memurun, kendisine sunulan evrakı tasdik için ettiği işaret.
mucib
(Mucibe) İcâb eden, lâzım gelen.
Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebep olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen.
muhdes
İhdas edilmiş. Sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan.
İlm-i Hâlde: Şer'î temizliği gitmiş, abdest veya guslü lâzım gelmiş olan.
mühimm
Düşündürücü.
Değeri çok fazla. Kıymetli.
Lâzım ve muktezi olan.
muhtac
İhtiyacı olan. Akşam evinde yiyeceğini bulamayacak derecede fakir olan. Bir şey kendine lâzım olan kimse. Bir eksiğini tamamlamak isteyen. Fakir.
mukaddesat / mukaddesât
Ta'zîm ve hürmet edilmesi lâzım olan şeyler, kıymetler.
mukteza
İktiza etmiş, lâzım gelmiş.
Kanun gereğince yazılmış yazı, derkenar.
Lâzım getirilmiş. Lüzumuna binaen istenmiş. İcab eden. Lâzım gelen.
muktezi / muktezî
(Muktazî) Lüzumlu olduğu taayyün etmiş, anlaşılmış.
İktiza eden. Gerekli. Lâzım.
mülazeme
Lüzumlu. Gerekli. Ayrılmaz. Lâzım.
mülazimin / mülazimîn
(Tekili: Mülâzımân) (Mülâzım) Stajyerler. Bir yere maaşsız olarak gidip gelenler.
Bir kimseye sarılıp ondan ayrılmayanlar.
Teğmenler.
mültezim
Bir şeyi kendi üzerine lâzım eden; iltizam eden, üzerine alan, deruhte eden. Devlet hazinesine maktu, muayyen vergi verip bir kısım memleketlerin aşar gibi varidatının tahsilini üzerine alan.
mümteni'-ul-vücud / mümteni'-ul-vücûd
Var olması mümkün olmayan, hep yok olması lâzım olan.
mürüvvet
İnsanlık, yiğitlik. Muhtâc olanlara, lâzım olan şeyleri vermek, başkalarına faydalı olmak, iyilik yapmak arzusu, insanlık. Adâleti yerine getirme ve hiç kimseden intikam almayı istememe.
müteaddi
(Udvan. dan) Başkasının hakkına tecavüz eden, saldıran, sataşan.
Gr: Lâzım fiilinin mukabili. Fiil eseri fâilden mef'ul denilen diğer bir isme geçerse o halde fiil müteaddi olur. Geçişli fiil. (Anlatmak, düşündürmek gibi)
müzdecer
Sakınılması lâzım gelen âkıbet.
Sakındıracak nasihat. Vaz geçirecek, zecr edecek olan.
nafaka / نَفَقَه
İnsanın yaşayabilmesi için, yiyecek, giyecek ve ev gibi lâzım olan şeyler.
Geçim için lazım olan para.
nimet / nîmet
Hayat için lâzım olan her şey; iyilik, lütuf, ihsan.
nüsük
İbâdet. Hac ve umrede yerine getirilmesi lâzım olan işlerin herbiri.
nüşur
Neşirler.
Yaymalar, dağıtmalar.
Öldükten sonraki dirilmeler. (Nüşur, neşir gibi bâzan müteaddi, bâzan lâzım olur. Müteaddi olursa bir şeyi açıp yaymak mânasına gelir ki, lisanımızda neşr ve neşriyat ve menşur bu mânadandır. Bunun lâzımına intişar denilir, lâzım oldukları zama
otuz üç farz
Her müslümanın öncelikle bilmesi ve yapması lâzım olan îmân ve ibâdet bilgileri.
peşkeş
(Pişkeş) Başkasının malını birine bağışlamak. Verilmemesi lâzım olan şeyi başkasına vermek. Karşılıksız vermek.
(Farsça)
rızk
Yiyip içecek şey. Maddi mânevi ihtiyaca lâzım nimet. Allah'ın herkese lütuf ve kısmet ettiği ve bekaya sebeb olan nimet.
secde-i sehv
Yanılma secdesi; namazda bir farzın veya vâcibin, vaktinden önce veya sonra yapılması yâhut vâcibin terkinde yapılması lâzım gelen secde.
sedk
Lâzım olmak, icab etmek, lüzum.
sehv secdesi
Yanılma secdesi; namazda bir farzın veya vâcibin, vaktinden önce veya sonra yapılması yâhut vâcibin terkinde yapılması lâzım gelen secde.
sekem
Yolun orta yeri.
Lâzım olmak, icab etmek.
semahat / semâhat
Cömertlik ve el açıklığı; vermesi lâzım ve vâcib olmayan şeyleri seve seve vermek.
setr-i avret
Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek.
sıfat-ı zatiye / sıfât-ı zâtiye
(Sıfât-ı lâzime - Sıfât-ı vâcibe) Allah'ın zatından ayrılması mümkün olmayan ve zatına lâzım ve vâcib olan sıfatlar.
Tecvidde: Harflerin zâtından ayrılması mümkün olmayan sıfatlarıdır.
su-i telakki / su-i telâkki
Lâzım olduğu şekilde anlamama. Kötü anlayış. Kötü telâkki etme.
şurut
(Tekili: Şart) Şartlar. Bir şeyde bulunması lâzım gelen esaslar, temeller.
ta'rife
Bir şeyi lâzım olduğu şekilde anlatıp bildiren yazı.
taaddi / taaddî
Geçme, öteye geçme, saldırma.
Zulmetme, adaletsizlik.
Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma.
Arapça'da lâzım bir fiili müteaddî yapmak.
tahkir etmek / tahkîr etmek
Hor görmek, kötülemek, aşağılamak, birine veya bir şeye söz ve hareketle hakâret etmek, saygı ve hürmet gösterilmesi, üstün tutulması lâzım olan şeyleri aşağı tutmak, saygısızlık etmek.
tarik / tarîk
Yol. Tarz, usûl.
Vâsıta. Meslek.
Bir maksada nâil olmak için icrâsı lâzım olan husus veya bu hususların hey'et-i mecmuası.
tatavvu'
Müstehab ve mendub olan namazlar.
İbadeti sırf kendi isteğiyle yapmak.
Nafile namaz kılmak.
Üzerine lâzım olmayan işler yapmak.
techiz / techîz
Donatma. Gereken şeyleri tamamlama. Cihazlanma.
Fık: Cenazenin yıkanmasından defnetmeğe kadar yapılması lâzım gelen şeyler ve bunları tedarik etme.
Vefât edenin (ölenin) yıkanmasından kabre defnedilmesine kadar yapılması lâzım gelen şeyler.
tedbir
Bir şeyi te'min edecek veya def' edecek yol.
Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine uygun hareket, riayet.
Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık.
tedmin
Yığıp toplamak.
İhâta edip kaplamak.
Lâzım olmak, icab etmek.
telazum
Biri diğerine lâzım olmak. Karışık olmak. Bir şey diğerine yapışmak.
telvihat / telvihât
Maksadın lâzımı olan şeylerden bahsetmek sûretiyle yapılan kinayeler.
terettüb
Sıralanmak.
Gerekmek. Lâzım gelmek. Netice olarak çıkmak.
Bir yerde aslâ kımıldamak, bir vecih üzere sâbit ve pâyidar olup durmak.
Zuhura gelmek.
Muayen sebeblerin, muayyen ve mukannen olan neticeler vermesi.
terk-i dünya / terk-i dünyâ
Dünyâyı terk etmek.
Mübah (dinde izin verilen) şeylerin hepsini terk edip, yalnız, yaşamak için ve dînini korumak için zarûrî, lâzım olan mübahları kullanmak, yâni mübahların zarûret miktârından fazlasını terk etmek. Böyle terk-i dünyâ çok kıymetli ve faydalı ise de çok güçtür.
Haram
tertib-i mukaddemat / tertib-i mukaddemât
Bir neticenin meydana gelmesi için lâzım olan sebeplerin sıralarına göre tertib edilmesi. Bir neticeye varılması için sırasıyla riayet edilmesi icab eden sebebler.
tesafün
Lâzım olmak, icab etmek.
teselsül
Burhân-ı tatbîk delîli ve benzerlerinde, Allahü teâlânın varlığının lâzım olduğunu isbat etmekte kullanılan delillerden biri. Hâdislerin (sonradan var olan şeylerin) birbirinin varlığına sebeb olarak geriye doğru sonsuza kadar zincirleme birbiri ardı sıra gitmesi.
tevcib
(Vücub. dan) Lüzumlu yapma, lâzım etmek, gerektirmek.
Bir iş için vakit belirlemek.
tezemmüm
Kişi kendi üzerine hak lâzım kılmak.
Ahd ü eman etmek.
Arlanmak. Utanıp çekinmek.
tilavet secdesi / tilâvet secdesi
Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyetinden herhangi birini okuyan veya işiten bir mükellefin yâni akıllı ve ergenlik çağına erişmiş bir müslümanın yapması vâcib (lâzım gelen) secde. Secde âyetleri, Kur'ân-ı kerîmin; A'râf, Ra'd, Nahl, İsrâ, Meryem, Hac, Furkân, Neml, Secde, Sâd, Necm, İnşikâk ve Ala
ulum-i islamiyye / ulûm-i islâmiyye
İslâm bilgileri, din bilgileri, müslümanların öğrenmesi lâzım olan bilgiler.
ürümek
Havlamak. (İt ürür, kervan yürür)Ürüyen köpek ısırmaz: Tehdit savuran, işi gürültüye boğan kimselerden yılmamak lâzım geldiğini anlatır.
(Farsça)
usul
(Tekili: Asıl) Ana, baba. Cedler.
İstinadgâh.
Râcih delil, kaide. Asıllar, kökler, temeller. Bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lâzım gelen esaslar. Bir hedefe ulaşmak için tutulan düzenli yol.
Tarz, metod, tertip.
usul-i din / usûl-i din
Kalb ile inanılması lâzım olan bilgiler, îmân ve îtikâd bilgileri.
vacib-ül-vücud / vâcib-ül-vücûd
Varlığı mutlaka lâzım olan Allahü teâlâ.
vacid / vâcid
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ma'bûd, Rab, ilâh olan, zâtında bulunması lâzım ve lâyık olan bütün sıfatları kendisinde bulunan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan.
vallahi / vallâhî
Allahü teâlâya yemin ederim mânâsına, bir sözün, niyyetin, bir işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösteren, söylendiği şeye aykırı hareket edildiğinde, yemin keffâreti lâzım gelen sözlerden birisi.
vecibe
Borç hükmünde olan vazife.
Kanun ve ahlâkın icabı, yerine getirilmesi lâzım gelen şey.
vefa
Ahdinde, sözünde durma.
Sevgi ve dostlukta sebat ve devam.
Ödeme.
Yetişme.
Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.
vilayet yolu / vilâyet yolu
Bir vâsıtanın yâni yetişmiş bir velînin yol göstermesi lâzım olan, insanı Allahü teâlâya kavuşturan evliyâlık yolu.
vücub
Vâcib ve lâzım olmak.
Sâbit olmak.
Sukut ve vuku.
Sübut ve temekkün cihetiyle lâzım olmak. Bırakılması mümkün olmamak.
Güneşin batması.
Muztarib olmak.
yemin keffareti / yemîn keffâreti
Yapılan yemîne riâyet etmeyip, yemîni bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret, cezâ.
yemin-i lağv / yemin-i lâğv
Alışkanlıkla veya dil sürçmesiyle veya sehven yapılan yemindir (ki; şer'an kefâret lâzım gelmez).
yenbagi
Münasib, uygun, şâyân. Lâzımgelir, icab eder, gerekir.
yevm-i ahir / yevm-i âhir
Âhiret günü. Îmân edilmesi lâzım olan altı şeyden beşincisi. Arkasından gece gelmeyen gün. Bu zamânın başlangıcı insanın öldüğü gündür.
zaruriyyat-ı din / zarûriyyât-ı din
İnanılacak ve yapılacak işlerle ilgili, âlim ve câhil herkesin bilmesi lâzım olan din bilgileri.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
evliya
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
intihab
Taleb-i
ale'l-husus
Kasdî
Alam
cilve-i rabbani
kami
zabu'
Ziri
iyal
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
lazim
şol
çoğul
tevazül
kötü
Arar
kami
ELİS
ADALET
Hazır