Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
kuvve
ifadesini içeren
728
kelime bulundu...
misak / mîsâk
Söz verme, sözleşme, andlaşma.
Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâma ve bütün zürriyetine (ondan gelecek insanlara); "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitâb buyurması, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevab vermeleri.
Yemîn ile kuvvetlendirilen söz verme.
müceddid / müceddîd
Yenileyici, kuvvetlendirici. İslâm dînini kuvvetlendiren, bid'atleri yâni İslâm dînine sokulmak istenen reformları, hurâfeleri söküp atan ve sünnetleri ortaya çıkaran âlim.
a
Nida edatı olup, kelimenin sonuna gelir "ey" mânası verir. Aynı veya farklı iki kelime arasına gelirse, sözün mânasını kuvvetlendirir. "rengârenk, lebaleb" gibi.
ab-ı hayat / âb-ı hayât
Hayat suyu. Saf ve berrak su. İnce ve derin mânâlı söz. Tasavvufta mürşid-i kâmil denilen evliyâ zâtların, insanların mânen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mübârek sözleri, mânevî nazarları (bakışları) ve kıymetli kalblerinden fışkır an teveccüh. Bir şeyin kıymetini kuvvetli bir şek
acemceme
(Çoğulu: Acemcemât) Kuvvetli, muhkem deve.
acize / âcize
Güçsüz, kuvvetsiz.
acz
Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak.
Zarardan korunmak gücünün olmaması.
Bir şeyin geri tarafı.
acz-alud
Âcizlik, kuvvetsizlik, güçsüzlük.
(Farsça)
add / âdd
Kuvvet, salâbet.
adem-i iktidar
İktidarsızlık. Güçsüzlük. Kuvvetsizlikten gelen hastalık.
aferna'
Arslan.
Kuvvetli deve.
ahenin
Demirden yapılmış, çok kuvvetli, pek sağlam.
ahkem
En sağlam. En kuvvetli.
En çok hükmeden.
En hakim ve akıllı.
ahmes
Kuvvetli, yiğit. Kahraman, cesur, şecaatli, bahadır.
akerker
Kuvvetli arslan.
Yoğurt.
akl
İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet.
aksiyon
Şirket ve ticaret hissesi.
(Fransızca)
Kuvvet ve enerjinin dışa ve fiile çıkması.
(Fransızca)
akva / akvâ
Daha kuvvetli. En kuvvetli.
Çok güçlü, en kuvvetli.
Daha kuvvetli, en kuvvetli.
En kuvvetli.
akva ve ahzar / akvâ ve ahzar
Daha kuvvetli ve daha açık.
akviya / akviyâ / اقویا
(Tekili: Kavi) Sağlam ve güçlü olanlar. Kuvvetliler.
Kuvvetliler.
(Arapça)
alay
(Ask.) 3-4 tabur piyade veya5 bölük süvari askerinden mürekkep kuvvet.
Debdebe ve gösterişle yapılan tören, geçit resmi.
Cemaat, topluluk, güruh, kalabalık, fevç.
Fazla miktar, muhtelif ve müteaddit kişiler veya şeyler.
alendat
Kuvvetli deve.
amelles
Kuvvetli adam.
Kurt.
Yavuz, çirkin at.
ammus
Güçlü ve kuvvetli kişi.
an'aneli sened
Hadis nakledenlerin veya bir haberi söyleyenlerin bu haberi kimden kime söylendiğini belli eden "An filan, an filan" diyerek şahısların isimleriyle beraber rivâyet ve nakledilen kuvvetli ve şüphe götürmeyen sened.
ans
Sağlam, kuvvetli deve.
Yemen tâifesinden bir kabile.
Kız bâliğa olduktan sonra, ailesinin evinde çok durması.
anve
Kuvvet, cebr, zorakilik, zorlama, zor.
arekrek
Aceleci, acul.
Kuvvetli büyük deve.
arize
Sâbit olmak.
Kuvvetli ve muhkem olmak. Bahil olmak.
armatür
Lât. Fiz: Kuvvet akımını toplu bir hale koymak için mıknatısın kutupları arasına yerleştirilen demir parçası.
Kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
arza
Şiddet.
Kuvvet.
asabe
Kuvvet, şiddet.
Bir tek sinir.
Baba tarafından akraba olanlar.
Bir kimseye yardım ve takviye eden akrabası takımı.
Fık: Eshab-ı Feraiz, hisselerini aldıktan sonra geri kalanı, terekeyi alan kimse. (Babası ve evladı olmayan kimseye vâris olan.)
asemsem
Kuvvetli, büyük deve.
asf
Zulüm. Haksızlık.
Can çekişme.
Emek çekip kâr kazanma.
Bir tarafa eğilme.
Sür'atle gitme.
Rüzgârın kuvvetle esmesi.
Taze ekin yaprağı.
Ekin taze iken biçme.
aşvez
(Çoğulu: Aşâviz) Sağlam yer.
Sağlam ve geçirimsiz yerlerde oluşan göl.
Sağlam, kuvvetli deve.
Çok et.
atalet kanunu
Fiz: Duran bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hareket edemez; ve hareket hâlindeki bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hızını ve yönünü değiştiremez.
atletizm
yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.
atvak
(Tekili: Tavk) Tasmalar. Gerdanlıklar, boyuna takılan mücevherler.
Tâkatler, kuvvetler.
Boyundaki halka çizgiler.
avasıf
(Tekili: Asıta) Sert ve kuvvetli rüzgârlar. Fırtınalar.
azamet-i kudret / عَظَمَتِ قُدْرَتْ
Güç, kuvvetin büyüklüğü.
azaze / azâze
Kuvvet.
Azamet, büyüklük.
Şiddet.
Azlık.
Gâlip olmak.
azd
(Azid, azud) Kolun üst kısmı.
Destek.
Kuvvet, kudret.
azeret
Yetişip kuvvetlenme.
Kalınlaşma.
Ekinin yetişip tanelerinin çıkması.
azimet / azîmet
Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.
aziz / azîz
İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu.
Dost.
Şerif.
Nadir.
Dini dünyaya âlet etmeyen.
Sireti temiz.
Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi.
Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.
azm
Azim, kesin karar, kuvvetli niyet.
ba'
Kulaç.
Erişme.
Yetme.
Kuvvet, kudret, beceriklilik.
şeref, kerem.
Vergili, verimli olma.
babayiğit
Yetişmiş delikanlı, tam bedenî kuvvetini almış genç. Cesur, yiğit.
başbuğ
t. Osmanlı devrinde başıbozuk veya akıncı kuvvetlerinin kumandanı.
Lider.
basır / bâsır
Gören. Dikkatli ve göz kuvveti ile gören.
basire / basîre
Görme kuvveti, görüş.
basiret / basîret
Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat.
İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet.
Bir evin iki tarafının arası.
Yer üstündeki kan.
İleri görüş, kuvvetli seziş.
batş
Şiddetle tutup kapma. Kuvvet. Şiddet.
Hastalık geçtikten sonraki zayıflık.
baz-güşa
İnsandaki ayırdetme kuvveti.
(Farsça)
bazu / bâzu
Kolun omuz ile dirsek arasında kalan kısmı, pazu. Adud.
(Farsça)
Mc: Güç, kuvvet ve istidat.
(Farsça)
bedde
Derman, takat, güç, kuvvet.
beis
(Be's) Zarar. Kuvvet ve şiddet. Zahmet. Zor. Fenâ. Bed.
beis-be's
Zarar, ziyan.
Korku, azap, sıkıntı, fenalık.
Kuvvet, kudret.
berahin / berâhin
Bürhanlar, kuvvetli deliller.
berahin-i kat'iye / berâhîn-i kat'iye
Kesin burhanlar, kuvvetli deliller.
berahin-i kaviyye
Sağlam deliller, kuvvetli bürhanlar.
berj
Kuvvetli kasırga. Su girdabı.
(Farsça)
berr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). İhsân eden, iyilik eden, yâni her iyilik kendisinden olan, îmân edip, iyi ameller yapmayı nasîb edip, bunlara karşılık âhirette sevâb ve dünyâda sıhhat, kuvvet, mal, makam, evlâd ve yardımcı lar veren.
Îtikâdı doğru, amelleri i
beyt-ül ankebut / beyt-ül ankebût
Örümcek yuvası.
Mc: Derme çatma yapılmış ev.
Dayanıksız ve kuvvetsiz şey.
bezim
Kuvvetli, güçlü kişi.
Hiddet ve kızgınlığını belli etmeyip soğukkanlı olarak hareket eden kişi.
bidde
Derman, tâkat, güç, kuvvet.
birr
İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat.
Dininde ibadetinde kuvvetli olan.
Bağışta bulunma.
bişkuh
İktidarlı. Kuvvet sahibi. Muhterem ve saygıdeğer kimse.
(Farsça)
bişkul
Becerikli, çevik.
(Farsça)
İhtiyatlı, tedbirli.
(Farsça)
Akıllı.
(Farsça)
Kuvvet sahibi.
(Farsça)
bissüyuf / bissüyûf
Kılıçlarla ve kuvvet ile.
bitane
(Çoğulu: Betâyin) Çarşaf.
Kaftan astarı.
Dostluk.
Hâlis olmak.
Kuvvetli olmak.
biyt
Kuvvet.
bürhan
Kuvvetli delil.
büzm
Kesin karar ve tahammül.
Sertlik, kuvvet.
Doğru rey.
cadil
Gürbüz, kuvvetli, kavi, metin.
can
Yaşayış. Diride olan kudret, kuvvet. Hayat cevheri. Madde ilimleri, maddenin; hayat ilimleri (biyolojik ilimler) hayatın ne olduğunu açıklıyamamışlardır. Aslında bunların konusu da madde, hayat ve ruhun kendisi değil, bunların tezahürleri yani olay haline gelen tesirleridir. Deney ilimlerini
(Farsça)
cazibe
Çekme kuvveti.
Mc: Letafet zamanı. Hüsn-ü cemal. (Hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet câzibeyi tevlid eder gibi bir âdet-i İlâhiyye, bir kanun-u Rabbanidir. Mek.)
cazibe-i mutlaka / câzibe-i mutlaka
Mutlak çekici kuvvet.
Yegane çekici kuvvet.
Geçici güzelliğin zıddı olan ebedî güzellik.
cebir
Zabtetmek. Zor. Kuvvet.
Bir şeyi ıslah ve tamir etmek, düzeltmek.
Bâtıl bir fırka.
Mat: Harflerle yapılan hesab.
Tıb: Fevkalâde ameliyat, kırık kemiği sarıp bütünlemek. Kırık veya çıkık uzva sarılan tahtalar.
cebren
Zorla. Cebir ve kuvvet istimali ile. Kuvvet kullanarak.
cedl
Yaratmak, halk.
Kuvvet.
Sağlam bükmek.
Azâ, organ, uzuv.
cehd
Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması.
Azim, gayret, fedakârlık.
Takat.
Gayret, olanca gücü ve kuvveti sarf etmek.
cehir-üs savt
Çok ve kuvvetli ses.
cel'abe
Çok kuvvetli dişi deve.
celadet
Yiğitlik. Bahadırlık. Kuvvet ve şiddetlilik. Muhkemlik. Salâbet, metânet.
cemra
Kuvvetli dişi deve.
cenab-ı kadir-i mutlak / cenâb-ı kadir-i mutlak
Nihayetsiz kuvvet ve kudret sahibi, şeref ve azamet sahibi olan Cenâb-ı Allah.
cerbeze
Aldatıcı sözlerle kurnazlık etme. Fazla sözlerle aldatıcılık. Haklı ve haksız sözlerle hakikatı gizleme.
Beceriklilik, fetânet ile temyiz ve cesaret-i mutedile ve kuvvet-i idareden ibâret olan sıfat-ı zihniye. (Bu kelime, Arabçada: Hilekârlık, kurnazlık gibi aşağılayıcı bir mânâda ku
İşleri incelemek, anlamak kuvvetini, lüzumsuz yerlerde kullanmak, ukalâlık etmek, gereksiz aklî yorumlarda bulunmak. Hikmetin aşırısı.
çeşm-i istikbal-bini / çeşm-i istikbâl-binî
Gelecek zamanı, istikbâli gören göz. Kuvve-i kudsiye ve ferâset ve basiretle ileriyi bilen nazar.
ceyş-ül azim / ceyş-ül azîm
Büyük ordu. Binikiyüz kişilik askeri kuvvet.
cihad
(Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı imâniye ve esasât-ı diniyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'l
cimnastik
yun. Vücud organlarını alıştırıp kuvvetlendirmek için yapılan idman. Beden terbiyesi.
cühd
Kuvvet, tâkat.
cülazi / cülazî
Kocaman ve kuvvetli. İriyarı.
Hâdim, hademe, hizmetkâr.
Kilise veya manastır uşağı.
Papaz veya keşiş.
cülmüd
Sesi çok çıkan ve kuvvetli olan kimse.
cüz-i layetecezza / cüz-i lâyetecezzâ
Bir daha bölünmeyen en küçük parça. En küçük cisim parçası. Tecezzisi kabil olmayan. Atom. Yani parçalansa, maddîlikten çıkıp kanun-u İlâhî ile bir nevi kuvvete inkılâb eder.
da'bel
Kurbağa yumurtası.
Güçlü, kuvvetli deve.
dabenti / dabentî
Güçlü, kuvvetli kimse.
dahm
Şiddetle def'etmek.
Cemaatın kuvvetli olması.
dal'
Meyl. Eğrilik. Kuvvet.
Ağır yük götürmek.
dalaa
Kuvvet.
Eğrilik.
Şiddet.
dalı'
Kavi, kuvvetli.
Muhkem, sağlam, sert.
Eğri.
darü'l-kudret / dârü'l-kudret
Allah'ın güç, kuvvet ve iktidarının doğrudan yansıdığı yer, âhiret.
deb'
Yumuşak yer.
Kuvvetle basmak.
dekele
Sıvı balçık. Kuvvetleriyle gururlanıp sultanın emrine uymayan kavim.
del'as
Büyük, kuvvetli deve.
delehmes
Arslan.
Bahâdır, kahraman.
Çeri.
Kuvvetli kişi.
Çok karanlık olan gece.
deman
Heyecanlı. Hiddetli, hiddete kapılmış.
(Farsça)
Vakit, zaman. An.
(Farsça)
Bağırıp çağırma, feryat, figân.
(Farsça)
Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli, cesim.
(Farsça)
Kükremiş.
(Farsça)
demekmek
Katı, şedid.
Çok kuvvetli kimse.
demeşk
Şam şehri.
Yürüğen kuvvetli, seri deve.
derece-i iştiyak
Çok kuvvetli arzu ve isteğin derecesi.
derece-i kudret ve hikmet / دَرَجَۀِ قُدْرَتْ و حِكْمَتْ
Güç, kuvvet ve hikmetin derecesi.
derece-i kuvvet
Kuvvet derecesi.
derman
İlâç, tiryak.
(Farsça)
Çare-i necat, kurtuluş sebebi.
(Farsça)
Tâkat, güç, kuvvet.
(Farsça)
dest-bürd
Kuvvet, kudret.
(Farsça)
Üstünlük, zafer, muvaffakiyet.
(Farsça)
dest-gah / dest-gâh
İş yeri, tezgâh.
(Farsça)
İktidar, servet, kuvvet.
(Farsça)
devsere
Büyük, semiz, kuvvetli deve.
didar
Mülâkat, görüş.
(Farsça)
Görünme.
(Farsça)
Yüz. Çehre.
(Farsça)
Görüş kuvveti, göz.
(Farsça)
Açık, meydanda.
(Farsça)
dihkan
(Çoğulu: Dehâkin) Sipâhi.
Köy kethüdâsı.
Emirlerin tasarrufunda kuvvetli olan, sözü geçen adam.
Bezirgân.
Acem fellahlarının maslahatgüzarı.
din
(Dyne) Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü.
(Fransızca)
dinamik
yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu.
Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli.
Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi,
dirayet
Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak.
Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.
donanma
Kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik.
dümdar / dümdâr / دُمْدَارْ
Askerlikte arttaki emniyeti te'minle vazifeli, geriden gelen ve askeri tâkib eden birlik. Ordunun geriden emniyet kuvveti.
(Farsça)
Mc: Son zamanlarda gelen büyük evliyâullah.
(Farsça)
Ordunun arkasındaki kuvvet.
Orduyu arkadan kollayan ardçı kuvvet.
ecir / ecîr
Bir işi yapmak için kendi kuvvetini veya san'atını kirâya veren, çalışan kimse, işçi.
ecza / eczâ
(Tekili: Cüz) Eczacılıkta kullanılan çeşitli maddeler.
Ciltlenmemiş kitab ve saire.
Cüz'ler, parçalar, kısımlar.
Bir kimyevi terkible vücuda gelip yanma hassası gibi böyle bir kuvvet ve te'siri haiz bulunan şey.
edd
(Çoğulu: Üdüd) Kuvvet.
Yetişmek.
Ric'at etmek.
edeb
Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ.
Ist: Sünnet-i Resul'e (A.S.M.) uygun hareket etmek.
Utanılacak şeylerden insanı koruyan meleke; kuvve-i râsiha-i nefsiye.
Edebiyat ve ondan bahseden ilim. (Kur'anın edebi ise: Öyle
ekid
Sağlam, metin, muhkem.
Sarih, kesin, açık, kat'i, muhakkak. Kuvvetli, te'kidli.
ekva
Daha kuvvetli, en kuvvetli.
Daha kuvvetli.
el-hükmü li'l-galib
Hüküm güçlü ve kuvvetli olanındır.
elma'
(Elmaî) Çok zeki, zekâveti kuvvetli, idrak derecesi üstün olan kimse.
emazir
(Tekili: Mezir) Kuvvetli ve azamet sahibi olanlar.
emir-ül ma'
Amiral. Deniz kuvvetlerinde albaydan büyük rütbede bulunan subaylar.
emun
Kuvvetli, dayanıklı deve.
enbar
Yığın, dolu, küme.
(Farsça)
Gübre. Ekinlere, kuvvet vermesi için dökülen eski fışkı, hayvan tersi.
(Farsça)
enerji
Kuvvet. Güç. Fiziki kuvvet.
(Fransızca)
Gücünü harcama isteği ve iktidarı.
(Fransızca)
erba'in / erba'în
Kırk günlük riyâzet. Maddî bağları azaltıp, mânevî tarafı kuvvetlendirmek ve kalb aynasını parlatmak için, tasavvuf büyükleri tarafından konan usûllerden biri; kırk gün az yemek, az içmek, az konuşmak, çok ibâdet etmek. Buna çile de denir.
erk
Kuvvet, kudret, güç, iktidar, nüfuz.
esahh
En sahîh, en sıhhatli, en doğru olan. Bir mes'elenin hükmü hakkında müctehid âlimlerin kavillerinden (sözlerinden, ictihadlarından) en doğru olanı. "Esahh" sözü, "sahîh, doğru" sözünden daha kuvvetlidir.
esbab-ı müşeddide
Kuvvetlendiren, artıran sebepler. Cezâ hukukunda; cezâyı ağırlaştıran kanuni veya takdiri sebepler. (Esbâb-ı muhaffifenin zıddıdır.)
eşemm
Burnu kuvvetli koku duyan.
eser-i dest
El eseri, kendi kuvvet ve kudretinin eseri.
eshab-ı temyiz / eshâb-ı temyîz
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin altıncı tabakası. Bunlar kuvvetli hükümleri zayıf olanlardan, zâhir haberleri (İmâm-ı Muhammed'in Hanefî mezhebinin temeli olan meşhûr altı kitâbında bildirdiği haberleri), nâdir haberlerden (İmâm-ı Muhammed'in, İmâm-ı a'zâm ve talebelerinin diğer kitâblarda bild
eshab-ı tercih / eshâb-ı tercîh
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin beşinci tabakası. Bunlar, ictihâd gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebdeki müctehidlerin ictihadları (verdikleri hükümleri) arasından delili kuvvetli olan ictihâdı seçen âlimlerdir.
etnik
yun. Bir kavim, bir ırkla ilgili olan. İslâmiyet, kavmiyeti ve ırkçılığı reddeder. Etnik bölücülüğe karşı en kuvvetli siper, İslâm şuuru ve kardeşliğidir.
eved
Kuvvet. Ağır yük götürmek.
Eğrilik.
evfa
Çok vefalı. Çok sadakatli. Ahdine vefası kuvvetli.
En çok. Pek tamam.
Tam yetişmek.
evhen
En gevşek, çok zayıf, pek dayanıksız, kuvvetsiz tâkatı kalmamış.
evkaf
(Tekili: Vakıf) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar.Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen
evked
Pek te'kitli, çok kuvvetli, en kavi.
eyd
Kuvvet.
eydi
(Tekili: Yed) Eller.
Mc: Kuvvetler. (Daha çok Eyâdi şeklinde kullanılır.)
eyid
Kuvvetli, şiddetli kimse.
eyyid
Kuvvetlendir, teyid et, devam ettir (meâlinde).
eyyid-allahu mülkehu
Allah'ım onun mülkünü devamlı kıl, kuvvet ver (meâlinde duâ.)
ezr
(Çoğulu: Uzur) Arka ve sırt.
Kuvvet.
fakülte
(Faculty) Üniversitelerin, ihtisas mevzuu bakımından ayrılmış kollarından her biri.
(Fransızca)
Hassa, meleke, iktidar. Kabiliyet, kuvvet.
(Fransızca)
far
Otomobil, kamyon gibi nakil vasıtalarının önündeki kuvvetli lâmbalar.
(Fransızca)
farz-ı zanni / farz-ı zannî
Müçtehidlerce kat'i bir delile yakın derecede kuvvetli görülen, zanni bir delil ile sâbit olan vazifedir ki, amel hususunda farz-ı kat'î kuvvetinde bulunur. Buna farz-ı amelî de denir. Meselâ: Abdestte mutlaka başı meshetmek bir farz-ı kat'îdir. Başın dörtte birini meshetmek bir farz-ı amelîdir.
fehil / fehîl
Kerim, cömert adam. Ulu ve kuvvetli kimse.
fehm
Anlayış; iyiyi kötüden ayıran anlama kuvveti.
fer
Işık, parlaklık, zinet, süs.
(Farsça)
Fazl ve vakar.
(Farsça)
İktidar; şevket, kuvvet.
(Farsça)
fer-i devlet
Devletin kuvveti, devletin nüfuzu.
ferid
Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ.
Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid.
Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok.
Dizilmiş inci.
Bir tane, nefis ve müntehab
fetat
Kuvvetli, genç kadın.
firaset / firâset
Allahü teâlânın, mü'minlere ihsân ettiği işlerin iç yüzüne vâkıf olma kuvveti.
fıtne
Akıllılık. İdrak ve anlayışı kuvvetli olmak.
gabit / gabît
(Çoğulu: Gubut) Çukur yer.
Bir dere ismi.
Üstüne mıhfe bağlanan çok kuvvetli hayvan.
gasak
(Gusuk-Gasekan) İlk koyu karanlık.
Küfrün karanlığı.
Gözün dumanlanıp, seçemez olması.
Göz kararması.
Herhangi bir şeyin akması, dökülmesi.
Çok soğuk ve fena kokan içki veya su.
Kuvve-i şeheviyye.
Seyelân.
gerilla
(İspanyolca) Büyük bir kuvvete karşı, dağınık küçük kuvvetler tarafından yapılan çete harbi.
gücük
Kuvvetsiz, zayıf, gevşek.
gülhane hatt-ı hümayunu
Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa
hadis-i hasen / hadîs-i hasen
Bildirenler (râvîler) sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olmakla beraber hâfızası, anlayışı sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîfler.
hafeş
Gözün küçük olması ve görme kuvvetinin zayıf olması. (Öyle kişiye "ahfeş" derler.)
hafıza / hâfıza
Hıfz etme (ezberleme) ve hatırda tutma kuvveti. His organları ile duyulmayan fakat duyulanlardan çıkarılan mânâları saklayan mânevî duygu merkezlerinden biri.
Muhafaza eden. Ezberleme kuvvesi. Kuvve-i hâfıza.
hal / hâl
Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet.
Cezbe.
Dert, keder, elem.
Mecâl. Kuvvet.
Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken
halife-i cabire / halîfe-i câbire
Halîfeliği kuvvet zoru ile ele geçiren.
halk-ı ezdad
Birbirine zıd halleri bir şeyde yaratmak. Meselâ: Bir zerrede hem def edici hem de cezb edici (çekici) kuvvetin bulunmasını yaratmak.
halli
Zengin, gani, malı mülkü çok olan.
Kuvvetli, kavi.
hamiyyet
Dîni, milleti himâye etmekte, korumakta, şerefini savunmakta tenbellik etmeyip, bütün kuvveti ile gayret etmektir.
hanadır
Görme kabiliyeti kuvvetli olan.
hanif
İslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (A.S.) dininden olanların vasfı.
İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse.
Eğri.
Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen.
haramilik
Tar: Akıncı kumandanının iştirak etmediği ufak kuvvetler tarafından düşman memleketlerine yapılan akınlar. Bu akınlara yüz ve daha fazla akıncı iştirak ederdi. Akıncı kuvvetleri yüzden az olduğu takdirde "çete" ismini alırlardı. Büyük akınlarda olduğu gibi haramilik suretiyle yapılan akınlarda da al
harb
İki veya daha çok devletin birbirleriyle siyasi alâkaları keserek silahlı kuvvetlerle çarpışmaları, vuruşmaları.
hariz / harîz
Tâkatsiz kimse, güçsüz ve kuvvetsiz insan.
hasafet
Rey sağlamlığı. Hükümde kuvvet ve olgunluk.
hasen hadis / hasen hadîs
Bildirenler sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olup, fakat hâfızası (anlayışı) sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan râvîlerin, kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîf.
hasiyyet
(Hassiyet) Hususi fayda, kuvvet ve menfaat, tesir, keyfiyet.
hassa
(Çoğulu: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat.
Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
hassase
Hissedici kuvve. Hisseden, duyan.
hasse / hâsse
Bir şeye mahsus olan kuvvet, duygu.
Duygu uzvu. Bir şeye mahsus kuvvet. Hâl.
hasse-i lems / hâsse-i lems
Elle dokunma kuvveti. Dokunma duyusu.
hasse-i rü'yet / hâsse-i rü'yet
Görme kuvveti.
hasse-i sem' / hâsse-i sem'
İşitme kuvveti, duyma duygusu.
hatır-ı nefsani / hatır-ı nefsanî
Tas: Dünya ve nefis muhabbetinin cismanî kuvvete galebesi.
havass-ı (hamse-i) batına / havass-ı (hamse-i) bâtına
Kalbe bağlı beş duyğu: Hiss-i müşterek (hayâl kuvveti), müdrike (akıl), vehim (vâhime), hâfıza, mutasarrıfa (meydana getirici hayal kuvveti).
havkale
(Çoğulu: Havâkıl) İhtiyar, zayıf, kuvvetsiz ve çelimsiz adam.
Hızlı yürüme.
havl
Güç. Kuvvet.
Muhit, etraf.
Yıl, sene.
Tahavvül, inkılâb.
Geçmek.
Bir hâlden bir hâle dönmek.
Rücu etmek.
Sıçramak.
Hile.
Sene, yıl.
Etraf, çevre.
Kuvvet, kudret.
Hareket, kuvvet.
Kuvvet, korku.
havl ve kuvvet-i rabbani / havl ve kuvvet-i rabbânî
Herşeyin Rabbi olan Allah'ın sonsuz kudret ve kuvveti.
havl ve kuvvet-i samedani / havl ve kuvvet-i samedanî
Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın güç ve kuvveti.
havleka
"La havle velâ kuvvete illâ billah" demek.
hayl
Kuvvet. Havl.
hayvani ruh / hayvânî rûh
İnsanda istekli hareketleri yaptıran kuvvet.
hegemonya
yun. Kuvvetle ve kıymetli vasıflarla olan üstünlük.
Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasi üstünlüğü ve baskısı.
helahil
(Tekili: Hülhül) Tesiri pek kuvvetli ve öldürücü zehir. Panzehiri olmayan ağu.
hem-kıran
Aynı yaşta olan, yaşıt.
(Farsça)
Kuvvette müsavi olan.
(Farsça)
hemisa' / hemîsa'
Kuvvetli adam.
herkül
yun. Cesaretiyle meşhur olup, efsaneleşmiş bir Yunanlının adı. (Onlarda kuvvet sembolüdür)
Cesaret ve kuvvetiyle efsaneleşmiş Yunan mitolojisi kahramanı.
Kuvvetiyle meşhur bir Yunanlı.
heyamola
Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini
hıls
(Çoğulu: Ahlâs) Yünden veya kıldan yapılan ve palas denilen döşek.
Büyük ve kuvvetli olan dişi deve.
himmet
Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret.
Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi.
Tabiî şevk ve meyil ve heves.
Lütuf, yardım.
Kast, irâde, kuvvetli istek, arzu. Allahü teâlânın velî kullarından bir zâtın, kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurup, başka bir şeyi kalbine getirmemesi ve Allahü teâlâdan o işin olmasını dileyerek, bu şekilde mânevî yardımda bulunması. Evliyânın himmeti, yaktı beni kül eyledi Sofi
hıred
Akıl, fikir, zihin. İnsandaki düşünce ve anlayış kuvvesi.
(Farsça)
hısn-ı hasin / hısn-ı hasîn
Çok kuvvetli, en sağlam korunma.
hiss
Duyma kuvveti, duygu.
hissiyat-ı şedide / hissiyât-ı şedide
Kuvvetli duygular.
hükm
(Hüküm) Karar. Emir. Kuvvet. Hâkimlik. Amirlik.
İrade. Kumanda. Nüfuz.
Kadılık etmek.
Tesir. Cari olmak.
Makam.
Bir dâvanın veya bir meselenin tedkik edilmesinden sonra varılan karar.
Man: Fikirler ve tasavvurlar arasındaki râbıtayı tasdik veya
hukuk-u tabiiyye
İnsanın fıtratında bilkuvve mevcut olup, hak ile bâtılı, iyi ve fenayı bildiren ve insanların toplu bir şeklide yaşamalarını mümkün kılan hükümler.
hümayun
Padişaha ait.
(Farsça)
Mübarek. Kutlu. Uğurlu. Âlî.
(Farsça)
Kuvvetli.
(Farsça)
ibtiyar
Seçip kabul etme.
Kavga yapma, dövüş etme.
Güçsüz, zaif ve kuvvetsiz olma.
icra kuvveti
Memleketi idâre eden, kanunları tatbik eden kuvvet.
ictihad
Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak.
Anlayış.
Kanaat.
Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle
idad
(İded) Üstünlük, galibiyet, zafer.
Kuvvet, zor.
ıdtıla'
Kuvvetlendirmek.
iffet
İnsan rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy. Nefsi kötü isteklerinden men etmek. Âr, nâmus, hayâ duygusu.
ifrit / ifrît
Cinlerin azgın, en zararlı, şerli, korkunç ve kuvvetli cinsi.
igtirak
(Gark. dan) Suya batma, gark olma, suda boğulma.
Soluğu kuvvetle içe çekme.
ihan
(Vehn. den) Bir kimseyi zayıf, kuvvetsiz tutma. Güçsüzlendirme.
Hor görme, tahkir etme.
ihtimal-i kavi / ihtimal-i kavî
Kuvvetli ihtimal.
ihtiyat kuvveti
Yedek kuvvet.
ihya etmek / ihyâ etmek
Canlandırmak, kuvvetlendirmek.
ikad
Kuvvetlendirme, sağlam kılma.
ikdar
(Kudret. den) Kudret verme, kuvvetleştirme, güç kazandırma. Geçimini sağlama.
Birini kayırma.
iktidarlı
Güçlü, kuvvetli.
iktidarsız
Güçsüz, kuvvetsiz.
iktidarsızlık
Güçsüzlük, kuvvetsizlik.
iktiva'
Kuvvetlenme.
imad
Direk, kolon.
Temel, esas.
Kuvvet.
Bir kavmin reisi ve başta geleni.
Yüksek bina.
iman-ı kamil / îmân-ı kâmil
Olgun îmân. Mü'minlerin ibâdet ederek Allahü teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı. En üstün derecedeki îmân.
iman-ı tahkiki / îmân-ı tahkîkî / ا۪يمَانِ تَحْق۪يق۪ي
Araştırma ile kuvvetlenmiş îmân.
imaret kemeri
Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.
imdad
Yardım. Yardıma yetişmek. "Yetişin, kurtarın" mânasında da kullanılır.
Yardıma gönderilen kuvvet.
Vâdeyi uzatmak. Mühlet vermek.
inhisar-ı kuvvet
Güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması.
inhitat
Aşağılanma, aşağı inme.
İhtiyarlama, yaşlıyığa yüz tutma.
Kuvvetten düşme.
Bir şişin inmesi.
Düşme, inme.
insan-ı himmetperver
Gayretli, himmetli insan; kalbin bütün kuvvetiyle mukaddes şeylere yönelen insan.
inşikak-ı asa / inşikak-ı âsâ
Değneğin bölünmesi, âsânın ikiye ayrılması; 'ihtilaf ve ayrılıklarla, birliğin bozularak kuvvetin dağılması' mânâsında bir deyim.
insiyak
Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek.
intiaz
Kuvvetlenme, kıvama gelme.
Kalkma.
intibah-ı kavi / intibah-ı kavî
Güçlü, kuvvetli uyanış.
intihak
Zayıflatma, gücünü azaltma, kuvvetsizlendirme.
İşe yaramaz bir hale sokma.
intikah
İyi bir haber veya söz işitip sevinme.
Zayıflama, kuvvetsizleşme.
irade-i cüz'iyye / irâde-i cüz'iyye
Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.
Allahü teâlânın, bir işi yapmak ve yapmamak husûsunda insanlara ihsân ettiği dileme ve seçme kuvveti.
ırmis
Büyük taş.
Kuvvetli ve dayanıklı deve.
irtiva'
Suya içerek kanma.
Tıb: Vücuttaki organ ve eklemlerin kuvvetlenip kalınlaşması.
ishan
Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak,
ism-i kadir / ism-i kadîr
Allah'ın sonsuz güç ve kuvvet sahibi olduğunu bildiren ismi.
isti'dad
Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil.
Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
istiare
Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak.
Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arsl
istifham
Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.
istihkam / istihkâm
Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak.
Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı.
Kuvvet ve metanet vermek.
istila / istilâ
Bir yeri kuvvet kullanarak ele geçirmek.
istinka / istinkâ
İstincâdan sonra, hiçbir pislik kalmadığına kalbde kuvvetli bir kanâat hâsıl olması.
iştiyakat / iştiyâkât
Çok kuvvetli arzu ve istekler.
istuh
Âciz, güçsüz, kuvvetsiz. Perişan, mahzun, biçare.
(Farsça)
ısvede
Küçük bir böcek adı.
Kuvvetli.
ıtak
Hürriyet.
Kuvvet.
şiddet.
ıtk
Azad edilmek. Hürlük. Esir veya köle olanın serbest edilmesi. Azad olmak.
Kerem ve hüsn-ü cemâl. Asâlet ve necâbet. Şeref, şan ve kıdem. Kuvvet.
ıtri / ıtrî
Itra mensub, ıtır gibi kokan.
Müzik ilminde bir üstaddır. Asıl adı Mustafa'dır. Bayramlarda okunan tekbirin ilâhi ve kuvvetli bestesi onundur. Bestelere âid Segâh, Ayin-i Şerif gibi 25 eseri olduğu söylenir. Osmanlı padişahı IV. Mehmed'in nedimlik ve esirler kethüdalığında bulunmuştu
ıtris / ıtrîs
Hiddetli, cebbar kimse.
Kuvvetli, dayanıklı deve.
iyad
Kuvvetlendirme, takviye etme.
Takviye eden âlet.
iz'af
Zayıflatmak, kuvvetsiz hale getirmek.
İki kat etmek. İki misline çıkarmak.
ıztımar
Atı, idman yaptırarak yola dayanabilecek şekilde kuvvetlendirme.
İnce belli olma.
izzet
Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük.
Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak.
Bulunmaz derecede az olan şey.
jandarma
Yurt içinde asayişi sağlamak gayesiyle meydana getirilen ve orduya mensup silâhlı kuvvet. Ve bu kuvvette yer alan asker.
(Fransızca)
kaba'ser
(Çoğulu: Kabâis) Büyük, kuvvetli, sağlam. Zayıf deve yavrusu.
Deniz canavarlarından bir canavar.
kabiliyet
Dıştan gelen te'sirleri alabilme gücü.
İstidat, anlayış, kabul edebilirlilik. Kabul edici yüksek bir kuvvete mâlik olmak, olabilirlilik.
kadir-i mutlak / kâdir-i mutlak
Herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah.
kahhar hakim / kahhar hâkim
Kahreden ve herşeye hükmeden güç ve kuvvet sahibi.
kal'a-i hasin
Sağlam, kuvvetli kale.
kalb
Gönül. Yürek denilen, et parçasına yerleştirilmiş nûrânî ve mânevî kuvvet.
Tasavvuf yolunda birinci mertebe.
kalb gözü
Kin, hased, kibir gibi mânevî hastalıklardan kurtulup, her an Allahü teâlâyı anan kimsenin kalbinde meydana gelen, işlerin iç yüzünü görme kuvveti, basîret.
kalb-i hakiki / kalb-i hakîkî
Yürek denilen et parçasında bulunan mânevî kuvvet.
kanun / kanûn
(Çoğulu: Kavânin) Herkesin uyması için devletin teşri kuvveti tarafından konulan her türlü meşru nizam, kaide, emir, nehiy ve yasaklar.
Kaziye-i külliye. Kâinatta Allah'ın koyduğu değişmez nizam.
Devletin yasama kuvveti tarafından herkesçe uyulmak üzere konulan her türlü nizam, kaide.
kanunda inhisar-ı kuvvet
Gücü sadece kanunlara münhasır kılmak, güç ve kuvvetin sadece kanunların eline verilmesi.
kanunperest
Kanun kuvvetine önem veren, kanuna saygılı.
kaptan-ı derya
Vaktiyle bahriye nâzırı. Deniz kuvvetleri komutanı.
kariha / karîha
Fikir kuvveti, düşünce kabiliyeti, zekâ.
kasar
Üşenme, tembellik etme.
Güç ve kuvvetin son sınırı.
Boğazı tutup nefes aldırmayan bir zahmet.
kasem-i istimdad
Yardımcı, kuvvetlendirici mânâsındaki yemin.
kasvere
Yaşça büyük olmak.
şecaatli, kuvvetli.
Aslan.
Bir nebat ismi.
kavi / kavî / قوي / قَو۪ي
Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü.
Varlıklı, zengin, sâlih, emin, mutemed.
Kuvvetli, güçlü.
Güvenilir, sağlam.
Güçlü, kuvvetli.
Kuvvetli.
Kuvvetli.
Kuvvetli.
kaviyen
Kuvvetle.
kaviyy
Allahü teâlânın Esma-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi tam olarak yaratmakta kuvvet sâhibi olan, her şeyi yaratıp, varlıkta devâm ettiren; dilediğini yapmak kendisine zor gelmeyen.
kaviyy-i mutlak
Sınırsız kuvvet sahibi olan Allah.
kaviyy-ül iktidar
İktidarı kuvvetli.
kaviyyen
Kuvvetle.
Kuvvetle, kat'i olarak. Şüphesiz olarak.
Kuvvetle.
kaviyyen me'mul
Çok kuvvetle ümid edilen.
kaziye-i mevhume
Man: Mâkul işler üzerine kuvve-i vâhimenin hükmeylediği kâzib kaziyyedir.
kefit
Seri yürüyüş, hızlı yürüyüş.
Kuvvet.
kehribar / kehribâr / كَهْرِبَارْ
Elektriklenme kuvvetine sahip olan değerli bir taş.
kelime-i temcid / kelime-i temcîd
"Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" sözü.ÊMânâsı; "Güç ve kuvvet ancak Allahü teâlâdandır" demektir.
ker
Sağır, işitmez.
(Farsça)
Kudret, kuvvet.
(Farsça)
Maksad ve meram.
(Farsça)
kerahet-i tenzihiyye / kerâhet-i tenzîhiyye
Yasak olmasına kuvvetli ve açık bir delil bulunmayan ancak yapılması iyi olmayan şeyler. Helâle yakın mekrûh.
kerraz
Çobanın torbasını veya dağarcığını taşıyan kuvvetli boynuzsuz koç.
kesb-i kudret
Kudret ve kuvvet kazanma.
kesb-i kuvvet
Kuvvet kazanma, kuvvetleşme.
keşk
Kavi, kuvvetli, sağlam.
Kabuğu çıkmış arpa.
Arpa suyu.
Yoğurt keşi.
kesr-i aşari / kesr-i âşâri
Ondalık kesir. Mahreci (paydası) 10 veya 10'un her hangi bir kuvvetinden ibaret olan kesir. Meselâ: 0,15 - 0,007 gibi.
kısved
Kuvvetli, boynu kalın olan kişi.
kıt'a
(Çoğulu: Kıtat) Dünyanın kara parçalarından her biri.
Memleket. Ülke.
Mat: Bir dairenin bir yayı ile onun çapı arasındaki kısım.
Tıb: Kesik organın vücudda kalan parçası.
Ask: Çok kalabalık olmayan askerî kuvvet.
Edb: En az iki beyitten yapılmış manzum
kivve
(Bak: KÜVVE)
kıyas-ı evleviye
Fer'deki illetin asıldaki illetten daha kuvvetli olduğu kıyas (Ferdeki illet.
koalisyon
ing. Bir maksad için birleşen kuvvetler yahut partiler topluluğu.
koç yiğit
Güçlü kuvvetli, bahadır, gözünü budaktan sakınmaz, cengâver.
kudret / قُدْرَتْ
Güç, güçlü olma.
Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesinden biri. Allahü teâlânın her şeye gücünün yetmesi.
Kullara âit sınırlı olan güç, kuvvet.
Güç, kuvvet.
kudret-i beşer
İnsan kuvveti, gücü.
kudret-i ezeliye
Ezelî olan Allah'ın kudreti, güç ve kuvveti.
kudret-i kalemiye
Yazı yazmadaki kuvvet; kalem gücü.
kudret-i kamile-i ilahiye / kudret-i kâmile-i ilâhiye
Allah'ın tam ve noksansız kudreti, kuvveti.
kudret-i sani / kudret-i sâni
Herşeyi san'atla yaratan; güç, kuvvet, iktidar sahibi Allah.
kudretyab / kudretyâb
Gücü yetebilen, yapabilen, kuvvet ve kudreti olan.
(Farsça)
kuhkub
Dağ vurucu. Dağı yerinden oynatan.
(Farsça)
Kuvvetli at veya katır.
(Farsça)
Kale veya sur döven top.
(Farsça)
kuhpare
Kuvvetli at.
(Farsça)
Dağ parçası.
(Farsça)
kurb
Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede ve kuvvette kullanılır.)
Tıb: Böğür. Karnın yumuşaklığına kadar olan yer.
kuslub
Kuvvetli, dayanıklı, sağlam.
kut
Yaşatacak gıda, rızık.
Kuvvetlendirmek.
kuva / kuvâ / قوا
Kuvvetler, güçler; enerjiler.
(Tekili: Kuvvet) Güçler. Kuvvetler.
Hisler. Hasseler. Takatler.
Şeriatın birer hükmü.
Kuvveler.
Güçler, kuvvetler.
(Arapça)
kuva-i diniye / kuvâ-i diniye
Dinî kuvvetler.
kuva-ı selase / kuva-ı selâse
Üç kuvve; akıl, gazap ve şehvet duygusu.
kuva-yı milliye / kuvâ-yı milliye
İstiklâl Savaşında Anadolu'da kurulan hükümet ve buna bağlı askeri kuvvetler.
Milli kuvvetler. Bir milletin sahib olduğu kuvvetleri.
İstiklâl harbinde Anadoluda kurulan hükümet ve bu hükümetin askeri kuvvetleri.
kuva-yı sariye / kuvâ-yı sâriye
Kâinattaki herşeye sirayet edip giren mânevî güçler, kuvvetler.
kuva-yı selase / kuvâ-yı selâse
Üç kuvvet. (Kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliye.)
kuva-yı umumiye / kuvâ-yı umumiye
Umumi kuvvetler.
Kâinatın genelinde işleyen güçler, kuvvetler.
kuvve / قوه
Kuvvet. Güç.
Salâhiyyet. İktidar.
Fikir. Niyet.
Hasse. His. Duygu. Meleke.
Kabiliyyet. (Za'fiyyetin zıddı)
Kuvvet, güç.
Fikir, niyet.
Yeti.
Nitelik.
Duyu.
Kuvvet, düşünce, duygu, yetenek.
Güç, kuvvet.
(Arapça)
kuvve-i alime / kuvve-i âlime
Bilici kuvvet. İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi, akıl. Buna müdrike de denir.
kuvve-i amile / kuvve-i âmile
İş yapan kuvvet. İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi olan, fâideli ve başarılı işlerin yapılmasını sağlayan bilici kuvvetlerle edinilen bilgilere göre iş yapan kuvvet.
kuvve-i an-il-merkeziye
Merkezkaç kuvvet. Cisimlerin kendi mihveri üzerine hareketi zamanında merkezinde hâsıl olan kuvvete denilir. Merkezde dönen bir tekerleğin etrafında yapışık veyahut üstünde taşıdığı cisimlerin etrafa yayılıp dağılmasıyla bu kuvvetin mevcudiyyeti anlaşılır.
kuvve-i arziye
Dünya gücü, dünyaya ait kuvvet.
kuvve-i azm
Azim kuvveti. Emele muvaffak olmak için gösterilen azim, cehd kuvveti.
(Farsça)
kuvve-i basıra / kuvve-i bâsıra
Görme duygusu, görme kuvveti.
(Farsça)
kuvve-i cazibe / kuvve-i câzibe
Kendine çekici kuvvet. Dünyanın câzibe, yani çekme kuvveti.
kuvve-i dafia / kuvve-i dâfia
Zararlı şeyleri men'etme ve onlardan korunma hissi. İtme kuvveti.
kuvve-i derrake / kuvve-i derrâke
Anlayıcı kuvvet, akıl.
kuvve-i galibe
Üstün ve ezici kuvvet.
kuvve-i hafıza / kuvve-i hâfıza / قُوَّۀِ حَافِظَه
Zihinde hıfzetme, belleme kuvveti.
(Farsça)
Hâfıza kuvveti.
kuvve-i ilahiye / kuvve-i ilâhiye
İlâhî kuvvet.
kuvve-i ile-l merkeziye
Muhitten (etraftan) merkeze doğru gelen çekme kuvveti. (Kuvve-i anil-merkeziyenin zıddıdır.)
kuvve-i istinad
Dayanma ve istinad etme kuvveti.
kuvve-i kudsiye
Evliyâ kuvveti. Cenab-ı Hakk'ın yardımına mazhar olan kuvvet. Hakaik-ı imâniye ve Kur'aniyeyi gayet ince ve derin bir firaset ve dirayetle anlayabilme kuvveti.
kuvve-i ma'neviye / قُوَّۀِ مَعْنَوِيَه
Ma'nevî kuvvet, moral.
kuvve-i manevi / kuvve-i mânevî
Mânevî kuvvet.
kuvve-i maneviye-i ehl-i iman / kuvve-i mâneviye-i ehl-i iman
Mü'minlerin mânevî kuvveti, gücü.
kuvve-i maneviye-i imaniye / kuvve-i mâneviye-i imaniye
İmanın mânevî kuvveti.
kuvve-i maneviye-i itikad / kuvve-i mâneviye-i itikad
İnançtaki mânevî kuvvet, dayanak.
kuvve-i müdrike
İdrak kuvveti. Beş duygunun, hissin zihinde duyulması, anlaşılması.
kuvve-i müfekkire / قُوَّۀِ مُفَكِّرَه
Düşünme kuvveti.
kuvve-i muhassala
Muhtelif kuvvetlerin ağırlık merkezi.
kuvve-i mümeyyize
İnsanın iç âleminde hissedilenleri birbirinden ayırdetme kudreti.
Hayır ve şerri anlayıp ayıran bir duygu ve kuvvet.
kuvve-i mutasarrıfa
Mütehayyile vasıtasıyla zihinde hazırlanan şeyleri tertib kuvveti.
kuvve-i mütehayyile
Hissolunan şeyin gıyabında resim ve tasvir kuvveti. Hayâl kuvveti.
kuvve-i müvellide
Tevlid edici kuvve, meydana getirci kuvvet.
kuvve-i namiye / kuvve-i nâmiye
Büyüme, gelişme kuvveti.
kuvve-i sebuiye
İnsanda başkalarına hücum ve zararları defetmek kuvvesi.
kuvve-i sebuiye-i gadabiye
Zararlı şeyleri def'e sevkeden his ve kuvvet.
kuvve-i teşriiye
Kanun vaz'etme kuvveti. şeriata uyan düsturlar yapma kuvveti.
Büyük Millet Meclisi.
kuvve-i velayet / kuvve-i velâyet
Velîlik kuvveti.
kuvve-i zahriye
Yardımcı ve imdatçı kuvvet.
kuvve-i zakire / kuvve-i zâkire
Hafıza. Ezberleme kuvveti. Ezber edici kuvvet.
kuvvet
Sükunette bulunan cisimleri harekete, hareket ettikleri sükunete getirmeğe muktedir olan sebeb. (Kuvvet, te'sir ettiği cisimlerin hâricindedir.)
kuvvet ve vüs'at-i iman
İmanın kuvveti ve genişliği.
kuvvet-i azime / kuvvet-i azîme
Büyük kuvvet.
kuvvet-i devlet
Devletin kuvveti.
kuvvet-i hikmet
Hikmetin kuvveti.
kuvvet-i icma / kuvvet-i icmâ
Toplanma, birlik kuvveti.
kuvvet-i ihlas / kuvvet-i ihlâs
İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetmeyle elde edilen kuvvet.
kuvvet-i ilahiye / kuvvet-i ilâhiye
Allah'ın kuvveti, gücü.
kuvvet-i kat'iyet
Kesinlikten kaynaklanan kuvvet.
kuvvet-i kur'aniye / kuvvet-i kur'âniye
Kur'ân'ın kuvveti.
kuvvet-i maddiye
Maddî kuvvet.
kuvvet-i mümkünat
Yaratılmış olan varlıkların sahip olduğu kuvvet.
kuvvet-i mutlaka
Sınırsız kuvvet.
kuvvet-i sadakat
Kuvvetli, tam sadakat.
kuvvet-i şahsiye
Kişisel kuvvet.
kuvvet-i ulviyet
Ulvî, yüce, İlâhî kuvvet.
kuvvet-i vehim
Vehim kuvveti, kuruntu gücü.
kuvvet-i velayet / kuvvet-i velâyet
Velîlik kuvveti.
kuvvet-i zahr
Destek veren kuvvet, yardımcı kuvvet.
kuvvet-i zati / kuvvet-i zâtî
Zâtında, kendisinde mevcut olan kuvvet.
kuvvet-üz zahr
Arka veren kuvvet. Yardımcı, imdadcı kuvvet. Geriden gelen yardımcı.
İcabında arkadan yardımcı olacak asker kuvveti. İmdâda hazır asker.
kuvvetperest
Kuvvete önem verme.
kuvvetüzzahr
Yardıma, imdada hazır arka kuvvet, lojistik.
Yardım kuvveti.
lahavle / lâhavle
(Lâhavle ve lâkuvvete illâ billâhil-aliyyil azim" cümlesinin kısaltılmışı ki, "Kuvvet ve kudret ancak Cenab-ı Allah'tadır." meâlinde olup bir belâ ve tehlike esnasında veya sabrın tükendiğini açıklamak için söylenir.
latif / latîf
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından. Lütf ve ihsân edici, dâimâ güzel muâmelede bulunan.
Yumuşak, hoş, güzel, nâzik. Âdem oğlu aç gözünü, yeryüzüne kıl bir nazar, Gör bu latîf çiçekleri, hangi kuvvet yapar, bozar.
Gözle görülmeyen.
lest
Güzel, hoş, iyi. Kuvvetli, kavi.
(Farsça)
levazım
İhtiyaç maddeleri. Lüzumlu madde.
Ask: Silâhlı kuvvetlerin yiyecek ve giyecek maddelerini, silâh ve cephane dışında kalan çeşitli araç ve ihtiyaçlarını ifade etmek üzere kullanılan umumi tabirdir.
levs
Pislik, murdarlık. Kir.
Zor. Kuvvet.
Tam olmayan, zayıf beyyine.
Bir şeyi ağızda öte beri gevelemek.
Deprenmek.
Bulaştırmak ve karıştırmak. Bulaşıklık.
Cerâhet, yara.
lüks
Lât: Aşırı süs.
Işık ölçü birimi.
Kuvvetli ışık veren bir nevi petrol lâmbası.
lüküs
Kuvvetli ışık veren, petrol veya gazla yanan bir tür lamba.
ma'nevi kuvvet / ma'nevî kuvvet
Müdrike (anlayıcı) kuvvetlerinin üçüncüsü olup, insanların havâssına, seçilmişlerine mahsûs anlayıcı kuvvet.
maden-i kuvve-i maneviye / mâden-i kuvve-i mâneviye
Manevî kuvvetin, moral gücünün kaynağı.
maglubiyyet
Yenilme. Bir kuvvetlinin idaresi altında bulunuş.
magnetik
yun. (Manyetik) Mıknatıs gibi çekici kuvveti olan.
mahsun
İstihkâmlı. Kuvvetlendirilmiş. Sarp, sağlam ve metin kılınmış.
makadir
(Ka, uzun okunur) Kuvvetler. Kudretler.
makderet
(Kudret. den) Kuvvet, kudret, güç, zor.
makdur
Güç. Kuvvet. Kudret.
Takdir olunmuş. Allah'ın takdiri. Daha evvelden takdir olunmuş.
makdurat
(Tekili: Makdur) Takdir-i İlâhi olanlar. Güç ve kuvvet. Elden gelenler. Takdir edilenler.
maneviyyat
Maddi olmayan kuvvet. Mânâ âlemine âit olanlar. Dinden, imândan, mukaddesât ve imândan gelen kuvvet.
manevra
Bir makinenin, bir cihazın işleyişini düzenleme veya idare etme işi ve şekli.
(Fransızca)
Ask: Muharebede düşmanın savaş gücünü yok etmek maksadıyla eldeki askerî kuvvetlerin en te'sirli bir biçimde düzenlenmesini te'min eden bütün hareketler.
(Fransızca)
Barış zamanında kıt'alara ve kurmay hey'etle
(Fransızca)
matbaha-i kudret
Cenab-ı Hakk'ın âşikâr kuvvet ve kudreti ile bahçe, bağ, tarla ve bostan gibi yerlerde pişmiş gibi hazır gıda maddelerinin yetiştiği yer. Kudret mutbahı.
mecal / mecâl / مجال
Tâkat. Güç. Kuvvet.
İktidar. İmkân.
Fırsat.
Güç, kuvvet, takat.
Güç, kuvvet.
(Arapça)
Fırsat.
(Arapça)
mechud
(Cehd. den) Çalışmış uğraşmış, didinmiş, cehdetmiş.
Kuvvet, kudret, güç.
medar-ı kuvvet
Kuvvet kaynağı.
meharet
Ustalık, beceriklilik, üstadlık. Meleke ve mümârese.
Kur'anda meharet: Hıfzın kuvvetiyle harflerin mahreçlerine riâyettir.
mekane / mekâne
(Çoğulu: Emkine-Emâkin) Kudret, kuvvet, güç.
mekanet / mekânet
Ağır başlılık.
Kuvvet. Güç.
mekn
Kudret, kuvvet, güç.
melik-i adud / melik-i adûd
Hükûmeti, idâreyi kuvvet zoru ile ele geçiren kimse, sultan. Buna halîfe-i câire de denir.
melk
Kudret, kuvvet. Şiddet.
Mübalağa.
memsud
Vücudu kuvvetli ve sağlam yapılı olan.
menabi-i kuvvet / menâbi-i kuvvet
Kuvvet kaynağı.
menba-ı kuvvet
Kuvvet kaynağı.
menea
(Tekili: Mâni) Engeller, mâniler, özürler.
Engel olanlar, mâni olanlar, geri bırakanlar.
Kuvvet ve cemâat.
meradet
Kuvvetlilik, kavilik. Salâbet.
merfu'
Kaldırılmış, yükseltilmiş.
Sonu ötre ile okunan kelime.
Merfû Hadis; senedi kuvvetli olsun veya olmasın Hz. Peygamber'e isnad olunan hadistir.
merid / merîd
Katı, yoğun. Güçlü, kuvvetli kimse.
Süt içinde ıslatılıp yumuşatılan hurma.
Baş kaldıran. Sadece fesadlık çıkaran. İnatçı. Şerli. Haddini aşmakta, azgınlıkta ve günahkârlıkta çok ileri gitmiş olan.
meşdud
(Meşdude) Kuvvetlice bağlanmış olan. Sıkıca bağlı. Sıkı.
mesmur
Cismen ufak olmakla beraber, sinirleri kuvvetli olan adam.
meşveret
Aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören kimse ile bir konu üzerinde fikir alış-verişinde bulunma; danışma.
metinane / metînane
Sağlam ve kuvvetli bir şekilde.
meymene
Sağ kol, sağ taraf.
Meymenet, yümn-ü bereket. Bereket. Kuvvetlilik. Uğurluluk. Kutluluk.
meymun
Bereketli, uğurlu. Kuvvetli. Kutlu.
mezbuhane / mezbuhâne
Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine.
(Farsça)
Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle.
(Farsça)
mezc-i ittihad
İttihadın verdiği imtizac. Kuvvetli birlik ve beraberlik.
mezcu ittihad
Kuvvetli birlik ve beraberlik.
mihal / mihâl
Kuvvet. Azab. Ukubet.
Kuvvet.
mıknatısiyyet
Mıknatıs kuvveti ve hassası.
miknet
Güç, kudret, kuvvet.
mikyas-ı kuvvet
Kuvvet ölçer. Dinamometre.
mil
İğne gibi ince ve uzun bir âlet.
Göze sürme çekecek âlet.
Ucu sivri çelik kalem.
Sivri dağ tepesi.
Bir çarkın, üzerinde döndüğü mihver, eksen.
Elektromotordan iş tezgâhına kuvvet nakleden uzun çelik çubuk.
Selin bıraktığı en verimli münbit topr
milis
Orduya yardımcı halk kuvveti.
(Fransızca)
minkar-ı mahrut
Gagaları konik biçimde ve kuvvetli olan kuşlar. (Serçe, karga gibi)
mirre
Kuvvet.
Öd.
Akıl.
Kat.
Sağlamlık.
mısbah
Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. (Aya, güneşe, yıldızlara ve mecâzen de Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) bu isim verilmiştir.)Sabah ve sabahat maddesinden ism-i âlettir ki; sabah gibi lâtif ve kuvvetli aydınlık veren lâmba demektir.
mısra-i berceste / mısrâ-i berceste
Edb: En güzel ve en kuvvetli olan mısra.
mısvat
Çok haykıran, çok bağıran.
Ses kuvveti.
mu'cize-i kuvvet
Kuvvet mu'cizesi.
muaraza-i bis-süyuf
Kılınçla, kuvvetle, silâhla mücadele etmek. Silâhla karşı koymak.
muazere
İnadlaşmak.
Yardımlaşmak.
Birbirinden kaçmak.
Ekin kuvvetlenmek.
müblenda
Kuvvetli, sağlam ve dayanıklı deve.
müddei-yi umumi / müddei-yi umumî
Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
müdrike
İdrak kuvveti. Akıl. Anlama kabiliyeti.
İdrak edici, anlayıcı, bilici kuvvet.
müekked
Kuvvetli, sağlam.
Te'kidli, kuvvetli, sağlamlaştırılmış, kuvvetlendirilmiş. Tekrar edilmiş.
müekked sünnet
Kuvvetli sünnet. Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terkettikleri sünnet.
müeyyed
Te'yid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış. Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş.
müeyyid
Te'yid eden. Doğrulayan. Sağlamlaştıran. Yardım eden. Kuvvet veren.
Kuvvet veren, destekleyen.
müeyyide
Te'yid eden. Te'yid edici. Kuvvetlendirici.
Kanun ve ahlâk emirlerinin yerine getirilmesini te'min eden kuvvet.
müfekkir
Fikir yürüten. Düşünen. Düşündüren. Düşünme kuvveti.
müfekkire
Düşünme gücü ve kuvveti.
müfessir
Tefsir eden, izah eden. Anlayabildiği mânayı söyleyen ve yazan.
Kur'an-ı Kerim'i tefsir edebilmek salahiyetini hâiz olan, âlim, fâzıl ve kuvve-i kudsiye sahibi zât.
muhassan
(Hısn. dan) Kuvvetlendirilmiş, istihkâmlandırılmış.
muhavvil-ül havli ve-l ahval / muhavvil-ül havli ve-l ahvâl
Havli, kuvveti ve hâlleri değiştiren, başka şekle sokan Cenâb-ı Hak (C.C.)
muhayyile
Kuvve-i hayâliye. Hayâl kurma merkezi. Zihinde bulunan hayal kuvveti.
Hayâl kuvveti.
muhkem
Sağlam, sağlamlaştırılmış, kuvvetli.
Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış.
Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
muhkemat / muhkemât
Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar.
İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
İslâmiyetin sağlam ve kuvvetli kanunları, emirleri; yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde açık sözler, kesinlik ifade eden naslar.
Sağlam ve mânâsı açık olanlar, kuvvetliler.
muhkim
Kuvvetleştiren, sağlam kılan, ihkâm eden.
muhtesib
Eskiden İslâm devletlerinde iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan, engel olan ve cemiyette güzel ahlâk ve fazîletlerin korunmasına ve dînî hükümlerin uygulanmasına, çarşı ve pazarların düzenine bakmakla vazîfeli, ilim, fazîlet ve kuvvet sâhibi kimse.
muid / muîd
Yardımcı. Mubassır.
Dersi iade eden, tekrar ettiren. Muallim yardımcısı.
Geri çevirtici.
Bir şeyi âdet edinmiş olan.
Tecrübeli. Hâzık.
Güçlü. Kuvvetli.
Arslan.
Gazâ ve cihad eden kimse.
mukavva
(Kuvvet. den) Sağlamlaştırılmış, kavileştirilmiş.
mukavvi / mukavvî
Takviye eden. Kuvvetlendiren. Kuvvet veren. Takviye eden ilâç.
mukit / mukît
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Beden için görünen kuvvet, rûh için mânevî kuvvet yaratan, her şeye kuvvet veren.
mükne
Kudret, kuvvet.
muktedir
Güçlü, kuvvetli, becerikli. İşe gücü yeten. İktidarlı.
münasebat-ı şedide / münasebât-ı şedide
Kuvvetli bağlantılar.
münne
Kudret, kuvvet.
müşavere / müşâvere
Aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören kimseler ile bir konu üzerinde konuşma, görüşme, danışma, meşveret etme, görüşüne baş vurma.
musavvire
Tasvir edilmiş. Suretlenmiş. Şekli çizilmiş.
Kuvve-i hayâliye.
müsbit
Hastalık ve yaralardan dolayı pek hâlsiz ve kuvvetsiz kalan.
müşedded
Kuvvetlendirilmiş, şiddeti artırılmış.
Gr: İki defa yanyana okunan harf, şeddeli harf. Böyle harflere huruf-u müşeddede denir.
müşeddid
(Şiddet. den) Kuvvetlendiren, azdıran, şiddetlendiren, şiddetini artıran.
müşeyyed
Kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış.
müşir
Emreden, işaret eden, bildiren.
Mareşal. En büyük ünvanı taşıyan asker. Silâhlı kuvvetlerde, kaide olarak barış zamanında orgeneral rütbesine kadar terfi etmek mümkündür. Mareşal rütbesi, ancak muharebe sırasında ve bir meydan muharebesi kazanmış olan generallere verilir. Asıl vazife
müske
Müracaat olunacak hayır ve fayda.
Her şeyin artığı.
Akıl, kâmil zihin.
Kendine temessük olunacak şey.
Geçinecek kadar kuvvet ve gıda.
müştedd
(Şiddet. den) Şiddetlenen, azan. Şiddetlenmiş.
Kuvvetlenmiş, sağlamlaşmış.
mütareke
Bir mes'eleyi hal için bir şeyi terketmek.
Karşılıklı olarak anlaşmak, kuvvet ve silâhı bırakmak.
mutasallibane
Salâbetli gibi, kuvvet sâhibi olana yakışır surette.
(Farsça)
mütasarrıfa
İnsandaki görünmeyen his organlarının beşincisi; his organları vâsıtası ile elde edilen duyuları ve mânâları karşılaştırıp, yeni mânâlar elde etmeye yarayan kuvvet.
müteadid
Birbirine kuvvet veren, omuz omuza veren.
müteazziz
Taazzüz eden, izzet, kuvvet, kudret kazanan.
müteeyyid
Kuvvetlenen.
Te'yid ve takviye olunmuş.
İstihkâm ve metanet.
mütefekkir
Düşünen, derin mes'eleleri düşünen. Tefekkür ve teemmül edici olan.
Kuvve-i bâtınayı sarfeden. Âlim. Çok bilgili.
mütehayyil
(Hayal. den) Kuvve-i hayaliyeden geçiren, hayal kuran. Bir şeyi görüp gözetici, idrak edici olan.
mütekarrir
(Karar. dan) Kararlaşan, takarrür eden. Yerleşip kuvvet bulan.
mütekavvi
(Kuvvet. den) Kuvvetlenen, kuvvet bulan. Kuvvetlenmiş.
müterekkin
Mânen kuvvet bulan.
Erkândan olan.
mütesanid
Birbirine dayanıp kuvvet alan.
Kuvvetli itimat ile birbirine bağlı olan, tesanüd eden.
mütesanidane / mütesânidâne
Birbirine dayanıp kuvvet vererek.
müteyemmin
Bereketli, mübarek sayan.
Kuvvetli kılan.
müvellide / مُوَلِّدَه
Üreme kuvvesi.
muztali'
Kavi, kuvvetli kimse.
na-tuvani / na-tuvanî
Güçsüzlük, zayıflık, kuvvetsizlik.
(Farsça)
naiz
Kuvvetlendiren. Kaldıran.
nami
Büyüyen, artan, ürmee kuvveti olan. Nebat ve hayvandaki büyüyüp gelişme kuvveti.
Farsçada: Namlı, şöhretli, ünlü.
natıka
(Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisan, güzel konuşabilme kabiliyeti.
natiş
Kuvvet ve hareket.
natş
Şiddet. Kuvvet.
natüralizm
(Osm: Tabiiye) Fls: Kâinatta hâdiselerin ve varlıkların meydana gelişinde tabiat kuvvetleri dışında hiçbir sebep ve müessir kuvvet ve yaratıcı kabul etmeyen inkârcı, maddeci görüş.
natuvan / nâtuvan
Kuvvetsiz, çaresiz.
necm
(Necim) Yıldız, ahter, kevkeb. Ülker yıldızına da denir. Ülker, onbir yıldızdır. Altısı görünür, gözü kuvvetli olan yedinciyi de görebilir.
Belirli olan vakit. (Araplar, vakti yıldızlarla tahdit ederlerdi)
Kabak ve hıyar gibi yayvan nebat.
Belirli vakitte yapılan vazi
nefs
(Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan, kendisi.
Göz.
Şehvet ve gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye. Fıtri meyil, bedenin hissi istekleri.
Ruh, hayat, asıl.
Maya.
Hamiyet.
Can.
İnsanın kendisi, kişi, beden.
Hakîkat, cevher, asıl, öz. İnsanda ve cinde şer, kötülük kuvveti. Şerîate yâni dîne uymayan isteklerin kaynağı. Buna nefs-i emmâre de denir.
nefs-i hayvani / nefs-i hayvanî
Hayvanî istekler. Canlılardaki yaşama ve hareket kuvvetleri.
nekel
Kuvvetli kişi.
neva / nevâ
Ses, sadâ, makam, âhenk.
Refah.
Levazım, kuvvet, zenginlik.
Nasip.
Türk musikisinde eski makamlardan biri.
nevh
Yükseltmek, yüceltmek.
Kuvvetli ve kavi olmak.
nevis
Kuvvet.
nezif
(Nezf. den) Çok kan kaybından kuvvetsiz kalan kimse.
Sarhoş kimse.
niru
Kuvvet, güç, zor.
(Farsça)
nirumend
Güçlü, kuvvetli, zorlu.
(Farsça)
nirumendi / nirumendî
Kuvvetlilik, zorluluk, güçlülük.
(Farsça)
nokta-i istinad
Dayanma ve güvenme noktası. Kâinatta cereyan eden ve insana dehşet verip âciz bırakan hâdiseler karşısında insanın çok kuvvetli bir yere dayanmaya ve güvenmeye olan fıtri ihtiyacı.
ordu
t. Bir devletin dinini, namusunu, vatan ve istiklâlini her çeşit yabancı taarruz ve tecavüzüne karşı koruyan askerî en büyük üç kuvvetten biri. Hava Ordusu, Deniz Ordusu, Kara Ordusu gibi.
En büyük askerî birlik.
Aynı iman ve düşünce sahiplerinin faaliyette olanlarının hepsi.
örfi idare / örfî idare
(İdare-i örfî) Askerî kuvvete ihtiyacı gerektiren ve cemiyet hayatında zuhur eden müşkil hallerde vaktin icablarına göre ve vaziyet düzelinceye kadar sivil idare yerine askeri idare konması. Sıkı yönetim.
pa-yab
Kuvvet, kudret, tâkat.
(Farsça)
Su birikintisi.
(Farsça)
Havuzun dibi.
(Farsça)
Kuyu basamağı.
(Farsça)
Son, nihayet.
(Farsça)
pençe
El ayası ile beş parmağın tamamı.
(Farsça)
Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları.
(Farsça)
Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra.
(Farsça)
Mc: Kuvvet. Savlet, satvet.
(Farsça)
pil-zur
Fil gibi kuvvetli, fil kuvvetinde.
(Farsça)
projeksiyon
Kuvvetli ışık âleti.
(Fransızca)
puladbazu / puladbâzu
Çelik pazulu. Kuvvetli, yiğit.
(Farsça)
rabia / râbia / رَابِعَه
1/60 ın dördüncü kuvveti altmışta biri.
rabıta-i metin
Sağlam, kuvvetli bağ.
rasih
(Çoğulu: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam.
Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan.
İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
rasihun
(Tekili: Rasihîn) (Râsih) Âlimler, din bilgisi çok sağlam ve derin olan büyük zatlar.
Temeli kuvvetli ve sağlam olanlar.
rehket
Güçsüzlük, kuvvetsizlik, zayıflık.
rekik
Dili tutuk, kusurlu, peltek.
Rey ve idraki zayıf olan.
Gayret ve namusu olmayan.
Zayıf, kuvvetsiz.
reşad
Hak yolda yürümek. Doğru yolda olmak. Doğru yolu bulup ondan sapmamak.
Aklın kuvvetli olması.
ribatet
Kalb kuvveti.
Tahammül, sabır.
Kalbi sağlam olma.
ricalullah
Allah erleri, mânevî kuvvet sahibi Allah'ın velî kulları.
Mânevi kudret ve kuvvet sahipleri olan evliya.
rih
Rüzgar, yel.
Sızı, romatizma.
Mc: Galebe, kuvvet. Rahmet.
Devlet. Hoş ve iyi şey.
Koku.
riyah
(Tekili: Rih) Rüzgârlar, yeller.
Letaif ve in'amlar.
Mc: Galebe, kuvvet, rahmet, devlet.
Mazarrat.
rücu'
Geri dönme, vazgeçme, cayma. Sözünden dönme.
Edb: Bir fikri daha kuvvetli anlatmak için söylenilen sözden caymış gibi görünmek.
ruh / rûh
Can; bedene hayâtiyet (canlılık) veren kuvvet.
Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati.
Emr âleminin beş latîfesinden biri.
ruh-ul-kuds / rûh-ul-kuds
Cebrâil aleyhisselâm.
Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma ihsân ettiği kudret, kuvvet.
Hıristiyanlıktaki teslis (üçlü tanrı) inancında, baba-oğul unsurlarından türeyen üçüncü unsur.
İsm-i âzam.
İncîl.
Allahü teâlânın hayat verici, koruyucu mânâsına gelen
ruhaniyet / rûhaniyet
Ruh hâli, ölen insanın devam eden ruhî kuvveti.
ruhaniyyet
Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti.
Ruhanilik.
ruhperver
Ruha ferahlık ve kuvvet veren.
(Farsça)
rükn
Direk. Esas.
Kuvvet.
Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafı veya köşesi veya temeli.
Bir cemaatin ileri gelenlerinden olan.
Nüfuzlu, kuvvetli ve ehemmiyetli kimse.
rüşd
Hak, doğru yol. Allahü teâlânın birliği (tevhid) inancı.
Aklın kuvvetli ve tamam olması. Malını dînin ve aklın beğendiği yere sarf etmek, boş yere harcamamak, telef etmemek.
rüstem
Şark edebiyatında kuvvet ve cesaretin timsali olarak bilinen ve Zaloğlu Rüstem diye veya "Rüstem-i Sistanî" nâmiyle meşhur İran'lı bir kahramandır.
(Farsça)
Şark edebiyatında kuvvet ve cesaret timsali olarak şöhret bulan Zaloğlu Rüstem, İran'ın efsanevî ünlü kahramanı.
Kuvvetiyle meşhur bir efsane kahramanı.
rüstem-i sistani / rüstem-i sistanî
Şark edebiyatında kuvvet ve cesaret timsali olarak şöhret bulan Zaloğlu Rüstem.
rüsti / rüstî
Üstünlük, muvaffakıyet.
(Farsça)
Yiğitlik.
(Farsça)
Kuvvet.
(Farsça)
ruyin-ten
Güçlü kuvvetli, tunç vücutlu.
(Farsça)
sa'b
(Çoğulu: Sıâb) (Suubet. den) Zor, güç, çetin.
Zorlu, güçlü kuvvetli.
sa'd
Uğur, uğur getiren şey, iyilik, mübareklik, kuvvetlilik.
Kutlu, uğurlu.
sabia / sâbia / سَابِعهَ
1/60 ın yedinci kuvveti.
sadıh
Kavi, sağlam, kuvvetli.
sahib-i kudret
Güç, kuvvet ve iktidarı sahibi.
sahib-nazar
Görüşü, tecrübesi ve düşüncesi kuvvetli olan.
(Farsça)
sahib-üs seyf / sâhib-üs seyf
Kılınç sahibi. Maddeten kuvvetli olup, maddi cihad ile vazifeli olan.
şahs-ı manevi / şahs-ı manevî
Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar. Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs.
Bir topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve meziyetler.
saht
Zor güç,
Sert, katı, çetin.
Güçlü, kuvvetli, sağlam.
salabet-idiniyye / salâbet-idîniyye
Din sağlamlığı, din gayreti, din kuvveti.
salehba
Dayanıklı ve kuvvetli deve. (Müe: Salehebât)
salih
Büyük peygamberlerden olup Hicaz ile Şam arasında oturmuş olan Semud kavmine gönderilmişti. Semud kavmi Âd kavminden sonra Arap yarımadasında kuvvet ve ma'muriyet bulup küfür ve dalâlete meyl ile putlara ibadet ediyorlardı. Salih (A.S.) kendilerini hak dine davet etmiş ise de, inanmayıp kendisinden
saltanat
Kudret, kuvvet.
Hâkimiyet, padişahlık.
Tantana, gösteriş, debdebe.
Şatafatlı hayat. Bolluk. Zenginlik.
İdarî kuvvet ve kudret, hâkimiyet, sultanlık, padişahlık.
sam'a
Küçük kulaklı kadın. (Müz: Asmâ)
Kuvvetlenip olgunlaşan ot.
samekmek
Çok kuvvetli adam.
samia
Duyma, işitme duygusu, işitme kuvveti.
santrifüj
yun. Merkezden uzaklaşan kuvvet. Merkezkaç kuvvet.
Merkezkaç kuvveti.
sarf-ı kuva / sarf-ı kuvâ
Kuvvetlerin geri çevrilmesi, karşı tarafın gücünü etkisiz bırakma.
sasaniler
İran'da ikibin yıl önce devlet kuran bir sülâledirler. İlk meşhur hükümdarları Erdeşir'dir. Devleti kuvvetlendirdi ve Doğu Anadolu'yu Romalılardan aldı. Ünlü pâdişahlarından ve âdil ismi ile tanınan Nuşirevan İslâmiyetten önce yaşamıştır. Altıyüz seneden ziyade devletleri devam eden Sâsâniler, İslâm
satvet
Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. Birisinin üzerine şiddetle sıçramak ve hamle etmek.
Zorluluk.
Güç, ezici kuvvet.
Ezici kuvvet.
saz
Kamış.
(Farsça)
Bir çalgı âleti.
(Farsça)
Takım, silâh, edevat.
(Farsça)
Ustalık.
(Farsça)
At takımı.
(Farsça)
Düzen, tertip, sıra.
(Farsça)
Öğrenme.
(Farsça)
Kuvvet, kudret.
(Farsça)
Menfaat.
(Farsça)
Benzer, misil, eş.
(Farsça)
Hile.
(Farsça)
şecaat
Yiğitlik, cesurluk. Korkulu anda kalb kuvveti ile cesaretini muhafaza etme. Kuvve-i gadabiyenin vasat mertebesidir.
şedde
Kur'an-ı Kerim okurken tek sessiz harfin iki defa okunmasına yarayan işaret.
Seğirtmek. Yürümekle şiddet göstermek. Bir şeyi kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak.
şedid-ül mihal
Şiddetli kuvvet. Ağır ve şiddetli azab.
sehhar
(Sihir. den) Büyü gibi bir kuvvetle çeken. Büyü yapan.
Çok aldatıcı.
şehr-i ayin / şehr-i âyin
(Şehrâyin) Şenlik. Büyük hâkimiyet ve kuvvete ait sürur, sevinç, donanma. (İslâmda ilk şehr-i âyin Hz. Peygamber Efendimiz hicret sureti ile Medine'ye vâsıl olunca yapıldı.)
(Farsça)
şehvet-engiz
Şehvet uyandıran. Kuvve-yi şeheviyeyi tahrik eden.
(Farsça)
sekine
Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde
sekinet
Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde
şekm
Sertlik.
Güç. Kuvvet.
selfa'
Bahadır. Kahraman ve cesâretli kimse.
Yüzsüz, utanmaz, hayâsız, kötü kadın.
Kuvvetli deve.
sema' / semâ'
Bir veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz okudukları, dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren ilâhî, mevlid, kasîde ve şiirleri dinlemek.
sened / سَنَدْ
Kuvvetli olabilecek söz.
Tapu.
Üzerine dayanılacak ve itimad edilecek şey. Mutemed. Melce'.
İki kişi veya çok kimseler arasındaki anlaşmayı tesbit eden ve karşılıklı imzalanan kâğıt, vesika.
Kuvvetli delil olabilecek söz veya yazı.
senedat / senedât
Senetler; kuvvetli deliller.
şerarat-ı neyyirane
Parlak kıvılcımlar, ışık saçan şerareler.
(Farsça)
Mc: İslâmiyetin kuvvet ve hakkaniyetinden gelen parlaklık.
(Farsça)
seriyy
(Çoğulu: Esriye-Seryân) Nefis.
Kavi, kuvvetli.
Reis.
Küçük nehir, ırmak.
serpençe
Güçlü kuvvetli kimse.
(Farsça)
şerz
(Çoğulu: Şerâriz-Şevâriz) Şiddet.
Zorluk.
Kuvvet.
Kalabalık, galizlik. Kat'etmek, kesmek.
sevk-i tabii / sevk-i tabiî
İstek dışı hareket. İç güdü. Canlıların hayâtiyetini ve nesillerini devâm ettirmek için, Hak teâlâ tarafından kendilerine verilen kuvvet.
şevket / شَوْكَتْ
Kudret ve kuvvetten doğma haşmet. Padişaha mahsus heybet ve saltanat.
Diken. Diken batmak.
Kudret ve kuvvetten doğan büyüklük, heybet.
şezat
Budak kırmak.
At sineği.
Bir gemi cinsi.
Tuz.
Kuvvet ve şiddet bakiyyesi.
Ağaç ismi.
şiddet-i belağat / şiddet-i belâğat
Belağatın kuvvetliliği, etkinliği.
şiddet-i zuhur
Açık seçik olma ve açığa çıkma derecesinin şiddeti ve kuvveti.
sıftit
Kavi, kuvvetli, iri yarı, cesim kimse.
sihr
Tabiat kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kânunları dışında gizli sebebler kullanarak, garip şeyleri yapmayı sağlayan iş, büyü.
sima' / simâ'
Bir kişinin veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz ve müzik perdelerine uydurmadan okudukları dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren şiirleri, kasîdeleri, ilâhileri ve mevlidleri dinlemek.
sinad
Muhkem, dayanıklı, kuvvetli dişi deve.
Yüce.
Yüce yer, yüksek yer.
sintah
Büyük karınlı kuvvetli deve.
sırr-ı ehadiyet
Ehadiyetin sırrı, mânası, kuvvet ve te'siri.
şüdun
Kavi ve kuvvetli olmak.
Terbiyeden müstağni olmak.
süha
Bir yıldız ismi. Dübb-ü ekber (Büyük Ayı) yıldız kümesinden gözü kuvvetli olan kimselerin görebileceği en küçük yıldız.
sukut-u kuvvet
Kuvvetten düşme.
sultan
Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah.
Allah. (C.C.)
Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi.
Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri.
Hüccet ve delil.
Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetin
sünnet-i gayri müekkede
(Kuvvetli olmayan sünnet) Peygamber efendimizin, ibâdet maksadı ile arasıra yapıp, arasıra terk ettikleri işler ve ibâdetler. Buna, müstehâb da denir.
sursur
Büyük kuvvetli deve.
şürta
(Çoğulu: Şurat-Şuratâ) Malı mülkü ile tanınan meşhur bir kimse.
Askerin önünde yürüyüp düşman ile evvel cenk eden taife. Öncü kuvvet.
tab
Parıltı. Parlayıcı.
(Farsça)
Güç. Kuvvet. Takat.
(Farsça)
Hararet.
(Farsça)
tabah
Kuvvet.
tabaver
(Tâb-âver) Güçlü, kuvvetli. Dayanıklı. Dayanan.
(Farsça)
tahkim
Hakem tayin etmek. Hâkim nasbeylemek.
Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırmak, kavileştirmek.
Birisini fesattan men'eylemek.
Mahkemede hasmın dâvalarının açıkça belli olması için hâkimi değiştirmek.
Hakem tayin etme, kuvvetlendirme.
tahkimen / tahkîmen
Kuvvetlendirerek.
tahşid
Kuvvetlendirme, destekleme.
Yığma, biriktirme, destekleme, kuvvetlendirme.
taka / tâka
Kubbeli mahfe. Pencere.
Takat. Güç, kuvvet, iktidar.
takallu'
Ayağını kuvvetiyle kaldırmak.
Yerinden kopmak.
takat / tâkat
Güç, kuvvet. İktidar.
Güç, kuvvet.
Güç, kuvvet.
takat-ı beşer / tâkat-ı beşer
Beşer gücü ve kuvveti. İnsana mahsus kuvvet.
takatgüdaz / tâkatgüdaz
Tâkati kaldıran, gücü kuvveti eriten, mahveden.
(Farsça)
takatsiz
Güçsüz, kuvvetsiz.
takavvi
(Kuvvet. den) Kuvvetlenme.
taktik
Asker kuvvetlerini harb meydanlarında düşmanı şaşırtarak kullanma. Bu işi tedkik eden ilim.
(Fransızca)
Mc: Bir işte muvaffakiyet için lüzum eden yolları kullanma.
(Fransızca)
takviye / تقویه / تَقْوِيَه
Kuvvetlendirmek.
Kuvvetlendirilmek.
Kuvvetlendirme.
Kuvvetlendirme, destekleme.
Kuvvetlendirme.
(Arapça)
Takviye edilmek:
Kuvvetlendirilmek, desteklenmek.
(Arapça)
Takviye etmek:
Kuvvetlendirmek, desteklemek.
(Arapça)
Kuvvetlendirme.
takviye eden
Kuvvetlendiren, güçlendiren.
takviye etme
Kuvvetlendirme, güçlendirme.
takviye-i ezhan
Zihnin kuvvetlendirilmesi.
takviye-i iman
İmanı takviye etme, kuvvetlendirme.
takviye-i rahmet
Rahmet takviyesi, rahmetle kuvvetlendirme.
takviyet / تقویت
Kuvvetlendirme.
(Arapça)
talia / talîa
Öncü kuvvet, keşif kolu.
tallahi
Anlamı kuvvetlendirme için vallahi ve billahiden sonra söylenen yemin sözü.
taris
Kavi, kuvvetli.
tarsif
Birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.
tavla
Hayvan bağlanan ahır. (San'at Ansiklopedisinde "Tavla" maddesi: "Hayvanların tavlanması yani istirahat edip çalışacak kıvama gelmesi, kuvvet ve tâkat kazanması için beslendiği yer." şeklinde tarif edilmiştir.)
tazyik
Daraltmak, sıkıştırmak.
İcbar etmek.
Sıkıntı ve ızdırab vermek.
Zorlama, baskı.
Fiz: Bir kuvvet harcayarak yapılan basma veya itme işi. Basınç. Katı cisimler, üzerine konuldukları satıhlara; sıvılar, içinde bulundukları kabın hem dibine ve hem de yanlarına; ga
te'kid
Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.
Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama.
Kuvvetlendirme.
te'rib
Kuvvet verme, sağlamlaştırma.
Çoğaltma.
te'yid
Kuvvetlendirme.
(Çoğulu: Te'yidât) Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. Metânet verme.
Doğrulama, doğru çıkarma. Destekleme.
Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma.
te'yiden
Destekleyerek, kuvvetlendirerek.
tecahüd
Kuvvetini sarfedip uğraşmak. Çalışmak.
teekküd
(Ekd. den) Kuvvet bulma. Sağlamlaşma.
teeyyüd
Kuvvetlenme. Kuvvet ve metânet bulma. Te'yid olunma.
Desteklenme, kuvvetlenme.
tegallüb
Galip olma, zorbalık, kuvvete dayalı baskı.
tehevvür
Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek. Sonunu düşünmeden birden bire karar vermek.
Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi; maddi mânevi hiçbir şeyden korkmamak hâleti.
tekdih
Kuvvetle kaşımak.
tekedduh
Kuvvetle kaşımak.
tekid / tekîd
Kuvvetlendirme.
Sağlamlaştırma, kuvvetlendirme.
tekid-i i'caz-ı nebevi / tekid-i i'câz-ı nebevî
Peygamber mu'cizesinin başka birşeyle kuvvetlendirilmesi.
tekit
Pekiştirme, kuvvetlendirme.
tekrir
Tekrar etme, bir daha yapma, söyleme, tekrarlama.
Edb: Sözün tesirini kuvvetlendirmek için bir sözü bile bile tekrar etme san'atı.
Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin sürçmesine denir. Râ harfine âid olan bir sıfattır. Buna mükerrir harfi de denir.
teleskop
Gök cisimlerini görmek için kuvvetli dürbün.
(Fransızca)
teltim
Kuvvetle sille vurmak.
temennu'
Kavi olmak. Kuvvetlenmek.
ten-dürüst
Sağlam vücutlu, kuvvetli. Vücudu sağlam olan.
(Farsça)
tenük
Dayanıksız, kuvvetsiz, zayıf.
(Farsça)
İnce, rakik, nârin.
(Farsça)
Az, hafif.
(Farsça)
Yumuşak.
(Farsça)
tenzihen mekruh / tenzîhen mekrûh
Yasak olmasına kuvvetli, açık bir delil, senet bulunmayıp, yapılması iyi olmayan şeyler.
terdid
Geri çevirmek, geriletmek.
Edb: Karşısındakini merakta bırakacak ve neticeyi sezdirmeyecek şekilde söz etmek.
İki ihtimâlle fikir anlatmak. Muhatabın beklemediği bir surette sözü bitirerek söze kuvvet vermek.
terekkün
(Rükn. den) Rükünleşme, erkân sırasına geçme, erkândan olma.
Mânen kuvvet bulma.
tesavi-i kuva / tesavi-i kuvâ
Kuvvetlerin müsaviliği, eşitliği.
teşdid / teşdîd
Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme.
Gr: Harfi iki defa okuma. Harfi şeddeli okumak.
Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme, güç verme.
teşeddüd
Sertleşme. Kuvvet ve dayanıklık kesbetme. Şiddetlenme. Çok şiddetli olma.
Keskinleşme.
teşhiz
(Çoğulu: Teşhizât) (Şahz. dan) Sivriltme, keskinleştirme.
Bileme.
Gücünü, kuvvetini artırma.
Uyandırma.
teşri'i / teşrî'î
Şeriat hükümleriyle ilgili.
Kanun yapma kuvveti ve görevi ile ilgili.
tevana
(Tüvânâ) Güçlü, kuvvetli, iktidarlı.
(Farsça)
tevatür / tevâtür
Kuvvetli haber.
Bir haberin ağızdan ağıza geçerek yayılması. (Bak: Mütevatir).
Kuvvetli haber.
Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak.
Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia.
Fık: İçinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemâate dayanan kuvvetli haber, ferdî olmayıp cemaate ait olan sağlam haber.
Yalan söylemez kimselerin ittifakla verdikleri kuvvetli haber.
tevehhün
Gevşeme. Kuvvetsiz hale gelme.
tevekkül-i imani / tevekkül-i imanî
İman edenlere yakışır tevekkül. İman kuvvetinin ve hakikatının neticesi olan tevekkül.
tevhid-i kayyumiyet / tevhid-i kayyûmiyet
Allah'tan başka varlıkları ayakta tutup varlıklarını devam ettiren kuvvet ve kudretin olmaması.
teyid
Destekleme, kuvvetlendirme.
têyid
Destekleme, kuvvetlendirme.
teyiden
Destekleyerek, kuvvetlendirerek.
tılsım / طِلْسِمْ
Herkesin bilip çözemediği gizli şey.
Gizli sır. Fevkalâde kuvvet ve te'siri hâiz olan şey.
Definenin bulunmasına mâni olan mevhum şey.
Fevkalâde kuvvet ve tesîr.
tırk
Kuvvet.
Besililik, semizlik.
tugyan
Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık.
Kan galebe etmesi hali.
Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak.
Su baskını.
turs
Kuvvet.
tuvan
Güç, kuvvet.
(Farsça)
Güç, kuvvet.
ucarim
Kuvvetli adam.
ucd
Atın kuvvetli olması.
uklum
Kuvvetli deve.
unve
Zor, kuvvet gösterme.
unveten
Cebren, zorla, kuvvet göstererek.
üss
Esas, asıl. Kök, temel.
Askerlikte herhangi bir düşman hücumuna karşı esas dayanak olmak üzere önceden hazırlanmış yer.
Harb gemilerinin, noksanlıklarını tamamladıkları yer.
Mat: Bir sayının hangi kuvvete çıkarıldığını gösteren sayı.
üstüvar
Kuvvetli, dayanıklı, sağlam, muhkem.
(Farsça)
Güvenilir, itimad edilir.
(Farsça)
üstüvari
Sağlam, kuvvetli, emniyetli.
(Farsça)
vahime kuvveti / vâhime kuvveti
His organları ile anlaşılamayan, fakat duyulanlardan çıkarılabilen mânâları anlayan iç kuvvet.
vahy-i mahz
Kuvvetli ve sarih mertebede olan vahiy. Sırf vahiy olup, içinde Allah'ın bildirdiğinden başka bir şey katılmamış vahiy.
vallahi / vallâhî
Allahü teâlâya yemin ederim mânâsına, bir sözün, niyyetin, bir işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösteren, söylendiği şeye aykırı hareket edildiğinde, yemin keffâreti lâzım gelen sözlerden birisi.
vehm
(Vehim) Mübhem ve mânasız korku.
Belirsiz fikir ve düşünce.
Cüz'i mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti.
vehn
Gevşeklik, kuvvetsizlik.
Zayıf.
Gövdesi kalın ve kısa adam.
Gece yarısı. Gece yarısından bir saat sonraki zaman.
vekra
Hızlı yürüyen deve.
Ayağını yere kuvvetli basan kadın.
Bir nevi sıçramak.
vesik
(Çoğulu: Visâk) Çok sağlam, kuvvetli.
visak
Kuvvetli, kalın bağ.
Yeminle söz vermeler. Muahedeler.
Peyman.
vizare
Yardım etmek.
Kuvvet vermek.
vüs'
Genişlik. Bolluk.
Fırsat.
Boş meydan.
Kuvvet, güç, tâkat.
Varlık, zenginlik.
Fls: Bir şeyin boşlukta doldurduğu yer.
vüska
Çok kuvvetli ve sağlam olan.
vusu'
Kudret, tâkat, güç, kuvvet.
vuul
şerefliler.
Kuvvetliler.
yadbüd
Hâfıza kuvveti.
(Farsça)
yal / yâl
Kuvvet, güç. Boyun, gerdan.
(Farsça)
yara
Güç, kuvvet, kudret, takat.
(Farsça)
yed
El.
Mc: Kuvvet, kudret, güç.
Yardım.
Vasıta.
Mülk.
yek-avaz / yek-âvâz
Tek sesli, bir sesli.
(Farsça)
Mc: Bir tarzda, bir şekil üzerine.
(Farsça)
Edb: Başından sonuna kadar aynı kuvvette güzel olan manzume.
(Farsça)
yele
Kuvvetle saldıran.
(Farsça)
Otlağa salınmış hayvan sürüsü.
(Farsça)
Koşan, koşucu, seğirten.
(Farsça)
Bazı hayvanların ensesindeki kıllar.
(Farsça)
yemin / yemîn
Sözü Allah'ı (C.C.) zikrederek kuvvetlendirmek. Kasem.
El tutuşarak, Allah'a bağlılıklarını bildirerek, Allah'a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek.
Mübarek.
Sağ taraf, sağ el.
Kuvvet. Bir haberi yâhut bir işi yapma veya yapmama husûsundaki azmi, iddiâyı (sözü); vallahi, tallahi şeklinde, Allahü teâlânın ism-i şerîfini anarak veya dînin izin verdiği sözlerle kuvvetlendirmek.
yümn
(Yümün) Kuvvetli, uğur, bereket.
yümn-i iman
Kuvvetli imandan gelen bereket ve kuvvet, saadet.
za'f
Zayıflık. Kuvvetsizlik. İktidarsızlık.
zabit / zâbit
(Çoğulu: Zâbitân) Askere kumanda eden rütbeli asker.
Kuvvetli, yavuz.
Zabteden. Başkalarını zabtedip idare etmeğe memur olan.
Subay.
Mc: Dediğini yaptıran, tuttuğunu koparan kimse.
zabıta / zâbıta
Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis.
Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun ve âdet, zabt ve idareye vesile olan bağ.
zabtıyye
Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizamı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.
zaf / zâf
Zayıflık, kuvvetsizlik.
zahir
(Zahr. dan) Kuvvetli deve.
Yardımcı, arka çıkan.
Geriden gelen kuvvet.
zahir haberler / zâhir haberler
Hanefî mezhebinin, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe ve talebelerinden gelen kuvvetli, güvenilir haberlerine verilen ad. Bu haberlere usûl haberleri de denir.
zahr-ı kalb
Kuvve-i hâfıza. Ezber kuvveti. Ezbere.
zaif
(Za'f. dan) Güçsüz, iktidarsız, kuvveti az, kuvvetsiz, tâkatsız. Kansız. Gevşek, tenbel.
zaif-i kavi / zaif-i kavî
Zayıflığında kuvvet bulunan.
zaika
(Zevk. den) Tatma, tad alma. Tad alıcı kuvvet, tad duyurucu hassa.
zakir / zâkir
Zikreden, zikredici.
Hafızası kuvvetli.
İlâhiler okuyan. Çok çok duâ ve Esmâ-i İlâhiyeyi okuyan.
Tekrar eden.
zal
İhtiyar. Ak sakallı.
(Farsça)
İranlı meşhur kuvvet ve pehlivanlık senbolü Rüstemin babasının adı.
(Farsça)
zamzam
(Çoğulu: Zamâzim) Büyük ve kuvvetli arslan.
Gadaplı ve kızgın kimse.
zann-ı galib / zann-ı gâlib
Kuvvetli, hakikate en yakın olan zann.
Çok kuvvetli zan.
zann-ı kabul-ü cumhur
Çoğunluğun kuvvetle kabulü.
Bir hükmün doğruluğunu ekseri müçtehidlerin ve ehl-i reylerin zann derecesinde, yani kuvvetli ihtimal ile kabul etmeleri. (Ümmeti da'vetle teşri' edemez, fehmi şeriatten olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri' olamaz.İcma' ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre davet etme
zannıgalib / zânnıgalib
Kuvvetli zan.
zariyat
Kırıp ufalayan, toz duman edip götüren kuvvetler.
Velud kadınlar.
zebr
Kitab. Cüz. Kitap yaprağı.
Yazı yazma.
Söz. Yazı.
Akıl, zekâ.
Kuvvetli, sağlam, şiddetli adam.
Men'eylemek.
zefirr
Uzun boylu yiğit.
Kuvvetli deve.
zehen
(Çoğulu: Zehân) Zeyreklik, akıllılık.
Hıfz.
Kuvvet.
zekir
Unutmayan. Hâfızası kuvvetli.
zel-cedd
Kudret, kuvvet, azamet ve büyüklük sâhibi.
zer'
Ölçmek.
Kederli ve tasalı olmak.
Kalb.
El yaymak.
Kudret, kuvvet, tâkat.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
hāsıl
tebaa
MUTANTAN
hasm-ı da'va
dem-i civanı
haslet-i İslâmiye
kanat
اري
ciger-pare
harîka
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
kuvve
parlak
tahdid etmek
hasmi
Cif
Dilbilgisi
Matlub
Kardeş
din özgürlüğü
okuma