REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te kesi ifadesini içeren 950 kelime bulundu...

hakk-ul-yakin / hakk-ul-yakîn

  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.

ab'ab

  • Taze civanlık.
  • İbrişim halı.
  • Dağ tekesi.
  • Yumuşak yünden yapılan kisve.

abdulaziz

  • 32. Osmanlı Padişahıdır. Hilâfeti (Hi: 1277-1293) seneleri arasındadır. Mithat Paşa ve arkadaşları tarafından bilek damarları kesilerek şehid edilmiştir.

acemistan

  • İran ülkesi. (Farsça)

adalet-i ictimaiyye / adâlet-i ictimâiyye

  • Sosyal adâlet; Herkesin; çalışması, bilgi ve kâbiliyeti, gördüğü iş nisbetinde ve derecesinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi.

adem-i delil-i sübut

  • Kesin bir delilin bulunmaması.

ademabad / ademâbâd / عدم آباد

  • Yokluk ülkesi. (Arapça - Farsça)

ademistan / ademistân

  • Yokluk ülkesi, yeri.
  • Yokluk ülkesi.

adet zamanı / âdet zamânı

  • Kadında ve ergenlik çağına gelmiş olan kızlarda hayız (âdet) kanı görüldüğü andan kesilmesine kadar olan günlerin sayısı.

adha / adhâ

  • Kurbanlar. Kuşluk vakti kesilen kurbanlar. Kuşluk vakti.

adid

  • Kesilmiş ağaç.
  • Tepesine el yetişen hurma ağacı.

afv-i anilkat'

  • Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak kazandığı diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.

ahd u misak / ahd u mîsâk

  • Yemin ve anlaşma, kesin söz.

ahkam-ı kat'iye / ahkâm-ı kat'iye

  • Kesinleşmiş hüküm ve esaslar.

ahkam-ı kat'iye-i islamiye / ahkâm-ı kat'iye-i islâmiye

  • İslâmın kesinleşmiş hüküm ve esasları.

ahrab

  • Kulağı kesik.
  • Kulaktaki küpe deliği.

ahram

  • (Tekili: Harem ve Harim) Gizli yerler. Gizli olup herkesin girmesi serbest olmayan yerler.
  • Kadınların bulunduğu haremlikler.

ahrem

  • Burnu kesik olan. Kesik burunlu.
  • Edb: Rübai vezinlerinden "Mef'ulü" ile başlıyan oniki şekilden herbiri.
  • Tıb: Omuz ucu.

akçe

  • Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından îtibâren bastırılan ve kullanılan gümüş para birimi. İlk sikkesi gümüşten yapıldığı için ak (beyaz, parlak) para mânâsına akçe denildi.

akika / akîka

  • Yeni doğan çocuk için Allah'a şükür maksadıyla kesilen kurban.
  • Yeni doğan bir çocuğun başındaki ana tüyü. Yahut böyle bir çocuk için Cenab-ı Hakk'a şükür niyetiyle kesilen kurbanın adı. Bu kurbana "Nesike" de denir.
  • Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.
  • Yeni doğan çocuk için şükür niyetiyle kesilen kurban.

akılcılık

  • (Rasyonalizm) fels. İnsanın, akılla gerçeğe uygun bilgiyi bulabileceğini, aklın doğru kabul ettiği bilginin şübhe götürmez kesinlikte doğru olduğunu kabul ettiği felsefe. Tenkitçi felsefe, deneyci felsefe, psikoloji ve sosyoloji bu felsefenin aşırı iddialarını çürütmüştür. Bugünkü ilim adamları herş

akıncı

  • Keşif, yağma ve tahrib kasdıyla ecnebi memleketlere akın yapan kişi. Akıncılık, Osman Bey zamanında başlamıştır.

akl

  • Akıl, anlama melekesi.

akla'

  • Eli kesik.

akli burhan / aklî burhan

  • Güçlü ve sarsılmaz, akla ve mantığa uygun kesin delil.

akta'

  • Eli kesik olan adam.

ala-mele'in nas / alâ-mele'in nas

  • Herkesin önünde. Halkın huzurunda.

ala-ruus-ileşhad / alâ-ruus-ileşhad

  • Aleme karşı. Herkesin gözü önünde. Halkın önünde.

alani / alânî

  • Açıkta, meydanda, herkesin gözü önünde.

alaniyeten / alâniyeten

  • Herkesin önünde, açıkça, alânen.

alarm

  • Tehlike anında herkesi haberdar etmek için verilen işaret. (Fransızca)

alat-ı katıa / âlât-ı katıa

  • Kesici âletler.

alem-i emr / âlem-i emr

  • Arşın üstünde olup, madde olmayan, ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem. Buna, âlem-i melekût ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi) ve mekânsızlık âlemi de denir.

alem-i ma'na / âlem-i ma'na

  • Mâna âlemi, bazı ehline münkeşif olan âlem, mânen anlaşılan ve bilinen âlem.

alem-i mana / âlem-i mânâ

  • Mânâ âlemi; maddî gözle görünmeyen mânevî âlem; rüya ve keşif âlemi.

alempesend / âlempesend

  • Bütün herkesin hoşuna gidip beğendiği şey. (Farsça)

aleniyet

  • Herkesin göreceği halde olma, açıklık.

alet-i katıa / âlet-i katıa

  • Kesici âlet.

alettevali / alettevâli

  • Arası kesilmeksizin, birbiri ardınca, arka arkaya.
  • Arkası kesilmeksizin, arka arkaya.

aliye / âliye

  • Yüksek, yüce. Şerif ve aziz olan.
  • Necid ve Hicaz ülkesi.
  • (Çoğulu: Avali) Süngü başı.

amel-i kalil

  • Amel-i kesirden az olan hareket. Bir rek'atta bir uzuvla yapılan ve namazdan sayılmayan bir hareket veya ardı ardına yapılan üçten az hareket.

amir-i mutlak / âmir-i mutlak

  • Kesin emir sahibi olan, mutlak emredici, Allah.

arabistan

  • Arap ülkesi. Arapların yaşadığı ülke. (Farsça)

arakçin / arakçîn / عرقچين

  • Takke kavuk altı takkesi. (Arapça - Farsça)

arzu-yu umumi / arzu-yu umumî

  • Genel arzu; herkesin istediği.

asar-ı kat'iye / âsâr-ı kat'iye

  • Kesin delil ve eserler; Peygamber Efendimizden (a.s.m.) geldiğinde şüphe bulunmayan doğru haberler.

asla ve kat'a / asla ve kat'â

  • Asla, kesinlikle öyle değil.

asla ve kella / asla ve kellâ

  • Asla ve asla, kesinlikle öyle değil.

asla ve mutlaka zarar iras etmez / asla ve mutlaka zarar îras etmez

  • Bir meselenin temelinde ve özünde olan unsurlara kesinlikle ve hiçbir şekilde zarar vermez.

aslem

  • Kulağı kesik olan, kesik kulaklı.

aşzan

  • Ayağı kesilmiş gibi emekleyerek yürümek.

ayan

  • (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
  • Çiftçi âletlerinden olan saban okunun bileziği.

ayat-ı kat'iye / âyât-ı kat'iye

  • Kesin âyetler.

ayat-ı kàtıa / âyât-ı kàtıa

  • Kesin âyetler, deliller.

ayb-cu / ayb-cû

  • İnsanın ayıplarını araştıran, herkesin ayıbını, noksanını meydana çıkarmak isteyen. (Farsça)

ayb-ı hadis / ayb-ı hâdis

  • Huk: Satılan eşya müşteri elinde iken ârız olan ayıb. (Müşterinin satın aldığı kumaşı kesip biçmesiyle meydana gelen hâl gibi)

ayet-i tevhidiye-i katıa / âyet-i tevhidiye-i katıa

  • Allah'ın birliğini gösteren kesin âyet, delil.

ayet-i tevhidiye-i kàtıa / âyet-i tevhidiye-i kàtıa

  • Allah'ın birliğini bildiren kesin âyet.

ayne'l-yakin / ayne'l-yakîn

  • Müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilim.

aynelhak

  • Yaşayarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme.

aynelyakin / aynelyakîn

  • Göz ile görmüşçesine kesin biliş.
  • Gözle görerek kesin bilgi edinme.

aynülyakin / aynülyakîn / عين اليقين

  • Kesin, kesin bilgi. (Arapça)

azad

  • Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan. (Farsça)
  • Dünya alâkasından kesilmiş. (Farsça)
  • Serbest fikirli. (Farsça)

azaim

  • (Tekili: Azime) Mühim ve büyük işler. Kararda kesinlik.

azim / âzim

  • Azimli, kesin kararlı.

azimet

  • Takvâ ile amel etmek. Allah'ın emirlerini en mükemmel ve eksiksiz yapmağa çalışmak.
  • Kesin karar vermek.
  • Yola çıkmak, gitmek.

azimkar / azimkâr

  • Azimli, kesin kararlı.

aziz-i cebbar / azîz-i cebbâr

  • Dilediği herşeyi yapabilecek kudrete sahip olan, herşeyi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, izzet ve yücelik sahibi Allah.

azm

  • Azim, kesin karar, kuvvetli niyet.

azm etmek

  • Kalbde devamlı kalan ve yapmaya kesin kararlı olunan düşünce, kasd, niyet, karar verme.

azm-i kat'i / azm-i kat'î

  • Kesin karar, kat'î azim.
  • Kesin azim ve ciddî gayret.

ba'seret

  • Dikkatle teftiş etme.
  • Keşif ve istihrac etme.
  • Perâkende edip dağıtma.
  • İnkılâb. Karıştırma. Bulandırma.
  • Meydana çıkma.
  • Kirli leke.

bab-ı alem / bâb-ı âlem

  • Âlemin kapısı. Herkesin girip çıktığı yer.

bahh

  • Ses kesilmek, boğaz kısılmak.

bahha'

  • Sesi kesilmiş olan kadın. (Müz: Ebahh)

bahire

  • Kulağı kesik deve.

bahr-i sükun / bahr-i sükûn

  • (Lût Denizi) Sularının kesif ve dalgasızlığından dolayı bu isim verilmiştir.

bahsere

  • Dağıtma.
  • Gizli bir şeyi aşikâr yapma, meydana çıkarma.
  • Kesilerek tane tane olma.

bakara suresi / bakara sûresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 2. Sûresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. (Bu sûre, Mûsâ Aleyhisselâm'ın risâleti ile o milletin seciyelerine girmiş olan bakarperestlik mefküresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile anlatır ve şu cüz'i hadise ile beşerin dünyevî menfaatlarına en çok vesile olan ş

basit kesir

  • Sûreti (payı), mahrecinden (paydasından) küçük kesir. 2/5 gibi.

bat satışı / bât satışı

  • Şartsız, kesin satış, alış-verişte şart koşmama.

beçek

  • Bir nevi kesici alet. (Farsça)
  • Küçük silah. (Farsça)

bed-hah

  • Fenalık isteyen. Herkesin kötülüğünü isteyen. Kötülük isteyen. (Farsça)

begnek

  • Kuyruğu kesik hayvan. (Farsça)

belet

  • Kesilmek, inkıtâ.

belki

  • Şüphesiz, kesinlikle.

bend-rug / bend-rûg

  • Tarla ve bostan kenarlarına suyun akıntısını kesip havuz gibi birikmesi için yapılan setli çukur. (Farsça)

berahin / berâhîn

  • Kesin deliller, güçlü kanıtlar.

berahin-i akliye-i kat'iye / berâhin-i akliye-i kat'iye

  • Kesin aklî deliller.

berahin-i kat'iye / berâhîn-i kat'iye

  • Kesin burhanlar, kuvvetli deliller.

berahin-i kàtıa

  • Kesin deliller.

berahin-i katıa / berâhin-i katıa

  • Kat'î burhanlar; güçlü ve sarsılmaz kesin deliller.

berahin-i tevhidiye / berâhin-i tevhidiye

  • Allah'ın birliğini gösteren kesin deliller.

berran

  • Kesen, kesici, keskin. (Farsça)

besr

  • Çok, kesir.

betat

  • Azık. Bir yolculukta gereken öteberi.
  • Ev eşyası.
  • Kesin, kat'i.

betle

  • Kesilmiş, maktû.

betra

  • (Müz: Ebter) Çocuğu olmayan. Kısır.
  • Kuyruğu kesik dişi hayvan.

bettat

  • Kilim satıcı.
  • Kesici.

bette

  • Kat'i.
  • Kesilmiş, ayrılmış, maktu'.
  • Tiftikten şal.

bevah

  • Aşikâr, meydanda, belli. Herkesin gözleri önünde.

beyyin

  • Apaçık, kesin delil.

beyyine

  • Apaçık, kesin delil.

beyzat-ül islam

  • İslâm milleti.
  • İslâm'ın yayıldığı saha, İslâm ülkesi.
  • İslâm'ın hakiki merkezi.

bi'l-yakini'l-kat'i / bi'l-yakîni'l-kat'î

  • Kesin bilgiye dayanarak.

bi'r-i muattal

  • Suyu kesilmiş kuyu. Susuz kuyu.

bi-fetret / bî-fetret

  • (Bilâ-fetret) Dâimâ, kesiksiz olarak.

biaynelyakin / biaynelyakîn

  • Gözle görerek kesin bilgi edinme.
  • Gözle görürcesine kesin bilerek.

biaynilyakin / biaynilyakîn

  • Gözle görerek kesin bilgi edinme.

bihakkalyakin / bihakkalyakîn

  • Yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle.

bihakkılyakin / bihakkılyakîn

  • Yaşamış gibi birşeyi kesin olarak bilme.

biilmelyakin / biilmelyakîn

  • İlmî delillerle elde edilen kesinlikle.
  • Şüphesiz ve kesin bir ilimle.

bilafasıla / bilâfâsıla / بلافاصله

  • Aralıksız, kesintisiz. (Arapça)

bilainkıta / bilâinkıtâ / بلاانقطاع

  • Kesintisiz, aralıksız. (Arapça)

bilakayd ü şart / bilâkayd ü şart

  • Her hangi bir kayıt ve şart altında olmaksızın, kesin olarak.

bilakayt / bilâkayt / بلاقيد

  • Kayıtsız şartsız, kesin. (Arapça)

bilatehlike / bilâtehlike / بلاتهلكه

  • Tehlikesizce. (Arapça)

bilyakin / bilyakîn

  • Kesin kanaat ile.
  • Kesin bir bilişle.

biraste

  • Budanmış ağaç. Fazla dalları kesilmiş ağaç. (Farsça)

bismil

  • Boğazlanmış, kesilmiş. (Farsça)

bismil-gah / bismil-gâh

  • Hayvan kesilen yer, salhâne. (Farsça)

bismil-şüde

  • Boğazlanmış, kesilmiş. (Farsça)

bıtane

  • Gizlenilen hâl. Gizli şey. Herkesin görüp bilmesi istenilmeyen ve aşikâr olmayan şey.
  • Mahrem, sırdaş.
  • Astar.
  • Bir şehrin ortası, merkezi.

bitke

  • Kesinti.
  • Kesilen bir nesnenin ufak parçaları, cüz'leri.

Bolşevik

  • Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
  • Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.

bolşeviklik

  • Bolşevik, çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup. Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça çoğunluk anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır.


bühre

  • Geniş yer, büyük mekân.
  • Kesik kesik soluyuş.
  • Dere içindeki sazlık ve çayırlık.

burhan / burhân

  • Bir dâvâyı isbat eden kesin delîl.
  • Mantık ilminde mukaddime denilen ve kesin netîceye ulaştıran iki cümle (söz).

bürhan

  • Kesin delil, hüccet.

burhan-ı azam / burhan-ı âzam

  • Çok büyük ve kesin delil.

burhan-ı bahir-i vahdaniyet / burhan-ı bâhir-i vahdâniyet

  • Allah'ın birliğini gösteren açık ve kesin delil.

burhan-ı bahire / burhan-ı bâhire

  • Çok açık olan kesin delil, sarsılmaz kanıt.

burhan-ı kat'i / burhan-ı kat'î

  • Kesin delil.

burhan-ı kat'i-yi mantıki / burhan-ı kat'î-yi mantıkî

  • Mantık kurallarına uygun kesin delil.

burhan-ı kàtı

  • Kesin delil.

burhan-ı kàtı'

  • Kesin delil.

bürhan-ı mantıki / bürhan-ı mantıkî

  • Kesin kaziyelerden teşkil ettirilen kıyasa, bürhana denir.

burhan-ı yakini / burhan-ı yakînî / burhân-ı yakînî / بُرْهَانِ يَقِينِي

  • Şüphelerden uzak, güçlü ve sarsılmaz kesin delil.
  • Sağlam ve kesin bilgi ile elde edilen delil.

büride / bürîde / بریده

  • Kesilmiş., (Farsça)
  • Kesik. (Farsça)

büride-ser

  • Başı kesik. (Farsça)

bürran

  • Keskin, kesici. (Farsça)

burudet-i memleket

  • Memleketin soğukluğu, soğuk iklim ülkesi.

bütu'

  • Uzaklaşma.
  • Kesilme.

büzm

  • Kesin karar ve tahammül.
  • Sertlik, kuvvet.
  • Doğru rey.

büzr

  • Herkesin sözünü dinleyen. Dinleyici.

cadde-i umumiye-i akliye

  • Akla en uygun herkesin yürüdüğü cadde.

cahi / cahî

  • (Cahiye) Aşikar, aleni, açık, meydanda ve herkesin gözleri önünde olan.

cair

  • Mâni, engel.
  • Eğri.
  • Çok, kesîr.
  • Eziyet eden. Cevreden. Zulmeden.

cankurtaran

  • t. Ölüm tehlikesinde olanları kurtarmak için kullanılan vasıta.
  • Hasta ve yaralıları hastahaneye taşıyan otomobil. Ambulans.

çarşaf

  • Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü.
  • Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanı

cebb

  • Bir kimsenin zekerini ve hayasını kesip hadım etmek.
  • Devenin hörgücünü kesmek.
  • Kökünden kesmek.

cebbar / cebbâr

  • Dilediği herşeyi yapabilecek kudrete sahip olan, herşeyi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, kudret ve azamet sahibi Allah.

cebr-i kat'i / cebr-i kat'î / جَبْرِ قَطْع۪ي

  • Kesin bir zorlama.

cebr-i mutlak

  • Tam, kesin baskı, tam diktatörlük.

cebr-i umumi / cebr-i umumî

  • Genel zorlama, bütün herkesi zorlama.

celeb

  • Kesilecek hayvanları ve bilhassa koyun sürüsünü celbederek kasaplara satan tacir.
  • Tar: İstanbul sarayında ilk işe başlamış olan acemi.

cerez

  • Suyu kesik olan.
  • Otsuz yer.

cesl

  • Kıllı kimse.
  • Çok nesne, kesir.

cevab-ı kat'i / cevab-ı kat'î

  • Kesin cevap, karşılık.
  • Kesin ve kat'i söz, kesin cevap.

cezeb

  • Adamın ağzında tükrüğü kesilmek.
  • Hayvanın sütü az olmak.

cezm / جزم / جَزْمْ

  • Kesinlik, şüphesizlik.
  • Kesin karar, niyet.
  • Kesme, katı.
  • Kesin karar.
  • Kesin karar. (Arapça)
  • Cezm etmek: Kesin karar vermek, kesin olarak niyetlenmek. (Arapça)
  • Kesin karar.

cezma

  • Kulağı kesik koyun.
  • Kulağı delik koyun.

cezmiyet

  • Kesin kararlılık, azimli olma.
  • Kesin kararlılık.

cihadi / cihadî

  • (Cihadiyye) Cihada mensub, savaş işleriyle alâkalı.
  • II. Sultan Mahmud devrinde harp masraflarına mukabil olmak üzere kesilmiş olan sikke.

cilf

  • Boş küp.
  • Kırılmış, ufanmış köpek esfeli. Arı kovanı.
  • Kuru ekmek parçası. Kuru ekmek kenarı.
  • Yüzülüp karnı çıkmış ve başı ile ayağı kesilmiş koyun.
  • Her nesnenin parçası.
  • Hoyrat, kaba. Ayak takımından.

çim

  • Rutubetten hasıl olan yosun. (Farsça)
  • Kesilmiş çimenli yerler. (Farsça)

cinayet ve ictinadan himayet etmek

  • Kesilme ve mevyelerin toplanma teklikesine karşı korumak.

cübüll

  • (Çoğulu: Cübüllât) Yaratılmak, hilkat.
  • Kesir, çok.

cüff

  • İçi boş olan şey. Kof.
  • Dimağa işlemiş olan baş yarığı.
  • Hurma çiçeğinin kabuğu.
  • Cemaat, topluluk.
  • Yarısı kesilip kova olmuş olan çürük ve eski kırba.

cülazi / cülazî

  • Kocaman ve kuvvetli. İriyarı.
  • Hâdim, hademe, hizmetkâr.
  • Kilise veya manastır uşağı.
  • Papaz veya keşiş.

cüzaz

  • Kesilmiş ve parçalanmış olan şey.

dahye

  • Kuşluk vaktinde kesilen koyun.

dar-ı islam / dâr-ı islâm

  • İslâm ülkesi.

dar-ı küfür / dâr-ı küfür

  • Gayr-i müslimlerin ülkesi.

darıharb / dârıharb

  • Savaş yeri, düşman ülkesi.

darrab

  • Akça kesici, dârp edici, para basan.

darülharb / dârülharb

  • Savaş yeri, düşman ülkesi.

delail-i kat'iye / delâil-i kat'iye

  • Kesin deliller.

delail-i katıa / delâil-i katıa

  • Kesin ve şüphesiz deliller.

delil-i kat'i / delil-i kat'î / delîl-i kat'î

  • Kesin delil.
  • Mânâsı açıkça anlaşılan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiş olan hadîs-i şerîf. Bunlar, farzlar ile haramları bildirirler. Kesin delil.

delil-i katı

  • Kesin delil.

delil-i kàtı'

  • Kesin delil.

delil-i yakini / delil-i yakînî

  • Şüphe edilmeyecek derecede kesin olan delil.

dem-beste

  • Sesi soluğu kesilmiş, susmuş. (Farsça)

derçin resmi

  • Kesilen hayvanlardan alınan bir cins vergi.

derece-i hakkalyakin / derece-i hakkalyakîn

  • Bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme derecesi.

dergah / dergâh

  • (Der-geh) Cenab-ı Hakk'a ibadet edilen yer. (Farsça)
  • Büyük bir huzura girilecek kapı. Kapı. Padişahların kapısı. (Farsça)
  • Şeyhlerin tekkesi. (Farsça)

ders-i umumi / ders-i umumî

  • Herkesi ve herşeyi içine alan ders.

deyyan / deyyân

  • Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren. Hâk Teâla. Kahhar. Hâsib. Hâkim. Kadir. Râi. Cenâb-ı Hak.
  • Herkesin hakkını en iyi bilen ve veren Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kıyâmet günü, herkesin dünyâda iken yaptıklarının hesâbını ve hakkını en iyi bilen ve veren.
  • Herkesin hakkını ve hesabını en iyi bilen Allah.

dıhas

  • Çok, kesir.
  • Eskimeye yakın olan.

diyar-ı irfan / diyâr-ı irfan

  • İrfan ülkesi; uçsuz bucaksız bir beldeyi andıran Allah'ı tanıma, İlâhî hakikatlere ulaşma özelliği.

diyar-ı rum

  • Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu. (Farsça)

dogma

  • Tartışılmayan kesin fikir.

dua-yı umumi / dua-yı umumî

  • Herkesi içine alan dua.

düçar-ı inkıta / düçar-ı inkıtâ

  • Düçar-ı inkıtâ olmak: Kesintiye uğramak.

duhye

  • Kuşluk vakti kesilen kurban.

düm-büride

  • Kuyruğu kesik. (Farsça)

düman

  • Yemişin çürüklü olması.
  • Ekine su düşüp, kesilmek.

ebedül'abad memleketi / ebedül'âbad memleketi

  • Sonsuzluklar ülkesi; sonsuz hayat, Cennet.

ebter / اَبْتَرْ

  • Kuyruğu kesik hayvan.
  • Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan.
  • Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi.
  • Eksik, tamamlanmamış.
  • Nesil ve hayırdan kesilmiş.
  • Nesli kesilen, adı, hayrı ve ihsanı kalmayan kişi.
  • Güdük, kesik.
  • Nesli kesilmiş.

ecda'

  • Burnu kesik olan kimse.
  • Kulağı, eli ve dudağı kesik kimse.

ecel-i kaza / ecel-i kazâ

  • Kazây-ı muallak, kesin olmayıp sebebe bağlı kılınan ecel.

ecza-i meyyite-i hamide-i camide-i kesife / ecza-i meyyite-i hâmide-i camide-i kesife

  • Ölü, hissiz, camit ve kesif parçalar.

eczem

  • (Cüzâm. dan) Cüzamlı, miskinlik illetine uğramış olan.
  • Parmakları veya eli kesik olan adam.
  • Burnu kesilmiş.

edille-i katıa / edille-i kâtıa

  • Kesin deliller.

ehl-i kura / ehl-i kurâ

  • Köylerde yaşayanlar; kırsal kesimde olanlar.

ekid / ekîd / اكيد

  • Sağlam, metin, muhkem.
  • Sarih, kesin, açık, kat'i, muhakkak. Kuvvetli, te'kidli.
  • Kesin. (Arapça)

ekiden / ekîden / اكيدا

  • Metin, muhkem ve sağlam şekilde.
  • Açık ve kesin olarak. Sarahaten ve kat'iyyen.
  • Mükerreren, tekrar olarak.
  • Kesinlikle. (Arapça)

ekşem

  • Doğuştan kusurlu olan. Burnu, kulağı kesik veya noksan doğan (adam).
  • Pars denilen vahşi hayvan.

eksibe

  • (Tekili: Kesib) Büyük çöllerde ve sahralarda, rüzgârın biriktirdikleri kum yığınları.

elbette

  • Kesinlikle.

elif-i sakine / elif-i sâkine

  • Sakin, harekesiz elif.

emn ü asayiş / emn ü âsâyiş

  • Eminlik ve rahatlık, korkusuzluk, tehlikesizlik, güvenlik.

emniyet

  • (Emniyyet) : Eminlik, emin olma hâli, korkusuzluk, tehlikesizlik.
  • İtimad, güvenme, inanma.
  • Polis ve zabıta teşkilâtı.

emr-i sabit

  • Sabitleşmiş, kesinleşmiş iş, durum.

enfal / enfâl

  • Devlet reîsinin, herkesin elde ettiği kendisinin diyerek, harbe teşvik için gâzilere (İslâm askerlerine) ganîmet hisselerinden fazla olarak verdiği mallar. Tekîli nefeldir. Gâzileri böyle teşvik etmeye tenfîl denir.

enyab

  • Çenenin yan tarafındaki kesici veya azı dişleri.

enzar-ı amme / enzâr-ı âmme

  • Kamuoyu; herkesin gözü önüne sunma.

erş

  • Fesat, niza, ihtilaf, rüşvet.
  • Fışkırmak.
  • Tırmalamak.
  • Fık: Yaralanan veya kesilen bir uzuvdan dolayı verilmesi lâzım gelen diyet.

erzide

  • Pahası kesilmiş, kıymeti kararlaştırılmış, değeri belli edilmiş olan şey. (Farsça)

eş'iya

  • (A.S.) Beni-İsrail peygamberlerindendir. (M.Ö. 759-700) tarihlerine kadar Beni-İsrail arasında peygamberlik yapmış, birçok mucizeler göstermiştir. Zamanının padişahı tarafından takib ettirilerek bir ağaç oyuğunda gizli olduğu halde, ağaçla beraber biçki ile kesilerek şehid edilmiştir. 66 babdan ibar

esasat-ı kat'iye / esâsât-ı kat'iye

  • Kesin esaslar.

esekk

  • Tavşan.
  • Kulağı kesik olan.
  • Küçük kulaklı.
  • Kulağı işitmeyen. Sağır.

esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn

  • En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.

esis

  • Çok olan şey, kesir.

eşkiya

  • Yol kesici, isyancı.

eslem / اَسْلَمْ

  • En selametli, en tehlikesiz.

evamir-i kat'iye / evâmir-i kat'iye

  • Kesin emirler.

evamir-i mutlaka / evâmir-i mutlaka

  • Kesin emirler.

evran

  • Biçme, ölçü, mikyas, tahmin, keşif, biçim, endam, tenasüb.

eyyam-ı nahr / eyyâm-ı nahr

  • Kurban kesme günleri. Kurban bayramında, kurbanın kesildiği birinci, ikinci ve üçüncü günler.

fahm

  • Kömür. Karbon.
  • Susmuş. Nefesi kesilmiş.

fariza / farîza

  • Namaz, oruç, zekât gibi kesin delil (mânâsı açık olan âyet-i kerîme) ile bildirilen emirler.
  • Miktârı bildirilen vârislerden her birine düşen hisse. Mîrâs payı.

farz-ı ayn

  • Herkesin yapmaya mecbur olduğu farz. Namaz kılmak, yalan söylememek, imân etmek, oruç tutmak gibi.

fasid temizlik / fâsid temizlik

  • Sahîh olmayan temizlik.Kadınlarda hayız kanının kesilmesinden sonra on beş gün geçmeden önce kan görme hâli.

fasl

  • Ayrıntı, ayırma, kesinti, bölüm.
  • Halletme, neticelendirme, kesip atma.

fassal

  • Dedikoducu. Herkesin kusurunu sayıp döken.
  • İnsanları medh ü sena eden kimse.

fatim

  • Sütten kesilmiş çocuk.

faysal

  • Kesin hüküm; karmaşık bir meseleyi kesin hatlarıyla çözümleme, yanlışı doğrudan ayırma.

felsefe

  • Yunanca (Philosophos)dan Arapçalaşmış. Feylesofların mesleği.
  • İlm-i hikmet.
  • Maddeyi, hayatı ve bunların çeşitli tezâhürlerini, sebeblerini, ilk unsurları ve gaye cihetinden inceleyen fikri çalışma ve bu çalışmaların neticelerini toplayan ilim.
  • Herkesin hususi fikri. M

feraiz-i diniye / ferâiz-i diniye

  • Dinen yapılması kesin olarak emredilen şeyler.

feraiz-i şer'iye

  • Dinen yapılması kesin olarak emredilen şeyler.

ferman

  • Kesin emir, hüküm, bildiri.

ferman-ı kat'i / ferman-ı kat'î

  • Kesin ferman, buyruk.

fersah

  • Uzunluk ölçüsü birimidir, iki çeşittir: Deniz fersahı: 5555 m. Kara fersahı: 4444 m.
  • İki şey arasındaki açıklık.
  • Sükun ve hareket arasındaki vakit.
  • Zaman. Saat.
  • Dâimî ve çok olup aslâ kesilmeyen şey.

fesit / fesît

  • Tırnak kesintisi, tırnak parçası.

fetret

  • Uyuşukluk, zayıflık.
  • Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zişan devirleri arasındaki zaman.
  • Vukuu âdet halinde olan şeyin kesilme zamanı veya kesilmesi.
  • İki vakıa arasındaki geçen zaman. Terakki ve teâli devirleri arasındaki hareketsiz,
  • Aynı cinsten iki hâdise (olay) arasındaki kesinti devresi.
  • İki peygamber veya iki hükümdâr arasında peygambersiz ve hükümdârsız geçen zaman.

fetret devri

  • Karanlık dönem, vahyin kesildiği mânevî buhran zamanı.

fisal

  • (Tekili: Fasıl) Ayrılmış olanlar.
  • Yavrunun sütten kesilmesi.
  • Kısa duvar.
  • İnsanların lehinde veya aleyhinde söz söyleyerek para toplıyan.
  • Ana sütünden kesilmiş hayvan yavrusu (Füslan, fislan şeklinde de olur.)

fitil

  • Eskiden ağırlık ölçüsü olarak kullanılan dirhemin kesirlerinden biri. Dirhemin dörtte birine: denk; dengin dörtte birine: Kırat; Kıratın dörtte birine: Fitil denilir.
  • Eski Fitilli tüfeklerin namlusundaki baruta ateş vermek için kullanılan kükürtlü ip veya kaytan parçası.
  • Topa

frenk sakalı

  • Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.

fürs / فرس

  • Farsça. (Farsça)
  • Fars ülkesi, İran. (Farsça)
  • Fars, İranlı. (Farsça)

gadak

  • Çok fazla, bol, kesir.

gaile-i zaile / gaile-i zâile

  • Sona eren sıkıntı, ardı kesilen elem.

galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî

  • Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi

galebe-i kat'iye

  • Kesin galibiyet, zafer.

gavur / gâvur

  • Kâfir, Allah'ı veya Onun bildirdiği kesin olan şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse.

gayb alemi / gayb âlemi

  • Görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar.

gayb-bin / gayb-bîn

  • Gaybı gören. Herkesin bilemediği geleceği feraseti ile hissedip bilen. İstikbalden haber veren. (Farsça)

gayr-ı meczuz

  • Devamlı, kesilmeden.

gayr-ı memnun

  • Devamlı. Kesiksiz.
  • Minnetsiz, sürekli.

gayr-ı münkatı

  • Kesintisiz, kopma olmaksızın.

gayr-ı münkatı'

  • Kesintisiz.
  • Devamlı, fasılasız, kesiksiz.

gazv

  • Seyelân etmek, akmak.
  • Münkatı' olmak, kesilmek.

girih-bür

  • "Düğüm kesen". Yankesici. (Farsça)

gırk

  • Çok, kesir.

götürü

  • Tartı veya ölçü ile olmayarak, toptan ve kesin olan.

gülistan / gülistân

  • Gül bahçesi, güller ülkesi.

habie / habîe

  • Görülmemiş, daha henüz keşfedilmemiş.
  • Göze görülmeyen şey.
  • Kesilmiş, parça parça olmuş.

had

  • İslâmiyet'te miktârı kesin olarak bildirilen cezâ.

hadd-i şer'i / hadd-i şer'î

  • İşlenen suçlar için İslâmiyette miktarı kesin olarak bildirilen ceza.

hadis-i kat'i / hadis-i kat'î

  • Doğruluğu kesin hadis.

hadis-i mevsul / hadîs-i mevsûl

  • Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdiği hadîs-i şerîfler. Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz.

hadis-i sahih / hadîs-i sahih

  • Sahih hadîs; Peygamber Efendimize (a.s.m.) ait olduğu kesin bilinen ve doğru senetlerle aktarılan hadis.

hads-i kat'i / hads-i kat'î

  • Hızlı bir şekilde kalbe doğan ve doğruluğu kesin olan bilgi.

hadsi / hadsî

  • Güçlü bir sezgi, seziş; zihnin bir vasıtaya ihtiyaç duymaksızın kalbe gelen güçlü ve kesin bir sezgi ile hızla hükmettiği doğru bilgi.

hakikat-i kat'iye

  • Kesin gerçek, doğru.

hakikat-i kàtıa

  • Kesin gerçek.

hakikat-i kàtıa-i satıa / hakikat-i kàtıa-i sâtıa

  • Parlak ve kesin gerçek.

hakikat-i mukarrere

  • Sabit, kesinleşmiş gerçek.

hakk

  • (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti.
  • Dâva ve iddia.
  • Hakikate uygunluk.
  • Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse.
  • Münasib
  • Din. İslâmi

hakk-ı keşf

  • Keşif hakkı.

hakka / hâkka

  • Kıyamet günü.
  • Âfet. Devamlı musibet. (Herkesin ve her kavmin amellerini isbat ve izhar eylediğinden kıyamet gününe bu isim verilmiştir)

hakkalyakin / hakkalyakîn

  • Bizzat yaşamak suretiyle, kesin bilgiye ulaşma.

hame-zen

  • Üzerinde kalem kesilecek âlet. (Farsça)

haram

  • Allah ve resulü tarafından kesin olarak yasaklanmış şey.

harekat-ı müstahsene / harekât-ı müstahsene

  • Herkesin beğendiği güzel davranış ve hareketler.

harem / حرم

  • Herkesin giremeyeceği yer, aile, eş.
  • Herkesin girmesine müsaade edilmeyen yer. Kadınlara mahsus oda. (Misafirlere ve erkeklerin girmesine müsaade edilen yere de"selâmlık" denir.)
  • Harem, herkesin giremeyeceği yer. (Arapça)

haremlik

  • Harem dairesi, evde harem kısmı, herkesin uluorta giremeyeceği yer. (Arapça - Türkçe)

harflerin taktii / harflerin taktîi

  • Harflerin kesik olması, harflere bölme.

harim / harîm

  • Herkesin giremiyeceği, dokunmıyacağı şey. Haram dairesi.
  • Şerik.
  • Bir kişinin olup, başkasının duhul ve taarruzundan masun yer.
  • Hacıların Mekke-i Mükerreme'de giydikleri libas.
  • Harem dairesi; herkesin giremeyeceği yer, dokunamayacağı şey.
  • Herkesin girmesi yasak yer, harem.

harim-i kudsi / harîm-i kudsî

  • Herkesin bilemeyeceği gizli kutsal harem.

haşa / hâşâ

  • Asla, kesinlikle öyle değil.

haşa sümme haşa / hâşâ sümme hâşâ / حَاشَا ثُمَّ حَاشَا

  • Asla ve asla, kesinlikle öyle değil.
  • Asla sonra kesinlikle asla.

haşa ve kella / hâşâ ve kellâ

  • Asla ve asla, kesinlikle öyle değil.

haşa! sümme haşa! / hâşâ! sümme hâşâ!

  • Asla ve asla, kesinlikle öyle değil.

haşa, sümme haşa / hâşâ, sümme hâşâ

  • Asla, kesinlikle öyle değil.

hasif / hasîf

  • (Çoğulu: Husef) Suyu hiç kesilmeyen su kuyusu.
  • Yağmuru çok olan bulut.

hasim / hâsim

  • Kat'eden, hasmeden, kesip atan.

hasm

  • Kesip atma, kesme, kat'etme.
  • Kat'i olarak bir mes'eleyi hâlledip neticeye varma.

hasmen

  • Bir mes'eleyi kesin bir karar ile halledip bitirmek suretiyle.

hassase / hassâse

  • Duyma melekesi.

hatarsız

  • Tehlikesiz.

hatıra-i gaybiye

  • Herkesin bilmediği hatıra, kalpten geçen şey.

havass-ı beşeriye / havâss-ı beşeriye

  • İnsanların âlim ve aydın kesimi.

havran

  • Şam diyarından bir yerin adı.
  • Balıkesir'in bir ilçesi.

hayat-ı hakikiye ve sermediye

  • Gerçek ve kesintisiz hayat.

haydud

  • (Haydut) Yol kesici. Dağ hırsızı. Eşkiya.

haydut / haydût

  • Yol kesici.

hayırhah / hayırhâh

  • Herkesin iyiliğini isteyen, iyiliksever.

hayli

  • Oldukça. Epeyce. Çok. Bir takım. Kesir. Bol. (Farsça)

hayr-hah

  • Hayır sâhibi. Herkesin manevî ve maddî iyiliğini isteyen. Allah rızası için ilm-i Kur'an ve imanla, manen ve maddeten hayırlı hizmetler etmeyi ve hayırlı işler işlemeyi seven. (Farsça)

hazad

  • Yaş ağaçtan kesilmiş budak ve diken.

hazi / hazî

  • Kâhin, keşiş, papaz.

hazik / hazîk

  • Kesilmiş olan.

hazım

  • Kesici, kesen.

helak-i mutlak / helâk-i mutlak

  • Kesin yok oluş.

heman / hemân

  • Kesin olarak; daima.

heyleman

  • Çok, kesir.

hibeb

  • (Tekili: Hibbe) Paçavralar. Kesilmiş bez veya kumaş parçaları.

hikmet

  • İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor)
  • Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye.
  • Ahlâka ve hakikata faydalı

hilman

  • Çok, kesir.

himmet-i amme / himmet-i âmme

  • Herkesi içine alan himmet, gayret.

hırt

  • Erkek keklik.
  • Hastalıktan dolayı, kesilmiş gibi parça parça olan bulaşık süt.

hıtbe

  • Okunmuş.
  • Söz kesilmiş, nişanlı kız veya kadın.

hıyar-ı vasf

  • Bir akitte vücudu şart kılınan veya örfen meşhud bulunan mergub bir vasfın mevcud olmaması sebebiyle âkitlerden biri için sabit olan muhayyerliktir. (Sağılır diye satılan bir ineğin, sütten kesilmiş olması gibi.)

hıyata

  • Terzilik, dikiş dikme işi.
  • Tıb: Ameliyat esnasında kesilip yarılan yerin tekrar kaynaması için dikilmesi.
  • Ameliyatta dikiş için kullanılan bağırsak ve benzeri şeylerden yapılan iplik.

hizye

  • Uzun kesilmiş et parçası.

horst

  • Alm. Jeo: Bir çukur veya hendeğin, tersine, faylar arasında yükselmiş kesimi.

hubu'

  • Çocuğun ağlamaktan dolayı sesinin kesilmesi.

hüccet-i bahire / hüccet-i bâhire

  • Ap açık kesin delil.

hüccet-i kàtı'

  • Kesin, şüphesiz delil.

hüccet-i katıa

  • Kesin delil.

hüccet-i kàtıa

  • Kesin delil.

hüccet-i kur'aniye / hüccet-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın ortaya koyduğu kesin delil.

hüccet-i rahmet-i alem / hüccet-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmeti gösteren kesin ve güçlü delil.

hüccetü'l-kur'an ala hizbi'ş-şeytan / hüccetü'l-kur'ân alâ hizbi'ş-şeytan

  • Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur'ân'ın kesin delili.

hudud / hudûd

  • Miktârı, dinde kesin ve açıkça bildirilmiş cezâlar.

hufut

  • Sâkin olmak. Ateşin sönmesi.
  • Sesin kesilmesi.

hükm / حكم

  • Hüküm, emir, kesin karar. (Arapça)
  • Hükmünde: Yerinde, gibi. (Arapça)
  • Hükmünü almak: Yerine geçmek, gibi olmak. (Arapça)

hüküm

  • Bk. hükm
  • Hüküm vermek: Kesin karar vermek.

hürriyet

  • Serbestlik, hür oluş.
  • Adalet kanununda ve te'dibte, başka hiç kimse, kimseye taarruz ve tahakküm etmemesi ve herkesin hukukunun meşru' olarak korunması, herkesin meşru' hareketlerinde tam serbest olması.
  • Hürlük, serbestlik.
  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
  • Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.

huruf-u mukattáa

  • Arap harflerini heceler halinde kesik kesik yazmak (Yâsin, Elif Lâm Mim vb.).

huruf-ul mukattaa

  • Gr: Kur'an-ı Kerim'de sure başlarında bulunan, kesik kesik, ikisi üçü birleşik veya tek başına yazılı hafler. Elif Lâm Mim, Yâ Sin, Elif Lâm Râ... gibi. Bunlar İlahî birer şifre olup, mânalarını anlayanlar Resul-ü Ekrem (A.S.M.) ve O'nun vârisleridir.

husum

  • (Tekili: Hasim) Uğursuzluk.
  • İdman. Birbiri ardınca devam üzere olmak.
  • Bir şeyi kökünden kesip dağlayanlar.
  • Fırtına.

hütame

  • Kesinti, kırpıntı. Parça.

huzur-u tevhid

  • Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğuna kesin olarak inandıktan sonra kendini herzaman Allah'ın huzurunda hissetme.

i'caz / i'câz / اِعْجَازْ

  • Âciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak.
  • Edb: Mu'cize derecesinde düzgün ve icazlı söz söylemek. Benzerini yapmada herkesi acze düşürmek. Güzel söz söylemekte insanların muktedir olmadıkları derece.
  • Mu'cizelik olan şey.
  • Âciz bırakma, benzerini ortaya koymada herkesi acze düşürme.
  • Mu'cize olma, herkesi âciz bırakma.

i'cazkarane / i'cazkârane / i'câzkârâne / اِعْجَازْكَارَانَه

  • Herkesi yarışmada âciz bırakacak yolda. (Farsça)
  • Herkesi âciz bırakarak, mu'cize olarak.

iaşe-i umumi / iâşe-i umumî

  • Herkesi besleyip geçimini sağlama.

ibha

  • Kesilme, inkıtâ'.

ibtita'

  • Kesilme, inkıta'.

ibtizal

  • Çokluğu sebebiyle bir nimetin kıymetini bilmeyip, hor kullanmak.
  • Devamlı şeklide bir şeyi kullanmak.
  • Edb: Herkesin bildiği bir sözü tekrar etmek. (Mümtâziyetin zıddıdır.)

içtihad

  • Dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadisten hüküm çıkarma.

içtihadat / içtihadât

  • İçtihatlar; dinen kesin olarak belirtilmeyen konularda Kur'ân ve hadîse dayanarak hüküm çıkarma işlemleri.

içtihadi / içtihadî

  • İçtihatla ilgili; dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadise dayanarak hüküm çıkarmayla ilgili olan.

idab

  • Herkesi ziyafete davet etme. Sofrası herkese açık olma.
  • Doğruluğunu ve hak olduğunu herkese bildirme.

ıdd

  • (Çoğulu: Adât) Pınar ve kuyu suları gibi aktıkça kesilmeyen, devamı gelen su.
  • Çokluk, kesret.

ifsam

  • Hastanın ateşinin düşmesi.
  • Kesilip bitme, tükenme.
  • Yağmurdan sonra hava açılma.

iftisal

  • Sütten kesilme, memeden ayrılma.
  • Fidanı çıkarıp başka yere dikme.

ihbarat-ı kat'iye / ihbârât-ı kat'iye

  • Kesin haberler.

ihkab

  • Arkası kesilme.

ihtimal-i kat'i / ihtimal-i kat'î

  • Kesin ihtimal, olabilirlik.

ihtira'-kerde

  • Eşine rastlanmayan keşif. (Farsça)
  • Yaratılmamış olmak. (Farsça)

ıhtiram

  • Eksilmek, noksanlaşmak.
  • Kesilmek.

ihtiyac-ı kat'i / ihtiyac-ı kat'î

  • Kesin ihtiyaçlar.

ıhtizal

  • Kesilmek.
  • Ayrılmak.

ikan / îkan

  • Kesin biliş.

ikrah-ı mülci / ikrah-ı mülcî

  • Huk: Ölüm veya bir uzvun kesilmesi veya bunlara sebep olacak şiddetli döğme ile olan ikrah.

ikraz

  • Ödünç vermek. Borç vermek.
  • Kesip ayırmak.

iktisar

  • (Kesir. den) Paralamak. Kırılmak.

ilm-i yakin / ilm-i yakîn

  • İlmî delillere dayanan kesin bilgi.

ilme'l-yakin / ilme'l-yakîn

  • İlmî bilgi. Kesin bilgi.

ilmelyakin / ilmelyakîn

  • İlmî ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilme.
  • İlim yoluyla kesin biliş.

imece

  • Köyün umumi işlerinde veya köylünün kendi işlerinde köy halkının müştereken çalışması. Beraberce birçok kimsenin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini halletmesi ve herkesin işinin sıra ile bitirilmesi.

inbihar

  • Yorgunluktan dolayı nefes kesilip soluk soluğa kalma.

incizam

  • Kesilme.
  • Cüzzam hastalığına tutulmuş kimsenin bir organının (âzâsının) kopması.
  • (Kemik) Kırılma.
  • Gr: Meczum olma. Kelimenin son harfi harekesiz olarak telâffuz olunma.

incizaz

  • Kesilme.

infisam

  • Kırılma.
  • Kesilme.
  • Yırtılma.
  • Üzülme.
  • Kopma.

infitam

  • Kesilme.
  • Sütten kesilme.
  • Menedilen bir şeyden uzaklaşma.

inhidam-ı kat'iye

  • Kesin hezimet, bozulma.

inhinak

  • Boğulma.
  • Bunalma, nefesi kesilme.

inhisam

  • (Hasm. dan) Kesip bitirme, halletme.

inkıma'

  • Kökü kesilme. Köksüzleşme.

inkıta / inkıtâ / انقطاع

  • Kesilme, sona erme.
  • Kesilme.
  • Kesilme, tükenme, tıkanma.
  • Kesilme, kesintiye uğrama. (Arapça)

inkıta' / inkıtâ' / اِنْقِطَاعْ

  • Tükenme. Kesilme. Arkası gelmeme.
  • Kesilme.

inkıta-i hilafet / inkıta-i hilâfet

  • Halifelik kurumunun bir süre kesintiye uğraması.

inkıta-i tams / inkıtâ-i tams

  • (Kadın) âdetten kesilme.

insıram

  • Kesilme, kesilip ayrılma.

irs

  • Mîrâs. Vefât eden bir kimsenin geriye bıraktığı terekesinden (malından) evlât ve akrabâsından sağ kalanlara düşen hisse, pay.

irşad-ı feth-i keşif / irşâd-ı feth-i keşif

  • Keşif ve fetih yolunu gösterme, keşfe başlarken rehberlik etme.

isbat / isbât / اِثْبَاتْ

  • Kesin olarak ortaya koyma.

işmam / işmâm

  • "Şemm"den:
  • Koklatma, koklatılma.
  • Tecvid ıstılâhında harfin zamme harekesine işaret etme.

ismet

  • Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk.
  • Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.

işrak / işrâk

  • Sezgi; keşif ve ilham ile insanı Allah'a götüren yolları bulmaya çalışmak.

istibda

  • (İstibra') Ayırmak. Uzak etmek.
  • Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek.
  • Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek.

istibra / istibrâ

  • Küçük abdestten sonra idrarın iyice kesilmesini beklemek.

istiglak

  • Sözde durma. Kesin olarak pazarlık etme.

istiklaliyet-i mutlaka / istiklâliyet-i mutlaka

  • Kesin ve sınırsız bağımsızlık.

istikşaf / istikşâf / استكشاف

  • Keşif çalışması yapma. (Arapça)

ıstılah

  • Tabir, deyim. Belirli bir topluluğun, bir lafzı lügat mânasından çıkararak başka bir mânada kullanmaları.
  • Bir ilim veya mesleğe âid kelime. Terim. Erbab-ı ilim arasındaki ve herkesin anlamadığı kelime.
  • Muvafakat. Uygunluk. Barışmak. İttifak.

istirahat-i umumiye

  • Herkesi içine alan rahat ve huzur.

istisal

  • (Asl. dan) Kökten koparıp çıkarmak.
  • Tıb: Bedenden kesilmesi veya koparılması istenen bir parçayı, uru kökünden koparmak.

itikad-ı cazim / itikad-ı câzim

  • Kesin inanç, inanma.

itikad-ı yakin / itikad-ı yakîn

  • Şüphesiz ve kesin olarak bilme.

ittihad-ı umumi / ittihâd-ı umumî

  • Genel birlik, herkesin bir noktada birleşmesi.

iz'an-ı kalbi / iz'ân-ı kalbî

  • Kalben kesin olarak kabul etme.

iz'an-ı yakin / iz'ân-ı yakîn

  • Kesin delile dayalı olan sağlam inanç.

izafet-i maktu'

  • Kesik tamlama. Terkib-i izafet-i maktu'da denir. Esre'yi kaldırmağa da fekk-i izafet denir. Yani izafetin kaldırılması demektir. Meselâ: Câme-hâb : Yatak. Câme-i hâb : Uyku elbisesi. Ser-rişte : İp ucu, vesile, tutamak. Ser-i rişte : İpin ucu.

jaketatay

  • Arkası yırtmaçlı, etekleri uzun ve ön köşeleri yuvarlakça kesilmiş olan resmi ceket. (Fransızca)

ka'be-i kemalat / kâ'be-i kemalât

  • Kemâlât kâbesi. Yâni herkesin teveccüh etmesi gereken en yüksek kemalât merkezi.

kadir-danlık

  • Kadirbilirlik. Herkesin mertebesini bilip ona göre muamele yapan. Kadir ve kıymet bilen.

kafine / kafîne

  • Kafasından kesilen koyun.

kafir / kâfir

  • Allah'ı veya Allah'ın bildirdiği kesin olan şeylerden birini inkâr eden kimse.

kafir-i mel'un / kâfir-i mel'un

  • Allah'ı veya Allah'ın bildirdiği kesin birşeyi inkâr eden lânetlenmiş kimse.

kafire / kâfire

  • İnkârcı; Allah'ın kesin olarak bildirdiği birşeyi inkâr eden.

kaide

  • Esas. Temel. Düstur. Nizam. Yol. Ayaklık.
  • Dip taraf.
  • Bir şeyin meydana gelmesine şart ve düstur olan husus.
  • Bir ilim ve fennin düsturlarından her biri.
  • Fık: Hayızdan ve çocuktan kesilmiş kadın.

kaide-i mukarrere

  • Kesinleşmiş kural.

kail ve kani

  • Bir konuda kesin kanaat sahibi olma ve dile getirme.

kakül

  • (Kâgül) Alnın üzerine sarkıtılan kısa kesilmiş saç. (Farsça)

kal'a

  • Kale. Eskiden yapılan büyük merkezlerin ve şehirlerin bulunduğu etrafı duvarlarla çevrili ve düşmanın hücumundan muhafaza edilen yüksek yerlerde inşa edilmiş yapı.
  • Çobanın çantası.
  • Hurma ağacının dibinden kesilen taze fidan.

kalpak

  • Kesik koni biçiminde deri, kürk veya kumaştan yapılmış başlık.

kambahş / kâmbahş

  • Herkesin isteğini yerine getiren. (Farsça)
  • Bağışçı, ihsan edici. (Farsça)

kanaat-i kat'i

  • Kesin kanaat.

kanaat-ı kat'iye

  • Kesin kanaat, inanma.

kanaat-i kat'iye / kanaat-i kat'îye

  • Kesin kanaat.

kanaat-i tamme

  • Tam, kesin kanaat.

kanun

  • (Çoğulu: Kavânin) Herkesin uyması için devletin teşri kuvveti tarafından konulan her türlü meşru nizam, kaide, emir, nehiy ve yasaklar.
  • Kaziye-i külliye. Kâinatta Allah'ın koyduğu değişmez nizam.
  • Uyulması gereken kesin kural.

karabin

  • (Tekili: Kurban) Kurbanlar. Allah için kesilen koyun, sığır ve deve gibi hayvanlar.

karar-ı kat'i / karar-ı kat'î

  • Dâvâyı neticelendiren kesin karar.

kariha / karîha

  • Düşünme melekesi.

karya

  • Eski çağlarda Bursa ve Balıkesir bölgesinin adı.

kasavise

  • (Tekili: Kıssis) Papazlar, ruhbânlar, keşişler.

kasil / kasîl

  • Hayvanlara vermek için vaktinden evvel biçilen yeşil ot.
  • Kesilmiş nesne.

kasir / kâsir

  • Çok olan, kesir, bol olan.

kasırga

  • Çevrintili rüzgâr. Tozu ve toprağı birbirine katarak, ağaçları sökerek bir an esip kesilen rüzgâr.

kassab

  • Düdükçü.
  • Kesici.
  • Parçalayıcı.

kasva

  • Kulağının dörtte biri kesik olan koyun veya deve.

kat' / قطع

  • Kesme, ayırma.
  • Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek.
  • Delil ve bürhan ile ilzam etmek.
  • Edb: Sözün te'sirini arttırmak ve dinleyenin anlayışına bırakmak için söz bitmeden kesivermek."İmtihan geliyor. Çalışın, yoksa..."Görmüyor gittiği yanlış yolu zannım çoğunuz Size rehberl
  • Kesme. (Arapça)
  • Kesilme. (Arapça)

kat'-ı hayat / kat'-ı hayât

  • Hayatın kesilmesi. Ölüm, mevt.

kat'-ı tarik

  • Yol kesicilik.

kat'a / kat'â

  • Asla, kesinlikle, hiçbir zaman.

kat'an / قطعا

  • Kesinlikle, kesin olarak.
  • Kesinlikle. (Arapça)

kat'en / قطعا

  • Kesinlikle. (Arapça)

kat'i / kat'î / قطعى / قطعي / قَطْع۪ي

  • Kesin.
  • Kesin. (Arapça)
  • Kesin.
  • Kesin.
  • Kesin.

kat'i delil / kat'î delil / kat'î delîl

  • Kesin, şüphesiz delil.
  • Kesin delil. Âyet-i kerîmeler ve tevâtürle bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîfler.

kat'i kanaat / kat'î kanaat

  • Kesin inanma, razı olma.

kat'i senet / kat'î senet

  • Kesin delil.

kat'i surette / kat'î sûrette

  • Kesin olarak, kesinlikle.

kat'iyen / kat'îyen / قَطْعِيًا

  • Kesin olarak.
  • Kesinlikle.

kat'iyet / قطعيت / قَطْعِيَتْ

  • Kesinlik.
  • Kesinlik. (Arapça)
  • Kesinlik.

kat'iyet kesb etme

  • Kesinlik kazanma.

kat'iyetle

  • Kesin bir şekilde, şüphesiz.

kat'iyyen / قطعيا

  • Kesinlikle.
  • Kat'i ve kesin olarak.
  • Aslâ, hiçbir zaman.
  • Kesinlikle. (Arapça)
  • Asla. (Arapça)

kat'iyyet

  • Kesinlik, kat'ilik.
  • Kesinlik, şüphesizlik.

kat'iyyü'd-delalet / kat'iyyü'd-delâlet

  • Metnin mânâya olan işareti kesin olması, "Acaba metinden bu mânâ mı kastediliyor?" şeklinde bir şüphenin bulunmaması.

kat'iyyü'l-metin

  • Metnin (sözün) kesin ve şüphesiz oluşu; ibarenin ilk kaynaktan aynen geldiğinin kesin olarak bilinmesi (meselâ metnin âyet veya hadis olduğu kesin olarak bilinmesi).

kat'iyyü'l-metin olduğu gibi / kat'iyyü'l-metîn olduğu gibi

  • (Delil olan) Söz kat'î ve şüphesiz olduğu gibi (sözün, âyet veya hadis olduğu kesin ve şüphesiz olduğu gibi).

kat'iyyü'l-vücud

  • Varlığı kesin olma.

kati / katî

  • Şüphesiz, tereddütsüz, kesin.
  • Kesin.

kati' / kâti' / قاطع

  • Kesen, kesici. (Arapça)

katı'a

  • Kesen, kesici.

katı-ı tarik-ı ilahi / kâtı-ı tarîk-ı ilâhî

  • İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici.

katıa

  • Kesin olan.

katıbeten / kâtıbeten / قاطبة

  • Asla, kesinlikle. (Arapça)

katiüttariklik

  • Yol kesicilik, eşkıyalık.

katiye / katîye

  • Kesin.

katiyen

  • Kesinlikle.

katiyet / katîyet

  • Kesinlik, şüphesizlik.
  • Kesinlik.

katiyyen / katîyyen

  • Kesinlikle.
  • Kesinlikle.

katl-i am / katl-i âm

  • Bir yerde çoklarının öldürülmesi. Herkesi kılıçtan geçirme. Toptan imha.

katliam / katliâm

  • Herkesi öldürme.

kavme

  • Namaz kılarken rükûdan kalkıp uzuvlar hareketten kesildikten sonra en az bir kerre sübhânallah diyecek kadar ayakta durmak.

kazabe

  • Kesinti. Bağ ağacından ve diğer ağaçtan kesilen parçalar.

kazıb

  • (Çoğulu: Kavâzıb-Kızâb) Kesici, kesen.

kazım / kâzım

  • Öfkesini yenen, meydana vurmayan.
  • Öfkesini yenen.

kazımin-el gayz / kâzımîn-el gayz

  • Öfkesini yenenler.

kazımun / kâzımûn

  • Öfkesini yenenler. Hırsını yenenler.

kaziye-i muhkeme

  • Kesinleşmiş hüküm, bir daha bozulamayacak karar.

kaziyye-i muhkeme

  • Kesin hüküm, değişmez ilke.

keib

  • Mahzun, hüzünlü, münkesir ve kötü halli olan kişi. (Müe: Keibe)

kemal-i içtihad / kemâl-i içtihad

  • Tam ve mükemmel bir içtihad; dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadisten hüküm çıkarma.

kemal-i iz'an / kemâl-i iz'an

  • Kesin bir şüphesizlik, tam bir inanç.

kemal-i kat'iyet / kemâl-i kat'iyet

  • Tam bir kesinlik.

kende

  • Hendek, çukur. (Farsça)
  • Biçilmiş, kesilmiş. (Farsça)
  • Kokmuş, ağır kokulu. (Farsça)

kende-haye / kende-hâye

  • "Hayası kesilmiş: Hadım ağası. (Farsça)

kernaf

  • (Çoğulu: Kerânif) Hurma ağacının budaklarının aslı. (Kesildikten sonra ağacında bâki kalır.)

kernafe

  • (Çoğulu: Kürnüf) Dibinden kesilmiş olan hurma ağacının budakları.

keş

  • (Keşiden) Çekmek fiilinin emir kökü. Birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Cefâ-keş : Cefâ çeken. Esrar-keş : Esrar çeken, esrar içen serseri. (Farsça)

kesafet

  • Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak.
  • Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.

keşf / كشف

  • Keşif, bulma, ortaya çıkarma. (Arapça)

keşf-i kat'i / keşf-i kat'î

  • Kesin keşif, mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme ve ortaya çıkarma.

keşfi / keşfî

  • Keşifle alâkalı.

keşfiyat / keşfiyât

  • (Tekili: Keşf) Keşifler. Bulup meydana çıkarılan şeyler.
  • Cenâb-ı Hakkın ihsan ve ilhamı ile evliyâullahın, hususan evliya-ı izâm hazeratının ve hasseten Kur'ân-ı Hakimin irşadı ile ve feyzi ile Rüesâ-i Evliyâ ve Server-i Kâinat olan Peygamberimiz Resul-i Ekrem (A.S.M.) Efendimizin de
  • Keşifler, bazı hakikatleri ortaya çıkarma, keşfetme hâlleri.
  • Keşifler.

keşfiyat-ı fenniye

  • İlmi keşifler, buluşlar.
  • Fen ve ilmin keşifleri. (Telefon, radyo, uçak gibi.)

keşfiyat-ı kat'iye

  • Kesinliğinde şüphe olmayan keşifler; mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme.

keşfiyat-ı maneviye / keşfiyat-ı mâneviye

  • Mânevî keşifler.

keşfiyat-ı sadıka

  • Doğru keşifler; manevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme.

kesir-ül evlad / kesir-ül evlâd

  • Çocukları çok olan. Evlâdı kesir olan.

keşişan / keşişân

  • (Tekili: Keşiş) Papazlar, manastır rahibleri.

keşişane / keşişâne

  • Keşişe yakışır yolda. Papaza uygun şekil ve surette. (Farsça)

keşk

  • Kavi, kuvvetli, sağlam.
  • Kabuğu çıkmış arpa.
  • Arpa suyu.
  • Yoğurt keşi.

keslan / keslân

  • (Bak: KESİL)

kesr-i adi / kesr-i âdi

  • Ondalık olmayan kesir. Bayağı kesir. Meselâ: 3/8, 7/20 gibi.

kesr-i aşari / kesr-i âşâri

  • Ondalık kesir. Mahreci (paydası) 10 veya 10'un her hangi bir kuvvetinden ibaret olan kesir. Meselâ: 0,15 - 0,007 gibi.

kıraet-i aşere / kırâet-i aşere

  • Kur'ân'ın on kırâet üzere okunması. Kırâet imamları şunlardır: Nafi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn Amir, Asım, Hamza, Kisaî, Ebu Cafer, Yakub ve Halef.

kısabe

  • Kesicilik, kasaplık.

kisebür

  • Yankesici, hırsız. (Farsça)

kısım

  • (Kısm) Bir parça, bölük, takım, kesim.
  • Kapalı avucunun alabildiği miktar.

kıssis / kıssîs

  • Keşiş. Papaz. Hristiyan din adamı.
  • Keşiş, papaz.
  • Keşiş.

kıst-el yevm

  • Bir aylık maaşın bir güne isâbet eden miktârı.
  • Çalışılmayan günler için kesilen para.

kıt'a

  • (Çoğulu: Kıtat) Dünyanın kara parçalarından her biri.
  • Memleket. Ülke.
  • Mat: Bir dairenin bir yayı ile onun çapı arasındaki kısım.
  • Tıb: Kesik organın vücudda kalan parçası.
  • Ask: Çok kalabalık olmayan askerî kuvvet.
  • Edb: En az iki beyitten yapılmış manzum

kıyamet-i suğra / kıyâmet-i suğrâ

  • Küçük kıyâmet, herkesin kendi ölümü.

kızıl kafirler / kızıl kâfirler

  • Allah'a ve Allah'ın kesin olarak bildirdiği herhangi bir şeye inanmayan komünist kimseler, komünistler.

kızıl tehlike

  • Dinsizlik, anarşistlik ve komünistlik tehlikesi.

küduret

  • (Keder. den) Bulanıklık.
  • Koyuluk, kesiflik.
  • Kaygı. Tasa. Kederlilik.

küfr

  • Örtmek; hakkı örtmek, kapamak, Hakk'ı inkâr etmek. Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve ahkâm-ı şer'iyyeden (dînî hükümlerden) tevâtüren (kesin olarak) bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabûl etmemek.

kulame

  • Tırnak kesintisi. Kesinti.

kulameteyn

  • İki tırnak kesintisi. Parantez. ()

künye

  • Bir kimsenin adı, soyadı, ülkesi, doğumu, mesleği gibi özelliklerini gösteren kayıt.

kur'an-ı bahirü'l-burhan / kur'ân-ı bâhirü'l-burhan

  • Kesin, güçlü ve apaçık delillere sahip olan Kur'ân.

kur'an-ı mu'cizü'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân / قُرْاٰنِ مُعْجِزُ الْبَيَانْ

  • İfadesi, (benzerini getirmede) herkesi âciz bırakan Kurân.

kuraa

  • Kalem kesintisi. Kalem yongası.

kurban

  • Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey.
  • Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan.
  • Bir maksad uğrunda feda olma.
  • Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.

kurme

  • İşaret için devenin burnundan bir miktar deri kesip tam ayrılmadan yine burnu üstüne yapıştırmak.

kurzum

  • Kavafların ve kunduracıların üzerinde gön ve sahtiyan kesip düzelttikleri yuvarlak tahtalar.

küştar

  • Kesilmiş veya kurban edilmiş koyun. (Farsça)
  • Et. (Farsça)

küşuf / küşûf

  • Keşifler, mânevî âlemlere ait bazı hakikatleri görme işlemleri.
  • Keşifler, açmalar, bulmalar.

küsur / küsûr / كسور

  • (Tekili: Kesir) Artan parçalar, geri kalan adetler. Artık.
  • Kesirler. (Arapça)
  • Parçalar. (Arapça)

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kuta'

  • Düş yormak, rüya tâbir etme.
  • Su kesilmek.
  • Başka yere gitmek.

kutaa

  • Bir şeyin kesintisi ve kırıntısı.

kutb-ül-aktab / kutb-ül-aktâb

  • Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk, kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan ricâl-i gayb yâni herkesin tanımadığı zâtların reisi. Emrinde üçler, yediler, kırklar... denilen yine bu işlerle vazîfeli seçilmiş kimseler bulunur.

kutta'

  • (Tekili: Katı') Kesiciler, kat' ediciler, kesenler.

kutu'

  • Sudan veya bir yoldan geçme.
  • (Kuşlar) göç etme.
  • (Tekili: Kat') Kesintiler.

kuvvet-i kat'iyet

  • Kesinlikten kaynaklanan kuvvet.

labüd / lâbüd

  • Şüphesiz, kesin.

lahh

  • Ulaşmak, varmak.
  • Yağmuru kesilmeyen bulut.

lahn-ı celi / lahn-ı celî

  • Açık ve herkesin bildiği tecvîd hatâsı.

lain / lâin

  • Lânet eden. Lânetleyen.
  • Herkesin kınadığı.

laşe / lâşe

  • Cife. Kokmuş et parçası.
  • Fık: Karada yaşayıp boğazlanmaksızın ölen veya şer-i şerife uygun olmayan şekilde kesilen kanlı hayvan ve bunların tabaklanmamış (dibagat edilmemiş) derileri.
  • Yenilmesi şer'an haram olan ölmüş hayvan.
  • Zayıf ve cılız hayvan.
  • Mc: Kıyıda
  • Leş. Kendiliğinden ölmüş veya İslâmiyet'in emrine uygun olmayarak kesilmiş veya öldürülmüş hayvan ve böyle hayvanın eti.

layenkatı / lâyenkatı / لاینقطع

  • Kesintisiz.
  • Kesilmeksizin, aralıksız.
  • Kesintisiz, sürekli. (Arapça)

layenkatı' / lâyenkatı'

  • Aralıksız. Kesilmeksizin.

ledünn

  • (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı iz

lehs

  • Nefesi kesilip dili dışarı çıkarma.

leş

  • Kendiliğinden ölen veya Besmelesiz kesilen veya kesilmeyip de başka sûretle öldürülen veya Ehl-i kitâb olmayan kâfir ve mürtedlerin kestikleri yenmesi haram hayvanlar. Ölmüş hayvan.

letafet

  • Hoşluk, lâtiflik.
  • Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek.
  • Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.

lu'bet

  • Oynayan veya oynatılan şey. Oyuncak.
  • Herkesi hayrette bırakıp şaşırtacak şey.

lukme-şümar

  • Herkesin lokmasını sayan. (Farsça)
  • Mc: Pinti, hasis, cimri. (Farsça)

lümeze

  • Herkesi ayıplama.

lüzum-u kat'i / lüzum-u kat'î

  • Kesin gereklilik.

ma'dele-i ulya / ma'dele-i ulyâ

  • Büyük adalet yeri, yüksek adaletle herkesin muhakemesi görülen yer. Huzur-u İlâhiyedeki adâlet.

ma'kes

  • Akis yeri. Akseden yer. (Ayna güneşin ma'kesi olduğu gibi.)

ma'rifet

  • Herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkla yapılmış olan şey.
  • Bilme, biliş, bilgelik.

maani-i mensusa / maânî-i mensûsa

  • Âyet ve hadis ile sabit, tesbit edilmiş kesin mânâlar.

maddiyat-ı kesife

  • Kesif, şeffaf olmayan maddeler.

mahdu'

  • Hileye aldanmış olan. Kandırılmış kimse.
  • Boyun damarı kesilmiş kişi.

mahdud

  • Dikeni kesilmiş ağaç.

mahrec

  • Çıkacak yer.
  • Ses ve harflerin ağızdan çıktıkları yer.
  • Mat: Bayağı kesirde çizginin altındaki sayı. (Payda)
  • Hususi bir meslek için adam yetiştirmeğe mahsus mekteb ve dâire. (Meselâ: Mekteb-i fünun-u harbiye zâbit mahrecidir.)
  • Tarik-i ilmiyede büyük bir pâyeye v

mahrut-u nakıs / mahrût-u nâkıs

  • Kesik koni şeklinde.

mahşer-i acaib / mahşer-i acâib

  • Herkesi hayrete sevkeden toplanma. Veya toplanma yeri.
  • Hayret edilecek harika şeylerin bulunduğu yer.

mahşub

  • Kesilmeye elverişli olmadan kesilen ağaç.

makatı'

  • (Tekili: Ka, uzun okunur) Kesmeler. Kesişmeler. Kesişen yerler.
  • (Kat') Sözdeki veya nazımdaki durak yerleri. Heceler.

makid

  • Kesilmeyen ve daimi olan.

maklum

  • Yontulmuş ve kesilmiş olan.

maksus

  • Kesilmiş, kırpılmış.

maksuv

  • Kulağının ucu kesilmiş deve veya koyun.

makta / مقطع

  • Kesit.
  • Kesim yeri. (Arapça)
  • Kesit. (Arapça)

makta'

  • Kesilen yer, kesinti yeri, başlangıç yeri.
  • Kesilen yer, kat'edilen yer, kesinti yeri.
  • Uzun bir cismin enliğine kesildiği yerin görünüşü.
  • Edb: Her manzumenin, hususen gazellerin ve kasidelerin ilk beytine matla', son beytine makta' denir; makta'da şâirin ismi bulunur.

maktaa

  • Eskiden üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemikten veyâ mâdenden yapılmış âlet.

maktu / maktû / مقطوع

  • Kesilmiş, kesik. (Arapça)
  • Pazarlık yapılmaz. (Arapça)

maktu'

  • (Maktua) (Çoğulu: Makati') Kesilmiş, kat olunmuş.
  • Pazarlıksız, değeri ve pahası biçilmiş.
  • Götürü.

malik-i yevmiddin

  • Herkesin dünyâda yaptığının mükâfat ve cezasını göreceği yer olan âhiretin, din gününün, mâliki, sahibi olan Allah (C.C.)

malumat-ı yakiniye / malûmat-ı yakîniye

  • Şüpheye yer bırakmayacak derecede kesin olarak bilinen şeyler.

mansus / mansûs

  • İyice kesinleşmiş, âyetle sabit.

marre / mârre

  • Fık: Herkesin gittiği umumi yoldan yürüyen.

maslahat-ı amme / maslahat-ı âmme

  • Herkesin faydası.

matem-i umumi / matem-i umumî

  • Herkesin yas tutması, genel hüzün.

matemhane-i umumi / matemhane-i umumî

  • Herkesin yas ve matem tuttuğu yer.

mazeret-i kat'i / mazeret-i kat'î

  • Kesin mazeret, özür.

me'sur / me'sûr

  • Esir edilmiş, tutsak, yolu kesilmiş. Dinî geleneklere uygun olan, rivayete dayanan.

me'yus

  • Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik.

me'zuniyet-i kat'iye

  • Kat'i mezuniyet, kesin izin.

mebni

  • Yapılmış. Kurulmuş.
  • Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak.
  • ... den dolayı... e binâen.
  • Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine uğramıyan) kelime.

mebtut

  • Kesilmiş ve ayrılmış.

mecbub

  • Hayası ve zekeri kesilmiş.

mecburiyet-i kat'iye

  • Kesin zorunluluk.

mecdud

  • Rızkı bol, nasibli, bahtiyar.
  • Kesilmiş, maktu.

meczum

  • Kat'i niyet edilmiş, cezmolunmuş. Kat'i karar verilmiş.
  • Gr: Son harfi harekesiz okunan kelime. Cezimli kelime. (İlim, kilim, kitab kelimelerinin son harflerinin okunduğu gibi.)
  • Kesin karar verilmiş. Sonu cezimli olan kelime.

meczuz

  • Kesilmiş, münkatı'.

medde

  • Uzatma; çekim harfleri; yazıldığı halde okunmayan, kendisi harekesiz olup, kendinden önceki harfi uzatan elif, vav, ye harfleri.

medeniyet-i amm / medeniyet-i âmm

  • Herkesi içine alan bir medeniyet.

meftum

  • Sütten ve memeden kesilmiş çocuk.

mekruh / mekrûh

  • Hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey. Peygamber efendimizin beğenmediği ve ibâdetin sevâbını gideren şeyler. Yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı kerîmde, şüpheli delil ile, yâni açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (Peygamb er efendimizin arkadaşlarının) bildirmesi ile anl

mektepliler

  • Okullular, eğitimli kesim.

melain

  • (Tekili: Mel'un) Herkesin nefretini kazanmış olanlar. La'netlenmiş olanlar.

meleke-i hassasiyet

  • Hassasiyet melekesi; duyarlılık alışkanlığı, duyarlılık konusunda yatkınlık.

meleke-i tadil-i ahlak / meleke-i tâdil-i ahlâk

  • Ahlâken ölçü ve kurallara uyma melekesi, pratiği.

memerr-i nas / memerr-i nâs

  • Herkesin geçtiği yol. Geçit.

memleket-i osmaniye

  • Osmanlı ülkesi.

memnun

  • (Minnet. den) Hoşnud. Razı. Minnet altında bulunan. İyiliğe nâil kılınmış. Çok muteber olan şey. Çok beğenilen. Ölçülü ve hesaplı olan.
  • Kesilmiş.

menafi-i umumiye / menâfi-i umumiye

  • Genel yararlar, herkesin yararına olan şeyler.

menahir

  • (Tekili: Menhar) Hayvan kesilecek yerler. Hayvan boğazlıyacak yerler. Mezbahaneler.

menfaat-i umumiye

  • Herkesin yararı, umumun menfaati.

menhar

  • (Çoğulu: Menâhir) Hayvan kesilecek yer. Hayvan boğazlanan yer. Mezbaha.

mensik

  • (Çoğulu: Menâsik) İbadet edecek yer.
  • Kurban kesilecek yer.
  • Kesilmiş kurban.

mensus / mensûs

  • Âyet ve hadîs gibi kesin delillerle tesbit edilmiş olan.

merfu'

  • Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş.
  • Hükümsüz bırakılmış.
  • Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) "u, ü, o, ö şeklinde" okunan harf.

merkez

  • (Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret.
  • Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı.
  • Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.

mertebe-i kat'iyet

  • Kesinlik derecesi.

mesail-i yakini / mesâil-i yakîni

  • Kesin bilgiye ait meseleler.

mesele-i içtihadiye

  • Dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadise dayanarak hüküm çıkartmayla ilgili olan mesele.

meşhur

  • Tanınmış, herkesin bildiği. Çoklarının bildiği.

meslah

  • Mezbaha. Davar kesilen yer.

mevfur

  • (Vefir. den) Tam olan şey. Çoğaltılmış. Çok. Kesir. Bisyâr. Evfer.
  • Edb: Aruz kalıblarından biri.

mevrid-i nass

  • Hakkında kesin delil olan husus.

meysir

  • Meyser. Kolaylık yeri. Kolaylık.
  • Kumar. Arablar arasında ok ile oynanan kumar.
  • Kumar için kesilen hayvan.

meyte

  • Ölmüş veya besmelesiz kesilen yâhut kesilmeyip başka sûretle öldürülen hayvan.

mezabih

  • Mezbahalar. Hayvan kesilen yerler.

mezaristan / mezâristân

  • Mezarlık, ölüler ülkesi.

mezbaha

  • Hayvan kesilen yer.
  • Hayvan kesim yeri.

mezbuh

  • Kesilen. Zebhedilen. Boğazlanmış.
  • Kurban edilmiş.

mezbuhane / mezbuhâne

  • Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine. (Farsça)
  • Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle. (Farsça)

mikat

  • Bağırdak ipi, (oğlancıkları beşikte onunla bağlarlar.)
  • Kesilme ânında koyunun ayağını bağladıkları ip.

mıkatta

  • Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan âlet.

mısri / mısrî

  • (Mısriyye) Mısırlı.
  • Mısır ülkesiyle alâkalı.
  • Mısırlı, Mısır ülkesiyle ilgili.

misvak / misvâk

  • Kullanılması pek çok faydalı olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ehemmiyetle tavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından kesilip kullanılan parça.
  • Bir karış büyüklüğünde kesilmiş, dişleri temizlemek için kullanılan ve Erak denilen ağaçtan veya zeytin dalından yapılan ağaç fırça.

mizan

  • Terazi, ölçü, tartı.
  • Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas.
  • Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
  • Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.

mu'ciz-ül beyan

  • Beyanı herkesi âciz bırakan.

mu'cizat-ı katıa

  • Meydana gelişi kesin olan mu'cizeler.

mu'cizü'l-beyan / mu'cizü'l-beyân / مُعْجِزُ الْبَيَانْ

  • İfadesi, (benzerini getirmede) herkesi âciz bırakan.

mü'minler

  • Allah'a ve Allah'ın kesin olarak bildirdiği herşeye inanıp iman eden kimseler.

muakkibat / muakkibât

  • Gece ve gündüz melâikesi.
  • Namazı müteakib otuz üçer defa tekrar edilen tesbih.

muamelat-ı gaybiye / muamelât-ı gaybiye

  • Herkesin fark edemediği gizli muamele ve işleyişler.

muayin

  • (Ayn. dan) Kat'i ve kesin olarak belli olan. Görülmüş olan.

müban

  • Ayrılmış ve kesilmiş.

müberhen

  • Hakkında kesin deliller gösterilen.

mücedda'

  • Burnu ve kulağı kesilmiş.
  • Başı yanmış olan ot.

müdafaat-ı kat'iye

  • Kesin olan savunmalar.

müfareze

  • Bir şeyden kesilip ayrılma.

müftiü'l-enam

  • Halkın müftüsü, herkesin müftüsü.

müftiy-ül enam

  • Şeyh-ül İslâmın bir ismi. Herkesin müftüsü.

muhakkak / محقق

  • Kesin, kesinlik kazanmış.
  • Kesin, gerçekleşmiş.
  • Doğru. (Arapça)
  • Kesin. (Arapça)
  • Mutlaka. (Arapça)

muhakkaku'l-vuku

  • Gerçekleşmesi kesin olan.

muhal-i adi / muhal-i âdi

  • Herkesin anlayabileceği imkânsızlık ve muhal. Az düşünenlerin de bilebileceği, mümkün olmayan iş.
  • Herkesin anlayabileceği imkânsızlık.

muhatara-i izmihlal / muhatara-i izmihlâl

  • Dağılma tehlikesi.

muhkemat / muhkemât

  • İslâmiyetin sağlam ve kuvvetli kanunları, emirleri; yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde açık sözler, kesinlik ifade eden naslar.

muhtefid

  • Seri kesici olan.

mukarrer / مقرر

  • Kesinlik kazanmış; hakkında şüphe olmayan mesele.
  • Kararlaştırılmış. (Arapça)
  • Kesin. (Arapça)

mükaşefe / mükâşefe

  • Gizli şeyleri birbirine açıp keşf ve izhar etmek, açığa çıkarmak. Meydana çıkarmak.
  • Bir hususu keşif yolu ile anlamak, bilmek.
  • Cenab-ı Hakk'ın zât ve sıfatlarına ve sâir sırlarına vukufiyyet.

mukataa

  • (Kat'. dan) Kesişmek.
  • Ülfeti terk eylemek.
  • Birbirinden kesmek ve kesişmek.
  • Muayyen bir kira karşılığında arazinin kesime verilmesi.
  • Ekilen toprak için verilen muayyen vergi.

mukatta'

  • Kesilmiş.
  • Parçalanmış.

mukattaa

  • (Kat'. dan) Bitişik olmayan. Kesik, ayrı.
  • Kesilmiş, kesik, ayrı.

mukattaat

  • Bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler.
  • (Tekili: Mukattaa) Kat' edilmiş, kesilmiş şeyler.
  • Kısaltmalar.
  • Çeşitli gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler.
  • Herbiri bir kelimeye delâlet eden harfler.

mukattaat-ı huruf / mukattaât-ı huruf

  • Bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler.

mukavver

  • Ziftle karışık veya ziftle kaplı.
  • Yuvarlak kesilmiş.

mükessif

  • (Kesâfet. den) Koyulaştıran, kesif hâle getiren.

mukteda-yı küll / muktedâ-yı küll

  • Herkesin her konuda uyduğu, örnek aldığı kişi, Hz. Muhammed (a.s.m.).

mülahat

  • Yakınlaşmak. Çekiştirmek.
  • Çocuğun, sütten kesilme vaktine yakınlaşması.
  • Niza ve husumet etmek.

mülket-i osmaniye

  • Osmanlı Ülkesi.

münakkah

  • (Nakh. dan) En iyileri seçilmiş. Müntehab, güzide.
  • Soyulmuş, temizlenmiş, ayıklanmış.
  • İdâre gayesiyle fazlası kesilmiş masraf.

müncezir

  • Kesilen.

münfasım

  • Kesilmiş.

münhafız

  • İnhifaz eden, alçalan.
  • Kesre harekesiyle harekelenmiş harf.

münkarız

  • Kesilmiş.

münkatı

  • Kesilen.

münkatı'

  • (Kat'. dan) İnkıta eden, kesilmiş, kesilen. Aralıklı ve son bulan.
  • Arada bağ kalmıyan, ayrılmış.
  • Herkesten ayrılıp bir kişiye bağlı kalan.

münkati'

  • Kesilen, kesik arkası gelmeyen, son bulan, süreksiz.

münkazi

  • (Münkaziye) (Kazâ. dan) Bitmiş, tükenmiş, sona ermiş, ardı kesilmiş.

münkesir / منكسر

  • (Kesir. den) İnkisar eden, kırılan, kırılmış, kırık. Gücenmiş.
  • Kırık. (Arapça)
  • Münkesir olmak: Kırılmak. (Arapça)

münkesiren

  • Kırgınlıkla.
  • Kırık olarak. Münkesir tarzda.

munsarım

  • Kesilen, kat edilen.

mür'ab

  • Kesilmiş, parça parça olmuş.

murdar / murdâr

  • Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. (Farsça)
  • İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan. (Farsça)
  • Kendiliğinden ölmüş veya kasten besmelesiz kesilmiş olan hayvan, leş ve domuz eti gibi kendileri kat'î yâni kesin ve açık delîl ile haram olan şey.

mürtemi / mürtemî

  • Keşif kolu. Karakol.

müşahedat

  • (Tekili: Müşahede) Gözle görülen şeyler.
  • Görüşler.
  • Keşifle seyredilenler.
  • Man: Mücerret his ile kat'iyyetle hüküm ve tasdik olunan kaziyeler.

musalemet-i umumiye

  • Herkesi içine alan barış hâli, huzur.

müsalemet-i umumiye

  • Umumî barış ortamı; herkesi içine alan barış ve huzur.

müşattar

  • Edb: Mısraları arasına ilâveten ayrıca mısralar getirilmiş gazel veya keside..

müsbet ilimler

  • (Pozitif ilimler) Tecrübe ve müşâhedeye dayanan ve nazari olmayan maddi ilimler. Herkesin kabul ettiği ve isbat vasıtaları ile doğruluğu isbat edilen ilimler.

müsned

  • İsnad edilmiş, senede bağlanmış. "Müsned Hadis" senedi kesintisiz olarak Hz. Peygamber'e ulaşan hadistir.

müstahsen

  • Beğenilen. Güzel ve herkesin beğendiği.
  • Dinimizin güzel gördüğü şeylerin her biri.

müste'min

  • Eman dileyen. Emane, emniyete erişen, nâil olan. (Gerek müslim, gerek zimmî veya harbî olsun.) İstiman eden. Emin edilmiş.
  • Canının bağışlanması şartiyle teslim olan.
  • Tar: Osmanlı ülkesinde oturmalarına müsaade olunan yabancı devlet tebaası. Osmanlı devleti ile sulh halinde bu

müste'min müslüman

  • Dâr-ül-harbe (müslüman olmayanların ülkesine) onların izni ile giren müslüman.

müstemirrü't-tecelli / müstemirrü't-tecellî

  • Yasıması devamlı, kesintisiz.

mütearef

  • (Örf. den) Herkesin bildiği, meşhur, ünlü.

mütearife

  • Herkesin bildiği. Tanınmış. Meşhur. Doğruluğu âşikâr.
  • Man: İsbatı icab etmeyen söz.

mütecella

  • Münkeşif olup görünen, âşikâr olan.
  • Yükseğe çıkan. Yukarı havâle olan.

mütefassım

  • Sütten kesilen.
  • Kırılan, darılan, üzülen.

mütekatı

  • Kesişmiş, kesik kesik.

mütekatı'

  • Karşılıklı kesişen, birbirini kesen.
  • Kesik kesik.

mütekattı'

  • (Kat'. dan) Kesik. Biteviye olmayan.

mütekavvem

  • Biçilmiş, kesilmiş. Toplanmış.

mütelahime

  • Deri ile birlikte epeyce de et kesilmiş olan yara.

mütemadi

  • Devamlı, kesiksiz, sürekli, daima.

mütetabi-ul vürud

  • Ardı arkası kesilmiyen.

mütevatir / mütevâtir

  • Çok kimselerin naklettikleri haber. Yaygın haber. Herkesin veya alâkadarların işitip doğruluğunu kabul ettikleri kat'i, şüphesiz, sağlam haber. Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir cemaatın bir hâdise hakkında verdikleri haber.
  • Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun bir olay hakkında verdikleri kesin haber.

mütevatiren / mütevâtiren

  • Kesin ve şüphesiz bir haber olarak.

mutlak / مطلق

  • Kesin. (Arapça)

mutlaka / مطلقا

  • Kesinlikle.
  • Kesinlikle, zorunlu olarak, kayıtsız şartsız. (Arapça)

müvecceh

  • Yüzü bir tarafa döndürülmüş.
  • Uygun. Doğru.
  • Herkesin teveccüh ettiği, makbul, münasib.

müzekka

  • Temizlenmiş, pâk edilmiş, ıslah edilmiş.
  • Zekâtı verilmiş.
  • Allah'ın adı anılarak kesilmiş hayvan.

nagz

  • Devekuşunun erkeği.
  • Başını sallayıp depretmek.
  • Bulutun koyu ve kesif olması.

nahir

  • (Nahr. dan) Kesilmiş, boğazlanmış.

naib-i fail / naib-i fâil

  • Meçhul fiilin mevzuu olan kelime ki, harekesi merfu olur. (Küsirel kalemü: "Kalem kırıldı" cümlesinde " kalem", "Naib-i fâil" olmuş ve fâilin yerine geçmiştir.)

nakıs temizlik / nâkıs temizlik

  • Kadının âdetinin kesilmesinden sonra on beş gün devâm etmeyen veya âdet müddeti içinde kan görmediği günler.

nakl-i kat'i / nakl-i kat'î

  • Açık ve kesin rivayet.

nasbetmek

  • Kelimenin son harfinin harekesini diye okutmak.
  • Tâyin etmek.

nasiyye

  • Nass oluş. Kat'ilik, şüphesizlik, kesinlik.

nass / نص

  • Kat'ilik, kesinlik, açıklık. Te'vile ihtimali olmayan söz veya delil.
  • Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelâm ve âyet. Akide.
  • Bir haberi kimden aldığını söyleyerek, en nihayet o haberi ilk söyleyene kadar nakle
  • Açık ve kesin hüküm.
  • Kesin, tartışılmaz olan, âyet ve hadîs.
  • Kesinlik. (Arapça)

nass-ı ayet / nass-ı âyet

  • Âyetin kesin ifadesi.

nass-ı kat'i / nass-ı kat'î

  • Kesin delil ve senet; Kur'ân ve sahih hadis gibi.

nass-ı kelam / nass-ı kelâm

  • Kur'ân'da geçen kesin hükümlü âyetler.

nass-ı kur'an / nass-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın kesin ve açık hükmü.
  • Kur'ân-ı Kerim'in açık ve kesin hükmü.

nass-ı sarih / nass-ı sarîh

  • Mânâsı çok açık ve kesin olan Kur'an hükmü.

nassen

  • Kesin olarak.

nassi / nassî

  • Nass'a ait. Her türlü şübhe ve tereddüdün ve tenkidin üstünde tutulacak şekilde olan kesinlik, kat'ilik, açıklık. Bedahet.
  • Âyet ve hadisle doğruluğu sâbit olan.

nasuh / nasûh

  • Hâlis. Temiz. Kesin, kat'i.
  • Çok nasihat eden.
  • Kesin, halis.

nazariyat / nazariyât / نَظَرِيَاتْ / nazarîyat

  • Ayet ve hadislerle kesin olarak sınırları belirlenmemiş dinin ictihada açık olan kısımları.
  • Ayet ve hadislerle kesin olarak sınırları belirlenmemiş dinin ictihada açık olan kısımları.

nazariyat-ı diniye / nazariyât-ı dîniye / نَظَرِيَاتِ دِينِيَه

  • Ayet ve hadislerle kesin olarak sınırları belirlenmemiş dinin ictihada açık olan kısımları.

nazariyat-ı şer'iye / nazariyât-ı şer'iye

  • Dinin teori düzeyinde olup kesinleşmemiş hususları.

nazariyet

  • Teorik; kesin olmayan ispatlanmamış ilmî görüş.

nefret-i umumi / nefret-i umumî

  • Herkesin nefreti.

nefsi, nefsi / nefsî, nefsî

  • "Nefsim, nefsim" mânâsına gelen ve herkesin kendi derdine düşüp başkalarıyla meşgul olamadığını ifade eden bir cümle.

nekbe

  • (Çoğulu: Nekebât) şiddet, meşakkat.
  • Bir şeyin kesilmesiyle olan cerahat.

nemrud

  • Dinsiz ve zâlim bir hükümdar, ülkesinin "ulu önder"i.

nergisi / nergisî

  • Nergis biçiminde kesilip yapılan bir çeşit hamur işi. (Farsça)

nesaik / nesâik

  • (Tekili: Nesike) Kesilen kurbanlar.
  • Kesilen kurbanlar. Nesîke kelimesinin çoğuludur.

nesg

  • Gitmek.
  • Almak.
  • Ağaç kesildiğinde çıkan su.
  • Vurmak.
  • Dürtmek.

nesike

  • Hak yoluna kesilen kurban.
  • Altın veya gümüş külçesi.

neşr-i suhuf

  • Haşir zamanı amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesi.
  • Sahifelerin neşri.
  • Haşirde, insanların hesab görülmek için dirildiklerinde amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin amelinin belli oluşu.

neşvat

  • (Tekili: Neşvet) Keşifler, neş'eler, sevinçler.

netice-i burhan-ı bahir / netice-i burhan-ı bâhir

  • Açık, parlak, kesin ve sağlam delilin sonucu.

nevatır

  • Kirişi kesik olan yay.

nevbüride

  • Yeni koparılmış, yeni kesilmiş. (Farsça)

nikendiş

  • (Nîk-endiş) Her vakit iyilik düşünen. Herkesin iyiliğini istiyen. (Farsça)

nimbismil

  • İyice boğazlanmayıp yarı kesilmiş olan. (Farsça)

nimküşte

  • Yarı öldürülmüş, yarı kesilmiş olan. (Farsça)

nokta-i kat'iye

  • Kesin olan nokta.

nokta-i tekatu'

  • Kesişme noktası.

nüket

  • (Tekili: Nükte) Nükteler. Herkesin anlayamıyacağı ince mânâlı ve zarif sözler.

nuristan / nuristân

  • Nur ülkesi.
  • Nur ülkesi, cennet.

nüşare

  • Kesilen ağaçtan dökülen talaş, yonga.

nusus / nusûs

  • Nasslar, kesin hükümler, âyet ve hadîsler.

nusus-u kat'iye / nusûs-u kat'iye

  • Kur'ân'ın hükmü kesin olan âyetleri.

nusus-u şeriat / nusûs-u şeriat

  • Şeriatın açık ve kesin hükümleri.

oran

  • Ölçü, mikyas.
  • Biçim, tenasüb, endam.
  • Tahmin, keşif.

pakize

  • Temiz, pak. Lekesiz. Hâlis, saf, katıksız. (Farsça)

pare

  • Cüz, parça. Kesinti. (Farsça)
  • Para. Kuruşun kırkta biri. (Farsça)
  • Kur'an-ı Kerim'in otuz kısmından bir kısmı, bir cüz'ü. (Farsça)
  • Sayı, bölük. (Farsça)
  • "Parça" mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Meh-pâre : Ay parçası. (Farsça)
  • Güzel. Yek-pâre : Tek parça, bir parça. (Farsça)

pars / پارس

  • İran, Pers ülkesi. (Farsça)

ra'l

  • Koyunun kulağından kesilen parça.

ra'la'

  • (Çoğulu: Rual) Akılsız kadın.
  • Kulağının ucu kesilip ilişik duran dişi koyun.

rahib / râhib

  • Âbid. Allah'tan (C.C.) korkan.
  • Manastırda oturan nasrani âlimi veya papazı. Keşiş.
  • Aslan.
  • Manastırda oturan hıristiyan din adamı, keşiş.

rahiban

  • (Tekili: Râhib) Râhibler. Keşişler.

rahmet-i mutlaka

  • Tam ve kesin rahmet.

rahne

  • Gedik, yarık. Gemilerin bordalarında veya su kesimlerinin altında mermi isabetiyle veya herhangi bir te'sirle açılan delikler, yarıklar. (Farsça)
  • Yara. (Farsça)
  • Bozukluk. Zarar. (Farsça)

rahzeni / rahzenî

  • Haydutluk, eşkiyâlık. Yol kesicilik. (Farsça)

ramaz

  • Güneşin sıcaklığı şiddetle ve yakarak gelmek, şiddetli olmak, yakmak.
  • Kesinleştirmek.

rebike

  • Hurmayı yağla ve keş ile karıştırıp hamur ederek yapılan bir yemek.
  • Öğünmüş keşi, un ve yağ ile karıştırıp yapılan yemek.
  • Bulamaç aşı.

reku'

  • Sâkin olmak.
  • Kesilme.

reşk-i alem / reşk-i âlem

  • Herkesi kıskandıracak kadar üstün durumda olan.

resmen / رسما

  • Resmî olarak.. (Arapça)
  • Kesinlikle. (Arapça)

rivayat-ı sahiha / rivâyât-ı sahiha

  • Peygamber Efendimize (a.s.m.) ait olduğu kesin olarak bilinen hadisler.

rivayat-ı sahiha-ı sabite / rivâyât-ı sahiha-ı sâbite

  • Doğruluğu kesin ve sabit olan güvenilir rivayetler, hadisler.

riyazi kat'iyyet / riyâzî kat'iyyet

  • Matematiksel kesinlik.

rızk-ı amm / rızk-ı âmm

  • Genel rızık; herkesin faydalandığı rızık.

ru'b

  • Korku, havf. Korkudan dolayı iş ve hareketten kesilmek. Korkutmak.
  • Kesmek.
  • Sihir, büyü, efsun.

rubu'

  • (Tekili: Rub') Dörtte birler.
  • Metrenin kabulünden evvel ipekli, yünlü, basma ve emsali kumaş, bez ve sairenin ölçülmesinde kullanılan çarşı arşınının kesirlerinden birinin adıdır.

rububiyet-i sermediye

  • Allah'ın bütün varlıklar üzerindeki kesintisiz mâlikiyet ve egemenliği ve her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran kesintisiz terbiyesi.

rüya / rüyâ

  • Düş. İnsanın kalbinin ve duyu organlarının dünyâ işleriyle olan meşgûliyetinin kısmen kesildiği, uyku, bayılma ve istiğrak (mânevî coşkunlukla kendinden geçme) gibi hallerde gördüğü şeyler.

sabit / sâbit / ثَابِتْ

  • Durgun, duran, kesinleşmiş.
  • Varlığı kesin olan.

sabiyye

  • Büluğa ermemiş veya memeden kesilmemiş kız çocuk.

safa-yı sermedi ve cavidani / safâ-yı sermedî ve câvidânî

  • Kesintisiz ve pek güzel bir huzur, rahat.

şahid-i kat'i / şahid-i kat'î

  • Kesin şahit.

şahid-i katı

  • Kesin şahit.

şahid-i kàtı'

  • Kesin, şüphesiz delil.

sahih

  • Doğru, sağlam, kesin hadîs.

sahih ehadis / sahih ehâdîs

  • Sahih hadisler; Peygamber Efendimize (a.s.m.) ait olduğu kesin olarak bilinen ve doğru sened ve güçlü râvîlerle aktarılan hadisler.

şaibe-i tereddüt

  • Şüphe lekesi.

şaibesiz / şâibesiz

  • Lekesiz, kusursuz.

şaki / şâki

  • Haydut, yol kesici, eşkiya.
  • Allah'ın rızasına ve âhiret mutluluğundan yoksun olan kimse, bahtsız.

sakin / سَاكِنْ

  • Hareketsiz, kendi hâlinde. Bir yerde oturan. Kararlı.
  • Gr: Harekesi olmayıp cezimli (sakin okunan) harf.
  • Harekesi olmayan veya cezimli harf.

saltanat-ı daime

  • Devamlı, kesintisiz bir egemenlik, hâkimiyet.

sarahat-i kat'iye

  • Kesin açık mânâ.

sarim

  • Kesen, kesici.
  • Şecaatlı.
  • Kesilmiş.
  • Biçilmiş ekin, döğülmemiş harman.

sebê

  • Yemen ülkesinde tarihî bir şehir.

sebk-i mefsul

  • Edb: Ayrı ayrı, kesik kesik yazma tarzı.

şefi-i ruz-i ceza / şefî-i rûz-i cezâ

  • Herkesin yaptığı tüm amellerin karşılığını alacağı mahşer gününde, mü'minlere şefaat edecek olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

şehadet-i kat'iye

  • Kesin şahitlik, kesin delil.

şehid-i ahiret / şehîd-i âhiret

  • Bir kimsenin Allah için olan cihâdın hazırlığı esnâsında tâlimlerde veya zulüm ile öldürülmesi veya cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsızla vuruşmada yaralanarak hemen ölmeyip bir namaz vakti çıkıncaya kadar yaşayan veya başka yere götürülü p, orada ölen. Âhiret şehîdi.

sekine

  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde

sekinet

  • Sükun ve imtinan. Temkin. Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti.
  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde

sekte / سكته

  • Susmak, kesilme, ara verme, bozulma.
  • Durma, kesiklik.
  • Durma, kısılma.
  • Kanın birdenbire durması.
  • Bir işin görülmesinde kesiklik, durgunluk hâsıl olmak.
  • Tecvidde: Kıraat esnasında nefes almadan sesi kesmeğe denir.
  • Kesinti, duraklama.
  • Durma. (Arapça)
  • Kesilme. (Arapça)
  • Sekte vermek: Durgunluk vermek, sekteye uğratmak. (Arapça)

selh-hane

  • Hayvan kesilip yüzülen yer. Mezbâha. (Bu kelime galat olarak, "salhâne" şeklinde kullanılır.) (Farsça)

selhane / selhâne

  • Eti yenen büyük ve küçük baş hayvanların kesilip yüzüldüğü yer, mezbaha.

selhhane / selhhâne / سلخ خانه

  • Hayvan kesimi yapılan yer, mezbaha.
  • Kesim yeri, mezbaha, salhane. (Arapça - Farsça)

sened-i hakiki ve kat'i / sened-i hakikî ve kat'î

  • Hakiki, sağlam ve kesin senet, dayanak.

sened-i kat'i / sened-i kat'î

  • Kesin senet, dayanak.

şerh

  • Açma, genişletme.
  • Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme.
  • Bir şeyi dilim dilim kesme.
  • Bollaştırma.
  • Bir müşkil ve mübhem makaleyi açıklama, keşif ve izhar etme.
  • Açıklanmış yazı, risale.

şerha

  • Dilim. Kesilip dilimlenmiş şey. parça.

seriyy

  • Çok, kesir.

şetibe

  • Uzununa kesilmiş olan sahtiyan parçası.

seyfiyye / سيفيه

  • Asker kesimi. (Arapça)

seyyid

  • Efendi.
  • Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) soyundan olan, onun izinden giden.
  • Temiz ve fazilet sâhibi Müslüman zât.
  • Resül-i Ekrem (A.S.M.) herkesin imamı, büyüğü, önderi olduğundan kendisine bu isim de verilmiştir.

şezebe

  • (Çoğulu: Şüzub ) Ağacın çeşitli budaklarından budanıp kesilmiş olan.

şiddetle

  • Kesin olarak. (Arapça - Türkçe)

şifre

  • Gizli ve işaretle yazı usulü. (Fransızca)
  • Haberleşmede kullanılan belirli bazı işaretler. (Fransızca)
  • Herkesin anlayamadığı, bazı kimselere mahsus anlaşma usulü. (Fransızca)

şikened

  • Kırıyor, kesiyor.

sikke-i fıtrat

  • Yaratılış sikkesi, damgası.

sima'

  • Dinlemek, kulak vermek. İşitmek.
  • Çalgı dinlemek.
  • Herkesin işitmesi istenilen güzel zikir ve sözler.
  • Mevlevilerin ve sair dervişlerin "ney" veya "def" ile berâber ilâhi okuyarak raksları ve nağme terennüm etmeleri, dönmeleri.

şinik

  • On litre su alabilen teneke kutu kadar olan mahsul ölçüsü. Yarım gaz tenekesi. (Isparta havalisine mahsus hububat ölçüsü)

sinn-i iyas

  • (Sinn-i ye's) Kadınların "âdet görmekten" kesildiği yaş. En çok 55 yaşına kadar veya daha evvel âdet görmekten kesilmesi zamanı ki; bundan sonra çocukları olmaz. Böyle bir kadına âyis denir.

sırat köprüsü / sırât köprüsü

  • Cennet'e gidebilmek için herkesin üzerinden geçmeğe mecbur olduğu ve Cehennem üzerine kurulmuş olan köprü.
  • Cennet'e geçilmek üzere, Cehennem üzerine kurulmuş, mâhiyeti kesin bilinmeyen köprü. Buna, yalnız sırât da denir.

sıyk

  • Kesif toz ve fena ter kokusu.

sofra-i erzak

  • Herkesin istifade ettiği rızık sofrası.

sofra-i erzak-ı umumiye

  • Herkesin yararlandığı rızık sofrası.

sofra-i rızk-ı umumi / sofra-i rızk-ı umumî

  • Herkesin yararlandığı rızık sofrası.

sosyal adalet / sosyal adâlet

  • Herkesin, bilgi ve kâbiliyeti ve gördüğü iş nisbetinde çalıştığının karşılığını alması, başkaları tarafından sömürülmemesi.

su'n

  • (Çoğulu: Seâne) Yarısı kesilmiş kırba.

sübut / sübût / ثُبُوتْ

  • Sabit olma, kesin olarak meydana çıkma.
  • Sabit oluş, kesinleşme.
  • Varlığı kesin olma.

sübut-u ilmi / sübût-u ilmî / ثُبُوتُ عِلْم۪ي

  • İlmen varlığı kesin olma.

sübutiyet

  • Sabit olma, kesinlikle değişmeme.

suhuf

  • Dört büyük ilâhî kitab dışında gönderilen kitapçıklar, formalar. Peygamberlere (aleyhimüsselâm) Allahü teâlâ tarafından gelen yüz dört kitaptan ilk yüz tânesi.
  • Amel defteri. İnsanların dünyâda iken yaptıkları iyilik ve kötülüklerinin yazıldığı ve kıyâmet günü herkesin eline verilecek ola

sükun / sükûn

  • Durgunluk. Sâkin olmak. Hareketsizlik.
  • Dinmek, kesilmek.
  • Gr: Bir harfin (a,e,i,o) okunmayıp yalnız ses vermesi, harfin harekesiz olarak kendi sesi ile okunması.
  • Durgunluk, hareketsizlik. Durmak, kesilmek.

sukut-u musammem

  • Düşmesi kararlaştırılmış, iktidardan düşürülmesine kesin karar alınmış.

sukut-u mutlak

  • Kesin bir şekilde düşüş, alçalış.

sulh-u umumiye

  • Herkesi içine alan barış, barış hâli.

sümme haşa / sümme hâşâ

  • Asla, kesinlikle öyle değil.

şümul-ü hitab

  • Herkesi içine alan hitap ve sesleniş.

sünnet olmak

  • Çocuğun sünnet derisinin çepeçevre kesilmesi. Hitân.

suret-i kat'iye

  • Kesin bir şekilde.

sürr

  • Yeni doğmuş çocuğun kesilmiş göbeği.

şuubat-ı heyet-i içtimaiye / şuubât-ı heyet-i içtimâiye

  • Sosyal yapının dalları, toplumsal yapıyı oluşturan kesimler.

suvab

  • (Çoğulu: Su'bân) Bit sirkesi.

ta'sene

  • Ahlâkı yaramaz kadın.
  • Çok, kesir.

ta'vizen

  • Karşılık olarak, karşılık alınmak suretiyle. Gelecekte gelirinden kesilmek şartıyla.

taaccüb-ü inşai / taaccüb-ü inşaî

  • Fiili ve kesin bir olayı göstermeyen ve taaccüb ifade eden söz.

taallün

  • Aleni, âşikâr, meydanda olma. Herkesin gözü önünde gibi bilinme.

taannüt

  • Herkesin yanlışını arama.

taarrüf

  • Karşılıklı anlaşma, tanışma.
  • Bir şeyi herkesin bilmesi.
  • Kendini hünerleriyle tanıttırma.

tafazzu'

  • Kesilmek.

tahaccür

  • Taşlaşmak. Taş kesilmek. Donup kalmak.

tahaccürat

  • (Tekili: Tahaccür) Taşlaşmalar, taş kesilmeler.

tahakkuk-u vücudu

  • Varlığının gerçekliği, kesinliği.

tahammülfersa / tahammülfersâ / تحمل فرسا

  • Dayanılmaz, takat kesici. (Arapça - Farsça)

tahkiki

  • Araştırarak ve kesin delillere dayanarak.

tahkiki iman / tahkikî iman

  • Araştırarak ve kesin delillere dayanarak elde edilen iman.

tahlim

  • (Hilm. den) Kızgınlığını ve öfkesini giderme. Sâkinleştirme, yumuşatma, teskin etme.

takatu'

  • Kesilmek. Kesişmek.

takazzub

  • Kesilmek.

taksim-i gurama / taksim-i guramâ

  • Kârı veya zararı ortaklar arasında koydukları sermaye nisbetinde taksim etmek.
  • Fık: Bir borçlunun terekesini alacaklıların borç miktarları nisbetinde aralarında taksim etmek.

takti

  • Kesme, kesik kesik okuma.

takti'

  • Kesme. Kesilme. Parça parça etme. Parçalara bölme.

takti-i huruf / taktî-i huruf

  • Harflerin bölünmesi, kesilmesi; harflere bölme.

talia / talîa

  • Öncü kuvvet, keşif kolu.

tarik-i amm / tarîk-i âmm

  • Herkesin geçmesine mahsus yol.

tarrar / tarrâr / طرار

  • Yankesici.
  • Yankesici.
  • Yankesici, hilekâr.
  • Yankesici. (Arapça)

tasarrum

  • Cesaretlenme, yiğitlenme.
  • Kesilmek.

tasmim / tasmîm / تصميم

  • Kesin karar. (Arapça)
  • Tasmîm ittihaz etmek: Karar almak. (Arapça)

tasmimat / tasmîmât / تصميمات

  • Kesin kararlar. (Arapça)

taze

  • Yeni kesilmiş, bayatlamamış, taravetli, buruşmamış. (Farsça)
  • Yeni duyulan, henüz ortaya çıkan. (Farsça)
  • Kuru olmayan, yeşil. (Farsça)
  • Genç, körpe. (Farsça)

te'min / te'mîn

  • Korkusunu giderme, güvenlik duygusu verme.
  • Sağlamlaştırma. Kesin bir hale koyma. Sağlama.

tealüm

  • (İlm. den) Bir şeyi herkesin bilmesi.

teayyün

  • Alış-verişte söz kesilirken tâyin (belli) edilen malın, belli olarak kalması.

tebettül

  • Halkdan ayrılmak.
  • Mâsivadan kesilip ihlâs ile Hakka yönelmek ve ubudiyet etmek.
  • Evlenmekten vaz geçip zâhidlik etmek.

tecazüm

  • Kesişmek.

tecerrüd

  • Soyunma, çıplak olma.
  • Evli olmama.
  • Tas: Mâsivadan alâkasını kesip, Allah'a müteveccih olup, ibadet ü taatla meşgul olma.
  • İman ve İslâmiyete mücahidane ve fedakârane bir tarzda hizmetle iştigal etme.
  • Herşeyden boş olma.

tecrübe-i kat'iye

  • Kesin tecrübe.

tedabür

  • Kesişmek.

tefassum

  • Kırılma. Kesilme.

tehacür

  • Birbirinden ayrılmak.
  • Kesilmek.

tehessüm

  • Kesilmek.

teheşşüm

  • Münkesir olmak, kırılmak.

tehlike-i kat'iye

  • Kesin bir tehlike.

tekasüf / tekâsüf

  • Kesifleşme. Yoğunlaşma. Sıklaşma.
  • Bir noktada toplanma.
  • Birbirinden ayrılan kimyevi maddelerin tekrar toplanarak birleşmeleri.

tekattül

  • Birbirini kesme, kesişme.

tekatu / tekatû

  • Kesişme.
  • Kesişme.

tekatu' / tekâtu' / تقاطع

  • Kesişme.
  • Kesme. Kesişme.
  • Çatışma. İki çizginin bir noktada birbirini kesmesi.
  • Kesişme. (Arapça)

temasül

  • Benzeyiş. Benzeme. Birbirine benzemek. Birbirine müsavi ve müşabih olmak.
  • Hasta sıhhate, iyi olmağa yaklaşmak.
  • Mat: Kesirsiz taksim kabul etmek, kesirsiz bölünebilmek.

teşeffi-i gayz / teşeffî-i gayz

  • Öfkesinin öcünü alarak rahatlamak. İntikam alarak yüreğini soğutmak.
  • Öfkesinin öcünü alarak rahatlamak, intikam alarak yüreğini soğutmak.

tesis-i muhabbet-i umumiye

  • Herkesi kuşatan bir sevgi ortamının kurulması.

teşrih

  • Bir kitap veya ibareyi anlaşılır şekilde açıklamak, tafsilât vermek. İnceden inceye didikleyip araştırmak.
  • Tıb: Bir cesedi kesip parçalara ayırarak incelemek.

tevali / tevâlî / توالى

  • Kesintisiz sürme, birbirini izleme. (Arapça)
  • Tevâlî etmek: Kesintisiz sürmek, birbirini izlemek. (Arapça)

tevatür / تواتر

  • Kuvvetli haber.
  • Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak.
  • Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia.
  • Fık: İçinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemâate dayanan kuvvetli haber, ferdî olmayıp cemaate ait olan sağlam haber.
  • Doğruluğu kesin haber.

tevehhüm-ü küfür

  • Küfrü tevehhüm etme; küfür olmadığını kesin bildiği halde, küfürmüş gibi vehimlenme.

tevezzül

  • Kesilmek.

tevzi'

  • Dağıtmak. Herkesin hisselerini ayırıp vermek. Pay ederek dağıtmak.

tezkir-i müsellemat / tezkir-i müsellemât

  • Kesin esasları hatırlatma.

tılsım

  • Herkesin bilip çözemediği gizli şey.
  • Gizli sır. Fevkalâde kuvvet ve te'siri hâiz olan şey.
  • Definenin bulunmasına mâni olan mevhum şey.

tılsım-ı kainat / tılsım-ı kâinat

  • Kâinatın tılsımı, kâinattaki anlaşılması zor olup herkesin yalnız kendi akliyle bilemeyeceği gizli ve ince hakikatlar.

udhiye

  • Cenab-ı Hakk'ın rızası için kurban niyetiyle kesilen hayvan.

ülke-i kisra / ülke-i kisrâ

  • Kisra'nın ülkesi.

ulum-u mütearefe / ulum-u müteârefe

  • Herkesin bildiği ve tanınmış olan ilimler.

ulum-u mütearif / ulûm-u müteârif

  • Herkesin bildiği ilimler.

ulum-u mütearife / ulûm-u müteârife / عُلُومُ مُتَعَارِفَه

  • Herkesin bildiği tanınmış ilimler.

umur-u mukarrere

  • Kesin hatlarıyla ortaya konulmuş meseleler, konular ve işler.

üstad-ı küll

  • Herkesin üstadı. Her çeşit ilimde çok ileri bilgisi olan.

vacib / vâcib

  • Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
  • Varlığı zorunlu olan.

vahiy

  • Alah tarafından peygambere bildirilen kesin bilgi.

vaid / vaîd

  • İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kesin hadiseleri haber vererek korkutmak, cehennemi haber vermek.

vak'a-i hayriye

  • Tar: Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması münasebetiyle kullanılan bir tabirdir. İlk önceleri büyük hizmetleri görülen Yeniçeriler, zamanla nizam ve intizamlarını kaybettikleri gibi, son zamanlarda uygunsuz hareket ve isyanlarla memleketin başına belâ kesildikleri için, ocağın lağvı hayırlı sayılmış ve b

vakf

  • Arapça bir kelimenin sonunun harekesiz okunması.

vakıa-i sadıka / vâkıa-i sâdıka

  • Doğruluğundan şüphe edilmeyen olay, doğru rüya, keşif.

vakıat-ı kat'iye / vakıât-ı kat'iye

  • Kesin olarak meydana gelen vakıalar, olaylar.

vakıf malı

  • Herkesin faydasına sunulmuş mal.

varta-i mevt

  • Ölüm tehlikesi.

varta-yı mevt

  • Ölüm tehlikesi.

vefir

  • (Vefret. den) Çok, bol, kesir.

verik

  • Sikkesiz gümüş.
  • Gümüş.

vesile-i kat'iye

  • Kesin aracı.

vesile-i mutlak

  • Kesin aracı.

vicdani iz'an / vicdanî iz'ân

  • Kalbe ait hislerin aynası olan vicdanın kesin kabulü.

vücub / vücûb

  • Kesinlik, zorunlu olma.
  • Kesin olarak emredilme, farz kılınma.

vücub-u kat'i / vücub-u kat'î

  • Kesin zorunluluk; kesin ve şüphesiz farz oluş.

vücud-u ebter

  • Kesik, sona ermiş varlık; kendisiyle Rabbi arasındaki bağı kesen varlık.

vücudu muhakkak

  • Varlığı kesin olan.

vücup

  • Kesinlik, gereklilik.

yakin / yakîn / يَق۪ينْ / یقين

  • Şüphesiz ve kesin bilgi.
  • Şek ve şüpheden uzak olan; kesin.
  • Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îtikâd, îmân.
  • Ölüm.
  • Sağlam ve kesin bilgi.
  • Kesin bilgi. (Arapça)

yakin ehli / yakîn ehli

  • Kesin ve doğru bilgi sahipleri.

yakin-i hükmi / yakîn-i hükmî

  • İlimle kesinlik kazanmış husus, inanç, bilgi.

yakin-i ilmi / yakîn-i ilmî

  • Kesin ve sağlam bilgi.

yakin-i imani / yakîn-i imanî

  • Kesin ve şüphesiz iman.

yakin-i imaniye / yakîn-i imanîye

  • İmanî kesinlik; kesin olan inanç. Gözle görür derecesinde kesin iman.

yakin-i kat'i / yakîn-i kat'î

  • Şüphesiz ve kesin bilgi.

yakinen / yakînen / یقينا

  • Kesin ve şüphesiz olarak.
  • Kesin olarak. (Arapça)

yakini / yakinî / yakînî / يَق۪ين۪ي

  • Şüphe edilmeyecek derece kesinlik.
  • Sağlam ve kesin bilgi ile.

yakini burhan / yakînî burhan

  • Şüphesiz, kesin delil.

yakiniyat / yakîniyat

  • Şüpheye yer bırakmayacak derecede kesin olan şeyler.

yakiniyet

  • Kesinlik, şüphesizlik; yakîn ile kesin olarak bilinme durumu.

ye's

  • Emelinden kesilmek. Ümidsizlik. Nevmid olmak. Matlubunun hâsıl olmasına ümidini kesmek.

ye's-i mutlak / يَأِسِ مُطْلَقْ

  • Kesin ümîdsizlik.

yed-i emin

  • Kanunen güvenilir kimse olarak seçilen şahıs.
  • Mahkemece kendisine bir şey emanet olunan kimse.
  • Emniyetli, tehlikesiz ve korkusuz yer.
  • Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir lâkabı.

yeus

  • (Ye's. den) Ümitsiz, ümidi kesilmiş, me'yus.

yevm-i nüşur

  • Kıyamet günü, mahşer günü. Herkesin amel defterinin açılıp neşredilip gösterileceği gün.

zamme

  • Ötre o, ö, u, ü, diye okunan harfin harekesi.

zanni / zannî

  • Kesin olmayan, zanna dayalı.

zarar-ı mutlak

  • Kesin ve tam zarar.

zaruret-i kat'i / zaruret-i kat'î

  • Kat'î zorunluluk, kesin ihtiyaç.

zaruret-i kat'iye

  • Kesin zorunluluk ve mecburiyet.

zaruriyet-i kat'iye

  • Kesin bir zorunluluk.

zaruriyyat-ı din / zarûriyyât-ı din

  • İnanılacak ve yapılacak işlerle ilgili, âlim ve câhil herkesin bilmesi lâzım olan din bilgileri.

zaviye

  • Köşe.
  • Küçük tekke.
  • İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil.
  • Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi 360 eşit parçaya bölündüğü takdirde "derece", 400 eşit parçaya bölündüğü takdirde "g

zebani / zebânî

  • Azap melaikesi.

zebayıh / zebâyıh

  • Kesilecek kurbanlık hayvanlar. Kurban edilmiş, kurban olarak kesilmiş hayvanlar.

zebh / ذبح

  • Boğazlama. (Arapça)
  • Zebh edilmek: Boğazlanmak, kesilmek. (Arapça)
  • Zebh etmek: Boğazlamak, kesmek. (Arapça)

zebih / zebîh / ذبيح

  • Kesme, boğazlama. Kesilecek hayvan.
  • Hz. İsmail'in (A.S.) ve Hazreti Muhammed'in (A.S.M.) babası Hz. Abdullah'ın lâkabı.
  • Kesilmiş hayvan, boğazlanmış. (Arapça)

zebiha / zebîha

  • Boğazlanmış veya kesilecek hayvan.
  • Kesilecek hayvan.

zenme

  • Keçinin kulağı ucunda küpe gibi sarkan kıllar.
  • Devenin kulağından kesip ilişik koydukları parça.

zenna'

  • Sümüklü kadın.
  • Hayzı kesilmiş olmayan kadın.

zerm

  • Kesilmek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın