REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te kemi ifadesini içeren 210 kelime bulundu...

ab-dest

  • Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el, ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve enseye meshetmektir. (Farsça)
  • Azarlama, paylama. (Farsça)

ab-gah

  • Havuz, küçük göl, su biriken yer. (Fransızca)
  • Tıb : Karnın kaburga kemikleri kıkırdağı ve kısa kaburgalar altında olan kısmı. Böğür. (Fransızca)

acb

  • Kuyruk sokumu. "Us'us" denilen küçük kemik. Her şeyin kuyruk dibi ve nihâyeti. Fâtiha-i hilkat olan küçük kemik.Acb-üz zeneb diye Hadis-i Şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük kemik.
  • Kuyruk sokumundaki küçük kemik.

adudi / adudî

  • Pazı kemiği ile ilgili.

ahiyane

  • Damak. (Farsça)
  • Tıb: Boğaz. (Farsça)
  • Beyin kemiği. (Farsça)

anet

  • Günah. Zinâ .
  • Helâk.
  • Fesâd.
  • Meşakkat.
  • Kalb darlığı.
  • Hata. Galat.
  • Tıb: Kırılan bir kemiğin sarıldıktan sonra tekrar kırılması.

asm

  • Sargı.
  • Kırılmış kemiğe bağlanan ağaç.

asveb-i akval / asveb-i akvâl

  • Kavillerin en muhkemi, sözlerin en doğrusu.

azamet-i celal / azamet-i celâl

  • Haşmet ve görkemin büyüklüğü, yüceliği.

azm / عظم

  • Büyüklük, ululuk.
  • (Çoğulu: İzâm) Kemik.
  • Kemik.
  • Kemik. (Arapça)

azm-i acz

  • Tıb: Sağrı kemiği. Kuyruk sokumu kemiği.

azm-i adesi / azm-i adesî

  • Tıb: Mercimek kemiği.

azm-i adud

  • Tıb: Pazı kemiği.

azm-i akab

  • Tıb: Ökçe kemiği.

azm-i enfi / azm-i enfî

  • Tıb: Burun kemiği.

azm-i kasaba

  • Tıb: Baldır kemiği.

azm-i kitf

  • Tıb: Kürek kemiği, omuz kemiği.

azm-i ku'bere

  • Tıb: Kolumuzun ön tarafında bulunan önkol kemiği. (Önkol kemiğinin arkasında dirsek kemiği bulunur).

azm-i terkova

  • Tıb: Köprücük kemiği.

azm-i us'us

  • Tıb: Kuyruk kemiği.

azm-i veceni / azm-i vecenî

  • Tıb: Elmacık kemiği.

azm-i zend

  • Tıb: Dirsek kemiği.

azm-i zıfri / azm-i zıfrî

  • Tıb: Tırnaksı kemik.

azmi / azmî

  • Kemikli, kemikten yapılmış.

bahdele

  • İşte çabukluk gösterme.
  • Eğilme, kırılma. (Kürek kemiği için).

bekre

  • Kuyu ve benzerlerinde kullanılan makara, çıkrık, çark.
  • Mafsallarda bulunan makara şeklindeki kemik.

bevani

  • Kaburga kemikleri.
  • Deve ayakları.

bücul / bücûl

  • Tıb: Topuk kemiği. Aşık kemiği. (Farsça)

büjul

  • Aşık kemiği; topuk kemiği. (Farsça)

cadde-i kübra-yı ahmediye / cadde-i kübrâ-yı ahmediye

  • Resul-ü Erkemin (a.s.m.) gittiği ve tarif ettiği büyük cadde, yol, Kur'ân ve sünnet yolu.

cebir

  • Zabtetmek. Zor. Kuvvet.
  • Bir şeyi ıslah ve tamir etmek, düzeltmek.
  • Bâtıl bir fırka.
  • Mat: Harflerle yapılan hesab.
  • Tıb: Fevkalâde ameliyat, kırık kemiği sarıp bütünlemek. Kırık veya çıkık uzva sarılan tahtalar.

cebre

  • Kemik sarmakta kullanılan ağaç.
  • Tahta parçaları.

cincin

  • (Çoğulu: Cenâcin) Göğüs kemiği.

cümcüme

  • (Çoğulu: Cemâcim) Baş kemiği, kafatası.
  • Ağaç çanak.
  • Arabdan bir kabile.

cümhure

  • İçi boş kemik.

dagısa

  • (Çoğulu: Devâgıs) Diz üstünde hareket eden yuvarlakça kemik.
  • Sâfi su.

dahis

  • Kokmuş, kemiksiz et.
  • Semiz nesne.
  • Çok adet, fazla miktar.

derece-i haşmet

  • Heybet ve görkemin derecesi.

derem

  • Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi.
  • Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması.
  • Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması.

dıl'

  • Karpuz veya kavun dilimi.
  • Tıb: Kaburga kemiği.
  • Geo: Dik kenar. Kenar.

dıl'-i kazib / dıl'-i kâzib

  • Tıb: Göğüs kemiğine dayalı beş adet küçük kaburga kemiği.

dürdakıs

  • Başla boyun arasında olan kemik.

ecemm

  • Mızraksız adam.
  • Boynuzsuz koyun.
  • Etli kemik.
  • Bacasız ev.

ektaf / ektâf / اكتاف

  • (Tekili: Ketif) Omuzlar. Omuz kemikleri, kürek kemikleri.
  • Omuzlar. (Arapça)
  • Kürek kemikleri. (Arapça)

ermam

  • (Tekili: Rimme) Çürük kemikler.

esteh

  • Çekirdek. (Farsça)
  • Kemik. Vücud iskeletini meydana getiren nesne. (Farsça)

eşvak

  • Dikenler. (Nebat)
  • Tıb: Kemiklerin uzaması.

fahm-i hayvani / fahm-i hayvanî

  • Hayvan kemikleri yakılarak elde edilen hayvan kömürü.

fakare

  • (Çoğulu: Fikar) Omurga kemiği.

fal

  • Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve benzerlerine bakmak sûretiyle gaybdan, gelecekten haber verme işi.

falcı

  • Fala bakan, gaybı bildiğini iddiâ eden. Gaybı anlamak için güyâ bir takım vâsıtalara mürâcaat eden kimse. Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve sâir şeylere bakıp bunlardan manâ çıkarır görünen; gaybden haber verdiğini iddiâ eden kimse.

fass

  • Yüzük taşı.
  • Kemiğin oynak yeri.
  • Meyve içi. Lüb.
  • Kitabın bend ve mebhası.
  • Mektup ve emsâlinin mühürünü açmak.
  • Mc: Gözbebeği.

fesil / fesîl

  • (Çoğulu: Füslân) Hurma ağaçlarının küçüğü.
  • Her nesnenin kemi ve yaramazı.

fıkarat / fıkarât

  • (Tekili: Fıkra) Kıssalar, fıkralar, küçük hikâyeler.
  • Fasıllar, bölümler, kısımlar.
  • Cümleler, parağraflar.
  • Omurga kemiklerindeki boğumlar.

fıkra

  • Yazıda bir bahis.
  • Parağraf.
  • Kanun maddelerinden her bir kısım.
  • Kısa haber.
  • Küçük hikâye.
  • Omurga kemiklerinin her biri.
  • Bend.
  • Kıssa.
  • Gazetelerde gündelik hâdiselerin kısaca yazılmış şekli.

gadarif / gadarîf

  • (Tekili: Gudruf) Kıkırdak kemikleri, kıkırdaklar.

gafa

  • Her şeyin kemi ve yaramazı.
  • Toza benzer bir âfet. (Hurma koruğunun üstüne gelip olgunluktan men'eder ve lezzetini bozar.)

gafi / gafî

  • Her şeyin kemi, yaramazı, kötüsü.

gamez

  • Malın ve davarın kemi ve küçüğü.

gudruf

  • (Çoğulu: Gadârıf) Kıkırdak, kıkırdak kemiği.

gurzuf

  • Kıkırdak.
  • Yumuşak olan kemik.

guzruf

  • (Çoğulu: Gazârif) Kulak kemiği.
  • Kıkırdak.

hacac

  • Kaş kemiği.

halec

  • Çalışmaktan, yürümekten veya ibadetten kemiklerin ağrıması.

har'abe

  • İnce kemikli, genç ve güzel kadın.
  • Uzun.
  • Yeşil üzüm çubuğu.

hares

  • Dilsizlik, ebkemiyyet.

hariciler / hâricîler

  • Sıffîn muhârebesinde, taraflar hakem tâyinine râzı olup anlaşmayı kabûl ettiği için hazret-i Ali'nin ordusundan ayrılarak "Hâkim ancak Allah'tır. Hazret-i Ali iki hakemin hükmüne uyarak halîfeliği hazret-i Muâviye'ye bırakmakla büyük günah işledi" di yen ve kendileri gibi düşünmeyen Eshâb-ı kirâm il

harkafa

  • (Çoğulu: Harâkıf) Kalça kemiği. Uyluk kemiğinin baş tarafı.

haşime

  • Kemiği kırılmış olan baş yarığı.

haşmet-i hakimiyet / haşmet-i hâkimiyet

  • Allah'ın hâkimiyetinin ihtişamı ve görkemi.

haşmet-i padişahi / haşmet-i padişahî

  • Padişahın haşmeti, görkemi.

haşmet-i saltanat-ı ilahiye / haşmet-i saltanat-ı ilâhiye

  • Allah'ın saltanatının büyüklüğü ve görkemi.

haşmet-i saltanat-ı uluhiyet / haşmet-i saltanat-ı ulûhiyet

  • Allah'ın saltanatının heybet ve görkemi.

hazem

  • Göğüs kemiği.
  • Davarın karnının ve böğrünün dolu olması.

heyz

  • Kırık kemik sarılıp ovulduktan sonra tekrar kırmak.

hicac

  • Hüccet, delil, senet göstererek muaraza ve mübahase eylemek.
  • Tıb: Göz çukuru ve kaş kemiği.

hinv

  • Eyer ağacı.
  • İyeği kemiğinin eğrice ucu.

hufale

  • Arpa, buğday ve pirinç kabuğundan saçılan.
  • Her kabuklunun arınıp pâk olanı.
  • Her nesnenin kemi ve yaramazı.
  • Yağ tortusu.
  • Şıra sıkıntısı ve kepeği.

hurbe

  • (Çoğulu: Hureb) Kalça kemiğinin deliği.
  • Her yuvarlak delik.

huşşa'

  • Kulak ardındaki yumruca kemik.

i'nac

  • Hayvanı kıç üstü çökertmek. (Omurga kemiği) ağrıma.

i'tikal / i'tikâl

  • (Ekl. den) Kemirme, kemirerek yeme.
  • Dalgaların, deniz kenarlarındaki karaları döğerek aşındırması.
  • Tıb: Yaranın, vücudu yemesi. Yaranın büyümesi.

icne

  • Tıb : Yanak kemiği.

iftirak-ı izam

  • Kemiklerin dağılması.

ilik

  • t. Elbisenin düğme geçmeye mahsus deliği.
  • Kemiğin içinde bulunan madde.

incibar

  • Kırılmış olan kemiğin bağlanıp tekrar kaynaması.

incizam

  • (Kemik) Kırılma.
  • Gr: Meczum olma. Kelimenin son harfi harekesiz olarak telâffuz olunma.

intikah

  • Kemikten ilik çıkarma.

ırem

  • Irmak kenarı. "
  • Su bendi.
  • Dere, vâdi.
  • Sert yağan ve taneleri iri olan yağmur.
  • Gözsüz köstebek.
  • Kemikten etin suyunu almak.

irtifak

  • Bir yere dayanma.
  • (Kap) dolma.
  • İhtiyaç duyma.
  • Arkadaşlık etme.
  • Tıb: İki kemiğin hareketsiz kalmak üzere mafsallanması.

iskelet

  • Vücudun kemik çatısı. (Fransızca)

izam

  • (Tekili: Azim) Büyükler. Büyük kimseler.
  • (Azm) Kemikler.

izam-ı remime

  • Çürümüş kemikler.

jelatin

  • Tıbda ve fotoğrafçılıkta kullanılan şeffaf, renksiz ve kokusuz bir cisim. Hayvanların kemik ve kıkırdak gibi kısımlarından elde edilir. (Fransızca)
  • Bir cins kâğıt. (Fransızca)

ka'b / كعب

  • Topuk kemiği, ayak bileği, aşık kemiği.
  • Mc: Şan, şeref, mecd, büyüklük.
  • Geo: Sekiz yüzlü, sekiz köşeli (mükâb) cisim.
  • Aşık kemiği. (Arapça)
  • Tavla zarı. (Arapça)
  • Küp. (Arapça)

ka's

  • (Çoğulu: Kiâs) Parmak kemiği.

kaburga

  • Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
  • Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.

kadid / kadîd

  • Kurutulmuş et.
  • Pek zayıf, kuru ve çelimsiz insan.
  • Etleri dökülmüş olup yalnız kemikten ibaret olan gövde. İskelet.

kadım

  • Kemirici hayvan.

kar'

  • Vurmak. Çakmak. Kapı çalmak.
  • Savt. Avâz. Ses.
  • Kabak.
  • Gülsuyu kabı.
  • Eti soyulmuş kemik.

kasab

  • Saz, kamış.
  • Parmak kemikleri.
  • Nefes borusu, bronş.
  • İnce keten bezi.

kasab-ül enf

  • Burun kemiği.

kasas

  • Haber vermek. Hikâye etmek, anlatmak.
  • Tetebbu' etmek.
  • Tıb: Göğüs kemiği. Göğüs ortası.

kase / kâse

  • Tas veya çanak. Kâse gibi olan çukurluk. (Farsça)
  • Başı kaplayan ve başın üstündeki kemik. (Farsça)

kazım

  • Kemirici hayvan.

kazkaz

  • Arslanın, kemiği parça parça etmesi.
  • Yavuz arslan.

kazkaza

  • Kemiği parçalamak.

kemain

  • (Tekili: Kemin) Pusuya gizlenmiş adamlar.

kemenan

  • (Tekili: Kemin) Pusuya gizlenmiş askerler.
  • Pusular.

kemmiyat

  • (Tekili: Kemmiyet) Kemiyetler.

kemmiyet

  • (Kemiyet) Miktar, sayı, nice oluş. Az veya çok oluş.

ketf

  • Omuz. Omuz kemiği.
  • Parça parça kesmek ve bağlamak.

ketif / كتف

  • (Kitf-Ketef) (Çoğulu: Ektâf) Omuz.
  • Kürek kemiği, omuz küreği.
  • Omuz. (Arapça)
  • Kürek kemiği. (Arapça)

keva'

  • Bileğin çıkması.
  • Bilek kemiği.

kıbb

  • Kişinin arkasında yumrulanan kemik.

kıhf

  • (Çoğulu: Akhâf) Kafatası. Beynin, içinde bulunduğu kafa kemiği.

kisr

  • Üstünde eti çok olmayan kemik.
  • Çadır eteği.

ku'bere

  • Bileği meydana getiren iki kemiğin küçüğü.

kühküm

  • Oturak yeri kemiği.

kümat

  • (Tekili: Kemi) Yiğitler, kahramanlar, savaşçılar.

kürdevs

  • (Çoğulu: Kerâdis) Kemik başı.
  • At sürüsü.

kürsu'

  • Bilek kemiğinin ucunun serçe parmak tarafında olan yumruca kısmı.

kürtaj

  • Dölyatağı (rahim) veya kemik apsesi boşlukları içinde bulunan yabancı cisim veya hasta organları özel bir âletle çıkarıp almak işlemi. Rahmin temizlenmesi ameliyesi.

kuseyra

  • İyeği kemiklerinin altındaki kemik.

lahb

  • Sür'atle gitmek.
  • Eti kemikten ayırıp soymak.

lasg

  • Kemik üstündeki derinin zayıflıktan kuruması.

lef'e

  • Kemiksiz et.

lekik / lekîk

  • (Çoğulu: Likâk) Zayıf ağaç.
  • Kemik aralarında olan et.

mafsal

  • Tıb: Vücuddaki kemiklerin ekli olan oynak yerleri. Eklem.

magabin

  • (Tekili: Magben) Kasıklar, uyluk kemikleri.

magben

  • (Çoğulu: Magabin) Uyluk kemiği. Kasık.

maktaa

  • Eskiden üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemikten veyâ mâdenden yapılmış âlet.

marin

  • Burun ucunda olan yumuşak kemiksiz yer.

mazreb

  • Vuracak yer.
  • İlikli kemik.

mecdul

  • Sağlam ve muhkem şey.
  • Sağlam yapılı ve kemikli kimse.
  • Bükülmüş.

mefkur

  • (Çoğulu: Mefâkir) Omurga kemikleri kırılmış olan hayvan veya insan.

menkib

  • (Çoğulu: Menâkib) Omuzbaşı. Omuz ile kol kemiğinin birleştiği yer.

menkuşe

  • Nakşolunmuş, işlenmiş.
  • Kemik çıkmış olan baş yarığı.

meseke

  • (Çoğulu: Misek) Fil kemiğinden veya deniz boğası kemiğinden yapılan bilezik.

meslut

  • Kemiği üzerinden eti sıyrılmış.
  • Tıraş edilmiş. Yontulmuş.

mıkatta

  • Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan âlet.

miskab

  • (Çoğulu: Mesâkıb) Mâden, kemik veya tahta gibi şeyleri delmekte kullanılan âlet, matkap.

muhaha

  • Kemikten çıkan nesne.

muhkemat / muhkemât

  • Kur'ân-ı kerîmdeki mânâsı açık, meydanda olan, anlaşılabilen âyet-i kerîmeler. Muhkemin çoğulu.

mühre

  • Cilâ için kullanılan küçük yuvarlak cisim. Deniz böceği kabuğu. (Farsça)
  • Her nevi yuvarlak cisim. (Farsça)
  • Billurdan yapılı küçük kap. (Farsça)
  • Çekiç. (Farsça)
  • Cam boncuk. (Farsça)
  • Omurga kemiği. (Farsça)

münkemişe

  • (Bak: MÜNKEMİŞ)

müşaş

  • Omuz başı.
  • Yumuşak kemik başları. (Çiğnenmesi mümkündür).
  • Yumuşak yer.

müşt

  • (Çoğulu: Emşât) Taramak.
  • Ayak üstündeki ufak kemikler. (Ayak tarağı derler.)

mütehasid

  • Birbirini kıskanan, çekemiyen. Birbirine hased eden.

nafic

  • (Çoğulu: Nevâfic) Kaburga kemiklerinin sonu.

naha'

  • Boyun kemiğindeki beyaz iliğe varana kadar kesmek.
  • Yemen taifesinden bir kavim.
  • Hâlis etmek.
  • Uzaklık, ıraklık.

nahir

  • Çürümüş kemik.
  • İçine rüzgâr girip çıkmakla öten kemik.

nahire

  • Ufalanmış.
  • Çürümüş.
  • Rüzgârla savrulur, yel estikçe ses verir, delik deşik olmuş kemik.

nahz

  • Kemiğin etini ayıklama.

naim

  • Taze, körpe.
  • Kılçıksız, yumuşak, kemiksiz.
  • Etli sebze.

nehire

  • Çürümüş, ufalanmış, rüzgârla savrulur. Delik deşik, göz göz olmuş.
  • Rüzgâr estikçe ses verir kemik, çürümüş kemik. (Nâhir de denir)

nehz

  • Süngü demirini inceltmek.
  • Kemik üstündeki eti soyup gidermek.
  • Çok et.

nesc

  • (Nesic) Dokunuş, dokuma.
  • Canlı mahluklardaki hücrelerin, Allah'ın (C.C.) kudretiyle ve kanunu dâiresinde yanyana gelip birleşerek uzuvların yapılışı. (Meselâ: Hayvanlarda deri, kemik, et vesâir kısımların yapılışı gibi)

neyh

  • Vücudun kemikleri taze iken pekişmek.

nihayet-i azm

  • Kemik ucu.

nuha'

  • Boyun kemiği içindeki murdar ilik.

nuhre

  • Kemik dokusunun çürümesi.

nuzc

  • Yemişin tam olarak yetişmesi, olgunlaşması.
  • Etin kemikten dökülür derece pişmesi.

rahyan

  • Kaburganın omuz kemiği ile bitişmesi.

rehabe

  • Göğüs üzerinde olan yumuşak kemik.

remim

  • Kemiğin çürümesi. Çürük. (Farsça)

reşreş

  • Yumuşak döş kemiği.

reym

  • Alçak yer.
  • Kabir.
  • Derece.
  • Deveyi boğazlayıp taksim ettikten sonra kalan kemik.
  • Ziyâde çok, fazla.

rıdfe

  • (Çoğulu: Ruzuf) Diş aşığı kemiği.

rimm

  • (Rimme) Çürümüş kemik. Kemik çürümesi.
  • Yer.
  • Çok mal.

rimme

  • (Çoğulu: Rimem-Rimâm) Çürümüş kemik.

rumuz-u celal / rumûz-u celâl

  • Sonsuz haşmet ve görkemin işaretleri.

safsaf

  • (Çoğulu: Safsâfe) Her nesnenin kemi, kötüsü, hor ve hakiri.
  • Döğülmüş yumuşak toprak.
  • Mâkul olmayan kelimeler.
  • Mânâsız şiir.
  • Yaramaz ve kötü işler.

salb

  • Asmak. Darağacına çekmek. Çarmıha germek.
  • Kemikten yağ çıkarmak.

şamih

  • Ali şey, yüksek.
  • Mağrur, başını kaldırmış. Mütekebbir.
  • Tıb: Vücuddaki beyin ve kemik gibi yerlerdeki çıkıntılı, tümsek yerler.

satih / satîh

  • Bedeni kemiksiz etten ibaret olan hilkat garibesi bir kâhin, falcı.

şaziyye

  • (Çoğulu: Şezâyâ) Kavis, yay.
  • Ağaç kıymığı gibi, bir şeyden kopmuş parça.
  • Kırılan kemikten meydana gelen parçalar.
  • İncik kemiği.

şegaf

  • Yürek kabı. Yüreği çevreleyen nâzik deri.
  • Sağ tarafta iyeği kemiği altında olan bir hastalık.
  • Bir nesneyi çevirip kaplamak.

sener

  • (Çoğulu: Senânir) Kedi.
  • Ulu kişi.
  • Boğaz kemiği.
  • Kuyruk sokumu.

sinsin

  • (Çoğulu: senâsin) İyeği kemiklerinin arka tarafının ucu.

sülama

  • Parmak kemiği.
  • Küçük içi boş kemik.

sulb

  • Sert, katı. Taş gibi olan.
  • Omurga kemiği.
  • Sülâle, zürriyet.

şürsuf

  • (Çoğulu: Şerasif) İyeği kemiğinin yumuşak kısmı.

taarruk

  • (Arak. dan) Terleme.
  • Kemikten et kazımak.
  • Ağaç kabuğunu soymak.

taarrüm

  • Kemikten et soymak.

taazzum

  • (Azm. dan) Kibirlenmek. Büyüklük taslamak.
  • Kemikleşmek.

taazzumat / taazzumât

  • (Tekili: Taazzum) Kibirlenmeler.
  • Kemikleşmeler.

tecbir

  • (Cebr. den) Çıkık veya kırık olan kemiği sarıp iyi etme.

teharrub

  • Ağaç kurdunun ağacı kemirerek oyması.

teheyyüz

  • Kırılmış kemiğin kaynayıp bitişmesi.

tekmin

  • (Kemin. den) Pusuya yatırma, sipere yerleştirme.

temahhuh

  • Kemikten ilik çıkarmak.

temren

  • Okların ucuna demir veya sarıdan takılan parçaya verilen addır. Menzil oklarına maden yerine kemik takılır ve ona da "soya" adı verilirdi. Temren ile soyanın takılışında fark vardı. Temren oka; ok ise soyaya takılırdı.

teraib

  • (Tekili: Teribe) Tıb: Göğüs kemikleri. Kaburga kemikleri. Gerdanlık yeri.

terkuve / ترقوه

  • Köprücük kemiği. (Arapça)

termim

  • (Çoğulu: Termimât) Onarma, tamir etme.
  • Kırık kemikleri iyi etme.

ul'ul

  • Göğüs altında ve karın üzerinde dile benzer bir kemik.
  • Çekik kuşunun erkeği.

uram

  • Eti soyulmuş kemik.
  • Çokluk.
  • Kötü ahlâk.
  • Şiddetli muhâlefet.
  • Çocuğun edepsizlik yapması.

urrak

  • Kabuğu soyulmuş ağaç.
  • Eti gitmiş kemik.

üstühan / استخوان

  • Kemik. (Farsça)
  • Kemik. (Farsça)

üstühanpare / üstühanpâre

  • Kemik parçası.

uzeym

  • (Çoğulu: Uzeymât) Kemikcik.

uzeyza'

  • Kuyruk kemiği.

vahine

  • İyeği kemiklerinin kısaları.

verek

  • (Çoğulu: Evrâk) Kalça kemiği.

veşize

  • (Çoğulu: Veşâyız) Kırık kemik parçası.

vetin

  • Kalb damarı. Şah damarı. Şiryan-ı ekber.
  • Bel kemiği iliği.

yafuh

  • Bıngıldak. Yeni doğan çocukların baş kemiklerinin arasındaki yumuşaklık.

zebl

  • İnce belli olmak.
  • Çiçeğin solması.
  • Deniz kaplumbağasının sırt kemiği.

zeyd bin sabit

  • Sahabe-i Güzinden ve Aşere-i Mübeşşeredendir. Henüz on bir yaşında iken isteği ile İslâmiyet'i kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'i kemiklerde yazılı ve hâfızların ezberinde iken bugünkü şeklinde ilk olarak yazan, bu hizmette en büyük hizmet kendisine nasib olandır. Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) kâtipliğini

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın