Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
karşı
ifadesini içeren
875
kelime bulundu...
a'vaz
Karşılıklar. Bedeller.
acizane / âcizâne
Âciz olarak. Beceriksizce. Tevâzu ile. (Alçak gönüllülük ifâdesi için söylenir) "Allah'a karşı kusurlarını bilen bir mü'min âcizâne ancak Allah'tan rahmet diler."
(Farsça)
adab-ı muaşeret / âdâb-ı muaşeret
Beraber yaşayışta, hoş ve İslâmca yaşama ve geçinme usulleri. Peygamberin (A.S.M.) sünnetine uygun olan hareket. İnsanlara karşı edebli olma, insanca ve İslâmca yaşama âdâbı. Adâba dair sünnet-i peygamberiyeye uymak.
adem-i inkar / adem-i inkâr
İnkâr etmeme. İnkârsızlık.
adem-i kabul
İsbatı tasdik etmemek. Şek, hükümsüzlük. İman hükümlerini lâkaydlıkla karşılamak, nefy ve inkâr etmek, kabul etmemek, göz kapamak gibi câhilâne bir hükümsüzlük. Bir terk, bir cehl-i mutlak.
aftab-ru
Güneş yüzlü, yüzü güneş gibi parlak (güzel).
(Farsça)
Sevimli, dilber.
(Farsça)
Güneşe karşı olan (yer).
(Farsça)
afv
Bağışlama. Allahü teâlânın, ihsânı ile, âsî ve günâhkâr kullarının kusur ve günâhlarını bağışlaması.
Bir kimsenin, düşmanından veya suçludan intikâm almaya, karşılığını yapmaya gücü yettiği halde bir şey yapmaması, intikâm almaması.
afv-i anilkat'
Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak kazandığı diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.
ahrarane
Hürriyetçilere yakışır tarzda. Serbestçe. Hür olana yakışır surette. (İnsana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubudiyyeti intac eder. Mün.)
(Farsça)
aiz
Karşılık olarak veren.
Karşılık olarak verilmiş olan.
akademi heyeti muvacehesinde
Aydın, âlim ve bilginlerden oluşan ilmî kurul önünde, karşısında.
akika / akîka
Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.
akkam / akkâm
Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam.
Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe.
Çadır mehteri.
aks-i dava / aks-i dâva
Zıt hüküm. Karşı dâvâ (Zıt teorem.)
aks-i nakiz / aks-i nakîz
Antitez, karşısav; biri diğerinin zıttı olan iki terimden, ikincisini oluşturan düşünce veya önerme.
ala-ruus-ileşhad / alâ-ruus-ileşhad
Aleme karşı. Herkesin gözü önünde. Halkın önünde.
alaturka
Eski Türk gelenek, görenek, töre ve hayatına uygun, alafranga karşıtı.
aler-re'si-vel-ayn
Baş ve göz üstüne. (Gelen misafire karşı veya bir işi deruhte edeceğine karşı hürmet ve memnuniyetle kabul ettiğini ifâde için söylenir.)
aleyh / عليه
Ona, onun üzerine, karşıt, zıt.
Karşı, karşıt; üzerine.
(Arapça)
aleyhdar / عليه دار
Onun tersi yönünde, karşı.
Karşıt, zıt.
(Arapça - Farsça)
aleyhinde
Karşıt olarak.
aleyhtar
Karşı olan, karşıtçı.
aleyhtarlık
Karşıt olma.
an
Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı "den, dan" diyebiliriz. Bedel için olur. Meselâ: Ona bedel ben geldim, cümlesinde olduğu gibi. Tâlil için olur. Bu'd yerinde kullanılır. Zarfiyyet için, mücâveze için ve harf-i cerr olan "min" mânasına, "bâ" mânasına
anarşist
Hiçbir kayıt ve kural tanımayan, kanun ve düzen karşıtı.
anarşistlik
Kural tanımama, her türlü düzen ve otoriteye karşı çıkma.
anese
Ünsiyet etmek. Karşılıklı görüşmek, arkadaş olmak, yakınlık göstermek. (Vahşetin zıddı)
ara-i mütekabile / ârâ-i mütekâbile
Karşılıklı görüşler.
arak
Ter, rutubet.
Dağdaki yol.
Çukur.
Deve izleri.
Sıra sıra olan şey.
Zenbil.
Menfaat, sevab, karşılık.
Süt.
arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye
Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü
arazi-i muhtekere / arâzi-i muhtekere
Kiracısı tarafından üzerine bina yapılmak veya ağaç dikilmek üzere senelik bir ücret karşılığında kiraya verilen arazi. (Kiracı, kira bedelini her sene arâzi sahibine vererek o arâziyi devamlı sûrette elinde bulundurur.)
ariye
(Ariyet) Geri verilmek üzere alınan, iğreti. Bir kimsenin geri almak üzere, karşılıksız olarak başkasının faydalanmasına terk ettiği mal. Kullanılmak üzere alınan emanet mal.
arz-ı tazimat / arz-ı tâzimât
Karşısındakine büyük bir hürmetle takınılan tavır ve hareket.
arzu-yu hilaf / arzu-yu hilâf
Muhalefet etme, karşı koyma arzusu.
Muhalefet etme, karşı koyma arzusu.
arzu-yu muaraza
Muaraza isteği, karşı koyma arzusu.
asi / âsî
İsyân eden, emre karşı gelen, itâatsizlik eden.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, günâhkâr.
Hükûmete, devlete baş kaldıran. Bâgî.
aşk-ı kimyevi / aşk-ı kimyevî
Fıtrî meyil ve alâka. Kimyevî unsurlar arasında birbirlerine karşı olan cazibe ve birleşme meyelanları ki; birer İlâhi emir ve kanunlardır.Fransızcası: Affinite (afinite) dir.
aşk-ı mecazi / aşk-ı mecazî
Gerçek sevgiliye değil, geçici ve sınırlı bir güzelliğe karşı duyulan sevgi.
ataraksiya
yun. Tesirlere (etkilere) karşılık göstermeme, durgunluk hâli.
(Fels.) Ruhun sükunete ulaşması, arzu ve ihtiraslardan uzak kalma. Eski çağ felsefesi, hayatın gayesi, saadet olarak duygusuzluk halini gösteriyordu. İnsan arzuları sonsuz, düşmanları sonsuzdur, (mikroptan kuyruklu yıldız
atıfet / âtıfet
Koruma, sevgi, Acıma. Şefkat. Esirgeme.
Hüsn-ü zan. Karşılıksız sevgi.
Karşılıksız sevgi, acıyıp esirgeme.
atil
Para karşılığı tutulan yardımcı, asistan.
atuf / atûf
Karşılıksız seven ve acıyıp esirgeyen Allah.
ayiz
Mukabil olarak veren. Karşılık olarak verilmiş.
azab / azâb
Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza.
Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
Büyük sıkıntı, şiddetli elem.
Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.
azdad / azdâd / اضداد
Zıtlar, karşıtlar.
(Arapça)
bab-ı cibril / bâb-ı cibrîl
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip
banka
İtl. Faizle para alıp veren, kredi, iskonto, kambiyo işlerini gören ticari kuruluş.Faiz dinimizde günahtır. Bankalar dar gelirlilerin paralarını faiz karşılığı toplar, zenginlere daha yüksek faizle verir. Bunlar dar gelirlilerin tasarruf ettikleri paralarla bir iş yeri açar, bir mal üretir ve bu mal
batman
Eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
bazoka
(Bazuka) Tanklara karşı kullanılan bir çeşit silâhtır. Soba borusuna benzer, omuza konarak nişan alınıp ateşlenir.
becayiş
Karşılıklı yer değiştirme, değiş-tokuş.
becayiş-i mekani / becâyiş-i mekânî
Karşılıklı yer değiştirme.
bedava
Parasız, meccanen, karşılıksız.
(Farsça)
Mc: Çok ucuz. (Meselâ: Bunu bu fiata bedava almışsın, cümlesinde olduğu gibi.)
(Farsça)
bedel
(Çoğulu: Bedelât) Elde ve ayakta olan zahmet ve ağrı.
Karşılık. Bir şeyin yerine verilen ve yerini tutan şey. İvaz.
Başkasının adına hacca giden.
Gr: Söz esnâsında bir şeyi sıfatı veya vasfı ile beraber söylersek ve fakat kasdımız o şeyin vasfı veya sıfatı değil de zâ
Karşılık.
Karşılık.
bedel-i ferag
Huk: Arazi-i emiriye ve icareteynli vakıf gayr-i menkullerinin tasarruf haklarının devredilmesi karşılığı alınan bedeldir.
bedel-i rakabe
Huk: Kölenin sahibi tarafından azad edilmesi için, şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi karşılığında vermeyi kabullendiği ıtk veya kitabet akçesi.
bedelen
Bedel ve karşılık olarak.
Mukabilinde, karşılığında, yerine.
bedeleyn
İvazlı akidlerde iki tarafın yüklendikleri karşılık.
bedil
Bir şeyin mukabili, karşılığı.
Tutuşulan bir bahiste yenilen veya aldananın vereceği şey.
(Çoğulu: Ebdâl) Sâlih kişi.
bedr muharebesi
Bedir, Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir yer olup; Hz. Peygamber Efendimizin hicretinin ikinci senesi orada Kureyşîlere karşı kazandıkları muzafferiyetle meşhurdur. Bedir, bir ovanın kenarında olup Mescid-ül Gamame isminde bir câmi ve Bedir muharebesinde şehid olan sahabelerden 1
behs
Neşe ve güleryüzle karşılama.
Kahraman, yiğit, mert adam.
Cür'etkârlık.
bek'
Birbiri ardınca şiddetle vurmak.
Karşılayıp istikbâl etmek.
ber-vech-i maktu'
Muayyen bir bedel karşılığı olarak.
beray-ı istikbal / berây-ı istikbâl
Karşılamak için.
berr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). İhsân eden, iyilik eden, yâni her iyilik kendisinden olan, îmân edip, iyi ameller yapmayı nasîb edip, bunlara karşılık âhirette sevâb ve dünyâda sıhhat, kuvvet, mal, makam, evlâd ve yardımcı lar veren.
Îtikâdı doğru, amelleri i
bi-kar / bî-kâr
Kârsız, işsiz kimse. Bekâr kişi. (Bekârlık, bikârların kârıdır. İşârât)
(Farsça)
bila bedel / bilâ bedel
Bedelsiz, karşılıksız.
bilanço
ing. Ticarî bir müessesenin muayyen bir devre sonunda alacak verecek durumunu göstermek üzere meydana getirdiği cetvel.
Mc: Herhangi bir işte belirli bir müddet sonundaki iyi ve kötü neticelerin karşılıklı durumu.
bilmukabele / بالمقابله
Karşılık olarak.
Karşılıklı. Karşılık olarak. Mukabil olarak.
Karşılık vermekle.
Karşılığında, aynen, mukabele ederek, mukâbil olarak.
(Arapça)
bir miktar-ı mukabil
Az bir karşılık.
biraz
Karşı karşıya kavga etme. Savaşa atılma.
blöf
ing. Karşısındakini yanıltmak veya yıldırmak için aslı olmayan şeyleri gerçekmiş gibi göstermek.
boşanmak
Eşi ile olan nikâh bağını bozmak. Eşinden ayrılmak. (Medeni kanun, boşama yetkisini mahkemeye bırakmıştır. İslâm dini evlenmeyi Allah'ın emirleri dahilinde karşılıklı rızaya bağlı hür bir sözleşme olarak gördüğünden kadınla erkek boşanma yetkisinin kimde olacağını da kararlaştırabilirler. İsterlerse
(Türkçe)
boykot
(Boykotaj) Bir şahıs veya devlete karşı alış-verişi, münasebetleri kesmek. Bir ülkeyi, bir topluluğu veya bir şahsı zarara sokmak maksadıyla onunla her türlü ilgiyi kesme.
(Fransızca)
Bir işten geçici olarak çekilme; işe, çalışmaya hep birlikte katılmama.
(Fransızca)
buğat / buğât
Bâğîler, âsîler. Haksız olarak devlete isyan eden, karşı gelenler. Bâğî'nin çokluk şeklidir.
ç
Osmanlı alfabesinin yedinci harfi olup, ebced hesabında "cim" harfi gibi üç sayısının karşılıdır.
caize
(Cevaz. dan) (Çoğulu: Cevaiz) Azık, yol yiyeceği.
Hediye, armağan, bahşiş.
Edb: Eskiden takdim olunan medhiyeli bir şiire veya bir san'at eserine karşılık olarak verilen para, hediye ve bahşişler.
çaliş / çâliş
Savaşta düşmana karşı gurur ve naz ile yürüme.
(Farsça)
Mukabil, karşı durma.
(Farsça)
Savaş, muharebe, harp, ceng, mücadele.
(Farsça)
Birleşme.
(Farsça)
camekıyye / câmekıyye
Hizmet karşılığı olarak alınacak ücretin veya maaşın çeki, bonosu.
celadet / celâdet
Ululara karşı gösterilen cesaret.
celaleddin-i harzemşah
(Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala
cemal-i ba-kemal-i rabbaniye / cemâl-i bâ-kemâl-i rabbaniye
Her bir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayan Allah'ın mükemmel güzelliği.
cemel vak'ası
Müslümanlar arasında vuku bulan elem verici ilk muharebedir. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) Zevcesi Hz. Aişe (R.A.) ile Aşere-i Mübeşşereden Talha ve Zübeyr'in (R.A.) Hz. Ali'ye (R.A.) karşı kıyamlarından doğmuştur. Bu harpte Hz. Aişe ile Talha ve Zübeyr'in maiyetinde otuzbin; ve Hz. Ali'nin refakat
cesaret-i medeniye
Her türlü baskılara karşı çekinmeden hakikatı söylemek. Müsbet harekette korkmamak. Haklı olduğu bir mes'elede korku göstermemek. İçtimai münasebetlerde girişkenlik.
cevab / cevâb / جواب
Sorulan şeye söz veya yazıyla verilen karşılık.
Kabul etmemek. Reddetmek.
(Tekili: Câbiye) Havuzlar.
Cevap, soruya verilen karşılık.
Yanıt.
(Arapça)
Karşılık.
(Arapça)
cevab-ı kat'i / cevab-ı kat'î
Kesin cevap, karşılık.
cevab-ı na-savab / cevab-ı nâ-savab
Doğru olmayan karşılık. Yanlış cevab.
cevab-ı savap / cevâb-ı savap
Doğru cevap, karşılık.
cevabat
(Tekili: Cevâb) Cevablar. Sorulan sorulara verilen karşılıklar. Mukabil sözler.
cevaben
Karşılık ve cevap olarak.
cevabi / cevabî
Karşılık, cevap.
(Tekili: Câbi) Tahsildarlar, câbiler.
ceza / cezâ / جزاء / جَزَا
Karşılık, mukabil, ivaz. Cürüm veya günâh işleyenlere verilen azab.
Gr: Şart cümlelerinde ikinci kısım.
İyi veya kötü karşılık.
Şart cümlesinde cevap, karşılık olarak gelen kısım.
Suça karşılık verilen acı.
Karşılık.
(Arapça)
Ceza.
(Arapça)
Karşılık.
ceza-yı amel / cezâ-yı amel / جَزَايِ عَمَلْ
Yapılan işin karşılığı.
Amelin karşılığı.
cezaü'ş-şart
Şart cümlesinin karşılığı ve cevabı olarak gelen kısım, meselâ, "gelirsen görüşürüz" cümlesinde "görüşürüz" cezaü'ş-şarttır.
cihad-ı harici / cihad-ı haricî
Dış düşmana karşı yapılan cihad, mücadele.
cihad-ı manevi / cihad-ı manevî
İlim, fikir, istiğfar gibi manevi unsurlarla din düşmanlarına karşı koymak.
cihad-ı maneviye / cihâd-ı mâneviye
İlim, fikir, dua gibi mânevî unsurlarla din düşmanlarına karşı mücadele.
cim
( harfinin arapça adı olup ebced hesabında üç sayısının karşılığıdır.
cinayet ve ictinadan himayet etmek
Kesilme ve mevyelerin toplanma teklikesine karşı korumak.
cinayet-i amme / cinayet-i âmme
Umuma karşı işlenen cinayet.
cins-i ceza / cins-i cezâ / جنْسِ جَزَا
Cezanın (Karşılığın) cinsi.
cirit
Düşmana atılmak üzere yapılmış ucu demirli, sert tahtadan kısa mızrak. Sulh zamanlarında talim mahiyetinde yapılan karşılaşmalara cirit oyunu denirdi. Türklerin makbul bir sporu idi.
cismani / cismanî
(Cismaniye) Bedene mensub, vücutla alâkalı.
Mânevi ve ruhani karşılığı. Maddi ve cisimli olmak.
cizye
Vergi. Haraç. Müslümanların fethettikleri yerlerde, müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi.
Devlet teminatı karşılığında fethedilen yerlerde Müslüman olmayanlardan alınan vergi.
İslâm devletinde zımmî denilen gayr-i müslim vatandaştan, can ve mal güvenliklerinin korunmasına karşılık seneden seneye alınan vergi. Buna harâc-ur-ruûs (baş vergisi) de denir.
cu'l
Ücret, mukabil, karşılık.
Ayak kirası.
Padişahın etbâından aldığı mal.
cud / cûd
Cömertlik. Karşılık beklemeden yapılan cömertlik.
dad
Osmanlı alfabesinin onyedinci harfidir.
Ebced hesabında sekizyüz sayısına karşı gelir.
dar-ı ceza / dâr-ı ceza
İyi veya kötü işlerin karşılığının verildiği ceza ve mükafat yeri.
dar-ül-ceza / dâr-ül-cezâ
Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüldüğü yer. Âhiret, öbür dünyâ.
dar-ul-ukba / dâr-ul-ukbâ
Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüleceği yer. Âhiret.
dar-ün nedve / dâr-ün nedve
Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin adı olup, Kusey ibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur. (Sonradan Hz. Muhammed'e (A.S.M.) karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır.)
def-i ihtiyaç
İhtiyacın giderilmesi, ihtiyacın karşılanması.
dergah-ı kàdiyü'l-hacat / dergâh-ı kàdiyü'l-hâcât
Bütün ihtiyaçları karşılayan Allah'ın yüce katı.
deyn-i kavi / deyn-i kavî
Ödünç verilen zekât malı ve zekât malının satışı karşılığı alınacak olan semen (bedel).
deyn-i mütevassıt
Ticâret malı olmayan zekât hayvanları ile köle, ev, yiyecek, içecek gibi ihtiyâç maddelerinin satışları karşılığı ve binâların kirâ alacakları.
dikte
Başkası tarafından yazılmak üzere söyleyip yazdırma.
(Fransızca)
Karşı koymayacak olan birisine, aşırı arzu ve isteklerini bildirip kabul ettirme.
(Fransızca)
dirhem
Eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
dolunay
t. Ayın yuvarlağına karşı gelen yarım küre yüzeyinin tamamıyla aydınlık görünmesi hâli. Ayın 14 veya 15 nci günleri.
Bedir.
dua
Allah'a (C.C.) karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru.
Salât, namaz.
Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek. Allah'ın rızâsını, hidayet ve istikamete muvaffakiyyeti dilemek, yalvarmak.
Peygamber'e (A.S.M.) salavat getirmek.
Birisini çağırmak.
Birisini
ecir
Ücret, karşılık.
Karşılık, ücret.
İyi bir amelin karşılığı olarak verilen manevî mükâfat.
ecr
(Çoğulu: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey.
Ahirete aid mükâfat, hayır ceza.
Ücret, mukabil, karşılık. Sevab.
Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.
Sevap, karşılık.
İyilik, mükâfât, ücret, karşılık. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği işleri yapanlara verdiği sevâb.
Yapılan bir iş karşılığında verilen ücret.
Ücret, karşılık.
ecr u mesubat / ecr u mesubât
Karşılık ve mükâfat. İyi amele karşılık Allah tarafından ahirette verilen sevap.
ecr u savab / ecr u savâb
Yapılan bir şeyin karşılığı olarak verilen ücret ve sevab.
ecr-i naim / ecr-i naîm
Bolluğun, bereketin karşılığı, ücreti.
ehl-i gaflet
Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler.
ehl-i gaflet ve dalalet / ehl-i gaflet ve dalâlet
Âhirete ve Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız ve hak yoldan sapmış kimseler.
ehl-i isyan
Allah'a karşı isyan eden kimseler.
ehl-i salib / ehl-i salîb
Haç sâhipleri. Târihte papalığın teşvikiyle müslümanlara karşı birleşerek seferler tertipleyen, milyonlarca insanın canına kıyan, devletlerin yıkılmasına sebeb olan hıristiyan milletler topluluğu, haçlılar, hıristiyanlar.
elips
Odaklar adı verilen sabit iki noktasından uzaklıkları toplamı sabit olan noktaların gösterdiği kapalı eğridir. Eğri ve kapalı bir geometrik şekildir. Karşılıklı iki tarafından genişlemiş bir çemberi andırır.
(Fransızca)
emniyet-i mütekabile
Karşılıklı güven.
engizisyon
XVI. ve XVII. asırlarda Hristiyan Katolik Mezhebine âit kiliselerden alâkayı kesen veya Papa'ya karşı gelenlere yapılan -insanları arslanlara parçalatmak, fırında yakmak gibi- dehşetli işkenceler veya onları bu azaba mahkûm eden mahkemelere verilen isim.
(Fransızca)
Çok ağır ve çok zâlimce cezây
(Fransızca)
16. ve 17. yüzyılda Hıristiyan Katolik mezhebinden ayrılan veya papaya karşı gelen kimselere karşı, arslana parçalatma, ateşte yakma gibi cezalar uygulayan mahkeme.
engizisyon mahkemeleri
Fransa'da 16. ve 17. yüzyıllarda Hristiyan Katolik Mezhebine ait kiliselerden alâkayı kesen veya Papa'ya karşı gelenleri ağır işkence ve zor ölümlere mahkûm eden mahkemelere verilen isim.
enis / enîs
Dost, arkadaş.
Yarattığı varlıklara karşı çok yakın, dost olan Allah.
erdeb
Bir ağırlık ölçüsüdür. Arab ülkelerinde kullanılır. Miktarı, İstanbul kilesiyle dokuz kileyi karşıladığı gibi, kullanıldığı mahalle göre de değişir.
esfar
(Tekili: Sefer) Seferler, yolculuklar, yola gidişler.
Düşmana karşı gidişler, akınlar.
(Sifr) Büyük kitaplar, ciltler.
eshab-ı bedr / eshâb-ı bedr
İslâm târihinin ilk ve en önemli muhârebesi olan Bedr savaşında Peygamber efendimiz ile birlikte Mekkeli müşriklere (puta tapanlara) karşı harbedip kıyâmete kadar unutulmayacak şanlı bir zafer kazanan üç yüz on üç kahraman mücâhid.
esham-ı umumiye
Tanzimat devrinde devletin, halka borç karşılığı olarak verdiği hisse bedelleri.
esir / esîr
Köle. Savaşan iki taraftan birinin eline geçen karşı tarafa âit kimse.
eşkiya
Şakiler. Yol kesenler. Asiler. Allah'a veya kanunlara isyan edip kötülük yapanlar. Haydutlar, anarşistler, âsiler. Hak ve kanunlara baş kaldıranlar, Allahın emirlerine karşı gelenler.
eşreş
Muhalefet eden, karşı gelen.
essalavat
Peygamberimiz Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimize veya Cenab-ı Hakk'a (C.C.) karşı hamd, şükür ve teşekkür ifade eden dua, selâm ve salâvâtlar.
estağfirullah
Cenâb-ı Hak'tan kusurumun örtülmesini dilerim. Allah (C.C.) kusurumu efvetsin (mealinde, kusurunu anlayan bir müslümanın duâsı. Hürmet veya ikramlara karşı tevâzu maksadı ile de söylenmektedir.)
et-tahiyyatü
Bütün mahlukatın hayatları, kal ve hâl dilleri ile Hâlıkları olan Allah'a (C.C.) karşı yaptıkları hamdler, şükürler, mânevi hayat hediyeleri.
etnik
yun. Bir kavim, bir ırkla ilgili olan. İslâmiyet, kavmiyeti ve ırkçılığı reddeder. Etnik bölücülüğe karşı en kuvvetli siper, İslâm şuuru ve kardeşliğidir.
ezdad / ezdâd / اضداد
Karşıtlar, zıtlar.
(Arapça)
facir / fâcir / فاجر
Günah işleyen.
(Arapça)
Karşı cinse düşkün olan.
(Arapça)
fahamet
(Fehâmet) Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek. (Eskiden büyük zatlara veya sadrazamlara karşı kullanılan hitab şekli idi. Fehametli Sultânım... gibi)
fahri / fahrî
Karşılıksız olarak. Parasız olarak.
İftiharla. Övünerek.
Karşılıksız, parasız, gönüllü olarak bir şeyi yapma.
Karşılıksız, parasız.
fahriyyen
Gönülden isteyerek. Karşılıksız olarak.
faiz / fâiz
Ödünç vermekte, rehnde (ipotek yâni ödenecek mal karşılığı olarak, bir malı, alacaklıda veya başka âdil bir kimsede emânet bırakmada) ve alış-verişte, alıcıdan veya vericiden birinin ötekine karşılıksız vermesi şart edilen fazla mal, para veya menfaa t. Ribâ.
fakir
Biçâre, muhtaç, yoksul. İslâm dini, ev kirası, yiyecek, içecek, giyecek, ilaç, yakacak gibi zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra yılda 96 gram altın alabilecek kadar geliri olmayanları fakir sayar. Fakirlerden vergi alınmaz, İslâm devleti zorunlu ihtiyaçlarını karşılamada, tedavi, tahsil (öğreni
fakr / فَقْرْ
İhtiyaç, yoksulluk.
Azlık, muhtaçlık.
Cenab-ı Hakk'a karşı fakrını, ihtiyacını hissetmek.
Tas: Kendisindeki bütün her şeyin Allah'a âit olduğunu bilmek.
Fakirlik, ihtiyacını karşılayamama.
fakr-ı mutlak
Mutlak fakirlik. Mü'min bir kulun Cenâb-ı Hakka karşı mutlak muhtaç halde olduğunu bilişi. Nihayetsiz muhtaç olduğu Allaha (C.C.) ve emirlerine tam teslimiyyetle sığınması hâleti.
fasık / fâsık
(Fısk. dan) Günahkâr. Hak yolundan hâriç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse.
fazail / fazâil
İnsanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye karşı devamlı ve değişmez istidatlar, güzel huylar.
fazli / fazlî
Karşılıksız verilen.
fecr
Sabaha karşı, güneş doğmadan önce, ufkun gün doğusu tarafında görünen aydınlık, tan yerinin ağarması.
Fecir; sabaha karşı güneş doğmadan önce, ufkun aydınlığı, tan yerinin ağarması.
fecr-i sadık / fecr-i sâdık
Sabaha karşı şark ufkunda yayılmaya başlayan beyaz bir aydınlık. Bunun mukabili birinci fecirdir ki, bir aydınlıktan sonra tekrar aydınlık gider. Bu birinci aydınlığa fecr-i kâzib denir. Sabah namazının vakti, fecr-i sâdıkta başlar.
ferkadan
Şimâl kutbuna yakın parlak ve küçük ayı kümesine tâbi ve gece istikamet bulmağa yarayan, sık sık karşı karşıya gelen iki yıldız (İkizler mânasına).
feyyaz-ı rahmani / feyyaz-ı rahmânî
Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın feyiz, bereket ve ihsanı.
feyz-i rahman / feyz-i rahmân
Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın lûtfu, ihsanı.
fi sebilillah / fî sebilillah
Allah yolunda, karşılık beklemeksizin.
fi'l-i mün'akis
Organizmanın bir uyarmaya karşı birdenbire aldığı vaziyet, refleks.
fidye
Bir şeyin yerine geçmek üzere verilen bedel.
Çok yaşlı ve hasta olan kimsenin tutamadığı oruç, ölüm hastalığına yakalananın kılamadığı namaz, vefât etmiş kimsenin namaz ve oruç borçları için ve hacda, ihramlının hastalık özründen dolayı ihramın bâzı yasaklarını işlemesine karşılık vermesi ge
Can kurtarma karşılığı verilen akçe vesaire.
fidye-i necat
Bir kimsenin esirlikten veya başına gelen bir belâdan kurtulmak için, kendisi veya kendi namına başkası tarafından mecburen verilen para vesaire hakkında kullanılan bir tabirdir. Tabirin karşılığı, can kurtarma akçası demektir.
fikak
Halas, kurtulma.
Bir şeyin karşılığında verilen şey.
fisebilillah / fîsebîlillâh
Allah yolunda. Bir işin karşılıksız, sâdece Allahü teâlânın rızâsı için yapıldığını ifâde eden bir tâbir.
fısk / فسق
Hak yolundan çıkmak, Allah'a karşı isyan etmek.
Sefahete dalma, ahlâksızlık, gü-nahkârlık.
Kötülük, sefihlik.
(Arapça)
Dinsizlik.
(Arapça)
Tanrı'ya karşı isyan.
(Arapça)
fobi
(Fobya) Bâzı hal veya şeylere karşı duyulan hastalık halindeki korku.
(Fransızca)
Bazı şeylere karşı duyulan korku.
gadab
Hiddet, öfke, kızgınlık.
Allahü teâlânın, emrine karşı gelen kullarından intikam almak istemesi.
ganiyy-i muğni / ganiyy-i muğnî
Bütün varlıkların ihtiyaçlarını karşılayan ve her varlığın zenginliği Kendisinin tükenmez hazinesinden çıkan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan sınırsız zenginlik sahibi Allah.
gayr-i kabil-i mukavemet / gayr-i kâbil-i mukavemet / غير قابل مقاومت
Karşı konulmaz.
gayret
Dikkatle ve sebatla çalışmak.
Kıskanmak, çekememek.
Hareketli ve temiz hislerle çalışmak.
Dine, imana, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek.
gaza
Din uğrunda kâfirlere karşı yapılan savaş, cihad.
gerilla
(İspanyolca) Büyük bir kuvvete karşı, dağınık küçük kuvvetler tarafından yapılan çete harbi.
gibet / gîbet
Bir kimsenin, yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözünü, hâlini veya hareketini, arkasından, bulunmadığı yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya îmâ etmek. Dedi-kodu.
gin
Türkçedeki "li, lu, lı" eklerinin karşılığıdır.
(Farsça)
gırajova ateşi
Tar: Eskiden kale müdafaalarında hücum edenlere karşı ve deniz savaşlarında düşman gemilerini tutuşturmak için kullanılan ve su ile sönmeyen bir cins ateş. Balmumu, kükürt, ispirto, kâfuru karmasından ibarettir. Bu ya doğrudan doğruya tutuşturulur veya buna batırılmış yuvarlak yün parçaları ateşlene
grafik
yun. Bir hâdisenin gidişatını göstermek, birkaç şey arasında karşılaştırma yapmak için çizgi ve şekillerle yapılan rakamlı cetvel.
gurre
Düşürülen bir cenine (ana rahmindeki çocuğa) karşılık verilmesi gereken mâlî tazmînât.
güzel telakki etmek / güzel telâkki etmek
Güzel karşılayıp anlamak, kabullenmek.
habt
Yanlış hareket.
Maktulün kanının heder olması.
Bozma, ibtâl etme, muteberliğini kaybettirme.
Bir bahis veya münazarada karşısındakinin hatasını isbat ile onu ilzam edip susturma.
hacat-ı zaruriye-i diniye / hâcât-ı zaruriye-i diniye
Dinen yapılması ve karşılanması zorunlu olan ihtiyaçlar.
hacegan / hâcegân
(Tekili: Hâce) Hocalar.
(Farsça)
Eskiden yüzbaşı rütbesi karşılığında sivil rütbe.
(Farsça)
Bâb-ı Âli kalemleri efendilerinden hususi bir rütbe taşıyan adam.
(Farsça)
hadd-i kazif
Nâmuslu bir kadına zina isnad edene karşı verilen şer'î ceza.
hafi
Yalın ayak yürüyen veya koşan.
Çok ikram eden insan. İnsanı güler yüzle karşılayan.
hain
Emanete hıyanet eden. İyiliğe karşı kötülük eden.
hakikat
(Çoğulu: Hakaik) Bir şeyin aslı ve esâsı. Mahiyeti. Gerçek. Doğru. Sahih. Künh. Sâbit ve vâki.
Kadirbilirlik. Sadâkat, doğruluk. Kâinat ve tabiat ve uluhiyet hakkında bütün teşbih ve mecazlardan âri ve zâhir olan gerçek.
"Mecâz" karşılığı, esas olarak kullanılan kelime.
<
halif
Karşılıklı olarak yapılan bir antlaşmanın şartlarını yerine getirmeye yemin eden, and içen, müttefik.
halim / halîm
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hep hilm sâhibi olan; günâh işleyenlerin, günâh işlemelerini ve emirlerine muhâlefetlerini, karşı geldiklerini gördüğü hâlde gazablanmaya ve onları cezâlandırmaya gücü yettiği hâlde, acele etmeyen. Allahü teâlâ kullarına cezâ vermekte
hamd
Medih, övmek.Cenab-ı Hakk'a karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini ve O'na hamd ve şükür ile medihlerini bildirmeleri, senâ etmeleri.
hammal
(Haml. den) Bir ücret karşılığında eliyle veya sırtıyla yük taşıyan adam.
Mc: Kaba, görgüsüz, terbiyesiz.
hamza
Abdulmuttalib'in oğlu olup, Resulüllah'ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla beraberdi. Ebucehil'in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip Ebucehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm'a büyük hizmetleri oldu. Uhud Gazası'nda 57 yaşında iken şehid
harac
Güçlük, sıkıntı, eziyet.
Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük.
Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi.
hareket-i milliye
Birinci Dünya Savaşının ardından İstanbul'u işgal eden İngilizler'e karşı ortaya çıkan direniş hareketi.
harık
Muhalefet eden, aykırı olan, karşı gelen.
Yırtıcı, yırtan.
hasbeten lillah / hasbeten lillâh
Allah rızası için. Allah yoluna. Karşılık istemeksizin.
Allah rızası için, Allah yolunda, karşılık istemeksizin.
hasbi / hasbî / حَسْب۪ي
Karşılıksız; sırf Allah rızası için.
Karşılıksız. Allah rızası için.
Karşılık beklemeyen.
Karşılıksız.
haşem
Taraftarlar ve hizmetçiler. Düşmanlarına karşı koruyanlar. Aile.
hasm
(Hasım) Muhâlif. Karşı taraf. Düşman.
haşmetmeab
Haşmetli, haşmet sahibi mânâlarına gelir ve eskiden padişahlara karşı hürmet bildirmek için kullanılırdı.
hass / hâss
Tek başına bir mânâ karşılığında konmuş lafız (söz).
Geliri yüz bin akçeden fazla olan dirlikler. General toprağı.
hatib / hatîb
Hitâbeden. Söz söyleyen. Cemaate, topluluğa karşı güzel söz söyleyen kimse.
Câmi'de müslümanlara dini nasihatlar ve güzel sözlerle hitâbeden vazifeli zat.
Hitap eden, topluluğa karşı konuşan.
hatt-ı vasıt / hatt-ı vâsıt
Geo: Kenarortay. Üçgenin köşelerinin her birini karşı kenarın orta noktasına birleştiren doğru parçaları.
havadis
(Tekili: Hâdise) Yeni hâdiseler, yeni sözler.
Alâka ile karşılanan haberler.
hazret-i kahhar / hazret-i kahhâr
Her şeyi hükmüne itaat ettirebilen bir hâkimiyet sahibi, düşmanlarını kahrederek zelil ve perişan eden ve kudretinin karşısında her şeyi âciz bırakan Allah.
hecr-i cemil
Kalben ve fikren onlardan uzak durup fiillerinde onlara uymamakla beraber, kötülüklerine karşılık vermeğe kalkışmayıp müsamaha, idare ve güzel ahlâk ile hüsn-i muhalefet etmek.
hem-aviz
Harpte karşılaşan iki kişiden biri.
(Farsça)
hibe
Bağışlamak. Parasız ve karşılıksız vermek. Bağışlanan şey.
Hal ve şân.
Bağış. Bir malı karşılıksız olarak başkasına verme. Hibe edilen mala hediye denir.
hıkd
Başkasından nefret etmek, kalbinde ona karşı kin, düşmanlık beslemek.
hikmet-i hakiki / hikmet-i hakikî
Felsefenin karşısında Kur'ân'ın koyduğu gerçek hikmet.
hılaf
(Çoğulu: Ahlâf) Söğüt ağacı.
Muhalefet etmek, karşı gelmek.
hilaf / hilâf
Ters, karşı, zıd. Karşı koymak. Muhalefet etmek.
Karşı, zıt.
Yalan.
Karşı, muhâlif, âdet ve kâidenin aksine.
Karşı, zıt, aykırı.
hilaf-giri / hilaf-girî
Muhalif taraftan olma, karşı tarafı tutma. Hilafgirlik.
(Farsça)
hilaf-ül-ade / hilaf-ül-âde
Kaide ve usule karşı.
hilafet / hilâfet
Halîfelik, emirlik, imâmlık (devlet reisliği).
Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye cevap vermek vazîfesi.
İnsanları
hilafgir
(Çoğulu: Hilâfgirân) Zıt düşüncede olan, karşı fikirde bulunan, aleyhinde olan.
(Farsça)
hile-i şer'iye
Müşkül bir mes'eleyi, şer'i esaslar üzeri, hazakatla hall ve izah etmek ve şer'an muahaze ve mes'uliyeti mucib olmayacak surette te'vilini bulmaktır. Bu tabir kanuna, yani şeriata karşı irtikâb edilen, hile, oyun, aldatma veya şer'î bir hükmü bertaraf etmek mânasına olmayıp, ancak karışık bir durumu
hılfe
Muhalefet etmek, karşı gelmek.
Biri gidip diğeri geriye gelmek.
Biçildikten veya yandıktan sonra biten ot.
Sonra biten yemiş.
hipotenüs
Mat: Bir dik üçgende dik açının karşısında bulunan kenar. (Diğer kenarların her birerlerinden büyük, toplamlarından küçüktür.)
(Fransızca)
hırs-ı dünya
Dünyaya karşı gösterilen açgözlülük.
hırs-ı muaraza / hırs-ı muâraza
Karşı koymak için aşırı istek.
hitab
Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma.
hitabet
Cemaate, topluluğa veya birisine karşı söz söylemek. Güzel ve faideli söz konuşmakla halka dinletmek. Güzel söz söyleme san'atı. Hutbe okuma. Nutuk irâdetmek.
Man: Makbul ve zannî mukaddemelerden terekküb eden kıyas.
hiza
Bir şeyin karşısı, mukabili. Bir doğru çizginin devamı ile hâsıl olan cihet, düzlük, sıra.
Devenin ve atın ayakları altında yere bastığı yerler.
Nalin.
Taraf.
hizmet-i cihadiye
Allah yolunda düşmanlara karşı savaşma görevi.
hoşamedi etme / hoşâmedî etme
Karşılama, hoş geldin deme.
hüccetü'l-kur'an ala hizbi'ş-şeytan / hüccetü'l-kur'ân alâ hizbi'ş-şeytan
Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur'ân'ın kesin delili.
hüccetü'l-kur'an ale'ş-şeytan ve hizbihi / hüccetü'l-kur'ân ale'ş-şeytan ve hizbihî
Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur'ân'ın delili.
hücum
Saldırma. Hamle ile ileri atılmak.
Sert sözle birine çatmak, karşı çıkmak.
hücumat-ı sitte / hücumât-ı sitte
Altı hücum anlamına gelen ve şeytanın desiselerine karşı yazılan bir eser; Yirmi Dokuzuncu Mektupta Altıncı Risale olan Altıncı Kısım.
hudud-u şer'iyye
Şer'i hadler. Muayyen suçlara karşılık tatbik edilen şer'i cezâlar.
hukuk-u zevciye
Karı ile kocanın birbirlerine karşı hâiz olduğu haklar. Aile hukuku.
hul
(Tekili: Hâyil) Bela. Zahmet.
Mukabele etmek, karşılık vermek.
hul'
Zevceyi mal karşılığında boşamak.
huluskar / huluskâr
Bir insana karşı samimi muhabbeti olan.
(Farsça)
Dalkavuk. Menfaati için sevgi ve iyi muamele gösteren.
(Farsça)
hulvan
Bir kimsenin hizmeti karşılığında, ücretinin haricinde verilen şey.
Kızın mihrinden, kişinin kendisi için aldığı miktar.
Vermek, bahşetmek.
Bir belde ismi.
huneyn vak'ası
Hicretin sekizinci senesinde şirkten kurtulmamış bazı Arap kabileleri Mekkeyi geri almak maksadıyla hücum ettikleri zaman burada müslüman askerlere karşı gelerek başlangıçta galip gibi görünmüşlerse de daha sonra galebe ve zafer, İslâm askerlerine nasib olmuştur. Bu muhârebede Sahabe-i kiramdan birç
hürmet-i mütekabile
Karşılıklı saygı göstermek.
huruc alessultan
Meşru hükümete karşı kıyam ve isyan etme.
huruf-u şartiye
Şart edatları; Türkçe'de "eğer, şayet, …se, …sa" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılan Arapça edatlar, in, lev gibi.
husema'
(Tekili: Hasım) Muhalifler, karşı taraflar, hasımlar.
Adüvler, düşmanlar.
hüsn-i kabul
Hüsn-i kabul görmek:
İyi karşılanmak.
Hüsn-i kabul göstermek:
İlgi göstermek, iyi karşılamak.
hüsn-ü istikbal
Güzel karşılama.
hüsn-ü kabul
İyi karşılamak. Güzellikle kabul etmek.
hüsn-ü rıza / hüsn-ü rızâ
Güzel bir şekilde razı olma, hoş karşılama.
hüsn-ü telakki / hüsn-ü telâkki
İyi anlayış, güzel telakki etme, güzel karşılama.
hüsn-ü teveccüh
Sevgi ile karışık medih ve takdir. İyi karşılanmak ve alâka görmek.
huşu / huşû / خشوع
Alçakgönüllülük.
(Arapça)
Tanrı'ya karşı korku ve saygı duyma.
(Arapça)
hutbe
Hitâbe, nutuk, konuşma, vâz. Cumâ namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatîbin (imâmın) minber denilen yüksekçe yerde cemâate karşı okuduğu Allahü teâlâya hamd, Resûlullah'a salât ve selâm ve mü'minlere nasihat ve duâdan ibâret bir ibâdet.
huyela / huyelâ
Harbde düşmana karşı tekebbür etmek (büyüklenmek, üstün görünmek), kibirlenmek.
huzur-u irfanınıza baş koydum
"Üstün ilim ve zekâdan hâsıl olan olgun şahsiyetinizin önüne baş koydum" anlamında karşısındakine karşı bir saygı ve hürmet bildiren ifade.
huzur-u mehabetinde
Büyüklük ve ihtişamın karşısında.
i'sar
Fakirlik.
Borçluya karşı takaza etmek, sıkıştırarak alacağını istemek, güçleştirmek.
iade
Geri vermek. Eski haline getirme.
Mukabilini yapma. Karşılığını yapma.
Avdet ettirmek.
Edb: Bir mısraın veya beytin son kelimesini, kendisinden sonra gelen mısra veya beytin ilk kelimesi olarak kullanma sanatı.
iade-i ziyaret / iâde-i ziyâret
Karşı ziyarette bulunma.
İâde-i ziyâret etmek:
Ziyarete karşılık vermek.
iane-i cihadiye
Muharebe zamanında harbin icab ettirdiği fazla masrafları karşılamak ve yardım olmak için halktan alınan paralar. Miktarı, her mahallin iktidarı derecesine göre kaza ve liva üzerine merkezden tertib ve "tevzi defterleri"ne maktu' miktar olarak konulurdu. Bu çeşit vergi ve ianeler Tanzimat'tan sonra
iare
Emaneten vermek. Bir malın kullanılmasından karşılık istemiyerek meccanen başkasına vermek.
iaza
(İvaz. dan) Bedel ve karşılık vermek. Bedel vermek.
ibret
İnsanın karşılaştığı, gördüğü veya işittiği hâdiselerden ders alması, kendi hâlini düşünmesi.
icab
Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
icare / icâre
Kira. Gelir, irâd. Ücret.
Fık: Belli bir menfaati belli bir karşılık ile satmak.
Belli bir menfaati belli bir bedel karşılığında satmak, kirâlamak.
icra
Bir işi yürütmek.
Yerine getirmek. Yapma. Tatbik etme.
Vekil göndermek.
Mahkeme kararını yerine getirmek.
Suyu akıtmak.
Huk: Borçlunun alacaklıya karşı ödemekle mükellef olduğu bir borcu, adlî bir teşekkül vâsıtasıyla ödetme.
icra dairesi
Borçlunun, alacaklıya karşı ödemekle yükümlü bulunduğu bir şeyi hukukî yollarla almasını sağlayan daire, kurum.
ihanet / ihânet
Hâinlik etmek, güveni kötüye kullanmak, sadâkat göstermemek.
İsyân etmek, karşı gelmek.
Küçük düşürmek, tahkîr etmek, hafife almak.
ihbat
Mahveylemek. Battal ve geçmez hale koymak.
Kuyunun suyu çoğalmak veya bitmek.
İşin karşılığını vermek.
Amelin sevabını giderip, hiçe indirmek.
ihdaf
Gelip çatmak. Karşısına dikilip durmak. Hedef olmak.
ihlas
(Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve
ihlas-ı tam / ihlâs-ı tâm
Tam ihlâs, yaptığı her işinde Allah'ın emrini ve rızasını gözetme, dünyevî veya uhrevî hiçbir karşılık beklememe.
ihsan-ı rahmani / ihsan-ı rahmânî
Bütün yarattıklarına karşı çok merhametli olan Allah'ın ikramı, bağışı.
ihtica'
Karşılıklı olarak birbirini hicvetme.
ihtiyat hazinesi
Tar: Savaş ve diğer fevkalâde masraflara karşılık olmak üzere sarayda biriktirilen paralar. Gelirleri havass-ı hümayun hâsılatı, ganimetlerin beşte biri ve başka hükümdarlardan gelen hediyelerdi. Buna "iç hazine" veya "enderun hazinesi" de denilirdi.
ihzariye
Aleyhine açılan dâva münasebetiyle getirilen şahıslardan, gönderilen mübaşir veya muhzirin masrafı karşılığı olarak tahsil edilen para. İhzariyeye mübaşir ve muhzirin at ve araba masrafından başka yemek, içmek gibi şahsî masrafları da ilâve edilirdi.
Birinin mahkemeye çağrılması için
ikbal / ikbâl
Yönelme.
Kıymet verme, iyi karşılama, hürmet gösterme.
Baht açıklığı.
ikmah
Buğdayı un yapma. Buğday yetiştirme.
Kafa tutmak, kibir ve azametle karşı gelmek.
ikramiye
Hürmet ve mükâfat için verilen para veya hediye.
Memurlara maaş haricinde ve her sene belli bir zamanda verilen para.
Yapılan iyilik karşılığı olarak verilen hediye veya para.
Satıcı tarafından pazarlığın hâricinde olarak müşteriye yahut arada vasıta olana verilen şey
ilcaat-ı zaman
Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.
ilham-ı fıtri / ilham-ı fıtrî
Cenâb-ı Hakkın ihtiyaçlarını karşılamaları için varlıklara yaratılışta vermiş olduğu duygu.
ilm-i nafi' / ilm-i nâfi'
İnsana aczini, kusurunu, Rabbinin büyüklüğünü bildiren, kalbde Allah korkusunu ve mahluklara karşı tevâzû, alçak gönüllülüğü artıran, kul haklarına ehemmiyet vermeyi temin eden sonsuz seâdeti (mutluluğu) ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilim.
iltizam
Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma.
Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma.
Onyedinci y.y. dan itibâren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş yavaş belirli bedel karşılığında şahıslara verilmeğe başlandı.
iltizam-ı muhalif
Karşı tarafın fikrine taraftar olma.
iltizam-ı taraf-ı muhalif
Muhalif tarafı destekleme, karşı tarafın fikirlerine sarılma.
ilzam eden
Delil getirerek karşısındakini susturan.
imamet-i kübra / imâmet-i kübrâ
Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vekâleten bütün müslümanlara imamlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye (saldırı ve sataşmaya) cevap vermek vazîfes i, hilâfet.
iman-ı hakiki / îmân-ı hakîkî
Kalbe yerleşen, şüphe ve tereddüd karşısında hiç sarsılmayan îmân.
imdadiye
Savaş zamanlarında harp masrafını karşılamak, sulh vaktinde de bütçe açığını kapatmak için halktan alınan örfi vergi. Harp için alınana "imdadiye-i seferiye", açığı kapatmak gayesiyle alınana da "imdadiye-i hazariye" denilirdi.
inad / inâd
Direnmek, muhâlefette (karşı çıkmakta) ısrar etmek. Kendini büyük görüp, hakkı, doğruyu kabul etmeme.
inayet
Yardım, lütuf meded etmek.
Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
inayet-i rahmaniye / inayet-i rahmâniye
Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah'ın özel yardımı.
inhizal
Beli kırılmış gibi ağır yürüme.
Soruya karşılık verme.
inni / innî
Şüphesizlik ve kat'iyyet ifade eden "inne" ile mütekellim zamirinin birleşmesidir. Türkçede karşılığını "muhakkak ben" diye söyleyebiliriz.
inşaallahü'r-rahman / inşaallahü'r-rahmân
Kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah dilerse.
insan-ı gafil
Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan.
irtibat
Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık.
Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak.
isabet
Ecir, mükâfât, karşılık vermek.
Doldurmak.
isam
(İsm. den) Ceza. Bir kabahat veya suçun gerektirdiği netice, karşılık.
ism-i tafdil
"En üstün, daha üstün, daha iyi" gibi karşılaştırma ve üstünlük ifâde eden sözler.
istiare-i mekniye
(Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman k
istiaza
Karşılık olarak, ivaz olarak bir şey istemek.
iştibak
(Şebeke. den) Örülmek. Örgülenmek.
Karşılıklı birbirine geçmek.
Perişanlık.
Zâhir olmak.
Koz: Güneş battıktan sonra gökte kum taneleri gibi görünen karışık yıldızlar.
istifham-ı inkari / istifham-ı inkârî
Gr: Menfî cihetle sual sormak. (İnkâr ettiğini bildirir şekilde "Olmaz" diyen birisine karşı, "Olur mu? diye sormak gibi.)
iştiha
Meyil. Haz. Fazla istek. Arzu.
Açlıktan gelen yemeğe karşı fazla isteklilik.
istihdaf
Hedef edinmek, hedef saymak.
Hedef gibi karşıda durmak.
Erişilmek istenilen netice ve gaye.
istihkam / istihkâm
Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak.
Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı.
Kuvvet ve metanet vermek.
istihsan
Korunmak. Korumak, müdâfaa etmek, karşı koymak.
Sağlam bir yere kapanmak.
istikbal / istikbâl / استقبال / اِسْتِقْبَالْ
Ati, gelecek zaman.
Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak.
Gelecek zaman.
Gelen bir kimseyi karşılamak.
Gelecek, karşılama.
Karşılama.
(Arapça)
Gelecek.
(Arapça)
Kıbleye dönme.
(Arapça)
İstikbal etmek:
Karşılamak.
(Arapça)
Karşılama.
istikbal etmek
Karşılamak.
istikbal-i siyasi / istikbal-i siyasî
Siyasî karşılama.
istikbalen
Karşılayarak, karşılamak üzere.
Gelecek zamanda, ilerde.
istikbalinde
Karşısında.
istikbaliyye
Edb: Yeni gelen bir kimsenin karşılanması sebebiyle yazılan manzume.
istimlak
İcraî karar alma salâhiyetini hâiz bir amme hükmî şahıs (Vilâyet, Belediye v.s.) tarafından bir malın, halkın faydası için karşılığı verilip alınarak umumun istifadesine arzedilmesi.
Mülk satın almak.
Mülk sahibi olmak.
istiskal / istiskâl / استثقال
Hoşnutsuzluğu belli ederek karşı tarafı çekilmez görme.
Hoş karşılamama, yüz vermeme.
(Arapça)
isyan / isyân
İtaatsizlik. Emre karşı gelmek. Ayaklanmak.
Karşı gelme, baş kaldırma, âsî olma.
itilafçılar / itilâfçılar
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinin karşısında yer alan düşman ülkeler.
itiraz / îtiraz
Kabul etmediğini belirtme, karşı çıkma.
Karşı çıkma, karşı söz.
ittihab
(Hibe. den) Karşılıksız olarak verilen bir bağışı kabul etme.
ıvaz
Karşılık, bedel.
ivaz / عوض
Karşılık olarak verilen şey. Bedel.
Karşılık, bedel.
Karşılık olarak verilen şey, bedel.
Karşılık.
Karşılık, bedel.
(Arapça)
ivazan / عوضا
Karşılık olarak, mukabilinde, karşılığında.
Karşılığında, karşılık olarak.
(Arapça)
ivazsız
Karşılıksız, bedelsiz.
izhar-ı muhalefet
Karşı olduğunu ortaya koyma; açık bir şekilde muhalefet yapma.
izn-i rabbani / izn-i rabbânî
Her bir varlığı yaratan ve her türlü ihtiyacını karşılayan Allah'ın izni.
k
Osmanlı alfabesinin yirmidördüncü harfi olan kaf ile, yirmibeşinci harfi olan kef harfini karşılar.
kabil-i kıyas / kâbil-i kıyas / قابل قياس
Kıyaslanabilir, karşılaştırılabilir.
kabil-i kıyas olmayan
Kıyası mümkün olmayan, karşılaştırılamaz.
kademiyye
Ayak bastı parası.
Eskiden hükûmete ait bir davetiye veya emri tebliğ etmek için gönderilen memura, masrafları karşılığı olarak verilen ücret.
kàdıu'l-hacat / kàdıu'l-hâcât
Bütün ihtiyaçları karşılayan Allah.
kadr
Bir alış-verişte karşılıklı olarak değiştirilen iki maldan herbirinin ölçek veya ağırlıkla ölçülen mal olmaları.
kalemiyye
Eskiden kalemlerde yazı karşılığı olarak alınan para.
kanun-u mübareze
Karşılıklı mücadele, çatışma kanunu.
kar / kâr
(Kelimeye bir ek olup, isimleri sıfat yapar) Eden, edici, yapan mânâlarına gelir ve li, lı, cı, ci gibi eklerin de karşılığıdır. İtaat-kâr, hilekâr, isyan-kâr, hamur-kâr, kanaatkâr...gibi.
(Farsça)
kaydahr
Halkın her işine karşı gelen.
İri gövdeli deve.
kazan kaldırmak
Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı.
(Türkçe)
kefalet / kefâlet
Kefillik. Kefîl olmak. Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak.
kefaret-i yemin vermek
Yerine getirilemeyen yeminin karşılığını ödemek.
kefaret-keffaret
İşlenen bir günaha, bir yeminin bozulmasına karşılık verilen sadaka.
keffaret / keffâret
İşlenen bir hata veya günahın bağışlanmasına vesile olması için verilen sadaka veya tutulan oruç, karşılık.
kefh
Karşı karşıya savaşma.
kemal-i iftikar / kemâl-i iftikar
Allah'a karşı fakirliğini tam hissetme.
keyfer
Karşılık, mukabil.
(Farsça)
Mükâfat veya ceza.
(Farsça)
kıbal
(Bir yazıyı) karşılaştırma, mukabele etme.
Pabucun ayak üstüne gelen yeri.
kira / kirâ
Bir malın, menfaatine yâni kullanılmasına karşılık olarak verilen ücret. Bir evin, bir iş yerinin veya herhangi bir mülkün, taşıt veya binek hayvanının, sâhibi tarafından faydalanılmak ve kullanılmak üzere belli bir ücret karşılığında bir müddet için başkasına verilmesi.
kira'
Kirâ. Bir eşya veya yerin, geçici bir zaman kullanılmak üzere para ile bir kimseye verilmesi.
Böyle bir şey karşılığı alınan para.
kitab-ı ilzam ve iskat / kitab-ı ilzam ve iskât
Karşısındakini delillerle mağlup edip susturan kitap.
kitabet / kitâbet
Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma ilmi.
Güzel yazı ve güzel ifâde için lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri.
Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme.
kıtal
Muharebe. Kavga. Öldüresiye yapılan karşılıklı harp.
kıyam
Kalkma, ayakta durma, ayağa kalkma.
Namazın ayakta kılınan kısmı.
Bir işe kalkışma.
Karşı koyma, ayaklanma.
kıyas / kıyâs / قياس
Karşılaştırma.
Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek.
Man: Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak.
Fık: İki belli şeyden birinin mahsus olan hükmünü, yâni, bu hükmün mislini, aralarındaki müttehid ille
Karşılaştırma.
Karşılaştırma, mukayese.
(Arapça)
kıyas etme
Karşılaştırma.
kıyas-ı istisnai / kıyas-ı istisnâî
Bir kıyasın sonucunun aynı yahut karşıt halinin öncüllerde hem anlam hem de şekil bakımından bulunmasıyla meydana gelen kıyas; meselâ, "mıknatıs bu cismi çekiyor; o halde bu cisim demirdir" cümlesi gibi.
kıyasat / kıyâsât
Karşılaştırmalar.
kıyasen / kıyâsen / قِيَاسًا
Karşılaştırarak.
Karşılaştırarak.
kıyasımaalfarık / kıyâsımaâlfârık
Birbirine benzemeyenlerin karşılaştırılması.
kızılhaç
Hristiyan ülkelerde Kızılay karşılığı olan yardım teşkilâtı.
komplo
Bir kişiye karşı toplu olarak alınan karar. Tuzak. Suikast.
(Fransızca)
kozmopolit
Her yabancı şeye karşı alâka gösteren, milliyet duygularından mahrum kimse.
(Fransızca)
Çeşitli milletlerden insanları içine alan.
(Fransızca)
kudsiyetşiken / قدسيت شكن
Kutsallığı bozan; kutsal olan şeylere karşı saygısız.
(Arapça - Farsça)
küfr-i mutlak
Hiç bir imâni hükmü olmamak, dine âit hiç bir hakikatı, Allah'ın varlığına âit hiç bir delili kabul etmemek. İhsan ve inayet-i İlâhiyyeye karşı şükür etmiyerek fiilen ve kavlen inkâr etmek. ("Neuzü billâh" dine söğmek gibi) Küfr-ü icabettiren bazı çirkin sözlere de "küfür" denilmiştir.
küfran-ı nimet / küfrân-ı nimet
Nimete karşı nankörlük.
külfet-i tahsil
Bir ilmi tahsil etme sırasında karşılaşılan zorluklar.
külliye
(Külliyet) Bütünlük, umumilik, genellik.
Bolluk, çokluk, ziyadelik.
Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında Arap vilâyetlerinde bazı medreselere, üniversite karşılığı verilen ad.
kumar
Para vs. karşılığında oynanılan oyun. Meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır.
Para veya başka bir menfaat karşılığı oynanan oyun; birkaç kimsenin aralarında para veya mal toplayarak piyango çekip, isâbet etmeyenlerin isâbet edenlere mal veya para vermek için sözleşme veya para ile kazanmak için tahminde bulunma, toto. Karşılık lı para veya mal koyarak bahse tutuşma.
küreyvat-ı beyza
Kandaki beyaz renkte ve çok küçük kürecikler. Kan ve lenf gibi vücud mâyilerinde bulunan çekirdekli ve yuvarlak hücreler. Kırmızı küreciklere nisbetle azdırlar. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır. Ne zaman müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile sür'atl
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
laik cumhuriyet / lâik cumhuriyet
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı, her türlü inanç sahibine karşı tarafsız olarak din ve vicdan hürriyetinin sağlandığı cumhuriyet.
lala
Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi.
(Farsça)
Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler.
(Farsça)
Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine
(Farsça)
levaim
(Tekili: Lâime) Bir kimsenin yüzüne karşı çekiştirmeler, levmetmeler. Zemmetmeler. Başa kakmalar.
levm
Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.
ma'ruz
Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak.
Arzolunmuş, arzolunan.
Serilmiş, yayılmış.
Verilmiş, sunulmuş.
Anlatılmış.
Bir şeye karşı siper alan.
mahv ve sekir
Allah'ın varlığı karşısında kendini ve herşeyi yok sayma ve Onun karşısında mânevî sarhoşluk hâlinde olma.
makam-ı ifham ve ilzam
Karşı tarafı susturma, âciz bırakma makamı.
makbuz
(Kabz. dan) Alınmış, kabzolunmuş. Alınan.
Daraltılmış, sıkılmış.
Bir şeyin alındığına karşı verilen imzâlı ve mühürlü kâğıt.
makis / mâkis
Karşılaştırma.
mancınık
Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti.
manevi mücahede / mânevî mücahede
Nefis ve şeytana karşı yapılan cihad, mücadele.
maruz / mâruz / معروض
Uğrama, tesirinde ve karşısında olma.
Arzolunan, verilen, anlatılan, karşı karşıya kalan.
Arzedilen, sunulan.
(Arapça)
Karşı karşıya kalma, tutulma.
(Arapça)
Maruz olmak:
Karşı karşıya kalmak.
(Arapça)
maruz bırakmak
Karşı karşıya bırakmak.
maruz olan
Yüz yüze gelen, karşılaşan.
maruz olma / mâruz olma
Uğrama, tesirinde ve karşısında olma.
mazhar / مظهر
Ortaya çıkış yeri.
(Arapça)
Şereflenme, nail olma.
(Arapça)
Mazhar olmak:
Karşılaşmak, nail olmak.
(Arapça)
me'cur
Karşılık almaya, mükâfata hak kazanmış kimse.
Kiraya verilen.
meccan
Parasız, karşılıksız, ücretsiz, bedâva, meccânen.
meclis-i a'yan / meclis-i a'yân
Osmanlı İmparatorluğu zamanında hükümet tarafından seçilmiş olan meclis. (Bunun karşılığı, zamanımızda, senato meclisidir.)
medar-ı müfaharet
Karşılıklı övünç vesilesi, gurur sebebi.
mekr-i ilahi / mekr-i ilâhî
Allahü teâlânın mekr (hîle) yapanların mekrini kendilerine çevirmesi, kötülüklerini, kurdukları tuzaklarını bozması, mekrlerine karşılık onları cezâlandırması.
mekruh
İstenmeyen, hoş karşılanmayan.
menfaat
Fayda. Kâr. Gelir. İhtiyaç karşılığı olan şey.
merhamet-i mütekabile
Karşılıklı merhamet besleme.
meşakka / meşâkka
Muhalefet ve adâvet etmek. Karşı gelip düşmanlık yapmak.
mesele
Sorulup karşılığı istenen problem.
Önemli iş.
meşrık
Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti.
Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer.
Tövbe kapısının adı.
mesubat
(Tekili: Mesube) İyiliğe karşı Allah (C.C.) tarafından verilen mükâfatlar.
mesube
(Çoğulu: Mesubât) İyiliğe karşı Cenab-ı Hakk'ın vereceği mükâfat.
mevahib / mevâhib
Hibe olunan şeyler. Karşılıksız verilenler.
Karşılıksız verilenler, ihsanlar.
mevhub
(Çoğulu: Mevâhib) (Vehb. den) İhsan edilmiş, verilmiş, hibe olunmuş, bağışlanmış.
Fık: Karşılıksız olarak birine verilmiş.
mevhube
Verilmiş. İhsan edilmiş. Karşılıksız olarak birisine verilmiş mal.
Karşılıksız olarak verilen; hibe edilen.
mevlana / mevlânâ
"Efendimiz" mânâsına bir büyüğe karşı söylenen hürmet ve saygı ifâdesi.
Evliyânın büyüklerinden Celâleddîn Rûmî'nin ve Hâlid-i Bağdâdî'nin ve bâzı büyüklerin lakabı.
mevt-i ahmer
Kızıl ölüm. Kanlı ölüm. Öldürülmek.
Tas: Nefse karşı koymak.
meylü't-tehaddi / meylü't-tehaddî
Karşı koyma meyli, eğilimi.
miktar-ı mukabil
Karşılığının bir miktarı, en ufak karşılık.
miktar-ı mukabili
Karşılığı olan miktarı.
mim
Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır.
Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir.
Bir kitap veya ibarenin sonuna veya altına temme (bitti) yerine ve "mâlum oldu, görüldü" makamında konulan bir harftir.<
minnet
İyiliğe karşı duyulan şükür hissi.
Birisine iyilik etmek.
Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
İyilik karşısında kendini borçlu hissetmek.
Yapılan bir iyiliği, verilen bir şeyi başa kakma. Minnetin bu kısmı İslâmiyet'te yasaklanmıştır.
Görülen iyiliğe karşı teşekkür etme.
Allahü teâlâya hamd ve senâ etmek, şükretmek.
Nîmete kendi eliyle, kendi çalışmasiyle kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı o
İyiliğe karşı duyulan şükür hissi, başa kakma.
minnet etmek
İyilik karşısında kendini borçlu hissetmek.
minnetdar / minnetdâr
Şükran duyan, iyilik karşısında kendini borçlu hisseden.
Bir iyiliğe karşı minnet duyan. Yük altında kalır gibi birisinin iyiliğine karşı mahcubiyet.
(Farsça)
Birinden gördüğü iyileğe karşı mahcup ve müteşekkir kalan.
minnetsiz
İyilik karşısında kendini borçlu hissetmeme.
minnettar / minnettâr
İyilik yapan birisine karşı duyulan teşekkür hissi.
minnettar etmek
Yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi uyandırmak.
minnettar olmak
Minnet duymak, yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetmek.
minnettarane / minnettârâne
Minnet duyarak, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi taşıyarak.
mir'at-ı vacibü'l-vücud ve'l-mennan / mir'ât-ı vâcibü'l-vücud ve'l-mennân
Varlığı zorunlu olup var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan ve yarattıklarına herşeyi karşılıksız veren Allah'ın isim ve sıfatlarını yansıtan ayna.
miskal
Yirmidört kıratlık bir ağırlık ölçüsü. (Ondört kırat bir şer'î dirhem karşılığıdır).
mu'aşeret / mu'âşeret
İnsanların birbirleriyle görüşmelerinde ve işlerinde karşılıklı uymaları gereken usûller, kurallar.
muadat
Karşılıklı düşmanlık, karşılıklı husumet.
muadele
Müsâvilik, eşitlik. İki şey arasında mikdarca, vasıfca beraberlik.
Karşılıklı anlayış.
Adâlet.
Mc: Anlaşılmaz iş. Muammâ.
muadelet / muâdelet
Müsâvilik, denklik. Karşılıklı uygunluk. Eşitlik.
Eşitlik, denklik, karşılıklı denge ve uygunluk.
muafiyyet
Bir hastalığa karşı aşı ile elde edilen hâl.
Afvolunmuş olma. Bağışlanmış olma.
muahede / muâhede
Karşılıklı yeminleşme, anlaşma. Devletler arasında andlaşma.
Karşılıklı and içme, antlaşma.
muaheze
Azarlama. Çıkışma. Darılma. Alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. Tenkid.
muahid / muâhid
Belli şartlar çerçevesinde antlaşma yapan.
Karşılıklı anlaşma sonucu olarak İslâm devletine cizye ödeyen ve buna karşılık koruma altına alınan Müslüman olmayan kimse.
muamelat
İnsanların birbirine karşı tutum ve davranışları.
Resmî dairelerde yapılan evrak kayıt ve işlemleri.
müanese
Dostane görmek, görüşmek. Karşılıklı ünsiyet etmek.
muanid / muânid
Karşı, zıt.
muanne
Muhâlefet etmek, karşı gelmek.
muaraza / معارضه / muâraza / مُعَارَضَه
Bir şeyden yan verip sapmak.
Biri ile yarışmak.
Birbirine karşı gelmek. Sözle karşılıklı mücadele. Söz mücadelesi.
Karşı gelme.
Karşı çıkma.
muaraza-i bil-huruf
Söz, yazı veya fikir ile birisine karşı gelmek. Sözlü mücâdele.
muaraza-i bis-süyuf
Kılınçla, kuvvetle, silâhla mücadele etmek. Silâhla karşı koymak.
muarefe / muârefe
Karşılıklı görüşme ve tanışma.
Gr: Nekre olmayan kelime. Muayyen ve harf-i târifli olmak.
Karşılıklı görüşme, tanışma.
muarız / muârız / معارض / مُعَارِضْ
Bir şeyden yan çizen. Muâraza eden. Karşı gelen.
Karşı gelen.
Karşıt, itirazcı.
(Arapça)
Karşı çıkan.
muarız kalma
Karşı gelme, aykırı tavır sergileme.
muarız kalmak
Karşı gelmek, muhalif kalmak.
muarız olma
Karşı olma, karşı gelme.
muarızin / muarızîn
(Tekili: Muârız) Muârızlar, muhalifler. Karşı gelenler.
muaşaka
Sevişme. Ziyadesiyle arz-ı muhabbet etme. Birbirini sevme. Karşılıklı aşk ve muhabbet.
muatat
Birbirine atâ etmek, karşılıklı hediyeleşmek.
Vermek.
mübahasat
(Tekili: Mübâhese) Mübâheseler. Bir şeye dâir iki veya daha fazla kimsenin kendi aralarında yaptıkları konuşmalar.
Bahse girişmeler. İddiâlı ve karşılıklı konuşmalar.
mübahase / mübâhase / مُبَاحَثَه
Karşılıklı konuşma, fikir belirtme, sohbet.
Karşılıklı konuşma.
mübahese
Karşılıklı konuşma, bahse giriş.
mübareze / mübâreze
Mücadele, karşı karşıya gelme.
mübareze etmek
Karşı koymak, çarpışmak.
mübarezekarane / mübarezekârâne
Karşı koyarcasına.
mübaşeret
Bir işe girişmek. Bir işe başlamak.
Karşılaşmak.
Başlamak ve devam etmek.
Temas etmek, dokunmak.
İnsanın derisinin, başkasının derisine dokunması.
mübatana
Bir mevzu üzerinde karşılıklı çekişme.
mücadele / mücâdele
Karşısındakinin câhilliğini veya haksızlığını ortaya koymak ve kendisinin akıl, fazîlet ve şeref bakımından üstün olduğunu isbât etmek için iki kişinin bir şey üzerinde tartışması.
mücahede / mücâhede
(Çoğulu: Mücahedât) Cihad etme.
Din düşmanına karşı koyma. Çarpışma.
Uğraşma. Çalışma. Gayret gösterme.İslâmiyette mücahedenin ehemmiyeti hakkında Deylemî'den (R.A.) mervi Hadis-i Şerif meâli: "Allah bir kulu sevdiği vakitte onu Zât-ı Uluhiyetine hizmet etmek için seçer. Onu
Cihad etme, din düşmanına karşı mücadele yapma.
mücahid
Cihad eden. Çalışan. Din için çalışan. Düşmanlara karşı koyan. Çarpışan.
Fık: Allah (C.C.) yolunda gönüllü olarak cihada iştirak etmek istediği halde nefakadan, silâh ve saireden mahrum olan gazi demektir. Âyet meâli: "Bizim uğrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarımızı gösteririz
mücameat
Karşılıklı iyi ilişkiler kurmak.
Cinsî münasebette bulunmak.
mücamelet
Karşılıklı olarak iyi muamelede bulunma. Güzel ve hoş geçinme.
mücaraha
(Cerh. den) Karşılıklı birbirini yaralama.
mücavebet
(Cevab. dan) Birbirine cevap verme, cevaplaşma, mektuplaşma. Karşılıklı cevap verme.
mücavedet
Bir kimseye karşı ihsan ve kerem etme.
mücazat / مجازات
Ceza. Suçlara karşı verilen karşılık.
Karşılık.
Karşılık.
Bir suça verilen ceza.
Cezalandırma.
(Arapça)
Karşılık verme.
(Arapça)
mücazebe
Karşılıklı birbirini çekme ve cezbetme.
mücazefe / mücâzefe
Söz ile karşısındakinin hakkını örtmek, aldatmak.
Fık: Tartıp ölçmeden göz kararı ile yapılan tahmini satış. Götürü almak. Toptan satmak.
Söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma.
Söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma.
müdaabe
(Müdâabet) Karşılıklı takılma, lâtife yapma, şakalaşma.
müdafaa
Bir hücuma ve zarar veren bir harekete karşı durmak. Def'etmek. Savmak.
Düşman hücumunu men'etmek.
Mahkemede: İddiacının dâvasını def' edecek bir surette bir iddia dermeyân etmek, beyânatta bulunmak.
müdafaat
Müdafaalar. Karşı hücuma mukabil müteaddit def'edici hareketler. Savunmalar.
müdahene
Dalkavukluk. Menfaat beklediği bir kimseyi yüzüne karşı medhetmek. Koltuklamak. Bir kimsenin yüzüne karşı iyi görünmek. Münâfıklık.
müdahin
Dalkavuk. Yüze gülen. Birisini yalandan yüzüne karşı medheden. Menfaat koparmak için dostluk eden.
müdaree
Def'edişmek.
Muhalefet edişmek, birbirine zıt ve karşı olmak.
müdavele-i efkar / müdavele-i efkâr
Birbirinin fikirlerinden istifade ile karşılıklı konuşmak ve fikir alış-verişi yapmak. (Müdavele-i efkârdan bârika-i hakikat çıkar. N.Kemal)
müdavele-i hissiyat
Duyguların karşılıklı alışverişi.
müfadat-ı üsera / müfadat-ı üserâ
Eskiden muhârib iki kavmin karşılıklı olarak esirlerini değişmeleri.
müfahare
Karşılıklı övünme.
müfaharet
(Fahr. den) Karşılıklı övünme.
müftehirane / müftehirâne
İftihar ederek, karşılık beklemeden.
(Farsça)
Elbette. Memnuniyetle.
(Farsça)
mugalata / mugâlata
(Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji.
Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.
Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.
mugazebe
Karşılıklı olarak birbirini kızdırıp gazaba getirme.
muhabbet-i zati / muhabbet-i zâtî
Allah'ın kendi Zâtına karşı duyulan sevgi.
muhabbetullah
Cenab-ı Hakk'a karşı beslenen ihlâslı sevgi.
muhabere
Haberleşme. Karşılıklı birbirine haber verme.
muhacat
(Hecv. den) Birbirini hicvetme. Karşılıklı olarak birbirlerini yerme.
muhacet
(Hecv. den) Karşılıklı olarak birbirini hicvetme, yerme.
muhadat
Hediyeleşmek. Karşılıklı olarak hediyeler vermek.
muhalaa / muhâlaa
Kadının mal karşılığı kocasına kendini boşattırması.
muhalefet / muhâlefet / مخالفت
Kabulsüzlük. Karşı durma. Uyuşmazlık. Zıt gitmek. Zıddiyet. Muvafık olmamak.
Karşı gelme, ayrı düşünme, uymama.
Karşıt olma, aykırılık.
Karşı gelme itâat etmeme, uymamak.
Karşı çıkma.
Karşı düşüncede olma.
(Arapça)
muhalefet etme
Karşıt olma, aykırı davranma.
muhalefet-i şeriat
Şeriata karşı muhalefet; şeriata aykırı davranma.
muhalif / muhâlif / مخالف
Uymayan. Birbirine benzemiyen. Birbirine zıt olan.
Başka şekilde düşünen.
Karşı duran.
Aykırı, karşıt.
Karşı, zıt, aykırı, uymaz.
Karşı olan.
muharebe
(Çoğulu: Muharebât) Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal.
muhasamet
Karşılıklı düşmanlık besleme.
muhasım
Düşmanlık eden. Düşman olan taraflardan biri. Hasım olan. Birbirini dâva edenlerden her biri. Karşı tarafı tutan.
muhasımeyn
Bir dâvâ veya çekişmede birbirine karşı olan iki kimse.
muhatab ittihaz etmek
Karşısındakilerini dinleyen.
Dinleyici kabul edip, sözünü dinliyor bilmek.
Konuşmaya lâyık görmek.
muhaverat / muhaverât
(Tekili: Muhavere) Konuşmalar. Muhâvereler. Karşılıklı görüşüp konuşmalar.
Karşılıklı konuşmalar.
muhavere / muhâvere / مُحَاوَرَه
Karşılıklı konuşma.
Karşılıklı konuşma.
muhavere-i latife / muhâvere-i lâtife
Karşılıklı olarak yapılan güzel ve nükteli bir sohbet.
muhazah
Mukabele olmak, karşılık olmak.
muhazat
Aynı hizâda bulunmak, karşı durmak, karşı olmak.
Yüz yüze gelme, karşılaşma.
muhazi / muhazî
(Hiza. dan) Birbirinin karşısında ve bir hizada bulunan. Paralel.
müjde-gan / müjde-gân
Müjdeye karşılık verilen bahşiş veya hediye.
(Farsça)
mukabele / مقابله
Karşılık, karşılamak.
Mücadele.
Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma.
Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.
Yüz yüze olmak.
Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunm
Karşılık.
Karşılık verme.
Karşılık verme.
mukabele eden
Karşılık veren.
mukabele etmek / mukâbele etmek
Karşılık vermek.
mukabele ve muvazene
Terazinin iki kefesi gibi karşılıklı tartılma.
mukabele-i bilhuruf
Söz ile konuşmak ve hakikatı müdafaa etmek suretiyle karşı çıkıp mukabele etmek.
mukabele-i bilmisil
Karşılaştığı aynı muameleyi sahibine iade etmek, o kimseye aynı muameleyi yapmak. Mukabil hareketi karşısındakine icra etmek.
Misilleme yaparak karşılık verme.
mukabele-i bilmisl
Benzeriyle, aynıyla karşılıkta bulunma.
mukabele-i bissüyuf
Silâha, kılınca sarılmak suretiyle karşı koymak.
mukabele-i maneviye / mukabele-i mâneviye
Mânevi karşılık.
mukabele-i rahmani / mukabele-i rahmânî
Rahmân olan Allah'ın Zâtına has ve yaraşır şekilde karşılık vermesi.
mukabelesiz
Karşılık vermeksizin.
mukabeleten
Karşılık olarak.
Karşılık vererek.
mükabere / mükâbere
(Kibr. den) Kendi sözünün haksızlığını ve karşısındakinin doğruluğunu bildiği hâlde kabul etmemek ve nizâ çıkarmak, kavga etmek. Kendini büyük görmek.
Münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme.
mukabil
Karşılık.
Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
mukàbil
Karşılık.
mukabil / mukâbil / مقابل
Karşılık.
Karşı olan.
Karşılığında.
(Arapça)
Karşılık.
(Arapça)
mukabildir
Karşı karşıyadır, karşısındadır.
mukabilinde
Karşılığında.
mukàbilinde
Karşılığında.
mukabilsiz
Karşılıksız.
mükabir / mükâbir
Kendini büyük gören, karşısındakini küçümsüyerek, doğru sözünü kabul etmeyen. Haksız olduğu hâlde hak iddiasında bulunan.
mükafaha / mükâfaha
Karşılaşma. Yüzyüze gelme.
Savaşma.
mükafat / mükâfat / mükâfât
(Kifâyet. den) Bir hizmet veya muvaffakiyete ve iyiliğe karşı verilen karşılık.
Berâberlik.
Takdirnâme.
İyi karşılık.
mükafat-ı maneviye / mükâfat-ı mâneviye
Mânevî mükâfat, karşılık.
mükafaten / mükâfaten
Mükâfat ve karşılık olarak.
mükafele / mükâfele
Karşılıklı olarak birbirine kefil olma.
mükafil / mükâfil
Karşılıklı kefillerden herbiri.
mükaleme / mükâleme / مُكَالَمَه
Karşılıklı konuşma.
Karşılıklı konuşma. Anlaşma. Müzakere. Muhavere. Söyleşme.
Karşılıklı konuşma.
mükaleme-i kudsiye / mükâleme-i kudsiye
Karşılıklı kutsal konuşma.
mukaraa
(Kur'a. dan) Ad çekişme. Karşılıklı kur'a çekme.
Kılınç kullanarak döğüşmek. Cenkte, muharebede kahramanların birbiriyle vuruşmaları.
Bir şeyin taksiminde atışmak.
mukataa
(Kat'. dan) Kesişmek.
Ülfeti terk eylemek.
Birbirinden kesmek ve kesişmek.
Muayyen bir kira karşılığında arazinin kesime verilmesi.
Ekilen toprak için verilen muayyen vergi.
mukavele
Kavilleşmek. Karşılıklı anlaşmak. Sözleşmek.
Anlaşmada imzalanan ve karar altına alınanların yazıldığı kâğıt.
mukavemet / مقاومت
Karşı durmak, dayanmak. Karşı koymak. Muhalefetle kıyam etmek.
Karşı koyma, direnme.
(Arapça)
Mukavemet etmek:
Karşı koymak, direnmek.
(Arapça)
mukavemet etme
Direnme, karşı koyma.
mukavemet etmek
Dayanmak, karşı koymak.
mukavemet-suz / mukavemet-sûz
Karşı konulmaz.
mukavemetsiz
Karşı konulmaz, direnilmez.
mukavim / مقاوم
Sağlam. Dayanıklı. Mukavemet eden. Direnen. Karşı duran.
Karşı koyan, direnen, dirençli.
(Arapça)
mukavimin / mukavimîn
(Tekili: Mukavim) Karşı koyanlar, direnenler.
mukayada satışı / mukâyada satışı
Altın ve gümüşten başka, ayn (belli) olan bir malı yine ayn olan mal karşılığında satmak.
mükayele / mükâyele
(Mükâyelet) Bir kimsenin davranışına aynıyla karşılık verme.
Ölçülmek.
mukayese / مقايسه / mukâyese / مقایسه
(Kıyas. dan) Kıyas etme. Ölçme. Karşılaştırma.
Kıyas etme, karşılaştırma.
Karşılaştırma.
Karşılaştırma.
Kıyaslama, karşılaştırma.
(Arapça)
mükazebe / mükâzebe
(Kizb. den) Karşılıklı olarak yalan söyleme.
mülaane / mülâane
Karşılıklı beddua etme, ilenme, lânet etme.
Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri.
mülakat / mülâkat
Karşılıklı görüşme.
mülaki / mülâki
Mülâki olmak:
Karşılaşmak.
Görüşmek.
mülatafe / mülâtafe
Lâtifede bulunma, espiri yapmak, edep sınırlarını aşmadan şaka ile takılma, karşılıklı şakalaşma.
mülatefe / mülâtefe
Karşılıklı lâtifede bulunma, espiri yapma.
mümalata / mümâlata
Bir şâir bir mısra, başka bir şâir de diğer bir mısra söylemek üzere karşılıklı şiir söylemek.
Karşılıklı şiir söyleme.
mümanea / mümânea
Karşılıklı menetme, ruhsat vermeyip önleme.
Karşılıklı engelleme.
mumatala
Sohbet eder gibi karşılıklı konuşma.
münaferat
Nefret etmeler, karşılıklı soğuk davranmalar.
münaferet / münâferet
Birbirinden kaçıp nefret etmek, karşılıklı huzursuzluk.
Adâvet, hased ve şeref cihetinde hakeme müracaat eylemek.
Birbiri ile müfahere eylemek.
Karşılıklı nefret.
münakale
Karşılıklı iletişim, etkileşim, alış-veriş.
münakare
Talep edişmek, karşılıklı istemek.
münakaşa
Mücadele. Münazaa. Karşılıklı sözle çekişmek. Bir mes'eleyi sormayı çok ileri götürerek çekişmek.
münakere
Kavga ve niza etmek.
Karşılıklı inkâr.
münaşede
(Neşide. den) Karşılıklı neşide söyleme.
münazara / münâzara
Karşılıklı konuşmak. İlmî ve kaideye uygun olarak yapılan münakaşa. Mübahese.
Doğruyu ortaya çıkarmak maksâdı ile karşılıklı olarak yapılan ilmî konuşma. Bir mes'eleyi belli kâideler dâhilinde karşılıklı inceleme, bir mes'ele hakkında yapılan karşılıklı konuşma.
Karşılıklı fikir alışverişi, ilmi tartışma.
murabata
Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip sebatla nöbet beklemek.
Mülâzemet etmek.
Bağlamak.
murabıt
Kalbini Allah'a bağlayan.
Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet bekleyen.
murafaa
Karşılıklı hak iddia ederek konuşmak.
Bir dâvâ için birisini hâkim huzuruna celb ettirmek. Yüzleşerek muhakeme olunmak.
mürtecil
Hemen, düşünmeden şiir söyliyen veya karşılık veren. Hazırcevap.
müşaare
(Şiir. den) Karşılıklı olarak birbirine şiir söylemek. Şiir yarışı.
musab
Sevab kazanmış olan. Ameline karşılık ecir kazanmış olan.
müsab
Sevab kazanan, ettiği iyiliğin Allah'tan karşılığını gören.
müsabaka
Karşılıklı yarışma. Hangisinin ileride olduğunu anlamak için yapılan tecrübe, imtihan. Bir şeyde derece anlama için iki veya daha çok şahıslar arasında bazı şartlarla yapılan tecrübe.
musaberet
Karşılıklı sabır. Sabırlılık. Katlanmak.
müşacere
Sözle karşılıklı çekişme. Kavga, niza.
Birbirine ağaçla vurma.
musadakat
(Sıdk. dan) Karşılıklı dostluk.
müsademe-i efkar / müsademe-i efkâr
Fikirlerin çarpışması, muhtelif fikirlerin birbirine karşı söylenişi.
müsadere etmek
Suç karşılığı olarak, malın tamamına ya da bir bölümüne el konulması.
müşafehe
Yakından karşılıklı konuşmak, karşı karşıya konuşmak.
musahabe / musâhabe
Karşılıklı sohbet etme, konuşma.
musahabet
Karşılıklı sohbet.
musalaha
Karşılıklı anlaşmak. Barışmak. Sulh akd etmek.
musalahat
(Tekili: Musâlaha) (Sulh. dan) Karşılıklı anlaşmalar. Barışlar.
müsalemet / müsâlemet
Karşılıklı barış içinde olma.
musaraa etmek
Mücadele vermek, karşı koymak.
müşareket
Birbirine ortak olmak, ortaklık. Beraber olup bir iş yapmak.
Gr: İkili tarafın da isteğini bildiren fiil.
Karşılıklı anlaşma, birbirini anlama.
müsemmen
Edb: Sekizer mısralı bentlerden müteşekkil nazım.
Sekiz renkli. Sekiz parçadan meydana gelen.
Fık: Paha biçilmiş ve takdir edilen kıymet karşılığında satılmış olan şey.
müstahsen
Güzel karşılanan, beğenilen.
müstakbel
Karşılanan, istikbâl edilen, önde bulunan. İlerdeki, gelecek.
Gelecek zaman.
müstakbil
İstikbâl eden, karşılayan.
Kıbleye dönen.
müstakbilin / müstakbilîn
(Tekili: Müstakbil) (Kabl. dan) Karşılayanlar, karşılayıcılar, istikbâl edenler.
Kıbleye dönenler.
müstaktil
(Katl. dan) Ölüme karşı göğüs geren. İstiktal eden.
müste'di / müste'dî
Birinin zulmüne karşı başka birinden yardım dileyen.
Birini sıkıştırıp malını zorla alan.
müsteskıl
(Sıklet. den) İstiskal eden. Birine karşı kovarcasına muamelede bulunan.
mutabaat
Karşılıklı anlaşma. Uyma tâbi olma. Bir şeye uyup muvafakat etme.
mütareke / متاركه / mütâreke / مُتَارَكَه
Bir mes'eleyi hal için bir şeyi terketmek.
Karşılıklı olarak anlaşmak, kuvvet ve silâhı bırakmak.
Bırakışma, karşılıklı silah bırakma.
(Arapça)
Karşılıklı ateşkes.
mütarik
Karşılıklı olarak terkeden, bırakan. Mütâreke eden.
mütasarrıfa
İnsandaki görünmeyen his organlarının beşincisi; his organları vâsıtası ile elde edilen duyuları ve mânâları karşılaştırıp, yeni mânâlar elde etmeye yarayan kuvvet.
mütecavib
Karşılıklı cevap veren.
mütedahik
(Mütedahike) Karşılıklı gülüşen, tedahük eden.
mütedarib
(Darb. dan) Birbirine vuran karşılıklı vuruşan.
müteferrika
Çeşitli işler gören.
Padişahın, vezirlerin veya sadrazamın emirlerini götüren kimse.
Muhtelif masraflar ve bunlara karşı verilen para, ücret.
mütehalif / mütehâlif
Birbirine karşı, uymaz.
mütehasım
(Çoğulu: Mütehasımîn) (Husumet. den) Karşılıklı düşmanlık eden ve birbirine hasım olan.
Karşılıklı olarak dâvâ edenlerden herbiri.
Karşılıklı düşmanlık eden; karşılıklı olarak dâvâ eden.
mütehasımin / mütehasımîn
(Tekili: Mütehasım) Çekişenler, birbirlerine düşmanlık ve husumet edenler. Hasım olanlar. Karşılıklı dâva edenler.
mütekabil / mütekâbil / متقابل
Karşılıklı, bir diğerinin karşısında.
Karşılıklı.
Karşılıklı.
Karşılıklı.
(Arapça)
mütekabile / mütekâbile / متقابله
Karşılıklı olan.
Karşılıklı davranış veya vaziyet.
Karşılıklı.
(Arapça)
mütekabilen / mütekâbilen / متقابلا
Karşılıklı olarak, karşı karşıya.
Karşılıklı olarak.
(Arapça)
mütekabiletan
Birbirine karşı olan iki şey.
mütekabiliyet
Karşılıklı vaziyet, karşılıklı durum.
mütekatı'
Karşılıklı kesişen, birbirini kesen.
mütekatil
(Katl. den) Karşılıklı olarak birbirine öldüren, katleden.
mütenazır
(Nazar. dan) Tenazür eden, birbirinin karşısında bulunan. Simetrik olan.
müterazi
(Rıza. dan) Karşılıklı olarak birbirlerinden hoşnut ve razı olan.
muteriz / mûteriz
İtiraz eden, karşı çıkan.
İtiraz eden, karşı çıkan.
mütesadif
Tesadüf eden, rastgelen. Karşılaşan.
müteşatim
(Müteşâtime) Karşılıklı olarak birbirine söven.
müteşekkir
Şükreden, iyiliğe karşı nazikâne davranan.
mütevacihen
Karşılaşarak, karşı karşıya olarak. Yüz yüze gelerek, yüzleşerek.
müteveccih
Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan.
Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak.
Pir-i fâni olmak.
Bir tarafa yönelen, bir tarafa gitmeye kalkan.
Birine karşı sevgisi ve iyi düşünceleri olan.
muvacehe / muvâcehe
Karşı, ön.
Yüzyüze gelme. Yüzleşmek.
Huzurunda olmak.
Karşı, ön, yüz yüze geliş.
Karşı, ön, yüzleşme.
müvacehe
Mânen yüz yüze bulunma, karşısında olma.
muvacehe / مواجهه
Karşı, yüzyüze.
(Arapça)
muvacehesinde
Karşısında, önünde, çerçevesinde.
muvaceheten
Karşı karşıya. Yüz yüze.
muvafakat
Uygunluk. Uymak. Anlaşmak. Karşılıklı anlaşma. Râzı olma. Müsâade.
muvalat
Dostluk, karşılıklı sevgi. Yardım, koruma.
Dostluk, karşılıklı sevgi, koruma, yardım.
müvalat / müvâlât
Abdest alırken her uzvu ara vermeden birbiri ardınca yıkamak.
Dostluk, karşılıklı sevgi.Tebrik ile terdif ederim arz-ı hulûsu, Kalbimdeki sıdk u müvâlât senindir.
müvaseka
Ahdedişmek, karşılıklı yeminleşmek.
müvazat
Mukabele olmak, karşılıklı olmak.
muvazene / muvâzene
Karşılaştırma.
Denge.
muvazene etmek
Karşılaştırmak; dengeye getirmek.
muvazene-i hal
Halin, durumun karşılaştırıması.
muzad
(Zıd. dan) Karşı. Zıd.
müzahemet / müzâhemet
Karşılıklı olarak sıkıntı ve zahmet verme.
müzakerat
(Tekili: Müzâkere) Müzâkereler. Bir fikir hakkında karşılıklı görüşmeler. Bir arada muhtelif fikirleri beyan etmek.
Bir mesele hakkında karşılıklı görüş alışverişleri.
müzakere / müzâkere
Karşılıklı fikir alışverişi, görüşme.
Bir konuyu anlamak için karşılıklı konuşma, ders çalışma.
müzd
Ücret, karşılık, kira.
(Farsça)
Mükâfat.
(Farsça)
müzeyyelen
Kâğıdın altına, ek karşılığı yazılarak.
müzzemmil
Tezmil eden, sarınan. Elbise içine sarınan.
Bazıları, "Yükü yüklenen" şeklinde mânalandırmışlardır.
Mc: Gizlemek. Zayıf davranmak, işe pek kıymet vermemek.
Büyük bir hâdise karşısında başını içeri çekmek, kaçınmak, rahata meyletmek.
Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Ce
nabız-aşna / nabız-âşnâ
Nabızdan anlayan. Mizaç bilen. Karşısındakinin zayıf taraflarını bilen.
(Farsça)
nakiz
(Nakz. dan) Zıt, karşı. Birbirine karşı, zıt olan şey veya iş.
Man: Bir şeyin, bir kaziyenin hükmüne, mânasına muhalif olan veya ondan başka kaziye. Bir şeyi ref'eden şey. (Meselâ: "Her insan hayvandır. Bazı insan hayvan değildir." kaziyeleri birbirinin nakizidir. Nakiz ile zıd beyni
nakizeyn
Karşılıklı iki zıt şey.
naşir-i küfr-ü küfran / nâşir-i küfr-ü küfran
Küfür ve küfranı yayan; kutsal şeylere karşı inkarcılığı ve nimetlere karşı nankörlüğü yayan.
naşiz
Karısına karşı çok zâlim olan koca.
(Kalb) heyecanla coşma.
Kalkmış, kabarmış, atan (damar).
natakte
Söyledin. (mânasına karşısındakine hitabdır)
natih
(Nâtıh) : (Çoğulu: Nevâtıh) Sana karşı gelen hayvan.
Şiddetli emir.
nazar-ı gaflet ve dalalet / nazar-ı gaflet ve dalâlet
İman hakikatlerine karşı duyarsız davranan ve hak yoldan sapanların bakışı.
neciyyullah
Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi. (Devamlı Cenab-ı Hakk'a karşı teveccühle meşgul ve münacatla, İlâhî feyizlerle inşirah bulan meâlindedir.)
nefel
Düşmandan alınan mal, ganimet.
Ulü-l emrden müsaade almadan düşmana karşı çıkan az sayıda bir cemaat.
nefr
Heyecan verici bir emirden dolayı bir yerden bir yere fırlayıp çıkmaktır. Ürkmek demek olan "Nüfur" da bu mânâdandır. Fakat "Nüfur" tek başına kaçıp kurtulmak için menfi bir harekette kullanıldığı hâlde; "nefr", düşmana karşı gaza için fırlayıp çıkmakta kullanılır. Ve böyle çıkıp toplanan cemaate "n
nehme
Hastaların ve çocukların yiyeceğe karşı olan hırsı, oburluğu.
nemrud
Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâb
Zalim ve gaddar olarak tanınmış ve Allah'a karşı isyan etmiş, büyüklük taslamış bir kral. Hz. İbrahim zamanında yaşamıştır.
nokta-i istinad
Dayanma ve güvenme noktası. Kâinatta cereyan eden ve insana dehşet verip âciz bırakan hâdiseler karşısında insanın çok kuvvetli bir yere dayanmaya ve güvenmeye olan fıtri ihtiyacı.
nokta-i telaki / nokta-i telâki
Karşılaşma noktası. Uygun ve karşılıklı nokta. Buluşma noktası, yeri.
Münâsebet. Uygunluk.
nuhl
Karşılıksız hediye ve hibe.
nüşuze
Kadının, kocasından nefret edip kaçması.
Fık: Kocasına karşı üstünlük iddia eden kadın.
okka
1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü.
ordu
t. Bir devletin dinini, namusunu, vatan ve istiklâlini her çeşit yabancı taarruz ve tecavüzüne karşı koruyan askerî en büyük üç kuvvetten biri. Hava Ordusu, Deniz Ordusu, Kara Ordusu gibi.
En büyük askerî birlik.
Aynı iman ve düşünce sahiplerinin faaliyette olanlarının hepsi.
pan
Yun. "Bütün, karşı" mânasına kelimenin başına getirilerek kullanılır. Meselâ: Panzehir : Zehire karşı ilâç.
panzehir
Zehire karşı ilâç.
Zehire karşı ilâç.
Zehire karşı ilaç.
pasinler cephesi
Birinci Dünya Savaşı'nın ilk çıktığı sıralarda Erzurum yakınlarındaki Pasinler yöresinde Ruslar'a karşı açılan cephe.
pasuh
Karşılık, cevap.
(Farsça)
pasuhgüzar
Cevap veren, karşılık veren.
(Farsça)
pertev-suz
Yakan ışık. Güneşe karşı tutulduğu zaman, ışıkları bir noktaya toplayan ve bu suretle ışığın değdiği yeri yakan mercek.
peşkeş
(Pişkeş) Başkasının malını birine bağışlamak. Verilmemesi lâzım olan şeyi başkasına vermek. Karşılıksız vermek.
(Farsça)
pezire
Karşılama, karşılayış.
(Farsça)
pot kırmak
Farkında olmıyarak karşısındakine dokunacak söz söylemek.
rabb-i hakim / rabb-i hakîm
Herşeyi hikmetle belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve herbir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayıp idare eden Allah.
rabb-i muhtar-ı hakim / rabb-i muhtar-ı hakîm
Herbir varlığın her türlü ihtiyacını karşılayan, dilediğini dilediği gibi yapan, herşeyi belirli maksat ve faydalara uygun ve tam yerli yerinde yaratan Allah.
ragabat
Rağbetler, istekler, istekle karşılamalar.
rahim-i rahman / rahîm-i rahmân
Rahmân ve Rahîm olan Allah; herbir kuluna karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah.
rahim-i zülcelal / rahîm-i zülcelâl
Kullarına karşı özel rahmeti olan haşmet ve ikram sahibi Allah.
rahman-ı rahim-i zülcelali ve'l-ikram / rahmân-ı rahîm-i zülcelâli ve'l-ikram
Kullarına karşı özel rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran haşmet ve ikram sahibi Allah.
rahman-ı rezzak / rahmân-ı rezzâk
Rahmet ve merhameti bütün varlıkları kuşatan ve bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.
rahmet-i hassa / rahmet-i hâssa
Allah'ın yarattığı varlıklara karşı gösterdiği özel şefkati.
rauf / raûf
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına karşı merhâmeti çok olan ve yaptıkları iyilikleri zâyî etmeyen.
"Ümmetine karşı çok merhâmet eden, acıyan" mânâsına Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin isimlerinden.
redd
Geri döndürmek, kabul etmemek, çevirmek, def etmek.
Bir şeyin karşılığını icra etmek.
Sözü selâset ve talâkatla eda edemeyip harfleri geri çevirerek konuşmağa sebep olan dilin tutukluğuna denir.
Cerhetmek.
Kötü ve fena şey.
redd-i kelam / redd-i kelâm
Söze itiraz etme, karşılık verme.
reddiye
Bir mes'ele hakkında zıt karşılık. Cevap. Beğenilmeyen bir şeye cevap vermek.
rehn
Bir sebebden dolayı bir şeyi habsetmek, alıkoymak; ödenecek mal karşılığında bir malı, alacaklıda veya başka emin bir kimse elinde emânet bırakmak. İpotek etmek.
rezzak / rezzâk
Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)
Bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.
riayet
İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek.
Uymak, tâbi olmak.
Otlamak veya otlatmak.
Hıfzetmek, korumak.
riba / ribâ
Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir.
Faiz.
Muamelede meşru miktardan tecavüz.
Bir şeyin artması, çoğalması.
Verilen borç para veya mal karşılığında
Fâiz; ödünç vermekte, rehnde (ipotekte) ve alış-verişte, alıcıdan veya vericiden (satıcıdan) birinin ötekine karşılık olarak vermesi şart edilen fazla mal.
riba'l-fadl / ribâ'l-fadl
Ölçü veya tartıyla alınıp satılan şeyleri, kendi cinsleriyle peşin olarak, karşılığı olmayan bir fazlalıkla değişmek.
riba-i fazl
Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla satılması. Meselâ: Bir kilo buğdayı aynı cins bir kilo yüz gramla değiştirmek gibi.
ribe'n-nesie / ribe'n-nesîe
Gecikme ribâsı. Bir cinsten olan iki şeyin birini, diğeri karşılığında veresiye olarak satmak veya başka başka cinslerden olup; ağırlık, hacim veya uzunluk ölçüsüyle yâhut belirli ölçülerde olup, sayıyla alınıp satılan iki şeyi veresiye değişmek. Mik tarlar eşit olsa bile ribâ sayılır.
ric'i talak / ric'î talâk
Geri dönülebilen talâk (boşanma). Zevceye yaklaştıktan sonra sarîh (açık) veya işâretle, üç adedine veya bir ivâza (bedele, karşılığa) bağlı olmaksızın ve beynûnete yâni ayrılığa delâlet eden (gösteren) bir sıfatla sıfatlanmamış ve bir şeye teşbîh ed ilmemiş (benzetilmemiş), gerek sarîh (açık) lafız
rikkat-i cinsiye
Kendi cinsinden olana karşı duyulan acıma hissi.
rukbi / rukbî
İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sâhib olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yâni sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibe.
rükn-i ıraki / rükn-i ırâkî
Kâbe'nin Bağdâd'a karşı olan köşesi.
rükn-i şami / rükn-i şâmî
Kâbe'nin Şam'a karşı olan köşesi.
ruz-i ceza / rûz-i cezâ
İnsanların diriltilip, hesâba çekilerek amellerinin karşılığının verileceği gün; mahşer günü, kıyâmet günü.
ruz-u ceza / rûz-u cezâ / رُوزِ جَزَا
Amellerin karşılıklarının verildiği gün.
sabikun-ı evvelun / sâbikûn-ı evvelûn
Dinlerini muhâfaza için yurtlarından ayrılan, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme son derece bağlılık gösteren muhâcirlerden, iki kıbleye karşı namaz kılmış olanlar veya Bedr gazvesinde (harbinde) bulunanlar veya Hudeybiye'de Bîat-ür-Rıdvân'da bu lunanlar veya hicretten evvel müslüman olanlar yâ
sabir
Tahammül eden, sabreden, bekleyen. Zorluğa karşı göğüs geren, hâlinden şikâyet etmeyip acı ve sızıya katlanan. Belâ ve musibete karşı şikâyet etmeyip Allah'a (C.C.) şükreden.
sadaka
Allahü teâlânın rızâsına niyet ederek ve karşılık beklemeden muhtâc olanlara, fakirlere, hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte, ihsânda bulunma.
Zekât.
Ganîmet.
sadakte
"Doğru söyledin, sâdıksın" mânasına karşısındakine söylenilen söz.
saffeyn
İki sıra.
Muharebede karşılaşan iki taraf.
sahib-i zühd ve takva / sahib-i zühd ve takvâ
Zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse.
sahib-i zuhur
Zuhur sahibi; inkârcılık fikrine karşı ortaya çıkıp insanları hidayete ulaştırmaya vesile olan ve âhirzamanda ortaya çıkması beklenilen.
şahid / şâhid
Şâhidlik eden, görüp bilen. Birinin başkasında hakkının bulunduğunu isbat için şehâdet (şâhidlik) ederim demek sûretiyle hâkimin huzûrunda ve hasmın karşısında haber veren.
sail-i müteannid / sâil-i müteannid
Israrla soru soran; karşı tarafı zora sormak için soru soran.
samite-i meyyite
Ses çıkarmayan ölü.
Hareketsiz.
Haksızlıklar karşısında gayrete gelmeyen, ölü gibi sükût eden.
sarf satışı
Nakd hâlindeki veya işlenmiş altını ve gümüşü birbirleri karşılığında satmaktır.
sarf-ı kuva / sarf-ı kuvâ
Kuvvetlerin geri çevrilmesi, karşı tarafın gücünü etkisiz bırakma.
şarlatan
Yalancı. Yüksekten atarak karşısındakini aldatan. Hayasız.
(Fransızca)
şart edatı
Arapça'da, Türkçe'deki "eğer, şayet, …se, …sa" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılan, kendi başına bir mânâsı olmadığı halde isim ve fiillerle birlikte mânâ kazanan edatlar, in, lev, emma gibi.
se
Kur'an alfabesinin dördüncü harfidir. Ebced hesabında 500 sayısının karşılığıdır.
sebilullah
Allah (C.C.) yolu. Karşılıksız. Allah rızası.
şedidü'ş-sekime / şedîdü'ş-sekîme
Karşı koymaya muktedir, sebatlı ve çok güçlü.
şefakat
Şefkat, acıyarak şefkatle sevmek. Karşılık istemeden merhamet edip acımak, sevmek.
şefi-i ruz-i ceza / şefî-i rûz-i cezâ
Herkesin yaptığı tüm amellerin karşılığını alacağı mahşer gününde, mü'minlere şefaat edecek olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
şefkat
İçten ve karşılıksız merhamet.
Başkasının kederiyle alâkalanmak, acıyarak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, sâfi, ivazsız sevgi beslemek.
Acıyarak karşılıksız sevme.
şefkat-i akraba
Akrabaya karşı duyulan şefkat.
şefkat-i imaniye / şefkat-i imâniye
İmandan gelen ve başkalarına karşı beslenen şefkat ve merhamet.
şehadet / şehâdet
Birinin başkasında hakkı bulunduğunu bildirmek için, hâkim karşısında ve iki hasmın yanında, şehâdet ederim diyerek haber vermek.
Şehîdlik, şehîd olmak.
şekt
Bedel etmek, karşılık vermek.
şekur
Çok şükreden. Allahın (C.C.) lütuflarına karşı pek fazla memnuniyetini, sevincini gösteren. Az şükredene dahi çok nimet veren Allah (C.C.).
selam / selâm
Ayıplardan, âfetten sâlim oluş. Selâmet, emniyet. Sulh. Asâyiş. Bütün korktuklarından emin olma.
Allah'ın (C.C.) rızasına erişmek için mü'minlerin birbirlerine yaptığı dua. Mü'minler birbirleriyle karşılaştıklarında büyük küçüğe; yürüyen durana; azlık çokluğa; hayvan veya vasıta üzer
Esmâ-i hüsnâdan (Allahü teâlânın güzel isimlerinden). Zâtı ayıplardan (kusurlardan), sıfatları noksanlıklardan ve işleri kötülüklerden uzak, temiz olan.
İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Es-selâmü aleyküm" veya "Selâmün aleyküm" yâni dünyâda ve âhirette sel
selamün aleyküm / selâmün aleyküm
İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Ben müslümanım. Benden sana zarar gelmez, selâmettesin. Dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet üzerinize olsun." mânâsına söylenen söz.
semen
Mebî'ye yâni satın alınan şeye karşılık verilen mal veya para.
semen-i müsemma / semen-i müsemmâ
Bâyi' (satıcı) ile müşterinin karşılıklı rızâ ile mebî (mal) için hakîkî kıymetine uygun olsun veya olmasın, tâyin ettikleri yâni uyuştukları bedel.
sened
Kuvvetli olabilecek söz.
Tapu.
Üzerine dayanılacak ve itimad edilecek şey. Mutemed. Melce'.
İki kişi veya çok kimseler arasındaki anlaşmayı tesbit eden ve karşılıklı imzalanan kâğıt, vesika.
şere
Yemeğe karşı çok hırslı.
şeref-i mülaki / şeref-i mülâki
Karşılaşma ve tanışma şerefi.
sevab / sevâb
Hayır. Hayırlı iş. Allah (C.C.) tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı. Allah'ın (C.C.) rızasını kazanmağa mahsus iyi amel.
Hayır, hayırlı iş, Allah tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı.
İyilik ve ibâdet yapana âhirette Allahü teâlâ tarafından verilecek mükâfât, iyi karşılık. Ecir.
sevab-ı a'mal / sevab-ı a'mâl
Amellerin sevabı, karşılığı.
sevap
İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilen mükâfat.
şevk ve cezbe
İlâhî hakikat ve tecellîler karşısında duyulan sevinç ve coşku.
şevk-i nefsani / şevk-i nefsanî
Nefsin helâl olmayan arzularına karşı duyulan istek.
seyda
Efendi, hoca, şeyh, seyyid mânasına talebelerin hocalarına karşı söylediği bir hürmet lâfzıdır.
şeytan
Kovulmuş, uzaklaştırılmış. Kibir ve gurûru sebebiyle Allahü teâlânın "Âdem'e secde ediniz" emrine isyân edip, karşı geldiği için, O'nun rahmetinden uzaklaştırılan varlık, İblis.
seyyiat
(Tekili: Seyyie) Kötülük, günahlar, suçlar. Kötülüğe karşı çekilen sıkıntılar.
siga-i hitap
Karşılıklı konuşma kipi.
şıkak
Ayak yarığı.
Ot.
Muhalefet etmek, karşı gelmek.
şıkk-ı muhalif / şıkk-ı muhâlif / شِقِّ مُخَالِفْ
Aksi taraf. Bir fikrin başka zıt ciheti, karşı tarafı.
Karşıt görüş.
Karşı taraf.
sıle
Bir şâire, yazdığı medhiye karşılığı olarak verilen para.
şirrib
Şaraba karşı hırsı olan.
sistem
Bir bütün meydana getirecek şekilde, karşılıklı olarak birbirine bağlı unsurların hepsi.
(Fransızca)
İlimde bir bütün meydana getirecek esasların hepsi.
(Fransızca)
Bir nizâm dâiresinde çalışan takım.
(Fransızca)
Proğramlı çalışmak.
(Fransızca)
Manzume.
(Fransızca)
sosyal adalet / sosyal adâlet
Herkesin, bilgi ve kâbiliyeti ve gördüğü iş nisbetinde çalıştığının karşılığını alması, başkaları tarafından sömürülmemesi.
su'ban
(Çoğulu: Saâbin) Büyük yılan. Ejderha.
Koz: Semanın kuzey yarım küresinde bulunan Tinnîn Burcu'nun çevirdiği büyük kavisin ortasında ve küçük ayı dörtgeninin tam karşısında bulunan en parlak yıldız. (Alpha Draco)
sübhanallah
Cenab-ı Hakk'ın mahlukatı ve eserleri karşısında duyulan hayret ve taaccübü ifade etmek için söylenir. Cenab-ı Hakkın zâtında, sıfâtında ve ef'alinde bütün kusurlardan münezzehiyetini ifade eder.
şükm
Ücret, ivaz. Cezâ. Karşılık. Amelin ücreti.
şükr
(Tekili: Şükür) Allah'ın (C) nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür.
Verilen nîmetleri yerli yerinde kullanma. Allahü teâlâya, verdiği nîmetlerle isyân etmeme. Nîmetleri kullanırken sâhibini unutmama. Görülen iyiliğe karşı teşekkür. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyma.
Şükür, nimete karşı memnuniyetini gösterme.
şükr-ü mutlak
Allah'a karşı sınırsız minnet duyma, teşekkür etme.
şükretme
Nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah'a teşekkür etme.
şükretmek
Allah'ın (c.c.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek; Allah'a teşekkür etmek.
şükür
Şükr, nimete karşı memnunluk göstermek.
Allah'a karşı minnet duyma, teşekkür etme.
şükür etmek
Allah'a karşı minnet duymak, teşekkür etmek.
süreyya
Ülker (Pervin) yıldızı. Yedi (veya altı) yıldızlardır ki; ikişer ikişer karşılıklı dururlar ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünürler. Gerdanlığa benzemesinden Felekiyâtta "Ikd-ı Süreyya" tabir edilir.
sutur-u kainat-ı dehr / sutur-u kâinat-ı dehr
Kâinatın her biri asırlara karşılık gelen satırları, kâinat zamanlarının satırları.
şüzuz
(Şâzz. dan) Kaide ve kanun dışı kalmak. Yalnız kalmak.
Karşı olmak, muhalif olmak.
ta'biye
Askerleri bir arazide düşmana karşı tam tedbir ve nizam üzere yerleştirme.
Muharebe toplarının yeri, istihkâm parçası.
Muvaffakiyet için kullanılan vâsıtalar. ("Tabya" yanlıştır)
ta'kibat / ta'kibât
Suç işleyene karşı harekete geçmek ve suçluluk derecesini araştırmak.
ta'viz
Bedel, bir şey vermek. Karşılık, bedel göstermek.
Değiştirmek.
ta'vizat / ta'vizât
(Tekili: Ta'viz) Karşılık olarak verilen şeyler. Ödünç verilen para.
ta'vizen
Karşılık olarak, karşılık alınmak suretiyle. Gelecekte gelirinden kesilmek şartıyla.
taarrüf
Karşılıklı anlaşma, tanışma.
Bir şeyi herkesin bilmesi.
Kendini hünerleriyle tanıttırma.
taarrus
(Çoğulu: Taarrusât) Kocanın, karısına karşı sevgisini göstermesi.
taarüf
Karşılıklı tanışma, birbirini tanıma.
taavvuz
(İvaz. dan) Bedel almak. Bir şeye karşılık almak.
Bir şey karşılığı olarak alınmak.
tabiat tağutları / tabiat tâğutları
Tabiat putları; insanları Allah'a karşı isyana sevk eden tabiattaki her şey.
tabiat-ı masiyet / tabiat-ı mâsiyet
Günahın tabiatı, doğası; Allah'a karşı yapılan isyankârlığın ve günahın temel özellikleri, yapısı.
tabldot
Lokanta, okul ve otellerde belli bir miktar para karşılığında verilen belirli çeşitlerden ibaret bir öğün yemek.
(Fransızca)
tagut
İnsanları Allah'a (C.C.) karşı isyana sevkeden. İsyankâr.
Her bâtıl mâbud.
Şeytan.
İslâmiyetten önce Kâbe'deki putlardan birinin ismi.
tağut / tâğût
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına karşı gelen ve ibâdetten alıkoyan şeytânî varlık ve güçler.
tahabbüb
Karşılıklı sevgi gösterme.
tahacüz
Men'edişmek, karşılıklı engel olmak.
tahadd
Muhalefet edişmek, birbirine karşı gelmek.
tahaddi mu'cizesi
Cenab-ı Hakk'ın, Resülüne inzal ettiği Kur'anın şeksiz, şüphesiz bir mu'cize-i ebediye olduğunu sarahaten göstermek için, şüphesi olanlara karşı "Kur'an'ın mislini ve nazirini yapın" diye meydan okuması.
tahdis-i nimet
Cenab-ı Hakk'a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadiyle nâil olduğu nimeti anlatmak, onunla sevincini ve şükrünü bildirmek.
tahkimat / tahkimât
Bir yeri düşmanın hücumuna karşı savunmak maksadıyla yapılmış düzenlemeler ve tesisler.
Ask: Bir yeri düşmanın hücumuna karşı sağlamlaştırmak.
takas
Vereceğini alacağına karşılık tutmak suretiyle ödeşmek, sayışmak, değişmek.
Karşılıklı değişme.
talak-ı ric'i / talâk-ı ric'î
Geri dönülebilen talâk. Zevceye yaklaştıktan sonra, sarîh (açık) veya işâretle, üç adedine veya bir ivaza (bedele, karşılığa) bağlı olmaksızın ve beynûnete yâni ayrılığa delâlet eden (gösteren) bir sıfatla sıfatlanmamış ve bir şeye teşbîh edilmemiş (benzetilmemiş), gerek sarîh (açık), gerekse talâk-
talha bin ubeydullah
(R.A.) : Aşere-i mübeşşeredendir. Çok muharebelere iştirak etti, fedakârlığı büyüktü. Peygamberimiz (A.S.M.) ile muharebede iken kılıç darbesine karşı kolunu gerer ve onu muhafazaya çalışırdı, kendisinden ziyade Hz. Peygamber'i (A.S.M.) muhafazaya azmederdi. Kolu bu yüzden sakatlandı. Hz. Ali (R.A.)
taraf-ı muhalif
Karşıt taraf.
tarafeyn
İki taraf, davada, karşılıklı iki hasım, her iki taraf.
İki taraf. İki nihayet.
Dâvada karşılıklı iki hasım. Her iki taraf.
tarik-i aczmendi / tarik-i aczmendî
Cenâb-ı Hakka karşı âcizliğini ve fakirliğini hissetme ve bunu bildirme yolu.
tarz-ı mükaleme / tarz-ı mükâleme
Karşılıklı konuşma tarzı.
tas'ir
Kibirlenmekten dolayı karşısındakinin yüzüne bakmayıp, yüzünü çevirmek.
tasavül
Karşılıklı hamle etmek.
tatavül
Uzun olmak.
Büyüklenmek, kibirlenmek.
Birbirine muhalefet etmek, karşı gelmek.
tatbik
Yakıştırmak. Yerine getirmek.
Karşılaştırmak.
Bir kaide, kanun veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek.
Benzetme, uydurma.
taviz / tâviz
Karşılık, bedel.
tavtiş
Karşılıklı olarak reddetmek.
tazmin / tazmîn / تضمين
Zararı karşılama.
Zarar ödeme, tazminat verme, zarar karşılama.
(Arapça)
Bir başka şaire ait beyti sahibinin adını da bildirerek kendi şiirinde kullanma.
(Arapça)
Tazmîn edilmek:
Tazminat verilmek, zarar karşılanmak.
(Arapça)
Tazmîn etmek:
(Arapça)
tazminat / tazminât
Maddî veya mânevî zarara karşılık ödetilen maddî bedel, mal.
(Tekili: Tazmin) Zarar ve ziyana karşı ödenen bedeller.
Zararların bedellerini ödetme.
Zarara karşılık verilen para.
te'bin
Ölmüş bir kimsenin iyiliklerini hatırlayıp söyleme.
Bir kimseyi yüzüne karşı ayıplama.
teadud
(Adud. dan) Kol kola girme.
Birbirini tutma. Karşılıklı yardımda bulunma. Birbirine yardım etme.
teakub / teâkub / تعاقب
Birbirini izleme.
(Arapça)
Teâkub etmek:
Birbirini izlemek.
(Arapça)
Teâkud etmek:
Karşılıklı akitleşmek.
(Arapça)
tearuz / teâruz / تعارض
İki kişi arasındaki zıddıyet. Karşıtlık.
Çatışma.
Karşılıklı zıtlık, çelişme.
(Arapça)
Teâruz etmek:
Çelişmek.
(Arapça)
teassi
Muhalefet etmek, karşı gelmek.
Sopayla vurmak, asâ ile darbetmek.
teati
Karşılıklı alıp vermek.
Bir şeye el uzatıp almak. Hakkı olmayan şeye el uzatmak.
Fık: Pazarlıksız ve konuşmadan fiilen vâki olan mal alış verişi.
teatufat / teatufât
(Tekili: Teâtuf) Karşılıklı sevgiler.
tebadül
Birbirinin yerine geçmek. Karşılıklı değişmek. Trampa.
tebahi
Övünme, tefahur.
Muharebe edişmek, karşılıklı dövüşmek.
teberru
Bağış, bir malın veya paranın karşılıksız olarak verilmesi.
teberru etmek
Bağışlamak, karşılıksız olarak vermek.
teberru'
Bir kimsenin, mecbur ve mükellef (yükümlü) olmadan, herhangi bir şeyi kendi rızâsı ile karşılıksız olarak birisine onun mülkü olacak şekilde vermesi.
Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak.
tebuk gazvesi
Hicretin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Şam'da bulunan Rumlar tarafından o civarın halkı, müslümanlara karşı ayaklandırıldığı Peygamberimiz tarafından duyulduğunda, onlara karşı asker hazırlayarak Tebuk'e gitmiş ve oranın ileri gelenleri Peygamberimize gelerek barışa çalışmışlardır. Tebuk'te on
tecavüb
Cevaplaşma. Karşılıklı cevap verme.
tecazüb / tecâzüb
Birbirine karşı duyulan yakınlık.
İncizab etme. Çekme.
Karşılıklı çekicilik.
tecelli-i hassa / tecellî-i hâssa
Hususî tecellî, Cenâb-ı Hakkın seçkin kullarına veya dilediği mahlukuna karşı hususî yardımının görünmesi.
tedafü / tedâfü
Birbirine karşı savunma vaziyeti alma.
tedahük
Karşılıklı gülüşme.
tedavür
Sıra ile yapmak, bir şeyi karşılıklı yapmak.
tedbir ve tedvir etmek
Çekip çevirmek, idare etmek, ihtiyaçlarını karşılamak.
tedbir-i menzil / tedbîr-i menzil
İnsanın çoluk-çocuğuna karşı hareketlerinin nasıl olacağı ve ev idâresi ile ilgili husûslardan bahseden ilim.
tederrü'
Birbirine muhâlefet etmek, birbirine karşı gelmek.
tefaküh
(Fâkihe. den) Birbirlerine karşılıklı yemiş atma.
Mc: Şakalaşma.
tegabün
(Gabn. dan) Karşılıklı aldatma. Aldanma veya aldanmanın zuhuru.
tegayüz
(Çoğulu: Tegayüzât) Karşılıklı olarak kızışıp öfkelenme.
tehabbüb / tehâbbüb
Karşılıklı sevme.
tehatub
(Hatb. dan) Hitablaşma. Karşılıklı birbirine hitab etme.
tekabül / تقابل
Karşılıklı olma. Bir şeyin karşılığı olma. Yüzleşme. Karşılık olma. Karşılama.
Tezat.
Birbirine karşılık olma, bir ayna gibi karşısında olma.
Karşılıklı olma.
Karşılıklı olma, bir şeyin karşılığı olma, yüzleşme, karşılık olma, karşılama.
Karşılama.
(Arapça)
Tekabül etmek:
Karşılamak.
(Arapça)
tekabül edecek
Karşılığı olacak, yerini tutacak.
tekaüd
Oturma. Fârig olma.
Karşılıklı oturma.
Emeklilik.
tekaz
Birbiriyle ödeşme.
Karşılaştırma.
telafi / telâfî / تلافى
Eksik olan bir şeyin yerini doldurmak. Tamamlamak.
Ziyanı karşılamak. Zararı ödemek.
Zarar karşılama.
(Arapça)
telakki
Karşılamak. Almak. Kabul etmek.
Şahsi anlayış ve görüş.
telakki-i bi-l-kabul
Kabul ile karşılamak, kabul etmek.
telakki-i bilkabul / telâkki-i bilkabul
Kabul ile karşılama.
telaun
Birbirine karşılıklı lânet okuma.
telazum / telâzum
Karşılıklı gerektirme, birbirini gerekli kılma.
telkin / telkîn
Definden sonra meyyitin (vefât edenin) yüzüne karşı ayakta durarak okunan, kabir suâllerini ve cevaplarını bildiren sözler.
temasül / temâsül
Birbirinin aynısı olma, karşılıklı benzeyiş.
temerrüd
İnat, karşı gelme.
temerrüd-ü irtidadi / temerrüd-ü irtidadî
Dinden çıkıp dine karşı direniş göstermek.
tenafür / tenâfür
Karşılıklı nefret.
tenasi
Birbirinin nâsıyesine yapışmak.
Birbiri karşısına düşmek.
tenasur
Yardımlaşma. Karşılıklı yardım etme.
Haberler birbirini tasdik eylemek.
tenazur
Birbirine karşı olmak. Simetri hâli.
Bakışmak. Bir iş hususunda birbirine bakmak.
tenezzül
(Çoğulu: Tenezzülât) İnme, düşme. Aşağılama.
Gönül alçaklığı. Karşısındakinin seviyesine göre tevâzu ile konuşmak.
Yavaş yavaş inmek. Mekânını yukarıdan aşağıya nakletmek.
terahün
Karşılıklı olarak rehin vermek.
terakus
Karşılıklı olarak oynaşıp raksetme.
terami
Oklaşmak, karşılıklı olarak ok atışmak.
terdid
Geri çevirmek, geriletmek.
Edb: Karşısındakini merakta bırakacak ve neticeyi sezdirmeyecek şekilde söz etmek.
İki ihtimâlle fikir anlatmak. Muhatabın beklemediği bir surette sözü bitirerek söze kuvvet vermek.
tereccuh bila müreccih / tereccuh bilâ müreccih
Bir şeyin kendi zâtında diğer şeye karşı bir üstünlük vasfı olmadığı hâlde, hiç sebebsiz üstün bulunması ki; böyle bir hal imkânsızdır, muhaldir.
tertibat / tertibât
(Tekili: Tertib) Düzen, düzenleme.
Karşılayıcı hazırlıklar.
tervic
Revaç vermek. Değerini arttırmak.
Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli kılmak.
teşabür
Birbiriyle karışlarını ölçmek.
Kavga etmek için birbirine karşı gelmek.
tesakutan
Ardı ardına düşerek. Karşılıklı düşürmek suretiyle.
tesanüd
Karşılıklı yardımlaşma. Birbirine istinad etme.
teşekkür
Yapılan iyilikten memnun kalındığını bildirmek için söylenen şükür ifadesi.
Şükür etmek.
Birisine karşı "Sağ ol, var ol, ömrüne bereket" gibi söylenen minnet sözleri.
teslim
Bir emâneti verme.
Kabul etme.
Doğru ve haklı bulma.
Selâmetle dua etme.
Karşısındakinin hükmü altına girme.
Kendini Allah'ın takdirine terketme, emri altına girme.
Belâ ve âfetten korunur olma.
Bir şeyi, yeni sâhibine verme.
Da
teşmiyet
Aksırana karşı hayır ve bereketle duâ etmek. (Yerhamükümullâh: Allah size merhamet ve rahmet ihsan etsin) meâlinde dua etmek.
tesvib
Sevab vermek demektir. Sevab da ceza gibi, hayır veya şer herhangi bir şeyin karşılığıdır. Sevab, hayırda meşhur olmuştur. Lisanımızda da ceza, şerde kullanılmıştır.
tevacüh
(Vech. den) Yüz yüze olma. Karşı karşıya gelme.
tevazün
Denklik. Müvâzene hâsıl olmak. Aynı tartıda olmak. Karşılıklı iki taraf da vezinde müsâvi olmak. Denkleşmek.
teve'ur
Bir şeyin güçlenerek halli ve yenilmesi müşkil olması.
Bir hususta çetin zorlukla karşılaşmak.
Konuşanın çapraşık söylemesinden ve anlaşılmadığından dolayı, dinleyenin hayrette kalması.
tezahüf
Muharebede iki taraf askerlerinin karşılaşıp çatışması.
timar / timâr
Osmanlı Devleti'nin geçimlerine ve hizmetlerine âit masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerde kendi nâm ve hesaplarına tahsîl selâhiyeti ile birlikte tahsîs etmiş olduğu vergi kaynaklarına verilen isim. Dirlik.
tücah
(Tecâh-Ticâh) Karşı taraf, karşı yön.
tugyan
Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık.
Kan galebe etmesi hali.
Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak.
Su baskını.
tul-ü emel / tûl-ü emel
Dünya hayatının kısa ve geçiciliğine rağmen devamlı yaşayacakmış gibi dünyaya ait işlere karşı gösterilen aşırı arzu, istek.
ücret / اجرت
İşin karşılığı.
Bir iş, hizmet, bir şeyden faydalanma veya satılan bir şey karşılığında verilen para veya mal, karşılık.
Hizmet karşılığı verilen şey.
Hizmet karşılığında verilen para.
(Arapça)
uhuvvetkarane / uhuvvetkârane
Kardeşçesine, kardeş gibi olarak. Birlik, beraberlik ve karşılıklı sevgi ile.
(Farsça)
ulemaü's-su / ulemâü's-sû
Kötü âlimler; geçici menfaatlar veya baskılar karşısında hakikatları gizleyen ve gerçekleri çarpıtan âlimler.
umale
Bir işçinin, işi karşılığında aldığı ücret.
üss
Esas, asıl. Kök, temel.
Askerlikte herhangi bir düşman hücumuna karşı esas dayanak olmak üzere önceden hazırlanmış yer.
Harb gemilerinin, noksanlıklarını tamamladıkları yer.
Mat: Bir sayının hangi kuvvete çıkarıldığını gösteren sayı.
va'd
Söz verme, söz verilen şey.
Allahü teâlânın; emirlerini yerine getirenleri çeşitli nîmetlerle mükâfâtlandıracağını, karşı gelenleri ise, azâb ile cezâlandıracağını bildirmesi, söz vermesi. Buna va'd-ı ilâhî de denir.
Bir kimsenin, başka birisine bir husûsta söz vermesi.
vahdetü'ş-şühud
İlâhi tecellilerin karşısında Allah'tan başka bir şeyin görülmemesi ve Allah'tan başka herşeyin unutkanlık perdesiyle örtülmesi.
vahibü'l-a'mal ve'l-amal / vâhibü'l-a'mâl ve'l-âmâl
Amellerin ve emellerin karşılığını veren Allah.
vakfetmek
Fık: Bir malı veya bir şeyi bir işe bağlayıp o yolda devamlı kılmak.
Bir şeyi karşılıksız olarak Allah yoluna vermek.
vav
Kur'an alfabesinde sondan üçüncü harftir. Ebced hesabında 6 sayısının karşılığıdır.
vazife-i rabbaniye / vazife-i rabbâniye
Her şeyin Rabbi olan Allah'a karşı yapılan görev.
vech
(Vecih) Yüz, çehre, surat.
Tarz, üslub.
Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe.
Tarih.
Suret.
Sebeb.
Bir şeyin nefsi ve zatı.
Semt. Cihet.
Münasebet.
vehhab / vehhâb
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden), mahlûkâtına (yarattıklarına) ihsân hazînelerinden karşılıksız veren Allahü teâlâ.
velvele-i istiğrab
Garip karşılayarak bağırma, hayret feryadı.
vesen
Put. Müşriklerin taptıkları suret. Karşısında ibadet edilen heykel.
veyl
Vay hâline, yazıklar olsun.
Bir kimse veya topluluğun işledikleri kötülükler sebebiyle karşılaşacakları azâbı, kötü hâlleri ve acınacak bir hâlde bulunduklarını ifâde eden bir söz.
Cehennem'de bir vâdinin adı.
vicahen / vicâhen / وجاها
Yüzüne karşı. Yüz yüze gelerek.
Yüzleşerek, yüzüne karşı.
(Arapça)
vicahi / vicahî
(Vicahiyye) Yüzyüze olan, karşılıklı olan.
yed-i beyza-i musa / yed-i beyzâ-i mûsâ
Hz. Mûsâ'nın beyaz ve parlak eli Hz. Mûsâ'nın firavuna karşı, mu'cize olarak nurlu görünen parlak eli.
yuda / yûda
Hz. İsâ'yı (a.s.) 30 tane gümüş madeni karşılığında ele veren kişidir.
yuh
(Yuhâ) Güneşin isimlerindendir.
Türkçede, birisine karşı hakaret için söylenen kelimedir. Kalabalıkla haykırılan hakaret kelimesidir. Buna "yuha çekmek" denir.
zabıt
Mahkeme, meclis gibi yerlerde söylenenlerin olduğu gibi yazılmışı.
Alâkalılarca yazılarak karşılıklı imzalanan, karşılıklı anlaşmayı bildiren yazı.
Yazı varakası.
Birçok kimselerce imzalanan rapor.
zahf
(Çoğulu: Zuhuf) Ayaklarını sürüyerek yürüme. Sürünerek yürüme.
(Çocuk) emekleme.
Askerin, düşmana karşı emekliyerek ilerlemesi.
zaman
Kefil olma, kefillik. Bir şeyin mislini veya değerini vermek üzere zarara karşı kefil olma, garanti.
zat-ı rahman ve rahim / zât-ı rahmân ve rahîm
Kullarına karşı sınırsız rahmeti olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.
zat-ı rahman-ı rahim / zât-ı rahmân-ı rahîm
Kullarına karşı özel rahmet ve şefkat tecellîleri olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allah.
zemzem
Kâbe-i muazzamanın Hacer-ül-esved köşesi karşısındaki kuyudan çıkan mübârek su.
zemzem kuyusu
Kâbe-i muazzamanın Hacer-i esved köşesi karşısında bulunan, mübârek suyun çıktığı kuyu.
zıd
Ters, karşıt, zıt.
zıdd / ضد
Zıt, karşıt.
(Arapça)
zıddiyyet / ضدیت
Zıtlık, karşıtlık.
(Arapça)
zıhar
İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.
Karşılıklı yardımlaşmak.
Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karıs
zıman
Zarar ve ziyana karşılık verilen bedel.
zırar
Karşılıklı zarar vermek.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
silsile-i tefekkür
mütehabb
huzzan
hurt
pelle
FİKR-İ MİLLİYET
fem
Feth-i Mübin
mihnet
TÂlût
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
karşı
humbaracı
Buharlaşma
GÜÇLÜ KUVVETLİ
huzurlu
Çeviri
İstiğfar
dîne uyma
reng
hayet