Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
karı
ifadesini içeren
1218
kelime bulundu...
ma-icari / mâ-icârî
Akar su. Devamlı akmakta olan ve üzerinde herhangi bir pisliğin durması mümkün olmayan çay, dere, ırmak, nehir veya yer altından çıkarılan artezyen suları. Bir saman çöpünü götüren su, akar su sayılır.
a'zeb
Karısı olmayan erkek.
abs
Karıştırmak, halt.
Güneşte keş kurutmak.
acaiz
(Tekili: Acuze) Kocakarılar. İhtiyar kadınlar.
açar
İştah açmaya yarayan turşu v.s.
(Farsça)
İnişli yokuşlu yer.
(Farsça)
Karıştırılmış, birleştirilmiş.
(Farsça)
acuz / acûz / عجوز
Çok yaşlı kadın. Kocakarı.
Kılıç.
Şarap.
Sırtlan.
Kocakarı.
(Arapça)
Cadı.
(Arapça)
acuze / acûze / عجوزه
Güçsüz kocakarı.
Kocakarı.
(Arapça)
Cadı.
(Arapça)
acuze-i şemta
Saçı ağarmış kocakarı.
aczalud / aczâlûd
Güçsüzlükle karışık.
adem-alud / adem-âlûd
Yoklukla karışık.
adem-i iltibas
Herhangi bir karıştırma hâlinin olmaması.
adem-i müdahale / adem-i müdâhale
Karışmamazlık.
ademalud / ademâlûd
Yoklukla karışık.
adette bid'at / âdette bid'at
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve dört halîfesi zamânında olmayıp, ibâdet etmek ve sevâb kazanmak niyyeti ve kasdı olmaksızın sonradan meydana çıkarılan şeyler.
adgas / adgâs
(Tekili: Dags) Desteler, demetler.
Karışık rüyalar.
Karışık söylentiler.
adgasu ahlam / adgâsu ahlâm
Karışık rüyâlar. Tâbire değmeyen rüyâlar.
adrenalin
Tıb: Böbrek üstü salgısından çıkarılan bir hormon. Sentetik olarak da yapılır. Damar daraltmak ve kanamayı önlemekte kullanılır.
(Fransızca)
aforoz
R. Papa tarafından bir Hıristiyanın kiliseden çıkarılması, dinden hariç addolunması.
ağda
Bir kapta karıştırılıp pişirilerek koyulaşmış ve lüzucet kazanmış her nevi şeker vesaire.
agmak
Yukarı kalkmak, yükselmek, yukarıya meyletmek.
Buhar olup yukarı kalkmak, buharlaşmak.
ahd ü misak / ahd ü mîsâk
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini (neslini) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurduğunda onların; "Evet, sen Rabbimizsin!" diye söz vermeleri.
ahker
Ateşli kül, kül ile karışık ince kor.
(Farsça)
ahlam / ahlâm / احلام
"Hulm"ün çoğulu, karışık rüyalar.
Karmakarışık rüyalar.
(Arapça)
Düşazmalar.
(Arapça)
ahlat
(Tekili: Hılt) Çok karıştırılabilir, karıştırılmağa elverişli.
ahte / âhte / آخته
Dışarı çıkarılmış, dışarı çekilmiş. (kılıç, bıçak gibi..)
(Farsça)
Husyesi çıkarılmış hayvan.
(Farsça)
İğdiş edilmiş.
(Farsça)
Kınından çıkarılmış.
(Farsça)
aile / âile / عائله
Erkeğin karısı.
Ev halkı.
Akraba.
Aynı işte olan, aynı gaye için çalışanların hepsi.
Aile.
(Arapça)
Eş, karı.
(Arapça)
akarib
(Bak: Ekarib)
akifan
Uzun ayaklı karınca.
Araptan bir kabile adı.
akilet-ül ekbad / âkilet-ül ekbâd
Ciğerler yiyen kadın.
Uhud harbinde şehid olan Hz. Hamza'nın (R.A.) göğsünü yararak ciğerlerini yiyen Ebu Süfyanın karısı Hind.
akran
(Tekili: Karin) Birbirlerine derece, sınıf, liyâkat ciheti ile benzeyenler. Mümâsil. Emsal.
akrostiş
yun. Edb: Mısraların ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru okununca manalı bir kelime veya has isim çıkacak şekilde düzenlenmiş manzume.
akrüb
(Tekili: Karib) Sandallar.
aks
Karıştırmak.
Bir ağaç cinsi.
alavere
Vapurlara kömür vermek için bordaya kurulan kademeli iskele.
Tulumbanın basıp emme suretiyle işlemesi.
Herc ü merc. Karışıklık, kargaşalık.
Bir şeyin elden ele verilerek veya atılarak aktarılması.
albora
İtl. (Denizcilik) Serenlerin, direklerin üzerine kaldırılıp bağlanması.
Floka küreklerinin, selâmlamak için yukarı kaldırılması.
Dalyanlarda ağın yukarı alınması ile balığın toplanması.
ales
Bir cins buğday ki bir kabuk içinde iki tane olur.
Buğday arasında biten çavdar ve mercimek.
Büyük kene.
Bir nevi karınca.
Katı, sağlam nesne.
alettahmin
Aşağı yukarı, tahminen.
alizarin
Eskiden kök boyası denilen bitkiden çıkarılırken, şimdi kimya usulleriyle hazırlanan boya maddesi.
(Fransızca)
als
Karıştırmak.
alud / âlûd
(Alude) Karışmış, karışık, mülevves. Bulaşmış.
(Farsça)
Bulaşık, karışık.
alude / âlûde
Bulaşmış, karışmış.
Karışık.
amar
Hesap.
(Farsça)
Araştırma.
(Farsça)
Tıb: Karında su toplanma hastalığı.
(Farsça)
amelehu
"Tarafından yapıldı." mânâsına gelir ve bir sanat eserinde san'atkârın imzasından önce yazılır.
amig
Karışık.
(Farsça)
Hakikat.
(Farsça)
Mc: Çiftleşme.
(Farsça)
amihte / âmîhte / آميخته
Karışmış, karışık.
(Farsça)
Karışık, karışmış.
(Arapça)
amihte-gi / amihte-gî
Karışmış olma.
(Farsça)
amije
Şair.
(Farsça)
Karışmış, karışık.
(Farsça)
amiz / âmiz
Karışık, karışmış. (Âmihten) mastarından imtizaç etmek, karıştırmak mânasındadır.
(Farsça)
amudi / amudî
Yukarıdan aşağıya dikey olarak. Direk gibi yukarıdan aşağıya düz ve şakulünde olarak.
anarşi
Karışıklık, kargaşalık, düzensizlik.
anarşilik
Karışıklık, kanunsuzluk.
anarşist
Anarşi taraftarı. Anarşi ve karışıklık çıkaran.
anifen / ânifen / آنفا
Yukarıda.
Az önce, biraz evvel.
Az önce, demin.
(Arapça)
Yukarıda.
(Arapça)
arafat
Mekkenin 16 kilometre doğusunda Hacıların arefe günü toplandıkları tepe ve bunun eteğindeki ova. Tepenin diğer bir adı Cebel-ür Rahme (Rahmet dağı)dır. Adem (A.S.) ile Havva anamız Cennet'ten çıkarıldıktan sonra burada bir araya geldiler. İbrahim Peygamber (A.S.) Cebrail ile burada konuştu. Hz. Muha
ararot
Ufak çocuklara yedirilen besleyici bir cins nişasta ki, Amerika'da hasıl olan bir kökten çıkarılır.
aric / âric
(Uruc. dan) Yukarı çıkıp yükselen. Çıkıp inen. Uruc eden.
Topal, aksak, noksan.
arşi ve süllemi / arşî ve süllemî
Devir ve teselsülü inkâr maksadıyla yukarıya doğru gittikçe daralan ve tek bir yaratıcının varlığına dayanan mantıkî delil.
asced
Halis, karışıksız altın.
aşevsec
Büyük karınlı iri deve.
asime-sar / asime-sâr
Kafası karışık.
(Farsça)
asir
Karmakarışık.
Bitişik komşu.
asliyyet
Asl'ın hususiyeti ve hâli. Hususilik, mümtaziyet, seçkinlik.
Başka şeyler karışmamış olan bir şeyin ilk hali.
aşub / aşûb / âşûb / آشوب
Karıştırıcı, karıştıran mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
Kargaşa.
(Farsça)
Karıştırıcı.
(Farsça)
aşub-engiz / aşûb-engiz
Karışıklığa medar olan, kargaşalığa sebebiyet veren.
(Farsça)
aşub-gah / aşûb-gâh
Gürültülü patırtılı yer. Kargaşalık ve karışıklık yeri.
(Farsça)
aşure / âşure
Bir çok meyve ve hububat karıştırılarak pişirilen tatlı; derleme, karışık.
atik
Berrak, saf, temiz, karışmamış, değerli.
azba'
(Tekili: Zab') Kolun yukarı kısmı, dirseğin üst tarafı.
ba'c
Karına dürtmek, karın yarmak.
ba'l
(Çoğulu: Buûl) Cahiliyet devrine mahsus bir put. Güneş Tanrısı.
Karıkocadan herbiri.
Yılda bir kez yağmur yağan yüksek yer.
Hayret.
Zaaf, zayıflık.
ba'le
Erkeğin karısı, zevce.
ba'seret
Dikkatle teftiş etme.
Keşif ve istihrac etme.
Perâkende edip dağıtma.
İnkılâb. Karıştırma. Bulandırma.
Meydana çıkma.
Kirli leke.
babilik / bâbîlik
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İran'da el-Bâb Ali Muhammed isminde bir acem tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Kendisinin Mehdî olduğunu iddiâ eden, beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyleyen Ali Muhammed'e el-Bab, onun yoluna da Bâbîlik denildi. Daha sonra Behâîlik adıyla de
bahar
Güzellik.
Güzel.
Papatya.
Ölçek.
Put, sanem.
Atılmış pamuk.
Tarçın, karanfil ve karabiber gibi güzel kokulu ve ısıtıcı tohumlar ki, bazı yiyecek ve içeceklere de karıştırılır.
Sığır gözü.
İyi kokulu bir sarı çiçek.
bakara suresi / bakara sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 2. Sûresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. (Bu sûre, Mûsâ Aleyhisselâm'ın risâleti ile o milletin seciyelerine girmiş olan bakarperestlik mefküresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile anlatır ve şu cüz'i hadise ile beşerin dünyevî menfaatlarına en çok vesile olan ş
bal / bâl
Kanat.
(Farsça)
Kol, pazu.
(Farsça)
Kol, cenah.
(Farsça)
Üst, yukarı.
(Farsça)
Boybos, endam.
(Farsça)
bala / bâlâ / بالا
Yüksek. Yukarı. Yüce. Yüksek kat.
(Farsça)
Yüksek, yukarı.
Yukarı, üst.
(Farsça)
Boy.
(Farsça)
balanişin
Üstte, yukarıda oturan.
(Farsça)
balgam
Solunum yolları tarafından salgılanan ve ağızdan dışarı atılan sümük, irin ve kan karışımı maddedir.
Eskiden bedende bulunduğu sanılan dört unsurdan biri.
batın / بطن / بَطِنْ
Mide, karın.
Karın.
(Arapça)
Kuşak, nesil.
(Arapça)
Karın.
batn / بطن
Karın, nesil.
Karın, mide.
Karın, kuşak, nesil.
İç, karın, insanın içi. Mide.
Soy, nesil.
Birbirlerine hısımlığı pek yakın olmayan küçük kabile.
Karın.
(Arapça)
Kuşak, nesil.
(Arapça)
bazar
Alış-veriş. Ahz ü itâ.
(Farsça)
Alış-veriş yeri. Pazar. Üstü açık yer ki, hergün veya belirli günlerde herkes satacağını oraya çıkarıp pazarlıkla veya açık artırmayla satar.
(Farsça)
Fiat kararlaştırılıp alış-verişte uyuşmak için yapılan konuşma veya çekişme, pazarlık.
(Farsça)
behm
Çok siyah olan şey. Rengi başka renkle karışık olmayan nesne.
bekaalud / bekââlûd
Kalıcılıkla karışık.
bekale
Yağla karışmış keş.
Karıştırmak.
bekile
Yağla karışmış keş.
bekl
Karıştırmak, halt.
bel'as
Büyük karınlı dişi deve.
bendeniz
"Hizmetkârınız" anlamında saygı ifadesi.
benzol
Benzin ve toluen karışımı bir akaryakıt.
ber
Üzere, üzerine, yukarı mânasına (ve Arabçadaki "Alâ" yerine edat-ı isti'lâdır)
(Farsça)
Göğüs, sine, bağır, sadır.
(Farsça)
Fayda.
(Farsça)
Hamil.
(Farsça)
Hıfz.
(Farsça)
Yan.
(Farsça)
Taraf.
(Farsça)
Nâkil. Götürücü.
(Farsça)
Meyve.
(Farsça)
Yaprak. Varak.
(Farsça)
Meme.
(Farsça)
Genç kadın.
(Farsça)
E
(Farsça)
"Üzeri, üzerine, yukarı" mânâsında ön ek.
ber-endaz
Bir yana atan. Yukarı kaldırıp atan.
(Farsça)
ber-vech-i bala / ber-vech-i bâlâ
Yukarıda olduğu gibi.
berahide
Yola çıkarılmış, gönderilmiş.
(Farsça)
berahihte
Daha ziyade silâh hakkında kullanılan bir tâbirdir. Çıkarılmış, çekilmiş mânâlarına gelir.
(Farsça)
berd-ül acuz / berd-ül acûz
Kocakarı soğuğu. (Rûmi şubatın 26'sında başlar ve 7 gün şiddetle devâm eder.)
berdar
Asılmış, yukarı kaldırılmış.
(Farsça)
Tutucu. İtaat edici ve ettirici.
(Farsça)
Meyveli. Meyve verici olan.
(Farsça)
berdaşte
Yükseğe kaldırılmış, yukarı çıkarılmış.
(Farsça)
berdülacuz / بردالعجوز
Kocakarı soğuğu.
(Arapça)
berendahte
Yükseğe çıkarılmış, üste çıkarılmış. Yükseğe kaldırılmış.
(Farsça)
bergamot
Turunçgillerden bir ağaç ve bu ağacın meyvesi. Meyvenin kabuğundan güzel kokulu bir esans da çıkarılır.
berhem
Karışık, çapraşık.
(Farsça)
Toplu, birlikte, berâber.
(Farsça)
berhem-zede
Karmakarışık, altı üstüne getirilmiş.
(Farsça)
berhem-zen
Karmakarışık eden, altını üstüne getiren.
(Farsça)
beri / berî
(Berâet. den) Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam. Hiçbir karışıklık, kusur ve noksanı olmayan. Hastalıktan sâlim olan.
berkende
Koparılmış, sökülmüş, kökünden çıkarılıp atılmış.
(Farsça)
berkeşide
Kınından çıkarılmış, sıyırılmış, çıkarılmış.
(Farsça)
Mc: İlerletilmiş, çekilip meydana getirilmiş.
(Farsça)
berniş
Romatizma ağrısı, mafsal sancısı.
(Farsça)
Karın ağrısı, sancısı.
(Farsça)
bertaraf
Çıkarılıp bir yana atılan.
betane
Büyük karınlı olmak.
betin
Büyük karınlı. Şişman.
Irak, baid, uzak.
bevk
Sıçrayıp binme.
Toplanma. Bir araya gelme.
Karışma, karmakarışık olma.
Su kaynağını karıştırarak açma.
bevka'
Kargaşalık, karışıklık.
bey'-i mekruh / bey'-i mekrûh
Aslı ve sıfatı İslâmiyet'e uygun ise de kendisine dînin yasak etmiş olduğu bir şey karışmış olan satış.
bey'-i mevkuf / bey'-i mevkûf
Aslı ve sıfatı sahîh ise de başkasının hakkı karışan alış-veriş.
beyhuşt
Kökünden çıkarılmış, dibinden koparılmış olan şey.
(Farsça)
beyn-ez zevceyn
Karı-koca arasında.
bezir
Ekilecek tohum, tane.
Keten tohumundan çıkarılan bir yağ. Bu yağ, yağlıboya yapmakta kullanılır.
bi-gışş / bî-gışş
Hilesiz, safi, karışıksız.
(Farsça)
Samimi.
(Farsça)
bi-kar / bî-kâr
Kârsız, işsiz kimse. Bekâr kişi. (Bekârlık, bikârların kârıdır. İşârât)
(Farsça)
bid'at
(Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler.
Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmaya
bid'atkar / bid'atkâr
Bid'at ortaya çıkarıp uygulayan, İslâmın ruhuna ve özüne ters davranışlara taraftar olan.
bilahalt / bilâhalt
Karıştırmadan.
bilfiil
Sırf kendisi. Kendi çalışması ile. Başkası karışmadan.
birsam
(Hallüsinasyon) Akıl hastalarının, gerçekten var olmayan bir şeyi varmış gibi yanlış idrak etmeleri halidir. Meselâ karınlarında veya başlarının içinde yılan bulunduğunu söylemeleri yahut bir canavarın ağzını açıp kendilerine baktığını söylemeleri birsam hâlini gösterir.
buhran
Sıkıntı. Darlık. Nöbet. Kriz. Hastalığın ağır zamanı.
Bir işin tehlikeli ve karışık hâl alması.
burak
Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gece (mîrac gecesinde) üzerine bindiği ve kendisini Mekke'den Kudüs-ü şerîfe kadar götüren (taşıyan) Cennet hayvanı. Burak, dünyâ hayvanlarından değildir. Erkekliği ve dişiliği yoktur. Çok hızlı giderdi.
bürhan-üt temanü' / bürhan-üt temânü'
İstiklâliyet, ulûhiyetin zâtî bir hassası ve zaruri bir lâzımı olduğuna dair ve şirkin butlanını isbat eden delil ki; eşyanın yaradılışı müteaddit ellere ve esbaba verilse, âlemdeki nizam bozulup karışıklıklar çıkacağını gösterir, isbat eder.
butun
(Tekili: Batn) Batınlar, karınlar, kucaklar.
Nesiller, soylar.
bütun
(Tekili: Batn) Batınlar, karınlar, kucaklar.
Soylar, nesiller.
butun / butûn / بطون
Karınlar.
(Arapça)
Kuşaklar, nesiller.
(Arapça)
bütun / bütûn / بطون
Karınlar.
(Arapça)
Kuşaklar, nesiller.
(Arapça)
buuc
Karında olan yaralar.
buulet
Zevciyet. Karıkocalık.
İmtinâ ve red ve muhalefet etmek.
cadu
Büyücü, cadı.
(Farsça)
Hortlak, gulyabani.
(Farsça)
Acuze, çirkin kocakarı.
(Farsça)
Çok güzel söz.
(Farsça)
cahil
Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)
can-sitan
Can çıkarıcı, ruh alıcı. İnsana bela olan. Güzel.
(Farsça)
cayife / cayîfe
Karın içine geçmiş olan yara.
cazibedarane / cazibedârâne
Çekici, baştan çıkarıcı bir şekilde.
cebriyye
Hicrî birinci asrın sonlarında ve ikinci asrın başlarında Cehm bin Safvân tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Buna mürcie fırkası da denir.
cedh
Bir şeyi başka bir şeyle karıştırmak.
Sütü su ile karıştırmak.
cehuf / cehûf
Kuyudan suyu alıp yukarı çekmeye mahsus kova.
celenfea
Şişman karınlı büyük deve.
çepel
Kirli, bulaşık, karışık, çamurlu.
cerda
Mahrum, çıplak.
Tüysüz, dazlak.
Çorak, verimsiz toprak, arazi.
Karıştırılmamış.
ceride-i havadis / ceride-i havâdis
1840'da Çörçil ismindeki bir İngiliz tarafından çıkarılan ilk hususî gazete.
cesle
Kara karınca.
cess
Koparmak.
Bal mumu.
İçinde arının kanadı ve gövdesi karışmış olan şey.
ceyyid
Başka mâdenle karışım hâlinde basılmış altın ve gümüş paralardan, karışımında altın ve gümüş miktârı fazla olanlar.
ceza-üş şart
Şartın cevabı. Meselâ: Zeyd ayağa kalkarsa, ben de kalkarım cümlesindeki, "ben de kalkarım" ifadesi, birinci cümlenin cevabıdır.
cezm
(Cezim) Kat'î karar. Yemin. Kararlaştırmak.
Kesmek.
Niyet. Tahmin. Takdir.
İlzam.
İcâbe.
Gr: Arabçada kelime sonundaki harfi sâkin okumak. Kur'ân-ı Kerim okurken harfleri yerlerine vaz'edip mahrecinden çıkarırken tâne tâne, fesahat, beyan ve teenni ve
cihat-ı sitte / cihât-ı sitte
Altı cihet. Altı taraf. (İleri, geri, sağ, sol, yukarı, aşağı taraflar.)
cirre
Devenin karnından çıkarıp çiğnediği geviş.
Yapağı denilen yün.
ciya'
(Tekili: Câyi') Karınları acıkmış olanlar, açlar.
cul
(Çoğulu: Ecvâl) Akıl.
Rey.
Kuyu duvarı. Aşağısından yukarısına kadar kuyunun taraflarından her bir tarafı.
cum'a-i bala / cum'a-i bâlâ
(Yukarı Cum'a) Osmanlılar devrinde, Selânik Vilâyetinin Serez sancağındaki bir kaza merkezi.
cürşu'
Büyük karınlı deve.
cürsume
(Cürsâm) Kök, asıl, temel. Bir tohumun özü. İlk hücrelik.
Gırtlak kapağı.
Karınca yuvası.
cüsacis
Büyük deve.
Kılların veya otların sık ve çok olup birbirine karışması.
cüsad
Karın ağrısı.
da'daa
Koyunu ve keçiyi çıkarıp sürmek.
Sallamak.
Bir kimseye "güzel dur" demek.
Miktarı çok olsun diye depretip çevirmek ve doldurmak.
dacc
Hacıların hizmetkârı ve devecileri.
Hacılar ile birlikte giden, fakat, hac maksudu olmayan bezirgân.
dader / dâder
Karındaş, kardeş, birâder.
(Farsça)
dagmire
Karıştırmak, halt.
dags
(Çoğulu: Adgas) Rüyâ karışıklığı.
Karışık olmak.
dahil
(Bak: Dahl-Dehal) Girmek, karışmak. Dokunmak. Taarruz etmek, müdâhale eylemek.
dahl / دخل
Karışma, girme.
Nüfuz, te'sir.
Vâridat.
İrâd. İtiraz, ta'riz.
Ayıp, töhmet.
Müdahale etme, karışma.
(Arapça)
dalaletalud / dalaletâlûd
Sapkınlık karışık.
dar-ı şura-yı askeri / dâr-ı şura-yı askerî
1296 yılında lağvolunan bu yüksek askeri meclis 1253 yılının muharrem ayında kurulmuştu. 1259 tarihinde çıkarılan kanun ile vazifesi tesbit edildi. Askeri ve mülki ricâlden onbir daimi, altı tane ise geçici azası bulunan bu mecliste bir reis ve bir de müftü yer alıyordu.
decl
Örtmek.
Devenin katranlanması.
Karıştırmak, yalan söylemek. Hakkı bâtıl; bâtılı hak diye göstermek. Anarşi çıkarmak.
Bâtılı hak gösteren.
Mübâlâgalı fâili; Deccaldır.
dehalet / dehâlet / دخالت
Karışma.
(Arapça)
Sığınma.
(Arapça)
demak
Tipi (Kış gününde rüzgârın karı her tarafa savurmasıdır.)
deni
(Çoğulu: Deniyyât) Soysuz, alçak, ahlâksız.
Dünyaya âit, fâni ve geçici.
Yakın, karib.
der-kenar
Kenarda bulunan, hâşiye. Bir sahifenin kenarına çıkarılan yazı.
derare
Deyyus. Karısının kötü hâllerini görmemezlikten gelen kişi.
derecat / derecât
Dereceler, yukarı katlar.
derece
(Çoğulu: Derecât) Yukarıya çıkacak basamak.
Dairenin bölündüğü dilim. 360 kısmın beheri ki, açıları ölçmeye yarar.
Termometrenin bölündüğü kısımların beheri. Mertebe, paye.
Miktar, rütbe.
dereziler / derezîler
Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmekte
derhem
Karışık, karmakarışık.
(Farsça)
Muztarib, sıkıntılı, ıztırab çeken.
(Farsça)
İncinme.
(Farsça)
derviş / dervîş
Allahü teâlâdan başka şeyleri kalbinden çıkarıp bütün âzâsıyla İslâm dîninin emir ve yasaklarına uyan, dünyâ malına gönül bağlamayan kimse.
devk
Döğmek.
Karışmak.
devke
Karışmak, ihtilât.
devr-i müşevveş
Karışık dönem.
deylem
Karıncaların ve kenelerin toplandığı yer.
Belâ.
Zahmet.
Düşman.
Türaç kuşunun erkeği.
Cemaat.
Bir kabile adıdır ve ehline "Deylemî" derler.
deyyus
Derare. Karısının kötü hâllerine göz yuman ve ses çıkarmayan adam.
dıgs
(Çoğulu: Edgas) Yaş ve kuru karışık bir tutam ot.
Te'vili sahih olmayan karışık rüya.
dıhle
Bir kişinin her işine karışan has adamı.
dıkrar
(Çoğulu: Dekârir) Koğucu, dedikoducu.
Belâ. Zahmet.
Yalan söz.
Fuhşiyât.
dilaşub / dilâşûb / دل آشوب
Gönül karıştıran, sevgili.
(Farsça)
dinde bid'at
Peygamber efendimiz ve O'nun dört halîfesi zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkarılan bozuk inanışlar, sevap kazanmak niyetiyle yapılan ibâdetler. Dinde yapılan her türlü değişiklikler, yenilikler ve reformlar.
dolap
(Çoğulu: Devâlib) Kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya mahsus döner makine.
Her çeşit döner çark, çıkrık.
İçine eşya vesaire konulan raflı veya rafsız göz.
Eskiden selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus döner dolap ki, veren ile alan birbirlerini görmez
doz
Kim: Bir maddenin bir karışıma girmesi gereken muayyen miktarı.
Tıb: Bir hastaya bir defada veya bir günde verilecek ilâç miktarı.
Ölçü, miktar.
dü'bub
Zayıf nesne.
Çirkin huylu, kısa boylu kimse.
Kolay yol.
Uzun at.
Karınca nevinden bir nev.
Hububattan bir cins.
dua / duâ
Allaha yalvarma, yakarış, isteme, dileme.
dudman
Hanedân, sülâle, akarib, aile, kabile, kavim, aşiret.
(Farsça)
dühn
Ot, yemiş veya çiçekten çıkarılan yağ.
ebbaz
Kaçma, ürkme.
Sıçrayıp atlayan karınca.
ebes
Çok süt içmekten dolayı midede ve karında meydana gelen şiş.
ebric
Yayık adı verilen ve yoğurttan yağ çıkarılan nesne.
ebu leheb
(Ebi Leheb) Asıl adı: Abduluzza'dır. Güneş gibi, âlemleri aydınlatan Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurundan gözünü kapadı ve küfre hizmete çalıştı, iman etmedi. Peygamberimizin amcası idi. Karısı ve oğulları sırf düşmanlık için çalıştılar. Adı "Alev babası" mânasında olan "Ebu Leheb" kaldı
ebü'l-vakt
Tasavvufta kalb makâmından yukarı çıkıp, kalbin sâhibine varan, hallerden kurtulup, halleri verene ulaşan. Bunlara Erbâb-üt-temkîn de denir.
ecce
(Çoğulu: İcâc) Sıcak fazla olmak.
Karışmak.
edgas u ahlam / edgâs u ahlâm
Karışık rüyalar.
eflatuni / eflatunî
Leylakî ile ergüvanî arasında, hafif mor karışık renk.
efrahte
Yukarı kaldırılmış, yükseltilmiş, yükselmiş.
(Farsça)
efraşte
Yükseltilmiş, yukarı kaldırılmış.
(Farsça)
efraz
Kaldırma. Yükseltme. Yüksek. Yukarı. Bülend.
(Farsça)
efyun
Haşhaştan çıkarılan uyutucu madde. Afyon.
(Farsça)
ehadis-i müteşabihe / ehâdîs-i müteşabihe
Çok mânâlara gelebilen ve bu mânâların arasında benzerlik olduğu için mânâları birbirine karıştırılan hadisler.
ehl
Sahip, malik,
Maharetli, usta.
Bİr yerde oturan.
Karıkocadan herbiri.
ehl-i bid'a
Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar.
ehl-i bid'a ve ilhad / ehl-i bid'a ve ilhâd
Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar ve inkârcılar.
ehl-i bid'a ve mülhid
Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı şeyleri dine mal etmeye çalışanlar ve dinsizler.
ehl-i dalalet ve bid'a / ehl-i dalâlet ve bid'a
Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışan, doğru ve hak yoldan sapmış olanlar.
ehl-i iltibas
Hak ile batılı karıştıran kimseler.
ehl-i rivayet / ehl-i rivâyet
Dînî kaynaklardan hüküm çıkarırken Hicâz âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara; ehl-i hadîs, ehl-i eser de denir.
ehşa
Karındaki iç uzuvlar. Karında olan.
eimme-i ehl-i beyt
Ehl-i Beyt'ten yetişen, saltanata bilfiil girmeyen ve karışmayan en salâhiyetli, mânevi nüfuz ve ilim ve riyaset sahibi imamlar.
eimme-i isna aşer / eimme-i isnâ aşer
On iki imâm. Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve ilim sahibi şahsiyetlerdir.
ekolali
yun. Psk: Sesleri taklit etme, yansıtma. Çocuk dünyaya geldiği zaman çevresinde konuşulan dilin seslerini çıkaramaz. Kendine mahsus sesleri çıkarır. Çevrede konuşulan dilleri dinleye dinleye çevredeki sesleri taklid etmeye başlar, bu taklid edebildiği sesleri sık sık tekrar eder. Meselâ: ba, ba, ba
eksem
Büyük karınlı, şişman adam.
ektem
Çok sır saklayan, esrar gizleyen kimse.
Büyük karınlı ve şişman olan adam.
elest günü
Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar gelecek olan zürriyetini (çocuklarını) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp onlara; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye hitâb buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevâb ve rdikleri gün, zaman.
emşac
(Tekili: Meşc) Nutfenin vasfı. Karışık. Dağınık.
en'am / en'âm
Bazı Kur'an âyetlerinin veya sûrelerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkarılan dua kitabı.
enbür
Ateş veya ocağı karıştırmağa mahsus âlet.
(Farsça)
enbuşe
Patates gibi yerden çıkarılan şeyler.
Ağaç kökleri.
engihte
Yükseltilmiş, karıştırılmış, oynatılmış, koparılmış.
(Farsça)
engiz
Koparan, karıştıran, tahrib eden.
(Farsça)
enzam
Balıkların karınlarında peydâ olan yumurta dizileri.
erak ağacı
Arabistan'da yetişen, dallarından, diş temizliğinde faydalanılan, bir karış uzunluğunda, misvâk denilen parçaların yapıldığı ağaç.
erze
Samanlı sıva çamuru.
(Farsça)
Çamdan çıkarılan zift.
(Farsça)
esbab-ı damenkeş / esbab-ı dâmenkeş
Bir işten elini eteğini çeken sebepler; bir işte doğrudan müdahelesi olmayan, işe karışmayan sebepler.
esbab-ı fesat ve ifsat
Fesat çıkarıcı ve bozucu sebepler.
esbab-ı ifsat
Fesat çıkarıcı ve bozucu sebepler.
eşhel
Kırmızı ile karışık koyu mavi, elâ.
Elâ gözlü adam.
esir
Birbirine yakın olmak, mütekarib.
esmat
(Çoğulu: Sümut) Saçının ve sakalının karası beyazıyla karışıp ikisi beraber olmak.
evca-i batn
Karın ağrıları.
evham-alud / evham-âlûd
Vehimler ve kuruntular karışmış.
evlad ü ıyal
Çoluk çocuk. Evlâdlar ve karısı.
evliya
(Tekili: Veli) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar.
eyke
Sık ve birbirine karışmış ağaç.
Yumuşak.
Ağaç bitiren bataklık.
ezvac
Çiftler. Zevceler. Nikâhlı karılar.
Kocalar.
faiz / fâiz
Paranın haram olan kârı.
falcı
Fala bakan, gaybı bildiğini iddiâ eden. Gaybı anlamak için güyâ bir takım vâsıtalara mürâcaat eden kimse. Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve sâir şeylere bakıp bunlardan manâ çıkarır görünen; gaybden haber verdiğini iddiâ eden kimse.
fatin
(Fitne. den) Fitne çıkaran. Dinden çıkarıp azdıran. İğfâl eden.
faza
Karışık.
fazir
Kırmızı, büyük karınca.
Geniş, bol nesne.
fazz
Kaba ve kötü huylu olan kimse.
Karın suyu, mide suyu.
fedakar-ı islam / fedakâr-ı islâm
İslâm fedakârı.
ferhal
Karışık ve kıvırcık olmayan uzun saç.
(Farsça)
ferid-i te'lif
Edb: Bir cümledeki tertibin mâna çıkmayacak derecede karışık oluşu.
ferman-ber
İtaatli ve muti olan. Hakkında emir çıkarılan. Fermanlı.
ferraşin ovası / ferrâşîn ovası
Hakkari sınırları dahilinde bulunan ve rakımı 2.000 m'nin üstünde olan bir ova.
fesad / fesâd
Bozuk ve fenalık. Karışıklık. Haddi tecavüz edip zulmetmek. (Zıddı: Salâh'tır.)
Fenalık, kötülük, arabozuculuk. Kargaşalık, karışıklık.
Bozukluk, karışıklık.
Bozukluk, karışıklık, fitne, anarşi.
Fesat, bozukluk, karışıklık.
fesad-amiz
Oyunbozanlık eden, fesat karıştıran.
(Farsça)
fesad-engiz
Fesad koparan. Fesad çıkaran. Karışıklık çıkaran.
fesad-ı te'lif
Edb: Bir cümlede yapılan tertibin mâna çıkmayacak derecede bozuk ve karışık oluşu.
fesadat / fesadât / fesâdât
(Tekili: Fesad) Bozukluklar. Kötülükler. Karışıklıklar.
Bozukluklar, karışıklıklar.
Fesatlar, bozukluklar, karışıklıklar.
fesh
Bozmak. Hükümsüz bırakmak. Kaldırmak.
Zayıf olmak.
Bilmemek. Cehil.
Re'y ve tedbiri ifsad eylemek.
Zaif-ül akıl. Zaif-ül beden.
Tembellik yüzünden gayesine erişemeyen.
Unutmak.
Tıb: Beden âzalarının mafsallarını yerinden çıkarıp ayırmak
feth-i mübin
Açık ve parlak zafer. Hakkı, bâtılın tahakkümünden kurtaran veya birbirine zıd olan hak ile batılın karışıklığını ayırarak hakkı galip kılan feth ve zafer Bu zafer, harp ile olabileceği gibi harpsiz de olur. (Hakikatın ve ilmin galebesi gibi.)Fetih suresinin birinci âyetinde geçen "Feth-i mübin"in i
fettan
Fitneci. Kurnaz. Fitne çıkaran. Karıştıran.
Hırsız.
Şeytan.
Altın eriten kuyumcu.
fevk
Üst. Üst taraf. Yüksek derece. Yukarı.
Üst, üst taraf, yukarı (maddî-manevî)
fevkalkanun
Kanun üstü. Kanunun kabul etmediği. Kanunun karışmadığı.
fevkani / fevkânî / فوقانى
Üstteki, yukarıdaki.
(Arapça)
fevza / fevzâ
Kargaşalık. Anarşi.
Karışmış, muhtelit.
fevza-yı ara / fevzâ-yı ârâ
Fikirlerin karmakarışık olması. Fikre ait anarşi. Fikrî anarşi.
fıkarat-ı anife / fıkarât-ı anife
Mezkur cümleler, yukarıda geçmiş olan cümleler.
fıkıh usulü / fıkıh usûlü
Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nâsıl çıkarıldığını öğreten ilim.
firaşiyet
Karılık.
Fık: Birisinin karısı oluş. Zevciyet.
firaz / firâz / فراز
Yukarı, yüksek.
(Farsça)
Çıkış, yokuş.
(Farsça)
Kaldıran, yükselten, yücelten.
(Farsça)
Üst, yukarı.
(Farsça)
Yokuş.
(Farsça)
firazi / firazî
Yukarılık, yükseklik.
(Farsça)
fırtına
Şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması.
Rüzgârın çok şiddetli esmesi.
fıskıye
Suyu muhtelif şekillerde yukarıya doğru fışkırtan ve ekseriya havuzların ortasında yapılan borunun üzerindeki aletin adıdır. Buna, Arapçası olan fevvare denildiği gibi, Türkçe olan fışkırak da denilir.
fitne / فِتْنَه
İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey.
Muhârebe.
Azdırma.
Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu.
Küfr. Fikir ihtilâfı.
Şikak. Kavga.
Delilik.
Mihnet ve beliye.
Mal ve evlâd.
Potada altın v
Ayrılık, karışıklık, kargaşa; insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey. İnsanları sıkıntıya, belâya düşüren, müslümanların zararına sebeb olan iş. Düşmanlığa sebeb olan şey.
Kargaşa, karışıklık.
Karışıklık, azgınlık.
fitne-amiz / fitne-âmiz
Fitne çıkaran, fesat karıştıran.
(Farsça)
fitne-cihan
Fitne koparan, fesat karıştıran, bozgunculuk yapan.
(Farsça)
fitne-i azime / fitne-i azîme / فِتْنَۀِ عَظ۪يمَه
Büyük karışıklık, azgınlık.
fıtr
(Çoğulu: Eftâr) Açıldığında baş parmakla şehadet parmağının arası. Karış.
frenk sakalı
Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.
fuzuli / fuzulî
Fazladan olup boşu boşuna söylenen söz. İşe yaramayan. Boşu boşuna.
Boşboğaz. Ahmak. Vazifesinden hariç lüzumsuz şeye teşebbüs eden.
Haksız olarak fiile çıkarılan iş.
Fık: Şer'î izin olmadığı halde diğer bir kimsenin hakkında tasarruf eden kimse.
Büyük bir şâi
gabise / gabîse
Keş ile karıştırılmış yağ.
gabs
Karıştırmak.
galil
(Çoğulu: Gılâl) Güneşin harareti.
Susuzluk harareti.
Kin, hased.
Devenin yulafına karıştırıp yedirdikleri hurma çekirdeği.
galis
Arpa ve buğday karışımından yapılan ekmek.
gals
Karıştırmak.
Lâzım olmak.
Cür'et etmek.
gamız
Anlaşılmaz, anlaşılması güç.
Kapalı ve karışık söz.
Çukur yer.
Zayıf kişi.
gayk
(Gayuk) Fikri karışık olmak.
gaytale
(Çoğulu: Gıytal) Sık bitmiş olan ağaç.
Seslerin karışması.
gevedan
Çoğunlukla Van, Hakkari ve Şırnak illerinde yaşamakta olan aşiretlerden birisi.
geven
Çalı. Dikenli ve bir karış kadar boyunda bir nebat. Aslı Gevân'dır.
(Türkçe)
girif
İç içe girmiş, karışık.
girift
Yakalama, tutma.
(Farsça)
Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık.
(Farsça)
Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir.
(Farsça)
Türk musikisinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir. Ney'e benzer. Girift ç
(Farsça)
Karışık, girişik, çapraşık.
girive
İçinden çıkılmaz karışık durum.
gışş
Hıyânet etmek, hâinlik yapmak.
Yaramaz olmak.
Saf olmayıp karışık olmak.
gumuz
Sözün kapalı ve karışık oluşu.
gunne
Genizden söylemek, sesi burnundan çıkarır gibi okumak. Burundan gelen ses. (Tecvidde harfin vasıflarındandır)
gusa'
Sel köpüklerine karışmış çürük ağaç yaprakları tortusu, köpüğü.
hab-alud
Uykulu. Uyku karışık.
habal
Bozulma, düzensizlik. Karma karışıklık.
Sıkıntı, hüzün, keder, üzüntü.
haben
Siroz denilen ve karında su toplanmasından ileri gelen bir hastalık.
habıt
(Hübut. dan) Yukarıdan aşağıya inen. İnici. Düşen. Hübut eden.
habs
Bir kaç şeyi birden karıştırmak.
hacc-ı kıran
Hac ile ömreye birlikte niyet ederek ihrâm giyip, ömrenin vazîfelerini yaptıktan sonra ihrâmını (hac elbisesini) çıkarmayarak aynı elbise ile hac vazîfelerini de yapmak. Bu haccı yapana kârin hacı denilir.
Hac aylarından önce veya hac aylarında hac ile umrenin ikisi için birden ihrama girilip umre yapıldıktan sonra usulü dairesinde ifa edilen hacca denir. Bunu yapan kimseye "karin" denir.
hacif
Karın gurultusu.
haciz
Ayıran. Bölen.
Vücudun içindeki bazı uzuvları ayıran karın zarı gibi zarların adı.
Haczeden. Borcunu ödeyemeyenin diğer mallarına el koyan.
Tıb: Bâdemin içindeki bazı oyukları ayıran bölme zarlarına denir.
hadim-i furkan / hâdim-i furkan
Hak ile batılı birbirinden ayıran Kur'ân-ı Kerimin hizmetkârı.
hadim-i iman / hâdim-i iman / خَادِمِ ا۪يمَانْ
İman hizmetkarı.
hadimü'l-kur'an / hâdimü'l-kur'ân
Kur'ân'ın hizmetkârı.
hafıza / hâfıza
Hıfz etme (ezberleme) ve hatırda tutma kuvveti. His organları ile duyulmayan fakat duyulanlardan çıkarılan mânâları saklayan mânevî duygu merkezlerinden biri.
hakaret-amiz / hakaret-âmiz
Hakaretle karışık. Hakaretle beraber.
(Farsça)
hakaretamiz / hakaretâmiz
Hakaretle karışık.
hal'
Kaldırma. Kal' etme.
Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek.
Mansıb ve mesnetten ihraç etmek.
Elbise gibi şeyleri soymak.
Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek.
Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek.
hal-i ihtilal / hâl-i ihtilâl
Ayaklanma durumu, karışıklık hâli.
halail
(Tekili: Halile) Nikâhlı kadınlar, zevceler, karılar.
halil
Zevc, koca. Nikâhlı karı. Zevce.
halis / halîs / hâlis
Karışmış, muhtelif.
Siyah ile beyazı karışmış saç.
Tel.
Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli.
Pek beyaz.
Evvelce karışık iken kusuru zâil olan.
Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen. (Müennesi: Hâlise'dir)
Saf, temiz, hîlesiz, katkısız. Menfaat düşüncesi karışmadan sırf Allah için olan, riya ve gösteriş bulunmayan.
halit / halît
Huk: Yol ve su gibi umumi olan araziler hukukunda ortak olan kimse.
Şerik, ortak.
Karışmış.
halita / halîta / خليطه / خَل۪يطَه
Karışık halde olan. Karma. İki veya muhtelif maddelerden yapılmış.
Madenlerin birbirleriyle birleşmelerinden hâsıl olan mürekkep madde.
Karışık halde olan; karışım.
Karışık olan, karma.
Karışım.
(Arapça)
Alaşım.
(Arapça)
Karışım.
halita-i dimaği / halita-i dimağî
Beyindeki karışım.
Akıldaki muhtelif mes'ele ve fikirler. Dimağdaki karışık, muhtelif bilgiler.
(Farsça)
hall
Çözme. Çözülme. Karışık bir mes'elenin içinden çıkma.
Anlayıp karar vermek. Neticelendirmek.
Susam yağı.
Ezmek.
Açmak.
Dühul etmek, girmek.
hallat
Yersiz ve münâsebetsiz sözler konuşan.
Ortalığı karıştıran.
hals
Bir şeyi soymak. Çalmak. Kapmak.
Dibinden taze yetişen çayırla karışık olan kuru çimen.
halt / خلط / خَلْطْ
Karıştırmak. Münasebetsiz söz söylemek. Bir şeyi bir şeye karıştırmak. Hatâ etmek.
Yanlışlık, karıştırma.
Karıştırma.
Uygunsuz söz söyleme.
Karıştırma, hata.
Karıştırma.
(Arapça)
Karıştırma, uygunsuz söz söyleme.
halt etme
Yanlışı doğruya karıştırma.
haltsız
Karıştırmaksızın.
halvet-i faside / halvet-i fâside
Karı-kocanın aralarında şer'î mâni olmasına rağmen birleşmeleri.
halvet-i sahiha
Karı-kocanın aralarında şer'î mâni bulunmaması halinde birleşmeleri.
hani'
Karısını boşamış koca veya kocasından boşanmış kadın.
haratin-i hassa / haratîn-i hassa
Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayı'ndaki bir sınıf san'atkârın adı idi. Bunlar demir ve ağaç eşyayı tesviye ederlerdi. Bugünkü tâbirle tornacı demekti. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her çeşit şey yaparlardı.
hareket-i dahil / hareket-i dâhil
Tar: Kanuni Sultan Süleyman zamanında Süleymaniye medreselerinin binasından sonra onikiye çıkarılan tarik-i tedris (okutma yolu) silsilesinin dördüncü mertebesindeki müderrislerine verilen bir ünvandır.
harfi nazar / harfî nazar
Varlıklara bizzat kendisini değil de san'atkârını, ustasını, sahibini tanıtan mânasıyla bakma.
haşerat
Küçük böcekler; Karınca, akrep, yılan gibi hayvancıklar.
Değersiz ve zararlı adamlar.
haşhaş
Kapsüllerinden uyuşturucu bir madde olan afyon; tohumlarından da yağı çıkarılan bir bitki.
Hazırlıklı.
Silâhlı ve zırhlı topluluk.
hashasa
Açık ve âşikâr olma.
Bir şeyi diğer bir şey içinde "iyice birleşmesi için" karıştırıp sallama.
hasiyy
Hayası çıkarılmış, hadım edilmiş, burulmuş (insan veya hayvan).
hass / hâss
(Çoğulu: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu.
Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan.
Tam ayar olan, yabancı maddelerle karışık olmayan ve içinde bozuk bulunmayan. Tek, münferid.
Saf.
Tar: Osman
haşyet
Hürmetle karışık korku.
Sevgiyle karışık korku.
hatr
Devenin kuyruğunu kâh yukarı kaldırıp ve kâh aşağı vurması.
hatt
Bir şeyi yukarıdan aşağıya indirmek.
Ucuzlatmak.
Cilâ vurmak.
Bırakmak.
haviyye
Çocuk doğuran kadına loğusa yemeği yedirmek.
Namaz kılan kimsenin, secde halinde iken, karnını uyluğundan yukarı tutması.
havsala
Zihnin bir şeyi kavrama derecesi. Anlayış. Akıl.
Tıb: Kuş kursağı. Karın boşluğu. Cevf.
Mide.
hayal-alud / hayal-âlud / hayal-âlûd
Hayalle karışık.
Hayalle karışmış.
hayalalud / hayâlâlûd
Hayâlle karışık.
hayat-ı ihtilal / hayat-ı ihtilâl
Karışıklığın, ayaklanmanın hayatı ve sebebi.
hayatalud / hayatâlûd
Hayatla karışık.
hayretalud / hayretâlûd
Hayretle karışık.
hays
Karıştırmak, halt.
hayse
Hurmayı yağla ve keşle karıştırmak.
hayse-beyse
İleri gidip geri gelmek, bir halde durmak.
Karışıklık.
Şiddet ve darlık.
haysebeyse
Kararsızlık, karışıklık, darlık.
hazf
Aradan çıkarma, çıkarılma. Yok etme, silme, ortadan kaldırma, giderme, düşürme.
Selâm ve tahiyyatı uzatmayıp kısa kesmek.
Mahvetmek.
Vurmak.
Atmak.
hazire / hazîre
Eti ufak ufak doğrayıp, çok su ile çömlek içinde pişirip erimeye yakın olduğu anda üzerine un koyup karıştırarak yapılan yemek. (İçinde et olmayınca "aside" derler.)
helali / helalî
Bürüncük ve pamuk karışımından yapılan bir cins yeli bez.
Yaldızlı bakırdan vaya tahtadan mahfazası olan eski sistem saat.
Helâl ile alâkalı olan.
helallı
Zevce, karı, menkuha. Nikâhlı kadın.
hem-firaş
Zevce. Karı.
(Farsça)
hem-ser
Arkadaş, Karı kocadan her biri.
(Farsça)
hemrace
Karıştırmak.
hemser / همسر
Eş, karı kocadan her biri.
(Farsça)
hemt
Karıştırmak. Değerini anlamadan almak.
hengame / hengâme
Seslerin birbirine karışmasından çıkan gürültü. Kavga, gürültü. Şamata.
(Farsça)
henne
Kişinin kendi karısı.
herc
Karışıklık.
(Farsça)
İnsanların arasında meydana gelen fitne, fesad.
Söze dalıp çoğaltmak. Haltetmek. Sözü karıştırmak.
Kapıyı açık bırakmak.
İnsanların işlerinin karışması.
Seğirtmek.
Katletmek.
herç
Karışıklık, gürültü. Nizamsızlık.
herc ü fesadat / herc ü fesâdat
Karışıklıklar ve bozukluklar.
herc ü merc
Karışıklık, dağınıklık.
Alt üst, karmakarışık, allak bullak.
Darmadağınık. Karmakarışık. Allak bullak.
(Farsça)
hercele
Karışık yürümek.
hercümerc
Karmakarışık.
Karmakarışık.
hercümerç
Karışıklık, dağınıklık.
herzevekil
Kendine vazife olmayan şeylere karışan. Fodul, boşboğaz. Her şeye burnunu sokan.
(Farsça)
heshese
Karışıp görüşme.
heva
(Çoğulu: Ehviye) İki şeyin arasının uzaklığı.
Yer ile gök arası.
Yukarıdan aşağıya inmek.
Her bir boş, ıssız yer.
hevb
Yol, tarik.
Ateş alevi.
Karışık sözlü kimse.
heveş
(Karın) Göçük olmak.
heyamola
Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini
heybet
Hürmetle karışık korku uyandıran hâl.
hezlamiz / hezlâmiz
Şaka ile karışık söz. Mizahlı kelâm.
hicab-ı haciz / hicab-ı hâciz
(Hicab-ı sadr) Tıb: Göğüs ile karın uzuvlarını birbirinden ayıran perde, zar. Diyafram.
hicaz demiryolu madalyası
Şam-Hicaz demiryolunun yapımı için para yardımı bulunanlarla, demiryoluna ait işlerde hizmetleri görülenlere verilmek üzere II.Abdülhamid tarafından çıkartılan üç ayrı madalya. 16.9.1902 tarihli nizamname ile çıkarılan bu madalyanın bir tarafında "Hamidiye Hicaz demiryoluna hizmet eden hamiyyetmendâ
hidayet / hidâyet
Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.
Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylem
hikkab
Uzun boylu, büyük karınlı kişi.
hikmet-amiz
Hikmetli, hikmetle karışık, hikmeti içine alan.
(Farsça)
hikmetamiz / hikmetâmiz
Hikmetli, hikmetle karışık, hikmeti içine alan.
hilal
Sâfi ve halis.
Sıdk ile dostluk etmek.
Ara. Aralık.
Zaman ve vakit.
İki şey arasına sokulmuş olan.
Buluttan yağmurun çıktığı yer.
Gr: Bir kelimenin aslını ve ondan türeyenleri gösteren tertip.
Kulak ve diş karıştırmak gibi şeylerde kull
hılb
Kalble karın arasında olan perde.
hile-i şer'iye
Müşkül bir mes'eleyi, şer'i esaslar üzeri, hazakatla hall ve izah etmek ve şer'an muahaze ve mes'uliyeti mucib olmayacak surette te'vilini bulmaktır. Bu tabir kanuna, yani şeriata karşı irtikâb edilen, hile, oyun, aldatma veya şer'î bir hükmü bertaraf etmek mânasına olmayıp, ancak karışık bir durumu
hılt
Bir şeye karışık, karışmış bulunan.
Eski tıbda: Ahlât-ı erbaa (Kan, salya, safra, dalak) dan birisi.
Soyu, nesebi karışık kimse.
hılt-ı redi / hılt-ı redî
Vücudun hastalanmasına sebebiyet veren madde.
Bir şeye karışmış olan şey.
hind
Hindistan'ın kısa adı.
Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.)
Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden birisi. Diğerleri: Fatıma, Hatice, Zeyneb.
hirbiz
(Çoğulu: Harâbize) Mecusilerin ateşinin hizmetkârı.
hirsıyan
Karın derisinin içi.
Fil derisinin içi.
hış'a
Doğum anında ölen annenin karnı yarılarak çıkarılan çocuk.
hisbet
İyiliği emr edip kötülükten alıkoymak husûsunda, hükûmet adamlarının bizzat işe karışıp gerekeni yapmaları. İhtisâb da denir.
hiyerarşi
Mevkilerin, salâhiyeterin ve rütbelerin önem sırası.
(Fransızca)
Sıra gözetilerek yapılan herhangi bir tasnif.
(Fransızca)
Huk: Aynı teşkilâta bağlı kişiler arasında yukarıdan aşağıya bir kontrol imkânı veren ve bu suretle astı üste bağlayan alâka.
(Fransızca)
hücnet
Kusur, noksan, ayıp.
Bayağılık, karışıklık, soysuzluk.
Sözdeki ayıp.
hükl
Karınca gibi sesi işitilmeyen hayvan.
hükm-i müleffak
Helâl ve haram, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, birkaç mezhebin hükümlerini karıştırarak kolayına geleni seçtiği hüküm.
hukuk-u zevciye
Karı ile kocanın birbirlerine karşı hâiz olduğu haklar. Aile hukuku.
hulle
Ağır, pahalı.
Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
Cennet elbisesi.
Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,
hulse
Kapmak.
Karışmak.
Fırsat.
humsa
Boş böğürlü ve ince karınlı olmak.
hun-ab
Sulu kan, kanlı su, su ile karışık kan.
(Farsça)
Mc: Kanlı gözyaşı.
(Farsça)
huni
yun. Dar ağızlı kaplara sıvı dökmeye yarayan; ve yukarı kısmı genişçe, aşağı kısmı dar olan âlet.
hurufiye
Fazlullah-ı Hurufi adında birinin kurduğu bâtıl bir meslektir. Harflerden kendilerince manalar çıkarıp, dine aykırı iddiaları olan bir dalâlet fırkasıdır.
hüsn-ü teveccüh
Sevgi ile karışık medih ve takdir. İyi karşılanmak ve alâka görmek.
huss
Karışmadık, sâfi olan.
Ayrı bir kavim.
huşu / huşû
Korkuyla karışık sevgiden gelen edepli hal.
Sevgiyle karışık korku.
huşu'
Alçak gönüllülük. Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. Sükun ve tezellül.
hüval
Kundura kalıbının yukarı kısmını genişletmek için kullanılan takoz.
huvase
(Çoğulu: Huvâsât) Karışık cemaat.
hüzn-amiz
Gam, keder ve hüzünle karışık.
(Farsça)
hüzün-alud / hüzün-âlûd
Hüzünle karışık.
i'la
(Ulüv. den) Yükseltmek. Bir şeyin yukarısına çıkmak. Yukarı kaldırmak. Şânını yüceltmek. Şöhretini artırmak.
i'tikar
Birbirine karışıp sayılamama.
i'tila
(Ulüv. den) Yükselmek. Yukarı çıkmak.
Yüksek rütbelere çıkmak.
ibaha / ibâha
Bir şeyin haram olmaktan çıkarılarak serbest bırakılması; mübah kılma.
ibşas
Bazı bitkilerin veya çiçeklerin birbirine sarılıp karışması.
iç
t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun.
Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek.
Karın, mide.
Kalb, vicdan, gönül.
Harem dairesi.
Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın.
icaz-ı hazf
Mânâya halel gelmemek şartı ile ve lâfzî veya aklî karine delâleti ile cümleyi tamamlayanlardan birinin hazfıdır.
içgüvey
(İçgüveyi, içgüveysi) Kayınpederinin evine alınan dâmat. Karısı tarafının evinde oturan dâmat.
(Türkçe)
icmal
Hülâsa etmek. Kısaltmak, bir araya toplamak. Kısa anlatmak. Biriktirmek.
Uzun bir hesaptan çıkarılan hülâsa, netice.
ıdgas
Karıştırmak.
Otu eliyle tutamlamak.
ıdtıba'
Hacıların ihramlarını sağ koltukları altından çıkarıp sol omuzlarına örtmeleri.
ıdtımar
İnce belli, karınsız olmak.
ifratalud / ifratâlûd
Aşırılıkla karışık, aşırılık bulunan.
Aşırılıkla karışık.
ifraz / ifrâz / افراز
Parçalara bölme.
(Arapça)
Parselleme.
(Arapça)
Salgı.
(Arapça)
İfraz edilmek:
Salgılanmak, çıkarılmak.
(Arapça)
ifsad / ifsâd
Bozmak. Azdırmak. Fesada uğratmak. Fitne salmak. Karıştırmak.
Bozmak, fitne, karışıklık çıkarmak, bozgunculuk yapmak.
ifsad-ı siyaset
Siyaseti bozma, siyasete fesat karıştırma.
ifsadat / ifsâdât
İfsadlar, bozma ve karıştırmalar.
ifsatçı
Karıştıran, karışıklık çıkaran.
iftihar madalyası
Padişaha sadakat gösterenlere, tarım ve san'atın ilerlemesine çalışanlara, yangın ve sâri hastalık anında devlet ve millete büyük hizmetleri dokunanlara verilmek üzere II. Abdülhamid'in irade-i seniyesiyle altın ve gümüşten olmak üzere çıkarılan madalya. (1886 ve 1887) Madalyanın ön yüzünde yukarı k
iftisal
Sütten kesilme, memeden ayrılma.
Fidanı çıkarıp başka yere dikme.
iğdiş
Burulmuş, enenmiş hayvan. Erkeklik bezleri (hayaları) çıkarılmış at. Melez.
(Farsça)
iglak
Karıştırmak. Kapamak. Muğlak yapmak. Anlaşılmaz hâle koymak.
Zorla iş yaptırmak.
Edb: Sözü karışık ve anlaşılmaz surette söyleme.
iglakat
(Tekili: İglak) Muğlak yapmalar.
Karışık ve anlaşılmaz sözler.
igtişaş
Karışıklık. Kargaşalık. Karmakarışık olmak.
Birisinin fena telkinini kabul etmek.
iğtişaş / iğtişâş / اغتشاش
Karışıklık.
Karışıklık, kargaşa, anarşi.
(Arapça)
iğtişaşat / iğtişâşât / اغتشاشات
(Tekili: İgtişaş) Karışıklıklar, kargaşalıklar, fenâlıklar.
Karışıklıklar, anarşiler.
(Arapça)
iğtişaşçı
Karışıklık çıkaran, hilekâr.
ihale
Bir işi birisinin üzerine bırakmak. Bir hâlden diğer hâle dönmek.
Artırma veya eksiltmeye çıkarılan bir işi en münâsib bulunan bir istekliye vermek.
Zayıf addetmek.
Muhal söz söylemek.
ihlal / ihlâl
Bozma, karıştırma.
ihlal edici / ihlâl edici
Bozucu, karıştırıcı.
ihlal etmek / ihlâl etmek
Bozmak, karıştırmak.
ihlal etmemek / ihlâl etmemek
Bozmamak, karıştırmamak.
ihlal-i emniyet / ihlâl-i emniyet
Düzeni, huzuru bozma, karıştırma.
ihrac / ihrâc / اخراج
Çıkartma.
(Arapça)
Dışsatım, yurt dışına gönderme.
(Arapça)
İhrâc edilmek:
(Arapça)
Çıkarılmak.
(Arapça)
Dışsatım yapılmak, ihraç edilmek.
(Arapça)
İhrâc etmek:
(Arapça)
Çıkarmak.
(Arapça)
Dışsatım yapmak, ihraç etmek.
(Arapça)
ihtilaf
(Hulf. den) Anlaşmazlık, uyuşmazlık, karışıklık, ikilik.
Birisinin halifesi olmak.
ihtilal / ihtilâl / اِخْتِلَالْ
(Çoğulu: İhtilalât) Ayaklanma, devlete isyan. Bozukluk, karışıklık.
Şerre çalışmak, düzensizlik.
Ayaklanma, karışıklık.
Karışıklık, ayaklanma.
ihtilal-i beşer / ihtilâl-i beşer
İnsanlıktaki bozukluk, karışıklık.
ihtilal-i dimağiye / ihtilâl-i dimâğiye
Akıl karışıklığı.
ihtilal-i ruhiye / ihtilâl-i ruhiye
Ruhî karışıklıklar, çalkantılar.
ihtilal-i umur / ihtilal-i umûr
İşlerin karışıklığı, işlerin bozukluğu.
ihtilalat / ihtilâlât
İhtilâller, karışıklıklar, iç çalkantılar.
ihtilalat-ı beşeriye / ihtilâlât-ı beşeriye
İnsanlardaki ihtilaller, karışıklıklar.
ihtilalat-ı dahiliye / ihtilâlât-ı dahiliye
İç karışıklıklar, çatışmalar.
ihtilalci / ihtilâlci
İhtilâl yapan, karıştıran.
ihtilalkarane / ihtilâlkârâne
Karışıklık çıkararak.
ihtilat / ihtilât / اختلاط / اِخْتِلَاطْ
Karışmak, karışıp görüşmek.
Karışma, karışıp görüşme komplikasyon.
Karışıp görüşmek.
Karışma, görüşme.
Karışmak.
Karışma.
(Arapça)
Görüşme, kaynaşma.
(Arapça)
İhtilât etmek:
Karışmak.
(Arapça)
Kaynaşma, karışma.
ihtilat-ı mutlak / ihtilât-ı mutlak
Tam bir karışıklık.
ihtilatat / ihtilâtat
Karışıklıklar.
Karışmalar, görüşmeler.
ihtitat
Yukarıdan aşağı indirme.
ihvan-üs-safa / ihvân-üs-safâ
On birinci asrın ikinci yarısında Basra'da ortaya çıkan; "İslâmiyete birçok vehimler karışmış, onu bu vehimlerden temizlemek ancak felsefe ile mümkündür. İslâm dînini felsefe vâsıtasıyla saf hâle getirmelidir" diyen sapık ve gizli bir cemiyet, ekol.
iknaiyyat-ı hitabiyye
Kelâm ilmine ait bir ıstılahtır. Zannî olan aklî delil demektir. Bürhanın aşağı mertebesidir. Aklı, muhalif fikirlerle karışmamış ve bürhanı anlayamayacak kimseler için kullanılır. İsbattan çok ikna vasfı taşır.
iktiran
Ulaşmak. Mukarin olmak. Yaklaşmak. Yetişmek.
İki şeyin bir arada gelmesi. İki nimetin aynı anda bulunması gibi...
ila / îlâ
Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi.
Yemin etmek.
Erkeğin, bir müddet karısına yaklaşmaması. için yemin etmesi.
Sıkıntı ve derde uğrama.
ila'
Sıkıntı ve derde uğramak.
Karısına yaklaşmamak için erkeğin yemin etmesi.
ılgıdır
Bir metre kadar uzunluğunda, uçlarına birer karış kadar iki çivi sokulmuş ağaçtan yapılma bir ölçü âletidir.
ilhak / ilhâk / الحاق
Katma, karıştırma.
(Arapça)
Katılma.
(Arapça)
İlhak olunmak:
Katılmak.
(Arapça)
ilm-i huruf
Gr: Harflerden mâna çıkarıp tefsir etmek ilmi. (Ebced hesabında olduğu gibi)
ilm-i usul
Delillerden hüküm nasıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Usul-ü fıkıh, Usul-ü şeri'at veya hikmet-i teşriiye de denir.)
ilm-i usul-i fıkıh / ilm-i usûl-i fıkıh
Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
ilm-i usul-i kelam / ilm-i usûl-i kelâm
Kelâm ilminin, îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
iltibas / التباس
Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık.
Tereddüt. Şüphe.
Karıştırma.
Benzeyen şeyleri birbirine karıştırma. Şaşırıp yanılma.
Karıştırma, ayıramama.
Karıştıma.
iltibas etme
Birini diğerine benzetme, birini diğeriyle karıştırma, birbirinden ayırt edememe.
iltibas etmek
Karıştırmak.
iltibas olmamak
Karışmamak.
iltibassız
Birbirine karışmayan.
ilticac
Karışık olma, karışma.
Sığınma. İltica etme.
iltihak
Karışmak. Katılmak. Yetişmek. Bitişmek.
iltiyah
Mayalanmak.
Karışmak.
imlas
Karanlık.
Karışma.
Koyunun tüyü dökülme.
imtilal
Bir millete karışma.
imtiyaz madalyası
2. Abdülhamid'in 11/10/1885 tarihli emriyle devlet ve memleket yararına hizmet edenlere, vazifeyle gönderildikleri yerde başarı gösterenlere verilmek üzere çıkarılan madalya. Altun ve gümüşten olmak üzere iki çeşit olan bu madalyaların ön yüzünde II. Abdülhamid'in "Elgazi" tuğrası, bunun altında sal
imtizac
Muvafık ve mutabık olmak. Mezcolmak, uyuşmak. İyi geçinmek. Karışmak.
imtizaç
Birbiriyle karışma, kaynaşma.
imtizac-ı kimyevi / imtizâc-ı kimyevî / اِمتِزَاجِ كِمْيَوِي
Kimyasal kaynaşma, karışım.
imtizacat-ı kimyeviye / imtizâcât-ı kimyeviye
Kimyasal bileşimler, kimyasal karışımlar.
imtizackar / imtizackâr
Uyuşarak, anlaşarak, karışarak. Kaynaşmağa müsait surette.
(Farsça)
imtizaçkarane / imtizaçkârâne
Birbiriyle karışıp, kaynaşacak bir şekilde.
in'aş
Harekete getirme, canlılık kazandırma. Yukarı kaldırma.
inhibat
Yukarıdan aşağı inme.
inhila'
Def'olunma, çıkarılma, kovulma.
inni / innî
Tecrübe ile edinilen, olaylardan çıkarılan netice.
insibab
Dökülme. Akıtılma.
Cereyan etme.
Başka suya karışma.
Tıb: Ahlat-ı erbaadan birisinin vücudun bir tarafında nesicler (dokular) arasında toplanması.
inşikak-ı asa / inşikak-ı asâ
Değneğin kırılması.
Mc: İhtilaf, karışıklık, ikilik. Birliğin bozulması.
inziva
Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süfli ve hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'an ve imanla, ibadet ve taatla, Kur'ân ve imana hizmetle vakit geçirmek.
ırs
Koca ile karıdan her biri.
Nâmus.
irs
Karı ile kocadan her biri.
irtibak
Karışık ve çapraşık bir işe girişme.
Karaca, geyik gibi hayvanların tuzağa düşmeleri.
Bir kazâya uğrama.
Çamura batma.
Dolanbaçlı konuşma.
Karışma.
Bir işi aksi veya ters gitme.
irtibas
Perişan ve zor durumda kalma.
Pek karışık ve sıkışık olma.
irtifa'
Yükseklik.
Yukarı kalkmak. Kaldırmak. Terakki.
irtiha'
Katılma, karışma.
irtihaz
Rezil rüsvay olma. Kepaze olma.İRTİKA' : Yükselme, yukarı çıkma.
Daha yüksek yerlere ve mevkilere erişme. Yüksek derecelere ulaşma.
irtikaş
Harpte askerlerin birbirine karışması.
ıs'ad
Yukarı çıkarmak. Yükseltmek.
Mekke-i Mükerreme'ye gitmek.
İnbikten geçirmek.
is'ad
Yükseltmek, yukarı çıkarmak.
Mekke-i Mükerremeye gitmek.
ısdar
(Sudur. dan) Çıkarma, çıkarılma, sudur ettirme.
Deveyi sudan geri döndürmek.
Rücu ettirmek, geri döndürmek, vazgeçirmek.
işgüzar
Becerikli, çalışkan.
(Farsça)
Kendini göstermek için gerekmezken işe karışan.
(Farsça)
işkal / işkâl
Güçleştirme, müşkilleştirme.
Zorlaştırma.
Şüpheli ve karışık olma.
işkembe
Geviş getiren hayvanların midesinin en büyük kısmı.
(Farsça)
Karın.
(Farsça)
isna
Yukarı kaldırmak, yükseltmek.
Değerini yükseltme.
Ateş alevinin yükselmesi.
Bir sene bir yerde kalmak.
ısparmaca
Deniz içinde birkaç zincirin birbirine karışması.
iştibah
Birbirine benzeme, karışıklık.
iştibak
Karışıklık; birbirine geçme.
(Şebeke. den) Örülmek. Örgülenmek.
Karşılıklı birbirine geçmek.
Perişanlık.
Zâhir olmak.
Koz: Güneş battıktan sonra gökte kum taneleri gibi görünen karışık yıldızlar.
istibham
Karışık ve belirsiz olma.
Ses çıkarmama, susma.
istidlal / istidlâl
Delil getirme, hüküm için çıkarımda bulunma.
istidlalat / istidlâlât
Delil getirme, akıl yürütme, çıkarımda bulunma.
istifna
Fenaya gitmek. Yokluğa karışmak.
istihrac / istihrâc
Çıkarma, çıkarım.
istihraç edilen
Çıkarılan.
istihracat / istihrâcât
Çıkarımlar; ilmî ve mânevî güçle Kur'ân-ı Kerimden çıkartılan mânâlar.
Çıkarmalar, çıkarımlar.
istihraci / istihracî
Eldeki delillerden hüküm çıkarır tarzda.
istilal
Sıyırıp çıkarma. Sıyrılıp çıkarılma.
istimzac / istimzâc
Uyuşmak. Beraber karışmak.
Birisinin mizacını, huyunu öğrenmeğe çalışmak.
Yoklamak. Fikrini, re'yini sormak.
Kaynaşma, karışma.
istinga
İtl. Yelkenlerin yukarı kaldırılıp toplanması ve bu işin yerine getirilmesi için verilen kumanda.
iştirak ettirme
Katma, karıştırma.
istirfa'
(Ref'. den) Yapılmasını arzulama.
Yukarı kaldırılmasını isteme.
ıtmah
Yukarı bakma, gözü yukarı dikme.
ıttıla'
(Tulu. dan) Haberli olmak. Öğrenmek. Haberi, malumatı bulunma.
Yukarıdan aşağı bakmak.
izar / izâr
Belden yukarıya mahsus örtü, peştemal, futa.
izzet-alud / izzet-âlûd
Şeref ve yücelikle karışık.
izzetalud / izzetâlûd
İzzetle karışık.
jaji / jajî
Tereyağı ile karışık peynirin tuluma konan şekli.
(Farsça)
jülide / jülîde / ژوليده
Dağınık, perişan, karma karışık.
(Farsça)
Dağınık, karışık.
(Farsça)
ka'seb
Büyük karınlı, kalın.
kabkab
Karın, batn.
kahin / kâhin
Karışık ve tahmini sözlerle gaibden haber verdiği söylenen kimse. Haberci. Falcı.
Âlim.
kahz
İbrişim karışıklı beyaz bez.
kaide-i istidlal / kâide-i istidlâl
Bir konu hakkında ispat için uyulması gerekli delil sunma kaidesi; çıkarımda bulunma kaidesi.
kal'
Koparma, koparılma, sökme, sökülme, çıkarılma, temelinden çekip atma.
kalubela / kâlûbelâ
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye verdikleri cevâbı ifâde eden söz.
kamh
Buğday.
Yukarı kaldırmak.
kara
(Çoğulu: Ekrây-Karvât) Bahçe ve bostan içindeki su arkı.
Su ile karışmış süt.
karaib
(Tekili: Karib) Yakınlar, hısımlar. Akraba.
karain / karâin / قرائن
(Tekili: Karine) Karineler, ip uçları.
Karineler, ip uçları.
İpuçları, karineler.
(Arapça)
kareb
(Bak: KARİB)
kari'
(Kari'e) (A, uzun okunur) Okuyucu. Okuyan.
Âbid ve zâhid olan.
Kur'anı tecvide göre okuyan.
karia / kâria
Pek şiddetli rüzgâr,
Ansızın gelen büyük belâ.
Kıyamet.
Belâdan kurtulmak üzere okunan "el-Kariâtü" sûresi.
kariat
(Tekili: Karie) Okuyan kadınlar. Kıraat eden kadınlar.
karie
(Çoğulu: Kariât) Okuyan kadın. Kırâat eden kadın.
kariha
Fikir kabiliyeti. Zihin kudreti. Düşünme istidadı.
Akıldan hâsıl olan fikirler. Her şeyin evveli.
Kuyudan çıkarılan ilk su.
kariha-zad / kariha-zâd
Karihadan doğan, karihadan meydana gelen.
(Farsça)
karine / karîne
Karışık bir iş veya meselenin anlaşılmasına yarayan hal, ipucu.
karine-i mania / karine-i mânia
(Bak: Karine-i mecaz)
karine-i mecaz
Mecaza ait işaret. Kelimenin mecaz olmasını gerektiren, hakiki mânasında alınmasına mâni olan kayıt. Buna Karine-i mânia da denir.
karkara
Karın gurultusu.
Kumru kuşunun ötmesi.
Kahkaha ile gülmek.
Su içerken bardağın guruldayıp ötmesi.
kars
İki parmağıyla çimdiklemek.
Karıncanın ısırması.
kartaban
Karısı ile nâmahrem kimseyi gördüğü hâlde aldırış etmeyen.
kaşb
Karıştırmak.
Zehir içirmek.
Yaramazlıkla hatırlamak.
İncitmek.
kaşif / kâşif
Keşfedici. Keşfeden. Gizli bir şeyi meydana çıkarıp, izah eden. Açıklayan.
Mısır'da nâhiye veya kaza idarecilerine verilen ad.
Keşfedici, açığa çıkarıcı.
kavari'
(Tekili: Karia) İnsan öleceği zaman, halet-i nezi'de okunan âyet-i kerime.
Şiddetli esen rüzgârlar.
Ansızın Allah tarafından gönderilen belâ ve musibetler.
kaynata
Karı ve kocaya göre birbirlerinin babası.
Kayınpeder.
kaziye-i zanniye
Man: Karineler ve emârelerden alınmış olan kaziyyeye denir ki; akıl galip zan ile hüküm eylerse de, onun nakzını dahi tecviz eder, bu cihetle zanniyatın cümlesi nazaridir.
keff-i yed
El çekme. Karışmama.
kehl
Otuz yaşını geçmiş, saçına aklık karışmış kimse.
Bit.
kelkahya / kelkâhya
Mc: Vazifesi olmayan şeylerle alâkadar olan. Her şeye karışan.
kema biş / kemâ biş
Aşağı yukarı. Takriben.
(Farsça)
kemabiş / kemâbîş / كمابيش
Az çok, aşağı yukarı.
(Farsça)
kemal sıfatları / kemâl sıfatları
Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatl
kemal-i ihtilat / kemâl-i ihtilât
Tam bir karışıklık.
kemal-i tazarru ve niyaz
Tam bir dua ve yakarış.
kenak
Karın ağrısı. Buruntu.
(Farsça)
kerf
Hımarın, bevlini koklayıp başını yukarı kaldırması.
kerker
Karındaş sığır.
kerş
Karın.
İşkembe.
Topluluk, cemaat.
Kişinin çoluk çocuğu veya küçük evlâdı.
keşef
Alın saçının ve kâkülün dâire şeklinde yukarı doğru devrik olması.
keşf
Açmak.
Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.
keşfiyat
(Tekili: Keşf) Keşifler. Bulup meydana çıkarılan şeyler.
Cenâb-ı Hakkın ihsan ve ilhamı ile evliyâullahın, hususan evliya-ı izâm hazeratının ve hasseten Kur'ân-ı Hakimin irşadı ile ve feyzi ile Rüesâ-i Evliyâ ve Server-i Kâinat olan Peygamberimiz Resul-i Ekrem (A.S.M.) Efendimizin de
keşif
Gizli ve bilinmeyen birşeyin ortaya çıkarılması, buluş.
keşmekeş / كَشْمَكَشْ
Karışıklık.
Karışıklık.
Kararsızlık. Karışıklık. Tereddüd. Kavga. Çekişme.
(Farsça)
Karma karışıklık.
keşmekeş-i ihtilaf / keşmekeş-i ihtilâf
Anlaşmazlıktan gelen karışıklık.
keşmekeşlik
Karışıklık.
keşşaf / keşşâf
Keşfedici, gizli olanı açığa çıkarıcı.
keymus
yun. Yiyecek ve içecek maddelerin midede hazmolunup erimesinden hâsıl olan bir sıvıdır ve kana karışır.
kıbbe
(Çoğulu: Kıbbât) Kırkbayır adı verilen karın.
kılıbık
Karısının sözünden çıkmayan erkek. Karısının baskısı altında olan adam.
kıraf
Cima etmek.
Karışmak.
kırba
(Çoğulu: Kıreb-Kırebat) Saka tulumu. Deriden su kabı.
Tıb: Çocuklarda karın şişmesi.
Süt tulumuna da kırba denir.
13 bin dirhemlik veya 32 okıyyelik bir kab.
kirs
(Çoğulu: Ekrâs-Ekâris) Her nesnenin aslı.
Bir araya getirilmiş beytler.
Biri biri üstüne yığılmış kalmış davar tersi.
kirş
İşkembe. Geviş getiren hayvanların midesi.
Karın, mide.
kıtab
Karıştırmak.
Yüzünü pörtürmek.
Kaşlarını bir yere toplayan.
klişe
Matbaada tipografik baskıda kullanılan kabartma resim veya yazılar çıkarılmış madeni levha.
(Fransızca)
küfr-ü meşkuk / küfr-ü meşkûk / كُفْرِ مَشْكُوكْ
İnkârında şüpheye düşme.
küra'
(Çoğulu: Ekru-Ekâri) İnsanda boyundan aşağısı; hayvanda topuktan aşağısı.
Koyun ve sığır baldırı.
kurduh
Maymun.
Küçük karınca.
kurra / kurrâ
(Tekili: Kari') Okuyucular. Kur'ân-ı Kerimi usul ve tecvidine göre okuyanlar. Dindar ve sâlih kimse.
Kârîler, kırâat âlimleri, Kur'ân-ı kerîm okuyucuları.
kürtaj
Dölyatağı (rahim) veya kemik apsesi boşlukları içinde bulunan yabancı cisim veya hasta organları özel bir âletle çıkarıp almak işlemi. Rahmin temizlenmesi ameliyesi.
kuş'am
(Çoğulu: Kaşâım) Yaşlı ihtiyar, koca kimse.
Belâ.
Arslan.
Sırtlan.
Örümcek.
Karınca yuvası.
kusre
Yakın, karib.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kutbiye
Deve ve koyun sütünün birbirine karışması.
kütüm
Bir otun yaprağı. (Mersin yaprağına benzer; kına ile karıştırıp boya yaparlar.)
labirent
Bir defa içine girildiğinde çıkış yolu çok güçlükle bulunabilen bina.
(Fransızca)
Çok karışık ve birbirini kesen yol.
(Fransızca)
laden
Çamdan çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk.
(Farsça)
lafz-ı muhtemel
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
laglaga
(Çoğulu: Laglag) Ördekten küçük bir güzel kuştur, başında az miktar beyaz tüyü vardır. Türk diyârında yavrusunu çıkarıp kış günlerinde Mısır'a gider.
lahlaha
Güzel kokuların karışmasından meydana gelen koku.
Güzel kokularla yapılan bir nevi macun.
lahn
Hatâ etmek, doğrudan sapmak. Çoğulu elhândır.
Tecvîd ilminde, tecvîd kâidelerine uymamaktan doğan okuyuş hatâsı. Fıkıh kitablarında namaz kılanın namazın farzlarından olan kırâette yaptığı hatâ zelletül-kârî adı altında incelenmiştir.
Tegannî, sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mâ
laik / lâik
Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrı tutan.
lakayd / lâkayd
Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen. Aldırış etmeyen.
lath
Her şeyin azı.
Bulaşmak ve karışmak.
Birine iftira atmak.
latm
Karıştırmak. Yapıştırmak.
Tokat vurmak.
layebgıyan / lâyebgıyan
Biri ötekine tecavüz edip karışmaz ve hâsiyetini bozamaz (meâlinde olup, nefyedilmiş muzari fiilidir.)
lebk
Akıllı olmak.
Islah etmek, terbiye etmek.
Karıştırmak.
Yumuşak etmek, yumuşatmak.
lebs
Giyecek şey.
Giyme. Giyinme.
Bir mânayı diğer bir mânâ ile karıştırmak. Sözün karışık ve şüpheli olması. Sözü karıştırıp şüpheye düşmek.
legat
Sesler kelâmla karışık olmak.
lehz
Vurmak.
Dürtmek.
Karıştırmak.
lett
Bağlama.
Karıştırma.
Vurma, dövme, dayak atma.
Yanaşma, yaklaşma.
levs
Pislik, murdarlık. Kir.
Zor. Kuvvet.
Tam olmayan, zayıf beyyine.
Bir şeyi ağızda öte beri gevelemek.
Deprenmek.
Bulaştırmak ve karıştırmak. Bulaşıklık.
Cerâhet, yara.
levs-ül katl
Birisini katletmekle müttehem olan şahısta, katlin nişânesi veyahut maktul ile aralarında zâhir bir düşmanlık bulunması gibi alâmet ve karineler.
levy
Bükmek.
Eğmek, meylettirmek.
Karın ağrısı.
Mide fesadı.
libas
Giyilecek şey. Elbise.
Karı ve koca.
Mc: İctima'.
Şübhe kabul eden söz.
lisan-ı tazarru / lisân-ı tazarru
Yalvarma ve yakarış dili.
lüab-alud / lüab-âlud / lüab-âlûd
Salya, tükrük karışık.
Tükrükle karışık.
lübde
Çokluk.
Karıştırmak.
Yıkamak.
lübse
Sözün karışıklığı.
ma'den
Maden.
Bir haslet veya hususiyetin kaynağı.
Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer.
Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.
ma'sur
Sıkılmış. Suyu veya yağı çıkarılmış.
ma'zul
(Azl. den) İşinden çıkarılmış, kovulmuş, azledilmiş.
ma'zulen
Azledilmiş olarak. İşinden çıkarılmış olarak.
ma'zulin / ma'zulîn
(Tekili: Ma'zul) İşinden çıkarılmış olan kimseler. Azledilmişler.
ma-i mukayyed / mâ-i mukayyed
Herhangi bir maddenin karışması ile yaratılmış oldukları hâlden çıkmış ve hususi bir ad almış sulardır. (Gül, çiçek, üzüm, asma, et suları gibi.)
macun / mâcun
Karışım halinde ilaç.
mafevk / mâfevk / مافوق
Üst, yukarı, üst derecede bulunan kimse, âmir.
Üst, üstü, yukarısı.
(Arapça)
mağlata / mağlâta
Kafa karıştıran aldatıcı söz.
Zihni, aklı karıştıran söz.
maglata-i şeytaniye
İnsanları aldatmak ve yoldan çıkarmak için söylenen karıştırıcı sözler. Şeytanın insan kalbine vesvese vermesi.
magmaga
Karışmak, ihtilat.
magşuş
Katışık. Karışık. Saf olmayan.
mağşuş / مغشوش
Karışık, katışık, saf olmayan.
Sikke-i mağşuş:
Karışık, hileli madenî para.
Karışmış.
(Arapça)
magşuşe
Gümüş ve bakır karışığı akçe.
magşuşiyyet
Halis ve saf olmayış. Karışıklık.
mahlut / mahlût / مخلوط / مَخْلُوطْ
(Halt. dan) Karıştırılmış. Katılmış. Karışık.
Karıştırılmış, karışık.
Karışık.
(Arapça)
Karışık, karıştırılan.
mahluta
Bulgurla karışık mercimek çorbası.
mahs
Hayaları çıkarılmış. İğdiş edilmiş.
mahsusattaki vehmiyat bedihiyattandır / mahsûsattaki vehmiyat bedihiyattandır
Dış duyular vasıtasıyla elde edilen bilgiye vehim karışamaz. Zira hakikati sabittir. Dış duyularla gödüğümüz şeyler dış dünyada vardır. Vehimde olduğu gibi kuruntu ile olmayan bir şeyin varlığına hükmetmek değildir.
mahzuf / mahzûf
Çıkarılan, kaldırılan.
makam-ı mana-yı mefhum / makam-ı mânâ-yı mefhum
Bir sözden çıkarılan mânânın, anlamın derecesi.
maklu'
Sökülmüş, kökünden çıkarılmış, kal' olunmuş.
makluan
Sökülerek, kökünden çıkarılmış olarak.
makşur
Soyulmuş, kabuğu çıkarılmış.
makşuvv
Men' ve kahrolmuş. Tab'ından çıkarılmış.
mana-yı harfi / mânâ-yı harfî
Harf mânâsı; birşeyin kendisini değil de san'atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâsı.
marr-ül beyan / mârr-ül beyan
Beyânı yukarıda geçmiş olan.
marr-üz zikr / mârr-üz zikr
Yukarıda zikri geçmiş olan, yukarda bahsedilmiş olan.
mas'ad
(Çoğulu: Masâid) Yukarı çıkılacak yer. Suud yeri.
masaid
(Tekili: Mas'ad) Yukarı çıkacak yerler.
matemalud / mâtemâlûd
Yasla karışık.
matruh
Tarh edilmiş, çıkarılmış.
Belirtilmiş, konulmuş (vergi)
Temeli atılmış (Binâ).
mazarratı menafia mezc
Zararları yararlara katma, karıştırma.
mazin
Karınca yumurtası.
Bir kabilenin adı.
me'haz
Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer, kaynak.
Menba'. Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer. Bir şeyin aslının alındığı kaynak.
me'huz
Ahzolunmuş. Çıkarılmış. Alınmış.
Ödünç olarak başka bir yerden alınmış.
Alınmış, çıkarılmış, tutulmuş.
Ödünç olarak başka bir yerden alınmış.
mec'ul / mec'ûl
Yapılmış. Meydana çıkarılmış. İkame ve ihdas olunmuş olan.
Meydana çıkarılmış, yapılmış olan, yapmacık, uydurma.
mechure
Nefesin tutulup sesin çıkarılmasıyla okunan harfler.
mecmece
Yazının karışık olması.
Kalbinde olanı demek isteyip, yine demeyip gizlemek.
mecr
Bir nesneyi devenin karnındaki yavrusuna bey'etmek. Devenin karınındaki yavrusunu bir malla değiştirmek.
Çokluk asker.
Akıl.
medar-ı iltibas
Karıştırma sebebi.
medfu / medfû / مدفوع
Çıkarılmış.
(Arapça)
Dışkı.
(Arapça)
Para kasasından çıkmış.
(Arapça)
medfu'
Dışarı çıkarılmış, def olunmuş, kovulmuş.
Verilmiş, vezneden çıkarılmış.
medfuat
(Tekili: Medfu') Defedilip dışarı çıkarılmış olanlar.
Sarfedilmiş ve verilmiş paralar. Harcanan veya kasadan çıkan paraların, hesap defterinde kaydedildiği hâne.
medhaldar
Bir işte parmağı olan. Bir işe karışmış olan.
(Farsça)
medsus
Gömülerek saklanmış olan. Gizli bulunan.
İçine desise karışmış şey.
mefhum
Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ.
Anlaşılmış.
Sözden çıkarılan mânâ, kavram.
mefhum-i muhalif
Bir sözden çıkarılan zıt mânâ.
mefkuk
(Çoğulu: Mefakik) Ayrılmış olan.
Sökülmüş, çıkarılmış.
mefruş
Döşenmiş, ferş olunmuş, serilmiş.
Nikâhlı karı.
mehabet / mehâbet
Heybet.
Hürmetle karışık korku.
İhtiram. Azamet. Büyüklük.
Saygı ve sevgiyle karışık korku.
mehbit
Bir şeyin indiği yer. İnilecek yer. Yukarıdan aşağı inilecek yer. Düşülen yer.
mekre
(Çoğulu: Mekârih) Şiddet.
Bıkkınlık.
Kerahet, iğrençlik.
mekşuf
Keşfolunmuş, meydana çıkarılmış. Açık. Belli.
melez
(Meles) İki ırkın karışması neticesi hâsıl olan yeni bir nesil. Ayrı iki cinsten doğmuş olan.
Aydınlıkla karanlık arası, alaca karanlık.
Irkı karışık.
melhuk
Karışmış, kavuşmuş. İltihak etmiş.
melike / melîke
Kadın hükümdar. Hükümdar karısı. Kraliçe.
meltut
Karışmış, mahlut.
memlaha
(Milh. den) Tuz çıkarılan yer. Tuzla.
memzuc / memzûc
Bitişik. Karışık. Karışmış. Birlik olmuş. Birbirine mezc olmuş.
Şakalaşmak.
Oynamak.
Kaynaşmış, birbiri içine girmiş, karışmış.
Karışık.
Karışık, karışmış, mezc olmuş.
memzuç
Karışmış.
memzuc / ممزوج
Karışık.
(Arapça)
men'uş
Hayır ile yâdedilen ölü.
Yukarı kaldırılmış.
Fakir olduktan sonra sevindirilmiş.
Tabuta konulmuş.
mendud
Meyvesi aşağıdan yukarıya yığılı, istifli.
menfaat-i cinsiye
Kendi şahsî çıkarı ve millî menfaati.
menfaat-i insaniye
İnsanlığın yarar ve çıkarı.
menfaat-i kavmiye
Milletin çıkarı.
menfaat-i millet
Kişinin mensup olduğu milletin menfaati, yarar ve çıkarı.
menfaatperest
Çıkarına tapan.
menfaatperestlik
Sadece çıkarını düşünme.
menfuh
Üfürülmüş.
Büyük karınlı. Nefholunmuş.
menkuha
Nikâhlı karı. Nikâhlanmış olan kadın.
menmul
(Neml. den) Üzerine karınca üşüşmüş olan şey.
mercan
Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
meric / merîc
Muzdarip, sıkıntılı.
Çeşitli nesne, muhtelif. Karışık, muhtelit.
mesair
(Tekili: Mis'ar) Ateşi karıştırmağa yarıyan demirler.
mesarib
(Tekili: Mesrebe) Otlaklar, çayırlar, mer'alar.
Karından göğüse kadar olan yerde biten kıllar.
meşc
Karıştırmak. Haltetmek.
mesfiyy
Üç kez karısı ölmüş adam. (Üç kez kocası ölmüş kadına "mesfiye" derler.)
meşhur hadis veya hadis-i meşhur
Asr-ı evvelde, Ahâdi hadis kabilinden iken ikinci asırda iştihar edip, kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan bir cemaat tarafından rivâyet olunan hadis. İlm-i yakin derecesinde karib bir surette kalbe itmi'nan verir.
mesmese
Karıştırmak.
Karışık ve mültebis olmak.
mesrebe
(Çoğulu: Mesârib) Deve ve koyun sürülerinin çayırlık, mer'a, otlakları.
Vücudda karından göğüse kadar olan kıllı yer.
meşub
Karışmış.
metal
Lât: Mâden.
Matbaacılıkta harfleri teşkil için eritilen kurşun, karışık madde.
mevkuf satış / mevkûf satış
Sözleşme, alıcı ve verici açısından İslâmiyet'e uygun olduğu hâlde; başkasının hakkı karışmış olan alış-veriş.
mevtalud / mevtâlûd
Ölümle karışık.
meyş
Halt etmek, karıştırmak.
Koyun sütünü keçi sütüne karıştırmak.
Yünü kıla karıştırmak.
Sözün birazını söyleyip, bir kısmını söylememe.
meyt
Irak olmak, ırak etmek. Uzak olmak, uzaklaştırmak. Karışmak.
mezbur
Adı geçen. İsmi yukarıda geçen.
Taş ile örülmüş kuyu.
Adı geçen, yukarıda söylenen.
mezc / مزج / مَزْجْ
Katma. Karıştırma.
Karıştırma, birbiri içinde bütünleştirme.
Katma, karıştırma.
Karıştırma, katıştırma.
Karıştırma.
(Arapça)
Karıştırma, katma.
mezc etme
Birleştirme, karıştırma.
mezc olma
Karışma.
mezcen
Karıştırmakla. Katma suretiyle.
mezcetmek
Katmak. Karıştırmak.
Karıştırmak.
mezcetmek:
Karıştırmak.
(Arapça - Türkçe)
mezci / mezcî
Katıp karıştırmakla alâkalı. Mezce dair.
mezh
(Müzâh-Müzâha-Mizâh) : Lâtife, şaka.
Mezc, katma, karıştırma.
mezhar
(Çoğulu: Mezâhır-Mezâhir) Karın içi.
Damar.
mezheb
Gitmek, tâkib etmek, gidilen yol. Mutlak müctehîd denilen dinde söz sâhibi âlimlerin, müslümanların yapmaları gereken hususlarla ilgili olarak dînî delîllerden (Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve İcmâ'dan) hüküm çıkarma usûlleri ve çıkarıp bildirdik leri hükümlerin hepsi.
mezhebsiz
Müctehid (dînî delîllerden hüküm çıkarabilen büyük âlim) olmadığı hâlde, dört hak mezhebden birine tâbi olmayan, mezhebleri kabûl etmeyen ve dînî delillerden kendi anlayışına göre hüküm çıkarıp, buna göre amel eden veya böyle birine uyan kimse.
mezik / mezîk
Su ile karışık süt.
micdah
(Çoğulu: Mecâdih) Kavut karıştırdıkları ağaç.
Menazil-i Kamerden bir yıldız.
mihrak
Çok hareket eden.
Hareket âleti. Karıştıracak nesne.
mihrat
Tennur odunu karıştırdıkları âlet.
Çiftçi sabanı.
mihza
Ateş karıştırmakta kullanılan ağaç.
mikraa
(Çoğulu: Mekâri) Davul çomağı.
Çoban değneği.
mikram
(Çoğulu: Mekârim) Kadınların başını ve yüzünü örttükleri nakışlı bez.
mıkraz
(Çoğulu: Mekariz) Makas. Kesecek âlet.
mikraz
(Çoğulu: Mekariz) Makas.
mikreb
(Çoğulu: Mekârib) Çift sürmede kullanılan saban.
milhez
Mürekkep karıştırmakta kullanılan bir âlet.
mimhaza
Yayık. (Onunla yoğurttan yağ çıkarırlar.)
mis'ar
(Çoğulu: Mesâir) Uzun.
Ateş küsküsü yapılan ağaç. Ateş karıştırmağa mahsus âlet.
misk
Bir cins güzel koku ismi. (Asya'nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek ceylanın karınderisi altındaki bir bezden çıkarılır.)
mismas
Karıştırmak.
misvak / misvâk
Bir karış büyüklüğünde kesilmiş, dişleri temizlemek için kullanılan ve Erak denilen ağaçtan veya zeytin dalından yapılan ağaç fırça.
mizac
Huy, tabiat, fıtrat, bünye.
Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey.
mizac-ı mutedile-i adalet / mizâc-ı mutedile-i adalet
Adaletin ölçülü karışımı, adil ve dengeli yapı.
mü'teşeb
Karışmış, mahlut.
mualebe
Erkeğin, karısı ile oynaması.
muamele-i zevciye
Karı koca ilişkisi.
muamma
(Amâ. dan) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl.
Bilmece, anlaşılmaz ve karışık iş.
muamma-alud / muammâ-âlûd
Anlaşılması zor ve karışık.
muaşere
Karışmak.
mübaale
Cilveleşme, oynaşma (karı-koca arasında).
mübarat
Bir kimsenin iş ortağından veya karısından, anlaşarak ayrılması.
mübattın
Zayıf karınlı kimse.
mübeyyez
(Mübeyyeze) Meydana çıkarılmış, açıklanmış açıkça söylenmiş. Bildiren, açıklıyan.
mübzi'
Kârı ve kazancı tamamen kendisine kalmak üzere birine sermaye veren.
mücerred
(Çoğulu: Mücerredât) Yalnız, tek.
Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına.
Çıplak, soyulmuş.
Tek başına yaşayan, evlenmemiş, bekâr.
Edb: Kur'ân yazısında noktasız harflerle yazılı mensur veya manzume. Bu şekil yazıya mahzuf veya mühmel de denir.
mucib-i ihtilal / mûcib-i ihtilâl
İhtilâl sebebi, karışıklık nedeni.
müctehid-i fiş-şer'
Dînî hükümleri, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkarırken, kendine mahsûs kâide ve usûl koyan mezheb sâhibi müctehid. Buna müctehid-i mutlak da denir.
müctehid-i mutlak
Dînî hükümleri, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden ve diğer dînî delillerden (kaynaklardan) istinbât ederken, çıkarırken kendine mahsûs kâide ve usûl koyan müctehid. Buna, müctehid fiş-şer' ve müctehid-i müstekıl de denir.
müctenib
İctinâb eden, uzak duran, çekinen, bir şeye karışmayan, sakınan.
müçtenibane
Çekinerek, bir şeye karışmayarak.
müdahalat
(Tekili: Müdahale) Müdahaleler, karışmalar, araya girmeler.
müdahale / müdâhale / مداخله / مُدَاخَلَه
İşlere ve lüzumlu hallere, icabettiği için karışmak. Zararlı bir hal var ise, işe karışıp zararın def'ine çalışmak.
Araya girme. Sokulma.
Karışma.
Karışma, girme.
Karışma.
(Arapça)
Girme, karışma.
müdahale etme
Karışma.
müdahale-i gayr
Başkasının karışması.
müdahil
Dâhil olan. İçeri giren. El atan. Müdahale eden. Karışan.
müdahilan
(Tekili: Müdahil) Karışanlar. Müdahil olanlar.
müdahilin / müdahilîn
(Tekili: Müdahil) Müdahil olanlar, karışanlar, dâhil olan kimseler.
mudıll
Dalâlete düşüren, doğru yoldan çıkarıp, eğri yola saptıran mânâsına, Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından, güzel isimlerinden.
müellefe
Ülfet ve imtizac ettirilmiş. Alıştırılmış.
Nâkıs. Noksan.
Adedi bine çıkarılmış.
müerneb
İpliği tavşan yünüyle karışık nesne.
müfarakat
Ayrılık. Bir yere bırakıp gitmek. Dostlarından ayrı düşmek.
Fık: Karı-kocanın talâk veya fesh ile birbirlerinden ayrılmaları.
müfsid
Başlanılan ibâdeti bozan şeyler.
Karışıklık çıkaran ve bozgunculuk yapan.
mugabese
Karıştırmak.