REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te kamı ifadesini içeren 275 kelime bulundu...

a'la-yı illiyyin / a'lâ-yı illiyyîn

  • Cennette en yüksek derece. Cenâb-ı Hakkın indinde en iyilerin ve kâmillerin derecesi.

ab-ı hayat / âb-ı hayât

  • Hayat suyu. Saf ve berrak su. İnce ve derin mânâlı söz. Tasavvufta mürşid-i kâmil denilen evliyâ zâtların, insanların mânen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mübârek sözleri, mânevî nazarları (bakışları) ve kıymetli kalblerinden fışkır an teveccüh. Bir şeyin kıymetini kuvvetli bir şek

abd

  • Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil müslüman.

abdiyyet

  • Kulluk makamı. Evliyâlığın en yüksek makâmı, derecesi. İyilikleri Allahü teâlâdan bilip kendinden bilmemek.

abkari / abkarî

  • Mutlaka kusuru olmayan. Kâmil.
  • Bir kavmin seyyid ve şerifi, efendisi. Beşer san'atı olmayan.
  • Çok güzellik.
  • Bir nevi döşek.

acam

  • (Tekili: Ecme) Meşelik, kamışlık, ağaçlıklar.

ahaveyn

  • İki kardeş.
  • İslam âlimlerinden olan Urfalı Vaiz Mahmud Kâmil efendinin babası Mustafa Kâmil Efendi ve amcası Urfalı Mehmed Efendi.

ahfa / ahfâ

  • Çok gizli, âlem-i emrin (madde ve ölçü olmayan ve arşın üstündeki âlemin) beşinci ve son latîfesi (makamı, mertebesi).

ahkar

  • En hakir, pek âciz ve değersiz. (Daha çok tevazu makamında söylenir.)

akmise

  • (Tekili: Kamis) Gömlekler.

akşet

  • (Çoğulu: Kuşut) Burun kamışı çökük ve yassı olan.

ali-makam / âli-makam

  • Makamı yüksek, yeri yüksek.

ali-mekan / âlî-mekan

  • Makamı, yeri, derecesi yüksek olan.

arş-ı rahman / arş-ı rahmân

  • Bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Allah'ın tasarruf dairesi, makamı.

arşu'r-rahman / arşu'r-râhmân

  • Bütün yaratılmışları şefkat ve merhametle besleyip büyüten Rahmân isminin tasarruf dairesi, makamı.

aşere

  • On. On rakamı.

aşk-ı mecazi / aşk-ı mecazî

  • Fâni şeylere olan aşk. Nefis ve şehvet arzusuna dayanan aşk.
  • Tas: Kâmil bir zâtın Cenab-ı Hakk'a dâir şiddetli muhabbetinden evvel fani, dünyevî şeylere dair olan aşkı.

ayasofya

  • İstanbul'daki bu ilk kilisenin açılış resmi Mi : 325 tarihinde yapılmıştır. 513 senesi Ocak ayının 13-14. gecesi bir yangın esnası bina kâmilen yanmış. O zaman İmparator Justinyanus yeniden yaptırmış. 573 de binanın resm-i küşâdı yapılmıştır.Osmanlılarca 29 Mayıs 1453'de İstanbul fethedilince Fatih

azl

  • Bir şeyi yerinden veya güruhundan veya işinden ayırmak. Birisini işinden veya makamından ayırmak.

bargah-ı merhamet / bârgâh-ı merhamet

  • Merhamet makamı.

bast fi makam-il-kalb / bast fî makam-il-kalb

  • Nefis makamında ricâ mesabesindedir. Lütuf ve rahmeti, kurb ve ünsü kabule işarettir.

batha

  • Çakıllı, taşlı büyük dere.
  • Dağ arasındaki dere.
  • Mekke-i Mükerreme'nin eski bir ismi.
  • Kamışlık ve sazlık yer.

batiha

  • (Çoğulu: Batâyih) Kamışlı ve sazlı dere.

bazergan / bâzergân

  • Tüccar, alış veriş eden esnaf. (Farsça)
  • Bezirgan. (Farsça)
  • Ağa makamındaki yahudilere verilen isim. (Farsça)

bedii kıraet / bedîî kıraet

  • Mantıki kıraet şartlarına riâyet ettikten başka rikkat mevkiinde sesini indirmek, şiddet makamında yükseltmek -acemi aktör tavrı takınmaksızın- mevzuu ses ve işaretle canlandırmaktır.

belagat / belâgat

  • Sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.

belağat / belâğat

  • Sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi.

belağat-i ayet / belâğat-i âyet

  • Âyetin belâğati; düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söz söyleme.

belagat-i nazmiye / belâgat-i nazmiye

  • Dizilişe ait belâgat; şiirin düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.

beliğane / belîğâne

  • Sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.

belita

  • Kamış kap.

betiha

  • (Çoğulu: Bitâh-Betâyih) Ufak taşlı büyük dere.
  • Kamışlık ve sazlık yer.

bid'

  • İlim, şecaat ve şerafette kâmil ve yegâne.
  • Yeni.

büra

  • Kamıştan yapılan hasır.

büzürg

  • (Çoğulu: Büzürgân) Cesim, kebir, azîm, büyük, ulu. (Farsça)
  • Reis, baş, başkan, şef. (Farsça)
  • Türk musikisinde bir mürekkep makamın adı. (Farsça)

celle

  • "Celil oldu, celil olsun" meâlinde ve Celle Celâluhu diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir.

cem'

  • Birleştirme, bir araya getirme.
  • İkindi namazını öğle namazıyla, yatsı namazını akşam namazıyla birlikte kılma.
  • Tasavvufta bir makam. Fenâ ve sekr (mânevî sarhoşluk) makâmı da denir.

cem'ul-cem'

  • Tasavvufta bir makâmın adı. Sahv (uyanıklık) makâmı. Bekâ makâmı da denir.

cenab-ı uluhiyet / cenâb-ı ulûhiyet

  • Yüce ilâhlık makamı.

cennetmekan / cennetmekân

  • "Yeri cennet olası, makamı cennet olan" meâlinde olup, vefat eden makbul ve sâlih kimselere hürmeten söylenir.

cezl

  • Kalın odun. Tomruk.
  • Sağlam. Metin.
  • Güzel ve muhkem fikir.
  • Rekik olmayıp doğru ve dürüst olan söz veya kelime.
  • Kâmil, dirayet sahibi, akıllı ve olgun adam.

cihad

  • (Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı imâniye ve esasât-ı diniyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'l

çille

  • Farsça (40) rakamını gösteren (Çihille) kelimesinin telaffuzunda aldığı şekildir. Daha çok (Çile) şeklinde söylenir.

dahil-i makam / dâhil-i makam

  • Makamın içi.

daire

  • Resmi hükümet makamlarından her biri.
  • Yazıhane.
  • Büyük bir idare adamının makamı.
  • Ev veya apartman katı.
  • Bir manevi te'sirin hükmü geçtiği mahal.
  • Sınır içi.
  • Büro, büyük ev, konak.
  • Çember, düz yuvarlak şekil.
  • Mat: Merkezden aynı u

dar-ül hikmet / dâr-ül hikmet

  • Hikmet yeri. Hikmetlerin hükmettiği, hikmet beşiği dünya.
  • Osmanlı devrinde Şeyh-ül İslâmlık makamının bir ismi.

dar-ül-harb / dâr-ül-harb

  • İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edilmediği yer.

dar-ül-islam / dâr-ül-islâm

  • İslâm memleketi. İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edildiği yer.

darül hikmetil islamiye

  • (Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes'elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5. Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa

dava vekilliği / dâvâ vekilliği

  • Dâvâyı savunma makamı, avukatlık.

davet makamı / dâvet makâmı

  • Vilâyet (evliyâlık) makâmının üstünde, peygamberlere mahsus bir makâm.

ders-i belagat / ders-i belâgat

  • Belâgat dersi; sözün düzgün, kusursuz olarak hâlin ve makamın icabına göre söylenmesini öğreten ders.

divan-ı nübüvvet

  • Peygamberlik divanı, makamı.

divan-ı riyaset

  • Başkanlık makamı.

duzah-mekan / duzah-mekân

  • Makamı Cehennem olan kâfir, münâfık. (Farsça)

e

  • Gr: İstifham, sorgu edatı. (Ezehebe Nuri: Nuri gitti mi? derken Ezehebe'nin başındaki "E" harfi gibi)
  • Arapça kelimelerin sonuna "e" gelerek onları müennes yapmaya yarar. Âdil, Âdile... Emin, Emine... Kâmil, Kâmile... Nuri, Nuriye... gibi.

ebaet

  • (Çoğulu: Abâ) Kamışlık yer.
  • Kamış.

ebced hesabı / ebced hesâbı

  • Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.

ebü'l-vakt

  • Tasavvufta kalb makâmından yukarı çıkıp, kalbin sâhibine varan, hallerden kurtulup, halleri verene ulaşan. Bunlara Erbâb-üt-temkîn de denir.

eceme

  • (Çoğulu: Acâm-Ecemât - Ecem-Ücüm) Meşelik.
  • Kamışlık.

ehad

  • Bir. Tek. İnfiradla muttasıf sıfât-ı kâmileyi cami' olan.

ehl-i ma'rifet / اَهْلِ مَعْرِفَتْ

  • Allah'ı kamil bir imanla tanıyanlar.

ekmel

  • Mükemmel, en kâmil, eksiği olmayan, en mükemmel.

ekvah

  • (Tekili: Kûh) Kamıştan yapılan penceresiz ufak kulübeler.

elibba'

  • (Tekili: Lebib) Akıllılar, kâmiller, kemalât sahipleri, olgun kimseler.

enabib

  • (Tekili: Ünbube) Kamış gibi boğum, boğum olan şeyler. İçi boş olan fen âletleri, borular.

erbab-ı belagat / erbab-ı belâgat

  • Belagatçılar; sözü düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söyleme san'atını bilenler.

fahr-i risalet / fahr-i risâlet / فَخْرِ رِسَالَتْ

  • Peygamberlik makamının kendisiyle övündüğü zat (Hz. Muhammed asm).

fena fillah makamı / fenâ fillâh makamı

  • Allah'ın varlığında tamamen yok olma makamı, Onun varlığına dalıp kendinden tamamen vazgeçme makamı.

ferd-i ferid / ferd-i ferîd / فَرْدِ فَر۪يدْ

  • En büyük velilerin üstünde Ferdiyet makamına mazhar en büyük veli.

fırka-i naciye-i kamile / fırka-i nâciye-i kâmile

  • Kurtuluşa eren kâmil cemaat, topluluk; Ehl-i Sünnet ve Cemaat.

gasil-ül melaike / gasîl-ül melâike

  • Melekler tarafından yıkanan; Eshâb-ı kirâmdan Uhud harbinde şehîd olan ve cenâzesini meleklerin yıkadığı Peygamber efendimiz tarafından müjdelenen Eshâb-ı kirâmdan Hanzala hazretleri. (Âdem aleyhisselâmı da melekler yıkamıştır.)

gavsiyet / غَوْثِيَتْ

  • Evliyaların başı olma, velilik mertebelerinde yüksek bir makamda olma; en büyük yardım etme makamı.
  • İmdad eden büyük veli makamı.

hakim / hakîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmet sâhibi, ilmi kâmil, işi güzel, uygun işler yaratıcı ve kullar arasında hükmedici.
  • Hikmet ehli. Din bilgilerini fen bilgileri ile isbât eden âlim.

halife-i resulullah

  • Peygamberimizin adına ve yerine icra makamında olan.

hasif / hasîf

  • Aklı başında, kâmil ve olgun adam.

hayyakallah / hayyâkallah

  • Allah seni yaşatsın. Allah ömrünü uzun etsin, meâlinde ve dua makamında söylenen bir tâbirdir.

hayzeran

  • Halk dilinde hezâren denilen bir cins sıcak iklim kamışı ki, sandalye vs. yapımında kullanılır.

hebl

  • Ölüm, mevt.
  • Taaccüb makamında kullanılır.

helesaya çıkmak

  • Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.

hezaren

  • Sıcak memleketlerde yetişen; ve baston, sandalye gibi şeyler yapmakta kullanılan bir cins kamış.

hicaz / حجاز

  • Arabistan'da Hicaz bölgesi. (Arapça)
  • Hicaz makamı. (Arapça)

huss

  • (Çoğulu: Husas) Kamıştan yapılmış ev.

huzur-u irfan

  • İrfan ve ilim sahibi olan kişinin yüksek makamı.

iktibas

  • Bir söz veya yazıyı olduğu gibi veya kısaltarak almak. Birisinden ilmen istifade etmek. İstifade suretiyle almak, alınmak.
  • Söz arasında Kur'an-ı Kerimden veya Hadis-i Şeriftden veya başka makbul eserlerden bir cümlenin kâmilen veya kısmen az tasarruf ile veya tasarrufsuz alınması.

iktiza-yı makam / iktizâ-yı makam

  • Makamın gereği.

ilbas-ı hil'at

  • Hil'at giydirmek. (Üst elbisesi demek olan hil'at; padişahlar ile sadrazam ve vezirler tarafından memurlarla, âyân ve eşrâfa, taltif makamında giydirilirdi. Sonradan bunun yerine rütbe ve nişan verilmeğe başlanmıştır.)

illiyyun

  • (Tekili: İlliyyîn) (Aliyyu) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.

intisab / intisâb

  • Mensûb olma, bağlanma. Bir işe, bir mesleğe girme. Bir mürşîd-i kâmile (rehbere) bağlanma, talebe olma.

irade-i hilafet / irade-i hilâfet

  • Halifelik makamının kararı, hükmü.

irtikab / irtikâb

  • Bir işe girişmek.
  • Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak.
  • Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.

işaret-i aliye / işaret-i âliye

  • Tar: Şeyh-ül islâm, defterdar ve yeniçeri ağası gibi maiyyet memurlarından biri tarafından yazılan takrir veya ilam üzerine sadrazamın kabul veya red şeklinde yazdığı yazı.
  • Sadaret makamından çıkan emirler.

isnak

  • Mal, mülk, servet ve makamın, insanı azdırması.

istihkamat-ı dahiliye / istihkâmat-ı dâhiliye

  • Bir istihkâmın iç tarafında, icab ettiği zaman yapılan müstakil sığınaklar.

istikmal

  • Bir şeyin olgunluğa, kemale erdirilmesi. İkmal etmek. Eksiksiz ve tam oluş, tam ve kâmil olmak.

ka'be / kâ'be

  • (Kâbe) Dünyanın en kudsi ma'bedi. Beytullah, Beyt-ül Ma'mur, Beyt-ül Atik. Bütün mü'minlerin ibâdet esnâsında yöneldikleri merkez. Dört köşe olduğu için Kâbe denir. Bu mukaddes makamın etrafına Mescid-ül Haram ismi verilir. İçinde bir kısım olarak Makam-ı İbrahim mevcuddur. Burası İbrahim Aleyhissel

kadi-l kudat

  • Kadıların kadısı. En büyük kadı. Kazasker veya şeyhül islâm makamında bulunan kimse.

kalem

  • (Çoğulu: Aklâm) Kamış. Yazı için ucu inceltilen bir nevi ince ve sert kamış.
  • Yazı yazmak için kullanılan her türlü âlet.
  • İfâde. Üslub.
  • Mâden, taş ve tahta üzerinde oymak için ucu sivri çelik âlet.
  • İnce boya, fırçası.
  • Yazı enva'ı.
  • Resim. Nakış.<

kamil-i ukala / kâmil-i ukalâ

  • Kemalde olan mükemmel akıl sâhibleri. Akılların kâmili.

kamilane / kâmilâne

  • Kâmilce.

kamilen / kâmilen

  • Noksansız, eksiksiz olarak. Tam olarak. Kâmil olarak. Bütünü ile. Tamamen.

kamilin / kâmilîn

  • Kâmiller.

kamilin-i ehl-i suffe / kâmilîn-i ehl-i suffe

  • Suffede bulunan fazilet sahibi kâmil sahabeler.

kamine / kâmine

  • (Bak: KÂMİN)

kaminun / kâminun

  • (Tekili: Kâmin) Saklı ve gizli olanlar.

kamit

  • Bağlanmış.
  • Tam olgun, kâmil.

kand

  • Şeker, şeker kamışının donmuş suyu.

kasab / قصب

  • Saz, kamış.
  • Parmak kemikleri.
  • Nefes borusu, bronş.
  • İnce keten bezi.
  • Şeker kamışı. (Arapça)
  • Nefes borusu. (Arapça)
  • İnce keten. (Arapça)

kasab-ül faris / kasab-ül fâris

  • Kalem kamışı.

kasab-ül habib

  • Şeker kamışı.

kasba

  • Kamış. Kamışlık.

kavsarra

  • Kamıştan yapılan hurma sepeti.
  • Şeker yükü.

kayyum-i alem / kayyûm-i âlem

  • Kayyûmiyyet makâmında bulunan velî zât. İnsanların âhirete âit derece ve seâdetleri bu mertebedeki velîlerin imdâdına verildiğinden kayyûm denilmiştir.

kelh

  • Söğüt ağacına benzer, uzunca, dik bir ot. (İçi kamış gibi boş ve gâyet hafif olur; ondan hasıl olan zamka "eşk" derler, kokusu cündübâdester kokusu gibi olur, tadı acıdır.)

kemal

  • Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Erginlik. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. Fazilet.
  • Değer, baha.
  • Fazlalık.
  • Sıdk ile yapılan güzel iş.

kemal sıfatları / kemâl sıfatları

  • Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatl

kemalat-perver / kemalât-perver

  • Kâmil ve olgun insan. Kemalât sahibi. (Farsça)

kihal

  • (Tekili: Kehl) Kemâlini bulmuş kimseler. Kâmil insanlar. Olgunluk çağında bulunanlar.

kilk / كلك

  • Kalem. Kamış kalem. (Farsça)
  • Kamıştan ok. (Farsça)
  • Kamış kalem. (Farsça)

kımt

  • Kamıştan yapılan evlerin kamışlarını bağladıkları ip.

küfe

  • Taze dallardan veya kamıştan örülmüş, derin ve çeşitli boyda kaba sepet. (Farsça)

külliyen

  • Kâmilen, tamamen. Cüz'î olmamak üzere. Büsbütün. Tamamıyla, toptan, kâffesi.

kümmel

  • (Tekili: Kâmil) Kâmiller. Olgunlar. İlmen, dinen ve mânen kâmil olan büyük zatlar. Büyük mâneviyat ve fazilet sahibi insanlar.

kümmelin / kümmelîn

  • (Tekili: Kâmil ve kümmel) Kâmiller.
  • Kâmiller; büyük mâneviyat ve fazilet sahibi olgun kimseler.

kurb-u huzur-u ilahi / kurb-u huzur-u ilâhî

  • İlâhî yakınlığa ulaşma makamı.

kussabe

  • (Çoğulu: Kısâb) Kamış boğumu.
  • Düdük.

kutb-ul aktab

  • Kutubların başı. Hilafet-i mâneviye-i Muhammediye (A.S.M.). Velâyet-i mâneviye makamlarının en yükseği, nübüvvet-i Muhammediyeye (A.S.M.) veraset makamı olup, bu makama ancak Cenâb-ı Hakkın bir atiyyesi olarak nâil olunur. Bu makamda bulunan zât, Hakikat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) mazharı ve Esmâ-i İ

lisan-ı belagat / lisân-ı belâgat

  • Düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme dili, üslûbu.

lita / lîta

  • (Çoğulu: Lit) Kamış kabuğu.
  • Karnın dışarısındaki derisi.

ma'rifet-i kamile / ma'rifet-i kâmile / مَعْرِفَتِ كَامِلَه

  • (Allahı) Kâmil bir imanla tanıma.

ma-i nafiyye / mâ-i nâfiyye

  • (Ben kâmil değilim) misâlinde olduğu gibi mânayı nefyeder.

mahv ve sekir

  • Fenafillâh makamında kendi varlığını hiç görmek ve bu mânevi hâlin zevk ve te'sirinden ruhi bir coşkunlukla kendinden geçme hâli.

makam / مقام

  • Yer. (Arapça)
  • Kat, huzur. (Arapça)
  • Musikî makamı (Arapça)

makam-ı ala-yı ubudiyet / makam-ı âlâ-yı ubûdiyet

  • Allah'a kulluğun yüce makamı.

makam-ı aşıkan / makam-ı âşıkan

  • Aşıkların makamı.

makam-ı fahr

  • Övünme makamı.

makam-ı feyz

  • Feyiz makamı, bereket makamı.

makam-ı hitabi / makam-ı hitâbî

  • Hitab etme makamı, ifâde tarzı.

makam-ı hızır

  • Hz. Hızır makamı.

makam-ı hizmet

  • Hizmet makamı. İş görme yeri.

makam-ı hürmet

  • Hürmet ve saygı makamı.

makam-ı iddia

  • İddia makamı, savcılık.

makam-ı ifham

  • Delille susturma makamı.

makam-ı ifham ve ilzam

  • Karşı tarafı susturma, âciz bırakma makamı.

makam-ı ihtiram

  • Hürmet makamı.

makam-ı imtinan

  • Verilen nimet ve ihsandan söz etme makamı.

makam-ı irşad

  • Tebliğ, doğru yolu gösterme makamı.

makam-ı ispat

  • İspat makamı.

makam-ı istidlal / makam-ı istidlâl

  • Delil getirme makamı, delil getirme mevkii.

makam-ı istima / makam-ı istimâ

  • Dinleme makamı, yeri.

makam-ı izzet

  • Şeref, yücelik makamı.

makam-ı kurb

  • Makamın yakınlığı, yakın olma.

makam-ı mahbubiyet

  • Allah'ın sevgisini kazanma makamı, derecesi.

makam-ı mahbubiyet-i uzma / makam-ı mahbubiyet-i uzmâ

  • En büyük sevgi makamı.

makam-ı mahmud / makam-ı mahmûd / مَقَامِ مَحْمُودْ

  • Peygamberimizin cennetteki makamı, şefaat makamı.
  • (Şefaat-ı Uzmâ) En yüksek şefaat makamı. Peygamberimizin (A.S.M.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen makam.
  • En yüksek şefaat makamı; Peygamberimizin (a.s.m.) kavuşacağı, Allah tarafından vaad edilen yüksek makam.
  • Peygamberimize (asm) va'd edilen en büyük şefâat makamı.

makam-ı medh

  • Övgü makamı.

makam-ı mehdiyet

  • Mehdîlik makamı.

makam-ı mualla-yı nübüvvet / makam-ı muallâ-yı nübüvvet

  • Peygamberliğin yüce makamı.

makam-ı niyaz

  • Dua etme, yalvarıp yakarma makamı.

makam-ı nübüvvet

  • Peygamberlik makamı.

makam-ı nüfuz / makam-ı nüfûz / مَقَامِ نُفُوذْ

  • Tesir, etki makamı.
  • Sözü geçme, i'tibar makamı.

makam-ı reca / makam-ı recâ

  • Ümit makamı.

makam-ı rububiyet

  • Rububiyet makamı.

makam-ı şan u şeref

  • Şan ve şeref makamı.

makam-ı şan ü şeref

  • Şan ve şeref makamı.

makam-ı şehadet

  • Şehitlik makamı.

makam-ı şeref

  • Şeref makamı, derecesi.

makam-ı tasdik

  • Doğruluma makamı, konumu.

makam-ı tazim / makam-ı tâzim

  • Saygı makamı.

makam-ı tebliğ

  • Tebliğ etme, duyurma makamı.

makam-ı tergib ve teşvik

  • İsteklendirme ve şevklendirme makamı.

makam-ı terhib ve tehdit

  • Korkutma ve tehdit makamı.

makam-ı tevakkuf

  • Durma, duraklama makamı.

makam-ı tevhid

  • Tevhid makamı, kalben Allah'ın birliğinin hissedildiği hal.

makam-ı ubudiyet

  • Allah'a kulluk yeri, kulluk makamı.

makam-ı üveys

  • Veysel Karani'nin makamı.

makam-ı vekalet / makam-ı vekâlet

  • Vekillik makamı.

makam-ı yusuf

  • Yusuf'un makamı.

makam-ı zem

  • Kınama makamı.

makam-ı zem ve zecir

  • Kötüleme ve yasaklama makamı.

makamat-ı aşere / makâmât-ı aşere

  • Fenâ (Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak) makâmının başlangıcında olan ve fenâ makâmına kavuşmak için lâzım olan on şey.

maksebe

  • Sazlık, kamışlık.

maktaa

  • Eskiden üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemikten veyâ mâdenden yapılmış âlet.

mana-yı hilafet / mânâ-yı hilâfet

  • Hilâfetin anlamı; Peygamberimizin vekili olarak Müslümanların din ve dünya işlerinin tedbirini gören genel başkanlık makamının anlamı.

mana-yı saltanat / mânâ-yı saltanat

  • Saltanat makamının ifade ettiği mânâ, görev.

mekmen

  • (Çoğulu: Mekâmin) Gizlenilip pusu kurulan yer. Pusu yeri.

mektub-u sami / mektub-u sâmî

  • Başbakanlık (sadaret) makamından yazılan resmi mektublar.

mensıb-ı fetva

  • Fetva makamı.

menzil-i naz

  • Naz makamı.

merci' / مَرْجِعْ

  • Müracaat makamı.
  • Mürâcaat makamı.

merkez

  • (Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret.
  • Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı.
  • Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.

merkez-i hilafet / merkez-i hilâfet

  • Hilâfet merkezi, halifelik makamının bulunduğu yer.

meşihat / meşîhat / مشيخت

  • Osmanlı Devletinde bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yürüten Şeyhülislam makamı.
  • Şeyhlik. (Arapça)
  • Şeyhlik makamı. (Arapça)

meşihat-i islamiye / meşihat-i islâmiye

  • İslâm ile ilgili devlet dairesi, Şeyhü'l-İslâmlık makamı.

mesned-i re's

  • Başvurma yeri, müracaat makamı.

metin / metîn

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kudretli, kâmil (kusursuz, noksansız) olan, hiçbir sûrette za'fiyet, âcizlik, güçsüzlük meydana gelmeyen.
  • Hadîs-i şerîfi rivâyet eden (nakleden) râvîlerin (zâtların) sıra ile isimleri demek olan sened kısmından sonra gelen hadî

mevki-i tatbik

  • Uygulama yeri, makamı.

mezabir

  • (Tekili: Mizber) Kalemler, kamışlar.

mihrab

  • Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer.
  • Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır.
  • Evin şerefli yüksek yeri, çardak.
  • Meclisin sadrı ve ekrem mevzii.
  • Mc: Harb âleti.
  • Orman.
  • Melikin hususi makamı.
  • Mc: Şeytan ve hevâ ile muhare

mihrab-ı fazilet

  • Fazilet makamı.

mıkatta

  • Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan âlet.

mıkma'

  • (Çoğulu: Mekami') Fil başına vurdukları demir çomak.

mıkmaa

  • (Çoğulu: Mekami') Gürz ve topuz gibi parçalayıcı ve yarıcı silâh.

mikşat

  • Hattatların, kamış kalemlerinin kabuğunu soymakta kullandıkları âlet.

mim

  • Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır.
  • Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir.
  • Bir kitap veya ibarenin sonuna veya altına temme (bitti) yerine ve "mâlum oldu, görüldü" makamında konulan bir harftir.<

mizber

  • (Çoğulu: Mezâbir) Kamış kalem.

mizmar / mizmâr

  • Her türlü çalgı âleti, ney türünden, biri kamış, diğeri ağaçtan olmak üzere iki parçadan meydana gelmiş olan âlet, düdük, kaval, fülüt.
  • Güzel ses.

mualla

  • Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.

müctehid

  • İctihâd makâmına yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîf ve diğer dînî delillerden hüküm çıkarma derecesine yükselmiş büyük din âlimi. Bütün İslâm ilimleri ve zamânın fen bilgilerinde söz sâhibi âlim.

müddei-yi umumi / müddei-yi umumî

  • Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.

müfessirin / müfessirîn

  • Kur'an-ı Kerim'in mânasını hakkıyla anlayıp tefsir edebilen, ilmi ile âmil, kâmil ve sâlih muhakkikler.

muhaddisin / muhaddisîn

  • Hadis ilmiyle uğraşan eskiden gelmiş büyük ve kâmil zâtlar. Peygamberimizin (A.S.M.) sözünü işiterek bildirenler.

müşiriyyet

  • Müşirlik. Mareşal makamı.

müske

  • Müracaat olunacak hayır ve fayda.
  • Her şeyin artığı.
  • Akıl, kâmil zihin.
  • Kendine temessük olunacak şey.
  • Geçinecek kadar kuvvet ve gıda.

mütekamilin / mütekâmilîn

  • Tekâmül etmiş olanlar. Kâmil ve olgun kimseler. Allah'ın emrine uygun şekilde hareketi alışkanlık hâline getirmiş olanlar.

müteşeffi

  • (Şifa. dan) Şifa bulan, iyileşen.
  • Öcünü, intikamını alarak rahatlaşan.

müzca

  • Sürücü, süren.
  • Kâmil olmayan kişi. Olgunlaşmamış insan.

nal

  • İnilti, figân. (Farsça)
  • Kamış kalem. (Farsça)
  • Kamış düdük. (Farsça)
  • Şeker kamışı. (Farsça)

nay / nây / نای

  • Ney. Kamış düdük.
  • Ney. (Farsça)
  • Kamış. (Farsça)

nayin

  • Kamıştan yapılmış, sazdan yapılmış. (Farsça)

nebib

  • (Çoğulu: Enbüb) Boğum, kamış boğumu.

ney

  • Kamıştan yapılan damaksız düdük.
  • Kamış kalem.
  • Mc: Kâmil insan.
  • Farsçada : Yokluk.
  • Kamıştan yapılan içi boş bir çalgı âleti.
  • İnsan-ı kâmil, İslâm dîninde yetişen kâmil yüksek insan.

neyistan / نيستان

  • Kamışlık, sazlık. (Farsça)
  • Sazlık, kamışlık. (Farsça)

neypare

  • Kamış parçası. (Farsça)

neyşeker

  • Şeker kamışı. (Farsça)

neysitan

  • Sazlık, kamışlık. (Farsça)

neyzar / neyzâr / نيزار

  • Kamışlık, sazlık. (Farsça)
  • Sazlık, kamışlık. (Farsça)

pir / pîr

  • Yaşlı, ihtiyâr.
  • Mürşîd-i kâmil, tasavvuf yolunda rehber zât.

pirahen

  • (Pirehen) Gömlek. Kamis. (Farsça)

piş-müzd

  • Pey, pey akçesi. Satılık bir şeye talip olan kimsenin, sonradan caymayacağını temin makamında olmak üzere satıcıya peşin verdiği bir miktar para. (Farsça)

puhte

  • (Çoğulu: Puhtegân) Pişmiş, pişkin. Olgun, kâmil insan. (Farsça)

raşidin / raşidîn

  • Hakka erişmiş olanlar. Kâmil ve çok ileri olgun kimseler. Akıllılar.

ravza-i pak-i ahmedi / ravza-i pâk-i ahmedi

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) tertemiz makamı, kabri.

rihve-i mehmuse harfleri

  • "Fe, ha, se, he, şın, hı, sad, sin" Bu harflerde sesin kemâli ile nefes birlikte akar. Rehavet ve hems sıfatı, zayıf sıfatlardır, bunun için rehavet sesin kâmilen akmasını, hems de nefesin kâmilen akmasını icabettirir.

rikab / rikâb

  • Özengi.
  • Büyük bir kimsenin huzuru, önü, makamı.

rind

  • Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören. (Farsça)
  • Laübali meşreb feylesof. (Farsça)
  • Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse. (Farsça)

riyasetpenah

  • Başkanlık makamında bulunan. Başkanlık eden, başkan olan. Reislik yapan. (Farsça)

ruşendil

  • Kalbi nurlanmış. Kâmil ve çok temiz dindar.

saba / sabâ / صبا

  • Meltem, gündoğusunden esen yel. (Arapça)
  • Sabâ makamı. (Arapça)

sadaret / sadâret

  • Vezirlik, başvezirlik. Osmanlı Devleti zamanında Başvekillik makamına verilen isim.
  • Öne geçme, başta bulunma.
  • Osmanlı İmparatorluğunda başvezirlik, sadrâzamlık, başbakanlık makamı.

şah-ı velayet

  • Velîlik makamının şâhı, başı.

sayil

  • Alında olan beyazlık.
  • Burun kamışı.

saz

  • Kamış. (Farsça)
  • Bir çalgı âleti. (Farsça)
  • Takım, silâh, edevat. (Farsça)
  • Ustalık. (Farsça)
  • At takımı. (Farsça)
  • Düzen, tertip, sıra. (Farsça)
  • Öğrenme. (Farsça)
  • Kuvvet, kudret. (Farsça)
  • Menfaat. (Farsça)
  • Benzer, misil, eş. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)

şekeristan

  • Şeker kamışı tarlası. (Farsça)

serir-i saltanat / serîr-i saltanat

  • Saltanat tahtı; sultanlık makamı.

serir-i tedris

  • Ders verme makamı.

şeyh

  • İhtiyâr.
  • Bir ilim dalında ihtisas etmiş olan.
  • Mürşîd-i kâmil; insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatan, dîni, İslâm'ı yayan ve onların mânen olgunlaşmalarını sağlayan rehber zât. Çoğul şekli meşâyıh ve şüyûhtur.

sıdk

  • Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması.
  • Ahdinde sâbit olmak.
  • Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi.
  • Kalb temizliği.

sıfat terkibi

  • Sıfat tamlaması. Meselâ: "Kâmil insan" kelimeleri bir sıfat terkibidir. Burada Türkçe ifâdeye göre "kâmil insan" terkibinden birinci kelime sıfat (belirten), ikinci kelime ise mevsuf (belirtilen) dir. Farsça kâideye göre "insan-ı kâmil" diye söylenir.

sirac-ı kurb-i ev edna / sirâc-ı kurb-i ev ednâ

  • Yakınlığın, hatta daha da yakınlığın kandili (Peygamber Efendimiz Miracda Cenâb-ı Hakkın huzuruna geldiğinde Ona çok yaklaşmıştı. O yakınlık makamı kâinatta hiçbir varlığa nasip olmamıştır.).

sirbal

  • (Çoğulu: Serâbil) Gömlek, kamis.

siyah dutun bir meyvesi

  • On Yedinci Söz'ün İkinci Makamı'nda yer alan bir bölüm.

taganni / tagannî / تغنى

  • Zenginlik. (Arapça)
  • Makamına göre şarkı söyleme. (Arapça)
  • Tagannî etmek: Şarkı söylemek. (Arapça)

tahsil-i irfan / tahsîl-i irfan

  • Tasavvuf bilgilerini elde etme, öğrenme. Edeler dâimâ tahsîl-i irfân Olalar her biri, bir kâmil insan.
  • İlim ve tecrübe netîcesinde bilgi edinme.

taht / تخت

  • Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. Hükümdarlık makamı. (Farsça)
  • Saltanat koltuğu. (Farsça)
  • Saltanat makamı. (Farsça)

taklim

  • (Kamış, tırnak, kalem gibi şeyleri) yontma, kesme.

takmis

  • (Kamis. den) Gömlek giydirme.

takvim

  • Düzeltme. Doğrultma. Kıvamına koyma. Eğriyi doğru tutma.
  • Ta'dil etme.
  • Bir şeye kıymet tâyin eylemek.
  • Her gün güneşin doğuşu, batışı, ay ahkâmı ve süresi kaydedilmiş olan defter.
  • Günlük olaylardan bahseden gazete.

tekmil makamı / tekmîl makâmı

  • Olgunlaştırmak, tamamlamak, kemâle erdirmek makâmı. Tasavvufta başkalarını yetiştirebilmek derecesine ulaşma.

telmih

  • (Çoğulu: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek.
  • Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek.
  • Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir

tesis-i ahkam-ı risalet / tesis-i ahkâm-ı risalet

  • Peygamberlik makâmının hükümlerinin tesisi, uygulamaya konulması.

tevbe bi'atı

  • Mürşid-i kâmil denilen velî bir zâtın, huzûrunda tövbe edip günâh işlememek üzere söz vermek.

ümlud

  • (Çoğulu: Müled) Kamış dalı.

ünbub

  • (Ünbube) Kamıştaki boğum arası kısım.
  • Parmak uçları.
  • Tüp. İnce boru.

vahiy

  • Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin Allah (C.C.) tarafından Peygambere bildirilmesi.
  • Lügatte vahiy: Kelâm, kitap, işaret, irsal, ilham, ifham, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i'lâm, bazı hususi maksadları tebliğ gibi mânalara gelir.
  • Şeriatta vahiy: Dilediği ahkâmı, esrar ve

vefk-i müselles

  • Üçlü vefk; bir âyet veya ibarenin ebced ve cifir değerleri esas alınarak, dağıtıldığı ve üç rakamının karesi biçiminde dokuz küçük kareden oluşan tılsımlı kare alan.

veyh

  • Bir şeyi kandırmak makamında kullanılır.

veyl

  • Vay hâline, yazık, felâket, hüzün ve hüsran.
  • Cehennem'de bir çukur ismi veya Cehennem'in bir kapısına bu isim verilmiştir.
  • Vaid, tehdid makamında kullanılan azab kelimesidir.

vilayet / vilâyet

  • Evliyâlık, velîlik makâmı, Allahü teâlâya yakın olma, gafletten uzak bulunma.

vilayet-i amme / vilâyet-i âmme

  • İslâmiyet'in yalnız sûretine uyanların kavuştuğu evliyâlık makâmı.

vilayet-i kübra / vilâyet-i kübrâ

  • Vehimden ve hayâlden kurtulma makâmı. Bu vilâyete, Vilâyet-i enbiyâ da denir.

yera

  • (Tekili: Yerâa) Yontulmamış kamış kalemler. Kamışlar.
  • Ateşböcekleri.

yeraa

  • (Çoğulu: Yerâ) Kamış düdük.
  • Yontulmamış kalem.

zamir

  • Bir şeyi gizlemek.
  • İç.
  • Huk: Bir şeyin iç yüzü.
  • Niyet.
  • Vicdan. Kalb.
  • Gaye.
  • Gr: Mütekellim, muhatab ve gaibe delâlet eden ve bunların makamına kaim olan rumuzat harfleri ve harf terkiblerinin her biri. (Ben, sen, o; ene, ente, hüve gibi) ismin ye

zemar

  • Kamışa (ney'e) üfleyen.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın