adl

• Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk.
• Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek.
• Meyletmek.

anafor

• Denizde akıntının yanında veya altında, onun ters istikametinde olarak akan su. Akıntı mukabili.

bad-nüma

• Rüzgârın esme istikametini gösteren âlet. (Farsça)
• Fırıldak. (Farsça)

gayy

• Aklın istikametini, yolun doğrusunu kaybetmek. Rüşdün zıddı.

hatt

• Sınır. Çizgi. Hudud.
• Yazı. El yazısı.
• Nâme. Mektup.
• Gençlerde yeni çıkan bıyık veya sakal.
• Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol.
• Deniz yalısı.
• Gemilerin hareketteki istikameti.
• Parmağın onikide biri olan bir ölçü.
• Ferman, buyruk

hatt-ı şakul / hatt-ı şâkul

• Çekül doğrultusu. Yer çekimi istikametinde, dünyanın merkezine doğru.

• Çekül doğrultusu; yer çekimi istikametinde yerin merkezine doğru uzanan hat.

istikbal-i kıble

• Kıbleye, Kâbe istikametine yönelmek.

jirnet

• Fırıldak. Rüzgârın istikametini gösteren âlet.

kamet-i namiye-i istidad-ı insani / kamet-i nâmiye-i istidad-ı insanî

• İnsan istidadının büyüyüp gelişen kameti, endamı, boyu.

kıble açısı

• Bir beldeden güney veya kuzeyden kıble istikâmetine çıkan iki doğru arasındaki açı.

namık kemal

• (Mi: 1840 - 1888) Tekirdağ'lı olup İslâm mücahidlerindendir. Yeni Osmanlılık hareketine vatan mefhumunu sokmuş, "Firâki, hapsi, nefyi kadr-i nâmusumla gördüm hep" diye haklı olduğunu dâima müdâfaa etmiştir. Ehl-i kemâl bir zat olduğu, davasının istikameti ve samimiyetinden anlaşılır.Hayatının sonlar

ruh-u hidayet

• Hidayetin ve istikâmetin ruhu, özü.