Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
kalm
ifadesini içeren
336
kelime bulundu...
"icl" meselesi
Buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun'dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı.
abdulhamid ll
(mi: 1842-1918) 34' üncü Osmanlı Padişâhıdır. 33 yıl saltanatta kalmış olan bu şefkatli Sultan,İslâmiyete son derece bağlı idi. Yüksek bir siyaset adamı ve devlet işlerini bizzat takibeden bir zattı. Memlekette bolluk ve refahı te'min için çalıştı. (R.Aleyh)
akim / akîm / عقيم
Kısır.
(Arapça)
Sonuçsuz.
(Arapça)
Akim kalmak:
Gerçekleşememek, sonuçsuz kalmak.
(Arapça)
akim kalma / akîm kalma
Başarısız ve sonuçsuz kalma.
akl-ı mead / akl-ı meâd
Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.
aktivizm
Hakikatin, düşüncede kalmasından ziyade, hayat ve fiile intikalini ve bütün ilimlerin, cemiyetin gelişmesine hizmet etmesini isteyen ve böylece iradenin faaliyet ve tesirliliğini açıklayan felsefî bir meslek.
alam-ı gurbet / alâm-ı gurbet
Vatandan ayrı kalma elemleri, gurbet acıları.
alem-i harici / âlem-i hâricî / عَالَمِ خَارِجِي
Yalnızca Allah'ın ilminde kalmayıp hâriçte de yaratılmış âlem.
amer
(Amr, ömr, imâret) Muammer eylemek. Çok zaman yaşayıp kalmak. Muammer olmak.
amih
Şaşkın, şaşırmış, şaşakalmış.
anarşi
yun. Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak. Din ve nizam düşmanlığı. Birden başıboş kalmak. Başta hükümet olmamak. Hükümetinin otoritesi kalmamış olan bir milletin durumu.
antika
yun. Kıymetli san'at eseri. Eski zamandan kalma eser.
Eskiden kalma kıymetli eser.
araknak
Terlemiş, terden ıslanmış, ter içinde kalmış.
(Farsça)
arif / ârif
(İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen.
Sabırlı ve mütehammil.
Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan.
Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.
ashab / ashâb
(Tekili: Eshâb) (Sahib) Arkadaş olanlar. Sahip olanlar, kullanma yetkisine sahip kişiler.
Halk, ahali.
Sahabeler, yani Peygamberimiz Hz. Muhammed'i (A.S.M.) görmüş ve mü'min olarak ona ve onun mesleğine bağlı kalmış olan zatlar. Bu kişiler, insanlık, doğruluk ve her türlü faz
ataraksiya
yun. Tesirlere (etkilere) karşılık göstermeme, durgunluk hâli.
(Fels.) Ruhun sükunete ulaşması, arzu ve ihtiraslardan uzak kalma. Eski çağ felsefesi, hayatın gayesi, saadet olarak duygusuzluk halini gösteriyordu. İnsan arzuları sonsuz, düşmanları sonsuzdur, (mikroptan kuyruklu yıldız
atikıyyat
Eski eserler. Eski devirlerden kalma eserleri, - daha ziyade tarih ve san'at bakımından- tetkik eden ilim. Arkeoloji.
atom
yun. Maddenin bölünemez en küçük parçası manasında eski çağ felsefesinde kullanılan bir tâbir, günümüze kadar gelmiş ve ilmî tabir olarak kalmıştır. Atom, maddenin bölünmez bir parçası değil, kendisi de daha küçük parçalardan yaratılmış çok küçük bir âlemdir. Dünyada, kâinatta ve atom âleminde hep a
avunmak
t. Oyalanmak, kendi kendini eğlendirmek.
İnek vs. nin gebe kalması.
azb
Gizli kalma. Görünmez olma.
babil / bâbil
Asurlular devrinde Irak'ta kurulan şehirlerden biri. Bağdat'ın aşağı tarafında bulunan ve büyücülüğünden dolayı, eski edebiyatımızda "Çeh-i Bâbil" olarak yer alan ve birçok dillerin meydana gelmesi bakımından da adı geçen "Bâbil Kulesi"nin bulunduğu ilkçağdan kalma bir şehir.
bazmande
Kafasız, ahmak, kabiliyetsiz.
(Farsça)
Durmuş, geri kalmış.
(Farsça)
beht / بهت
Şaşkınlık.
(Arapça)
Behte uğramak:
Şaşakalmak, şaşkınlığından donakalmak.
(Arapça)
beka
Devamlılık. Evvelki hâl üzere kalma. Dâim ve sâbit olma.
İlm-i Kelâm'da : Varlığının asla sonu olmayan Cenab-ı Hakk'ın bir sıfatıdır.
Bâki olmak. Ebedîlik.
Devam, sebat, evvelki hal üzere kalmak, ölmezlik, ebedilik.
beka müddeti
Kalma müddeti, süresi.
bekà-i daimiye / bekà-i daimîye
Devamlı olarak kalma, kalıcı olma.
berkarar / berkarâr / برقرار
Yerinde duran, karar eden.
(Farsça - Arapça)
Berkarâr olmak:
Devam etmek, kalmak.
(Farsça - Arapça)
besile
Kap içinde kalmış içki artığı.
bevar
Mahvolma, çürüme, yok olma.
Kadının kocaya varmayıp evde kalması.
beytutet / beytûtet
(Beyt. den) Gece kalma, geceleme.
Ayırmak, teferruk.
Gece baskın yapmak.
bitab / bîtâb / بيتاب
Yorgun, takatsiz.
(Farsça - Arapça)
Bîtâb kalmak:
Bitkin düşmek.
(Farsça - Arapça)
bitet
Geceleme, gece kalma.
büteyra
Sonunda evlâdı kalmayan.
Vitir namazını bir rekat kılmak.
Şems, güneş.
Sabah.
butu'
Geç kalma, gecikme.
cehad
Nimet az olmak.
Ot uzamayıp kalmak.
Su az olmak.
cehr
Görünmek, zâhir olmak.
Açıktan ve yüksek sesle olan söylemek veya okumak.
Tecvid'de: Harf hareke ile okunduğu zaman, mahreçte aralık kalmıyarak nefesin akmayıp, küllisi veya ekserisi hapsolmuş bir şekilde sesin çıkmasına denir.
cercis
(A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine dev
conta
Birbirinin üzerine kapanan iki madeni parça arasında, açıklık kalmamasını te'min etmek için konulan karton, kösele, lâstik vs. şey.
cüda / cüdâ / جدا
Ayrı.
(Farsça)
Cüda kalmak:
Ayrı düşmek, uzak kalmak.
(Farsça)
duçar / dûçâr / دچار
Uğramış, yakalanmış, maruz kalmış.
(Farsça)
Dûçâr etmek:
Uğratmak, müptela etmek.
(Farsça)
Dûçâr olmak:
Uğramak, müptela olmak.
(Farsça)
dumur
Bir uzvun maddi veya mânevi kabiliyetinin körelmesi. Gıdasızlıktan dolayı bir uzvun kuruyup kalması. Helâk. Körelmek.
Bir yere izinsiz gitmek.
düsur
Mahvolma. Eseri kalmama. Ortadan kalkma. Nişanı belirsiz olma.
Kaftan eskime.
Ev köhne olma.
ebced hesabı / ebced hesâbı
Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.
ebter
Kuyruğu kesik hayvan.
Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan.
Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi.
Eksik, tamamlanmamış.
Nesli kesilen, adı, hayrı ve ihsanı kalmayan kişi.
ebu-l vakt
Vakit ve hâlin te'siri altında kalmıyanlar.
ehl-i tertib / ehl-i tertîb
Vitirle berâber en çok beş vakit namazı kazâya kalmış kimse.
ehsa
Şaşmış, şaşa kalmış, hayret etmiş ve taaccübüne gitmiş olan kimse.
enkal
İşkence âletleri. Bukağılar, kayıt ve kelepçeler.
Nefsin cismani alâkalara ve bedeni lezzetlere bağlanıp kalması.
esbab-ı inkişaf / esbâb-ı inkişaf
Gizli kalmış hakikatlerin ortaya çıkmasını sağlayan sebepler.
evhen
En gevşek, çok zayıf, pek dayanıksız, kuvvetsiz tâkatı kalmamış.
farig
İşini bitirmiş, boş kalmış, alâkasını kesmiş, rahat, vazgeçmiş, çekilmiş.
Fık: Tasarrufu altında olan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasına devreden.
fazl
Âlimlere yakışır olgunluk.
İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet.
Artmak.
Artık, (bunun zıddı naks'tır). Bir şeyden bakiye kalmak.
fena-i nefs / fenâ-i nefs
İnsanın kendine ve başkalarına bağlılığının kalmaması. Benliği unutup, bırakması. Yâni Allahü teâlâdan başka hiç bir şeyi bilmemesi ve sevmemesi.
fikr-i muzmer
Gizli kalmış ve dışarı vurulmamış fikir.
fırak-ı dalle / fırak-ı dâlle
Dalâlete gitmiş fırkalar. Dalâlette kalmış cemaatler.
fosil
Eski jeolojik devirlerde toprağa gömülerek kalmış bitki, hayvan; bunların parçaları veya izleri.
(Fransızca)
füru
Aşağıda. Âciz. Beceriksiz. Geride kalmış... mânaları ifade eder, kelimenin önüne veya sonuna getirilerek ek olarak kullanılır.
(Farsça)
füru-mande
Yorgun. bitkin.
(Farsça)
Şaşkın, şaşırmış.
(Farsça)
Âciz, beceriksiz.
(Farsça)
Aşağıda, geride kalmış olan.
(Farsça)
gaflet
Umursamazlık; âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma hali.
gayb
Hazır olmama, gizli kalma. Hazır olmayan gizli kalan, görünmeyen.
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde bildirilmeyen, his organları, tecrübe ve hesâb ile anlaşılmayan gizli şeyler.
Akıl ve his (duyu) organları ile bilinemeyip, ancak peygamberlerin haber vermesi ile bilinen, Allahü teâ
gird-alud
Toz toprak içinde kalmış, toza bulanmış.
(Farsça)
girifte
Yakalanmış, tutulmuş.
(Farsça)
Bir hastalığa mâruz kalmış, hastalığa yakalanmış.
(Farsça)
Esir.
(Farsça)
gümkerde
(Gümkerdepey) İzi kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş.
(Farsça)
Yaptığı işi kimseye sezdirmeyen.
(Farsça)
gümnam
Eseri kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş.
(Farsça)
gusl
Boy abdesti. Cünüb olan her kadın ve erkeğin, hayz (âdet) ve nifası (lohusalık hâli) sona eren kadınların ağzı ve burnu ile birlikte, iğne ucu kadar kuru bir yer kalmayacak şekilde, bütün bedenini yıkaması.
habide / habîde
(Çoğulu: Hâbidegân) Uyuya kalmış, uykuya dalmış, uyumuş.
(Farsça)
habir-i basir / habîr-i basîr
Kendisine hiçbir şey gizli kalmayacak şekilde bilen, herşeyden haberdar olan ve her şeyi gören Allah.
habt-i a'mal / habt-i a'mâl
İrtidad eden, yâni dinden çıkan bir kimsenin, dindar iken yapmış olduğu ibadetlerinin ibtâl olup sevapsız kalması.
hadin
Bir kuş cinsidir. (Hiç doymak bilmez, yediğini hemen hazmedip yine yemek ister, yüksek yerleri sever, değme yer üstüne konmaz, ağaç başlarına konup bütün yemişini yer, yemişleri kalmazsa başka yerlere gider.)
hads
Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hâsıl olan ilim. Sür'at-i intikal. Ani ve doğru idrâk. Delilden neticeye çabuk varmak.
hair
Hayrette kalmış, mütehayyir. Şaşırmış, taaccüb etmiş.
hak-sar / hâk-sar
Toz toprak içinde kalmış. Perişan hâlli.
(Farsça)
halef an-selef
Seleften halefe geçme. Geçen ve gidenden, gelene kalma. Babadan evlâda geçme.
hali / hâlî / خالى
Boş.
(Arapça)
Hâlî kalmak:
Geri durmak.
(Arapça)
hali kalma / hâli kalma
Boş kalma, onsuz olma.
hali kalmayan / hâli kalmayan
Boş kalmayan (yani her zaman bir kısım ihtilâlci insanlar bulunan).
halvet / خلوت / خَلْوَتْ
Yalnızlık, tek başına kalma.
Yalnızlık, yalnız olarak kalma.
Yabancı bir kadınla yabancı bir erkeğin bir odada, kapalı bir yerde yalnız kalmaları.
Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet tenhâda kalma hali yalnız kalmak.
Yalnız kalma, tenhaya çekilme.
Tenha yer, ibadet için tenha hücre.
Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme.
Gizlilik.
Tenha yerde yalnız kalmak.
Tenha.
(Arapça)
Başbaşa kalma.
(Arapça)
Yalnız kalma.
hane-harab
Câhil, bilgisiz.
(Farsça)
Evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış.
(Farsça)
Hâli perişan olmuş kimse.
(Farsça)
Mc: Müflis, züğürt, sefil.
(Farsça)
harak
Korkudan veya utanmaktan dolayı dehşet içinde kalmak.
hasif / hâsif
(Husuf. dan) Sararmış. Rengi, parlaklığı kalmamış. Husufa uğramış.
hasr
Bir şeyin içine alma. Yalnız bir şeye mahsus kılma.
Bir çember içine almak. Askerle etrafını kuşatmak.
Sıkıştırma. Kısaltma.
Okurken tutulup kalmak.
Vakfetmek.
Zaman ayırmak.
haşv-i müfsid
Edb: İbarede yalnız kalabalık etmekle kalmayıp mânâyı da anlaşılmaz hale getiren söz.
haybet
Elindekilerden mahrum kalmak, kaybetmek.
hayran / hayrân
Takdirkârlığından dolayı şaşa kalmış. Çok takdir etmiş. Çok beğenmiş.
Çok beğenmiş, şaşıp kalmış.
hayret
Hiçbir cihete teveccüh edemeyip kalmak. Şaşkınlık. Ne yapacağını bilememek.
hayrhahlık
Başkasının iyiliğini istemek. Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek. Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı.
hazine-i hümayun
Hazine-i Hümayun'da bulunan savaş eşyasından bir kısmının manevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli ganimet, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.)
hebul
Yavrusu kalmayan deve.
herem
Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak.
Mısır'da firavunlar zamanından kalmış piramit şeklindeki mezarların beheri.
Geo: Mahrutî şekil, piramit.
hirman
Mahrum olmak, mahrum kalmak. (Aslı, mahrum etmektir)
hişmet
Hürmet. Heybet ve utanmak, istihyâ. Bozulup kalmak.
Gadap ve şiddet. Hiddet.
hitab-ı teşrifiye / hitab-ı teşrifîye
Şereflendiren hitap; Allah'ın "ebedî kalmak üzere Cennete girin" şeklinde şereflendiren hitabı.
hıyar
Hayırlılar.
(Çoğulu: Hıyârât) Huk: Bir işi yapıp yapmamada serbestlik. Genel olarak bir anlaşmadan vaz geçme. Hususi bir sözleşmenin fesh veya tasdiki. Muhayyerlik. Kendisinde böyle muhayyerlik bulunan kimse, yaptığı bir akdi diğer tarafın rızasına hâcet kalmaksızın bozabilir.
hizlan / hizlân
(Hezlan) Yalnız başına kalıp zelil olmak, yardımcısız kalmak.
Muhafaza ve rahmet-i İlâhiyeden mahrumiyet.
İlâhî rahmetten mahrum kalmak.
hücec-i hattiye
Huk: Yazılı deliller. Bunlar tezvir ve tasni şüphesinden sâlim olduğundan onunla amel edilebilir, yani hükme medar olur, başka vech ile sübuta ihtiyaç kalmaz. (Beraetler, mahkeme kararları, tescil edilen vakriye gibi.)
hücud
Uykusuz kalma. Geceleyin az uyuma.
iare-i mutlaka
Bir mülkün, bir eşyanın sâhibi tarafından hiç bir şart ve kayda bağlı kalmayarak başka birine ödünç verilmesi.
ibka
Bâkileştirmek. Devamlı etmek. Azletmeyip yerinde bırakmak. Yerinde devamlı etmek.
Tayinleri her sene, bir sene müddetle yapılan memurlardan bu müddet bitmeden evvel hizmetleri beğenilenlerin yeniden bir sene için yerlerinde kalmalarına müsaade edilmesi.
Mc: Sınıfta bırakmak.<
ibn-i uyeyne
(Hi: 107-198) Ebu Muhammed Süfyan bin Uyeyne, ikinci derecede tâbiinden olup aslen Kufeli olduğu hâlde Mekke-i Mükerreme'de kalmıştır. Hadisde, tefsirde ve bilhassa Hadis-i Şerifleri tefsir etmede derin âlim olup yedi bin Hadis-i Şerif nakletmişti. Zâhid, müttaki ve sâlih bir zât olup kuru arpa ekme
ibn-üs-sebil / ibn-üs-sebîl
Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında malı, parası kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp, muhtâç kalan.
ibraname
Alacaklı kimse tarafından alacak ve verecek kalmadığına dair verilen kâğıt. İbrâ senedi.
ibtar
Şaşma, tuhafına gitme, hayrette kalma.
Alabileceği miktardan fazla yük yükletme.
icazet-i külli / icazet-i küllî
Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi
iflas
Malı tükenmek, parası kalmamak. Borçlarını ödeyemiyecek hâle gelmek. Sermayesini batırmak.
Ahirette günahları çok olanın hüsrana düşmesi.
iğtisal / iğtisâl
Gusl (boy) abdesti almak. Ağız ve burun dâhil bütün vücûdu hiç kuru yer kalmayacak şekilde baştan ayağa yıkamak.
ihhikak
Kördüğüm olma.
Mc: Sıkışıp kalma. Halledilmeyip çözülmez hale gelme.
ihras
Dilsiz olmak. Dilsiz kalmak.
ikamet / ikâmet
Bir yerde kalmak. Oturmak.
Müezzinin kamet getirmesi.
Kâmet. Erkeklerin farz namaza başlamadan önce okuması sünnet olan ezâna benzer sözlerin ismi. Ezândan farkı fazla olarak "Hayyealelfelâh"dan sonra iki defâ "Namaz başladı" mânâsına olan "kad kâmet-issalâtü denir.
Oturmak, bir yerde kalmak.
ilm-i allamü'l-guyub / ilm-i allâmü'l-guyûb
Gayb âlemini ve herşeyi bilen ve kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan Allah'ın ilmi.
imhal
Mühlet verme. Sonraya kalmasına müsaade etme.
imsa
Akşama kalma.
Bozma.
in'izal
Bir tarafa çekilme, tek başına kalma.
inbihar
Yorgunluktan dolayı nefes kesilip soluk soluğa kalma.
indirac
Dahil olma. İçeri girme, katılma.
Nesil tamamen tükenip halefi kalmama.
indiras
Zail olma, eseri kalmama, mahvolma. Bozulma.
infirad / infirâd / انفراد
Tek başına kalma. Yalnızlık hâli.
Bir başına kalma.
(Arapça)
İnfirâd ettirilmek:
Bir başına bırakılmak.
(Arapça)
infiraz
Bulunmama, kalmama, münferiz olma.
infisah
Hükümsüz kalma, fesholma. Bozulma.
insilab
(Selb. den) Kaldırılma, selb olunma, giderilme. Kalmama. Mahvedilme. Soyulma, soyulmuş olma.
intikal
Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek.
Göçmek, geçmek.
Sirâyet. Bulaşmak.
Bir şeyin miras olarak kalması.
Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
intişab
Odun veya mal biriktirme.
Tutulup kalma.
intiyat
Kendi reyi ile davranma, kendi istek ve iradesi ile hareket etme.
Asılı kalma.
inziva / inzivâ
Bir köşeye çekilmek. Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma.
iptal
Sonuçsuz kalma.
irbab
Bir yerde mukim olma. Bir mevkide devamlı olarak kalma.
irsiyet / اِرْثِيَتْ
Mîrâs olarak kalma.
irsiyet kalma
Miras olarak kalma.
irtibas
Perişan ve zor durumda kalma.
Pek karışık ve sıkışık olma.
irtifak
Bir yere dayanma.
(Kap) dolma.
İhtiyaç duyma.
Arkadaşlık etme.
Tıb: İki kemiğin hareketsiz kalmak üzere mafsallanması.
irtikak
Söz gücü olan kimsenin, söz söylemekten âciz kalması.
isna
Yukarı kaldırmak, yükseltmek.
Değerini yükseltme.
Ateş alevinin yükselmesi.
Bir sene bir yerde kalmak.
israiliyat
Zamanla hurafeye inkılâb etmiş, Yahudilikten kalma haberler, hikâyeler. İsrail oğullarına mahsus hikâyeler, hâdiseler.
israiliyyat / isrâiliyyat
Yahudilikten kalma bilgiler.
ısrar
Bir fikir veya meşru dâvadan dönmemek. Direnmek, sebat etmek. Hayırlı bir hâl üzere sadakatla kalmayı istemek.
isti'cab
(Aceb. den) Şaşma, taaccüb etme, hayrette kalma.
istibşar
Müjde almak. Hayırlı, iyi haber iyi sevinmek.İSTİBTA' : Ağır ağır hareket etme.
Gecikme, geç kalma.
istihar
Geri bırakılma, geri kalma.
istihva
Şaşırıp kalmak. Divane olmak. Hevâ ve hevesi hoş görmek.
istiklal / istiklâl
(Kıllet. den) Kendi başına olmak, kimseye bağlı olmayış, müstakil oluş.
Az bulma, kâfi görmeme.
Rey sahibi olup keyfi iş görme ve başkasının emrine ve fikrine tâbi olmaktan uzak kalma.
istilbas
Geç kalma, gecikme.
istinka / istinkâ
İstincâdan sonra, hiçbir pislik kalmadığına kalbde kuvvetli bir kanâat hâsıl olması.
istinkaf / istinkâf / استنكاف
Kabul etmeme, yüz çevirme, çekimser kalma, reddetme.
Kabul etmemek. Çekimser kalmak.
Çekimserlik.
(Arapça)
İstinkâf etmek:
Çekimser kalmak.
(Arapça)
itkan
Muhkem, sağlam kalma.
İnanma, emin olma.
ittiham / ittihâm / اتهام
Töhmet altında kalma.
(Arapça)
ıztırar / ıztırâr
Zorda kalma.
kalib / kalîb
Kuyu, çok eski zamandan kalmış kuyu.
karar
Değişmez hâle gelmek.
Sabit ve sakin olmak.
Ne az ne çok olan tam ölçü. Ölçülülük.
Gitmeyip kalmak.
Oturaklı yer. Sâkin olacak yer.
Anlaşılan ve sabit hâle gelen son karar sözü.
Mahkemece verilen son söz ve neticeye bağlama.
Dolanmak.
keden
Toprak suyu çekip, yerinde bulanıklık kalmak.
keffaret-i salat / keffâret-i salât
Kazâya kalmış namazları bulunan ve bunları îmâ ile dahi kılması mümkün iken kılmayıp ölen kimsenin kılmadığı namazlar için verilen keffâret.
keffaret-i yemin
Yaptığı bir yemine sadık kalmayıp bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret demektir ki: Muktedir ise, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azad etmekten; muktedir değil ise, on fakiri akşamlı sabahlı doyurmaktan veya on fakire birer parça libas giydirmekten; bu üç şeyden birine muktedir ol
kenz
Define, hazine. Yer altında saklı kalmış kıymetli eşya, para veya altın gibi şeyler.
keşf
Açmak.
Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.
kirs
(Çoğulu: Ekrâs-Ekâris) Her nesnenin aslı.
Bir araya getirilmiş beytler.
Biri biri üstüne yığılmış kalmış davar tersi.
lahm
Et. Her şeyin içi ve üzeri.
Bir işi sağlam kılmak.
Kırık şeyi kuyumcunun yapıştırması. Lehimlemek.
Bir yerde ilişip kalmak.
lakit / lakît
Yerden kaldırıp alınmış ve sahipsiz kalmış bir şey. Sokakta bulunan mal, para.
Sokağa atılmış yeni doğmuş çocuk.
Üzerine ansızın gelinen kuyu.
lal ü ebkem / lâl ü ebkem
Şaşa kalmış. Sükuta mecbur olmuş. Susmuş.
leng
Topal, aksak. Yolcuların bir yerde iki gün kalması.
(Farsça)
Tenasül organı.
(Farsça)
maani-i muallak / maâni-i muallâk
Boşlukta kalmış mânâlar.
magdub
Hiddet ve gadaba uğramış. Doğru ve hak dini tanıyamamış ve rahmetten mahrum kalmış. Lütf-u İlâhîden mahrum olmuş.
Fık: Gasbolan mal.
mağdur / mağdûr / مغدور
Haksızlığa uğramış.
(Arapça)
Mağdur etmek:
Haksızlığa uğratarak zor durumda bırakmak.
(Arapça)
Mağdur olmak:
Haksızlığa uğramayarak zor durumda kalmak.
(Arapça)
maglul
Susuz kalmış. Su sıkıntısında bulunan.
Eli bağlı. Zincirle bağlanmış kimse.
Hapsedilmiş olan.
mahrum / محروم
Maddi veya manevi nimetlerden uzak kalmak.
Malı bereket bulmaz olan bedbaht. Felâhtan nasibsiz olan.
İffetinden dolayı zengin zannedildiğinden sadakadan mahrum olan.
Yoksun.
(Arapça)
Mahrum etmek:
Yoksun bırakmak.
(Arapça)
Mahrum olmak:
Yoksun kalmak.
(Arapça)
mahrumiyet
Yoksun kalma.
mahv u nabud / mahv u nâbud
Hiçbir izi kalmayacak şekilde yok olma.
malaz
Sürülmüş toprak.
Sular altında kalmış tarla.
mande / mânde
Kalmış, gitmemiş olan.
(Farsça)
Kalmış, yaramaz.
maruz / معروض
Arzedilen, sunulan.
(Arapça)
Karşı karşıya kalma, tutulma.
(Arapça)
Maruz olmak:
Karşı karşıya kalmak.
(Arapça)
maruz kalma
Tesirinde kalma.
masun / masûn / مصون
Korunmuş, saklanmış.
(Arapça)
Masûn kalmak:
Korunmak, zarar gelmemek.
(Arapça)
maznun / مظنون
Zanlı.
(Arapça)
Maznun olmak:
Zan altında kalmak.
(Arapça)
me'sere
(Meâsir) Eskiden kalma güzel eser.
Cömertlik.
Güzel hareket ve fiil.
mebhut / mebhût
Şaşkınlık içinde kalmış olan.
mebşuş
(Çoğulu: Mebâşiş) Silinmiş. İzi eseri kalmamış.
medrese-i yusufiye
Hz. Yusuf'un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur'ân'a hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane.
Hz. Yusuf'un (A.S.) iftira, haksızlık ve zulüm ile hapiste kalmasından kinâye olarak, İmân ve Kur'an hizmetinden dolayı tevkif edilenlerin hapsedildiği yere verilen isim.
mehcur
(Hicr. den) Uzaklaşmış, uzakta kalmış, ayrı düşmüş. Bırakılmış, metruk, unutulmuş, gayr-i müstâmel.
Saçma sapan, hezeyan. Amel edilmeyen. Kullanılmaz olmuş. Ayrılmış.
mehyum
Şaşmış, hayrette kalmış, şaşırmış.
Sevgi ve aşkdan serseme dönmüş.
mektum
Gizli. Saklı. Gizli kalmış.
Hükümetten gizli tutulan.
melik
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Zâtında, sıfatlarında, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şey varlığında ve varlıkta kalmasında O'na muhtaç olan, her şeyin sâhibi, yaratıcısı.
Pâdişâh, hükümdar.
menkub
(Nekbet. den) Dert ve meşakkatlere mâruz kalmış olan.
Rütbe ve haysiyyetten düşmüş olan.
menzuf
Susuzluktan dolayı dili kurumuş kimse.
Kan kaybından dolayı dermansız ve güçsüz kalmış olan insan.
meşa'
Duyulan, intişar eden, açıklanan, yayılan. Etrafa yayılmış olan.
Bölünmeyip ortaklaşa kalmış olan. Müşterek olan.
mesbuk / mesbûk
Geçmiş.
Sebkedilmiş. Arkada bırakılmış. Başkasından geri kalmış.
İlmihalde: Evvelce imamla namaza durmamış olup, sonradan imama uyan.
Geçmiş, arkada kalmış.
Önde bulunan, ondan evvel geçmiş.
Önce namaza durmuş, sonra imama uymuş.
Geçmiş, geri kalmış.
mesmud
Fukarânın çok istemesinden vere vere hiç birşeyi kalmayan kimse.
mıknatıs
yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe.
Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güne
miras
Ölen kimseden akrabalarına ve yakınlarına kalmış olan mal, mülk.
miskinlik
Âcizlik, uyuşukluk, beceriksizlik, güçsüz ve tepkisiz kalma.
muallak
Askıda. Hakkında karar verilmemiş, hallolunmamış.
Havada boşta duran.
Sürüncemede kalmış iş.
Edb: Açık hece, bir vokalle okunan hece.
muallakiyet / معلقيت
Havada kalma, asılı kalma, hükümsüz olma.
(Arapça)
muarız kalmak
Karşı gelmek, muhalif kalmak.
müberra
Beri. Müstesnâ. Fenalıktan uzak kalmış. Münezzeh. Temiz. Noksansız.
mübzi'
Kârı ve kazancı tamamen kendisine kalmak üzere birine sermaye veren.
müceffef
Kurutulmuş. Suyu çekilmiş, nemi kalmamış, kurumuş.
mücerred kalma
Evlenmeme, bekâr kalma.
müflis
İflas etmiş. Parasız kalmış. Ticarette kâr elde edemeyip veya bazı sebeplerle sermayesini batırmış olan.
İflâs eden.
Dünyâda iken insanların haklarını yemiş, onları dövmüş, sıkıntı ve eziyet vermiş; bu sebeblerle âhirette hesâblar görülürken, hakkı olanlara bütün günahları verilip, hiç sevâbı kalmayan ve hak sâhiplerinin günâhlarını yüklenerek, Cehennemlik olan kimse.
müflisan / müflisân
(Tekili: Müflis) İflas etmiş olanlar, müflisler. Parasız kalmış olan kimseler.
müflisin / müflisîn
(Tekili: Müflis) Müflisler, iflas edip parasız kalmış olan kişiler.
mugberr-ül hatır / mugberr-ül hâtır
Hatırı kalmış, gücenmiş.
muhasser
Hasret kalmış, tahsir olunmuş.
mühayee / mühâyee
Müşterek (ortak) bir mal, bâki (sâbit) kalmak üzere bu malın menfeatini taksim etmek.
muhtell
Bozuk. Berbâd. Karışmış. İşgal ve ihlâl edilmiş.
İntizamsız. Nizamsız olmuş.
Fakir kimse.
Çok susuz kalmış olan.
mukarreb
Yakınlaştırılmış.
Cennette dereceleri en yüksek olan.
Tasavvufta, nefslerinin sevgisinden kurtulmuş, kalbinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan, yalnız Allahü teâlâyı isteyen.
mükeyyes
Keselenmiş. Kese biçiminde toplanıp kalmış olan şey.
mukim / mukîm
Doğduğu veya evlendiği veya hep kalmak niyyeti ile yerleştiği yerde oturan veya 104 km ve daha uzak bir yerde giriş çıkış günlerinden başka on beş gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kimse. Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde dört gün kalmaya niyet eden ve kendi memleketine giren mukîm olur.
mündehiş
Dehşet içinde kalmış olan. İndihâş etmiş.
münderis
İndiras eden. Eseri, izi nişânı kalmamış olan.
Münderis olmak:
İzi kalmamak.
İzi kalmayan.
müngazz
Zindeliği kalmamış.
müngazzen
Zindeliği kalmamış olarak.
münhasır kalma
Bir özellik ve konumla sınırlı kalma.
münkatı'
(Kat'. dan) İnkıta eden, kesilmiş, kesilen. Aralıklı ve son bulan.
Arada bağ kalmıyan, ayrılmış.
Herkesten ayrılıp bir kişiye bağlı kalan.
münselib
(Selb. den) Kaçırılmış, kalmamış, kaldırılmış. (Bu tâbir; huzur, asayiş, emniyet ve rahat hakkında kullanılır.)
Münselib olmak:
Kalmamak.
müntakil
(Nakl. den) intikal eden, geçen. Bir yerden bir yere göç etmiş, taşınmış olan.
Miras kalmış.
Karine ile sözün gelişinden anlayan.
müsahhar
Bir şeyin tesiri altında kalmış, büyülenmiş.
müsteham
Şaşırmış, şaşa kalmış, hayran.
müteaccibane / müteaccibâne
Şaşakalma suretiyle. Taaccüb eder şekilde.
(Farsça)
mütecerrid
(Mücerred. den) Tek kalmış, tek başına olan.
Soyunan, tecerrüd eden, çıplak olan.
Bekâr. Evli olmıyan.
Tas: Dünya işlerinden vazgeçip Allah'a bağlanan.
müteessir
Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş.
Üzüntülü.
mütehayyir
Şaşmış, hayrette kalmış.
mütekemmil
(Kemal. den) Olgunlaşan, tekemmül eden. Eksiği kalmayan.
mütekemmilane / mütekemmilâne
Olgunlaşarak, tekemmül ederek. Eksiği kalmayarak.
(Farsça)
mütemmem
Tamamlanan, eksikleri kalmayan. Nihayete eren.
mutmainn
İtmi'nanlı. İçi rahat. Müsterih. Şüphesi kalmamış. Emin.
müzmen
Müzmin hale gelmiş.
Mc: Halsiz düşmüş, dermansız kalmış, zayıflamış.
muzmer
Gizli, saklı, örtülü. İzmar edilmiş. İçinde saklı kalmış.
muzmer-i hakaik
Saklı, gizli kalmış, meydana çıkarılmamış hakikatler. Hakikatlerin gizlisi.
muztar
(Zaruret. den) Çaresiz kalmış, zorlanmış.
Zorda kalmış.
na-çar
Çaresiz, elinden iş gelmeyen. Mecbur kalmış olan.
(Farsça)
na-tamam
Tamamlanmamış, bitmemiş, yarı kalmış.
(Farsça)
naçar / nâçâr
Çaresiz, elinden iş gelmeyen, mecbur kalmış olan.
natamam / nâtamam / ناتمام
Tamamlanmamış, yarım kalmış.
(Farsça - Arapça)
natşan
Susuz kalmış kişi.
pa-hast
Ayak altında kalmış, çiğnenmiş olan.
(Farsça)
pa-mal
Ayak altında kalmış, çiğnenmiş.,
(Farsça)
pamal / pâmâl / پامال
Ezilmek, çiğnenmek.
(Farsça)
Pâmâl olmak:
Ezilmek, çiğnenmek, ayaklar altında kalmak.
(Farsça)
payimal / pâyimâl
Ayak altında kalmış.
paymal
(Pâyimal) Ayak altında kalmış, mahvolmuş, telef olmuş, sürünmüş.
(Farsça)
payzede
Çiğnenmiş, ayak altında kalmış.
(Farsça)
peşleng
Geri kalan, geri kalmış.
(Farsça)
pesmande
Geri kalmış, geride bulunan, bâkiye.
(Farsça)
Artmış, artık.
(Farsça)
peysiper
Çiğnenmiş, ayak altında kalmış.
(Farsça)
pir-i fani / pîr-i fânî
Ölünceye kadar Ramazân orucunu veya kazâya kalmış oruçlarını tutamıyacak kadar çok yaşlı olan.
poz
Fotoğraf alınırken kendine düzen vermek, tavır takınmak. Kımıldamadan durduğu halde kalmak.
(Fransızca)
puşide olma / pûşide olma
Örtülü, kapalı kalma.
ramak / رمق
Çok az.
(Arapça)
Son nefeslik hayat.
(Arapça)
Ramak kalmak:
Çok az bir şey kalmak.
(Arapça)
rasime
Âdet. Eskiden kalma âdet.
refez
Bölük bölük olan cemaat. (Çoğulu: Erfaz) Kap dibinde kalmış azıcık su.
rehk
Aradan yetişip yaklaşma.
Yürüme.
şaşa kalma, taaccüb etme, hayrette kalma.
Kötü şeylere düşkünlük.
rekz
Dikme, saplanıp kalma.
ress
Taşla yapılmış, taşla örülmüş kuyu.
Semud taifesinden kalmış bir kuyunun adı.
Maden.
Dere.
İnsanlar arasında ıslah ve ifsad etmek.
rikaz
Yer altında bulunan madenler.
Câhiliyet zamanından kalmış gömülü mal.
sadık kalmak
Bağlı kalmak.
sahib-i tertib / sâhib-i tertîb
Tertîb sâhibi. Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse.
sebeb-i mahrumiyet
Yoksun kalmanın sebebi.
sebt
(Çoğulu: Esbât-Sübut-Esbüt) Rahat etmek.
Boyun vurmak.
Saç sarkıtmak. Bir çeşit deve yürüyüşü.
Cumartesi günü.
Şaşırmak, hayrette kalmak.
Çok zeki, dâhiye.
Başı tıraş etmek.
şehd-kam / şehd-kâm
Tadı damağında kalmış.
(Farsça)
şekavet
Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. Sıkıntıda kalmak.
Haydutluk, eşkiyalık.
sergeşte
Sersem. Başı dönmüş. Avâre ve mütehayyir olan. Hayrette kalmış.
(Farsça)
seyr-i şuunat / seyr-i şuunât
Kâinattaki hâdiseleri seyredip, görüp hakikatını anlamağa çalışmak.
Hâdiselerin bir halde kalmayıp akışı, değişmesi.
seyyibat / seyyibât
(Tekili: Seyyib) Dul kalmış kadınlar.
şirinkam / şirinkâm
Tadı damağında kalmış.
(Farsça)
sofestai / sofestaî / sofestâî
(Sevfestâi) Kâinatın yaratıcısını, Cenab-ı Hakkı kabul etmemek için herşeyi inkâr eden. Müsbet veya menfi hiç bir hükme varmayan, daima şüphe içinde kalmayı esas alan felsefi bir doktrinin (Septisizm) mensubu. Septik. Alemde hakikat namına hiç bir şey tanımayan ve hakikatı araştırmaktan sarf-ı nazar
Şüpheci; herşeyi, hattâ kendisini dahi inkâr eden, olumlu veya olumsuz hiçbir hükme varmayan daima şüphe içinde kalmayı esas alan bir felsefi zihniyet ve tutum sahibi, septik.
şu'lepuş
Alev içinde kalmış, alevle örtülü.
(Farsça)
sübut vermek
Sabit kalmak.
sükunetsiz / sükûnetsiz
Sakin kalmayan, hareketli.
sükut etmek / sükût etmek
Sessiz kalmak, susmak.
sür'at-i teessür
Çok çabuk ve hızlı etki altında kalma.
şüzuz
(Şâzz. dan) Kaide ve kanun dışı kalmak. Yalnız kalmak.
Karşı olmak, muhalif olmak.
şüzuz etme / şüzûz etme
Kural dışı kalma.
şüzuz etmemek / şüzûz etmemek
Kural dışında, saf dışında kalmamak, istisna olmamak.
taattul
(Atalet. den) İşsiz kalma. İşlemez ve boşta olma.
taazzüb
Evlenmeyip bekâr kalmak.
tafv
Bir şeyin batmayıp su üzerinde kalması.
Ağaç üzerinde yaprağın belirmesi.
Bir işe girmek.
Hayvanın tepe üzerine çıkması.
Ceylânın koşması.
tahaccür
Taşlaşmak. Taş kesilmek. Donup kalmak.
tahalli
(Halâ. dan) Boşalmak. Boş kalmak. Tenhaya çekilmek. Yalnız kalmak.
tahallüd
(Huld. dan) Bir yerde devamlı kalmak. Devamlı olmak.
tahallüf
Geride bırakılma. Arkada kalma.
Değişme. Uygun olmama.
Geri kalma, değişme.
tahayyür / تحير
Hayrette kalma.
Şaşakalmak. Hayret etmek. Şaşırmak. Hayran olmak.
Şaşakalma.
Hayranlık.
(Arapça)
Tahayyür etmek:
Hayran kalmak, şaşakalmak.
(Arapça)
tahayyürat / tahayyürât
(Tekili: Tahayyür) Hayrete düşüp şaşakalmalar. Hayran olmalar.
taksir
(Kasr. dan) Kısaltma, kısma.
Kusur, hata, kabahat, suç. Günah.
Bir işi eksik yapma.
Bir şeyi yapabilir iken yapmama.
Zayıflatmak, süstlük etmek.
Geri kalmak.
talak-ı bayin / talâk-ı bâyin
Yeniden evleniyorlarmış gibi kadının rızası ile tekrar nikâh edilmedikçe geri alınamayacağı talâk. Kadın istemiyorsa erkek zorla alamaz. İddet sırasında kadın, erkeğin evinde kalmaz. Erkek üçüncü defa verdiği bâin talaktan sonra, üzerinden hulle geçmeden karısını bir daha (kadın istese de) alamaz.
teahhur
Geri kalmak. Geciktirmek. Gecikmek.
Sonraya kalma, gecikme.
Geri kalma.
teayyün
Alış-verişte söz kesilirken tâyin (belli) edilen malın, belli olarak kalması.
tebekküm
(Bekem. den) Dili tutulma. Konuşurken tutulup kalma.
tecerrüd / تجرد
Bekarlık.
(Arapça)
Çıplaklık.
(Arapça)
Soyutlanma.
(Arapça)
Tecerrüd etmek:
(Arapça)
Çıplak kalmak.
(Arapça)
Soyutlanmak.
(Arapça)
tecevvu'
(Cu'. dan) İsteyerek aç kalma. Açlık çekme.
teçhizat-ı hayatiye
Hayatta kalmak için gerekli teçhizat, donanımlar.
tedahül
İç içe olmak. Birbiri içine girmek.
Yığılıp kalmak. Birikmek. Karışmak.
Bir taksidi ödemeden ötekinin gelmesi. Ödemede gecikmek.
teebbüd
Ürküp çekinme.
Evlenmeme, bekâr kalma.
teehhür
Gecikme. Sonraya kalma. Geriye kalma.
Gecikme, geriye kalma.
teessür
Kederli ve üzüntülü olarak içlenmek. Üzülmek.
Te'sir altında kalmak.
Kederlenmek.
tefekküh
Yemiş toplayıp vermek. Meyvedar olmak. Meyvelenmek.
Pişman olmak.
Pek hoşlanıp hayrette kalmak.
tefekkün
Pişman olmak.
Taaccüb etmek, hayrette kalmak, şaşırmak.
teferrüd
(Ferd. den) Tek ve yalnız kalma. Herkesten ayrılma.
Eşsiz, emsâlsiz ve benzersiz olma.
Kendi başına olma.
tefrih
Korkusuz kalmak.
Gelişme, filizleme. Yumurtadan çıkmak.
tefrit / tefrît / تَفْر۪يطْ
Ortanın altında kalmak, normalden aşağı olmak.
Ortalamanın yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak. Normalden aşağı olmak. (İfratın zıddı)
Normalin altında kalma.
tehallüf
Uygunsuzluk.
Kafileden geri kalma.
Geride bırakma.
tehekkür
Taaccüb etmek, hayrette kalmak, şaşırmak.
teheyyüm
Şaşma, şaşırma. Şaşıp kalma. Hayran olma.
Susuz olma.
tehi
Boş, avare kalmak, hâlî. Eli boş.
terahi / terâhî
İşde gayretsizlik, gevşeklik, ihmal.
Uzaklaşma.
Sonraya bırakma.
Gecikme, geç kalma.
Geri durma, geri çekilme.
Gecikme, sonraya bırakma, sonraya kalma.
İşte gayretsizlik, gevşeklik, ihmal.
Sonraya bırakma.
Gecikme, geç kalma.
Geri durma, geri çekilme.
tercih bila müreccih / tercih bilâ müreccih
Tercih edici sebep olmaksızın tercih (seçim) yapılabilir. Yani, seçimi yapacak zat için mutlaka sebebin var olması gerekmez, hiçbir sebebe bağlı kalmadan da seçenekler arasından birini seçebilir.
tereddüd
Kararsızlık. Bir mes'ele hakkında karar veremiyerek şüphede kalmak.
tereddütsüz
Şüphede kalmayacak şekilde.
teremmül
Dul kalma. (Kadının) kocası ölme.
teremrüm
Bir şey söyleyecekmiş gibi yapıp, söylemeyip kalma.
terike
(Çoğulu: Terâyik) Evlenmeyip evde kalmış olan kız.
Deve kuşunun yabana bıraktığı yumurta.
tertib sahibi / tertîb sâhibi
Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse.
tesehhür
(Sehr. den) Gece uyumayıp uyanık kalma.
teseyyüb / تثيب
(Seyyib. den) (Kadın) dul kalma.
Dul kalma.
(Arapça)
teterrüb
Toz toprak içinde kalma.
tevakkuf
Durma. Eğlenip kalma. Duraklama.
teve'ur
Bir şeyin güçlenerek halli ve yenilmesi müşkil olması.
Bir hususta çetin zorlukla karşılaşmak.
Konuşanın çapraşık söylemesinden ve anlaşılmadığından dolayı, dinleyenin hayrette kalması.
tevellüh
(Çoğulu: Tevellühât) (Veleh. den) Şaşakalma. Şaşırıp sersemleşme.
Hayran etme.
Kadını çocuğunden ayırma.
tevrat
Hz. Musâ Aleyhisselâm'a nâzil olan kitab-ı mukaddesin nâm-ı celili. (Hakiki Tevrat, Kur'an-ı Kerim ile barışıktır. Şimdiki ise, çok yerleri değiştirilmiş, tahrif edilmiştir. Bu kitabın aslından az bir şey kalmıştır. Aklı başında ve İslâmiyeti, Kur'an-ı Kerim'i tetkik eden Yahudiler de hidayeti seçmi
tumaninet / tumânînet
Namaz kılarken rükû' ve secdelerde ve kavmede (rükû'dan kalktıktan sonra ayakta durmakta) ve celsede (iki secde arasında oturmada) bütün âzânın (uzuvların) hareketsiz kalması. Sübhânallah diyecek kadar bir miktar durması ise, ta'dîl-i erkândır.
türkistan
Türklerin anayurdu olan ve Hive, Fergana, Taşkent, Buhara, Semerkant ve Kırgız şehirlerini içine alan büyük bölge.Doğu Türkistan bugün Çin'de, Güney Türkistan ise Afganistan'da, büyük parçası olan Batı Türkistan ise Rusya'da kalmaktadır.
(Farsça)
ufure
Üzerinde her ne varsa yenilip hiç bir şey kalmayan yer.
ulum-u nazariye
Yalnız görüş halinde kalmış, tatbikata konulmamış ilimler, teoriler.
ümmi
Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.)
Anaya mensu
uzlet
Yalnızlık. İnsanlardan ayrılarak bir tarafa çekilip yalnız kalmak.
Yalnızlık, bir tarafa çekilip kendi kendine tenha kalma.
uzube
(Uzbe) Bekârlık. Erginlik hâleti varken tecerrüd halinde kalmak. Evlenmemek.
va-mande
Geride kalmış.
vacid / vâcid
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ma'bûd, Rab, ilâh olan, zâtında bulunması lâzım ve lâyık olan bütün sıfatları kendisinde bulunan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan.
valih / vâlih
Keder ve hüzünle aklı gitmiş, şaşırmış, hayrette kalmış.
Şaşa kalmış, şaşırmış.
vatan-ı asli / vatan-ı aslî
Bir insanın doğup büyüdüğü veya içinde barınmak kasdedip, başka yere gitmek istemediği yerdir. Yalnız en az 15 gün kalmak istediği yer de kendisi için vatan-ı ikamettir.
Cennet.
vatan-ı sükna / vatan-ı süknâ
Hanefî mezhebinde on beş günden az kalmak için niyet edilen yâhut yarın çıkarım diyerek senelerce oturulan yer.
velhan
Şaşakalmış, şaşkın, sersem.
velvele-alud / velvele-âlûd
Gürültü patırtı içinde kalmış.
vukuf
Bir şeyi bilme. Öğrenmiş olma.
Bir hâlde kalma.
Durma, duruş.
vuslat
Erişmek, kavuşmak, gönlün devâmlı olarak ve kıl kadar istikâmet değiştirmeyerek Allahü teâlâya bağlı kalması.
yetim-üt tarafeyn
Anası ve babası ölmüş çocuk. Anadan babadan yetim kalmış çocuk.
yusufiye medresesi
Hz. Yusuf'un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur'ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane.
yütm
(Bu kelime esasen infirad mânasına gelir) Bir çocuğun pederi vefat etmekle pedersiz kalması ki: Bu, yalnız insanlara mahsustur. Hayvanatta ise vâlidesiz kalmaya denir. Yetim de denir.
zaruriyet / zarûrîyet
Mecburiyet, zorda kalma.
zebun / zebûn / زبون
Alçak.
(Farsça)
Aciz, zavallı.
(Farsça)
Güçsüz.
(Farsça)
Zebûn etmek:
(Farsça)
Alçaltmak.
(Farsça)
Aciz bırakmak.
(Farsça)
Güçsüz bırakmak.
(Farsça)
Zebûn olmak:
(Farsça)
Alçalmak.
(Farsça)
Aciz kalmak.
(Farsça)
Güçsüz kalmak.
(Farsça)
zebzebe
Muallâkta kalma.
Mütereddit.
Titreme.
Asılı bir şeyi havada oynatmak.
zımar
Ele geçmesi mümkün olmayan kaybolmuş mal. Alacak veya yeri bilinmeyen mal.
Gizli kalmış hazine, iş veya şey.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
ram olmak
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
istihare
Nâle
Beç
danişgah
mahrusâ
tabiat-ı masiyet
mütegafil
مورخ
mübrem
Müstamel
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
kalm
Hilkat garibesi
hempa
öğlen
Dide
Çeviri
Rica etme
Hakk
mümkün
Edebiyat