REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te isiz ifadesini içeren 167 kelime bulundu...

a'ma

  • Kör. Gözü görmeyen.
  • Manevi körlük, cahillik, bilgisizlik.
  • Yağmur bulutları.

abis

  • Alaycı, saygısız.

adem-i hürmet

  • Hürmetsizlik etme, saygısız olma.

adem-i ma'lumat / adem-i ma'lûmât / عَدَمِ مَعْلُومَاتْ

  • (Bir konu hakkında) Bilgisizlik.

adem-i muvaffakiyet / عدم موفقيت

  • Başarısızlık.
  • Başarısızlık.

adem-i salahiyet / adem-i salâhiyet

  • Yetkisizlik.
  • Salâhiyetsizlik, yetkisizlik.

adem-i teveccüh / عدم توجه

  • İlgisizlik.

adetsiz

  • Sayısız.

agmar

  • (Tekili: Gamr) Yüce kimseler.
  • Seller.
  • (Gumr) Bilgisizler, cahiller.

agnostik

  • fels. Agnostisizm görüşünü benimseyen.

akim bırakma / akîm bırakma

  • Sonuçsuz bırakma, başarısız kılma.

akim kalma / akîm kalma

  • Başarısız ve sonuçsuz kalma.

alakasız / alâkasız

  • İlgisiz.

amiyane / âmiyâne

  • Bilgisizce, körü körüne.

asar-ı nama'dud / âsâr-ı nâma'dûd

  • Sayısız eserler.

asar-ı namadud / âsâr-ı nâmadûd

  • Sayısız eserler.

avamperestane / avamperestâne

  • Bilgisizce, câhilce; avamâ, sıradan kimselere yakışır şekilde.

bedmihr / بدمهر

  • Sevgisiz. (Farsça)

bi-add / bî-add

  • Sayısız.

bi-haber / bî-haber

  • Habersiz, bilgisiz. (Farsça)

bi-hesab / bî-hesab

  • Sayısız, hesapsız. (Farsça)

bi-idad / bî-idad

  • Sayısız.
  • Eşsiz, benzersiz.
  • Denksiz.

bi-mer / bî-mer

  • Sayısız, hesapsız. (Farsça)

bi-mihr / bî-mihr

  • Sevgisiz, şefkatsiz. (Farsça)

bi-şumar

  • Sayısız, pek çok. (Farsça)

bigane / bîgâne

  • Alâkasız, ilgisiz.
  • İlgisiz.

bikeder / bîkeder

  • Kedersiz, sıkıntısız.

bila-addin / bilâ-addin

  • Sayısız.
  • Sayısız. Adetsiz. (Farsça)

bilafasıla / bilâfâsıla / بلافاصله

  • Aralıksız, kesintisiz. (Arapça)

bilainkıta / bilâinkıtâ / بلاانقطاع

  • Kesintisiz, aralıksız. (Arapça)

bilamübalağa / bilâmübalâğa

  • Abartısız.

bilasale / bilasâle

  • Aracısız, vasıtasız.

bimihr / bîmihr / بى مهر

  • Sevgisiz, şefkatsiz. (Farsça)

bişümar / bîşümâr / بى شمار

  • Sayısız. (Farsça)

Bolşevik

  • Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
  • Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.

büzürgzade / büzürgzâde / بزرگ زاده

  • Seçkin kişinin çocuğu, asilzade, kişizade. (Farsça)

cahil / câhil / جاهل

  • Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
  • Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)
  • Bilgisiz.
  • Allahü teâlâyı unutmuş olan; gâfil, bilgisiz. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
  • İlmiyle amel etmeyen.
  • Bilgisiz.
  • Bilgisiz. (Arapça)

cahilane / câhilâne

  • Cahilce, bilgisizce.
  • Bilgisizce.

cefvet

  • Nezaketsizlik, kabalık, saygısızlık.

cehalat / cehâlât

  • Cahillikler, bilgisizlikler.

cehalet / cehâlet / جهالت

  • Bilmeme, bilgisizlik. Din bilgilerini bilmeme. Câhillik.
  • Cahillik, bilgisizlik.
  • Cahillik, bilgisizlik. (Arapça)

cehaletperver / cehâletperver

  • Cahillik sever, bilgisizliği koruyan.
  • Bilgisizliği seven.

cehele

  • Cahiller, bilgisizler.

cehil

  • Cahillik, bilgisizlik.
  • Bilgisizlik.

cehl / جهل

  • İlimsizlik, bilgisizlik, dînî bilgilerden haberi olmamak.
  • Cehalet, bilgisizlik.
  • Bilgisizlik.
  • Cahillik, bilgisizlik. (Arapça)

cehlistan / cehlistân

  • Bilgisizlik yeri.

cenab-ı vahibü'l-ataya / cenâb-ı vâhibü'l-atâyâ

  • Sayısız iyilik ve ihsanlar bağışlayan, hibe eden Allah.

cühela / cühelâ

  • (Tekili: Câhil) Cehele, cühhâl. Cahiller. Bilgisizler.
  • Bilgisizler.

cühhal

  • (Tekili: Câhil) Bilgisizler, câhiller.

dağdağasız

  • Sıkıntısız.

daire-i cehl

  • Bilgisizlik dairesi.

delil-i imkani / delil-i imkânî

  • İmkân delili; sayısız ihtimaller, seçenekler arasından yaratılan varlıkların, o seçenekleri tercih eden bir yaratıcıya delâlet etmesi.

ecahil

  • (Tekili: Echel) En cahil, daha bilgisiz olanlar.

echel

  • Çok câhil. Çok bilgisiz. En câhil.

echeliyet

  • Aşırı bilgisizlik.

echeliyyet

  • Çok bilgisizlik. Çok câhil oluş.

ehl-i cehl

  • Bilgisizler, câhiller.

enva-ı namadud / envâ-ı nâmâdud

  • Sayısız türler.

felasife

  • Felsefeciler. Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar.
  • Düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar.
  • Dinsizler.

gafir / gafîr

  • Çok fazla, sayısız, kalabalık.
  • Örten, etrafını çeviren.
  • Umumi.
  • Boyun, boğaz ve kafada olan tüyler.

gayr-ı madud / gayr-ı mâdud

  • Sayısız.

gayr-ı madut / gayr-ı mâdut

  • Sayısız.

gayr-ı münkatı

  • Kesintisiz, kopma olmaksızın.

gayr-ı münkatı'

  • Kesintisiz.

gazreme

  • (Çoğulu: Gazarim) Ölçüsüz, tartısız bir şeyi satmak.

güstah

  • Arsız, edepsiz, küstah, saygısız. (Farsça)

had ve hesaba gelmez

  • Sayılmayacak kadar çok, sayısız ve sınırsız.

hademesiz

  • Hizmetçisiz.

hadsiz

  • Hesapsız, sayısız. Belirli olmayan, çok.
  • Sayısız, sınırsız.

halık-ı mennan / hâlık-ı mennân

  • Sayısız nimet veren ve ihsanı bol Allah.

halis / hâlis

  • Hilesiz, katkısız, duru.
  • Saf, temiz, hîlesiz, katkısız. Menfaat düşüncesi karışmadan sırf Allah için olan, riya ve gösteriş bulunmayan.

hane-harab

  • Câhil, bilgisiz. (Farsça)
  • Evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış. (Farsça)
  • Hâli perişan olmuş kimse. (Farsça)
  • Mc: Müflis, züğürt, sefil. (Farsça)

harekat-ı laubaliyane / harekât-ı lâubaliyâne

  • Saygısızca davranışlar.

harekat-ı laübaliyane / harekât-ı lâübaliyâne

  • Saygısızca davranışlar.

harim / harîm

  • Saygısız, çekinmez. Kayıtsız kimse.

hayat-ı hakikiye ve sermediye

  • Gerçek ve kesintisiz hayat.

hizlan

  • (Hezlan) Yalnız başına kalıp zelil olmak, yardımcısız kalmak.
  • Muhafaza ve rahmet-i İlâhiyeden mahrumiyet.

hürmetsiz

  • Saygısız.

hürmetsizlik

  • Saygısızlık.

ihtiramsızlık

  • Saygısızlık, hürmetsizlik.

irha-i imame

  • "Sarığı gevşetme" Kaygısız, endişesiz olma.

iskender

  • Sayısız beldeler fethetmiş bir hükümdar.

istidadat-ı gayr-ı mahdude / istidâdât-ı gayr-ı mahdude

  • Sayısız ve sınırsız yetenekler.

kedersiz

  • Sıkıntısız, üzüntüsüz.

kesret daireleri

  • Çokluk daireleri; sayısız varlıklardan oluşan daireler.

kesret tabakatı

  • Sayısız varlıklardan oluşan âlemler.

kesret-i mutlaka

  • Mutlak, sayısız çokluk.

kudsiyetşiken / قدسيت شكن

  • Kutsallığı bozan; kutsal olan şeylere karşı saygısız. (Arapça - Farsça)

kur'an-ı azim-i hakim / kur'ân-ı azîm-i hakîm

  • Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet, mu'cize ve faydalar bulunan yüce, büyük Kur'ân.

kur'an-ı hakim / kur'ân-ı hakîm

  • Hikmetli Kur'ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur'ân.

kur'an-ı hakim ve kerim / kur'ân-ı hakîm ve kerîm

  • Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet, mu'cize ve faydalar bulunan Kur'ân.

kur'an-ı hakim-i mu'cizü'l-beyan / kur'ân-ı hakîm-i mu'cizü'l-beyan

  • İfade ve açıklamalarıyla mu'cize olan ve sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur'ân.

kur'an-ı hakimin nuru / kur'ân-ı hakîmin nuru

  • Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve mu'cizeler bulunan Kur'ân'ın nuru, aydınlığı.

la yüad ve la yuhsa / lâ yüad ve lâ yuhsâ

  • Sayısız ve hesapsız.

la-yüad / lâ-yüad

  • Sayısız.

laedri / laedrî

  • Bilmiyorum. (Eski zamanda şüpheci olup hiç bir şeye inanamıyan sofestailere Lâ edriye denirdi. Septisizm.

lafz-ı am / lafz-ı âm

  • Gayr-ı mahsur, yani sayısız müsemmaları ihata ve aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eyliyen lâfızdır. Kavim, cemaat, nisa.. gibi.

lakayd / lâkayd

  • Kayıtsız, ilgisiz.
  • Kayıtsız, ilgisiz.

lakaydane / lâkaydane / lâkaydâne

  • Kayıtsızca, ilgisizce.
  • İlgisizce, duyarsızca.

lakaydi / lâkaydî

  • Kayıtsızlık, ilgisizlik, alâkasızlık.

lakayt / lâkayt

  • Kayıtsız, duyarsız, ilgisiz.

lakaytlık / lâkaytlık

  • İlgisizlik, duyarsızlık.

latuhsa / lâtuhsa

  • Sayısız. Sayıya gelmez. Hesaplanmaz.

laubali / lâubali / lâubâlî

  • Saygısız, pervasız.
  • Senli benli, saygısız, ilgisiz, umursamaz.

laübali / lâübâlî

  • Başkalarıyla saygısızlığa varacak şekilde senlibenli; çekinmesi ve sakınması olmayan.

laubalilik / lâubâlilik

  • Laubali olma hali; saygısızlık, seviyesizce davranma.

laubaliyane / lâubaliyane / lâubâlîyâne

  • Lâubalilikle. Kayıtsız, alâkasız, saygısız ve dikkatsiz bir şekilde. Senli benli olarak. (Farsça)
  • Saygısızca, ilgisizce.

layenkatı / lâyenkatı / لاینقطع

  • Kesintisiz.
  • Kesintisiz, sürekli. (Arapça)

layuad / lâyuad

  • Sayısız, sayılamayacak kadar çok.
  • Adedi belli olmayan. Sayısız. Pek çok.
  • Sayısız.

layüad / lâyüad

  • Sayısız.

layuad / lâyuad / لایعد

  • Sayısız. (Arapça)

layüad vela yuhsa / lâyüad velâ yuhsa

  • Sayısız ve hesapsız.

layüadd ve layuhsa / lâyüadd ve lâyuhsâ

  • Sayısız ve sınırsız.

layuhti / lâyuhtî

  • Hatasız, yanlışsız, yanılgısız.

maarifsiz

  • Bilgisiz.

mechel

  • (Çoğulu: Mecâhil) Belirtisiz, işaretsiz, nişansız.
  • Yolu ve izi olmayan çöl.

meyelan-ı teçhil / meyelân-ı teçhil

  • Başkalarını cehaletle itham etmeye, bilgisiz görmeye yönelik eğilim.

miskinlik

  • Âcizlik, uyuşukluk, beceriksizlik, güçsüz ve tepkisiz kalma.

mistik

  • Mistisizm ile âlâkalı. (Fransızca)
  • Fls: Bâtıni. Kalben çok dindar. Sofi. (Fransızca)

mualecesiz / muâlecesiz

  • Zahmetsiz, sıkıntısız.

mübalağasız / mübalâğasız

  • Abartısız.

muhlis

  • Halis, katkısız, dosdoğru, her hali içten ve gönülden olan, ihlâs sahipleri, samimi ve doğru olanlar.

muinsiz

  • Yardımcısız.

mümanaatsız / mümânaatsız

  • Manisiz, engelsiz.

müsned

  • İsnad edilmiş, senede bağlanmış. "Müsned Hadis" senedi kesintisiz olarak Hz. Peygamber'e ulaşan hadistir.

müstemirrü't-tecelli / müstemirrü't-tecellî

  • Yasıması devamlı, kesintisiz.

mütekellim-i maalgayr

  • Konuşan kimsenin kendisinin de içinde bulunduğu bir cemaata ait fiili ifade eden kelimelerin sigasıdır. Okuduk, yazıyoruz, gideceğiz, çalışmışız... gibi.

muvaffakiyetsizlik

  • Başarısızlık.

na-ma'dud

  • Sayılmaz, çok. Sayısız. (Farsça)

na-mevzun

  • Ahenksiz, ölçüsüz, vezinsiz, orantısız. (Farsça)
  • Edb: Vezni bozuk veya hiç olmayan manzume. (Farsça)

na-mihr-ban

  • Vefasız, sevgisiz, muhabbetsiz. (Farsça)

na-mihr-bani / na-mihr-banî

  • Vefasızlık, sevgisizlik, muhabbetsizlik. (Farsça)

namadud / nâmâdud

  • Sayısız.

nazırsız / nâzırsız

  • Gözlemcisiz.

necib / necîb / نجيب

  • Soylu, asil, kişizade. (Arapça)

racilen

  • Yaya. Piyade.
  • Mc: Cahil, bilgisiz.

rahat

  • Dinlenme, sıkıntısızlık, dinçlik.
  • Sıkıntısız, üzüntüsüzlük.

rahman / rahmân

  • Bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren. Nizam ve adâlet sâhibi. (Allah)
  • "Dünyâda dost olsun düşman olsun, lâyık olsun olmasın, mü'min olsun kâfir olsun bütün yaratıklara rızık ve sayısız nîmetler veren" mânâsında Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).

rububiyet-i sermediye

  • Allah'ın bütün varlıklar üzerindeki kesintisiz mâlikiyet ve egemenliği ve her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran kesintisiz terbiyesi.

sade / sâde

  • Yalın, süssüz, katkısız.

saf / sâf

  • Katkısız, duru, temiz, bön.

safa-yı sermedi ve cavidani / safâ-yı sermedî ve câvidânî

  • Kesintisiz ve pek güzel bir huzur, rahat.

saltanat-ı daime

  • Devamlı, kesintisiz bir egemenlik, hâkimiyet.

sarf-ı kuva / sarf-ı kuvâ

  • Kuvvetlerin geri çevrilmesi, karşı tarafın gücünü etkisiz bırakma.

şekur / şekûr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
  • Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'

sema' / semâ'

  • Bir veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz okudukları, dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren ilâhî, mevlid, kasîde ve şiirleri dinlemek.

sima' / simâ'

  • Bir kişinin veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz ve müzik perdelerine uydurmadan okudukları dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren şiirleri, kasîdeleri, ilâhileri ve mevlidleri dinlemek.

sofestai / sofestaî

  • Septisizme mensup, şüpheci, inkârcı.
  • (Sevfestâi) Kâinatın yaratıcısını, Cenab-ı Hakkı kabul etmemek için herşeyi inkâr eden. Müsbet veya menfi hiç bir hükme varmayan, daima şüphe içinde kalmayı esas alan felsefi bir doktrinin (Septisizm) mensubu. Septik. Alemde hakikat namına hiç bir şey tanımayan ve hakikatı araştırmaktan sarf-ı nazar

sutur-u hadisat / sutûr-u hâdisât

  • Sayısız olaylar satırları.

tabakat-ı kesret

  • Çokluk tabakaları; sayısız varlıklardan oluşan tabakalar.

tahkir etmek / tahkîr etmek

  • Hor görmek, kötülemek, aşağılamak, birine veya bir şeye söz ve hareketle hakâret etmek, saygı ve hürmet gösterilmesi, üstün tutulması lâzım olan şeyleri aşağı tutmak, saygısızlık etmek.

techil / techîl / تجهيل

  • Bilgisizliğini çıkarma. (Arapça)

tekasülat / tekâsülât

  • (Tekili: Tekâsül) Tembellikler, üşenmeler. İlgisizlikler.

tenvin-i tenkiri / tenvin-i tenkirî

  • Kelimenin belirsizliğini gösteren tenvin işareti; harf-i tarifsiz ("el" takısız) olduğu için tenvinli olan ve nekra denen kelime.

terk-i edeb

  • Saygısızlık, edebsizlik, hürmetsizlik.

tersil

  • Secisiz nesir yapmak.

tesirsiz

  • Etkisiz.

tevali / tevâlî / توالى

  • Kesintisiz sürme, birbirini izleme. (Arapça)
  • Tevâlî etmek: Kesintisiz sürmek, birbirini izlemek. (Arapça)

tevfiksizlik

  • Başarısızlık.

ukuk

  • Anne-babaya itaatsizlik ve saygısızlık.

umur-i izafiye

  • Biri birisiz olmayan ve birbirine nisbet ve kıyaslamayla anlaşılan nitelikler; karanlık-aydınlık, acı-tatlı gibi.

umur-u izafiye / umur-u izâfiye

  • Birbirisiz olmayan ve birbirine nisbet ve mukayese ile anlaşılan vasıflar. (Meselâ: Karanlık olmasa, aydınlığın bilinmemesi gibi)

uzima

  • Vücutta bir organın ateşsiz ve ağrısız olarak şişmesi.

vasıtasız

  • Aracısız.

vezirsiz

  • Yardımcısız.

vukufsuz

  • Bilgisiz. (Arapça - Türkçe)

yaversiz / yâversiz

  • Yardımcısız.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın