REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te inleme ifadesini içeren 103 kelime bulundu...

adem-i itaat / adem-i itâat

  • İtâatsizlik, emri dinlememek.

adem-i muhakeme

  • Bir konu üzerinde derinlemesine düşünmeme ve araştırma yapmama.

agende-guş

  • Söz dinlemeyen, aldırmayan, alçak ve hayırsız kimse. (Farsça)

ah / âh

  • İnleme.

ah u enin / ah u enîn / âh u enîn / آهُ و اَن۪ينْ

  • Ah deyip inlemek, ağlamak. Ah u fizâr da aynı mânayı ifâde eder.
  • Ah çekerek inleme.
  • Ah edip inleme.

ah ü zar / âh ü zâr / آه و زار

  • Âh edip inleme.

ahüzar / âhüzâr / آه و زار

  • Âh çekip inleme. (Farsça)

amika / amîka

  • İnceden inceye, derinlemesine yapılan araştırmalar.

dacce

  • Bir kere çağırmak ve inlemek.

darbeha

  • Başını aşağı eğmek.
  • Muti olmak, itaat etmek, söz dinlemek.

dücac

  • Galebe ile çağrışmak.
  • İnlemek.
  • Aldatmak, kandırmak.

efgan

  • Izdırap ile haykırma, feryat ile inleme.
  • Figanlar, inlemeler.

elil

  • İnlemek, enin.

ell

  • Hastanın inlemesi.
  • Harbe ile vurmak.
  • Sürmek. Sâfi.
  • Sür'at etmek, hız yapmak.

elyasa

  • Benî İsrail Peygamberlerindendir. Benî İsrail ise; günden güne Kitabullah'ı dinlemez olmuştu. Cenab-ı Hak Asuriye Devleti'ni onlara musallat eyledi. Sonra Yunus (A.S.) Asuriye içinde Ninova şehrinde Peygamber oldu.

enin / enîn / انين / اَن۪ينْ

  • İnleme.
  • İnleme, inilti. (Arapça)
  • İnleme.

ergan

  • Söz dinlemek.

ezin

  • Söz dinlemek.
  • İşitmek.

figan / figân / فغان

  • Feryat etme, ah çekme. (Farsça)
  • Figân eylemek: Bağırmak, feryat etmek, inlemek. (Farsça)

fikr-i hodserane / fikr-i hodserâne

  • Kimseyi dinlemeden kendi başına hareket etme düşüncesi.

fizar / fîzâr

  • Ağlayıp inlemek. Sesli ağlamak. (Farsça)
  • Ağlayıp inleme.
  • İnilti, inleme.

fizar-ı istimdatkarane / fîzar-ı istimdatkârâne

  • İmdat ve yardım isteyen bir edâ ile inleme.

gavvas-ı hakikat / gavvâs-ı hakikat

  • Hakikat dalgıcı, gerçekleri derinlemesine araştıran.

guş-i kabul-i can

  • Candan kabul ile dinlemek.

guş-i kabul-i cane / gûş-i kabul-i câne

  • Canın kabul kulağı; birşeyi can kulağıyla dinleme.

guşetmek

  • İşitmek. Dinlemek, kulak vermek, mesmu' olmak.

hanin / hanîn

  • Ayrılık acısıyla inleme.
  • Arzudan gelen inleme, sızlanma.

hanin-ül ciz'

  • Kuru direğin inleyip ağlayışı. Hurma kütüğünün inlemesi.

hann

  • Yalvarmak.
  • İnlemek.
  • Esirgemek.

haric

  • Günahkâr, günah işlemiş. Allahın emrini dinlememiş olan.

hodserane / hodserâne

  • Dik başlılıkla, serkeşcesine. Kimseyi dinlemeden. (Farsça)

ibtirad

  • Duş yapma, soğuk su ile banyo yapma.
  • Serinlemek için soğuk su içme.

ihbak

  • Boyun eğme, inkıyâd, yumuşaklıkla söz dinleme.

ihtital

  • Gizli söylenen sözü dinleme. Kulak kabartma.

ilm

  • (İlim) Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak'la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek. (İlim, hakikatı bilmekten ibarettir. İlim, marifetten daha umumidir. Marifet, tefekkürle bilmek mânasına olmakla beraber, Cenab-ı Hakk'a nisbeti câiz olmaz. Gerek huzurî olsun (ilm-i İlâhî

insat

  • (İnsiyat) Susup dinleme, susma.
  • Gizlenerek gitme.
  • İnfial vezninde, nidâ eden kimseye icabet etme.
  • Beli bükülenin beli doğrulması.
  • Meşhur olma.

intisah

  • Verilen öğütü dinleme, edilen nasihatı tutma.

intıya'

  • İtaat etme, muti olma, söz dinleme.

ısaha

  • Kulak verip dinleme.

ısga'

  • Söylenilen bir sözü dinleyip kabul etme ve yapma.
  • Söylenilen bir sözü kulak verip dinleme.
  • Meyl etmek.
  • Eksiltmek.

istima / istimâ

  • Dinleme.
  • Dinleme.

istima' / istimâ' / استماع

  • (Sem'. den) Dinlemek. Kulak vermek. Dinleyip kabul etmek. İşitmek.
  • Dinleme, kulak verme. (Arapça)
  • İstimâ' etmek: Kulak vermek, dinlemek. (Arapça)

istima-ı nas / istimâ-ı nas

  • İnsanların dinlemesi, kulak vermesi.

ita'at / itâ'at

  • Söz dinleme, boyun eğme, emre göre hareket etme. Sözünden çıkmama.

itaat / itâat

  • Alınan emre uymak. Söz dinlemek. İnkıyad etmek. Boyun eğmek. Âmirin meşru emirlerini dinleyip ona göre hareket etmek.
  • Söz dinleme.

ittiaz

  • (Va'z. dan) Nasihat ve öğüt dinleme.

kam'

  • Kahretmek. Zelil etmek.
  • Zabtetmek. Ezmek. Kırmak.
  • Hasta etmek.
  • Başına vurmak.
  • Bir sese kulak verip dinlemek.
  • Ağzı dar olan bir şeyin içine huni ile akıcı maddeyi koymak.
  • Huni.

karun

  • (A, uzun okunur) Peygamber Musâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musa'nın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden

lut

  • Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve

makam-ı istima / makam-ı istimâ

  • Dinleme makamı, yeri.

misma'

  • (Çoğulu: Mesâmi') (Sem'den) Kulak.
  • Hastanın iç organlarını dinlemeğe yarıyan âlet.

müçtehidin-i muhakkikin / müçtehidîn-i muhakkikîn

  • Muhakkik müçtehidler; bir meseleyi derinlemesine bilen Kur'ân ve Sünnet ışığında hüküm ortaya koyan büyük İslâm âlimleri.

muhakkıkin-i eimme / muhakkıkîn-i eimme

  • Gerçekleri derinlemesine araştıran ve delilleriyle bilen imamlar.

mütebahhirane / متبحرانه

  • Derinlemesine. (Arapça - Farsça)

mütevaggıl

  • Bir işle fazla uğraşan, bir konu hakkında derinlemesine ilgilenen ve takip eden.

mütevağğıl

  • Bir şeyle aşırı meşgul olan, derinlemesine dalan.

nalan / nâlân / نالان

  • İnleme, sızlama.
  • İnleyen. (Farsça)
  • Nâlân etmek: İnletmek. (Farsça)
  • Nâlân olmak: İnlemek. (Farsça)

naliş

  • İnleme, inilti, inleyiş. (Farsça)

nasihat-napezir / nasihat-nâpezir

  • Nasihat dinlemez, öğüt tutmaz. (Farsça)

nast

  • Sükut. Konuşurken dinlemek için susmak.

nefsi tefekkür / nefsî tefekkür

  • Kişinin kendisi ve kendi varlığı üzerinde etraflıca derinlemesine düşünmesi.

nehib

  • İnlemekle ve ses ile olan ağıt.

nehit

  • İnlemek.
  • Şiddetle teneffüs etmek, nefes alıp vermek.

neyt

  • İnlemek.
  • Şiddetle teneffüs etmek.

nive

  • İnleme, ağlama, sızlanma. (Farsça)

pajeh

  • İnleme, inilti. (Farsça)

rasihane / râsihane

  • Derinlemesine, sağlamca.

renanet

  • İnleme.

renin

  • Bağırma, haykırma.
  • İnleme, inilti.

sagat

  • Aslı "sagavet" olup, bir cihete meyil demek olan "sagav" masdarından fiil-i mâzi müfred müennesdir. Muzarisi : "tasgi" gelir. " Velitasgi ileyh"; söz dinlemek veya dikkat edip kulak vermek, imâle-i guş etmek demek olan ısga da, bundan müştaktır.

sem'

  • İşitmek. Kulak ile dinlemek.
  • Kurdun sırtlandan olan eniği.

sem'-i hikmet

  • Hikmetli sözleri dinlemek. Hikmetten ibret ve ders almak. En hayırlısına tabi olmak.
  • Hikmetli sözleri dinleme.

sema' / semâ'

  • İşitmek, kulakla dinlemek.
  • Mevlevilerin zikir esnasındaki dönüşleri.
  • Bir veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz okudukları, dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren ilâhî, mevlid, kasîde ve şiirleri dinlemek.

semaan

  • (Semaen) İşiterek, dinleyerek, dinlemek suretiyle.

semaat

  • Dinlemek, kulak vermek.

ser-füru

  • Baş eğme, söz dinleme, itaat etme.

serfüru / serfürû

  • Baş eğme. Söz dinleme. İtaat, inkıyad. (Farsça)
  • Mütezellil olan. (Farsça)
  • Baş eğme, söz dinleme, itaat.

serseri

  • Başıboş, işsiz güçsüz, söz dinlemez, düzene uymaz.

sima' / simâ'

  • Dinlemek, kulak vermek. İşitmek.
  • Çalgı dinlemek.
  • Herkesin işitmesi istenilen güzel zikir ve sözler.
  • Mevlevilerin ve sair dervişlerin "ney" veya "def" ile berâber ilâhi okuyarak raksları ve nağme terennüm etmeleri, dönmeleri.
  • Bir kişinin veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz ve müzik perdelerine uydurmadan okudukları dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren şiirleri, kasîdeleri, ilâhileri ve mevlidleri dinlemek.

şiven

  • İnleme, sızlanma. (Farsça)
  • Mâtem, yas. (Farsça)

şuayb

  • Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm k

sünnet

  • Kanun, yol, âdet.
  • Siret-i hasene.
  • Ist: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve manevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı

surah

  • Bir tavus kuşu ismi.
  • Kapının gıcırdaması.
  • Ses.
  • İnlemek.

ta'mik / ta'mîk / تعميق

  • Derinleştirme. (Arapça)
  • Derinlemesine inceleme. (Arapça)

taat

  • Söz dinleme, ibadet.

tadarru'

  • İnlemek.

tadavvür

  • Çağırmak, bağırmak, feryad etmek.
  • İnlemek.
  • Açlık.

tahannün

  • İnleme.

tarsis

  • (Rasas. dan) Kurşunla perçinleme, kurşunlaştırma, sağlamlaştırma.
  • Kadının sadece gözleri görünecek şekilde örtünmesi.

teberrüd

  • Soğuma, serinleme, soğuk hâle gelme.
  • Soğuk suya girme.

teevvüh

  • (Çoğulu: Teevvühât) İnleme, figân etme.

tefahhus / تفحص

  • Derinlemesine araştırma. (Arapça)

tefekküri / tefekkürî

  • Etraflıca ve derinlemesine düşünerek.

terbiye

  • Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.

terk-i iltizam-ı nefs

  • Nefsin isteklerini yerine getirmeyi terk etme, nefsi dinlememe.

tetebbu' / تتبع

  • Derinlemesine araştırma, inceleme. (Arapça)
  • Tetebbu' etmek: İncelemek. (Arapça)

tetkik etme

  • Derinlemesine inceleme.

ünan

  • İnleme.

vakıfane / vâkıfane

  • Derinlemesine bilerek.

velval

  • Üzüntü ile ağlama. Ağlayıp inleme.

zar / zâr / زار

  • Ağlama, inleme.
  • Perişan, ağlayan, inleyen. (Farsça)
  • İnilti. (Farsça)
  • Zâr etmek: Ağlayıp inlemek. (Farsça)
  • Zâr olmak: Ağlayıp inlemek. (Farsça)

zari / zârî / زاری

  • İnleme, zar zar ağlama. (Farsça)

zefir

  • Çok şiddetli ses.
  • Hıçkırıkla nefes vermek. Göğüs geçirmek.
  • Ağlatmak.
  • İnlemek.
  • Ateş gürültüsü.
  • Eşek anırtısının evveli.
  • Belâ.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın