REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te imkan ifadesini içeren 89 kelime bulundu...

abese irca

  • Mantık ve matematikte bir isbat şeklidir. Bir hükmün doğruluğunu isbat için, bu hükmü inkâr eden diğer hükmün yanlışlığı isbatlanır. Meselâ: Allah'ın varlığının inkâr edilmesinin imkânsızlığını veya abesiyetini göstermek, Allah'ın varlığını isbat yollarından biridir. Bu, "Abese irca" yolu ile isbat

acaib-i imkanat / acaib-i imkânât

  • İmkân dairesindeki şaşırtıcı eserler.

adem-i imkan / adem-i imkân

  • İmkânsızlık. Mümkün olmayış.

adim-ül imkan / adîm-ül imkân

  • İmkânsız. Olamaz.

adimülimkan / adîmülimkân / عدیم الامكان

  • İmkânsız. (Arapça)

ala kaderi't-taketi ve'l-imkani / alâ kaderi't-tâketi ve'l-imkâni

  • Gücün yettiği ve imkân elverdiği kadar.

ala-kadr-il-imkan / alâ-kadr-il-imkan

  • Olabildiği kadar. İmkânı nisbetinde.

asla

  • Olması imkânsız.

bi'l-farzı'l-muhal

  • İmkansız olan bir şeyin olduğunu varsayarak.

cenab-ı lemyezel / cenâb-ı lemyezel

  • Yok olması, gelip geçmesi imkansız olan Allah.

daire-i imkan / daire-i imkân

  • Kâinat. İmkân âlemi. Mükevvenat. Mümkün olan, şartların müsait olduğu âlem. (Daire-i mümkinat da aynı mânada kullanılır.)

daire-i mümkinat

  • (Bak: Daire-i imkân)

delil-i imkani / delil-i imkâni / delil-i imkânî

  • İmkâna âit olan delil.
  • İmkân delili; sayısız ihtimaller, seçenekler arasından yaratılan varlıkların, o seçenekleri tercih eden bir yaratıcıya delâlet etmesi.

ekonomi

  • yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f

evleviyet olmayan

  • Öncelikli olmayan; bütün imkân ve ihtimallerin önceliği eşit olan.

eynessera-min-es-süreyya

  • (İmkânsızlık bildiren bir tâbirdir ki) Yer nerede, Süreyyâ nerede?.. Süreyyâ ile yer bir olur mu? (meâlindedir ve birbirlerine zıt ve uzak olan şeyler için söylenir.)

farz-ı muhal

  • Olması imkânsız olup, var gibi kabul edilen. Olmayacak şeyi, olmuş gibi düşünmek.

farzımuhal / farzımuhâl

  • İmkânsızı bir an mümkün sayma.

fevkattahammül

  • (Fevk-at tahammül) Tahammülün üstünde, tahammül edilmez, dayanılmaz, dayanılması imkânsız.

fevt-i fursat

  • Fırsat kaçırma. Fırsatı değerlendirememe. Ele geçen bir imkânı kullanamama.

fıkdan-ı imkan / fıkdan-ı imkân

  • İmkân azlığı, imkânsızlık.

gayr-ı kabil

  • Mümkün olmayan, imkânsız.
  • Mümkün ve kabil değil, imkânsız. Mümkün olmayan, olamaz.

gayr-i kabil / gayr-i kâbil / غير قابل

  • Mümkün olmayan, imkansız.

gayr-ı mümkin

  • Mümkün olmayan, imkânsız.

gayr-ı mümkün

  • İmkansız.

gayr-ı münfek

  • Birbirinden ayrılması imkânsız.

hadd-i imkan / hadd-i imkân

  • Mümkünün son haddi. Olabilirlilik. İmkân nisbetinde olan.

harika / hârika

  • İmkânların üstünde olan şey, hayret uyandıran, hayranlık vren. Büyük ve görülmedik eser. Görülmedik derecede kıymetli.

hassas bölgeler

  • Sivil savunmada düşmanın hedef tutacağı bölgeler. Her hassas bölgenin ehemmiyeti aynı değildir. Hava savunması bakımından eldeki imkanlar ve hassas bölgeler arasında öncelik tesbitine ihtiyaç vardır. Hassas bölgeler, sırasıyla:1) Atomik vurucu üslerin bulunduğu bölgeler.2) Yüzeyden yüzeye füze üsler (Türkçe)

hayal-i muhal

  • İmkânsız hayal.

helva sohbetleri

  • Eskiden kış mevsiminin başlıca eğlencelerinden biriydi. Bu eğlenceler, her sınıf halk arasında rağbetteydi. Devlet erkânı, vükelâ, zengin konak sahibleri ve orta halli halk kendi imkânları ölçüsünde helva sohbetleri düzenler, eş ve ahbabına ziyafetler verirdi. Vükelânın düzenlediği sohbetler tantana

hiyerarşi

  • Mevkilerin, salâhiyeterin ve rütbelerin önem sırası. (Fransızca)
  • Sıra gözetilerek yapılan herhangi bir tasnif. (Fransızca)
  • Huk: Aynı teşkilâta bağlı kişiler arasında yukarıdan aşağıya bir kontrol imkânı veren ve bu suretle astı üste bağlayan alâka. (Fransızca)

hudus ve imkan / hudus ve imkân

  • Usul-üd din ve İlm-i kelâmın dâhi ulemâsının ve Hükemâ-i İslâmiyyenin gördükleri ve hadsiz bürhanlar ile isbat ettikleri hudus ve imkân hakikatları.

igrak

  • Suya batırmak, boğmak.
  • Kabı doldurmak.
  • Edb: İmkânsız bulunan mübalâğa.

ihtimal-i zati / ihtimal-i zatî

  • (Bak: İmkân-ı zatî)

iksar

  • Bir şeyi yapmak imkânı varken yapmama.

ilac na-pezir / ilac nâ-pezir

  • Tedavisi mümkün olmayan, ilâç kabul etmeyen. (Farsça)
  • İmkânsız, çaresiz. (Farsça)

imkan harici / imkân harici

  • İmkânsız, imkândışı.

imkan haricinde / imkân haricinde

  • İmkânsız.

imkan mertebesi / imkân mertebesi

  • Varlıkla yokluğun eşit olduğu; her an olması veya olmaması imkân dahilinde bulunma derecesi.

imkan-ı akli / imkân-ı aklî

  • Varlığı aklen mümkün olan, varlığı aklen imkan dahilinde görülme.

imkanat / imkânât

  • İmkânlar, ihtimaller, olasılıklar.
  • İmkânlar, olabilmeler.

imkanat-ı istikbaliye / imkânat-ı istikbaliye

  • Geleceğe ait imkânlar, olması mümkün olan ihtimaller.

imtina / imtinâ / امتناع

  • İmkansızlık.
  • Çekinme, yanaşmama, imkânsız olma.
  • İmkansızlık, çekinme.

imtina ve muhal / imtinâ ve muhal

  • İmkânsız olma ve akla aykırı olma.

imtina' / imtinâ' / اِمْتِنَاعْ

  • Feragat edip geri durma.
  • Muvafakat etmeme. Çekinme. İstememe. Yapmama.
  • İmkânsızlık, mümkün olmayış.
  • İmkânsız olma, çekinme.

inkılab ale-l a'kıb / inkılâb ale-l a'kıb

  • Ökçeler üzerine dönmek demektir ki, asker yürüyüşünde olduğu gibi, tam sağdan veya soldan geri dönmektir. İki ökçeyi birden yerinde çevirmek suretiyle inkılâb ale-l a'kıb, ayakları çaprazlaştırdığından yürümeyi imkânsız bırakır. Kur'an'da bu tâbir ya harbde firardan kinaye veya dinde irtidaddan meca

istihale / istihâle / استحاله

  • Bir şeyin terkib ve asıl şeklinin başka hâle değişmesi. Başkalaşmak.
  • Mümkün olmayış, imkânsızlık.
  • Başkalaşım, değişim. (Arapça)
  • İmkansızlık. (Arapça)

kab-ı kavseyn

  • İmkân ve vücub ortasında bir makam.
  • İki yay uzaklığı mesafesi.

kaziye-i mümkine ve mutlaka

  • Sınırları belirlenmemiş imkân dahilindeki hüküm.

lailaç / lâilaç

  • Çâresiz, dermansız, imkânsız.

lamehale / lâmehale

  • Hilesiz.
  • Çaresiz, imkânsız, ister istemez.

ma'nevi tevatür / ma'nevî tevâtür / مَعْنَو۪ي تَوَاتُرْ

  • Yalan üzerine birleşmesi imkânsız olan bir topluluğun aynı hâdiseyi farklı tarzlarda haber vermesi.

mecal

  • Tâkat. Güç. Kuvvet.
  • İktidar. İmkân.
  • Fırsat.

müdafaat-ı kat'iye ve hakikiye

  • Doğru ve tereddüde imkân bırakmayan savunmalar.

muhal / muhâl / محال / مُحَالْ

  • İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz.
  • Hurâfe olan nazariye.
  • Mümkün olmayan, olamaz, imkansız, olanaksız.
  • İmkânsız.
  • İmkansız, mümkün olmayan.
  • İmkânsız, olması mümkün olmayan.
  • İmkansız.
  • İmkansız. (Arapça)
  • İmkansız.

muhal ender muhal / muhâl ender muhâl / مُحَالْ اَنْدَرْ مُحَالْ

  • İmkansızlık içinde imkansızlık.
  • İmkansız içinde imkansız.

muhal içinde muhal / muhâl içinde muhâl

  • İmkânsızlık içinde imkânsızlık, akla aykırılık.

muhal-ender-muhal

  • İmkânsızlık içinde imkânsızlık, olması aslâ mümkün olmayan.

muhal-i adi / muhal-i âdi

  • Herkesin anlayabileceği imkânsızlık ve muhal. Az düşünenlerin de bilebileceği, mümkün olmayan iş.
  • Herkesin anlayabileceği imkânsızlık.

muhal-i akli / muhal-i aklî

  • Akıl yoluyla imkânsız görme, aklen muhal olan şey.

muhalat / muhâlât

  • İmkânsız, olmayacak şeyler.
  • Muhaller, imkânsız olmalar.

muhaliyet / muhâliyet

  • İmkânsızlık.
  • İmkânsız oluş.

mümkin

  • Olabilir veya olmayabilir. İmkân dahilinde olan. Mümkün.

mümkinat / mümkinât

  • Varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah'ın var etmesine bağlı olanlar.
  • Mümkün olanlar, imkânda olanlar.

mümkinat dairesi

  • Varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah'ın var etmesine bağlı olan daire.

mümkine

  • Varlığı ile yokluğu imkan dahilinde olan.

mümkünat

  • Olması imkân dahilinde olan, varlığı Allah'ın var etmesine bağlı olan şeyler.

mümteni / mümtenî / ممتنع

  • İmkânsız.
  • Olması imkânsız.
  • İmkansız. (Arapça)

mümteni' / مُمْتَنِعْ

  • İmkânsız, muhal, mümkün olmayan.
  • Çekinen, imtina eden.
  • İmkânsız.

mümteni-un bizzat

  • (Mümteniatün bizzât) Varlığı, vücudu hiç bir şekilde mümkün olmayan. Zâtı itibariyle imkânsız olan.

mümtenia / mümtenîa

  • Olması imkânsız olan şey.

mümteniat / mümteniât

  • Olması imkânsızlar.
  • Olması imkansız şeyler.

mümteniat-ı adiye / mümteniât-ı âdiye

  • Normalde imkânsız olan şeyler.

müstahil

  • İmkânsız, olmayacak şey. Boş.

müstahilat

  • (Tekili: Müstahil) İmkânsız şeyler.
  • Mânâsız, boş ve saçma şeyler.

müstehil / müstehîl

  • (Çoğulu: Müstehilât) (Havl. den) Mânâsız ve boş şey.
  • Mümkün olmayan, imkânsız şey.

nakabil-i tarif / nâkabil-i târif

  • Tarifi imkânsız.

şahrah / şahrâh

  • En büyük, en işlek ve şaşırılması imkânsız olan yol.

sehl-i mümteni

  • İmkânsız birşeyi kolayca ifade etme.

sehl-i mümteni'

  • Edb: "Hem kolay, hem güç" mânasına bir tâbirdir. Yazılışı veya söylenişi kolay göründüğü hâlde taklidine kalkışınca, taklidi imkânsız eser demektir.

teayyün-i imkani / teayyün-i imkânî

  • İnsanın hakîkati olan teayyün-i vücûbîsinin zılli yâni görüntüsü. Ehlullah (evliyâ) kendi yaratılışlarına, güçlerine göre tasavvuf mertebelerine kavuşmakta birbirlerinden çok ayrıdırlar. Evliyâ arasında Allahü teâlânın ismine kavuşanlar pek azdır. Ço ğu bu ismin teayyün-i imkânîsine kavuşmuştur. (İm

teklif-i bilmuhal

  • İmkânsız ve olmayacak birşeyi teklif etme.

tenkid

  • Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir.

tereccuh bila müreccih / tereccuh bilâ müreccih

  • Bir şeyin kendi zâtında diğer şeye karşı bir üstünlük vasfı olmadığı hâlde, hiç sebebsiz üstün bulunması ki; böyle bir hal imkânsızdır, muhaldir.

tevatür / tevâtür / تَوَاتُرْ

  • Yalan üzerine birleşmesi imkânsız olan bir topluluğun aynı hâdiseyi haber vermesi.

vücud-u mümkinat

  • Varlığı mümkün olanlar; varlığı imkân dairesinde olanlar, kâinatın varlığı.

vücuh

  • (Tekili: Vech) Çehreler, yüzler, suretler.
  • Tarzlar.
  • Sebepler.
  • İmkânlar.
  • Münasebetler.
  • Kur'an-ı Kerim okunuşundaki farklar.
  • Bir memleketin ileri gelenleri.

zati hassa / zâtî hassa

  • Bir varlığın kendisinde olan ve onsuz olması imkânsız olan özellik.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın