REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te ilal ifadesini içeren 84 kelime bulundu...

alem / عَلَمْ

  • Nişan, minare tepesindeki hilal.

berdaht

  • Pürüzünü giderme. Pürüzsüz yapma. (Farsça)
  • Cilâlama, parlatma. (Farsça)
  • Düzleme, düzeltme. (Farsça)

büllet

  • (Çoğulu: Bilâl) Hurmanın ıslanıp yaş olması.

burjuvazi

  • Burjuvaların meydana getirdiği içtimaî (sosyal) sınıf. Avrupa'da burjuvazi, ticaret ve sanayi ile zenginleşti. Soylular sınıfı ile mücadele ederek Fransız İhtilali ile iktidara geldi. İhtilalde işçilerin, köylülerin, fakir halk tabakalarının desteğini sağladı. Onlara eşitlik, hürriyet, adalet vaad e (Fransızca)

ciladar / cilâdar / جلادار

  • Cilalı. (Arapça - Farsça)

cüll

  • (Çoğulu: Cilâl-Ecille) Çul.
  • Gül.
  • Her nesnenin büyüğü ve muazzamı.

direktuvar

  • Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon'un yerine geçen idare şekli. (Fransızca)

ecla / eclâ

  • En parlak, cilâlı.

ehatt

  • En ucuz, daha ucuz.
  • Daha cilâlı.

ehille

  • (Tekili: Hilâl) Hilâller. Yeni hilâl şeklinde olanlar.

ehl-i kıyam

  • Ayaklananlar, ihtilal girişiminde bulunanlar, isyan edenler.

ekinoks

  • Altı aylık fasılalarla gece ve gündüzün eşit oluşu. (Fransızca)

fevasıl

  • (Tekili: Fâsıla) Fâsılalar.

fikr-i ihtilal / fikr-i ihtilâl

  • İhtilâl düşüncesi; toplumun dengelerini bozacak düşünce.

gal

  • (Çoğulu: Gılâl) Ağaçlı çukur yer.
  • Muz ağacı.
  • Selem ağacının bittiği yer.
  • Bir ot cinsi.

galal

  • (Tekili: Gılâl) (Galle) Zahireler. Mahsuller.
  • Akarât kiraları.

galil

  • (Çoğulu: Gılâl) Güneşin harareti.
  • Susuzluk harareti.
  • Kin, hased.
  • Devenin yulafına karıştırıp yedirdikleri hurma çekirdeği.

gudde-i taht-el lisan

  • Dilaltı bezi.

gurre-i garra

  • Bir günlük hilâl.

halevar

  • Ay şeklinde olan, hilâl gibi olan. (Farsça)

hali kalmayan / hâli kalmayan

  • Boş kalmayan (yani her zaman bir kısım ihtilâlci insanlar bulunan).

helle

  • (Çoğulu: Hilâl) Azıcık sesi yükseltmek.

hevl

  • Korku. Korku verici.
  • Ürkmek. Dehşet. Yılgınlık. İhtilâl-ı dimağ (beyindeki bozukluk) sebebi ile bâzı hayâli suretler tevehhüm ederek ondan korkmak.

hilal / hilâl

  • Yeni ay şekli. Yeni ay.
  • Fık: Yay şeklinde görülen her yeni aya ve her ayın üçüncü gecesine kadar aya hilâl denir. 26 ve 27 nci gecelerdeki aya da hilâl, onda sonrakileri kamer denir.
  • Cami kubbeleri ve minâre külâhları tepesine konulan alemlerin hilâl şeklinde olan uç kısmı.

hilal-ebru / hilâl-ebru

  • Kaşı ay gibi olan. Hilâl kaşlı. Yeni ay gibi kaşı olan. (Farsça)

hilal-i hak / hilâl-i hak

  • Doğruyu gösteren hilâl.

hilal-i id / hilâl-i îd

  • Bayram hilâli; Ramazan'nın son günü akşamı görülen Şevval ayı hilâli.
  • Bayram hilali. Bayram edileceğinin anlaşılmasına sebeb olan hilâl.

hilal-i ramazan / hilâl-i ramazan

  • Ramazan ayının başladığını gösteren hilâl; yeni ay.

hilal-i savm / hilâl-i savm

  • Oruç hilâli. Ramazanın geldiği kendisi görünmekle bilinen hilâl.

hill

  • Hilal.
  • Hac zamanında ihrama girilen yerin dışında kalan saha, haremin dışı.

hillet

  • (Çoğulu: Hillel - Hilâl) Samimi ve cân-ı gönülden olan dostluk. En güzel takdir edici ve samimi arkadaşlık.
  • Kılınç gediği.
  • Nakışlı deri.
  • Ağızda bâki kalan dişler.
  • Dişler arasında kalan yemek artığı.

hulle

  • (Çoğulu: Hılâl) Dostluk.

icla / iclâ

  • Cilalama.
  • (Cilâ. dan) Sürme, nefyetme, sürgün etme. Evinden barkından ayırma.
  • Sür'atle seğirtme.
  • Cilâlama, parlatma.

ıhtilal

  • (İhtilal) Halel vermek, zarar vermek.
  • Muhtaç olmak.

ihtilal / ihtilâl / اختلال

  • (Çoğulu: İhtilalât) Ayaklanma, devlete isyan. Bozukluk, karışıklık.
  • Şerre çalışmak, düzensizlik.
  • Bozukluk, arıza. (Arapça)
  • İhtilal. (Arapça)

ihtilalat / ihtilâlât / ihtilâlat / اختلالات

  • (Tekili: İhtilâl) Ayaklanmalar, isyan etmeler, ihtilaller.
  • İhtilâller, ayaklanmalar.
  • İhtilâller, karışıklıklar, iç çalkantılar.
  • Bozukluklar. (Arapça)
  • İhtilaller. (Arapça)

ihtilalat-ı beşeriye / ihtilâlât-ı beşeriye

  • İnsanlardaki ihtilaller, karışıklıklar.

ihtilalci / ihtilâlci

  • İhtilâl yapan, karıştıran.

ihtilalkarane / ihtilâlkârâne

  • İhtilâl yaparcasına.

iki hilal ortası / iki hilâl ortası

  • Ramazan ayı; Ramazan ile Şevval aylarının hilâllerinin ortası.

incila / incilâ

  • Cilâlanma. Parlama.
  • Görünme, belli olmak, açılma.
  • Cilâlanma, parlama.

inhilal-pezir

  • İnhilali mümkün olan. Dağılabilen. Çözülebilen. Eriyebilen. (Farsça)

istihlal

  • Yeni ay'ı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi.
  • Kılıcın kınından sıyrılıp görünmesi.
  • Edb: Bir ifadede birbirine benzer, seci'li ve kâfiyeli sözlerin söylenmesi.
  • Çocuğun doğar doğmaz hemen ağlamağa başlaması.
  • İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet etmek.

ıttılaat

  • (Tekili: Ittılâ') Bilmeler, ıttılâlar, öğrenmeler, haberli olmalar.

kamer

  • Gökteki ay. Hilâl.
  • Ay ışığında uyumayıp uyanık durmak.

kule

  • (Çoğulu: Kulul-Kılâl) Çocukların oynadıkları bir oyun.

mah-ı nev / mâh-ı nev / ماه نو

  • Hilal, ay. (Farsça)

mahçe

  • Minare, kubbe, sancak gibi şeylerin başına konulan hilâl. (Farsça)

maskul

  • Cilâlanmış, saykal vurulmuş. Mücellâ.

meclüvv

  • Parlak, cilâlı. Mücellâ.

meh-çe

  • Minâre, kubbe ve bayrak direğinin üstüne konulan küçük hilâl, ay.

memhus

  • Parlatılmış, cilâlanmış.
  • Etli, şişman, dolgun insan veya hayvan.

mesakıl

  • (Tekili: Mıskal) Cilâlayan veya parlatan âletler.

mıskal

  • Cilâlayan, parlatan âlet.
  • İnce. Zarif.

mücella / mücellâ / مجلا / مُجَلَّا

  • Parlak, Cilâlı. Cilâlanmış.
  • Parlak, cilâlı.
  • Cilalı. (Arapça)
  • Cilâlanmış, parlatılmış.

mücelli / mücellî

  • Açıp temizleyici.
  • Cilâlı. Cilâ veren.

mucib-i ihtilal / mûcib-i ihtilâl

  • İhtilâl sebebi, karışıklık nedeni.

mühredar

  • Mühreli, cilâlı. (Farsça)

müles

  • Düz cilâlı nesne.

musaykal

  • Cilâlı. Parlak. Yaldızlı. Perdahlı.
  • Cilali.

müstehill

  • Hilâl şeklinde görünen.
  • Yeni doğmuş.

muzahrefiyet

  • Sahtecilik; süsleyip cilalamak sûretiyle aslı gibi, doğal gibi göstermeye çalışmak.

perdahte

  • Cilâlanmış, parlatılmış. (Farsça)
  • Temizlenmiş, düzenlenmiş, tertib edilmiş. (Farsça)

ral

  • (Çoğulu: Rilâl-Ri'lân-Er'ül- Reele) Deve kuşunun yavrusu.

rü'yet-i hilal / rü'yet-i hilâl

  • Hilâl (yeni ayın) görülmesi. Kamerî ayların başında ve sonunda hilâlin görülerek ayın başının ve sonunun anlaşılması.

sahtiyan / sahtiyân / سختيان

  • Boyanmış, cilâlanmış deri. Tabaklanmış deri. (Farsça)
  • Cilâlı deri.
  • İşlenmiş cilalı deri. (Farsça)

sakl

  • Törpü ile eğeleme. Cilâlama.

saykal vurmak

  • Cilalamak, parlatmak.

saykalzede

  • Cilâlı. Cilâlanmış. (Farsça)

selle

  • (Çoğulu: Sellât - Silâl) Sepet, sele.

sılat

  • (Tekili: Sıla) Sılalar.
  • Bahşişler, armağanlar, hediyeler.

tahallül

  • (Halel. den) Bozulmak. Ekşimek. Sirke olmak.
  • Araya girmek. Başka bir şeyin müdahale etmesi, karışması.
  • Dişleri hilâllamak.

tahlil

  • (Hall. den) Sirkeleştirme. Ekşitme.
  • Dişlerini hilâllamak. Gerçek yere yemin etmek.
  • Açmak.

tali '

  • Doğan. Tulu' eden.
  • Kısmet, kader, baht.
  • Nişangâhın arkasına düşen ok.
  • Yeni hilâl.

tasaykul

  • Cilalanma.
  • Cilâlanma.

taskil / taskîl

  • Cilâlandırmak. Saykal, cilâ vurmak, cilâ verilmek.
  • Cilâlama.
  • Cilâlayıp parlatma.

taskil etme / taskîl etme

  • Cilalama, parlatma.

taskilat / taskilât

  • (Tekili: Taskil) Cilâlamalar. Cilâ yapmalar.

tecliye

  • (Cilâ. dan) Cilâlama, cilâ verme.
  • Aşikâre etmek, açıklamak.
  • Ruşen etmek, parlatmak.

tell

  • (Çoğulu: Tilâl) Tepe, yığın, küme.
  • Düz yer üstüne yatırmak.

üslub-u hakim / üslub-u hakîm

  • Edebî san'atlardan biridir. Sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telâkki edip, ona göre cevab vermek demektir. Meselâ : Bazı Ashab Resulüllah'a (A.S.M.) hilâlin ince başlayıp, kalınlaşarak bedr şekline gelip, sonra yine başladığı şekle dönmesinin sebebini sordular. Bun

vezile

  • (Çoğulu: Vezâil) Cilâlı, parlak para.
  • Parlak madeni ayna.

yevm-i şek

  • Şüpheli gün. Havanın bulutlu olup, Ramazan ayı hilâlinin görülmemesi sebebiyle Şâbân ayının otuzuncu günü mü, yoksa Ramazân-ı şerîfin ilk günü mü olduğu bilinmeyen, Şâbân'ın yirmi dokuzundan sonra gelen gün.

yevm-i şevk

  • Şaban-ı Şerifin otuzuncu günü. Ramazan olması zannedilip ancak hilâl görülmedikçe oruç tutulması münasib olmayan gün.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın