Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
ikat
ifadesini içeren
830
kelime bulundu...
hakk-ul-yakin / hakk-ul-yakîn
Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
a'raf suresi
Kur'an-ı Kerim'in 7. suresidir. Mekke-i Mükerremede nâzil olmuştur. Suret-ül Mikat, Suret-ül Misak, Elif lâm mim sâd gibi isimleri de vardır.
a'yan-ı sabite / a'yan-ı sâbite
Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları. Mevcudat-ı ilmiye.
adab-ı tarikat / âdâb-ı tarikat
Tarikat kaideleri, âdâbları.
adem-i ilm-i hakikat / âdem-i ilm-i hakikat
Hakikat ilminin eri, ta kendisi.
adem-i itikad
İtikatsızlık.
İtikatsizlik, inançsızlık.
afaki / âfâkî
Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler.
agnostisizm
fels. Gerçeğin, mutlak hakikatın bilinemez olduğunu; insanın gerçeği, tam uygun bilgiyi elde edecek yaradılışta olmadığını kabul eden felsefe görüşü.
ahkam-ı ameliyye / ahkâm-ı ameliyye
Tatbikata ait hükümler, uygulanan kurallar.
ahmed-i faruki / ahmed-i fârukî
(Hi. 971-1034) (İmam-ı Rabbanî) Hz. Ömer (R.A.) ahfadından olduğundan Fârukî denilmiştir. Kendisi demiştir ki: "Hakaik-i imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmata tercih ederim." Hem demiş ki: "Bütün tarikatların nokta-i müntehası hakaik-i imâniyenin vuzuh ve inkişâfı
akaid
(Tekili: Akide) Akideler. İtikad olunan hakikatlar. İtikada dâir kaziye ve hükümler, esaslar.
Akideler, inanılan hakikatlar.
akl-ı selim
(Hiss-i selim) İyiyi kötüyü farkedip, insana hak ve hakikatı, iman ve İslâmiyeti tâkib ettiren akıl ve düşünüş. Normal ve müsbet düşünce.
akliyyun
(Rasyonalistler) Herşeyin hakikatını akıl ile bulma iddiasında olan, hadiseleri yalnız akıl ile araştırıp hakikat ve hikmetlerini tam bulamayıp, aklına güvenip dine tâbi olmayan filozoflar ve onların yolunda kalarak dalâlete gidenler. Bunlar iki kola ayrılır. Uluhiyeti ve vahyi inkâr eden birinci kı
aks-i sada / aks-i sadâ
Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.
aktab
(Tekili: Kutb) Kutublar. Hak tarikatların reisleri, şahları.
aktab-ı aşıkin / aktâb-ı âşıkîn
Allah'a âşık tarikat şeyhleri, kutupları.
aktivizm
Hakikatin, düşüncede kalmasından ziyade, hayat ve fiile intikalini ve bütün ilimlerin, cemiyetin gelişmesine hizmet etmesini isteyen ve böylece iradenin faaliyet ve tesirliliğini açıklayan felsefî bir meslek.
alem-i şahadet / âlem-i şahadet
Şahâdet âlemi. Bu dünya. Cenâb-ı Hakkın âyetlerine ve emirlerine imân edenlerin, hakka, hakikate şahadette bulundukları ve Allah'a itaat ve ibadetle mükellef oldukları dünya âlemi.
alettahkik
(Ale-t-tahkik) Hakikat üzere, kat'i surette. Besbelli.
amig
Karışık.
(Farsça)
Hakikat.
(Farsça)
Mc: Çiftleşme.
(Farsça)
amin
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle! (meâlinde olup, duânın sonunda söylenir). İncil'de iki yerde geçer. Tevrat'ta da geçer. İbranice ve Süryanicede de vardır. Hakikat, çok doğru, tamam mânâsındadır.
an-asl
Aslında, hakikatında, aslından.
apriori
fels. Tecrübeden önce insan aklında varlığı kabul edilen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ: "Her sayı kendine eşittir" hakikatı hiçbir deneye baş vurmadan bilinen bir apriori bilgidir.
arif-i esrar / ârif-i esrar
İlâhî sır ve hakikatlara vâkıf olan.
arifin / ârifîn
İrfan sahipleri, İlâhî hakikatlere vakıf olanlar.
arız / ârız
Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan.
Bir şeyi arz ve takdim edici olan.
Kalın ve geniş bulut.
Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri.
İnsanın yanağı.
arş-ı hakikat
Hakikat zirvesi, seması.
arzu-yu tenzih-i hakikat
Hakikati temize çıkarma arzusu.
asfiya-i müdekkikin / asfiya-i müdekkikîn
İslâmî hakikatların tetkik ve bilinmesinde çok dikkatli ve sâdık olan büyük İslâm âlimleri.
asfiya-i muhakkikin / asfiya-i muhakkikîn
Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ve hakikatleri delilleriyle bilen ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar.
Hakikatı tam araştıran, delillerle isbat eden, ilim ve fazilette terakki etmiş olan büyük İslâm âlimleri.
ashab-ı hakikat
Hakikat ehli, doğru ve hak yolda olanlar.
ashab-ı keşif
İmanın hakikatlerine ve sırlarına, mânevi terakki ile ulaşan kimseler.
ashab-ı şuhud
Görülmeyen âlemlerdeki hakikatleri gözlemleyebilen kişiler.
aşina-yı bezm-i hak / âşina-yı bezm-i hak
Hak meclisinin âşinası; Kur'ân ve iman hakikatlerine dair yapılan sohbetlere aşina olan.
aşk-ı hakikat
Hakikat sevgisi.
asl
Temel, esas, kök. Bidâyet. Mebde', dip, hakikat. Hâlis, sâfi. Haseb ve neseb. Soy sop. Zâten, en ziyâde.
asl-ı şeriat
Allah tarafından bildirilen hükümlerin aslı, özü, hakikati.
avam
Halktan ilmi irfanı kıt olan kimse. Okuyup yazması az olan. Fakirler sınıfından.
Tas : Hakikata tam erememiş, tevhidin derin hakikatlarından haberi olmayan.
Halkın ekseriyeti.
ayanısabite / ayânısâbite
Varlıkların ilâhî ilimde ezelden beri bulunan hakikatları.
ayin / âyin
Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdâb. Âdet, örf ve kanun.
Ziynet, süs.İslâm'da fıkıh lisânı âyin kelimesini kabul etmemiştir. Bazı vakıflar, filân câmide herhangi bir tarikat âyini icra için te'sis yapacakları zaman vaki olan müracaatlarında fetvahâne tarafından verilen müsaadelerde âyi
ayn
(Çoğulu: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz.
Pınar, kaynak. Çeşme.
Tıpkısı, tâ kendisi.
Zât.
Eşyanın hakikatı.
Kavmin şereflisi.
Diz.
Altın.
Nazar değme.
Casus.
Her şeyin en iyisi.
Muayene etmek.
Göz.
Pınar.
Eşyanın hakikatı.
ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn
Görerek bilme.
Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.
ayn-ı hakikat / ayn-ı hakîkat / عَيْنِ حَق۪يقَتْ
Hakîkatin ta kendisi.
azim / azîm
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büy üklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimi
babayan
(Tekili: Baba) Tarikat babaları, şeyhleri. Bektaşi şeyhleri.
(Farsça)
bahr-i hakaik / bahr-i hakâik
Hakikatler, gerçekler denizi.
bahr-i hakikat / bahr-i hakîkat / بَحْرِ حَق۪يقَتْ
Hakikat denizi.
Hakîkat denizi.
bahs
Kazmak.
Ayırmak.
Saçmak.
Birşey hakkında etrafiyle söz söyleyip hakikatı araştırma. Konuşulan şey.
Teftiş.
Söz münazarası, muaraza, mübahese.
Bir mevzû hakkında tafsilât, açıklama.
İddialaşma.
barika-i hakikat / bârika-i hakikat
Hakikat parıltısı.
Hakikatın parıltısı ve parlaklığı. Hakikat nuru.
basar-ı basiret / basar-ı basîret
Basiret gözü, feraset; kalbin, hakikati anlayan gözü.
basir
Basiret sâhibi ve anlayışlı olan. Hakikatları anlayan. En iyi ve en çok anlayışlı. Kalb gözü ile gören.
İt, köpek, kelp.
basiret
Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat.
İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet.
Bir evin iki tarafının arası.
Yer üstündeki kan.
batıl / bâtıl / بَاطِلْ
Hakikatsız, hurafe. Hak ve doğru olmayan, yalan. Şartlarını yapmamakla kabul olmayan ibadet ve muâmele. Meselâ: Bir özür bulunmaksızın taharetsiz kılınan namaz gibi.
Hakikat dışı, hurafe; hak ve doğru olmayan, yalan. (hakk'ın zıddı).
Hakîkate zıd.
batıniyye
Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin zâhir ve âşikâr mânalarından ayrılarak, usûlsüz ve yanlış te'viller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânalarını bulmak iddiasında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı olanlar.Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânalarını tefsir ve
bayramiyye
Hacı Bayram-ı Veli tarafından 14. yüzyılın sonlarında Ankara'da kurulan bir tarikattır.
becidd
Ciddi, gerçek, hakikat.
(Farsça)
Cidden, gerçekten.
(Farsça)
bedevi / bedevî
Çölde yaşayan. Göçebe. Medeni olmayan ve şehir hayatı yaşamıyan.
Seyyid Ahmed-i Bedevî nâmındaki büyük bir zâtın tarikatı ve onun mensubu olan.
bektaşi / bektaşî / bektâşî
Hacı Bektaş-ı Veli tarikatına mensub olan kimse.
Hacı Bektaş-ı Veli tarikatına mensub olan kimse.
Bektâşîlik tarikatından olan kimse.
bektaşilik / bektâşîlik
Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat.
belagat / belâgat
Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,
berzah tariki
Tarikat berzahı; tarikat geçidi, aralığı.
beyan
İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme.
Öğretme.
Fesahat ve belâgat.
Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı.
Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan b
beyan ilmi
Belâgat ilminin,hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü.
bi-dad / bî-dad
Zâlimlik. Zulüm. İşkence. Adaletsizlik.Ne mümkün zulm ile bî-dâd ile imhâ-yı hakikat.Çalış, kalbi kaldır muktedirsen âdemiyyetten.
bina-dil
Basiretli. Kalbi hakikatı kavrayan.
(Farsça)
bürhan
Delil, hüccet, isbat vasıtası.
Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas.
Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.
burhan-ı hakikat
Hakikat delili.
bürhan-ı natık / bürhan-ı nâtık
Konuşan bürhan. Mecaz olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M) kastedilir ki; bütün hakikatları isbat ve izhar etmiştir.
ca'feriyye
Caferî tarikatı.
cadde-i hakikat
Hakikatin, doğrunun olduğu cadde.
cahid
Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.
cami' / câmi'
Toplayan.
Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı
cehabize
Hakikatlerden, gerçeklerden haberi olanlar.
cehalet-i avra / cehâlet-i avrâ
Tek gözü kör cehalet, insanların hakikatleri görmesini engelleyen cahillik.
celvetiye
Eskiden mevcud bir tarikat ismi.
cem-i müennes-i salim / cem-i müennes-i sâlim
Gr: Sonu (ât) eki ile biten cemi'ler. Meselâ: Müminât: (Kadın mü'minler, mümineler) Sâdıkât, Hafiyyât, Sâlihât gibi.
cemiyet-i nakşiye
Nakşibendi tarîkatına bağlı topluluk.
cenah
Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)
cennet-i kur'aniye / cennet-i kur'âniye
Kur'ânî cennet; bu tabirle, insana dünya ve âhiret saadetini bahşeden Kur'ân'î hakikatler ve esaslar kastediliyor.
cerbeze
Aldatıcı sözlerle kurnazlık etme. Fazla sözlerle aldatıcılık. Haklı ve haksız sözlerle hakikatı gizleme.
Beceriklilik, fetânet ile temyiz ve cesaret-i mutedile ve kuvvet-i idareden ibâret olan sıfat-ı zihniye. (Bu kelime, Arabçada: Hilekârlık, kurnazlık gibi aşağılayıcı bir mânâda ku
cerhetmek
Yaralamak. Herhangi bir meseleyi hak ve hakikatle çürütmek. Yanlış veya yalanını bulup hurafe ve bâtıl olduğunu isbât edip herhangi bir kimsenin veya cereyanın fikrini kabul etmemek.
cesaret-i medeniye
Her türlü baskılara karşı çekinmeden hakikatı söylemek. Müsbet harekette korkmamak. Haklı olduğu bir mes'elede korku göstermemek. İçtimai münasebetlerde girişkenlik.
cevher-i hakikat
Hakikatin cevheri, özü.
cevher-i iman
İman cevherî, iman hakikati.
cevher-i imani / cevher-i imanî
İmana ait öz, cevher, iman hakikati.
cevir
(Cevr) Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm.
Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.
ciddi / ciddî
Gerçek. Hakikat.
Ağırbaşlı, hâlleri sakin olan kişi.
Mühim.
cihet-i melekutiyet / cihet-i melekûtiyet
Birşeyin iç yüzü, aslı, hakikati; varlıklara hükmeden İlâhî fiil, isim, sıfat ve şuûnâta bakan yön.
cumhur-u muhakkıkin / cumhûr-u muhakkıkîn
Hakikati araştırıp bulan kişilerden oluşan seçkin topluluk.
cüz-ü hakikat-ı imaniye
İman hakikatinin bir parçası, iman esaslarının biri.
dahilek ya dellale'l-kur'an / dahîlek yâ dellâle'l-kur'ân
"Sana tâbi oldum ey Kur'ân hakikatlerinin dellalı olan Üstad".
daire-i akaid
İnançların, itikatların dairesi.
dalalet
İman ve İslâmiyetten ayrılmak. Azmak. Hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapmak. Allah'a isyankâr olmak.
Şaşkınlık.
dallin / dallîn
(Dâllûn) Sapkınlar. Müslümanlıktan ayrılanlar. Kur'an hakikatlerinden ayrılıp sapanlar.
dane-i hakikat / dâne-i hakikat
Hakikat çekirdeği, tanesi.
deha-i kudsi / deha-i kudsî
Dinin derin hakikatlarını anlamakta yüksek mahareti olan dehâ. Dinî dehâ.
dehan-ı hakikat
Hakikat ve gerçekleri haykıran, konuşan ağız.
dellal-ı kitab-ı mübin / dellâl-ı kitab-ı mübîn
Bütün hakikatleri açıklayan Kur'ân-ı Kerimdeki gizil sırları insanlara duyuran.
demokrasi
yun. (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli. Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir. Tatbikatı üç şekildir:1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır. Kan
derece-i şuhud
İmanı ve mânevi hakikatları, mânevi terakki yoluyla görmek seviyesinde olan iman mertebesi.
ders-i hakaik / ders-i hakâik
Hakikatler dersi.
ders-i hakaik-i kur'aniye / ders-i hakaik-i kur'âniye
Kur'ân hakikatlerini ders verme.
ders-i hakikat
Hakikat dersi.
derviş / dervîş / درویش
Bir tarikata girmiş, onun yasa ve törelerine bağlı kimse.
Yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse.
Yoksul.
(Farsça)
Tarikat şeyhine bağlı mürit.
(Farsça)
derya-yı hakaik
Hakikatler, gerçekler denizi.
derya-yı hakikat
Hakikat denizi.
desatir-i tarikat / desâtir-i tarikat
Tarikat düsturları, prensipleri.
din
Ceza, ivaz.
İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır. Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır. İns
din-i mübin / din-i mübîn
Hak ve hakikati açıklayan din, İslâm.
din-i mübin-i islam / din-i mübîn-i islâm
Hak ve hakikati açıklayan İslâm dini.
diyar-ı irfan / diyâr-ı irfan
İrfan ülkesi; uçsuz bucaksız bir beldeyi andıran Allah'ı tanıma, İlâhî hakikatlere ulaşma özelliği.
duhan
Duman. Tütün.
Kur'an-ı Kerim'in 44. suresinin adı.
Mc: Gaflet ve dalâlet dumanı ki, hakikatların görünmesine mâni olur. Arap lisanında galib olan şerre, duhan tesmiye ederler.
Kıtlık ve kuraklık.
dürer-i semavi / dürer-i semavî
Aslı vahiy ile gelen, parlak hakikatlı mânalar. Semâvi inciler.
ebatil
(Tekili: Ubtule) Beyhude, bâtıl, hurâfe, mantıksız, hakikatsız şeyler.
edebiyat
Düşünce, duygu veya herhangi bir hakikatı veya herhangi bir fikri yazı veya sözle, manzum veya nesir halinde güzel şekilde ifâde san'atı. Bu san'atla uğraşan ilim kolu.
Edebiyata âit yazıları toplayan kitap.Edebiyatın sözlük anlamından biri de edebe, yani terbiyeye uygun söz söylemek
edyan-ı batıla / edyan-ı bâtıla
Bâtıl dinler. Bozuk, hükmü hakikatten ayrılmış olan dinler.
ehadis
Hadisler. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) sözleri, hareketleri ve emirlerini bildiren hakikatler.
ehl
(Ehil) Yabancı olmayan, alışık olduğumuz.
Dost, sahip, mensup. Evlâd, iyal. Kavm, müteallikat. Usta, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet İslâmiyette önemli bir husustur. Dinimiz, bize işleri ehline vermemizi emreder. Cemiyette işler, mevkiler, makamlar, görevler, ehline v
ehl-i cezbe ve ehl-i istiğrak
Tarikat ve tasavvuf ehlinden olup zikir ve ibadetle kendinden geçip dünyayı unutanlar.
ehl-i hak
İmân, İslâmiyet ve Hak yolunda olan. Hak mezhebde olan. Hakka, hakikata vâsıl olmuş olan.
(Farsça)
ehl-i hak ve hakikat
Hak ve hakikat üzere olanlar.
ehl-i hakikat
Hakikat ehli, doğru ve hak yolda olanlar.
ehl-i hakikat ve keşif
Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah'ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler.
ehl-i ihtisas ve müşahede
Görünmeyen âlemlere ait hakikatleri bizzat gözleyen ve bu konuda uzmanlaşan kimseler.
ehl-i ilim ve tarikat
İlim sahibi ve bir tarikata bağlı olan kimseler.
ehl-i irfan
Cenab-ı Hakkı tanıyıp bilen, hak ve hakikatin özüne ve esasına ulaşan, bilgi ve marifet sahibi kimseler.
ehl-i keşf
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar.
Perdeli olan ve zâhir hislerle bilinmeyen hakikatları, Cenab-ı Hak'kın lütf u ihsanı ile bilen veliler.
(Farsça)
ehl-i keşif
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar.
ehl-i keşif ve hakikat
Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah'ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler.
ehl-i keşif ve ilham
Görünmeyen ve bilinmeyen âlemlere ait olan hakikatleri Cenâb-ı Allah'ın lütfu ve yardımıyla bilen kimseler.
ehl-i keşif ve keramet
Allah'ın bir ikramı olarak, olağanüstü hal ve hareketlerin kendilerinde görüldüğü velî zâtlar ve mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler.
ehl-i keşif ve şuhud
Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Allah'ın lütuf ve ihsanıyla bilen ve gören kimseler.
ehl-i keşif ve tahkik
Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah'ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler.
ehl-i keşif ve velayet / ehl-i keşif ve velâyet
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler.
ehl-i keşif ve zevk ve şuhud ve müşahede
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip olan veli zâtlar (k-ş-f;.
ehl-i sahv
Uyanık iken hakikatlere görerek ulaşan Allah dostları.
ehl-i şuhud
Gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gören kimseler.
ehl-i süluk / ehl-i sülûk
Tarikat yolunda yürüyenler.
ehl-i tahkik
Hakikatleri delilleri ile bilen âlimler.
Tahkik ehli.
ehl-i tahkik ve keşif
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar.
ehl-i tarik
Tarikata mensup olanlar.
ehl-i tarikat / ehl-i tarîkat
Tarikata mensup olanlar.
ehl-i tarikat ve hakikat
Tarikata mensup olanlar ve hakikat mesleğinde olanlar.
ehl-i tarikat ve velayet / ehl-i tarîkat ve velâyet
Tarikata mensup olanlar, tasavvufla ilgilenenler ve Allah dostları, velîler.
ehl-i tasavvuf
Tasavvuf ehli; kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler.
ehl-i tekke
Tekkeye giden ve oradaki zikirleri yapan kişiler; Osmanlı döneminde, sadece tasavvuf ve tarikat eğitimi verilen tekkelerde mânevî ilim tahsil edenler.
ehl-i turuk
Tarikatlere mensup olanlar.
ehl-i velayet ve keşif / ehl-i velâyet ve keşif
Mânevî mertebelere yükselen ve maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini keşfeden insanlar.
ehl-i velayet ve şuhud / ehl-i velâyet ve şuhud
Mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip insanlar, velîler.
ehl-i velayet ve tahkik / ehl-i velâyet ve tahkik
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini delilleriyle bilen Allah dostu âlim kimseler.
ehl-i zevk
Allah'a yakınlıkla ve uyanık kalple iman eden ve Kur'ân hakikatlerinden zevk alanlar.
Zevklenenler, lezzet alanlar.
Tas: Cenab-ı Hakk'a yakınlıkla, kurbiyetle veya uyanık kalble iman ve Kur'an hakikatlarından zevk alanlar.
ehl-i zevk ve keşif
İman hakikatleri kendilerine açılan ve bu hakikatlerin zevkine erişen kimseler.
ehl-i zevk ve şevk
İman hakikatlerinin zevkine erişen ve bu sayede şevki artanlar.
ehlihakikat / ehlihakîkat
Hakikatı bulan kimseler.
ehlitarik
Tarikat adamı.
ehlitarikat
Tarikata bağlı olan.
elektrik-i hakaik-i islamiyet / elektrik-i hakaik-i islâmiyet
İslâmiyetin hakikat ve esaslarının elektriği, ışığı.
elhak
Hakikaten, doğrusu.
emr-i bi-l-maruf, nehy-i anil-münker
Dinin emirlerini, Kur'âni ve İslâmi hakikatleri neşretmek ve bildirmek, men'edilen şeyleri de yaptırmamak. İyiliği, İslâmi hususları emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü men'edip yaptırmamağa sevketmek. (Fakat bu kudsi vazifeyi âdabına itaat ve riâyet ederek ifâ etmek lâzımdır, zirâ bu itaat da dinimi
emr-i itibari / emr-i itibârî
Hakikatta, hariçte vücudu olmayıp, var kabul edilen emir, iş. (İnsanın fiilleri, kesbi gibi.)
enva-ı hakaik / envâ-ı hakaik
Bütün hakikatler.
envar-ı hakaik / envâr-ı hakaik
Hakikatlerin nurları, aydınlığı.
envar-ı hakikat / envâr-ı hakikat
Hakikat nurları, ışıkları.
erbab-ı tarikat
Kendini tarikata, tasavvufa verenler.
esas
Temel. Kök. Rükün. şart. Hakikat ve mahiyetler.
esas-ı tarikat
Tarikatın temeli, kökü.
esasat-ı aliye / esasat-ı âliye
Yüksek esaslar, hakikatler.
esbab-ı inkişaf / esbâb-ı inkişaf
Gizli kalmış hakikatlerin ortaya çıkmasını sağlayan sebepler.
esdaf
Sedefler, inci kabukları; sedef gibi içinde hakikat incilerini saklayan Kur'ân ifadeleri.
esrar-ı hakikat
Hakikat sırları.
evrad-ı tarikat / evrâd-ı tarikat
Tarikatların virdleri, zikirleri.
ey kari-i müteharri-i hakikat / ey kâri-i müteharri-i hakikat
Ey hakikati, gerçeği araştıran okuyucu.
ezvak-ı arifin / ezvâk-ı ârifîn
İrfan sahiplerinin, İlâhî hakikatlere vakıf olanların aldığı mânevî zevkler.
fasl-ı hitab / fasl-ı hitâb
İki söz arasını ayıran kelime veya isimlerden biri. Önsözden sonra asıl maksada giriş.
Fık: Şahitlerin gösterdiği delil veya yeminlerinden sonra hâkimin hükmetmesi.
Hakkı bâtıldan ayırarak, nizaı ayırt edip kesmek ve halletmek. Herşeyi kemal-i vüzuh ile fasledip hakikatını gö
felsefe
Madde, hayat, yaratılış, kâinât, ruh, ölüm, ölüm sonrası gibi konularda insan gücünün akla dayanarak ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tamâmı. Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatmak, yaldızlı, heyecan verici laflarla inandırmaya çalışmak. Tecrübeye, hesâba dayanmayan şahsî düşünceler.
fenafirresul
(Fenâ fir-resul) Tas: Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevî şahsiyetinde yok etmek mânasına gelir. Hassaten, sünnî olan tarikat mensubuna göre Hz. Peygamber'in (A.S.M.) rivayet yolu ile nakledilen hadisleri ile beraber hareketlerini benimsemek ve O'na en küçük mes'elede aykırı hareke
fenafişşeyh / fenâfişşeyh
Tarikatlerde müridin şeyhine, onda fâni olacak şekilde bağlanması.
fenn
Hüner. Mârifet.
San'at.
Tecrübe.
İlim.
Nevi, sınıf, çeşit, tabaka.
Türlü.
Fizik, kimya, biyoloji, matematik ilimlerinin umumi adı.
Tatbikat ve isbat ile meydana gelen ilim.
Birisini muamelede aldatmak.
Fend.
Borç
ferid
Kutup gibi mürşidlerin gözetimi dışında doğrudan Kur'ân ve sünnetle gayba eren ve hakikati bulan kimse.
feth-i mübin
Açık ve parlak zafer. Hakkı, bâtılın tahakkümünden kurtaran veya birbirine zıd olan hak ile batılın karışıklığını ayırarak hakkı galip kılan feth ve zafer Bu zafer, harp ile olabileceği gibi harpsiz de olur. (Hakikatın ve ilmin galebesi gibi.)Fetih suresinin birinci âyetinde geçen "Feth-i mübin"in i
feylesof
Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatıp, yaldızlı, heyecanlı sözlerle inandırmaya çalışan kimse. Felsefeci.
fiilen
Gerçekten, işleyerek, hakikatte.
fikr-i hakikat
Hakikat fikri.
filhakika
(Fi-l-hakika) Hakikatte, esasında, hakikaten, doğrusu.
filvaki / filvâki
Hakikatte, gerçekte.
fitne
İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey.
Muhârebe.
Azdırma.
Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu.
Küfr. Fikir ihtilâfı.
Şikak. Kavga.
Delilik.
Mihnet ve beliye.
Mal ve evlâd.
Potada altın v
Ayrılık, karışıklık, kargaşa; insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey. İnsanları sıkıntıya, belâya düşüren, müslümanların zararına sebeb olan iş. Düşmanlığa sebeb olan şey.
gavamız
(Tekili: Gamız) Anlaşılması zor hakikatler. İnce ve derin mes'eleler.
gavr
Bir şeyin dibi. Çukur.
Batmak.
Derinlik, nihayet. Kök, esas, temel.
Tefekkür, teemmül.
Dolanmak.
Hakikat.
gavs
Suya dalmak. Dalgıçlık.
Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakikatine muttali' olup bilmek.
İyi anlamak.
Maslahata gayret ile girmek.
gavsu'l-vasılin / gavsu'l-vâsılîn
Hakikate, marifete ermiş kişilerin başı.
gavsü'l-vasılin / gavsü'l-vâsılîn
Hakikate, marifete ermiş anlamına gelen, Allah'ın sevgili kulu, irşad eden büyük zât.
gavvas-ı hakikat / gavvâs-ı hakikat
Hakikat dalgıcı, gerçekleri derinlemesine araştıran.
gevher
Akıl ve edeb.
(Farsça)
Asıl ve neseb.
(Farsça)
Elmas, cevher, mücevher. İnci.
(Farsça)
Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat.
(Farsça)
Noktalı olan harf.
(Farsça)
geylani / geylanî
Seyyid Abdulkadir-i Geylanî, Gavs-ül A'zam, Gavs, Kutub gibi mecâzi nâm ile bilinen bu zât (Hi: 470-561) yılları arasında yaşamış ve Kadirî Tarikatının müessisidir. Müteaddid müridlerinden bir çoğu sonradan veli olarak meşhurdurlar. Derslerinin te'siriyle birçok Hristiyan ve Museviler Müslüman olmuş
habir / habîr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyin hakîkatini, kâinâtın, varlıkların, görünen ve görünmeyen her şeyi hakkıyla bilen, hiçbir zerrenin hareketi ve hareketsizliği ilminden hâriç olmayan, nefslerin ne ile mutmain (huzurlu) ne ile huzursuz olduğundan, sükûnete kavuştuğunda
hadim-i hak / hâdim-i hak
Hak ve hakikat hizmetçisi.
hak ruhu
Doğru, gerçek, hakikatin ruhu, Hz. Muhammed (a.s.m.).
hak tarikatler / hak tarîkatler
Ehl-i sünnet anlayışını benimseyen, İslam'ın temel esaslarını uygulayan ve mânevî bir silsileye sahip mürşidler tarafından temsil edilen tarîkatler.
hakaik / hakâik / حقائق
(Tekili: Hakayık) (Hakikat) Hakikatler.
Hakikatler, gerçekler.
Hakikatler, gerçekler, esaslar.
Hakikatlar, gerçekler.
Hakikatler.
hakaik-ı akaid-i islamiye / hakâik-ı akâid-i islâmiye
İslâmın temellerini meydana getiren iman hakikatleri, inanç esasları.
hakaik-i alem / hakaik-i âlem
Kâinattaki hakikatler, gerçekler.
hakaik-i aliye / hakaik-i âliye
Yüce, yüksek hakikatler, esaslar.
hakaik-ı aliye-i ilahiye / hakaik-ı âliye-i ilâhiye
İlâhî yüce hakikatler.
hakaik-i aliye-i ilahiye / hakaik-i âliye-i ilâhiye
Allah'a ait yüksek, yüce hakikatler, gerçekler.
hakaik-i aliye-i imaniye / hakaik-i âliye-i imaniye
İmanın yüce hakikatleri, esasları.
hakaik-i aliye-i kur'aniye / hakaik-i âliye-i kur'âniye
Kur'ân'ın yüce hakikatleri, esasları.
hakaik-i azime / hakaik-i azîme
Büyük hakikatler, gerçekler.
hakaik-i cemile / hakaik-i cemîle
Güzel hakikatler, gerçekler.
hakaik-ı dakika
İnce hakikatler.
hakaik-i diniye
Dini esaslar, dini meselelere ait hakikatler, gerçekler.
hakaik-i diniye ve imaniye
Din ve iman hakikatleri.
hakaik-i erkan-ı imaniye / hakaik-i erkân-ı imaniye
İman esaslarının hakikatleri.
hakaik-i esasiye-i kur'aniye ve imaniye / hakaik-i esasiye-i kur'âniye ve imaniye
Kur'ân ve imânın temel hakikatleri.
hakaik-i esma / hakaik-i esmâ
İsimlerin hakikatleri.
hakaik-ı eşya
Varlıkların hakikatı, içyüzü.
hakaik-i eşya
Varlıkların hakikatleri, asıl mahiyetleri ve hüviyetleri.
hakaik-i gàmıza
Derin hakikatler.
hakaik-i hafiye
Gizli hakikatler.
hakaik-i hakikiye / hakâik-i hakikiye
Göreceli olmayan, asıl mahiyeti ve zatı itibariyle hakikat, gerçek olan şeyler.
hakaik-i hayat
Hayatın içindeki gizli hakikatler, gerçekler.
hakaik-i i'caz / hakaik-i i'câz
Mu'cizeliğin hakikatleri, esasları.
hakaik-i iman
İman hakikatleri, esasları.
hakaik-ı imaniye
İman hakikatleri, esasları.
hakàik-ı imaniye / hakàik-ı îmâniye
İman hakikatleri.
hakaik-i imaniye / hakaik-i imâniye
İman hakikatleri, esasları.
hakaik-i imaniye ve islamiye / hakaik-i imaniye ve islâmiye
İman ve İslâm hakikatleri, gerçekleri.
hakaik-i imaniye ve kur'aniye / hakaik-i imaniye ve kur'âniye
Kur'ân ve iman hakikatleri, esasları.
hakaik-i imaniye-i kur'aniye / hakaik-i imaniye-i kur'âniye
İman ve Kur'ân hakikatleri, esasları.
hakaik-i imaniyenin tercümanı
İman hakikatlerinin tercümanı.
hakaik-i islamiye / hakaik-i islâmiye
İslâmî hakikatler, esaslar.
hakaik-i islamiyet / hakaik-i islâmiyet
İslâmın hakikatleri.
hakaik-i kainat / hakaik-i kâinat
Kâinatta gizli olan hakikatler, gerçekler.
hakaik-i kevniye
Kâinatla, yaratılışla ilgili hakikatler.
hakaik-ı kudsiye
Mukaddes, yüce hakikatler.
hakaik-i kudsiye
Mukaddes hakikatler, gerçekler.
hakaik-i kudsiye-i ilahiye / hakaik-i kudsiye-i ilâhiye
Allah'a ait olan kutsal hakikatler, gerçekler.
hakaik-ı kudsiye-i imaniye / hakaik-ı kudsiye-i imâniye
Kutsal iman hakikatleri, esasları.
hakaik-i kudsiye-i imaniye
İmanın kutsal hakikatleri, esasları.
hakaik-i kudsiye-i imaniye ve kur'aniye / hakaik-i kudsiye-i imaniye ve kur'âniye
Kur'ân'ın ve imanın mukaddes ve kutsal hakikatleri.
hakaik-i kur'an / hakaik-i kur'ân
Kur'ân'ın hakikatleri, esasları.
hakaik-ı kur'aniye / hakaik-ı kur'âniye
Kur'ân'ın hakikatleri.
hakaik-i kur'aniye / hakaik-i kur'âniye
Kur'ân'ın hakikatleri, esasları.
hakaik-ı kur'aniye ve imaniye / hakaik-ı kur'âniye ve imâniye
Kur'ân ve imân hakikatleri.
hakaik-i kur'aniye ve imaniye / hakaik-i kur'âniye ve imâniye
Kur'ân ve iman hakikatleri, gerçekleri.
hakaik-i kur'aniye ve islamiye / hakaik-i kur'âniye ve islâmiye
İslâm ve Kur'ân hakikatleri, esasları.
hakaik-i latife / hakaik-i lâtife
Tatlı, şirin hakikatlar, ince mânâlı gerçekler.
hakaik-i maani / hakaik-i maânî
Mânâlara ait hakikatler.
hakaik-i maneviye / hakaik-i mâneviye
Mânevî hakikatler, gerçekler.
hakaik-i meşrutiyet
Meşrutiyetin hakikat ve esasları.
hakaik-i müberhene ve ilmiye
İlmî ve delillerle ispatlanan hakikatler, gerçekler.
hakaik-ı mücerrede / hakâik-ı mücerrede
Soyut hakikatler, gerçekler.
hakaik-i muhkeme
Sağlam hakikatler, esaslar.
hakaik-i namütenahi / hakaik-i nâmütenâhî
Sonsuz hakikatler, gerçekler.
hakaik-i namütenahiye / hakaik-i nâmütenâhiye
Sonu gelmeyen hakikatler, gerçekler.
hakaik-ı nisbiye
Nisbete, ölçüye göre olan hakikatlar.
hakaik-i nisbiye / hakâik-i nisbiye
Göreceli olan hakikatler, bir diğerine göre hakikat olan şeyler.
hakaik-i sabite / hakaik-i sâbite
Sabit, değişmez hakikatler, gerçekler.
Değişmez hakikatler.
hakaik-i seb'a
Yedi hakikat.
hakaik-i semavat / hakaik-i semâvât
Gökler gibi yüksek hakikatler.
hakaik-ı şeriat / hakâik-ı şeriat
Allah'ın koyduğu kanunlarda bulunan hakikatler.
hakaik-i şeriat
Şeriatin hakikatleri, esas ve gerçekleri.
hakaik-i tarihiye / hakâik-i tarihiye
Tarihî hakikatler, gerçekler.
hakaik-i uhreviye
Uhrevî, âhirete ait hakikatler, gerçekler.
hakaik-i uzma
Büyük hakikatler, gerçekler.
hakaikaşina / hakâikâşinâ
Hakikatlere alışık.
hakaiknüma / hakâiknümâ
Hakikatları gösteren.
hakàiku'l-eşyai sabitetün / hakàiku'l-eşyâi sâbitetün
Eşyanın ve varlıkların hakikatı, aslı sabittir.
hakaiku'l-eşyai sabitetün / hakâiku'l-eşyâi sâbitetün
Varlıkların hakikatleri sabittir, hiç değişmez.
hakayık
Hakikatler, gerçekler.
hakayık-ı seb'a
Yedi hakikat. Fatiha suresinin yedi âyeti. İmanın altı şartı ve İslâmiyet ile yedi olan mühim hakikatlar. Kur'an-ı Kerim'in yedi vechile hârika olması gibi hakikatlar.
hakayık-ül vekayi'
Hâdiselerin hakikatları.
hakikat-bin / hakikat-bîn
Hakikatı gören.
Hakikatı gören, hakikatı anlayan. Hakikatşinas. Hakikata inanan.
(Farsça)
hakikat-i akrebiyet-i ilahiye / hakikat-i akrebiyet-i ilâhiye
Cenâb-ı Hakkın insana yakın oluşunun hakikati.
hakikat-i arşiye
Arşa ait olan hakikat (Allah'tan gelen doğru gerçek).
hakikat-ı azam / hakikat-ı âzam
En büyük hakikat.
hakikat-i azam / hakikat-i âzam
En büyük hakikat.
hakikat-i azime-i hakimane-i amirane / hakikat-i azîme-i hâkimâne-i âmirâne
Büyük bir âmire ve hâkime yakışan büyük hakikat.
hakikat-i bahire / hakikat-i bâhire
Ap açık hakikat, gerçek.
hakikat-i bakiye / hakikat-i bâkiye
Devamlı, kalıcı hakikat.
hakikat-i camia / hakikat-i câmia / hakîkat-i câmia
Çok mânâları içinde toplayan hakikat.
Toplayıcı hakîkat. Tasavvufta kalb.
hakikat-ı cazibe / hakikat-ı câzibe
Cezp edici, çekici hakikat.
hakikat-ı cazibedar / hakikat-ı câzibedar
Çekici hakikat, gerçek.
hakikat-i cazibedar / hakikat-i câzibedar
Asıl ve esasıyla çekici olan hakikat.
hakikat-i daime
Devamlı hakikat.
hakikat-i din
Dinin hakikati, esası.
hakikat-ı ekber-i haşriye
Büyük, haşir hakikati.
hakikat-i fıtriye
Doğuştan var olan hakikat, doğal gerçek.
hakikat-i hadisiye / hakikat-i hadîsiye
Hadîsin hakikati, mânâsı.
hakikat-ı hal
Hakikat-ı halde:
aslında, gerçekte, işin aslında.
hakikat-i hariciye / hakîkat-i hâriciye / حَق۪يقَتِ خَارِجِيَه
Mevcûd bir hakîkat.
hakikat-i hayat
Hayatın hakikati, gerçeği.
hakikat-ı imaniye
İman hakikatı, gerçeği.
hakikat-i imaniye
İman hakikatı, gerçeği.
hakikat-ı insaniye
İnsanın hakikati, mahiyeti.
hakikat-ı islamiye / hakikat-ı islâmiye
İslâm hakikatleri, gerçekleri.
hakikat-i islamiye / hakikat-i islâmiye
İslâmiyet'in hakikati, aslı, esası.
hakikat-i kemalat / hakikat-i kemâlât
Mükemmelliklerin hakikati, esası.
hakikat-i kıble-i iman
İman hakikatlerinin toplandığı yer.
hakikat-ı kübra / hakikat-ı kübrâ
Büyük hakikat.
hakikat-i kudsiye
Kutsal hakikatler.
hakikat-i küfriye
Küfrün hakikati, inkâr ve inançsızlığın gerçeği.
hakikat-i külli / hakikat-i küllî
Kapsamlı ve büyük bir hakikat.
hakikat-i külliye
Herşeyle ilgisi olan, çok büyük ve geniş hakikat.
hakikat-i külliye-i daime
Devam eden büyük ve geniş hakikat.
hakikat-i kur'an / hakikat-i kur'ân
Kur'ân'ın hakikati, gerçeği.
hakikat-ı kur'aniye / hakikat-ı kur'âniye
Kur'an'da bulunan hakikat.
hakikat-i kur'aniye / hakikat-i kur'âniye
Kur'ân hakikati, öz mânâsı.
hakikat-i mahbube
Sevilen hakikat, gerçek.
hakikat-i mahz
Bütün yönleriyle hakikat ve gerçek olan.
hakikat-i mahza / hakikat-i mahzâ
Bir şeyin özü, esası, tam hakikati.
hakikat-i mevcudat
Varlıkların hakikati, gerçek mahiyeti, içyüzü.
hakikat-i muazzama
Çok büyük hakikat, gerçek.
hakikat-i muazzama-i mevtiye
Ölümün ardındaki çok büyük hakikat.
hakikat-ı muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) hakikati.
hakikat-i muhammediye
Hz. Muhammed'in hakikati, mânevî şahsiyeti.
hakikat-i mutlaka
Bir sınırı olmayan sınırsız hakikat, gerçek.
hakikat-i nefsü'l-emriye
Hakikatin (gerçeğin) bizzat kendisi; gerçekte var olan iş.
hakikat-i nev'iye
Türün temel özelliği, hakikati.
hakikat-i rahimane-i müdebbirane / hakikat-i rahîmâne-i müdebbirâne
Merhamet ve tedbirle iş gören bir zâta yakışan hakikat.
hakikat-i rakibane / hakikat-i rakîbâne
Herşeyi gözetleyen bir zâta yakışan hakikat.
hakikat-ı sabite / hakikat-ı sâbite
Sâbit, değişmez hakikat.
(Farsça)
hakikat-i sabite / hakîkat-i sâbite / حَقِيقَتِ ثَابِتَه
Sabit, değişmez hakikat.
hakikat-i şahika / hakikat-i şâhika
Çok yüce ve yüksek hakikat.
hakikat-i salat / hakikat-i salât
Namazın hakikati, anlam ve niteliği.
hakikat-i şeriat
Şeriatın hakikat ve esası.
hakikat-i tarikat
Tarikatin özü, tarikatle ulaşılan hakikat ve eşyanın gerçeği.
hakikat-ı tevhid
Herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu bilme ve inanma hakikati, gerçeği.
hakikat-i umumiye-i uzma / hakikat-i umumiye-i uzmâ
Büyük ve umumî hakikat.
hakikat-i uzma / hakikat-i uzmâ
En büyük hakikat.
hakikat-ı uzma-yı kainat / hakikat-ı uzmâ-yı kâinat
Kâinattaki en büyük hakikat.
hakikat-i zişuur / hakikat-i zîşuur
Bilinç sahibi hakikat.
hakikat-perest
Hakkı ve hakikatı seven, hakikata inanan. Dürüst, hakikat âşığı.
(Farsça)
hakikat-şinas
Hakikatı doğru tanıyan, bilen. Hakikata imân eden.
(Farsça)
hakikat-şinasane / hakikat-şinasâne
Gerçeği, hakikatı tanıyana yakışacak surette.
(Farsça)
hakikatbin / hakikatbîn / hakîkatbîn
Hakikati gören.
Hakikatı gören.
hakikatdar / hakîkatdâr
Hakikatlı.
hakikaten
Doğrusu, gerçekten, hakikat olarak.
hakikatfeşan / hakîkatfeşân
Hakikat saçan.
hakikatmedar / hakîkatmedâr
Hakikatın kaynağı.
hakikatperest / hakîkatperest
Hakikate taraftar olan, gerçeğin ve doğrunun tarafını tutan.
Hakikata pek düşkün.
hakikatperestane / hakikatperestâne / hakîkatperestâne
Hakkı ve hakikatı severek.
Hakikata düşküncesine.
hakikatperestlik
Hakikate taraftarlık, gerçeğin ve doğrunun tarafını tutmak.
hakikatperver
Hakikat aşığı.
hakikatşiken / hakîkatşiken
Hakikatı kıran.
hakikatü'l-hakaik
Gerçeklerin gerçeği, en büyük hakikat.
hakiki / hakikî
Gerçek. Hakikate mensub. Sâhici, doğru.
hakim / hakîm
Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına vâkıf olan. Hikmet mütehasssı. İlm-i hikmette mütebahhir ve mütehassıs olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan.
Tabib, doktor.
hakk
(Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti.
Dâva ve iddia.
Hakikate uygunluk.
Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse.
Münasib
Din. İslâmi
hakk-ul yakin / hakk-ul yakîn
(Hakk-al yakîn) Mârifet mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi.
hakka / حَقَّا
(Hakkan) Doğru olarak. Gerçek. Hakikat olarak. Lâzım ve sâbit kılmak.
Doğrusu, hakikaten.
hakkan
Hakikaten, doğrusu.
halbuki
(Hâl bu ki) Hakikat ve doğrusu şudur ki, öyle iken.
halet-i şuhud / hâlet-i şuhud
İlâhî hakikatleri seyir hali.
halka-i hakikat
Hakikat halkası; gerçeğin dünyasında kurulan halka.
hallüsinasyon
Lât. Tıb: Hakikatte olmayan bir şeyi varmış gibi görme ve işitme.
halveti / halvetî
Gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu.
Halvete müteallik, halvetle alakalı.
İbadet ve zikirlerini tenhada yapan bir tarikat adı.
Halvetiye Tarikatından olan kimse.
harika-i hakikat / hârika-i hakikat
Hakikat hârikası, varlıkların ardındaki gerçeğe ulaşmada hârika olan.
haşimi / haşimî
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) kabilesinden, O'nun sülâlesinden gelen.
Bir tarikat şubesinde olan.
hasm-ı ca'li / hasm-ı ca'lî
Huk: Hakikatta hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim önünde husumeti kabul eden kimse.
hatıra-i hakikat
Hakikate ulaşma yönünde yaşanmış bir hatıra.
hatme-i hacegan / hatme-i hâcegân
Nakşi tarikatı mensublarının fikri ve nazarı mâsivadan tecerrüd ederek, topluca muayyen dua ve zikirlerini sonuna kadar okumaları.
(Farsça)
Nakşî tarikatına mensup olanların dua ve zikirlerini birlikte okuyup bitirmeleri.
hatme-i nakşiye
Nakşî tarikatında belli kurallar çerçevesinde topluca icra edilen bir zikir ve dua biçimi.
hayal
(Çoğulu: Hayâlât) Zihnen tasarlanan şey. Hakikatı bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli görünen şey.
Asıl olmayan ve akıldan geçen fikir.
hayal-perestlik
Kelâmda hakikatı rencide edecek şekilde lüzumsuz hayallere yer vermek.
Sözde, hakikati rencide edecek şekilde lüzumsuz hayallere yer vermek.
hazine-i hakaik / hazine-i hakâik
Hakikatler, gerçekler hazinesi.
hazine-i hakikat
Hakikat hazinesi.
hidayet güneşi
Bütün hak ve hakikatleri güneş gibi ortaya çıkaran, insanlara iman yolunu gösteren Kur'ân.
hidayet serdarı / hidâyet serdarı
İman ve Kur'ân hakikatlerini açıklayarak doğru ve hak yolu gösteren komutan.
hikmet
İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor)
Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye.
Ahlâka ve hakikata faydalı
hilaf-ı hakikat
Hakikata muhalif. Gerçeğe ve hakikata zıt.
hilafetname
Tarikata intisab ile usulü dairesinde belirli mevkilere çıkarak irşad mertebesine yükselenlerden isteklilerin irşad ve terbiyesine ruhsat ve izni mutazammın şeyhi tarafından verilen mühürlü vesika.
hıll
Helâl.
Kâbe ile mikat arası.
hill
Helâl. Yapılması günah olmayan.
Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
Hac veya umre için ihrâma girilen mîkât denilen yerler ile Harem yâni Mekke şehri sınırı arasına verilen ad. Harem adı verilen yerde ihramlı iken yapılması haram (yasak) edilen şeyler, burada helâl olduğu için Hill adı verilmiştir. Hill'in Mekke-i mü kerremeye en yakın yeri batı taraftaki Ten'im den
hisban
Zan.
İtikat.
hitamuhu miskün
Onun mühürü (sonu) misktir, meâlinde Mutaffifîn Suresi'nin 26. âyetinden bir kısımdır. Onda Cennet nimetlerinden bahsedildiği gibi, bu kelâm tatbikatta sözün, sohbetin sonunu hoş ve güzel sözle bitirmeğe denilir.
hizbü'l-kur'an / hizbü'l-kur'ân
Kur'ân'daki iman hakikatlerini insanlara ulaştırma hizmetini yürütenler.
hizbü'l-kur'ani / hizbü'l-kur'ânî
Kur'ân'a hizmet eden, onun hakikatlerini yaşayıp yaşatmaya çalışan grup.
hizmet-i imaniye
İmana ait hizmet. İman ve Kur'an hakikatlarının mukni ve ilmi delillerle anlaşılmasına hizmet etmek; neşrinde, tebliğinde çalışmak.
hizmet-i kudsiye-i imaniye
Mukaddes olan iman hakikatlerini muhtaç insanlara ulaştırma hizmeti.
hizmet-i kur'an / hizmet-i kur'ân
Kur'ân hakikatlerini yayma görevi.
hizmet-i kur'aniye ve islamiye / hizmet-i kur'âniye ve islâmiye
İslâmın ve Kur'ân'ın hakikatlerini insanlara ulaştırma hizmeti.
hizmet-i neşriye
Kur'ân-ı Kerimin hakikatlerini yayma hizmeti.
hortlak
Bazıların hakikatsız ve batıl inanışına göre mezarda dirilip geceleri çıkarak dolaştığı tevehhüm edilen ölü. Cadı, vampir.
hudabin
Hakkı ve hakikatı gören. Cenâb-ı Hakk'ı tanıyan.
hudus ve imkan / hudus ve imkân
Usul-üd din ve İlm-i kelâmın dâhi ulemâsının ve Hükemâ-i İslâmiyyenin gördükleri ve hadsiz bürhanlar ile isbat ettikleri hudus ve imkân hakikatları.
hukuk
Haklar.
Hakikatler.
Kanunların verdiği hak.
hüseyin-i cisri / hüseyin-i cisrî
(Hi: 1261- 1327) Suriye ulemasındandır. Baba ve annesi Ehl-i Beyt'tendir. Câmi-ül Ezher'de tahsil görmüş ve zamanının dinî, edebî ve felsefî ilimleriyle iştigal etmiştir. En meşhur eseri "Risale-i Hamidiye"sidir. Türkçeye ve Orducaya tercüme edilmiştir. 1307 senesinde Tercüman-ı Hakikat gazetesi, ki
i'la-yı kelimetullah
Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak.
i'rab / i'râb
Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak.
Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.
Düzgün konuşma ve hakikatı belirtme.
Arapça kelimelerin sonundaki harf veya harekenin değişmesi.
ibtisar
(Basar. dan) Kalb gözüyle görme. Basiret.
Görüp hakikatına varma.
icraat
(Tekili: İcrâ) Meydana getirilen işler. Yapılan işler.
Ameliyat. Tatbikat.
iddianame
Müddei umuminin (savcının), iddialarını topladığı ve soruşturma sonunda mahkemede okuduğu yazı. (Ceza işlerinde hazırlık tahkikatının neticesi, davasının açılması için kâfi olduğu anlaşılırsa savcı bu dâvayı, ya ilk tahkikatın açılması hakkında sorgu hakimine bir talepname veya doğrudan doğruya mahk
ıdlal
(İdlâl) Hak dinden, imân ve islâmiyetten saptırmak. Doğrudan, Hak ve hakikat caddesinden ayırmak. Azdırmak.
idrak / idrâk
Bir şeyin aslını, mâhiyetini, hakîkatini bilmek, anlamak.
ifade
Konuşma, hakikatleri dile getirme.
ifade-i hakaik
Hakikatlerin ifade edilmesi.
iftihas
Gerçeği ve hakikatını dikkatle araştırma. İçyüzünü iyice tetkik etme.
İmtihan etme, deneme.
ihevat
(Tekili: İhve) Samimi ve sâdık arkadaşlar. Candan dostlar.
Tarikat arkadaşları.
ihram / ihrâm
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı
ihvan
( kelimesinin cem'i) Kardeşler. Eş, dost.
Sâdık arkadaşlar.
Aynı mezheb veya tarikata mensub olanlar.
Kardeşler, arkadaşlar, aynı tarikata mensup olanlar.
ihvan-ı tarikat
Bir tarikata mensup kardeşler.
ıhve-i müteferrikin / ıhve-i müteferrikîn
Ana baba bir veya yalnız ana bir yahut da yalnız baba bir erkek kardeşler. (Müennesi: "Ahavat-ı müteferrikat'tır)
ilanname-i ilahi / ilânnâme-i ilâhî
İlâhî hakikatleri aktaran duyuru yazısı.
ilbas-ı hırka
Bir tarikata intisab ile mutad olan menzilleri geçerek irşad mertebesine yükselenlere, şeyhlerinden gördükleri yolda başkalarını irşad ile izin verme salâhiyetini ihtiva eden "İcazetname: hilâfetname" verme.
ilim ve hak erbabı
Hak, hakikat ve ilim sahipleri.
ilm
(İlim) Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak'la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek. (İlim, hakikatı bilmekten ibarettir. İlim, marifetten daha umumidir. Marifet, tefekkürle bilmek mânasına olmakla beraber, Cenab-ı Hakk'a nisbeti câiz olmaz. Gerek huzurî olsun (ilm-i İlâhî
ilm ü hakikat
İlim ve hakikat.
ilm-i beyan / ilm-i beyân
Belâğat ilminin, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinâye kısımlarından bahseden kısmı.
Belâgat ilminin, yâni edebiyatın, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinaye kısımlarından bahseden ilim dalıdır.
Belâgât ilminin hakîkat, mecaz, kinâye, teşbîh (benzetme) ve istiâre gibi konularından bahseden ilim.
ilm-i hakaik-i kur'aniye / ilm-i hakaik-i kur'âniye
Kur'ân hakikatlerinin ilmi.
ilm-i hakikat
Hakikat ilmi.
ilm-i kelam / ilm-i kelâm
İman hakikatlerini ispat eden ve açıklayan bilim dalı.
ilm-i nahiv ve beyan
Dilbilgisi ve belâğatın hakikat, mecaz, kinâye, teşbih ve istiâre gibi konularını öğreten ilim dalı.
ilm-i tahkik
Gerçekleri ve hakikatleri araştırma ilmi.
ilm-i tarikat
Tarikat, tasavvuf ilmi.
ilm-i tasavvuf ve tarikat
İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yolun ilmi; tarikat ve tasavvuf ilmi.
ilmiye
Fıkıh ve şeriat ilimleri, iman ve Kur'an hakikatları ve tahkiki iman dersleri ile iştigal eden zatların mensub oldukları yol. Alimlerin mesleği.
iman
İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek.
iman hizmeti
İman hakikatlerini yayma hizmeti.
imha-yı hakikat / imhâ-yı hakikat
Hakikatin ortadan kaldırılması.
imsak
Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
Oruca başlama zamanı.
Hapsetmek.
Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.
imtihan
Deneme, Tecrübe etmek.
Bir şeyin hakikatına ıttılâ peyda etmek için çok dikkatle düşünmek.
Salâhiyet veya salâhiyetsizliğini anlamak için yapılan teftiş ve tecrübe.
inadiye
Eşyanın hakikatlarını, varlığını inkâr eden bir zümre.
inadiyye
Eşyanın hakikatini inkâr etme felsefesine bağlılık.
inayetname
Allah'ın yardım ve inayetine mazhar olmaya, Kur'ân ve iman hakikatlerini anlamaya vesile olacak mektup, yazı.
inkılab-ı hakaik / inkılâb-ı hakaik
Hakikatlerin tam zıddına dönmesi (ki, böyle bir şey mümkün değildir.)
inkişaf-ı hakaik-i imaniye
İman hakikatlerinin inkişafı, gelişmesi.
inkişafat-ı imaniye
İman hakikatlerinin açılması, açığa çıkması.
insaf
Merhamet ve adâlet dâiresinde hareket. Hakikatı kabul ve itiraf.
intak-ı bi-l hak
Hakk'ın söyletmesi. Cenab-ı Hakk'ın konuşturması. İnayet-i Hak ile hakikatı olduğu gibi dile getirmek.
intibah
Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek.
Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.
irfan
Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal.
İkrar.
Mücazat.
Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma'rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise;
irfan mektebi
İrfan okulu; Cenâb-ı Hakkı tanıtan, bildiren, hak ve hakikate ulaştıracak bilgiyi ders veren okul.
irşadat
(Tekili: İrşad) İrşadlar. Hak ve hakikatı ve doğru yolu bildirmeler. İkazlar.
isbat / isbât
Delil göstererek hakikatı ortaya koyma.
iskandil
ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet.
Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme.
istifta
Fetva istemek. Şeriata ait bir mes'ele hakkında salâhiyetli zatlardan hakikati öğrenmek.
istihda'
(Hüdâ. dan) İrşad ve hidâyet istemek. Hak, hakikat, imân ve İslâmiyet yolunu istemek.
istikamet yolu
Hak ve hakikate ulaştıran yol; İslâm dini.
istiknah
(Künh. den) Bir şeyin hakikatını ve künhünü araştırma.
itkan
Pürüzsüz yapmak veya yapılmak. Sağlamlaştırmak. Hakikata yakından vakıf olmak, delileriyle bilmek, inanmak. Bilerek emin olmak. Muhkem kılmak, muhkem yapmak. Sâbit kılmak.
ivec
Eğrilik, çarpıklık, yanlışlık.
Hakkı ve hakikatı eğri büğrü heveslerle tahrif etmek, gayr-i müstakim şekle getirmek.
kabul-i adem
Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul etmektir.
kadiri / kadirî
Abdülkadir-i Geylanî Hazretlerinin yolunda olan, onun tarikatına mensub. olan.
Abdülkadir Geylanî tarikatından olan.
kàdiri / kàdirî
Şeyh Abdulkadir-i Geylânî'nin kurduğu tarîkata mensup olan.
kaf suresi
Kur'an-ı Kerim'in 50. suresidir. Bâsikat ismi de verilir. Mekkîdir.
kain ve bain / kâin ve bâin
Tasavvuf ilmi terimlerinden. Halk (insanlar) ile berâber görünen, fakat hakîkatte onlardan uzak ve kalben Allahü teâlâ ile berâber olan.
kalender
Dünyayı terkederek elini çekip Allah yolunda giden kimse.
(Farsça)
Dünyâdan elini çekip herşeyi hoş gören kimse.
(Farsça)
Dünya alâkalarından uzak, alâyişe aldanmaz hakikat adamı. Filozof.
(Farsça)
kamilü't-tarikati'l-aliyye ve'l-müceddidiyye halid-i zülcenaheyn / kâmilü't-tarikati'l-âliyye ve'l-müceddidiyye hâlid-i zülcenâheyn
Müceddid ve yüksek tarikat sahibi olan Halid-i Zülcenaheyn.
kanun-u hakikat
Hakikat kanunu.
karen
(Çoğulu: Akrân) Ok mahfazası.
Kılıç.
Ok.
İki deveyi biribirine çattıkları ip. Başka deveye çatılmış deve.
Çatık kaşlı olmak.
"Yakınlık" mânâsına mastar.
Necid ahâlisinin mikâtı olan mevzi.
karine / karîne
Bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ip ucu. Anlaşılması zor olan hususun hak ve hakikatına dâir cüz'i delil olan şey. İşaret.
Emâre, alâmet. Bir şeyin hakîkatine delil olan şey.
kaziye-i zaruriyye
Man: Tasdikat-ı akliyyeden olmakla zıddı mümkün olamıyacak surette kat'i olan bir nevi kaziyyedir.
keşf
Açığa çıkarma; mânevî âlemlere ait bazı hakikatleri kalb gözüyle görme.
keşf ü keramat / keşf ü kerâmât
Allah'ın bir ikramı olarak mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme ve olağanüstü hâllere mazhar olma.
keşf-i evliya
Velilerin mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görmesi.
keşf-i kat'i / keşf-i kat'î
Kesin keşif, mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme ve ortaya çıkarma.
keşf-i sadık / keşf-i sâdık
Allah'ın velî kullarının mânevî âlemlere ait bazı sır ve hakikatleri Allah'ın ilham etmesiyle görmeleri.
keşf-i sahih / keşf-i sahîh / كَشْفِ صَحِيحْ
Doğru olarak perdeli hakîkati görme.
keşfen / كَشْفاً
Perdeli hakîkati görerek.
keşfi / keşfî / كَشْف۪ي
Gaybî hususları, bilinmeyen hakikatleri keşfetmekle bilmek.
Perdeli hakîkati görmeye dayalı.
keşfiyat / keşfiyât
Keşifler, bazı hakikatleri ortaya çıkarma, keşfetme hâlleri.
keşfiyat-ı kat'iye
Kesinliğinde şüphe olmayan keşifler; mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme.
keşfiyat-ı kudsiye-i kur'aniye / keşfiyat-ı kudsiye-i kur'âniye
Kur'ân'ın kudsî hakikatlerinin keşfedilmesi.
keşfiyat-ı sadıka
Doğru keşifler; manevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme.
keşif / كَشِفْ
Perdeli hakîkati görme.
kıdde
Tarikat.
Bölük.
kıl-ı zulmettar
Büyük bir hakikatin önünü kapatan bir kıl.
kirpik-i akıl
Mc: Akıl gözünün kirpiği. Aklın, hakikatleri anlamasına engel olan şey.
kitab-ı davet / kitab-ı dâvet
Hak ve hakikate çağrı kitabı.
kitab-ı hakikat
Hakikat kitabı.
kıyas-ı maalfarık / kıyas-ı maalfârık
Birbirine benzemiyen şeyler arasında yapılan kıyas. Yani, doğru olmayan ve hakikata uymayan mukayese.
kuddise sırruhu
"Sırrı ve hakikatı muazzez ve müşerref olsun" meâlinde bir hürmet ifadesidir.
'Sırrı ve hakikati muazzez ve müşerref olsun' meâlinde bir hürmet ifadesi.
kudsi hakaik / kudsî hakaik
Kutsal hakikatler, esaslar.
küfr-i inadi / küfr-i inadî
İnadî dinsizlik, inadî küfür. Hakikat isbat edildiği halde yine imana gelmemek. Bilip de kabul etmez olmak.
küfr-i inkari / küfr-i inkârî
Aslâ Cenab-ı Hakk'ı tanımayıp, İslâmiyet hakikatlarını ikrar ve tasdik etmemektir.
küfr-i meşkuk
Küfürde ve itikatsızlıkta şüpheli olma.
küfr-i mutlak
Hiç bir imâni hükmü olmamak, dine âit hiç bir hakikatı, Allah'ın varlığına âit hiç bir delili kabul etmemek. İhsan ve inayet-i İlâhiyyeye karşı şükür etmiyerek fiilen ve kavlen inkâr etmek. ("Neuzü billâh" dine söğmek gibi) Küfr-ü icabettiren bazı çirkin sözlere de "küfür" denilmiştir.
kur'an-ı mübin / kur'ân-ı mübîn
Hak ve hakikati açıklayan Kur'ân.
kuss ibn-i saide
İslâmiyetten önce Arabistan'da yaşamış İyâd Kabilesinin ileri gelenlerinden, mühim hakikatlı bir şâirdir. Cârud gibi hakperesttir. Henüz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm genç iken Suk-ı Ukaz panayırındaki hitabeti ile meşhurdur. Hitabesinde bir Hak Peygamber geleceğini ve onun en güzel bir d
küşuf / küşûf
Keşifler, mânevî âlemlere ait bazı hakikatleri görme işlemleri.
kutb-ul aktab
Kutubların başı. Hilafet-i mâneviye-i Muhammediye (A.S.M.). Velâyet-i mâneviye makamlarının en yükseği, nübüvvet-i Muhammediyeye (A.S.M.) veraset makamı olup, bu makama ancak Cenâb-ı Hakkın bir atiyyesi olarak nâil olunur. Bu makamda bulunan zât, Hakikat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) mazharı ve Esmâ-i İ
kütüb-ü imaniye ve islamiye / kütüb-ü imaniye ve islâmiye
İman hakikatlerini ve İslâmın temel özelliklerini anlatan kitaplar.
kütüb-ü kelamiye / kütüb-ü kelâmiye
İman hakikatlerini ispat eden ve açıklayan ilim dalına ait kitaplar.
kütüb-ü muhakkikin / kütüb-ü muhakkikîn
Gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimlerin kitapları, eserleri.
kuvvet-i hakikiye
Gerçek güç; hakikate, gerçeğe ait güç.
lafz-ı kafir / lafz-ı kâfir / لَفْظِ كَافِرْ
Hakkı hakîkati örten söz, kelime.
lan / lân
Hakikatsızlık, vefasızlık.
(Farsça)
latife-i rabbaniye / lâtife-i rabbâniye
İnsanın kalbine bağlı ve bütün duygularının sultanı olan ince bir duygudur ki, İlâhî hakikatlar onunla hissedilip zevkedilir.
İlâhî hakikatleri hisseden ve mânevî zevkleri alan his, duygu.
levha-i hakikat
Hakikat levhası.
lisanü'l-hak
Hak ve hakikati söyleyen dil.
lükata
Fık: Sâhibi belli olmayan sokakta bulunan şey. Bu malı yerden kaldırmağa İltikat, yerden kaldırana da Mültekit denir.
ma fiz-zamir / mâ fiz-zamir
Bir şeyin içinde gizli olan hakikatler.
ma'rifetullah
Masnuat-ı İlâhiyeyi ve Kur'âni hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya lütf-i İlâhi ile kalbi inkişâf ve basirete sâhib olmak. Esmâ-i İlâhiyyeyi tanımak. İlâhi hakikatlara vukufiyet. Her işte Allah rızâsına en uygun hareket tarzını bilip amel etmek.
maden-i ilm-i hakikat / mâden-i ilm-i hakikat
Hakikat ilminin kaynağı.
mahiyat
Mahiyetler. Esaslar. Hakikatlar. İç yüzleri.
mahiyet
Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı.
mahiyet-i hayatiye
Hayatın yapısı, esası, hakikatı.
mahsusattaki vehmiyat bedihiyattandır / mahsûsattaki vehmiyat bedihiyattandır
Dış duyular vasıtasıyla elde edilen bilgiye vehim karışamaz. Zira hakikati sabittir. Dış duyularla gödüğümüz şeyler dış dünyada vardır. Vehimde olduğu gibi kuruntu ile olmayan bir şeyin varlığına hükmetmek değildir.
mahz-ı hakikat / مَحْضِ حَقِيقَتْ
Hakikatin, gerçeğin ta kendisi.
Tam bir hakikat.
mahz-ı tahkik
Hakikati araştırmanın ta kendisi, sırf araştırarak.
mahzen-i hakaik
Hakikatler, gerçekler hazinesi.
maişet-i hakikat
Hakikat gıdası.
makrun-u sıhhat
Sıhhat ve hakikata yakın. Doğruluk derecesi fazla.
manevi tefsir / mânevî tefsir
Kur'ân-ı Kerimin işaret ettiği hakikatleri asrın ilmî gelişmeleri ışığında ortaya koyarak, iman hakikatlerini güçlü ve sarsılmaz delillerle açıklayan, yorumlayan eser.
manevra-i ulvi / manevra-i ulvî
Yüksek manevra, büyük tatbikat.
manzume-i hakikat
Hakikat manzumesi; belli bir düzen içinde yerleşmiş hakikatler.
masduka
(Çoğulu: Masdukat) Doğru söz. Hakikat ve gerçek olan kelâm.
mebadi-i zaruriyye
Bir hakikat tam bilinmeden önceki isbat edici zaruri emâreler, başlangıçlar, hazırlıklar.
mecma-ı hakaik
Hakikatlerin toplandığı yer.
Hakikatlerin toplandığı yer. Hakikatlerin merkezi.
mecma-i hakikat
Hakikatlerin, doğruların toplandığı yer.
mecmua-i hakaik / mecmua-i hakâik
Hakikatler kitabı.
medrec
(Çoğulu: Medâric) Basamaklı yol. Merdiven.
Meslek.
Tarikat.
Dar yol. Dağ yolu.
mehasin-i hakikat-ı muhammediye / mehâsin-i hakikat-ı muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) bütün kâinatı kaplayan hakikatinin güzellikleri.
mektub-u samedani / mektub-u samedanî
Hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ın eserleri. Yeryüzü. İnsanlar, ağaçlar, çiçekler, çekirdekler, dağlar, denizler gibi çok hakikatlı mâna ifâde eden Allah'ın mektupları.
melami / melamî / melâmî
Kınanmış ve ayıplanmışlardan olan.
Hükema-i Kelbiyyun.
Melami adındaki tarikata mensub olan.
Kınanmış, melamilik tarikatından olan.
melamilik / melâmîlik
Kendini kınamayı esas alan bir tarikat.
melamiyyun
(Tekili: Melamî) Melamî tarikatından olanlar.
melekut
Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti.
Hükümdarlık. Saltanat.
Ruhlar âlemi.
melekuten / melekûten
Birşeyin görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikati olarak.
melekutiyet / melekûtiyet
Bir şeyin görünmeyen iç yüzü, aslı, hakikati.
menba-ı envar-ı hakaik / menba-ı envâr-ı hakaik
Hakikat nurlarının kaynağı.
menba-ı hakaik
Hakikatlerin kaynağı.
menba-ı hakikat
Hakikat kaynağı.
menba-ı nur-u hakikat
Hakikat nurunun kaynağı.
mencınık
(Çoğulu: Mencınıkât) Mancınık.
menfi / menfî
Müsbetin zıddı. Müsbet olmayan.
Nefyedilmiş, sürgün edilmiş. Sürgün.
Bir şeyin olmayacak cihetini düşünen.
Hakikatın aksini iddia eden.
Gr: Başında nefiy edatı bulunan kelime veya cümle.
Nâkıs. Negatif, olumsuz.
menşur-u hakikat
Hakikatlerin neşredilmesi, ilân edilmesi.
mertebe-i uzma-yı tevhid / mertebe-i uzmâ-yı tevhid
Tevhid hakikatlerine ulaşmada varılacak olan en büyük mertebe.
mesele-i tarikat
Tarikat meselesi.
meslek-i hakikat
Hakikate ulaşmak için takip edilen yöntem.
meslek-i velayet / meslek-i velâyet
Tarikat ve tasavvuf ehlinin takip ettikleri yol, yöntem.
meşşaiyyun
Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi olmayan imânsızlar.
mev'iza
Mev'ize. Öğüt. Nasihat.
Bir cemaate veya kimseye kalbini yumuşatacak ve iyiliğe sevkedecek surette hakikatları ders vermek.
mevakit
(Tekili: Mikat) Hacıların ihrâma girdikleri yerler.
Bir iş için tâyin edilen vakitler.
mevbik
(Çoğulu: Mevbikat) Korkulu yer.
mevhum / mevhûm / مَوْهُومْ
Hakîkatte olmayan, asılsız.
Vehimde olup, hakîkatte olmayan.
mevlana celaleddin-i rumi
Hi: 672 de Belh'de doğdu. Konya'ya geldi ve yerleşti. Mühim eseri Farsça ve manzum yazdığı Mesnevi'sidir. İkişer mısralı kafiyeli şekilde olduğundan bu isim verilmiştir. Mevlevi Tarikatının piri ve serefrâzıdır.
mevlevi / mevlevî
Mevlevîlik tarikatına mensup kimse.
Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin tarikatından olan müslüman.
Mevlânanın tarikatından olan.
mevlevi-misal / mevlevî-misâl
Mevlevîlik tarîkatına mensup olan ve Allah aşkıyla kendi etraflarında dönenler gibi.
mevlevi-vari / mevlevi-vâri / mevlevî-vâri
Mevlevî tarikatı mensuplarının cezbe halinde, Allah aşkıyla kendinden geçerek dönmeleri gibi.
Mevlevîlik tarikatına mensup kimselerin döndüğü gibi.
mevleviler / mevlevîler
Mevlevî tarikatına bağlı olanlar.
mevsuk
Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan.
Sağlam.
Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
mevzu'
Bahis. Üzerinde durulan mes'ele.
Aşağılanmış olan.
Konulmuş. Vaz olunmuş.
Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan.
Geçer olan, muteber, işlemekte olan, câri.
mevzuat
Bahsedilen hususlar. Bir şeyin esasını teşkil eden hususat. Tatbikat halinde olan hükümler ve kaideler.
meyve-i hak
Hakikat, gerçek denilen meyve.
mikatt
(Çoğulu: Mikât) Üzerinde kalem kesecek âlet.
mir'at-ı üstad / mir'ât-ı üstad
Kur'ân hakikatlerini bir ayna gibi yansıtan Üstad.
muattıla
Boş bırakılmış. Atâlete atılmış.
Hâlık'a itikat etmeyen.
mübeddel-i hakikat
Hakikate, gerçeğe dönüşmüş, çevrilmiş.
mubik
(Çoğulu: Mubikat) Helâk edici.
İsyan.
Büyük günah.
müceddid
Yenileyen. Yenileyici. Hadis-i sahihle bildirilen, her yüz yıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Peygamberin (A.S.M.) vârisi olan zât.
Yenileyen, yenileyici; Hadîs-i Sahihle bildirilen, her yüzyılda bir dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Hz. Peygamber'in (a.s.m.) vârisi olan zât.
Yenileyici, hadîste her asırda geleceği müjdelenen ve îman hakikatlarını asrın anlayışına uygun olarak anlatmakla görevlendirilen nurlu âlim.
müceddid-i din
Yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini, asrın ihtiyacına göre ders veren peygamber vârisi olan âlim zât.
müceddit
Yenileyen, yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders veren büyük âlim.
müdavele-i efkar / müdavele-i efkâr
Birbirinin fikirlerinden istifade ile karşılıklı konuşmak ve fikir alış-verişi yapmak. (Müdavele-i efkârdan bârika-i hakikat çıkar. N.Kemal)
muhakkak
(Hakk. dan) Hakikatı ve gerçeği belli olmuş. Tahkik edilmiş. Doğru.
Mutlaka ne olursa olsun.
muhakkik
Hakikatı araştırıp bulan. İç yüzüne inceliyerek vakıf olan.
Hakikat âlimi. Hakikatlara hakkı ile vakıf ve ehl-i tahkik olan büyük İslâm âlimi.
muhakkikane
Gerçeği ve hakikatı araştıran bir kimseye yakışır surette. Muhakkik olan bir insana yakışacak şekilde.
(Farsça)
muhakkıkin / muhakkıkîn
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen âlimler.
Hakikati, gerçeği bulup meydana çıkaranlar, araştırıcılar.
muhakkikin / muhakkikîn
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf erbabı âlimler.
Hakikatı bulup meydana çıkaranlar.
İç yüzünü araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri ve velileri. Hakikat araştıran, hak âlimleri.
muhakkıkin-i asfiya / muhakkıkîn-i asfiyâ
Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ve hakikatleri delilleriyle bilen ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar.
muhakkıkin-i ehl-i tarikat / muhakkıkîn-i ehl-i tarikat
Tarikata mensup olanlardan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
muhakkıkin-i islam / muhakkıkîn-i islâm
İslâm'ın hakikatlerini araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
muhakkikin-i islam / muhakkikîn-i islâm
Gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen İslâm âlimleri.
muhakkıkin-i islamiye / muhakkıkîn-i islâmiye
Hakikatleri araştırıp delilleriyle bilen büyük İslâm âlimleri.
muhakkikin-i nev-i beşer / muhakkikîn-i nev-i beşer
İnsan türünün gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen fertleri.
muhakkıkin-i sofiye / muhakkıkîn-i sofiye
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf ehilleri.
muhakkıkin-i sufiye / muhakkıkîn-i sufiye
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf ehilleri.
muhakkikin-i ulema / muhakkikîn-i ulema
Gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler.
muhbir-i sadık / muhbir-i sâdık
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi. Diğer Peygamberlere de denebilir. Çünkü hepsi sâdık, sağlam, doğru haberleri insanlara ulaştırmışlar, kendilerine bildirilenleri aynen bildirmişler, insanları doğruluğa, felâha, hakka, hakikata, imana dâvet etmişlerdir.
muhtac-ı ilm-i hakikat
Hakikat ilmine muhtaç olan.
mukabele-i bilhuruf
Söz ile konuşmak ve hakikatı müdafaa etmek suretiyle karşı çıkıp mukabele etmek.
mükerrem
Hürmet ve tâzim edilen. İkram olunmuş. Muhterem. Kerim olan. (İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bazan batıl eline gelir, Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız, dalâlet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor. Mek.)
mukınun / mûkınûn
Yakîn sahibi olanlar. Şüphesiz ve tereddüdsüz olarak imanî ve Kur'anî hakikatlara vâkıf olanlar.
mukteza-yı hak ve hakikat
Hak ve hakikatin, doğru ve gerçeğin gereği.
mukteza-yı hakikat ve hikmet
İlâhî gaye ve hakikatın gereği.
mukteza-yı hikmet ve hakikat
Hikmet ve hakikatin gereği.
mülahaza
Mütâlaa. Dikkatle bakmak. İyice düşünüp bir işin hakikatını tetkik etmek. Tefekkür, düşünce.
mülhim-i hakikat
Hakikati ilham eden.
mümkin
Olabilir hakikat.
münafık
İki yüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr.
Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden.
Görünüşte müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olan.
münkir
(Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz.
münkir-i hakikat
Hakkı, hakikatı inkâr eden.
İmansız.
münselik
(Silk. den) Bir yola girip orada giden. Bir tarikata girmiş. Bir meslek tutmuş.
mürid / mürîd / مُر۪يدْ
İrade eden, istiyen.
Tarikata girmiş olan. Şeyhin veya mürşidin şakirdi, talebesi.
İsteyen, tarikata girip şeyhe bağlanan.
Tarîkate giren.
müridane / müridâne
Tarikata girmiş gibi. Aşk ve incizabla istiyerek, mürid gibi dua ederek.
(Farsça)
mürşid
(Rüşd. den) İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran. Peygamber vârisi olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.
mürteci'
(Rücu'. dan) Geri dönen, geri dönmek isteyen. İrticâa giden.
Her cihetle en yüksek saadet ve selâmete sevkeden İslâmiyete muhalefetle İslâmdan önceki câhiliyet ve ahlâksızlığa dönmek isteyenlerin vasfı.
İslâmiyete muhalif olanların; hakikat, İslâmiyet ve iman fedakârlarına, İ
müsbit
İsbat eden, tesbit eden. Hakikat olduğunu, doğruluğunu belli eden.
müstantık
İstintak eden, soran.
Mahkemede ilk ifadeyi alan, ilk soruşturma tahkikatı açan hâkim.
Sorgu hâkimi.
Sual soran. Sorguya çeken.
mutalaa
Bir mes'ele hakkında bilgi edinmek için tetkikatta bulunma, okuma, okuma ile meşguliyet.
mutasavvıf
Tasavvuf ehli olan, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimse.
Tasavvufla uğraşan. İlâhiyyatla uğraşan, tarikat ehli olan.
Tarikat adamı.
mutasavvife
Tarikatta ilerleyen.
mutasavvıfin
Tarikatta ilerleyenler.
mütearefe
Hakikat olduğu apaçık belli olan. İsbata ihtiyacı olmayan.
mütehassıs
Bir işin hakikatını, içyüzünü çok iyi bilen. Bir meslekte mahir olan.
Has ve mahsus olan.
İhtisas sâhibi, uzman. Bir işin hakîkatini, iç yüzünü çok iyi bilen, bir ilim dalında veya meslekte mâhir olan.
müteşabih
Birbirine benzeyenler.
Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifadeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis.
Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifade.
müteşabihat / müteşâbihât
Kur'ân ve hadîste temsil ve benzetmelerle açıklanan, anlaşılması zor, çok yüksek hakikatler.
müteşabihat-ı kur'aniye / müteşabihât-ı kur'aniye
Beşer lisanının, lügatını vaz etmediği, sezip düşünemediği, misalini göremediği hakikatların teşbih ve temsiller ile anlatıldığı âyet-i kerimeler.
müteşabihat-ı kur'aniyye / müteşabihat-ı kur'âniyye
Kur'ân'da temsil ve benzetmelerle açıklanan, anlaşılması zor olan yüksek hakikatler.
müttekın
Mutmain. İyice bilen, doğruluğunu, hakikatini tamamlayan. Ayn-el yakin bilen.
muvazaa
Bir mes'elede bahse girişmek.
Mc: Danışıklı döğüş.
Hakikatte olmayan bir durumu varmış gibi göstermek için yapılan bir anlaşma.
muvbikat
(Bak: Mubikat)
müz'ım
Kendisine itikat olunmayan kimse.
muzmer-i hakaik
Saklı, gizli kalmış, meydana çıkarılmamış hakikatler. Hakikatlerin gizlisi.
nakli / naklî
Nakliye ile, taşıma ile ilgili.
Akla değil de nakle dayanan, yani söylenen hakikat.
nakş-bendi / nakş-bendî
Kalbde zikir yoluyla, tefekkür ile İlâhî sevgiyi, uyanıklığı nakşa çalışan mânâsiyle, Şeyh Bahâüddin Nakş-bendî nâmındaki azîm bir velinin kurduğu ve en ziyade hafî zikre dayanan tarikata mensub olan. (Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Ha
(Farsça)
nakşi / nakşî
Şah-ı Nakşibend tarafından kurulan tarikata mensup olan kimse.
Nakşibendi tarikatına mensub olan.
nakş–bendi / nakş–bendî
Bir tarikat, bu tarikatı kuran zat.
naşize
Kocasının hanesinden, izni olmaksızın çıkıp kendisini kocasından haksız yere men'eden kadın. Bu çıkış hakikaten olabileceği gibi, hükmen de olabilir.
Kabarmış, şişmiş.
nazar-ı gaflet
Hakikatten habersiz şekilde bakış.
nazar-ı gaflet ve dalalet / nazar-ı gaflet ve dalâlet
İman hakikatlerine karşı duyarsız davranan ve hak yoldan sapanların bakışı.
necmeddin-i kübra
(Mi: 540 - 618) İran Mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübreviyye veya Zehebiyye ismi ile anılan tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Eb-ul Cenab Necmeddin Kübra el-Hivakî el-Harzemî.Münazara ve mübaheseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine "Et
nefs
Can.
İnsanın kendisi, kişi, beden.
Hakîkat, cevher, asıl, öz. İnsanda ve cinde şer, kötülük kuvveti. Şerîate yâni dîne uymayan isteklerin kaynağı. Buna nefs-i emmâre de denir.
nefs-i hak
Hak ve hakikatin bizzat kendisi.
nefs-i hakikat / nefs-i hakîkat / نَفْسِ حَق۪يقَتْ
Hakîkatin kendisi.
nefs-i ilim
İlmin hakikati, ilmin kendisi.
nefs-i mülheme
Tas: Lüzumu hâlinde Cenab-ı Hak tarafından kendisine hakikatlar ilham edilen, tasaffi ve tekâmül etmiş nefis.
nefs-i mülhime
Gerektiği zaman Allahü teâlâ tarafından kendisine hakîkatler ilhâm edilen, kötülüklerden arınmış nefs.
nefs-ül emir
Hakikatın kendisi. İşin hakikatı.
nefs-ül-emr
Hayâl, düşünce olmayan, zihnin hâricinde kendisi var olan, hakîkat.
nefsü'l-emir
İşin hakikati, aslı.
nefsülemir
İşin kendisi, hakikatı.
nekt
(Çoğulu: Nikât) Süngüyü yere vurmak.
Taan etmek, çekiştirmek.
nesh
Ist: Şer'i bir hükmü yine şer'i bir emirle kaldırmaktır. (İtikada ait olan ve zamanla değişmeyen hükümlerde nesih olmaz, bunlar sabit birer hakikattırlar.)
Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğaltmak.
İbtal etmek, hükümsüz bırakmak, değiştirmek.
Nakletmek, kaldırma
neşr-i envar-ı hakaik-i kur'an / neşr-i envâr-ı hakaik-i kur'ân
Kur'ân hakikatlerinin nurlarını yayma, duyurma.
neşr-i hakaik
İman hakikatlerini yayma.
neşr-i hakaik-i imaniye
İman hakikatlerinin yayılması.
neşr-i hakikat
Hakikatlerin yayılması.
neyyirat / neyyirât
Nurlu hakikatler.
neyyirat-ı islamiye / neyyirât-ı islâmiye
İslâmın nurlu hakikatleri.
niyazi-i mısri / niyazi-i mısrî
(Mi: 1618 - 1694) Malatya'nın Soğanlı köyünde doğdu. Şâir ve tasavvufçu olup Halvetî tarikatının Niyaziye veya Mısriye şubesini kurmuştur. Mısır'da Câmi-ül-Ezher'de tahsil gördü. 1646'da İstanbul'a döndü ve Sokollu Mehmed Paşa Medresesinde irşada başladı. Eserlerinden bazıları şunlardır: Risale-i Ha
nükat
(Bak: Nikât- Nüket)
nukta
(Çoğulu: Nukat-Nukut-Nikât) Nokta.
nur-i iman
İman nuru. Kur'an ve kâinat hakikatlarının görünmesine ve bulunmasına vesile olan imanın mânevi nuru.
nur-u hakikat
Hakikat nuru.
nur-u hakikat-eda / nur-u hakikat-edâ
Hakikati gösteren nur.
nur-u hakikat-feşan / nur-u hakikat-feşân
Hakikat saçan nur.
objektif
Hakikatı olduğu gibi aksettiren.
(Fransızca)
Fotoğraf makinası ve dürbün gibi cihazlardaki mercekler.
(Fransızca)
Gaye.
(Fransızca)
Fls: Varlıkla alâkalı.
(Fransızca)
Nesnel, tarafsız; hakikati olduğu gibi aksettirme.
payan
Kenar, son nihayet, uç.
(Farsça)
Tas: Ehl-i tarikatın ulaşacağı birlik âlemi.
(Farsça)
Akıbet.
(Farsça)
perde-i cümud
Donmuş, katı perde.
Mc: Alem, tabiat.
Akıl ve hissiyatı kendisi ile meşgul edip, dini ve ulvi hakikatlardan ayıran, gaflet veren perde.
perde-i zahiri / perde-i zâhirî / پَرْدَۀِ ظَاهِر۪ي
(Hakîkati gizleyen) görünürdeki perde.
perde-i zāhiriye / پَرْدَۀِ ظَاهِرِيَه
(Hakikati gizleyen) görünürdeki perde.
peygamber
İlâhî hakikatları insanlara bildirmek ve onlara örnek olmak üzere Allah tarafından tayin edilen, vahiy yoluyla sahip olduğu ilmini yaşayıp neşreden mübarek zatların umumî ismi.
pir / pîr / پير
Yaşlı, ihtiyar.
(Farsça)
Reis.
(Farsça)
Bir tarikatın kurucusu.
(Farsça)
Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi.
(Farsça)
Yaşlı.
(Farsça)
Tarikat kurucusu.
(Farsça)
pozitivizm
Fls: Hakikatın yalnız tecrübe ve müşahede ile vakıalara istinaden tam olarak bilineceği iddiasında olan felsefe sistemi.
(Fransızca)
ra'd
Gök gürültüsü.
Bulutları sevk ve nezaret ile vazifeli bir melek adı.
Tehdit etmek, korkutmak. (Terennümat-ı hava, na'rât-ı ra'diye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların seceatı birer tesbih-i rahmet, hakikata bir mecaz... Lemeat'tan)
rabıta-i şeyh
Tarikat-ı Nakşiyede, müridin hayalen şeyhinin huzurunda kendini tasavvur etmesine denir.
rayet-i ulviyet-i şeyh-i hakkani / râyet-i ulviyet-i şeyh-i hakkanî
Mânevî mertebelere ulaşma ve hakikatleri elde etme yolunda Şeyh Abdülkadir-i Geylânî'nin elinde tuttuğu yücelik sembolü olan sancak.
realist
Fls: Hakikatçı. Nefs-ül emre uygun düşünen. Realizm taraftarı.
(Fransızca)
realizm
Umumi fikirleri birer hakikat sayan felsefi görüş. Hadiseleri olduğu gibi anlatma ve gösterme gayesi güden san'at çığırı, fikri.
resül-ür rahat
Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Kendisine tâbi olup onun getirdiği hakikatları tasdik ve iman ile insanlar büyük nimetlere ve rahatlara mazhar olduklarından kendisine bu isim verilmiştir. Ve kendisi buyurmuştur ki: "Ben dinin doğruluğu ve kolaylığı için peygamber gönderildim." ... İnsanlara e
roman-vari / roman-vâri
Roman gibi hayalî olabilen. Hakikatla alâkası olmayan veya az olan.
(Farsça)
rufai / rufaî
Rufailik diye bilinen bir tarikatı kuran, bu tarikattan olan.
rüfai / rüfaî
Ahmed-i Rüfaî tarikatına mensub.
ruh / rûh
Can; bedene hayâtiyet (canlılık) veren kuvvet.
Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati.
Emr âleminin beş latîfesinden biri.
ruşenzamir
Hakikatları bilen. Kalbi, gönlü hakikatlara vakıf olan.
rüya-yı sadıka / rüya-yı sâdıka
Makbul ve muteber kimselerin gördükleri ve gördükleri gibi dünyada hakikatları zuhur eden sâdık rüya.
sada-yı hakikat / sadâ-yı hakikat
Hakikatin sesi.
sadık
Doğru, hakikatli, sadakatlı, dürüst.
safsata
Hezeyan, yalan, uydurma. Zâhirde doğru, hakikatte yanlış ve yalan olan kıyas.
sahihan
Doğru olarak, cidden, hakikaten, gerçekten.
sahra-yı hakikat / sahrâ-yı hakikat
Hakikat sahrâsı.
salih
(Salâh. dan) İşe yarar, elverişli, uygun, iyi. Haklı olan, itikatlı, dindar, dinî emirlere uyan.
Faziletli, ehl-i takva olan.
salik / sâlik / سالك
(Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden.
Bir tarikat yolunda olan.
Bir yola bağlı olan, bir yolu takip eden, bir tarikata girip hidayet yolunu takip eden, mürid.
Tarikat mensubu.
(Arapça)
salikan / sâlikân
(Tekili: Sâlik) Sâlikler. Bir tarikata girmiş veya bir şeyhe bağlanmış kimseler.
salim / sâlim
Sağlam.
Sıhhatli. Sağ. Noksansız, eksiksiz.
Her türlü tehlikeden uzak olan. Emin ve korkusuz olan.
Gr: Kelimelerdeki harfler bozulmadan cemi' eki katılarak yapılan çoğul hali. Sâlimûn, sâlihât, sâdıkûn, sâdıkât gibi yapılan cemiler.
İçinde harf-i illet bulunma
samediyet
Allahın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmaması ve bütün varlıkların kendisine muhtaç olması hakikatı.
şazeli / şazelî / şâzelî
(Ebu Hasan Şazelî) Nureddin Ebu Hasan-ı Şazelî de denildiği gibi Ali bin Abdullah diye de anılmaktadır. Tunus'lu olup Şazeliye Tarikatı kurucusu olarak bilinir. Tasavvufî, ilmî bir çok eseri vardır. Tarikatının tekke ve zaviyesi yoktur. Hicri 654 yılında Mekke-i Mükerreme'ye giderken sahrada dâr-ı b
Şazeliye tarikatını kuran büyük velî, bu tarikattan olan.
seb'a-i meşhure
Altı iman rüknü ile beraber İslâmiyetin esası olan ibadet hakikati.
şecere-i hakikat
Hakikat ağacı.
şecere-i muhammediye
Muhammedî ağaç; Hz. Muhammed'in (a.s.m.) hakikati ve o hakikati doğrulayan her şey ve herkes.
şehd-i şehadet
Şehadet balı; İlâhî hakikatleri bilmenin ve idrak etmenin dünyadaki lezzeti.
şem'-i ilahi / şem'-i ilâhî
İlâhî ışık, İlâhî nur. Kur'an hakikatları.
semavat-ı hakaik / semâvât-ı hakaik
Hakikatlerin semâsı, yüceliği.
şems-i hakikat / şems-i hakîkat / شَمْسِ حَق۪يقَتْ
Hakikat güneşi.
Hakîkat güneşi.
şems-i hakikat ve marifet / şems-i hakikat ve mârifet
Hakikat ve mârifet güneşi, Allah'ı ve iman hakikatlerini bilme aydınlığı.
serupay
Tas: Dervişin, tarikat ve mevlevihâne ile bağını kesmek.
(Farsça)
şevakil
(Tekili: Şâkile) Tarikler, yollar. Mezhebler, tarikatlar, meslekler. Şâkileler.
şevk ve cezbe
İlâhî hakikat ve tecellîler karşısında duyulan sevinç ve coşku.
şeyh / شيخ / شَيْخْ
Bir tarîkatın kurucusu veya başı.
Yaşlı adam.
Bir kabilenin ileri geleni. Kabile reisi.
Tarikatta müridlerin reisi.
Pir, tarikat önderi, ihtiyar.
Yaşlı, ihtiyar.
(Arapça)
Tarikat şeyhi.
(Arapça)
Tarîkat reisi.
seyr ü süluk / seyr ü sülûk
Tas: Takib edilecek usûl. Bir terbiye yoluna girip devam etme. Tarikata devam etme.
İlâhî hakikatlere ulaşmak için bir rehberin öncülüğünde çıkılan mânevî yolculuk.
seyr ü süluk-i kalbi / seyr ü sülûk-i kalbî
Kalp yoluyla mânevî makamlarda İlâhî hakikatlara ulaşmak için bir rehberin öncülüğünde çıkılan mânevî yolculuk.
seyr-i afaki / seyr-i âfâkî
Terbiye ve mâneviyatta tekâmül yollarında, hariç âlemden, âfaktan başlamak suretiyle bulunan delillerle tekâmül edip nefsini ıslâh ve imâni ve Kur'âni hakikatlarda terakki etmek usulü.
seyr-i süluk
Hak ve hakikate ermek için bir rehber öncülüğünde ve denetiminde mânevî makamlarda yapılan seyir ve seyahat.
seyr-i şuunat / seyr-i şuunât
Kâinattaki hâdiseleri seyredip, görüp hakikatını anlamağa çalışmak.
Hâdiselerin bir halde kalmayıp akışı, değişmesi.
sıddıkin-i muhakkıkin / sıddıkîn-i muhakkıkîn
Allah'a bağlılıkta en önde olan ve hakikatleri araştıran âlimler.
sıddikin-i muhakkikin / sıddîkîn-i muhakkikîn
Daima doğruluk üzere ve Allah'a ve peygambere sadakatte en ileride olan, hakikatleri delilleriyle bilen büyük araştırmacı âlimler.
sıdk
Doğruluk, gerçeklik, hakikat.
İyi niyet.
Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması.
Ahdinde sâbit olmak.
Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi.
Kalb temizliği.
şiir
Güzel tertibli manzume. Tahayyül ve tasavvurları ve bâzı hakikatları hoşa gidecek şekilde ifâde eden ölçülü söz.
Man: Muhayyelâttan terekküb eden kıyas.
sika
(Çoğulu: Sikat) (Vüsuk. dan) İnanç, güven, itimad, emniyet.
Güvenilir ve inanılır kimse.
sinan-i ümmi
(Vefatı: Hi: 1075) Halveti Tarikatı Yiğitbaşı kolu ileri gelenlerinden olup Kutb-ül Meâni adında Türkçe mensur bir eseri ile matbu ve müretteb bir divanı vardır. Muhammed Sinan-ı Ümmi, Konya vilâyeti dahilinde Elmalı'dan olup orada dâr-ı bekaya hicret etmiştir. (R. Aleyh) (Osmanlı Müellifleri sh: 18
sirac-ı hakikat / sirâc-ı hakikat
Hakikatın ışığı.
sırr
Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife.
İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti. (Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)
sırr-ı acip
Hayret verici sır; hakikat.
sırr-ı dekaik
İnceliklerin sırrı; Kur'ân ve imanın ince hakikatlerinin sırrı.
sırr-ı esas
Esas sır, asıl hakikat.
sırr-ı islamiyet / sırr-ı islâmiyet
İslâmiyetin sırrı, hakikati.
sırr-ı mühim
Önemli sır, hakikat.
sırr-ı tarikat
Tarikatın sırrı.
sırr-ı veraset-i nübüvvet / sırr-ı verâset-i nübüvvet
Peygamber varisliğinin sırrı, hikmeti, hakikati.
sırrentenevveret
Görünmeden nurlandırma, îman hakikatlarını örtülü hizmetlerle yayma.
sofestai / sofestaî
(Sevfestâi) Kâinatın yaratıcısını, Cenab-ı Hakkı kabul etmemek için herşeyi inkâr eden. Müsbet veya menfi hiç bir hükme varmayan, daima şüphe içinde kalmayı esas alan felsefi bir doktrinin (Septisizm) mensubu. Septik. Alemde hakikat namına hiç bir şey tanımayan ve hakikatı araştırmaktan sarf-ı nazar
sofi / sofî
Ehl-i tasavvuf. Riyazet ve nefisle mücahede ile hakikate ermeğe çalışan. Tarikata mensub, mânevi kemâlât için çalışan.
Yanıltıcı, safsatacı.
Tasavvuf ehli, tarikat mensubu.
Tarikat adamı, tesavvuf ehli.
sofi meşrep / sofî meşrep
Tasavvuf yolunda giden, tarikat ehli.
sofi-meşrep / sofî-meşrep
Tasavvuf ve tarikat tarzını esas alan.
sofiler / sofîler
Tasavvuf ehli, tarikat mensubu olanlar.
sofiye meşrebi
Tarikat yoluyla mânevî derecelere yükselme gayretinde olan tasavvuf ehlinin takip ettikleri yol, tarz.
sofizm
Fls: Sofestaiye. Safsatacılık. Alemde hakikat olarak hiç bir şey tanımayan ve hakikatı araştırmaktan sarf-ı nazar ederek zevk ü safâ ve şiir gibi şeylerle eğlenmeği tercih eden bâtıl bir meslek. İnâdiye, indiye ve Lâedriye "Septizm" adlarıyla üç kısma ayrılırlar. (Mesail-i İlm-i Kelâm'dan)
(Fransızca)
Hakikatı tanımayan şüpheci filozofların felsefesi.
sohbet
Konuşma, sevdiği kimselerle yapılan toplantı.
Birlikte oturup tatlı tatlı hakikat üzerine konuşmak.
sohbet-i ihvan
Din kardeşleri ile faydalı hakikatlar üzerine sohbet etmek.Resül-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur ki: Üç şey müstesna, dünyada rahat yoktur:1- Tilâvet-i Kur'an2- Münacat-ı Rahman3- Sohbet-i İhvan.
şua-ı hakikat / şuâ-ı hakikat
Hakikat ışığı, parıltısı.
şua-yı hakikat / şuâ-yı hakikat
Hakikat ışığı, ışını.
şuayb
Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm k
sübjektif
Bilen akıl ile alâkalı.
(Fransızca)
Eşyanın hakikatına değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan. Şahsî görüşe göre olan. İndî, nefsî olan.
(Fransızca)
Objektif olmayan, kişisel, duygusal; eşyanın hakikatine değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan.
şühud-i enfüsi / şühûd-i enfüsî
Kendi hakîkatini görme. Tasavvuf yolunda Allahü teâlâya yakın olma hâli. Tasavvuf makamlarını kalb gözüyle görme.
sultan reşad
(Mi: 1844-1918) Meşrutiyet devri Osmanlı Padişahıdır. Merhametli ve halim tabiatlı olan bu dindar ve abdestsiz gezmiyen padişah, Mevlevi Tarikatına bağlı idi. Boş vakitlerini Mesnevi okumakla geçirirdi.
süluk / sülûk / سلوک
(Silk. den) Belli bir gruba girme. Bir yolu takib etme. Bir tarikata bağlanma. Mânevi terakki mertebelerinde devam etme.
Yola girme.
(Arapça)
Tarikata girme.
(Arapça)
süluk-ü tarikat / sülûk-ü tarikat
Tarikat yoluna girme; nefsi düzeltmek ve vuslata erişmek amacıyla tasavvuf yoluna girme, mânevî yolculuğa çıkma.
şümus-u kur'an / şümus-u kur'ân
Kur'ân-ı Kerimin içinde bulunan ve her birisi güneş gibi iman hakikatlerini açıkça gösteren temel özellikleri.
Sünuhat / Sünûhat
Kalbe doğan mânâ ve hakikatler
sünuhat-ı kur'aniye / sünuhat-ı kur'âniye
Kur'ân'ın nuruyla kalbe gelen mânâlar, hakikatler.
sünusi / sünusî
(Seyyid Muhammed bin Ali) (Hi: 1206 - 1276) Şâzelî (Şazilî) Tarikatının sonradan teşekkül eden kollarından birisinin kurucusudur. Cezayir'in büyük velilerindendir. Memleketinin bir çok yerlerini ve Mekke-i Mükerreme'yi ziyaret etmiş; Mısır'da, Bingazi'de tederrüsle iştigal etmiştir. Bingazi'de zaviy
sürcuce
Tabiat.
Tarikat.
sürdak
(Çoğulu: Sürâdikat) Kapıya asılan perde ve çardak.
Çadır. Bezden olan ev.
suret-i zaife-i vahiye / suret-i zaife-i vâhiye
Hakikatsız, saçma sapan zayıf suret ve vesvese.
taglik
(Çoğulu: Taglikat) (Galak. dan) Kapama, kapanılma.
Kilitleme.
Edb: Muğlak ve kapalı söz söyleme.
tahakkuk
Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat edilmek. Sabit ve hakikat olduğu aşikâr olmak.
taharri-i hakikat / taharrî-i hakikat
Hakikatı, doğruyu araştırmak, aramak.
Hakikati araştırma, doğruyu arama.
taharri-i hakikat meyelanı / taharrî-i hakikat meyelânı
Gerçeği araştırma meyli, hakikati araştırma eyilimi.
tahattur-u hakàik
Hakikatleri hatırlamak.
tahkik
Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.
Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur'an kıraat ıstılahında ise: He
tahkikan
İnceleyerek. Araştırma suretiyle. Hakikatını öğrenerek.
tahkikat
Araştırmalar. Hakikati ve doğruyu inceleyip öğrenmek için yapılan taharriyat.
tahkikat-ı ibtidaiyye
Huk: İlk tahkikat. İlk soruşturma.
tahkiki / tahkikî
Araştırma ile alâkalı. Tahkikata ait.
tahlik
(Çoğulu: Tahlikat) Tıraş etme.
taht-ı hakikat
Hakikat taht'ı (hakikat, padişahın oturduğu taht'a benzetilmiş).
takıyye
İdâre, korunmak, sakınmak; iki yüzlülük; sevmediği kimse ile dost geçinmek. Bir kimsenin hakîkatte sâhib olduğu görüş ve inancını saklaması.
taklit
Hakikatini araştırmadan kabul etme.
talim-i hakaik
Hakikatlerin öğretilmesi.
taraik
(Tekili: Tarikat) Tarikatlar, meslekler.
tarik / tarîk / طریق
Yol.
(Arapça)
Yöntem.
(Arapça)
Meslek.
(Arapça)
Tarikat.
(Arapça)
tarik-i cehir / tarîk-i cehir
Açık olarak ve yüksek sesle zikir eden tarikat.
tarik-i cehri / tarîk-i cehrî
Açık olarak ve yüksek sesle zikir yapan tarikat. (Kadirî gibi)
tarik-i cehriye / tarîk-i cehriye / طَرِيقِ جَهْرِيَه
Açık olarak ve yüksek sesle zikir eden tarikat.
Allah'ı açıktan zikri esas alan tarikat.
tarik-i hafa / tarîk-i hafâ
Gizli olarak zikir yapılan tarikat.
tarik-i hak / tarîk-i hak
Hak ve hakikat yolu.
tarik-i hakikat / tarîk-i hakikat / tarîk-i hakîkat / طَر۪يقِ حَقِيقَتْ
Hakikat yolu.
Hakîkat yolu.
tarik-i nakşi / tarîk-i nakşî
Nakşî tarikatı; Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat.
Nakşibendî tarikati.
tarik-i nakşibendi / tarîk-i nakşibendî
Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat.
tarikat-ı ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) tarikatı olan sünnet yolu.
tarikat-ı aliye-i nakşiyye / tarîkat-ı aliye-i nakşiyye
Mânevî derecesi yüksek olan Nakşî tarikatı.
tarikat-i sünusiye / tarikat-i sünûsiye
Sünûsi tarikatı.
tarikatçı
İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde olan.
tarikatçılık / tarîkatçılık
Tarikat faaliyeti yürütme veya herhangi bir tarikata taraftar olma.
tarikatçilik / tarîkatçilik
Tarîkata mensup, üye olma.
tasavvuf
Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak.
Kalbi dünyadan arındırma yolu, tarikat.
tasfik
(Çoğulu: Tasfikat) Kanat çırpma.
tasvir-i hakikat / tasvîr-i hakîkat / تَصْوِيرِ حَقِيقَتْ
Hakikatın tasviri, gerçeğin resmedilmesi.
Hakikati resmederek tarif etme.
tatbikat / tatbîkat / تطبيقات
Uygulamalar.
(Arapça)
Tatbikat.
(Arapça)
Tatbîkat yapmak:
Uygulama yapmak.
(Arapça)
te'fik
(Çoğulu: Te'fikât) Yalan söyleme.
Yalan ve iftirâ etme.
teayyün-i imkani / teayyün-i imkânî
İnsanın hakîkati olan teayyün-i vücûbîsinin zılli yâni görüntüsü. Ehlullah (evliyâ) kendi yaratılışlarına, güçlerine göre tasavvuf mertebelerine kavuşmakta birbirlerinden çok ayrıdırlar. Evliyâ arasında Allahü teâlânın ismine kavuşanlar pek azdır. Ço ğu bu ismin teayyün-i imkânîsine kavuşmuştur. (İm
teayyün-i vücubi / teayyün-i vücûbî
Bir şeyin, insanın hakîkati.
tecelli
Görünme. Bilinme.
Kader.
Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama.
İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
tedebbür
Birşeyin sonunu, hakikatini düşünme.
tedkik
Hakikatı anlamak ve meydana çıkarmak için inceden inceye araştırma.
tefsir-i hakaik-i kur'aniye / tefsir-i hakaik-i kur'âniye
Kur'ân'daki hakikatlerin tefsiri, açıklaması.
tehekküm
İstihza.
Tevbih. Şiddetle azarlama. Görünüşte ciddi, hakikatta alaydan ibaret olan eğlenme.
Edb: Tarizin tesirli olan kısmı.
"Hekeme"den:
Alay etme, eğlenme.
Görünüşte ciddi, hakikatte alaydan ibaret olan eğlenme.
tekke
Tarikat ehlinin zikir ve ibadet ettiği yer, dergâh.
Zikir yeri, tarikat evi.
teknisyen
Bir işin, ilim tarafından daha çok tatbikatiyle uğraşan. Tatbikatla uğraşan kimse.
(Fransızca)
telmih
Ana fikri ispata veya güçlendirmeye yönelik herkes tarafından bilinen bir şeyle, bir hakikatle işarette bulunma.
temsilat-ı hakikiye / temsilât-ı hakikiye
Hakikate götüren temsiller.
temzik
(Çoğulu: Temzikat) Yırtma, paralama, perakende etmek.
tenezzülat-ı ilahiye / tenezzülât-ı ilâhiye
Cenab-ı Hakk kelâmiyle, kullarının anlayış seviyelerine göre konuşması ve derin hakikatları, anlıyabilecekleri ifadelerle beyan etmesi.
tenkid
Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir.
tenkih
Araştırıp, dikkat edip bir şeyin sonuna hakikatına ermek.
Bir şeyin fazla ve gereksiz kısımlarını çıkarıp kısaltarak düzeltmek.
Temizlemek.
Bütçe tanzimi için maaşları azaltmak.
tesbik
(Çoğulu: Tesbikat) (Sebk. den) Eritip kalıba dökme.
tesrik
(Sirkat. den) (Çoğulu: Tesrikat) Bir kimseye hırsız deme.
tevatür-ü mevcudat
Bütün varlıkların aynı hakikatte birleşmeleri ve aynı noktaya parmak basmaları.
tevekkül-i imani / tevekkül-i imanî
İman edenlere yakışır tevekkül. İman kuvvetinin ve hakikatının neticesi olan tevekkül.
tezkir-i müsellemat / tezkir-i müsellemât
Müsellematı, hakikat olduğu aşikâr bilinen şeyleri, hususları hatırlatmak, tekrar etmek.
tezlik
(Çoğulu: Tezlikât) Sürçtürme, kaydırma.
Başın saçını yolmak.
ticani / ticanî
Kuzey Afrikada, hicri 1200 tarihlerinde Ahmed Ticanî adında bir şahıs tarafından kurulan bir tarikattır.
ticani meselesi / ticanî meselesi
Ticanî tarikati konusu.
tılsım-ı kainat / tılsım-ı kâinat
Kâinatın tılsımı, kâinattaki anlaşılması zor olup herkesin yalnız kendi akliyle bilemeyeceği gizli ve ince hakikatlar.
tılsım-ı kur'ani / tılsım-ı kur'ânî
Harika sonuçlar doğuran Kur'ân hakikatleri; Kur'ân'ın gayet tesirli, derin hakikatleri.
tılsım-ı müşkilküşa / tılsım-ı müşkilküşâ
Açılması ve anlaşılması zor olan İlâhî gizli mânaları, hakikatları açan tılsım.
turuk / طُرُقْ
Tarîkatler.
turuk-u cehriye
Zikirlerini açıktan ve sesli olarak yapan tarikatlar, Kàdirîlik gibi.
turuk-u evliya / turuk-u evliyâ / طُرُوقُ اَوْلِيَا
Velilerin gittiği yollar, tarikatlar.
turuk-u hafiye
Zikirlerini gizli ve sessiz yapan tarikatlar, Nakşibendîlik gibi.
turuk-u hafiyye
Gizli tarikler, yollar, tarikatlar. Gizli zikir yapan tarikatlar.
ukul-ü nuraniye erbabı
Nuranî akıl sahipleri; akıl yoluyla manevî hakikatlerin nuruna ulaşan kişiler.
ulema-i hakikat
İman hakikatlerini araştırıp elde eden âlimler.
ulema-i muhakikin / ulema-i muhakikîn
Gerçeği, hakikati bulup araştıran âlimler.
ulema-i muhakkikin
Gerçeği, hakikati bulup araştıran âlimler.
ulema-i rasihin / ulema-i râsihîn
Hak ve hakikat ilminde meleke kazanmış âlimler.
ulema-i zahir / ulema-i zâhir / ulemâ-i zâhir
Kur'an-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hakikatları değerlendiren âlimler. Şeriatın mâna ve esrarından daha çok, zâhirini ve hükümlerini bilen âlimler.
Kur'ân-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hüküm veren ve hakikatlerini değerlendiren âlimler.
ulema-üs su' / ulema-üs sû'
Kötü âlimler. Dünya için âhiretini unutan âlimler. Dünyayı dine tercih eden âlimler. Menfaat için hakikatı örten âlimler.
ulemau's-su / ulemâû's-sû
Kötü âlimler; menfaat için hakikati örten âlimler.
ulemaü's-su / ulemâü's-sû
Kötü âlimler; geçici menfaatlar veya baskılar karşısında hakikatları gizleyen ve gerçekleri çarpıtan âlimler.
ulemaü's-su' / ulemâü's-sû'
Kötü âlimler; geçici menfaatlar uğruna hakikatları gizleyen ve gerçekleri çarpıtan âlimler.
uluhiyet / ulûhiyet
İlâhlık, kısaca "ibadet edilmeye lâyık olan yegâne mabud bütün varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen hakikat.
ulum-u hafiye / ulûm-u hafiye
Gizli ilimler. Ancak veraset-i Nübüvvet muhakkiklerince veya bir kısım hakikatların esrarına vakıf âlimlerce bilinen ilimler.
Gizli ilimler, ancak peygambere ve bir kısım hakikatlerin sırlarını bilen alimlerce bilinen ilimler.
ulum-u nazariye
Yalnız görüş halinde kalmış, tatbikata konulmamış ilimler, teoriler.
ümmet
Cemaat, kavim, taife.
Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye.
Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat.
Bir dille konuşan millet.
Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
ümmi sinan
(Vefatı Hi: 958, Mi: 1551) Halvetî Tarikatı, Sinaniye kolunun piridir. Bursa'lı olduğu nakledilir. Karaman'lı olduğu hakkında da rivayet vardır. Risale-i Şerife-i İstanbulî Ümmi Sinan adında bir eseri vardır. (R. Aleyh.) (Osmanlı Müellifleri sh: 214)
unsur-u hakikat
Hakikat unsuru.
ünvan-ı mülahaza / ünvan-ı mülâhaza
Bir şeyin hakikatini bir derece düşünebilmek için konulan isim veya ünvan.
Bir şeyin hakikatını bir derece düşünebilmek için olan isim, tabir ve vasıta.
vahid-i i'tibari / vâhid-i i'tibarî
Hakikatta olmayıp varlığı farazî olarak kabul edilen bir şey. Varlığına itibar edilen şey. (Ağırlık için kilo, uzunluk için metre bir vâhid-i itibarîdir.)
vahid-i itibari / vahid-i itibarî
Hakikatte olmayıp farazî olarak kabul edilen tek bir şey, göreceli birim.
vahiy
Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin Allah (C.C.) tarafından Peygambere bildirilmesi.
Lügatte vahiy: Kelâm, kitap, işaret, irsal, ilham, ifham, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i'lâm, bazı hususi maksadları tebliğ gibi mânalara gelir.
Şeriatta vahiy: Dilediği ahkâmı, esrar ve
Bir emrin veya bir hakikatin Allah tarafından Peygambere bildirilmesi.
vaki-i hal / vâki-i hâl
Hâlin hakikatı, o işin hakikatı.
vakide / vâkide
Hakikatte, gerçekte.
vakt
(Çoğulu: Vikat) İçinde yağmur suyu biriken çukur.
Su ile faydalanacak mekân.
(Horoz) tavuğa binmek.
vasılun / vâsılûn
(Vâsılîn) Hakka, hakikata, marifete ermiş kimseler. Hakka erenler. Yetişenler.
vazife-i imaniye
İman hakikatlerini yayma görevi.
vehhabi / vehhabî
Muhammed İbn-i Abdulvehhab nâmında birisinin sebeb olduğu İslâmî bazı mes'elelerde ifrat gösteren ve dört hak mezheb hâricinde bir mezhepten olan. Fıkıhta Hanbelî, itikadda İbn-i Teymiye'ye bağlıdırlar. Tarikatlarına Muhammediye ismi verirler.
vekte
(Çoğulu: Vikat) Gözün karasına ak düşmek.
Nokta.
Eser.
velayet-i kübra / velâyet-i kübrâ
Büyük velilik. Akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafına bakan ve veraset-i nübüvvetten gelen gayet kısa, fakat yüksek olan ve tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikata geçen velilik mesleği. (Sahabeler gibi)
En büyük velîlik; tarikat berzahına uğramadan, zahirden hakikate geçen ve peygamber varisliğinden gelen velîlik.
veraset-i muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) varisliği; Peygamberimizin iman ve Kur'ân hakikatlerini tebliğ vazifesine varis olma.
veşia
(Çoğulu: Veşâyi') Üstüne iplik sardıkları ağaç.
Tarikat.
yıldız-ı hakikat
Hakikat yıldızı.
zahir-perest / zâhir-perest
Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren. İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen.
(Farsça)
zahiriyyun / zâhiriyyun
Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar.
İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.
zann-ı galib
Kuvvetli, hakikate en yakın olan zann.
zat-ı ruşen-zamir / zât-ı rûşen-zamir
Hakikatleri bilen, gönlü aydın kişi.
zemzeme-i azime
Kur'ân hakikatleri için, "hayat veren mübarek ve lezzetli su" anlamında kullanılan bir ifade.
zevk
Mânevî âlemlerde iman hakikatlerinin hazzına erişme.
zevk-i tarikat
Tarikat ve tasavvuf dairesindeki mânevî zevk.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
teberru
İttihaZ
eazım-ı müçtehidin
Küf
afet-i devran
Meşrüta
Beni
teasür
hîn-i hacet
meyhane
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
ikat
corba
edebiyat
mimari
Hamidi
karine-i mecaz
amah
eshal
Hava parasi
Ecrami