Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
ikan
ifadesini içeren
495
kelime bulundu...
abesiyyun
Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler. Zamanımızda Ekzistansializm "Varoluşculuk" adı altında yeniden ortaya çıkan bir varlık ve hayat felsefesidir. İki kola ayrılmıştır. Bunlardan uluhiyeti inkâr edenler, h
ahlak-ı ahmediye / ahlâk-ı ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) ahlâkı; hareket, tavır, söz ve danışlarından ortaya çıkan örnek hareket ve davranış tarzı.
ajeh
Vücutta çıkan pürtüklü küçük ur.
(Farsça)
akonitin
Kurtboğan denilen bir bitkiden çıkan zehirleyici bir madde.
(Fransızca)
akson
yun.Tıb: Sinir hücrelerinden çıkan uzantıların en önemlisi.
alev
Ateşten çıkan parlak ve yanar hava.
Mızrak ucuna takılan küçük bayrak, flama.
arf
(Çoğulu: A'râf) Rüzgâr.
El ayasında çıkan çıban.
arız / ârız / عَارِضْ
Sonradan ortaya çıkan.
arız olan / ârız olan
Sonradan ortaya çıkan.
asir
Üzüm ve benzeri şeyleri şıra yapmak veya yağını almak için sıkan.
aşirat / âşirât
Dakikanın sâniye, sâlise gibi on birim küçüğü olan zaman dilimleri.
azeh
Vücutta çıkan siğil.
(Farsça)
babayiğit
Yetişmiş delikanlı, tam bedenî kuvvetini almış genç. Cesur, yiğit.
bakbaka
Desti ve bardaktan çıkan ses.
basın
Uydurma bir kelime olup "matbuat" yerine kullanılır. Gazete, mecmua gibi belli zamanlarda çıkan matbuatın hepsi.
batın / bâtın
Bütün varlıkların iç yüzünü ve özellikle canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratan ve işleten Allah.
behrek
Yaralardan çıkan iltihap.
(Farsça)
Çok çalışmaktan dolayı el ve ayak derilerinin sertleşmesi, nasırlaşması.
(Farsça)
bekil
Yakışıklı delikanlı, genç.
belvaz
Çıkıntı. Duvardan dışarı doğru çıkan direğin ucu.
(Farsça)
berna
Delikanlı, yiğit, genç.
(Farsça)
beşaret
(Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber.
Müjdeye verilen ihsan.
Yeni çıkan acib şey.
besr
(Besere) (Çoğulu: Besûr) Vücutta çıkan bir çeşit ufak sivilce.
beyz
(Çoğulu: Büyuz) Yumurta.
Kuşun yumurtlaması.
Hayvanların bilhassa atın ayaklarında çıkan yumurta iriliğindeki şişler.
bid'a-i hasene
Hz. Muhammed'den (a.s.m.) sonra ortaya çıkan, fakat Kur'ân ve Sünnete aykırı olmayan şey.
bid'akar / bid'akâr
Aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan zararlı şeyleri dine mal etmeye çalışan.
bid'at
Sonradan ortaya çıkan şey.
İslâm'da Peygamberimizden sonra ortaya çıkan değişik âdetler.
Aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan yeni âdet ve uygulamalar.
Sonradan ortaya çıkan şey, ilk defâ benzersiz bir şey ortaya koymak.
bid'at-ı hasene
Resûlullah'ın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler.
bid'at-ı seyyie
Resûlullah'ın ve Eshâbının zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olan bozuk inanış ve ibâdet olarak yapılan işler.
bid'at-üz zaman
Zamanın bid'ası. Yeni çıkan harikulâde şey. Zamanın acib ve garibi.
bid'atkarane / bid'atkârâne
Aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışarak.
bid'iyyat / bid'iyyât
Bid'alar; aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamalar.
bida / bidâ
Bidatlar, sonradan çıkan şeyler.
bida'
(Tekili: Bid'at) Bid'atlar. Sonradan meydana çıkan şeyler.
bora
yun. Birdenbire çıkan fırtına. Pek şiddetli rüzgâr.
büra'
Ağaç yongası. Törpüden çıkan talaş.
bürabe
Kalem yongası, törpüden çıkan talaş.
bürade
Eğeden çıkan talaş ki, "bürâde-i zeheb, bürâde-i fizza ve bürâde-i hadid" denir.
büraye
Yontulan ağaçtan çıkan yonga.
bürnah
Yiğit, delikanlı, genç.
(Farsça)
bürnak
Delikanlı, yiğit, genç.
(Farsça)
burzag
Şişmanca, etine dolgun delikanlı.
Delikanlılık çağındaki neşe.
cahif
Uykusunda dişini öttürmek.
Çok fazla hafiflik üzerine olmak.
Nefis, ruh.
İnsanın karnından çıkan ses.
Kısa.
Çok asker.
çakacak
Silahlı çatışmadan çıkan ses.
(Farsça)
calis
(Çoğulu: Cüllâs) Oturan, oturucu, cülûs eden. Tahta çıkan.
çar-ebru
Dört kaş.
Bıyığı yeni gelmiş delikanlı.
cebe'
Kuyu içinden çıkan toprak ki, etrafına öbek öbek dökerler.
çeçek
Gül. Çiçek.
(Farsça)
Gönül.
(Farsça)
Çiçek hastalığı.
(Farsça)
Vücutda çıkan ben.
(Farsça)
cederi / cederî
Vücutta çıkan çiçek hastalığı.
cereng
Kılıç veya topuzun çarpmasından çıkan ses. Zil veya çan sesi.
(Farsça)
ceri'
(Cür'et. den) Cesur, yiğit, delikanlı, gözü pek, cesaretli, yılmayan.
cesis
Hurma ağacının yeni çıkan budağı. (Fesîl-ün-nahl derler).
cifir muvafakatleri
Cifir ilmi açısından ortaya çıkan uyumlar, denklikler.
cülmüd
Sesi çok çıkan ve kuvvetli olan kimse.
cülusiyye / cülûsiyye / جلوسيه
Taht'a çıkan hükümdarlar veya padişâhlar için yazılmış yazı veya söylenmiş şiir.
Hükümdarın tahta çıktığı ilk gün verdiği bahşiş.
Tahta çıkan hükümdarın dağıttığı bahşiş.
(Arapça)
Tahta çıkan hükümdar için yazılan şiir.
(Arapça)
cünüb
Cenabetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli.
Irak, uzak, baid.
cür'et-yab / cür'et-yâb
Cesur, cesaretli, yiğit, delikanlı, atılgan, gözüpek, cür'etkâr.
(Farsça)
cür'etkar / cür'etkâr
Cesur, cesaretli, yiğit, delikanlı, atılgan, gözüpek.
(Farsça)
cürre
Cesur, cesaretli, cür'etkâr, cür'et-yâb, yiğit, delikanlı, gözüpek, atılgan.
Uçan her çeşit kuşun erkeği.
Bir zira' miktarı ağaç. (Ağacın başında bir küfe, ortasında bir ipi olup onunla geyik avlarlar.)
dabbetü'l-arz / dâbbetü'l-arz
Kıyâmet alametlerinden olup topraktan çıkan varlık.
dadaş
Delikanlı, babayiğit kimse.
Erkek kardeş.
dahıke
(Çoğulu: Davâhık) Gülme ânında çıkan dört dişin birisi.
dahine
(Çoğulu: Devâhin) Duman çıkan baca.
dall u mudılle / dâll u mudılle
Doğru yoldan çıkanlar ve çıkaranlar, sapanlar ve saptıranlar.
dall-i bi-l fehva / dâll-i bi-l fehvâ
(Dâllibilfehvâ) Fık: Söylenen sözün veya ifâdelerin hülâsasından çıkan mânaya göre delil ve işaret olmak.
darül hikmetil islamiye
(Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes'elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5. Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa
defn
Cenâzenin yıkanıp kefenlendikten ve namazı kılındıktan sonra kabre konularak üzerinin toprakla örtülmesi.
dehn
Değnekle vurmak.
Yağmurun, yeri ıslatması.
Bir şeyi yağlamak.
Bir kimseye münâfıkane muâmele etmek.
dereziler / derezîler
Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmekte
devr-i bid'at
Dinde olmayıp sonradan dine aykırı ve zarar verici şekilde ortaya çıkan şeylerin çok olduğu zaman.
dil-aşub
Kalbi sıkan, yüreğe sıkıntı veren, gönle eza veren.
(Farsça)
Kalbi meftun eden güzel.
(Farsça)
duhuk
Doğurduktan sonra rahmi çıkan dişi deve.
ebzün
Küvet, banyo.
İçinde yıkanılabilinen küçük havuz.
efgen
(Figen) Düşüren, yere atan, yıkan, yere atıcı, düşürücü, yıkıcı.
(Farsça)
eflah
Çok felah bulan, kurtulan, selâmete çıkan. Taleb ettiği şeye, arzusuna vasıl olan.
ehl-i bid'ad
Dinde olmadığı halde sonradan çıkan şeylere uyanlar.
ehl-i dalal / ehl-i dalâl
Sapıtanlar, yoldan çıkanlar.
ejah
Vücutta ve bilhassa ellerde çıkan ufak urlar, siğil, sivilce.
(Farsça)
enbaşte
Yıkılmış, dağılmış.
(Farsça)
Tıkanmış.
(Farsça)
enşat
Kovası, bir defa çekmekte çıkan, dibi yakın kuyu.
envar-ı vücud / envâr-ı vücud
Varlık nurları; Rabbiyle olan bağdan ortaya çıkan varlık nurları, ışıkları.
epürnak
Delikanlı, genç yiğit, bahadır.
(Farsça)
erbab
(Tekili: Rab) Sahipler.
Rabler, Terbiyeciler.
Bâtıl ilâhlar.
Türkçede diğer bir mânası: Maharet sahibi, elinden iyi iş çıkan kimse. Bir işin ehli.
erşem
Yemeğin kokusundan iştahı gelep karnı acıkan (adam).
Vücuduna iğne batırıp çivit ile şekil veya resim yapan adam.
esef
Hüzün, gam, nedamet, pişmanlık. Daralmak. Elden çıkan bir şey için hâsıl olan üzüntü.
eser-i kast
Kasıt ve isteğin sonucu, bilerek ve isteyerek ortaya çıkan bir durum.
evc-gir
Yükselen, yükseğe çıkan.
(Farsça)
evliya-yı ümmet
İslâm ümmeti içinden velilik derecesine çıkanlar.
faaliyet-i kudret
Allah'ın sonsuz kudretiyle ortaya çıkan fiiller, işler.
farat
Öne çıkan, geçen.
Issız yerlerde konan nişan ve işaret.
Kervan halkından önce su yerine varıp sakalık eden kimse.
fasid / fâsid
Bozguncu.
Doğru olmayan. Bozuk. Müfsid.
Yanlış olan.
Fık: Aslen sahih olup, vasfen sahih olmayan. Yani, kendi nefsinde meşru' iken gayr-i meşru' bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru'iyyetten çıkan şeydir. İbadet hususunda fâsid ile bâtıl aynı şeydir. Meçhul bir şeyi sat
feletat
Lisanın döküntüleri, iradesiz ağızdan çıkan söz veya kelime.
Ansızlık.
Her ayın son geceleri.
felfak
Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı.
ferh
Civciv. Tavuk veya kuş yavrusu.
Nebatların diplerinde çıkan filiz.
feşar
Sıkıcı. Sıkan. Sıkıp suyunu çıkaran.
(Farsça)
feta
(Çoğulu: Fitye, Fityan veya feteyân) Genç. Delikanlı.
Cömert.
fetil / fetîl
Yaralara konulan tiftik.
Lâmba fitili.
Deriden çıkan kir.
Örgü.
feza
Rahim içinden çıkan su.
firuze
Nişabur'da çıkan açık mavi renkli ve kıymetli bir taş.
fityan
(Tekili: Fetâ) Delikanlılar, yiğitler, bahadırlar, gençler, mertler.
füruat
Kökten ayrılan kısımlar. Füru'lar. Esastan olmayıp geniş bilgide ortaya çıkan mes'eleler.
ganiyy-i muğni / ganiyy-i muğnî
Bütün varlıkların ihtiyaçlarını karşılayan ve her varlığın zenginliği Kendisinin tükenmez hazinesinden çıkan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan sınırsız zenginlik sahibi Allah.
gasil / gasîl
Yıkanmış.
gasil-ül melaike / gasîl-ül melâike
Melekler tarafından yıkanan; Eshâb-ı kirâmdan Uhud harbinde şehîd olan ve cenâzesini meleklerin yıkadığı Peygamber efendimiz tarafından müjdelenen Eshâb-ı kirâmdan Hanzala hazretleri. (Âdem aleyhisselâmı da melekler yıkamıştır.)
gasl
Yıkamak, yıkanmak. Ölünün cenâze namazı kılınmadan ve kefenlenmeden önce teneşir tahtası üzerinde, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırıp, göbeğinden dizlerine kadar bir örtü ile kapatılarak yıkanması.
gasl-i meyyit
Ölünün yıkanması.
gays
İmdad. Yardım.
Yağmur.
Yağmurla meydana çıkan çayır.
gazete
Genellikle günlük çıkan ve büyük boy olan neşriyat organı.
(Fransızca)
gaziz / gazîz
Gılâfından yeni çıkan çiçek.
Taze.
gılman / gılmân
(Tekili: Gulâm) Bıyığı yeni bitmiş gençler.
Cennet'te hizmet gören delikanlılar.
Köleler, esirler.
Cennette hizmet eden delikanlılar.
Hizmet gören delikanlılar. Köleler, esirler.
gılme
(Tekili: Gulâm) Delikanlılar, gençler.
Esirler, köleler.
gırs
(Çoğulu: Egrâs) Dikilmiş ağaç.
Çocukla birlikte anadan çıkan ince deri.
gıslin / gıslîn
Yara yıkandığında içinden çıkan irinli ve kanlı su.
Cehennem ehlinin etleri ve kanlarının yıkandığı nesne.
gulam
Genç, delikanlı. Bıyığı henüz bitmemiş genç.
Esir, hizmetçi, köle.
gureba-i yemin
İbrahim paşa, Galata ve Edirne saraylarından çıkanlarla, harpte fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslüman olmuşlardan teşkil olunan iki süvari bölüğünden birinin ismidir. Bu iki bölüğe birden "Gureba-i Yemin ve Yesar Bölükleri" denildiği gibi "Garip ve Yiğitler Bölükleri" veya "Aşağı B
gusl / غسل
Boy abdesti; dinin gerekli gördüğü hallerde maddî, mânevî temizlik için şartları dahilinde yıkanma.
Yıkanma.
(Arapça)
gusül
Boy abdesti. Temizlenmek. Maddi, manevi temizlik için şartları dahilinde yıkanmak. Taharet-i Kübrâ da denir.
habbül büluğ
(Habb-ül büluğ) Erginlik çağındaki erkek ve kız çocukların yüzlerinde ve alınlarında çıkan sivilceler.
habetıktık
Atın tırnağı taşa dokunduğunda çıkan ses.
habil / habîl
Yiğit, bahadır, genç, delikanlı.
Tuzak, ağ.
habt-i a'mal / habt-i a'mâl
İrtidad eden, yâni dinden çıkan bir kimsenin, dindar iken yapmış olduğu ibadetlerinin ibtâl olup sevapsız kalması.
had'a
Kamçıdan çıkan ses.
hadba'
(Çoğulu: Hudeb) Kalçaları sıyrılıp çıkan zayıf dişi deve.
hadim / hâdim
Yıkıcı olan, yıkan, tahrib eden.
Yıkan, mahveden.
hadim-ül lezzat / hâdim-ül lezzat
Lezzetleri mahveden, yıkan. (Ölüm)
hadis-üs sinn / hâdis-üs sinn
Yaşı taze. Genç delikanlı.
hafk
Naldan çıkan ses.
harc
Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
Vergi.
Çıkmak.
Yeni çıkan bulut.
Yemâme vilayetinde bir yer.
Ecir.
Buğday. (Dinimizde lüzumsuz harcamak, israf haramdır. Zillet ve fakirliğe sebeptir.)
hareket-i milliye
Birinci Dünya Savaşının ardından İstanbul'u işgal eden İngilizler'e karşı ortaya çıkan direniş hareketi.
harf
Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri.
Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok mânaların ifadesi için kullanılan şekil. Başkasının mânalarını gösteren işaret.
Vecih, ü
harib
Yıkan, harab eden.
Haydut.
hasbe
Kızamık hastalığı. Tane tane gövdede çıkan bir hastalıktır. (Hasta kişiye "mahsub" derler.)
haşem
Burun içinde olan bir illettir ve kokuyu değiştirir.
Genzin tıkanıp burnun koku almaması.
Etin kokması.
hasıl / hâsıl / حاصل / حَاصِلْ
Husûle gelen, peyda olan, çıkan, üreyen.
Peyda olan. Husule gelen. Çıkan, meydana gelen.
Ortaya çıkan, ürün.
Ortaya çıkan, var olan.
(Arapça)
Hâsılı:
Kısacası, sonuç olarak.
(Arapça)
Hasıl etmek:
Meydana getirmek, ortaya çıkarmak.
(Arapça)
Hâsıl olmak:
Ortaya çıkmak, var olmak.
(Arapça)
Ortaya çıkan.
hasıl-ı bilmasdar / hâsıl-ı bilmasdar
Bir şeyin kaynağından ortaya çıkan, gerçek tesir sahibinden meydana gelen sonuç; varmak fiili masdar, acı ise hâsıl-ı bilmasdardır.
hasıl-ı darb / hâsıl-ı darb
Mat: Çarpım. Çarpmak işinin neticesi. 5 sayısı 2 sayısıyla çarpılırsa, çıkan 10 sayısı, hâsıl-ı darbdır.
hasılıbilmasdar / hâsılıbilmasdar
Masdarla oluşan fiilin uygulanmasından çıkan sonuç.
hatt
Sınır. Çizgi. Hudud.
Yazı. El yazısı.
Nâme. Mektup.
Gençlerde yeni çıkan bıyık veya sakal.
Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol.
Deniz yalısı.
Gemilerin hareketteki istikameti.
Parmağın onikide biri olan bir ölçü.
Ferman, buyruk
haya-huy
Çığlık, vâveyla.
(Farsça)
Çalıp eğlenmeden çıkan gürültü, ses.
(Farsça)
hayz
Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm eden kan.
hazal
Selem ağacının kökünden çıkan bir nesne ki, suda ıslatıp yerler.
hazine kethudası
Tar: Yavuz Sultan Selim Han zamanında kurulan hazine kethudâlığı, saraya girip çıkan demirbaş eşyanın korunup saklanmasıyla mes'ul idi. Bu müessesenin başında bulunan memura da hazine kethudâsı denilirdi.
heca
(Hece) Dilin ve ağzın bir hareketi ile çıkan bir veya birkaç harf. Harflerin sesi. Harflerin seslendirilmesi.
Elif-bâ sırasına göre dizili harfler. Bir sözü harfleri ile söylemek.
Şekil. Kıyâfet.
Yemek.
Sükut etmek, susmak.
hedde
Duvarın yıkılmasından çıkan gürültü.
hedim / hedîm
Yıkan, ortadan kaldıran.
helal
Allah'ın müsaade ettiği şey. Haram olmayan. Dinî bakımdan kullanılmasında, yenilip içilmesinde, dinlenmesi veya bakılmasında yahut dokunulmasında nehiy olmayan.
İhramdan çıkan hacı.
hemheme
Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
Aslan bağırması.
Deve sesi.
Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
Rüzgârın tesiriyle çıkan yaprak sesi.
hengam-ı şebab / hengâm-ı şebab
Gençlik zamanı, delikanlılık çağı.
hengame / hengâme
Seslerin birbirine karışmasından çıkan gürültü. Kavga, gürültü. Şamata.
(Farsça)
hevamm
Böcekler, haşereler. Pire, tahta kurusu, bit, örümcek, yılan gibi, kışın gizlenip yazın meydana çıkan, insan ve hayvanın vücudundan beslenerek yaşayan, insana zararı dokunan (parazit yaşayan) küçük canlılır.
hıçkırık
t. Fazla yemekten ve asabi sebeplerden diyaframın kasılması ve akciğerlerdeki havanın şiddetli ve gürültülü bir şekilde dışarı atılması.
Boğaz tıkanacak surette ve derinden iç çekerek ağlama.
hımhım
Burundan konuşan. Sesleri burnundan çıkararak konuşan kimse.
Burnundan çıkan ses gibi boğuk.
Arap diyarında biten bir ot.
Çok siyah.
hısb
Yay avazı. Ok atma sırasında yaydan çıkan ses.
hitabet beratı
Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe o
hızb
(C. Ehzâb) Erkek yılan.
Ok atarken yaydan çıkan ses.
höyük
Kazıldığında içinden eski eserler çıkan alçakça toprak tepe.
hudre
Göz kapağının içinde çıkan çıban.
hülagu / hülâgu
Mi: 1258' de Bağdadı zaptederek halkını kılıçtan geçirmiş, Abbasi Halifesi Musta'sımı ve bütün âile efradını öldürtmüştür. Cengiz Hanın torunu, Tülay Hanın oğludur. Tarihde en çok kan döken hükümdar olarak bilinir. Abbasi Devletini yıkan Moğol Başkumandanıdır.
hulb
Kuyu dibinde olan balçık.
Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı.
Lif.
hurac
Tıb: Bedenin çeşitli yerlerinde çıkan çıbanlar.
huruf-u halk
Sesi boğazdan çıkan harfler. (Hâ, hı, ayn, gayn, he, hemze gibi)
huruf-u müsta'liye
Tecvidde: Harf ağızdan çıkarken dilin üst damağa yapışması halinde veya üst damağa doğru gitmesiyle çıkan harfler: Kaf, tı, zı, dat, hı, sad, ayın, gayın, Bu harflerin mukabili "istifâle" harfleridir.
huruf-u şefe
Dudaktan çıkan harfler. "Be, Fe, Mim" gibi.
hüve kadar
"Hû" derken çıkan hava kadar.
hüve'l-batın / hüve'l-bâtın
O Bâtındır; bütün varlıkların içyüzlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işleten ve herşeyin iç âlemine hükmeden Allah'tır.
huvela'
Çocuk anasından doğduğunda beraber çıkan ince nâzik deri. (Onda yeşil ve kızıl hatlar olur.)
huzme
Demet. Deste. Bir kucak şey.
Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua.
hüzn-ü gurubi / hüzn-ü gurubî
Sevilen ve bağlanılan herşeyin batıp gitmesinden ortaya çıkan hüzün.
i'lamat-ı nizamiye
Huk: Nizamiye mahkemelerinden çıkan ilâmlar.
ibahiyye
Sevab veya günah olduğunu kabul etmeyen bâtıl ve dalâlete saparak dinden çıkan bir fırka veya bu fırkadan olan kimse.
icane
(Çoğulu: Ecanin) Hamam taşı.
İçinde bez ve kaftan yıkanılan kap.
icazet vermek
Medrese usulüne göre okuttuğu dersi bitiren talebeye hocası tarafından izin verilmesi. Bu tasdikan verilen mühürlü kâğıda "icazetname", icazet vermiş olan müderrise de "muciz" denilirdi.
ifave
Çorbanın iyisi.
Çömlek kaynarken yüzüne çıkan köpük.
iffet
İnsan rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy. Nefsi kötü isteklerinden men etmek. Âr, nâmus, hayâ duygusu.
ifrazat
Vücuddan çıkan, bedenden ayrılan kan, irin, balgam gibi şeyler.
igriz
Kabuğundan henüz çıkan çiçek.
igtisal
Yıkanmak. Gusletmek.
ihtilaf-ı meşreb / ihtilâf-ı meşreb
Bireysel tarzdan dolayı ortaya çıkan farklılık.
ihtinak
(Hank. dan) Boğazın sıkılıp tıkanmasından dolayı nefes alamama. Boğulma.
ihtinak-ı rahm / ihtinâk-ı rahm
Eskiden, rahmin tıkanmasından dolayı olduğu sanılan ve kadınlarda görülen asabî bir hal ve hastalık.
ihvan-üs-safa / ihvân-üs-safâ
On birinci asrın ikinci yarısında Basra'da ortaya çıkan; "İslâmiyete birçok vehimler karışmış, onu bu vehimlerden temizlemek ancak felsefe ile mümkündür. İslâm dînini felsefe vâsıtasıyla saf hâle getirmelidir" diyen sapık ve gizli bir cemiyet, ekol.
ıky
Yemek yemezden evvel çocuğun karnından çıkan necisi.
imparator
Lât. Büyük kral. Birkaç devlete hükmünü geçiren büyük hükümdar. Tahta çıkan kadın olursa ona imparatoriçe denir.
indifa-i bürkani / indifa-i bürkanî
Volkan püskürüğü, yanardağdan çıkan lâvlar.
inebe
Üzüm tanesi.
Tıb: Göz kenarında çıkan sivilce, arpacık.
infitah
Açılma. Boşalma. Tıkanan bir şeyin açılışı.
Tecvidde: Harf okunduğu zaman dil ile üst çene birbirinden ayrılıp, aralarından nefes çıkması. İnfitah harfleri ise şunlardır: (Min, Nun, Elif, Hı, Zel, Vav, Cim, Dal, Sin, Ayın, Te, Fe, Ze, Kef, Lem, Ha, Se, Kaf, He, Şın, Ra, Be, Gayın, Ya
inkaz
Kırma ve bozma.
Tuhaf sesler çıkarma. Küçük bir hayvanın veya böceğin kendine mahsus ses çıkarması.
Vücuttaki oynak yerlerden çıkan ses.
inkişaf eden
Ortaya çıkan.
inkıta / inkıtâ
Kesilme, tükenme, tıkanma.
inşibab
Gençleşme, delikanlı olma.
insidad
(Sedd. den) Tıkanma, kapanma.
insidad-ı em'a / insidad-ı em'â
Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması.
insidad-ı halime
Tıb: Meme başlarının tıkanması.
irhem yareb
Tıb: Bağırsak tıkanması veya dolanması.
işaret-i aliye / işaret-i âliye
Tar: Şeyh-ül islâm, defterdar ve yeniçeri ağası gibi maiyyet memurlarından biri tarafından yazılan takrir veya ilam üzerine sadrazamın kabul veya red şeklinde yazdığı yazı.
Sadaret makamından çıkan emirler.
ism-i batın / ism-i bâtın
Allah'ın, bütün varlıkların iç yüzünü ve özellikle canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işlettiğini gösteren ismi.
ism-i fail / ism-i fâil
Gr: Kendisinden fiil, iş çıkan kimsenin sıfatı. Fâil, hâdim, kâtib gibi.
istifale
Tecvidde: Bir harfin, okunduğu zaman aşağı çene tarafına düşüp üst damağa yükselmesi. Bu hâlde ağızdan çıkan harfler: "Müsta'liye" harflerinin zıddıdır. Bu harfler: "Elif, Be, Te, Se, Cim, Ha, Dal, Zel, Rı, Ze, Sin, Şın, Ayın, Fe, Kaf, Kef, Lâm, Mim, Nun, Vav, He, Yâ" dır.
istihmam / istihmâm / استحمام
Hamama girme, yıkanma.
Banyo yapma, yıkanma.
(Arapça)
istikane / istikâne
(İstikânet) Alçaklık etmek.
Zillet ve meskenet göstermek.
Tevazu göstermek.
ka'kaa
Silâh çatırtısı. Kılınç veya süngü gibi silâhların birbirine çarpmasından çıkan ses.
kab'
Seyahat edip gezmek.
Nefesi tutulmak.
Atın burnu içinden çıkan hırıltı.
kabız / kâbız
Tutan, sıkan, kavrayan.
kafile
(A, uzun okunur) Birlikte sefere çıkanların cemaatı. Kervan.
kağıthane
Kâğıt fabrikası.
İstanbul'da vaktiyle böyle bir fabrikanın bulunduğu yerdeki mesire.
kal'
Bir şeyi kökünden çekip koparmak.
Kendisinden iyi kalay çıkan maden.
Azletmek. Bir tarafa ayırmak.
kalb-i muntazam
Edb: Harfleri ters okunduğu zamanda da bir mâna çıkan kelimedir. Meselâ: "Reşat, taşer" gibi.
kamea
(Çoğulu: Kamâ) Büyük gök sinek.
Gözün kirpikleri diplerinde çıkan sivilceler.
kameri sene / kamerî sene
Ayın yerküresi etrâfında on iki defâ dönmesi esnâsında ortaya çıkan yıl, sene. 354 gün.
kanif / kânif
Udul eden, dönen, yoldan çıkan.
kara'
Deve yavrusunda çıkan beyaz bir sivilce ve kabarcık.
Baştaki saçların hastalıktan dökülmesi.
kararname
Bakanlar Kurulu'ndan çıkan resmî emirler.
(Farsça)
Verilen karârı bildiren yazı.
(Farsça)
karh
Yaralama.
Hasta olmak.
Bedende çıkan yara.
Su olmayan yerde kuyu kazmak.
Yanlış ve yalanla hakkı değiştirmek ve battal etmek.
kaşane / kâşâne / كاشانه
Yuva.
(Farsça)
Mâlikâne.
(Farsça)
kastal
Cenk ederken olan toz, dövüşürken çıkan toz.
kasvet-nak / kasvet-nâk
İç sıkan, sıkıntı veren.
(Farsça)
katolik
Hıristiyanlıktaki mezheblerden biri. Roma kilisesinin kendine verdiği ad. Katolik kilisesine mensup kimse. Merkezi Roma'da (Vatikan'da) olup, rûhânî lideri papadır.
kay
Kusma, istifrağ. Hastalıktan dolayı ağızdan çıkan hazmolmamış gıdâ maddesi.
Ağızdan çıkan hazmolmamış besin, kusmuk.
kedkede
Ağır ağır seğirtmek.
Katı bir cisme dokunmaktan çıkan ses.
kefen
Vefât eden kimsenin yıkandıktan sonra sarılarak defnedildiği beyaz bez parçaları.
kelam-ı lafzi / kelâm-ı lafzî
Kelâm-ı nefsîyi anlatan ve insanın kulağına gelen ve söyleyenin ağzından çıkan harfler topluluğu.
ken
"Kazan, kazıcı, koparan, yıkan, söken." anlamlarına gelir ve kelimelere katılır. Meselâ: (Kuh-ken: Dağ deviren, tünel açan) gibi.
(Farsça)
kezz
Boğazına çıkana kadar yemek.
Çok yemekten dolayı ağırlaşmak.
kıble açısı
Bir beldeden güney veya kuzeyden kıble istikâmetine çıkan iki doğru arasındaki açı.
kızan
Oğlan, erkek çocuk.
Delikanlı, cesur ve silâhlı köylü genç.
kulkul
Şen, çevik, atik.
Bir şeyin deprenmesiyle çıkan ses.
Büyük, derin deniz.
Hızlı giden at.
kurnuk
Yumuşak bedenli delikanlı.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
lafz
Ağızdan çıkan söz, kelime.
Bir şeyi atmak.
laklaka
Leylek sesi.
Hareketten ve ıztıraptan dolayı çıkan ses.
Şiddetli ses ve galebe ile çağrışmak.
Boş ve mânasız söz.
lebdeğmez
t. Dudak değmez.
Edb: Dudaktan çıkan harflerden olan "B-F-M-P-V" sessizlerinin içinde bulunmadığı manzumeler.
ledm
Taşı taşla vurmak.
Yere düşen taştan çıkan ses.
Kaftana yama vurmak.
Defetmek, kovmak.
leffaf
Çok konuşan, çok lâf eden. Pek fazla söyliyen. Can sıkan.
lısb
Küçük kaya yarığı.
Derenin dar yeri. Dar olan her cins madde.
İçi zorla çıkan ceviz.
lüfaze
Değirmenin öğüttüğü un.
Ağızdan çıkan söz.
ma'deniyat
Madenî oluşlar. Madenler. Madenden çıkan şeyler. Maden ilmi.
ma'maa
(Çoğulu: Meâmi) Acele etmek.
Ateşten çıkan ses.
Bahâdırların cenk içindeki haykırmaları.
ma-fat
Kaybolan. Fevt olan. Elden çıkan şey. Kaybedilen.
maa
(Beraber) mânasında bir kelime olup, iki türlü kullanılır:1- İzafetle (tamlama hâlinde):a) Zarf olarak: (Celestü maa zeydin: Zeyd ile beraber oturdum)b) Sıla (cümlecik) olarak: (Musaddıkan lima maaküm: Sizdekini tasdik ederek)c) Haber olarak: (Vehüve maahüm: O, onlarla beraberdir.)2- İzafetsiz: Bu t
maarif yangını
Millî Eğitim Bakanlığında çıkan yangın.
maarizu'l-kelam / maârîzu'l-kelâm
Sözün katmanları arasından çıkan ince mânâlar.
mafat / mâfât
Kaybolan, elden çıkan.
magasil
(Tekili: Magsel ve Magsil) Gusülhâneler, yıkanılacak yerler.
magma
yun. Jeo: Yanardağlardan çıkan hamur kıvamındaki yoğun madde.
magrib
(Mağrib) Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye'ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı.
magsel
(Çoğulu: Magasil) (Gasl. den) Gusülhâne. Ölü yıkanan yer.
magsul
Gaslolmuş. Yıkanmış. Gusletmiş.
mahi / mâhi
Mahveden, yakıp yıkan, yok edici.
makam-ı ebcedi / makam-ı ebcedî / مَقَامِ اَبْجَد۪ي
Bir metnin ebced hesabıyla çıkan sayı değeri.
manşet
Bir gazetede ilk sayfanın en üst kısmındaki büyük puntolu başlık.
(Fransızca)
Bir gömleğin kol kısmına geçirilen ve elbisenin kolundan dışarı çıkan kumaş parçası.
(Fransızca)
marık / mârık
Dinsiz, mürted, hak dinden çıkan.
Dinsiz, hak dinden çıkan.
masnuat-ı sayfiye / masnuât-ı sayfiye
Yaz mevsiminde ortaya çıkan sanat eseri varlıklar.
masver
Sütsüz keçi.
Sütü zor çıkan deve.
matahir
(Tekili: Mathare) Mataralar, su kapları.
Gusülhâneler. İçinde yıkanılıp temizlenilecek yerler.
mathare
(Çoğulu: Matâhir) Gusülhâne. İçinde yıkanılıp temizlenilecek yer.
Su kabı, matara.
medfuat
(Tekili: Medfu') Defedilip dışarı çıkarılmış olanlar.
Sarfedilmiş ve verilmiş paralar. Harcanan veya kasadan çıkan paraların, hesap defterinde kaydedildiği hâne.
melal-aver
Usanç verici, usandıran, sıkan.
(Farsça)
melfuz
(Lâfız. dan) Telâffuz olunmuş, okunmuş olan. Söylenmiş.
Ağızdan çıkan söz, hece, kelime veya harf.
mellaha
Tuz çıkan yer.
meratib-i nisbiye
Göreceli olan mertebeler, başkalarına oranla ortaya çıkan dereceler.
merhuz
Yıkanmış, gusül etmiş.
mest
Abdest alırken ayağın yıkanması farz olan yerini yâni topuklarla birlikte ayakları örten deriden yapılmış su geçirmez ayakkabı.
mevalid / mevâlid
Mahsuller, topraktan yeni çıkan şeyler.
mevcudat-ı bahariye / mevcudât-ı bahariye
Bahar mevsiminde ortaya çıkan varlıklar.
mevkute
Zamanı muayyen, belirli olarak çıkan matbuât. Gazete, mecmua gibi şeyler.
migsel
Tas, ibrik. Yıkanmada kullanılan kab.
mu'sır
(Çoğulu: Mu'sırât) Sıkıcı, sıkan.
mu'tekil
Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına çekip alan.
Devenin dizini büküp bağlıyan.
Güreşte rakibini sarmaya getirip yıkan.
mu'teşi / mu'teşî
Akşam vakti yola çıkan.
muarız / muârız / مُعَارِضْ
Karşı çıkan.
mübrim
(Mübrime) Zorlıyan, zorlayıcı.
Mânâsız ve boş sözlerle can sıkan kimse.
İki katlı yapan.
Cür'et eden.
mücevher
Cevher ile süslenmiş. Elmaslı. Çok kıymetli.
Mc: Kıymetli fikir veya söz.
Edb: Yalnız noktalı olan harfleri, ebced hesabına göre sayıldığı zaman, tarih çıkan beyt veya mısra.
mudcir
(Ducret. den) Sıkıntı veren, sıkan, gamlandıran.
müfad
İfade edilen mânâ, bir şeyden çıkan mânâ.
müflihin / müflihîn
(Tekili: Müflih) Selâmete çıkanlar, kurtulanlar, felâha erenler.
müflihun / müflihûn
(Tekili: Müflih) Kurtulanlar, iflâh olanlar, felâha erenler, müflihler, selâmete çıkanlar.
mugazele
(Ga, uzun okunur) Aşıkane şakalaşma, lâtifeleşme.
mugterib
(Gurub. dan) Batan, gurub eden.
Gurub.
(Gurbet. den) Gurbete giden. Gurbete çıkan.
mugtesil
(Gusl. den) Yıkanan, gusleden.
muhaha
Kemikten çıkan nesne.
muharrib / مُخَرِّبْ
Tahrip eden, yıkan.
Tahrib eden. Harâb eden. Yıkan. Bozan. Perişan eden.
Tahrip eden, yıkan.
Harab eden, yıkan.
muharrib-i medeniyet
Medeniyeti yok eden, yıkan.
muharrik
(Hark. dan) Tahrik eden, çok yakan.
Çok susatan, çok harâret veren.
Yakıp yıkan.
muhassal
Toplam ortaya çıkan, meydana gelen.
mühmel
İhmâl edilmiş. Bırakılmış. Kıymet verilmemiş. Bakılmamış.
Mânasız ve boş söz, cümle. Sonraya atılmış.
Boşlanmış.
Edb: Noktasız harf, noktasız harflerle yazılmış olan.
Ebcedde: Noktasız harflerin hesabı ile çıkan tarih.
muhrib
Tahribeden. Yıkan. Muharrib. Harâb eden.
Tahrip eden, yıkan.
mukabbız
(Kabz. dan) Sıkan, daraltan.
mülhid
Dinden çıkan, dinsiz, kâfir, imânsız. Haşir ve âhirete inanmayan.
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış mânâ vererek dinden çıkan, yâni îmânı bozuk olan, Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) söğen.
münbais
İnbias eden, gönderilen.
İleri gelen. Çıkan. Doğan.
İleri gelen, çıkan.
münceli / müncelî
Ortaya çıkan, zâhir olan, parlayan.
mündefiat
Yaralardan çıkan irin, cerahat gibi şeyler.
münfetiha
Tecvidde: Kur'an okurken dil, üst damaktan ayrılır vaziyette iken ağızdan çıkan harflere denir. Şunlardır; mim, nun, elif, vav, cim, hı, zel, dal, sin, ayın, te, fe, kaf, lem, he, şın, be, ye.
münsed
Tıkanmış, tıkalı.
münsedd
(Sedd. den) Seddedilen, kapanan, tıkanan. Tıkalı.
münselih
(Selh. den) Soyulmuş, derisi yüzülmüş.
Sıyrılıp çıkan, soyunan.
Son güne yetişmiş.
müntabıka
Söylenirken dilin üst damağa kapanması. Bu hâlde ağızdan çıkan harfler; sad, dad, tı, zı.
mürtaki
İlerliyen, terakki eden. Yükselen, yukarı çıkan.
mürted / مرتد
Müslüman iken dinden çıkan, kâfir olan kimse.
Dinden çıkan.
İslam dininden çıkan.
(Arapça)
mürtesim
İrtisam eden, resmi çıkan. Görünür hâle gelen.
müsafir / müsâfir
Yolcu. Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkan kimse.
müsebbebat / müsebbebât
Bir sebeple olanlar, sebeple meydana çıkanlar. Neticeler.
Sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan şeyler, neticeler, sonuçlar.
müseddid
(Sedd. den) Tıkayan, sed yapan.
Tıkanmış, sed yapılmış, mesdud.
(Sedad. dan) Doğrultan. Doğru yola sevkeden.
müşrif
Etrafı gören, etrafa bakan.
Yüce yer, yüksek yer.
Yükselen, çıkan.
Bir hal almağa yüz tutmuş olan.
Yükselen, çıkan.
Ölüme pek yakın bulunan.
Etrafa bakan, etrafı gören.
Vakıf malı koruyan kimse.
müsta'liye
(İsti'la. dan) İsti'la eden, yükselen, üstün gelen, üste çıkan.
müstebık
(Sebak. dan) Yarışa çıkan, istibak eden.
mütebadir
Birden bire akla gelen. Ortaya çıkan.
mütebariz / mütebâriz
(Bürüz. dan) Tebarüz eden, meydana çıkan. Bâriz âşikar olan.
Açığa çıkan.
mütebarizin / mütebarizîn
(Tekili: Mütebariz) Meydana çıkanlar, belirenler, tebarüz edenler.
müteberriz
Beliren, meydana çıkan, teberrüz eden.
mütebeyyin
Meydana çıkan, anlaşılan. Tebeyyün eden.
mütecella
Münkeşif olup görünen, âşikâr olan.
Yükseğe çıkan. Yukarı havâle olan.
mütecelli
Tecelli eden, meydana çıkan, görünen. Parlak.
mütefazzıl
(Çoğulu: Mütefazzılîn) (Fazl. dan) Meziyet, fazilet ve bilgi yarışına çıkan.
mütegallibe
Galebe çalan, baskın çıkan (âdetler).
mütegarrib
(Çoğulu: Mütegarribîn) (Gurbet. den) Gurbete çıkan.
mütegarribin / mütegarribîn
(Tekili: Mütegarrib) Gurbete çıkanlar.
mütegassil
Yıkanan, gusleden. Yıkayan.
mütehaddis
(Hudus. dan) Meydana gelen, peydâ olan, meydana çıkan.
mütehakkık
Tahakkuk eden, doğruluğu meydana çıkan.
mütehassıl olan
Hâsıl olan, meydana gelen, sonuç itibariyle ortaya çıkan.
mütemaşi
Seyre çıkan.
mütenezzihat / mütenezzihât
(Tekili: Mütenezzih) Gezintiye, tenezzüh etmeğe çıkanlar.
Tenezzüh edip düşünenler.
Temize çıkanlar.
mütenezzihin / mütenezzihîn
(Tekili: Mütenezzih) Gezintiye çıkanlar, tenezzühe çıkanlar.
muteriz / mûteriz
İtiraz eden, karşı çıkan.
İtiraz eden, karşı çıkan.
mütesahib
(Çoğulu: Mütesâhibin) Sahib çıkan, arka olan.
mütesahibin / mütesahibîn
(Tekili: Mütesahıb) Sahib çıkanlar, arka olanlar.
mütesaid
Yükselen, yukarı çıkan.
Ziyade olan.
Zahmet veren.
mütesallik
Etrâfındaki şeylere dolanarak yukarı doğru çıkan, tırmanan.
müteşekkir
Şükreden, iyiliğe karşı nazikâne davranan.
müteşemmis
(Şems. den) Güneşlenen, güneşe çıkan.
müteveccih
Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan.
Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak.
Pir-i fâni olmak.
mütevellid
Doğan, çıkan.
Doğan, dünyaya gelen.
İleri gelen, çıkan, hâsıl olan.
Doğan, ortaya çıkan.
mütevellit
Ortaya çıkan, meydana gelen.
mütezahimin / mütezahimîn
(Tekili: Mütezahim) İzdihamdan dolayı birbirinin üstüne çıkanlar. Kalabalıktan sıkışanlar.
mütezahir
Görünen, tezahür eden, ortaya çıkan.
Muavenet eden, yardım eden.
mütezekki
Temize çıkan, tezekki eden.
muvafakat-ı cifri / muvafakat-ı cifrî
Cifir ilmi açısından ortaya çıkan uyum.
muvakere
Tarladan çıkan mahsulden bir kısmını almak şartıyla birlikte ekme.
müzahir
(Zahr. dan) Zahir olan, taraftar çıkan, geriden yardım eden, koruyan.
muzik / muzîk
(Mudîk) Sıkan, sıkıştıran, darlaştıran.
na'r
Çağırmak.
Haykırmak.
Burun içinden çıkan ses.
Gitmek.
Firar, kaçmak.
Galeyan.
na're
Nâra. Yüksek sesle uzun uzun bağırma. Çağırma. Haykırma.
Burun içinden çıkan ses.
na-şüste
Yıkanmamış.
(Farsça)
nabite
Bir kabilede yeni çıkan küçük çocuk.
nafata
Vücutta çıkan sivilce veya kabarcık.
nafe / nâfe / نافه
Ceylanın göbeğinden çıkan misk.
(Farsça)
Sevgilinin saçı.
(Farsça)
nafıka
(Çoğulu: Nevâfık- Nüfeka) Arab tavşanının (diğer adı; tarla fâresi dedikleri hayvanın) iki yuvasından gizli olanın adıdır. Bu hayvan, bunun tavanını yeryüzüne çok yakın yapar. Belirli olan kasia dedikleri yuvasında tehlike hissederse hemen nâfıkanın tavanını delerek kaçar. Münafıklar buna benzediği
nahme
Göğüsten çıkan ses.
naka-i salih / nâka-i sâlih
Salih Peygamber'in (A.S.) bir mu'cizesi olarak kayadan çıkan devesi.
nakıbe
(Çoğulu: Nukab) Kişinin yan tarafında çıkan çıban.
naşi / nâşi / nâşî / نَاشِي
Meydana gelen, ortaya çıkan.
Ortaya çıkan.
naşie-i zatiye / nâşie-i zâtiye
Bizzat zâtından çıkan ve zâtından başka hiçbir şeyden kaynaklanmamış olan.
nazar değmesi
Göz değmesi, bâzı kimselerin gözlerinden çıkan zararlı şuâların, canlı ve cansız bir şeye bakıp beğendikleri zaman bozulmalarına sebeb olması.
nebean eden / nebeân eden
Fışkıran, ortaya çıkan.
necl
(Çoğulu: Encâl) Oğul, evlât, çocuk.
Kuşak, nesil, sülâle.
Atmak.
Ayak ucuyla vurmak.
İstihrac etmek, meydana çıkarmak.
Yerden çıkan su.
necv
(Çoğulu: Nicâ) Yüzmek.
İki kişi arasında olan sır.
Karından çıkan necis.
nefel
Düşmandan alınan mal, ganimet.
Ulü-l emrden müsaade almadan düşmana karşı çıkan az sayıda bir cemaat.
neffata
Neft yağı çıkan pınar.
nefta
(Nifta) (Çoğulu: Nefat) Çalışmaktan dolayı elde çıkan kabarcık.
nehir
Burun içinden çıkan ses, hırıltı.
nekre
Belirsiz olan.
Çıban ve yaradan çıkan kan ve irin.
Garip ve gülünç fıkralar.
Hoş sohbet ve hazır cevap kimse.
Gr: Belirtilmemiş isim, neye delâlet ettiği belli olmayan (harf-i tarifsiz) isim.
nesg
Gitmek.
Almak.
Ağaç kesildiğinde çıkan su.
Vurmak.
Dürtmek.
nesib
Asil kadının vasfı.
Edb: Kasidenin âşıkâne olan mukaddemesi.
nesil
Kazıldığında çıkan kuyu toprağı.
neşiş
Kaynayan şeyden çıkan ses.
netice-i şerriye
Şerden ortaya çıkan sonuç.
nevcivan / نوجوان
Genç, delikanlı.
(Farsça)
Delikanlı.
Delikanlı, genç.
(Farsça)
nevcivani / nevcivanî
Gençlik, delikanlılık.
nevrah
İlk olarak seyahata çıkan. Yeni yolcu.
(Farsça)
Yeni yol.
(Farsça)
nevsefer
Yeni yolculuğa çıkan.
(Farsça)
nuht
Çocukla birlikte karından çıkan su.
peyman-şiken
(Peyman-şikân) Yemin bozan, ahdini yerine getirmeyen.
rabıta-i iman
İman bağı, imanla ortaya çıkan bağ.
reden
Hazz denilen kumaş.
Silâhların biribirine dokunmasından çıkan ses.
İplik eğirmek.
rehneverd
Yola çıkan. Yolcu.
(Farsça)
reşem
İlk evvel çıkan ot.
rezeme
(Çoğulu: Ruzum) Devenin ağzını açmadan boğazından çıkan ses.
ru-nüma
Yüz gösteren, meydana çıkan.
(Farsça)
Yüz görümlüğü.
(Farsça)
ru-nümun
Meydana çıkan, yüz gösterici.
(Farsça)
sa'fe
Çocuğun başında çıkan çıban.
Kel.
saba
Hevâ ve nefsine meyletme. Delikanlılık.
şabb
Genç, delikanlı, yiğit.
şabb-ı emred
Bıyığı, sakalı henüz çıkmış delikanlı.
sabırsuz / sabırsûz
Sabrı yıkan, taşıran.
saderu
(Çoğulu: Sâderuyân) Yüzünde tüy bitmemiş genç delikanlı.
(Farsça)
sadır / sâdır / صادر
Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
Çıkan; ortaya çıkan, meydana gelen.
Çıkan.
Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
Çıkan.
(Arapça)
Sâdır olmak:
(Arapça)
Çıkmak, meydana gelmek.
(Arapça)
İmzadan çıkmak.
(Arapça)
sadır olan / sâdır olan
Çıkan, meydana gelen.
sadire / sâdire / صادره
Çıkan.
(Arapça)
saet
Doğumdan sonra koyunun rahminden çıkan madde.
şafe
Ayakta çıkan ve dağlamayınca gitmeyen çıban.
safir
(Sefir) Sefere çıkan.
Elçi.
Kâtib.
sahabe
(Sahâbi) Sâhibler. Sâhib çıkanlar.
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (A.S.M.) sağ iken mü'min olarak görmüş, mü'min olarak vefat etmiş erkek müslüman.
sahabetkar / sahabetkâr
Koruyan, sahib çıkan, arka olan.
(Farsça)
sahib-i mirac
Miraca çıkan Peygamberimiz (a.s.m.).
şahid
(Çoğulu: Şevâhid-Şühud) Veled yatağı denilen ve çocuk ile birlikte çıkan deri.
sahih kan / sahîh kan
Sekiz yaşını bitirip, dokuz yaşına bastıktan birkaç gün veya ay, yâhut seneler sonra, sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre, en az üç gün (ye tmiş iki saat) devâm eden kan; hayız ve aybaşı ka
şahmerdan
(Şâh-ı merdan) Mertlerin şahı, Hazret-i Ali (R.A.).
(Farsça)
Aşağı yukarı çıkan büyük demir tokmak.
(Farsça)
said
(Suud. dan fâil) Yukarı çıkan, yükselen, kalkan.
Yukarıdaki temiz toprak, pislikten uzak pâk toprak. Yeryüzü.
Yol, tarik.
Mezar, kabir.
Yüksek.
Yukarı çıkan.
sakil
(Sıklet. den) Ağır, can sıkan, sıkıcı. Çirkin kaba.
salavat
(Tekili: Salât) Namazlar.
Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
Nimetten çıkan şükürler. İbadetler.
Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar.
Nasârâ kilisesi.
salil
Demirden çıkan ses. Demir sesi.
sall
Demirlerin birbirlerine sürtünmelerinden çıkan ses.
san'at-ı şuuriye-i rahmaniye / san'at-ı şuuriye-i rahmâniye
Rahmeti sınırsız olan Allah'ın sonsuz ilminin neticesi olarak ortaya çıkan san'atı.
saniye
Dakikanın altmışta birisi. Çok kısa bir zaman.
Dakikanın altmışta biri.
şarık / şârık
Çıkan, tulu' eden.
Parlayan.
Doğudan çıkan, doğan, parlayan.
şat'
Yerden yeni çıkan taze ekin yaprağı. Ekinlerin taze çıkan filizleri, yaprağı.
Su arkı.
Cima etmek.
Bağlayıp sağlamlaştırmak.
satı'
(Sâtı'a) Yükselerek meydana çıkan.
Yükselerek görünen. Nur saçan. Parlak.
saye-dar
Gölge eden, gölgesi olan, gölgeli.
(Farsça)
Sâhip çıkan, koruyan, himâye eden.
(Farsça)
şe'v
Geçmek, takaddüm eylemek.
Son, nihayet.
Devenin yuları.
Zembil.
Kuyudan kazıp toprak çıkarmak. Kuyudan çıkan toprak.
Kaygan.
şebh
Süt sağarken çıkan ses.
sefa'
Buğday başının kılçığı.
Orak.
Kuyu içinden çıkan toprak.
semere-i istidad
Var olan kabiliyet ve potansiyelden ortaya çıkan netice.
semere-i sa'y
Çalışma ve çabalamayla ortaya çıkan netice, meyve.
şerayin-i sübatiyye
Boynun iki tarafında olup kalbden gelen ve kafaya çıkan iki kalın atar damar.
şeref-zahir
Şerefle çıkan.
(Farsça)
şerh-i sadr
Peygamber efendimizin çocukluğunda ve peygamberliği sırasında (mîrâc gecesinde) mübârek göğsünün açılarak kalbinin çıkarılması ve yıkanıp ilim, hikmet ve mârifet ile doldurulduktan sonra yerine konması hâdisesi.
Göğsün yâni kalbin ilâhî nûr, ilim, hikmet ve mârifet ve sekîne (ferahlı
sevda
Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk.
(Farsça)
Hırs. Tama.
(Farsça)
Heves, istek.
(Farsça)
Siyah.
(Farsça)
Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat.
(Farsça)
Gam. Keder, Sıkıntı.
(Farsça)
şeylem
Sarhoşluk veren ve bazan buğdayların arasında çıkan siyah bir tohum.
sı'sıa
Sığınacak yer, sığınak, melce'.
Her nesnenin aslı.
Horozun baldırında çıkan fazlalık parmak.
şib
Üzerine kar düşen dağ.
Su içerken devenin dudağından çıkan ses.
sibak-ul kelam / sibak-ul kelâm
Sözün ilk halindeki bağlantısı, sözün evvelinde geçenden çıkan mânâ.
sımame
Kan damarlarında tıkanıklık yapan kan pıhtısı.
siper
Arkasına saklanılacak şey. Koruyan.
(Farsça)
Mânia. Sığınak veya set arkası, duvar altı gibi kuytu yerler.
(Farsça)
Okun, giderken kabzayı zedelememesi için sol elin üzerine konulan âlet.
(Farsça)
Muharebede askerin kurşun ve gülleden korunması için toprak kazılarak açılan ve ön tarafına, çıkan
(Farsça)
şirpençe / şîrpençe / شيرپنچه
(Şir-pençe) (Aslan pençesi) Vücutta ve daha ziyade sırtta çıkan çok tehlikeli bir çıban.
(Farsça)
Arslan pençesi.
(Farsça)
Sırtta ve boyunda çıkan bir tür kan çıbanı.
(Farsça)
sitem
Haksızlık, zulüm.
(Farsça)
Nâzikâne çıkışma.
(Farsça)
Eziyet, cefa.
(Farsça)
şiya'
Zahir olmak, görünmek.
Çobanın kavalından çıkan ses.
Odun takıltısı.
sôfistaiyye / sôfistâiyye
Mîlâddan önce beşinci asırda Yunanistan'da ortaya çıkan felsefî bozuk bir fırka, topluluk.
su'l
(Çoğulu: Süul) Devede sonradan çıkan küçük meme.
Koyunda küçük meme.
Asıl dişin yanında çıkan fazlalık diş.
şua / şûa
Işın; bir ışık kaynağından çıkan ışık telleri.
şübban
Gençler, delikanlılar.
sudur eden / sudûr eden
Çıkan.
Ortaya çıkan, meydana gelen.
sühal
Çocuk doğunca beraber çıkan su.
Zayıf adamlar.
suhd
(Çoğulu: Eshâd) Çocukla birlikte çıkan sarı su.
sühl
Eşeğin göğsünden çıkan hırıltı.
sülale
Sıkınca parmakların arasından dışarı çıkan safi balçık.
Meni akıntısı.
sum'a
İhlâssızlıktan çıkan, işitilsin ve bilinsin için yapılan iş, gizli riyakârlık.
sünnet-i seyyie
İslâmiyet'in yasak ettiği, sonradan ortaya çıkan, kötü, beğenilmeyen şeyler. Peygamber efendimiz ve dört halîfesinin zamânında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan ibâdet olarak yapılan şeyler. Bid'at.
suram
Zillet ve hastalık.
Emzikten son çıkan süt.
suretpezir
Meydana çıkan, hâsıl olan, şekillenen.
(Farsça)
şüste
Yıkanmış.
(Farsça)
şüstüşu / şüstüşû / شست و شو
Yıkama.
(Farsça)
Yıkanma.
(Farsça)
şuyide
Yıkanmış.
(Farsça)
tahaşhuş
Kâğıt hışırtısı.
Yeni kaftan avazı. Silâhların sürtünmelerinden çıkan ses.
tahribkar / tahribkâr
Yıkan, bozan.
Tahrib eden, yıkan.
tahric
(Huruc. dan) Çıkartma. Meydana koyma.
Şehadetname vermek.
Fık: Müçtehidlerin istinad ettikleri naslara, kaidelere, asıllara tatbikan şer'î hükümleri istihrac etmek. Bu tarz ile hüküm çıkarabilmek salâhiyetinde olanlara: Muharric, sahib-i tahric, ashâb-ı tahric denir.
taktaka
(Tıktıka) Taşlardan çıkan ses.
Hayvanların ayak sesleri veya bunları anlatmak için söylenen kelime.
talavet
Güzel, hüsün. Şirinlik, zariflik.
Ağızda çıkan bir nevi yara.
tarafgir
Taraf tutan. Taraflardan birine sahip çıkan.
(Farsça)
tari / tarî
(Tarâ. dan) Birdenbire çıkan, ansızın görünen.
taze
Yeni kesilmiş, bayatlamamış, taravetli, buruşmamış.
(Farsça)
Yeni duyulan, henüz ortaya çıkan.
(Farsça)
Kuru olmayan, yeşil.
(Farsça)
Genç, körpe.
(Farsça)
tebahkar / tebâhkâr / تباهكار
Yok eden, mahveden, yıkan.
(Farsça)
tebessüm
Gülümseme. Nazikâne ve dişlerini göstermeyerek gülme.
tebeyyün eden
Belli olan, ortaya çıkan.
techiz / techîz
Donatma. Gereken şeyleri tamamlama. Cihazlanma.
Fık: Cenazenin yıkanmasından defnetmeğe kadar yapılması lâzım gelen şeyler ve bunları tedarik etme.
Vefât edenin (ölenin) yıkanmasından kabre defnedilmesine kadar yapılması lâzım gelen şeyler.
techiz-i meyyit
Ölünün yıkanıp, temizlenip, kefen ve sair ihtiyaçları tedarik edilerek hazırlanması.
teennuk
Nazarında ve fikrinde dikkatli olmak. İttikan. Eşyanın hikmetli, kusursuz ve pürüzsüz yapılışı.
tefrika
Nifak. Ayrılık. Bozuşma.
Bir gazete veya dergide parça parça, bir önceki yazının devamı olarak çıkan uzun yazı.
Fırka fırka olmak.
tegassül
(Gasl. den) Gusletme, yıkanma.
telaffuz
Söyleyiş, söyleniş.
Ağızdan çıkan lâfız.
telattuf
(Çoğulu: Telattufât) (Lutf. den) Lütuf ve nezaketle davranma. Nâzikâne muamelede bulunma.
telattufat / telattufât
(Tekili: Telattuf) Nâzikâne muameleler.
telatuf
(Çoğulu: Telâtufât) Nezaket ve lütufla hareket etme, nâzikâne muamelede bulunma.
teneşir
Serîr; ölünün yıkandığı masa şeklindeki dört ayaklı uzun tahta zemin.
terettüp eden
Sonuç olarak ortaya çıkan.
terettüp-ü netice
Sonuç olarak ortaya çıkan şey.
terkik
İnce ve nazikâne sesle anlatma, mânası kinaye yollu olma.
Tecvidde: Harfi ince okumak.
Bir kimseyi köle veya cariye etme.
Yumuşatma.
İnceltme.
tezahür eden / tezâhür eden
Ortaya çıkan, görünen.
tezahürat-ı hayatiye / tezâhürât-ı hayâtiye / تَظَاهُرَاتِ حَيَاتِيَه
Hayatla ortaya çıkan görünümler.
tezekkür-i mevt
Ölümü hatırlamak. İnsanın kendini ölmüş, teneşir tahtası üzerinde yıkanmış, kefene sarılmış ve tabuta konulmuş ve mezâra gömülmüş olarak düşünmesi.
tıktıka
Taşların birbirine dokunması sonucu çıkan ses.
tubaha
Çömlek.
Ağızdan çıkan köpük.
tuhfe
Turfanda şey.
Görülmemiş yeni çıkan. Yeni.
Hediye, armağan.
tulu eden / tulû eden
Doğan, ortaya çıkan.
uçbeyi
Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar
uddet
Gelecek zamanın hâdiseleri için, darlığa düşmemek için mal ve silâh gibi şeylerde hazırlık. Mühim levâzımat.
İstidad.
Gençlerin yüzlerinde çıkan sivilce.
ürmule
(Çoğulu: Erâmil) Ergen delikanlı.
urret
(Çoğulu: Urr) Devenin dudaklarında ve ayaklarında çıkan bir çıban.
Ulaşmak, varmak.
Kuş tersi.
usare
Vücud bezlerinden akan faydalı su. Sıkılmış şeylerden çıkan su. Öz su.
üşhub
Süt sağılırken çıkan ses.
vasail
(Tekili: Vasâyil) : (Vasile) Yemen'de çıkan çubuklu, alaca kumaşlar.
vedi / vedî
Küçük abdest bozduktan sonra çıkan beyazımsı su.
İdrârdan sonra çıkan, yapışkan, beyaz ve bulanık koyu sıvı.
vega'
Kavga gürültüsü. Harp yerinden çıkan sesler. Savt. Patırtı.
vegik
Davar yürürken karnından çıkan ses.
vehhabilik / vehhâbîlik
Sapık bir fırka. On sekizinci yüzyıl ortalarında Arabistan yarımadasında Necd bölgesinde ortaya çıkan, Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından kurulan dînî ve siyâsî bir yol. Bu yolda olana Vehhâbî denir.
vücud bulan
Meydana gelen, varlık âlemine çıkan.
vülat / vülât
(Tekili: Vâli) Vâliler.
Sâhib çıkanlar.
Koruyan, muhafaza edenler.
yolcu
Yola çıkan, konuk, seferî kimse.
zade-i tab / zâde-i tab
Bir kimsenin düşünce mahsûlü olarak kaleminden çıkan, doğan.
zahir / zahîr / zâhir / ظاهر / ظَه۪يرْ
(Zahr. dan) Kuvvetli deve.
Yardımcı, arka çıkan.
Geriden gelen kuvvet.
Yardımcı, arka çıkan.
Ortaya çıkan, görünen, zuhur eden.
(Arapça)
Belli, açık, aşikâr.
(Arapça)
Sanırım
(Arapça)
Görünüş, dış yüz.
(Arapça)
Zâhir olmak:
Ortaya çıkmak, görünmek, zuhur etmek.
(Arapça)
Arka çıkan.
zahir olan
Görünen, ortaya çıkan.
zayi / zâyi / zâyî
Elden çıkan, kaybolan.
Elden çıkan, yitik.
zayi olan / zâyi olan
Elden çıkan, kaybolan.
zayi'
(Ziya'. dan) Elden çıkan. Kaybolan. Yitik. Zarar, ziyan.
Elden çıkan, yitik, kaybolan.
zelaka / zelâka
Tecvitte keskin olarak çıkan harfler (lâm, râ, nun).
zemzem
Kâbe-i muazzamanın Hacer-ül-esved köşesi karşısındaki kuyudan çıkan mübârek su.
zerdec
Usfur çiçeğinin evvel çıkan sarı suyu.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ve minallahi't-tevfik
şegaf
i'la-yı kelimetullah
i'la
hali
مواد
muvacehesinde
teshir
tâğyir
kemmiyet
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
ikan
Emine
tebarek
LALE
kuddi
Narin
mutesa
ûlâ
Keski
Tatli dilli