Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
hu
kelimesini içeren
644
kelime bulundu...
ad
Hud aleyhisselâmın kavmi.
ad kavmi / âd kavmi
Hûd aleyhisselâmın kavmi. Bu kavim Nûh aleyhisselâmın torunlarından Âd'ın evlâdından çoğaldıkları için bu adı almışlardır. Bu kabile, Yemen'de Hadramûd bölgesinde, Umman ile Aden arasında Ahkâf denilen yeri yurt edindi. Yemen ile Şâm arasında yerleştikleri de rivâyet edilmiştir.
adavet
Husumet, düşmanlık. Kin. buğz. Garaz.
adem-i hürmet
Hürmetsizlik etme, saygısız olma.
adem-i istima'
Huk: Mahkemede dâvanın dinlenmemesi.
adem-i meyl-i saltanat
Hükümdarlığa ve sultanlığa meylinin bulunmaması.
afv-i anil ceraha
Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan dolayı malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i vukufca tayin edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır.
afv-i anilkat'
Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak kazandığı diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.
ahkam / ahkâm / احكام / اَحْكَامْ
Hükümler, kanunlar.
Hükümler. Allahü teâlânın emirleri ve yasakları. Hükm'ün çokluk şeklidir.
Hükümler, esaslar.
Hükümler, kanunlar.
Hükümler.
Hükümler.
(Arapça)
Hükümler.
ahkam-ı şahsiye / ahkâm-ı şahsiye
Huk: Şahsın kendisini alakalandıran hükümler.
ahkem-ül hakimin / ahkem-ül hâkimîn
Hükümdarların hükümdarı. Hâkimlerin en hâkimi. Cenâb-ı Hak (C.C.)
ahkemu'l-hakimin / ahkemu'l-hâkimin
Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah.
ahlak / ahlâk / اخلاق
Huy, tabiat, insanın davranış tarzı, tutum ve tavrı.
Huy, ahlak.
(Arapça)
ahrar / ahrâr
Hürriyetçiler (II. Meşrûtiyet devrinde bir partinin ismi).
Hürler, esir ve köle olmayanlar.
Hürriyetçiler.
ahrarane
Hürriyetçilere yakışır tarzda. Serbestçe. Hür olana yakışır surette. (İnsana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubudiyyeti intac eder. Mün.)
(Farsça)
ahrarlar
Hürriyetçiler, Demokrat Parti mensupları.
ahval-i şahsiye
Huk: Hakiki şahısların, hukuki varlıklariyle alâkalı olan hukuki durumlar. (Doğum, evlenme, boşanma, evlat edinme, ölüm hadiseleri gibi)
ahzan / ahzân / احزان
Hüzünler.
Hüzünler, üzüntüler.
Hüzünler.
(Arapça)
akideyn / âkideyn
Huk: Her akidde anlaşmayı yapan her iki taraf.
akreb-i mekniyyat
Huk:Meşrut-un lehi bildiren zamirin en yakın mercii mânasını anlatır. Meselâ: Bir vakfiyede vâkıf tevliyetini evvelâ kendisine, sonra oğlu "A" ya, sonra çocuklarına şart etse, çocukları tabirindeki zamir vâkıfın kendisine değil de en yakın merci'i bulunan "A" nın çocuklarına hamlolunur. (Huk.L.)
alam-ı hazinane / âlâm-ı hazinane
Hüzün veren elemler, acılar.
ale'l-husus / ale'l-husûs
Hususiyetle, özellikle.
ale-l-husus
Hususiyle, hepsinden önce olarak. Bâhusus.
alettahsis
Hususi olarak, bilhassa, hele, en çok.
aram-suz / arâm-sûz
Huzuru bozan, rahatsızlık veren.
(Farsça)
aramiş / ârâmiş
Huzur, rahat.
(Farsça)
arazi-i emiriyye / arâzi-i emiriyye
Huk: Beytülmâle mahsus olup devlet tarafından şahıslara dağıtılan yerler. (Tarla, çayır, koru ve emsali gibi.)
arazi-i emiriyye-i mevkufe / arâzi-i emiriyye-i mevkufe
Huk: Sadece hazine menfaatleri veya tasarruf hakları veyahut ikisi de bir hayır cemiyetine ayırılan miri arazi.
arazi-i emiriyye-i sırfa / arâzi-i emiriyye-i sırfa
Huk: Beytülmâle mahsus menfaatleri ve tasarruf haklarından hiçbiri bir cihete verilmeyip devlete ait olan ve şahıslara dağıtılan memleket arazisi.
arazi-i gamire / arâzi-i gamire
Huk: Harap, su baskınına uğramış veya içine henüz çift girmemiş yerler.
arazi-i mahlule / arâzi-i mahlule
Huk: Araziyi kullananın intikal sahibi mirasçı bırakmaksızın ölümüyle hükümete kalan arâzi-i emiriye.
arazi-i mahmiye / arâzi-i mahmiye
Huk: Beytülmâle ait araziden, koru, mer'a, yol, pazar yerleri gibi halkın ihtiyaçlarına ayrılmış olan arâzi.
arazi-i meftuha / arâzi-i meftûha
Huk: Fetih hakkının taalluk ettiği yerler.
arazi-i mektume / arâzi-i mektume
Huk: Beytülmâle haber verilmeksizin kullanılan mahlul veya müstahik-i tapu araziler.
arazi-i mevkufe-i sahiha / arâzi-i mevkufe-i sahiha
Huk: Arâzi-i memlükeden şartlarına uygun olarak vakfolunan yerler.
arazi-i mülkiye / arâzi-i mülkiye
Hükümet arazisi, hükümet toprağı. Hazine arazisi.
arazi-i mürfaka / arâzi-i mürfaka
Huk: Sokaklarda oturulacak yerler ve caddelerde boş bırakılan kısımlar. Yolculara ait terkedilmiş konak yerleri, kervansaraylar.
arazi-i müştereke / arâzi-i müştereke
Huk: Çokları tarafından tasarruf olunan yer.
arazi-i öşriyye / arâzi-i öşriyye
Huk: Ziraat olundukça her sene hâsılatından beytülmâle, beytüssadakaya konulmak üzere, fakirlerin hakkı olan öşür alınan arâziler.
arz-ı hüner
Hüner gösterme, marifet izhar etme.
arz-ı hürmet
Hürmetini bildirme. Saygısını gösterme.
Hürmet etme, saygı sunma.
arz-ı tazim / arz-ı tâzim
Hürmet ve övgüyü arzetme, sunma.
ashab-ı matlub / ashâb-ı matlub
Huk : İflâs hâlinde bulunan şahsın, kanuni alacaklılarının yekûnü.
asi / âsî
Hurma salkımı.
asl-ı meyyit
Huk: Ölen kimsenin babası, babasının babası ve ilh...
asr-ı hürriyet
Hürriyet asrı.
asude-gi / asûde-gî
Huzur, rahat, asayiş.
(Farsça)
asudegi / âsûdegî / آسودگى
Huzur.
(Farsça)
ateş-mizac
Huysuz, geçimsiz, sert tabiatlı kimse.
(Farsça)
avaz-ı hususi / âvâz-ı hususî / آوَازِ خُصُوصِي
Hususi ses, sadâ.
ayb-ı hadis / ayb-ı hâdis
Huk: Satılan eşya müşteri elinde iken ârız olan ayıb. (Müşterinin satın aldığı kumaşı kesip biçmesiyle meydana gelen hâl gibi)
azade / âzâde
Hür, serbest, kendi başına.
azade-gi / azade-gî
Hürlük, âzâdelik, serbestlik.
(Farsça)
azatlık
Hürriyet, özgürlük.
bab-ı hükümet / bâb-ı hükümet
Hükümet dairesi, hükümet kapısı.
bahr-i bikeran / bahr-i bîkerân
Hudutsuz, sınırsız deniz.
bahusus
Hususiyle. En çok. Hele.
bahuzur / bahuzûr
Huzur ile. Huzuru ile.
bahv
Hurmanın yaş olanı.
bari
Hususu ile. Hele. Hiç olmazsa. Bir def'a.
(Farsça)
battal / battâl / بَطَّالْ
Hükümsüz.
be-hükm
Hükmiyle, hükmünce.
bed-reg
Huysuz, aslı kötü olan hayvan veya insan.
(Farsça)
bedel-i ferag
Huk: Arazi-i emiriye ve icareteynli vakıf gayr-i menkullerinin tasarruf haklarının devredilmesi karşılığı alınan bedeldir.
bedel-i icar
Huk: Arazi hukukunda tasarruf hakkı mukabilinde verilen emsâline uygun peşin para.
bedel-i müsemma
Huk: Akidde belirlenen bedel.
bedel-i öşr
Huk: Arazi-i emiriye üzerinde bina yaparak veya meyvesiz ağaç dikerek koru haline koyma sebebiyle öşre bedel alınan kira.
bedel-i rakabe
Huk: Kölenin sahibi tarafından azad edilmesi için, şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi karşılığında vermeyi kabullendiği ıtk veya kitabet akçesi.
bedhu / bedhû / بدخو
Huysuz, kötü huylu.
(Farsça)
beyan-ı tefsir
Huk: Mücmel ve mübhem bir sözden maksadın ne olduğunu açıklayan beyan.
beyan-ı zaruret
Huk: Zaruri beyandır. Susmak suretiyle ifade edilen mâna, beyan-ı zaruret kabilindendir.
beyyine-i adile / beyyine-i âdile
Huk: Adaletli kimselerin şehadetleri.
bezm-i hass / bezm-i hâss
Hususi meclis.
bi'at-ı rıdvan / bî'at-ı rıdvân
Hudeybiye'de Semûre ismindeki ağacın altında 400 Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimize, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getireceklerine dâir verdikleri söz.
bi-meal / bî-meal
Hükümsüz, mânasız, saçmasapan söz.
(Farsça)
bidayet-i hürriyet
Hürriyet'in başlangıcı; Meşrutiyet'in ilk yılları.
bil-hassa
Hususi olarak, mahsus, özellikle.
bitlab
Hurma çiçeğinin tomurcuğu.
(Farsça)
bonkör
Hulus-i kalb. Kalb temizliği. İyilik.
(Fransızca)
bostan-ı huda / bostan-ı hudâ
Huda'nın, Allah'ın bostanı meâlinde olup, İlâhî güzellikleri ve tecelli-i İlâhînin aksettiği yer mânâsında kullanılır. "Vahidiyet mertebesi" diye de söylenmiştir.
(Farsça)
bürdi / bürdî
Hurmanın iyisi.
bürokrasi
Hükûmet dairelerinde aşırı kırtasiyecilik, muamele çokluğu. İşlerin yürütülmesinde şekilciliğin ve idarî işlemlerin ağır basması hâli. Devlet görevlilerinden meydana gelen zümre veya sınıf. Memurlar sınıfı. Bürokrasi, her çeşit rejimde tahakküm vasıtası olmaktadır. Oysa İslâmiyet'te devlet makamları
(Fransızca)
cemiyet-i ahrar / cemiyet-i ahrâr
Hürriyetçiler cemiyeti, cemaati.
cesis
Hurma ağacının yeni çıkan budağı. (Fesîl-ün-nahl derler).
cevhan
Hurma kuruttukları yer.
ceza'
Hüzünle ağlayıp sızlanmak. Sabırsızlık yüzünden telâş ve teessür göstermek.
cibal-i mübaha / cibal-i mübâha
Huk: Hiç bir kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan dağlar.
cibillet
Huy, fıtrat, yaradılış, tabiat, cibilliyet.
cibilliyet
Huy, yaratılış.
cidad
Hurma kesecek vakit.
ciz / cîz
Hurma ağacının kökü.
ciz'-un nahl
Hurma ağacının kökü, kütüğü.
cizal
Hurma toplama.
cizirman
Hurma yaprağının aslı; yâni dibi ki, yaprağı dökülünce ağaçta kalır.
cümmar
Hurma yağı denilen beyaz bir maddedir ve hurma ağacının başından çıkar ve araplar onu yerler.
cümse
Hurma koruğu.
cümzan
Hurma nevilerinden bir hurma.
cuur
Hurmanın gayet yaramazı, iyi olmayanı.
cüz'i / cüz'î / جُزْؤ۪ي
Husussî, pek az.
cüz'iyat / cüz'iyât / جُزْئِيَاتْ
Hususî şeyler.
cüz'iyet / جُزْئِيَتْ
Hususîlik.
da'd
Husumet, düşmanlık.
dagş
Hücum etmek.
daire-i harim / daire-i harîm
Hususî, özel daire.
daire-i hükm
Hüküm alanı, karar dairesi.
daire-i huzur
Huzur dairesi.
daire-i resmiye
Hükûmet dairesi, resmi daire.
dari'
Hurma dikeni. Acı ve dikenli bir ağaç.
dedektif
Hususi araştırma yapan, tâkib ve tarassudda bulunan polis.
(Fransızca)
dekken
Hurdahaş olmak, yerle bir olma, ufalanmak, parça, parça olmak.
derece-i hürmet
Hürmet ve saygıya lâyık mertebe, derece.
dergah / dergâh
Huzur, makam.
desatir-i hükumet / desâtir-i hükûmet
Hükümetler ve yönetimler tarafından konulan yasalar.
deyn-i hal / deyn-i hâl
Huk: Herhangi bir vakte bağlı ve te'hir edilmeyen borç.
didar-ı hürriyet
Hürriyetin güzel yüzü.
divan durmak
Huzurda hazır olarak beklemek.
divan-ı ahkam-ı adliye / divan-ı ahkâm-ı adliye
Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi.
diyet-i kamile / diyet-i kâmile
Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir.
dülu'
Huruç etmek, çıkmak.
duşab
Hurma ve üzüm pekmezi. Pekmez.
(Farsça)
eb'ad-ı namahdud / eb'âd-ı nâmahdud
Hudutsuz uzaklıklar ve mekânlar.
ebu-l avn
Hurma.
edille-i taliye / edille-i tâliye
Huk: Örf, âdet, teâmül, istishab, asıl ve amel, maslahat-ı mürsele, kaide-i külliye, âsâr-ı sahabe ve âsâr-ı kibar-ı tabiîn gibi deliller.
edyan-ı mefsuha
Hükmü kaldırılmış eski dinler. Hıristiyanlık, Yahudilik gibi.
efrad-ı mahsusa / efrâd-ı mahsûsa / اَفْرَادِ مَخْصُوصَه
Hususî ferdler.
ehl-i hall ve akd
Hükümet ve Cumhurbaşkanının seçme ve azletme yetkisine sahip olan meclis.
ehl-i hükumet / ehl-i hükûmet
Hükümette olanlar yöneticiler.
ehl-i hükümet
Hükümete mensup kimseler, milleti idare edenler.
ehl-i hürriyet
Hürriyet yanlıları, Meşrutiyet sistemini savunanlar.
ehl-i salah / ehl-i salâh
Huk: Hâli mestur, nâmuslu, doğru, adaletli olan kimse. Sâlih kimseler.
el-hükmü li'l-ekser
Hüküm çoğunluğa göre verilir.
el-hükmü li'l-galib
Hüküm güçlü ve kuvvetli olanındır.
elhükmü-lillah
Hüküm Allah'ındır.
elhükmülilekser
Hüküm eksere göre verilir.
emani-i mahsusa
Hususi arzular, özel maksatlar.
emr-i has / emr-i hâs
Hususi emir. Belli bir şahsa verilen emir. Özel ve belli bir iş.
erkan-ı hükumet / erkân-ı hükûmet
Hükûmetin ileri gelenleri.
erkan-ı hükümet / erkân-ı hükümet
Hükümetin ileri gelenleri, esas üyeler.
esbab-ı feshiyye
Huk: Bir i'lâmın istinaf suretiyle bozulmasını icabettiren sebepler.
esef
Hüzün, gam, nedamet, pişmanlık. Daralmak. Elden çıkan bir şey için hâsıl olan üzüntü.
esef-nak
Hüzünlü, acıklı, esefli.
(Farsça)
evamir-i hakimane / evâmir-i hâkimâne
Hükmedici emirler.
evind
Hud'a, hile, aldatma, oyun.
(Farsça)
fail-i mübaşir / fâil-i mübaşir
Huk: Bir şeyi bizzat yapan kimse.
fail-i müşterek / fâil-i müşterek
Huk: İşlenmiş olan bir suçta parmağı olan. Suç ortağı.
fas'
Hurmanın kabuğunu soymak.
fazih / fazîh
Hurma koruğundan yapılan şarap.
fennü'l-hukuk
Hukuk ilmi.
ferman-dih
Hükmü geçen, verdiği emri dinlenen.
(Farsça)
ferman-ferma
Hüküm süren, emir veren, emir buyuran, hüküm fermâ.
fernud
Hüccet, delil, bürhan.
(Farsça)
feza-yı ıtlak / fezâ-yı ıtlâk
Hudutsuz gökyüzü. Nihayetsiz feza.
fezleke
Hülâsa, netice, özet.
fikr-i hürriyet
Hürriyet, özgürlük fikri.
fıtri / fıtrî / فِطْر۪ي
Hususî yaratılış îcâbı.
fütaha
Hükmetmek.
gamic
Huy ve tabiatı doğru ve istikametli olmayan.
gamm-nisar
Hüzün veren, kederli eden.
(Farsça)
gayr-ı mahdud
Hudutsuz, uçsuz bucaksız, sonsuz.
gılzet-i mizac
Huy ve mizac sertliği.
giti-ban / gîtî-ban
Hükümdar, padişah.
(Farsça)
habul
Hurma ağacına çıkarken kullanılan urgan.
hacb-i hirman / hacb-i hirmân
Huk: Bir vârisi mirastan tamamen mahrum etme.
hadd-i kat'-i tarik / hadd-i kat'-i tarîk
Huk: Yolkesenlere verilecek ceza.
hadire / hadîre
Hurması gök iken dökülen hurma ağacı.
hadisat-ı ahkam / hâdisât-ı ahkâm
Hükümlere zemin oluşturan hadiseler.
hakan
Hükümdar.
hakikat-i hurma
Hurma gerçeği, çeşidi.
hakim / hâkim / حاكم / حَاكِمْ
Hükmeden, idare eden.
Hükmeden.
Hükmeden.
hakim olma / hâkim olma
Hükmetme, karar verme, yönetme, egemen olma.
hakim-i ezel / hâkim-i ezel
Hükümranlığı ve hâkimiyeti bütün zamanları kaplayan Allah.
hakimane / hâkimane / hâkimâne / حَاكِمَانَه
Hükmederek, hâkim olarak. Hâkime yakışır tarzda.
Hükmeder bir şekilde.
Hükmedercesine.
Hükmederek.
hakimiyet / hâkimiyet / حَاكِمِيَتْ
Hükümrânlık.
hal-i haşiane / hal-i hâşiâne
Huşu içinde, Allah'tan korkmayı ve alçakgönüllülüğü gösteren hal.
halat / hâlât / حَالَاتْ
Hususî hâller.
halet / hâlet / حَالَتْ
Hususî hâl.
halıkın hukuku / hâlıkın hukuku
Hukukullah, Yaratıcının hukuku.
hamle
Hücum etme. Atılış, saldırış. Savlet.
han / hân
Hükümdar. Eski Türklerde Hakan da denen devlet reisi.
(Farsça)
Hükümdar.
haps-i münferid / حَپْسِ مُنْفَرِدْ
Hücre hapsi.
hararet-i hüzün
Hüznün şiddeti, çokluğu, acının büyüklüğü.
haremeyn
Hürmete ve saygıya lâyık iki belde. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad. Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâ
has / خاص / hâs / خَاصْ
Hususi.
Hususî, seçkin.
hasais / hasâis
Hususiyetler, özellikler.
hasebe
Hurması çok olan hurma ağacı.
hasen-ül hulk
Huyu ve tabiatı güzel.
hasenülhulk / حسن الخلق
Huyu güzel.
(Arapça)
haşi / hâşî
Huşûlu.
haşiin / haşiîn
Huşu' içinde olanlar.
hasıl / hâsıl
Husûle gelen, peyda olan, çıkan, üreyen.
haslet / خصلت / خَصْلَتْ
Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
Huy, karakter.
Huy, nitelik.
Huy.
Huy.
hasm-ı ca'li / hasm-ı ca'lî
Huk: Hakikatta hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim önünde husumeti kabul eden kimse.
hasm-ı mütevari / hasm-ı mütevarî
Huk: Mahkemeye gelmekten ve vekil göndermekten çekinen kimse.
hassa ordusu
Hükümdarın kendine mahsus ordusu.
hasseten
Hususi olarak, özellikle. Yalnız, ayrıca.
haşv
Hurmanın kötüsü.
haşyet
Hürmetle karışık korku.
hatare
Hürmetli ve izzetli olmak.
hatem-i mahsus / hâtem-i mahsus
Hususi mühür. Bir kimseye âit damga, mühür.
hatme-i mahsusa
Hususi hatme. Kur'andan veya hadisten alınan muayyen duaları okuyup bitirmek.
havale-i muaccele
Huk: Havale konusunun, behemehal ödenmesi lâzım geldiği şekilde yapılan havale.
havale-i mübheme
Huk: Havale konusunun, ta'cil veya te'cili beyan olunmadan yapılan havale.
havale-i müeccele
Huk: Havale edilen şeyin vadesi geldiğinde ödenmesi şeklinde yapılan havale.
hayat-ı hürriyet
Hür hayat, özgür yaşam.
hayat-ı hususiyye
Hususi hayat, özel hayat. Şahsa ait hayat.
hayat-ı takdiriyye
Huk: Ana rahminde bulunan çocuğun hayatı.
hayse
Hurmayı yağla ve keşle karıştırmak.
hazin / hazîn / حزین / حَز۪ينْ
Hüzünlü. Keder meydana getiren. Acı uyandıran.
Hüzün veren, acıklı.
Hüzünlü, üzüntü verici.
Hüzün dolu.
(Arapça)
Hüzünlü.
hazin levha / hazîn levha
Hüzünlü, acıklı tablo.
hazinane / hazînâne
Hüzünlü bir şekilde.
Hüzünlü bir hâlde.
hazine-i hürriyet
Hürriyetler, özgürlükler hazinesi.
hazırun / hâzırûn
Huzurda olanlar, yakında bulunan topluluk.
hazret-i hüseyin
Hüseyin (r.a.).
hedef-i hücum
Hücum ve saldırının yapıldığı hedef.
hem-hudud
Hudutları bir olan, sınırları birbirine bitişik olan memleket veya arazi.
(Farsça)
heybet
Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
Hürmetle beraber korku veren hâl.
Hürmetle karışık korku uyandıran hâl.
hikmet-i hükumet / hikmet-i hükûmet / حِكْمَتِ حُكُومَتْ
Hükûmetin gözettiği fayda.
Hükûmetin icrâatındaki asıl maksad.
him
Huy, mizac, tabiat.
hınas / hınâs
Hünsâlar.
hısal / hısâl / خصال
Huylar, mizaçlar, karekterler.
Huy, haslet.
(Arapça)
hisal-hısal
Huylar, tabiatlar.
hiss-i hürriyet
Hürriyet hissi, özgürlük duygusu.
hıtbe
Huk: Bir kadının nikâhına talib olmaktır. Evlenmeyi taleb eden erkeğe: "hâtıb", evlenmesi taleb edilen kadına da "mahtube" denir.
hoşmeniş
Huyu, tabiatı iyi. Güzel huyları olan.
(Farsça)
hücciyet
Hüccetlik.
hücec-i hattiye
Huk: Yazılı deliller. Bunlar tezvir ve tasni şüphesinden sâlim olduğundan onunla amel edilebilir, yani hükme medar olur, başka vech ile sübuta ihtiyaç kalmaz. (Beraetler, mahkeme kararları, tescil edilen vakriye gibi.)
hüceyrat / hüceyrât / حجيرات
Hüceyreler. Hücrecikler. Küçük odacıklar.
Hücreler.
Hücrecikler.
Hücrecikler.
(Arapça)
hüceyre / حجيره
Hücre.
Hücre.
Hücrecik.
(Arapça)
hücrevi / hücrevî
Hücre gibi, hücre ile alâkalı, hücreye dâir.
Hücumat / hücumat
Hücum etme
hücürat / hücürât / حجرات
Hücreler.
(Arapça)
hudavendi / hudavendî
Hudavendilik, sâhiplik, hükümdarlık.
(Farsça)
hudud-u hürriyet
Hürriyetin sınırı.
hükm / حكم
Hüküm, yargı.
Hüküm, emir, kesin karar.
(Arapça)
Hükmünde:
Yerinde, gibi.
(Arapça)
Hükmünü almak:
Yerine geçmek, gibi olmak.
(Arapça)
hükm-i adil / hükm-i âdil
Huk: Adalet üzere verilmiş olan hüküm.
hükm-i gıyabi / hükm-i gıyabî
Huk: Taraflardan biri hazır olmadığı halde verilen hüküm.
hükm-i vicahi / hükm-i vicahî
Huk: Tarafların her ikisinin de veya vekillerinin hazır bulundukları hâlde verilen hüküm.
hükmberdar
Hükme muti olan, itaat eden, boyun eğen.
(Farsça)
hükmen
Hüküm yoluyla, hükmünde ve değerinde olarak.
hükmi / hükmî
Hükme dair. Hükme âit ve müteallik. Bir karara dayanan, itibâri olan.
hukuk-u hürriyet
Hürriyet hakları.
hukukçu
Hukuk mütehassısı. Hukuku meslek edinen kimse. Avukat, müdde-i umumi "savcı" ve hâkim.
hukuki / hukukî
Hukukla ilgili.
Hukukla ilgili.
hukukiyyat
Hukuk bilgisi.
hukukiyyun / hukukiyyûn
Hukukçular.
hukukşinas / حقوق شناس
Hukukçu.
(Arapça - Farsça)
hüküm-ferma
Hüküm süren, hâkimiyetinde olan.
hükümat / حكومات
Hükümetler.
(Arapça)
hükümdar / hükümdâr
Hüküm sahibi, devlet başkanı.
hükümdarane / hükümdârâne
Hükümdar gibi, hükümdara yakışır bir surette.
Hükmederek.
hükümdari / hükümdarî / hükümdârî
Hükümdarlık, padişahlık, şahlık.
(Farsça)
Hükümdarlık.
(Arapça - Farsça)
hükümet
Hükmetme, ülkeyi idare eden kimseler topluluğu.
hükumet-i adl / hükûmet-i adl
Huk: Miktarı şer'an muayyen olmayıp ehl-i vukufun (bilirkişinin) usulü dairesinde takdir ve tayin edeceği diyettir. Buna hükm-ü adl de denir.
hükumet-i meşrua / hükûmet-i meşrua
Hukuka, kanuna uygun hükûmet.
hükümferma / hükümfermâ
Hükümrân, hüküm süren, hâkimiyetle idare eden.
Hükümrân, hüküm süren. Hâkimiyetle idâre eden.
(Farsça)
Hüküm süren.
Hüküm süren.
hükümferma olan
Hüküm süren.
hükümfermalık / hükümfermâlık
Hüküm sürme.
hükümran / hükümrân / حكمران / حُكُمْرَانْ
Hükmeden, sözü geçen.
Hükmü geçen, hükmeden.
Hüküm süren, hakim olan.
(Arapça - Farsça)
Hükümran olmak:
Hakim olmak.
(Arapça - Farsça)
Hüküm süren.
hükümrani / hükümrânî / حكمرانى
Hüküm sürme, padişahlık.
(Arapça - Farsça)
hulbe
Hububattan olan böy.
hulel
Hulleler, güzel elbiseler.
hulk / خلق
Huy, tabiat.
Huy.
Huy, tabiat.
Huy.
(Arapça)
hulkan
Huy ve tabiatça. Ahlâk cihetiyle.
hulki / hulkî
Huy ile, hulk ile alâkalı ve hulka müteallik.
huluk
Huy. Tabiat. Ahlâk.
hulya / hulyâ / خوليا
Hülya, kuruntu, hayâl.
Hülya, hayal.
(Yunanca > Arapça)
humse
Hürmet.
hünermend
Hüner sahibi, hünerli, marifetli.
(Farsça)
hünermendi / hünermendî
Hünerlilik, mârifetlilik.
(Farsça)
hünerver / هُنَرْوَرْ
Hünerli.
Hünerli.
hünkar / hünkâr
Hükümdar. Padişah. Sultan.
(Farsça)
hunnes-künnes
Hunnes, Hânis'in; Künnes de Kânis'in çoğuludur. Kânis, süpüren mânasınadır. Umumiyetle, akıp akıp yuvalarına giden veya aynı yollarında gidip gelen yıldızlar demektir. Bazılarınca gündüz gaib, gece zâhir olan yıldızlara denir. Ekseriyetle yedi seyyar yıldızlara denmiştir. (Zuhal, Müşteri, Merih, Züh
hur / hûr / حور
Huri.
(Arapça)
hurafat / hurâfât / خرافات
Hurafeler.
Hurafeler, batıl inançlar.
(Arapça)
hurafe-vari / hurafe-varî / hurâfe-vâri
Hurafeye benzer. Hurafe gibi uydurulmuş.
(Farsça)
Hurafeye benzer, hurafe gibi.
hurafeperver / خرافه پرور
Hurafelere inanan.
(Arapça - Farsça)
hurafeperverlik
Hurafelere inanış.
(Arapça - Farsça - Türkçe)
hurafetkarane / hurâfetkârâne
Hurafeli gibi.
hurafevari / hurafevâri / hurâfevârî
Hurafeye benzer, hurafe gibi.
Hurafe gibi.
huri / hûri / حوری
Huri, cennet kızı.
(Arapça)
huriye
Huri gibi.
hürmeten
Hürmet olsun diye; hürmet, saygı ve ikram maksadıyla.
hürmetkar / hürmetkâr
Hürmet eden, saygılı.
(Farsça)
hürmetkarane / hürmetkârâne
Hürmet edercesine.
Hürmet ederek.
hurpeyker
Huri yüzlü.
(Farsça)
hürr
Hür, serbest.
hürre
Hür kadın. Câriye olmayan kadın.
hürriyet / حُرِّيَتْ
Hürlük, serbestlik.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.
Hürlük.
Hür olma, özgürlük.
hürriyet-şiken
Hürriyet kısıtlayıcı.
Hürriyeti bozan, hürriyeti kıran.
hürriyetperver
Hürriyetçi.
Hürriyetsever.
hürriyetperverlik
Hürriyetçilik.
hürriyetşiken
Hürriyet kırıcı.
husa
Hurma yaprağı.
huşe-i hurma
Hurma salkımı.
hüseyin
Hüseyin (r.a.).
husrev
Hükümdar, şah.
(Farsça)
hüsrev / خسرو
Hükümdar, padişah.
(Farsça)
husul-yafte / husul-yâfte
Husule gelmiş, meydana çıkmış, hâsıl olmuş.
(Farsça)
hususan
Hususca, özellikle.
hususat / hususât / husûsat / خصوصات
Hususlar, konular.
Hususlar, konular.
(Arapça)
hususiyat / hususiyât
Hususi olan şeyler. Hususiyyetler.
Hususî özellikler, nitelikler.
hüşyari / hüşyarî
Hüşyarlık, akıllılık.
(Farsça)
hutbehan
Hutbe okuyan, hatib.
(Farsça)
huteba / hutebâ
Hutbe okuyanlar. Hatibler.
huy / hûy / خوی
Huy.
(Farsça)
hüzn / حزن
Hüzün, üzüntü.
(Arapça)
hüzn-engiz
Hüzün veren. Keder verici.
(Farsça)
hüzn-engizane / hüzn-engizâne
Hüzün ve üzüntü verici bir şekilde.
hüzn-gah / hüzn-gâh
Hüzün ve keder vakti.
hüznengiz / hüznengîz / حزن انگيز
Hüzün veren, üzen.
Hüzün veren.
(Arapça - Farsça)
hüzün-alud / hüzün-âlûd
Hüzünle karışık.
hüzün-engiz
Hüzün veren.
hüzüngah / hüzüngâh
Hüzün yeri.
Hüzün yeri.
hüzünlü
Hüzün verici, üzüntülü.
huzur / حُضُورْ
Hürmete lâyık zâtın önünde hazır bulunma.
huzur-aver
Huzur ve rahatlık verici, sükunet veren.
(Farsça)
huzuri / huzûrî
Huzurda olarak.
huzurkarane / huzûrkârâne
Huzurda gibi, huzur duyarak.
hz. hüseyin
Hüseyin (r.a.).
i'lamat-ı nizamiye
Huk: Nizamiye mahkemelerinden çıkan ilâmlar.
i'lamat-ı şer'iye
Huk: Şer'iye mahkemelerinden nafaka, nikâh vs. ye dâir verilen i'lâmlar.
i'zaz
Hürmet etmek. Ağırlamak. İkram etmek. Aziz kılmak. Galip gelmek.
ibcam
Huzur ve rahatını bozma. Rahatsız etme.
ibra-i amm / ibrâ-i âmm
Huk: Bir kimsenin zimmetini bütün haklardan, dâvâlardan temize çıkarmak.
ibra-i has / ibrâ-i hâs
Huk: Bir kimsenin zimmetini belirli bir haktan, hususi bir dâvâdan veya bir kısım haklardan beri kılmaktır.
ibra-i ıskat / ibrâ-i ıskat
Huk: Bir kimsenin diğer bir kimsedeki hakkını, tamamen veya kısmen terketmesi.
ibraz-ı fazl u hüner
Hüner ve fazilet gösterme.
ibtida-i cülus
Hükümdarlığın başlangıcı. Tahta çıkışın ilk zamanları.
icraat-ı hükumet / icraat-ı hükûmet
Hükûmetin icraatı.
ictihadat / ictihâdât
Hüküm çıkarmalar.
idare-i hükumet / idare-i hükûmet
Hükümet idaresi.
ıhbat
Huşu ve tevazu' etmek, alçak gönüllülük yapmak.
ihbat
Huşu ve tevazu etmek.
ihdar-ı dem
Huk: Maktulün (öldürülmüş olan kimsenin) diyetini katilden (öldürenden) aldırmamak.
ihtar-ı mahsus
Hususî ikaz.
ihticac / ihticâc
Hüccet, delil göstermek.
ihtifal
Hürmet ve saygı için büyük cemaat ile yapılan merasim. Cenaze alayı.
ihtilaf-dar
Huk: Mirasçı ile miras bırakanın ayrı ayrı memleketler halkından olması.
(Farsça)
ihtilaf-ı dar / ihtilaf-ı dâr
Huk: Mirası bırakan ile vâristen her birinin başka başka ülkeler ahâlisinden olması.
ihtiram / ihtirâm / اِحْتِرَامْ
Hürmet olunmak, tazim olunmak, hürmet, saygı.
Hürmet etme.
Hürmet etme.
ihtiramen
Hürmet ederek, saygı göstererek.
ıhtisam
Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
ihtiyac-ı fıtri / ihtiyâc-ı fıtrî / اِحْتِيَاجِ فِطْر۪ي
Hususî yaratılış îcâbı olan ihtiyaç.
ikrah-ı gayr-i mülci / ikrah-ı gayr-i mülcî
Huk: Eskiden döğme ve hapis gibi yalnız keder ve elemi icab ettiren şeylerle vuku bulan ikrah.
ikrah-ı mülci / ikrah-ı mülcî
Huk: Ölüm veya bir uzvun kesilmesi veya bunlara sebep olacak şiddetli döğme ile olan ikrah.
ikrah-ı nakıs / ikrah-ı nâkıs
Huk: Dayak ve hapis gibi keder ve elemi gerektiren şeylerden meydana gelen mecburiyet.
ikram / ikrâm
Hürmet ve saygı gösterme veya yiyecek, içecek, hediye yâhut başka bir şey sunma.
ilan-ı hürriyet / ilân-ı hürriyet
Hürriyetin ilânı.
illet-i hüküm
Hükmün illeti, sebebi; bir hükmün, üzerine bina edildiği temel sebebi, gerekçesi.
imam-ı hüseyin hazretleri
Hüseyin (r.a.).
imza-i kaza
Huk: Verilen hükmü infaz edip yerine getirme.
inayet-i hassa / inâyet-i hâssa / عِنَايَتِ خَاصَّه
Hususî yardım.
infaz-ı ahkam / infaz-ı ahkâm
Hükümleri yerine getirme, uygulama.
infaz-ı ferman
Hükmünü geçirme, emrini dinletme.
infisah
Hükümsüz kalma, fesholma. Bozulma.
inkılab-ı hükumet / inkılâb-ı hükûmet
Hükûmet inkılâbı, yönetim değişimi.
intifad
Huk: Bir şeyi tamamen alma. Tükenme, bitme.
iptida-yı hürriyet
Hürriyetin başlangıcı; II.Meşrutiyetin ilânıyla başlayan dönem.
irade-i ihtiyariye
Hür tercih, hür seçim.
irkab
Huk: Öldükten sonra kanunî mirasçılarından başka bir kimseye de miras bırakma.
iş'ar-ı fazılane / iş'âr-ı fâzılâne
Hürmet ifadesi olarak "yüce şahsiyetinizin işaret etmesi" anlamında bir ifade.
istatistik
Hüküm çıkarmak için bilgi toplama ve sınıflandırma ilmi.
istibdad-ı hükumet / istibdad-ı hükûmet
Hükûmetin baskısı, despotluğu.
istihkak-ı hars
Huk: Bir yerde ziraatçılık yapma hakkına sahib olma.
istinbat-ı ahkam / istinbat-ı ahkâm
Hüküm çıkarma.
istintakname / istintaknâme
Huk: Sorguya çekilen kimsenin ifâdesinin yazıldığı kâğıt.
ıstıram
Hürmet etme, saygı gösterme.
istirdad-ı hürriyet
Hürriyeti geri alma, getirme.
itmi'nan / itmi'nân
Huzûr, sükûn ve râhata kavuşma.
kaan
Hükümdar, hâkan.
kabbe / kâbbe
Hüzünden ve gamdan dolayı, hali kötü ve kalbi kırık olmak.
kabil-i nesh olmayan
Hükmü kaldırılamayan.
kabil-i temyiz
Huk: Temyiz mahkemesinde görülebilecek olan dâvalar.
kafur
Hurma çiçeğinin kılıfı.
kaibe
Hüzün ve gamdan perişan olmak.
kalb-i na-şad / kalb-i nâ-şâd
Hüzünlü gönül, kederli kalb.
kalem-i hüsrevi / kalem-i hüsrevî
Hüsrev'in kalemi.
kalif / kalîf
Hurma kabuğu.
kangren
Hücrelerin ölmesiyle oluşan bir hastalık.
karar
Hüküm, çare, düzenlilik, ölçülülük, tahmin.
katl-i amd
Huk: Kasden ve bile bile öldürme.
kavm-i ad / kavm-i âd
Hûd (a.s.).
kayseri / kayserî
Hükümdarlık, imparatorluk, kayserlik.
(Farsça)
kaziye / قَضِيَه
Hüküm, fikir.
Hüküm.
Hüküm.
kaziye-i vaktiye-i münteşire
Hükmü herhangi bir zamanda ve herhangi bir fertte gerçekleşmiş bulunan veya gerçekleşmesi mümkün olan kaziye, önerme.
kefalet-i mutlaka
Huk: Bir kayıt ile bağlı olmıyan kefalet.
keser
Hurma çiçeği.
kevn
Hudus. Varlık, var olmak. Vücud, âlem, kâinat. Mevcudiyet.
kisra
Husrevden muarreb veya galat olan bu isim Sa'sâniler sülâlesinden olan Eski İran padişahlarına ve bilhassa Nevşirvan'den sonrakilere verilmiş olup, Rum imparatorlarına Kayser, Çin hükümdarlarına Fağfur ve Hakan denildiği gibi, bunlara da Kisra denilirdi.
kişverhüda
Hükümdar, pâdişah.
(Farsça)
komite / قُومِيتَه
Hususî bir iş için kurulan topluluk.
kurb-u huzur / kurb-u huzûr / قُرْبِ حُضُورْ
Huzura (Allah'a) yakın olma.
küseyre
Hurma koruğu.
lafz-ı müfesser
Huk: Tahsis ve te'vile ihtimâl bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vâcib olur.
lafz-ı muhtemel
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
lafz-ı müşterek
Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.
lasiyyema / lâsiyyemâ
Hususan, özellikle.
layıha-i kanuniye / lâyıha-i kanuniye
Huk: Henüz tasdik edilmemiş kanun tasarısı.
lazım-ı hüküm / lâzım-ı hüküm
Hükmün gereği.
leyan
Huzur ve rahatta olan.
lezzet-i hürriyet
Hür olmanın verdiği lezzet.
lidad
Husumet etme. Dâvacı olma.
lif
Hurma çöpü.
lisan-ı mahsus / lisân-ı mahsûs / لِسَانِ مَخْصُوصْ
Hususî dil.
ma'rifetperver
Hünerli, marifetli.
(Farsça)
maden-i hasaret / maden-i hasâret
Hüsrana uğrama kaynağı.
mahall-i hükumet / mahall-i hükûmet
Hükûmet yeri.
mahkeme
Hüküm verilen dâvâların görülüp, hükme (karâra) bağlandığı yer.
mahkum / mahkûm / محكوم / مَحْكُومْ
Hükümlü, cezalı, mecbur.
Hükümlü, hüküm giymiş.
Hüküm giymiş.
(Arapça)
Mahkûm etmek:
Hüküm giydirmek.
(Arapça)
Mahkum olmak:
Hüküm giymek.
(Arapça)
Hükmedilen.
Hüküm giyen.
mahkum etmek / mahkûm etmek
Hüküm altına almak.
mahkumiyet / mahkûmiyet
Hükümlülük, tutukluluk.
mahkumiyet kararı / mahkûmiyet kararı
Hükümlülük, cezalandırılma kararı.
mahlukatın hukuku / mahlûkatın hukuku
Hukuk-u ibâd; kul hakları; toplum bireyleri arasında birlikte yaşamaktan doğan, yükümlünün irade ve tercih hakkının bulunduğu haklar; mülkiyet, sağlık, alışveriş, borç gibi.
mahmum
Hummaya, sıtmaya tutulmuş. Sıtmalı olan. Ateşli olan. Mecnun. Saçma sapan konuşan.
mahser
Huy, tabiat.
mahsuf
Husufa uğramış. Gölgelenmiş. Perdelenmiş.
mahsus / mahsûs / مَخْصُوصْ
Hususî.
mahsusat / mahsûsât
Hususiyetler, birşeye özel, has özellikler.
Hususî şeyler, özellikler.
mahzun / محزون / mahzûn / مَحْزُونْ
Hüzünlü.
Hüzünlü.
(Arapça)
Mahzun etmek:
Hüzünlendirmek.
(Arapça)
Mahzun olmak:
Hüzünlenmek.
(Arapça)
Hüzünlü.
mahzunane / mahzûnane / محزونانه
Hüzünlü bir halde.
(Arapça - Farsça)
mahzuniyet
Hüzünlü olma.
makam-ı hürmet
Hürmet ve saygı makamı.
makam-ı ihtiram
Hürmet makamı.
makarr-ı hükümet
Hükümet merkezi. Pâyitaht.
mal-i mütekavvim
Huk: İki mânada kullanılır: Birisi, intifâı mübah olan şeydir. Diğeri, mâl-i mührez demektir. Meselâ, denizde iken balık gayr-i mütekavvim olup, tutmak ile ihraz olundukta, mâl-i mütekavvim olur. İntifâı mübah olmayan mal veya elde edilmemiş olan mal gayr-ı mütekavvimdir. Şirâ ile intifa' mübah oldu
maslahat-ı hükumet / maslahat-ı hükûmet
Hükümetin faydası.
mec'
Hurmayı sütle ıslatıp yemek.
medar-ı ahkam / medâr-ı ahkâm
Hükümlerin konmasına sebep olan, hükümleri getiren.
medar-ı sürur ve ferah / medâr-ı sürur ve ferah
Huzur ve sevinç kaynağı, sebebi.
mefsuh / mefsûh
Hükümsüz bırakılmış. Yürürlükten kaldırılmış. Battal edilmiş.
Hükmü kaldırılan.
meharet
Hüner.
mekatib-i hususiye / mekâtib-i hususiye
Hususi mektebler. Özel okullar.
melace
Husumeti uzatmak, düşmanlığı çoğaltmak.
melek-ül-mukarreb
Huzûru ilâhide bulunan melekler.
meleke-i marifet-i hukuk / meleke-i mârifet-i hukuk
Hukuk bilme alışkanlığı, pratiği.
meleke-i riayet-i hukuk
Hukuka uygun davranma alışkanlığı, pratiği.
melhem
Hurma ağacı çok olan yer.
melik / melîk
Hükümdar, sultan.
Hükümdar.
melik-i adud / melik-i adûd
Hükûmeti, idâreyi kuvvet zoru ile ele geçiren kimse, sultan. Buna halîfe-i câire de denir.
melikane / melîkâne
Hükümdar ve melike mensub. Onunla alâkalı.
(Farsça)
memluk / memlûk
Hür olmayan insan. İslâm hukûkunda harbde esir alınıp, İslâm memleketine getirilen kimse, köle.
menba-ı hurafat
Hurafelerin kaynağı.
menşe-i ahzan / menşe-i ahzân
Hüzünlerin kaynağı.
mensuh / mensûh / منسوخ
Hükmü kaldırılmış, nesholunmuş, yürürlükten kaldırılmış.
Hükmü yürürlükten kaldırılmış. Sonraki hükümle değiştirilmiş dînî hüküm.
Hükmü kaldırılmış.
Hükümsüz.
(Arapça)
menşur-u layezali / menşur-u lâyezâlî
Hükmü sonsuza kadar devam eden ferman.
merkez-i hükumet / merkez-i hükûmet
Hükûmet merkezi.
mertebe-i istinbat ve içtihad
Hüküm çıkarma ve içtihad etme derecesi.
merzbum
Hududu belli olan memleket.
(Farsça)
merzvan
Hudut muhafızı, sınır beyi.
(Farsça)
mesail-i hukukiye
Hukuk meseleleri.
metbu-u müfahham
Hükümdar. Padişah.
mevkum
Hüznü şiddetli olan.
mevsim-i hazinane
Hüzünlü mevsim.
mildes
Hurma çekirdeğini dövdükleri büyük taş.
milkdar
Hükümdar, pâdişah. Mülk sâhibi.
(Farsça)
minber / مِنْبَرْ
Hutbe okunan yer.
mindag
Hücum edecek âlet.
mizac / mizâc / مزاج
Huy, tabîat, bir kimsenin yaratılıştan gelen özelliklerinin hepsi.
Huy, tabiat, yaratılış.
Huy, yaradılış.
Huy, tabiat, mizaç.
(Arapça)
mizaç / mizâç / مِزَاجْ
Huy.
mizan-ı mahsus / mîzân-ı mahsûs / م۪يزَانِ مَخْصُوصْ
Hususî ölçü.
mübaşeret-i cüz'iye / mübâşeret-i cüz'iye / مُبَاشَرَتِ جُزْئِيَه
Hususî temas etme.
mübir / mübîr
Hunhar. Zâlim. Kan içen. Kan dökücü.
mübtel
Hükümsüz bırakılmış, bozulmuş, ibtâl olunmuş.
mücadea
Husumet etmek, düşman olmak.
mucibe / mûcibe
Hüküm, gerektiren.
müessesat-ı hususiye / müessesât-ı hususiye
Hususi daireler ve müesseseler.
müfelles
Huk: İflâsına hükmedilen kimse.
muhacemat
Hücumlar, üşüşmeler. Her taraftan ve birden hücum etmeler.
muhaceme
Hücum etme, saldırma.
muhacim
Hücum eden, saldıran.
muhakeme
Hüküm vermeye çalışma, yargılama.
muhakeme etmek
Hüküm vermek için delilleri incelemek; yargılamak.
muhallil / محلل
Hülleci.
(Arapça)
muhassıl
Husule getiren. Hâsıl eden. Meydana getiren.
muhassıs
Hususileştiren, ayıran.
muhassısa
Hususileştirici.
muhatab-ı mahzun
Hüzünlü muhatap.
muhkem kaziye
Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edil
muhterem / محترم / مُحْتَرَمْ
Hürmete lâyık, saygıdeğer.
Hürmet görmüş. İhtiram olunmuş. Kıymetli ve şerefli kimse.
Hürmet edilen, saygın.
Hürmet sahibi.
Hürmet edilen.
muhtereme
Hürmete lâyık, saygıdeğer anlamında, hanımlar için kullanılan ifade.
mükaşeha / mükâşeha
Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
mükerrem
Hürmet ve tâzim edilen. İkram olunmuş. Muhterem. Kerim olan. (İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bazan batıl eline gelir, Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız, dalâlet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor. Mek.)
mukteza-yı fıtri / muktezâ-yı fıtrî / مُقْتَضَايِ فِطْر۪ي
Hususî yaratılışın gereği.
mülahhas
Hülâsası, özü çıkarılmış. Telhis edilmiş.
mülahhis
Hülâsa eden. Özünü bildiren.
münhasıran / مُنْحَصِرًا
Hususi olarak, sadece, yalnız olarak, özellikle.
Hususî olarak.
münteşire-i muvakkate
Hükmü herhangi bir fertte ve herhangi bir zamanda gerçekleşmiş bulunan veya gerçekleşmesi mümkün olan.
müsaade-i hükumet / müsaade-i hükûmet
Hükümetin izin vermesi.
müşariz
Huysuz, kavgacı, gürültücü.
müsavat-ı hukuk
Hukuk önündeki eşitlik.
müsul
Hürmet ve saygıdan dolayı ayakta durma.
mütehacim / mütehâcim
Hücum eden, saldıran.
mütehakkim
Hükmeden, zorba.
mütehakkimane
Hükmedercesine, zorlayarak.
mütehallik
Huy edinen.
mütehazzin
Hüzünlü, kederli. Üzülen, mahzun olan.
müttesim
Hususi bir nişânı veyâ âlameti olan.
muvazene-i ahkam / muvazene-i ahkâm
Hükümlerdeki denge.
müvellide
Husule getiren, tevlid eden. Doğurtan. Ebe.
na-mahdud
Hudutsuz, sınırsız, sonsuz.
(Farsça)
na-şadi / na-şadî
Hüzünlü ve kederli oluş, gamlılık.
(Farsça)
nağamat-ı hazine / nağamât-ı hazîne
Hüzünlü nağmeler.
nahile
Huy, tabiat, mizac.
nahl / نخل
Hurma ağacı.
(Arapça)
nahle
Hurma ağacı.
nahlistan / نخلستان
Hurmalık.
(Arapça - Farsça)
nahliye
Hurmalar.
naki'
Hurma veya kuru üzüm soğuk suda bırakılıp şekeri suya çıktıktan sonra süzülerek elde edilen sıvı.
nakra
Hususi dâvet, özel dâvet.
namahdut / nâmahdut
Hudutsuz, sınırsız.
nasih / nâsih
Hükmünü kaldıran.
nebiyy-i muhterem
Hürmete ve saygıya lâyık olan nebi, peygamber.
nebiz
Hurma veya kuru üzümü soğuk suda bırakıp, şekeri suya geçince, kaynayıncaya kadar ısıtıldıktan sonra soğuyunca süzülerek elde edilen sıvı.
neds
Huruç etmek, çıkmak.
nevafil-i hususiye / nevâfil-i hususiye
Hususi nafile ibadetler.
nevamis-i hükumet / nevâmis-i hükûmet
Hükûmetin uyguladığı kanunlar, yasalar.
neyyir-i hürriyet
Hürriyetin ışığı, aydınlığı.
nibz
Hurma ağacının dış kabuğu.
nihad / nihâd
Huy, tabiat, hilkat, bünye, yaratılış.
(Farsça)
Huy, yaradılış.
nüfuz-u hükumet / nüfuz-u hükûmet
Hükûmetin etkisi.
nusus / nusûs
Hükmü açık olan Kur'ân ve hadis metinleri.
piş
Huzur, ön, ileri taraf.
(Farsça)
pişigah / pişigâh
Huzur.
raiş
Huk: Rüşvet veren kimse ile rüşvet alan arasında vasıtalık eden kimse.
refah
Huzur, rahatlık.
reis-i hükumet / reis-i hükûmet
Hükümet başkanı, başbakan.
riayetkar / riayetkâr
Hürmetkâr, itaatkâr. Sevgi ve saygı gösteren.
(Farsça)
rüku' / rükû'
Huzur-u İlâhîde eğilmek. Namazda elleri dize dayamak suretiyle yere doğru eğilirken baş ile sırtı düz hale getirmek.
rutab
Hurma.
sada-yı hürriyet ve adalet / sadâ-yı hürriyet ve adalet
Hürriyet ve adaletin sesi.
şah / şâh
Hükümdar, sultan.
şahadetname-i hürriyet / şahadetnâme-i hürriyet
Hürriyet diploması; özgürlüğü hak etme belgesi.
şahs-ı manevi-i hükumet / şahs-ı mânevî-i hükûmet
Hükûmetin mânevî şahsiyeti, tüzel kişiliği.
savlet
Hücum, saldırı.
savt-ı hazin
Hüzünlü ses.
sebeb-i hasaret / sebeb-i hasâret
Hüsrana uğrama sebebi.
sebet
Hüccet, delil.
şeceb
Hüzün ve gussalı olma.
seciye / سَجِيَه
Huy, karakter. Huy güzelliği. Ahlâk durumu.
Huy.
seciyeten / سَجِيَتًا
Huy ve karakter yönünden.
Huyca, huy olarak.
sefine-i sultaniye
Hükümdarlık gemisi.
şehname / şehnâme
Hükümdarların hayat ve zaferlerini konu edinen manzum eser.
şehriyar / şehriyâr
Hükümdar, kral.
Hükümdar, padişah.
şehryar / şehryâr / شهریار
Hükümdar, şah.
(Farsça)
şehryari / şehryârî / شهریاری
Hükümdarlık, şahlık.
(Farsça)
seker
Hurmadan elde edilen içki, bir nevi şarap.
Hurma şarabı.
şemail / şemâil / شمائل
Huylar, tavırlar.
(Arapça)
şeraset
Huysuzluk, geçimsizlik. Titizlik.
serhad
Hudut başı. İki devlet toprağının birleştiği sınır.
serhadlu / serhadlû
Hudut boylarını bekleyen, hudutlardaki kalelerde vazife gören askerler.
şerik-i cürm
Huk: Suç ortağı.
serir-i hükümet
Hükümet tahtı. Makam sandalyesi.
şerit
Hurma yaprağından yapılan urgan.
serkeş
Huysuz.
şerr-i hazin / şerr-i hazîn / شَرِّ حَزِينْ
Hüzünlü, üzücü kötülük.
Hüzün veren kötülük.
şesen
Huşunet, haşinlik.
sevda-yı hürriyet / sevdâ-yı hürriyet
Hürriyet sevdası, özgürlük aşkı.
sevk-i fıtri / sevk-i fıtrî / سَوْقِ فِطْر۪ي
Husûsi yaratılış îcâbı olan sevk.
sıfat-ı hassa / sıfât-ı hâssa
Hususi sıfatlar, şahsa ait sıfatlar.
sikke-i fıtrat / سِكَّۀِ فِطْرَتْ
Hususî yaratılış mührü.
sıtat
Husumet, düşmanlık.
siyaset-i hükumet / siyaset-i hükûmet
Hükûmet tarafından uygulanmakta olan siyaset.
sülae
Hurma yaprağının, başında olan dikeni.
sulh-u hudeybiye
Hudeybiye Barışı.
sült
Hububattan buğdaya benzer bir tanenin adı.
sultan-ı ezeli / sultan-ı ezelî
Hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah.
sultan-ı hürriyet
Hürriyet sultanı.
şümruh
Hurma budağı.
suret-i mahsusa / sûret-i mahsusa
Hususi, özel şekilde.
ta'zim / ta'zîm
Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Hürmet ve saygı gösterme, üstün tutma.
ta'zimen
Hürmet ve ikram ederek.
taarruz
Hücum, saldırma.
tab
Huy, yaradılış.
tac
Hükümdarların başlarına giydikleri değerli taşlarla işlenmiş giyecek.
tacdarane
Hükümdarlara yakışacak şekilde. Hükümdarca.
(Farsça)
tacgah
Hükümet merkezi.
(Farsça)
tacver
Hükümdar, pâdişâh.
(Farsça)
tagaddi-i hüceyrat / tagaddî-i hüceyrât
Hücrelerin gıda alması, beslenmesi.
tahacc
Husumet etmek, düşmanlık yapmak, kin tutmak.
tahacüc
Hüccetleşmek. Birbirinden hüccet talep etmek, delil istemek.
tahakküm / تحكم
Hükmetme, zorbalık.
Hükmetme, hükmü altında tutma.
(Arapça)
tahaküm
Hükmedişmek.
tahassus / تَخَصُّصْ
Hususîleşme.
Hususîleşme.
tahasüm
Husumet edişmek, düşmanlık yapmak.
tahdid-i hürriyet
Hürriyetin sınırlanması.
tahiyye-i ikram
Hürmetle, saygıyla selâmlama.
tahkikat-ı ibtidaiyye
Huk: İlk tahkikat. İlk soruşturma.
tahlisen
Hülâsa ederek. Özünü söyleyerek.
tahsis / tahsîs / تَخْص۪يصْ
Hususî kılma.
tahsis etmek
Husûsi kılmak, ait kılmak.
taht
Hükümdar koltuğu.
Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. Hükümdarlık makamı.
(Farsça)
taht-ı hükmünde
Hükmü altında.
taht-ı hüküm
Hüküm altına.
taife / tâife / طَائِفَه
Hususi bir sınıf meydana getiren insanlar. Kavim, kabile. Takım.
Hususî topluluk.
takdim-i ihtiramat / takdim-i ihtiramât
Hürmetlerini sunma.
tamir
Hurması olan kişi.
tarih-i hayat-ı hürriyet
Hürriyet hayatının tarihi, tarihi geçmişi.
tasmid
Hükmetmek. İçini doldurmak.
taşrah
Hurma ağacı.
tazimkarane / tâzimkârâne
Hürmette bulunarak.
tecadu'
Husumet etmek, düşmanlık etmek.
tecelli-i hassa / tecellî-i hâssa
Hususî tecellî, Cenâb-ı Hakkın seçkin kullarına veya dilediği mahlukuna karşı hususî yardımının görünmesi.
tedbir-i hükumet / tedbir-i hükûmet
Hükûmetin tedbiri, işleri önceden planlayarak idare etmesi.
tedirgin
Huzursuz, rahatsız.
teessür-bahş
Hüzün veren, keder veren, tasaya düşüren.
(Farsça)
teessürat-ı hazine / teessürât-ı hazîne
Hüzün dolu üzüntüler.
tehacüm / tehâcüm / تَهَاجُمْ
Hücum etme.
tehacümat / tehâcümât
Hücum etmeler, saldırılar.
tehakküm
Hükmetme, baskı yapma.
tekrim
Hürmet ve tazim göstermek ve görmek. Saygı göstermek, lütuf ve kerem icrasında bulunmak.
tekrimen
Hürmet göstererek, tazim ederek.
telehvuk
Huyu olmadan cömertlik göstermek.
temmar
Hurmacı. Hurma satan.
temr / تمر
Hurma.
Hurma.
(Arapça)
temri
Hurmayı seven.
tenfiz-i ahkam / tenfiz-i ahkâm
Hükümleri yürütmek, kanunları tatbik etmek.
teşaküs
Husumet edişmek, düşmanlık yapmak.
tesis-i hürriyet
Hürriyetin kurulması.
teşkih
Hurma koruğu renklenmeye başlamak.
tevkit
Hurmanın kararmaya başlaması.
tıynet
Huy. Yaradılış.
Huy, tabiat, kişinin yapısı.
Huy, yaradılış.
Huy, yaratılış.
ubs
Huzursuzluktan yüz burkulmak. Yüz ekşime, surat asma.
uçbeyi
Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar
ümm-ül veled
Huk: Çocuğunun kendi efendisinden olduğunu söyleyen çocuk doğurmuş cariye.
unnab / unnâb / عناب
Hünnap.
(Arapça)
uskul
Hurma salkımı.
vadi-i hüsran / vâdi-i hüsran
Hüsran, kaybediş vadisi.
ve'l-hükmü li'l-ekser
Hüküm çoğunluğa göre verilir.
veçh-i ihtisas
Hususi ve özel olarak, bizzat yönelme.
vech-i ihtisas / وَجْهِ اِخْتِصَاصْ
Hususî olarak bakma yönü.
vech-i tahsis / vech-i tahsîs / وَجْهِ تَخْص۪يصْ
Hususi kılma yönü.
veda-yı hazinane / vedâ-yı hazinâne
Hüzünlü vedâ.
velayet-i amm / velayet-i âmm
Huk: Umum mallara ve fertlere şâmil olan velayet. (Şeriat hâkimleri, kadılar ve valilerin velayetleri gibi)
vez'
Hulku katı olan. Sert mizaçlı kimse.
vezir
Hükümdar vekili.
yad-i hazin / yâd-i hazin
Hüzünlü hâtıra.
yılmaz
Hüsnü Bayram'ın kardeşi.
zahiri mezheb / zâhirî mezheb
Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed'in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes'elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değ
zaman-ı rücu'
Huk: Cayma tazminatı. Vadinden dönme tazminatı.
zarar-ı ma'nevi / zarar-ı ma'nevî
Huk: Tazminat. Manevî zarar ve ziyan.
zari'
Hurma ağacının dikeni.
zat / zât
Hürmete lâyık kimse, kendi, asıl, öz.
zat-ı muhterem / zât-ı muhterem
Hürmete lâyık, saygıdeğer kişi.
zerrat-ı hürriyat / zerrât-ı hürriyât
Hürriyetlerinin, özgürlüklerinin zerreleri.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
zaife
divan-ı eş'ar
kiyat
halidat
ehl-i necat
Münakalat
peymane
rahş
nemy
ZAlal
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
hu
Somut
baban
tebe-i tabiin
Saygili
yâhû
ateşe tapan
narg
hayır
mirvaha