REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te hemen ifadesini içeren 83 kelime bulundu...

a'kab

  • (Tekili: Akab) Bir şeyin hemen sonrası.

acil / âcil

  • Aceleci.
  • Acele eden. Hemen.
  • Derhal. Peşin.
  • Çabuk.
  • Fık: Dünya.

akab / âkab

  • Topuk. Ökçe.
  • Bir şeyin hemen arkası.
  • Bir şeyin gerisinde olan zaman veya mekan.
  • Hemen sonrası.

akabinde / âkabinde

  • Arkasından, hemen arkadan. Hemen ardından.
  • Hemen sonrasında.

akib / âkib

  • Hemen sonra gelen, izleyen.

ale-l-fevr

  • Birden, derhal, hemen.

alem-i emir / âlem-i emir

  • Sâdece bir emr-i İlâhî ile işlerin hemen olduğu âlem. Yaradılışa ait kanunlar âlemi.

aler-re's

  • Baş üstüne. Hemen. Derhâl.

amede-gu / âmede-gû

  • Hazırcevap. Düşünmeden hemen güzel söz söyleyen kimse. (Farsça)

ani / ânî

  • Ansızın, birdenbire. Bir anda. Hemen.
  • Son derece kızgın.
  • Olgunlaşmış, kemale erişmiş.
  • Bir anda, hemen.

asa-yı musa / asâ-yı musâ

  • Hz. Mûsânın (A.S.) Asâsı.
  • Kafir sihirbâzları Cenab-ı Hakkın izniyle mağlub eden ve taşa vurduğunda hemen Cenab-ı Hakkın izni ile su çıkaran Hz. Mûsânın (A.S.) mucizeli değneği. Bu mucizeye teşbih olarak, her bir zerrede ve her şeyde Allahın (C.C.) varlığını, birliğini ve kudsi sıfatl

badir

  • Hemen yapmak isteyen.
  • Birdenbire vuku bulan.
  • Dolunay.
  • Büyümüş (çocuk).
  • Olgun (meyva).

berehmen

  • (Berhemen) Puta tapan. Ateşperestlerin bilginleri ile puta tapan kimselerin papazları. (Farsça)

bi'l-hadsi's-sadık / bi'l-hadsi's-sâdık

  • Doğruluğuna hemen hükmedilecek bir şekilde.

ceffe-l kalem

  • Düşünmeksizin, birden, hemen.
  • Kalemin yazısı kurumuş, silinmez.
  • Kat'i olan şey.

def'aten

  • Hemen, birdenbire âni olarak. Beklenmedik anda. Bir def'ada.

def'i / def'î

  • Hemen, bir anda.

der'akab / دَرْعَقَبْ

  • Hemen ardından.

der'akap

  • Hemen ardından, derhal, çabuk.

der-akab

  • Hemen, derhâl, çabuk, arkasından, akabinde. (Farsça)

der-akap

  • Derhal, hemen.

der-an

  • Derhâl, o anda, hemen. (Farsça)

derakab / derâkab / درعقب

  • Hemen, çabucak.
  • Hemen, derhâl.
  • Ardından, hemen, derhal, hemen ardından. (Farsça - Arapça)

derakap

  • Hemen ardından.

derekab

  • Hemen ardından.

derhal / derhâl / درحال

  • Şimdi, hemen, bu anda, vakit kaybetmeden. (Farsça)
  • Hemen.
  • Hemen. (Farsça - Arapça)

derpey

  • Hemen, ardı sıra. (Farsça)

ebled

  • Ebleh, ahmak, bön. Söylenilen şeylere aklı hemen taalluk etmeyen kimse.
  • Açık kaşlı.
  • Şişman gövdeli kişi.

fakat

  • ("Fa" ile "kat" dan müteşekkil) Hemen, yalnız, ancak, yeter, bes, gerçi, her ne kadar, lâkin, ammâ.

fe

  • (Buna ta'kib edâtı denir) "Sonra, hemen" mânalarını ifâde için fiillerin başına getirilen edât harfi. Bazan mecaz olarak vav yerinde de kullanılır.

fevr

  • Hemen. Birdenbire. Acele. Sür'at.
  • Bir adamın geldiği semt ve cihet.
  • Suyun kaynayıp fışkırması.

fevren / فورا

  • Hemen, derhal, çarçabuk. (Arapça)

fevri / fevrî

  • Hemen, düşünmeden.

filhal

  • (Fi-l-hâl) Şimdi, hemen.
  • Bu halde.
  • Hadd-i zâtında.

gürizgah / gürizgâh

  • (Girizgâh) Kaçacak yer. (Farsça)
  • Edb: Bir bahisten diğer bahse, mukaddimeden maksada intikal için bir münasebet te'sis eden söz. Nedim'in:Bu şehr-i stanbul ki, bîmisl ü behadırBir sengine yekpâre Acem mülkü fedadırmatla'lı kasidesindeki:İstanbul'un evsafını mümkün mü beyan hiç Maksad hemen sa (Farsça)

hacis / hâcis

  • Kalbe (gönle) gelen ve hemen gidermek mümkün olan kötü düşünceler.

hadin

  • Bir kuş cinsidir. (Hiç doymak bilmez, yediğini hemen hazmedip yine yemek ister, yüksek yerleri sever, değme yer üstüne konmaz, ağaç başlarına konup bütün yemişini yer, yemişleri kalmazsa başka yerlere gider.)

hem-an-dem

  • Hemen, derakab, derhal, o anda, çarçabuk. (Farsça)

hem-an-gah / hem-an-gâh

  • Hemen, o anda. (Farsça)

heman / همان

  • Derhâl, hemen, acele olarak, çarçabuk, o anda. (Farsça)
  • Derhal, hemen. (Farsça)

her'a

  • Küçük bir canavar.
  • Erkeğiyle muhalata ettiğinde şevkinin şiddetinden hemen inzal eden kadın.

hırpadak

  • Birdenbire, hemencecik.
  • Uygun bir şekilde, münâsib bir tarzda. Tıpatıp.

icaleten

  • Hemen, acele olarak, seri bir şekilde.

ilmah

  • Hemen gösterip çabucak yok etme.
  • Bir şeyi parlatma.
  • Güzel simalı bir kadın veya kız, yüzünü gösterip hemen çekilme.

istihlal

  • Yeni ay'ı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi.
  • Kılıcın kınından sıyrılıp görünmesi.
  • Edb: Bir ifadede birbirine benzer, seci'li ve kâfiyeli sözlerin söylenmesi.
  • Çocuğun doğar doğmaz hemen ağlamağa başlaması.
  • İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet etmek.

kaf nun / kâf nun

  • Arapça "kün" (ol) emrinin harfleri; Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

kanun-u emri / kanun-u emrî

  • Allah'ın bir şeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emrini ifade eden kanun.

keennehu

  • Sanki odur, hemen hemen odur.

kıyas-ı hadsi-i hafi / kıyas-ı hadsî-i hafî

  • Gizli olan hükmün illetine (sebebine) güçlü bir sezgi ile (zihnin hemen intikali olan hads ile) ulaşmak sûretiyle yapılan kıyas; yani peygamberlik sebebi olan bütün peygamberlerdeki esasların Peygamber Efendimizdeki (a.s.m.) esaslar ile kıyaslanmasıdır ki, zihin bu esasların Peygamber Efendimizde da

kün

  • Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

kün emri

  • "Ol!" emri; Allah'ın birşeye "Ol!" deyince onu hemen olduruveren emri.

lehm

  • Bir şeyi hemen yutma.

lezzet-i hazıra

  • Şu anki lezzet, hemen elde edilen lezzet.

menbuz

  • Piç. Veled-i zinâ.
  • Hemen doğmasını müteakib bir yere atılmış çocuk.

miyanbeste

  • Bel bağlamış. (Farsça)
  • Mc: Hemen işe hazır. (Farsça)

mübadere

  • Bir işe hemen girişme, başlama.

mübadir

  • Bir işe hemen girişen.

mürtecel

  • Düşünülmeden hemen söylenmiş söz veya şiir.
  • Kelimenin lügat mânası ile ıstılah mânası arasında münasebet bulunmayan kısmına mürtecel; münasebet bulunan kısmına da menkul denir.
  • Fık: Konuşulandan başkasına bir alâka bulunmaksızın sarih bir ihtimal ile kullanılan lâfızdır. Mese

mürtecil

  • Hemen, düşünmeden şiir söyliyen veya karşılık veren. Hazırcevap.

mürtecilane / mürtecilâne

  • Düşünmeden hemen şiir veya söz söyliyene yakışır surette. (Farsça)

mürtecilen

  • Hemen şiir veya söz söyleyerek. Düşünmeden cevap vererek. Hazırcevaplıkla.

mürtes

  • Muharebede yaralanıp, savaş meydanı dışına nakledildikten hemen sonra vefat eden İslâm mücâhidi.

müsaberet

  • Sürekli olarak uğraşma.
  • Bir şey yapmağa hemen girişme.

müsellemat

  • (Tekili: Müsellem) Doğruluğunda şüphe edilmeyen umumi bilgi ve kaideler. İslâmiyete ait, sağlamlığında şüphe olmayan esâslar.
  • Man: Dinleyenin hemen münakaşasız kabul ettiği kaziyeler.

musrad

  • Soğuktan hemen etkilenen kimse.

müteakiben / müteâkiben

  • Hemen arkasından, peşi sıra, daha sonra.

mütefattın

  • (Fatn. dan) Hemen farkına varan. Derhal durumu anlıyan.

nafıka

  • (Çoğulu: Nevâfık- Nüfeka) Arab tavşanının (diğer adı; tarla fâresi dedikleri hayvanın) iki yuvasından gizli olanın adıdır. Bu hayvan, bunun tavanını yeryüzüne çok yakın yapar. Belirli olan kasia dedikleri yuvasında tehlike hissederse hemen nâfıkanın tavanını delerek kaçar. Münafıklar buna benzediği

nagah / nagâh

  • Birdenbire, ansızın, hemen. (Nâgeh, nâgehan, nagehâne, nagehânî) (Farsça)

palas pandıras

  • Hemen, birden bire, hazırlıksız, habersiz.

rasid

  • Muntazır, bekleyen kimse.
  • Avını bekleyen ve yaklaştığında hemen üzerine sıçrayan canavar.

ratl / رطل

  • Hemen hemen bir litrelik sıvı ölçeği. (Arapça)
  • Kadeh. (Arapça)

sahik

  • Uzak.
  • Müretteb olan söz.
  • Hemen anlaşılmaz derece.
  • Çok karışık ve anlaşılmaz söz.

şehid-i ahiret / şehîd-i âhiret

  • Bir kimsenin Allah için olan cihâdın hazırlığı esnâsında tâlimlerde veya zulüm ile öldürülmesi veya cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsızla vuruşmada yaralanarak hemen ölmeyip bir namaz vakti çıkıncaya kadar yaşayan veya başka yere götürülü p, orada ölen. Âhiret şehîdi.

serahor

  • Osmanlı İmparatorluğunun ilk devirlerinde ordunun bir yerden başka bir yere hareketinde yolların yapılması ile beraber ağırlıkların nakil vesairesi veyahut memleket içinde zelzele, deprem gibi bir âfetin vukuuyla harap olan yerlerin hemen tamir edilmesi işlerinde kullanılanlara verilen addır.

seriütteessür / serîütteessür

  • Hemen etkilenen.

siyak

  • Söz gelişi, bir sözün hemen öncesinde geçen sözler.

sür'aten

  • Sür'atle, hemen, derhal, çabuk.

tekvini emr-i rabbani / tekvînî emr-i rabbânî

  • Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

temyiz

  • Bir şeyi diğerinden seçip tarif etmek, ayırmak. Seçmek. İyiyi kötüden ayırmak.
  • Yargıtay.
  • Gr: Belirsiz olan kelime ve sayıları belirli hale koymak. Meselâ: "İşrune dirhemen" (yirmi dirhem) ve "Retle zeyten" (Bir retl zeytin yağı) tâbirlerinde "dirhemen" ve "zeyten" gibi.
  • <

tevatür

  • Kuvvetli haber.
  • Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak.
  • Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia.
  • Fık: İçinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemâate dayanan kuvvetli haber, ferdî olmayıp cemaate ait olan sağlam haber.

tiryak

  • Panzehir. Zehirlenme veya hastalıklardan hemen şifâ bulmağa vesile olan ilâç.

za'f

  • Derhal, hemen öldürmek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın