Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
hela
ifadesini içeren
196
kelime bulundu...
ab-hane
Abdest bozacak yer. Helâ, tuvalet.
(Farsça)
abdest-hane
Ayak yolu, helâ.
(Farsça)
Abdest alacak yer.
(Farsça)
ad / âd
Hz. Hud Peygambere (A.S.) isyan ettiklerinden gazab-ı İlâhiyyeye uğrayan ve helâk olan, Yemen tarafında yaşamış bir kavmin adı.
afv
Ayakla basılmadık yer.
Malın iyisi, helâli ve fazlası.
Terketmek.
Mahvetmek.
akl-ı meaş / akl-ı meâş
Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.
anet
Günah. Zinâ .
Helâk.
Fesâd.
Meşakkat.
Kalb darlığı.
Hata. Galat.
Tıb: Kırılan bir kemiğin sarıldıktan sonra tekrar kırılması.
as'ase
Oturak yerin yumuşağı.
Helâk olmak.
Fesâd etmek.
ashab-ı ress / ashâb-ı ress
Kur'anda bahsi geçen bir kavim adıdır. Kimler oldukları kati bir şekilde tesbit edilemiyor. Râvilerin ekserisi, peygamberlerine isyan eden ve onu öldürüp kuyuya atan, bundan dolayı da Cenab-ı Hakkın helâk ettiği bir kavim olduğu hakkında ittifak etmektedir. (Furkan Suresi, 38 inci Ayet)
avrupa medeniyet-i sefihanesi
Helâl olmayan zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan Avrupanın medeniyeti.
ba'd
Zaman zarfıdır ve te'hir ifade eder.
Helâk olmak mânâsına mastardır.
baad
Helâk olmak.
bagar
Bir yakıcı hastalıktır ki devede vâki olur; suyu içip kanmaz ve sonunda ondan helâk olur.
bah'
Helâk etme.
batıl / bâtıl
Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
Şirk, putlara tapmak.
baykara
Helâk olma, mahvolma.
Böbürlene böbürlene sallanarak yürüme.
Malı çok olma.
Yırtıcı bir kuş.
berbad
Harap. Kötü. Virâne. Bozuk. Perişan. Telef ve helâk olmuş.
(Farsça)
besl
Helâk etmek.
Men'etmek.
Çirkin yüzlü olmak.
Helâl ve haram.
bevr
Helâk olma. Yok olma.
Sınama, deneme.
Alış-veriş sıkıntısı.
Sürülmemiş yer.
beyd
Helâk olmak.
Gayr, diğer.
beyr
Helâk olmak.
Bâtıl olmak.
büz
Harap yer.
Fâsid nesne.
Helâk.
cudi-i islamiyet / cudi-i islâmiyet
Her türlü helâket ve felâketlerden İslâmiyetle necat bulunacağını ifâde eden bir teşbihdir.Nasıl ki Nuh tufanında Nuhun (A.S.) gemisi Cudi Dağında karaya oturup kurtuldukları gibi.
daire-i meşrua
Dinin uygun gördüğü helâl daire.
dall-i bi-l işare
(Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmak. Üç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır. Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır." ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) ar
dam'
(Çoğulu: Dümu-Edmu) Helâk olmak.
Göz yaşı.
darbe-i müthişe ve mühlike
Dehşet veren ve helâk eden darbe.
debar
Mahvolmak. Helâk olmak.
demar
Helâk, mahv, telef, ölüm, mevt.
(Farsça)
demar-aver / demar-âver
İntikam alan, müntakim. Helâk eden.
(Farsça)
dimar
Helâk, mahv.
dıya
Helak olmak, telef olmak.
dull
Helak.
dumur
Bir uzvun maddi veya mânevi kabiliyetinin körelmesi. Gıdasızlıktan dolayı bir uzvun kuruyup kalması. Helâk. Körelmek.
Bir yere izinsiz gitmek.
ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn
Mükellef olanların (yani; Cenâb-ı Hakk'ın teklif ve emirlerini kabul ve vazifeli kimselerin) yaptıkları amel ve işler. Bunlar şu isim altında sıralanır: Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram, sahih bâtıl, fâsid, helâl.
etka
(Taki. den) Allah korkusu ile günahtan çok fazla çekinen. Haram veya helâl olduğunu iyice bilmediği şüpheli şeyleri yapmayan. Günah işlemeyen. Her şeyde Cenab-ı Hakk'ın rızasını gaye ve maksad edinen.
evlad-ı nameşru / evlâd-ı nâmeşru
Helâl olmayan, İslâmın izin vermediği evlâd.
ferse
İnsanın boynunda ve arkasında olan ve gittikçe zaaf verip boynunu ve belini eğip, helâk eden yel.
fücur / fücûr / فُجُورْ
Helâl haram tanımama.
fuhş
Çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler.
fuhşiyat / fuhşiyât
Çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler; Dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlar.
garam
Helâk. Mahv.
Aşk. Sevdâ. şiddetli arzu.
Hedef.
gavl
(Çoğulu: Gavâyil) Helâk etmek.
Kin tutmak.
Çok miktar toprak.
Feyizden uzaklık.
gayr-ı meşru
Helâl olmayan, dine aykırı.
gayr-i meşru / gayr-i meşrû
Helâl olmayan, dine aykırı.
Helâl olmayan, dine aykırı.
gayrimeşru / gayrimeşrû
Helâl olmayan, yasak.
gul
Boş ve virane yerlerde bulunan ve helâk edici olan bir cin tâifesi. İfrit, hortlak.
Ölüm.
Belâ.
hadd-i meşru
Meşrû sınır, helâl daire.
halem
Helâk olmak.
Dibâgat yaparken derinin kurtlanması.
halik / hâlik / هَالِكْ
Helâk olan. Mahv olan. Fenaya giden. Fâni. Zâil.
Helâk olan, yokluğa giden.
Helâk olan, yıkılan, bozulan, silinen.
Helâk olan.
hanasir / hanasîr
Helâk olmak.
haram
Helâl olmayan, İslâmiyetçe ve dince nehyedilen şeyler ve ameller. Allah'ın izin vermediği, men'ettiği şeyler. Helâlin zıddı olan şey.
haram lokma / harâm lokma
Helâl olmayan ve dînen yenmesi yasaklanan yiyecek.
harekat-ı meşrua / harekât-ı meşrua
Dinen helâl olan, yapılmasında bir mahsur olmayan hareketler.
harekat-ı nameşrua / harekât-ı nâmeşrua
Dinen helal olmayan hareketler.
haşuş
Abdesthane, helâ, tuvalet.
hayn
Helâk olmak.
helak / helâk / هلاک
Yok olma.
(Arapça)
Ölme.
(Arapça)
Helâk etmek:
(Arapça)
Yok etmek, ortadan kaldırmak.
(Arapça)
Öldürmek.
(Arapça)
Helâk olmak:
(Arapça)
Yok olmak, ortadan kalkmak.
(Arapça)
Ölmek.
(Arapça)
Çırpınmak.
(Arapça)
helaket / helâket
Helâk olma, yıkılma.
helal / حلال
Helal.
(Arapça)
Eş, hanım.
(Arapça)
helal-zade
Helâl doğmuş, meşru ve nikâhlı ana-babadan dünyaya gelmiş çocuk.
İyi adam, fenalık yapmaktan çekinen. Sâlih, afif, nâmuskâr.
helali / helalî
Bürüncük ve pamuk karışımından yapılan bir cins yeli bez.
Yaldızlı bakırdan vaya tahtadan mahfazası olan eski sistem saat.
Helâl ile alâkalı olan.
helalzade / helalzâde / حلال زاده
Helal süt emmiş.
(Arapça - Farsça)
Evli anne babanın çocuğu.
(Arapça - Farsça)
heleke
Helâk.
Düşen.
heluk
Helâk olucu, helâk olan.
Fâcire kadın. Kötü hayata alışmış kadın.
henien leküm / henîen leküm
Size âfiyet olsun, şifa olsun. Helâl olsun.
Tebrik ederiz.
henienleküm / henîenleküm
Afiyet olsun, helâl olsun, tebrik ederim.
hikmet
Nübüvvet (peygamberlik).
Faydalı ilim.
Edeb, ahlâk ve nasîhat ile ilgili güzel sözler.
Gizli sebep, fâide.
Fıkıh ilmi, helâl ve harâmı bildiren din ilmi.
İlm-i Ledünnî, mânevî ilim.
Peygamber efendimizin sünneti.
hile-i batıla / hîle-i bâtıla
Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.
hilhal
(Çoğulu: Helâhil) Hallacın bezi iyi dokuması.
Seyrek kalbur.
hıll
Helâl.
Kâbe ile mikat arası.
hill
Helâl. Yapılması günah olmayan.
Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
Hac veya umre için ihrâma girilen mîkât denilen yerler ile Harem yâni Mekke şehri sınırı arasına verilen ad. Harem adı verilen yerde ihramlı iken yapılması haram (yasak) edilen şeyler, burada helâl olduğu için Hill adı verilmiştir. Hill'in Mekke-i mü kerremeye en yakın yeri batı taraftaki Ten'im den
Helâl.
hoş-alef
Çok fazla yiyen hayvan.
(Farsça)
Mc: Helâl haram demeden her şeyi yiyen kimse.
(Farsça)
hükm-i müleffak
Helâl ve haram, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, birkaç mezhebin hükümlerini karıştırarak kolayına geleni seçtiği hüküm.
hülhül
(Çoğulu: Helâhil) Öldürücü zehir.
humud / humûd
Düşme. Zayıflama.
Sâkin olmak. Soğumak. Ateş sönmiyerek alevi azalmak.
Bayılmak ve kendini kaybetmek.
Ne helâle, ne de harama iştihası olmamak.
İsteksizlik; ne helâle, ne de harama isteği olmama.
Helâle de, harama da iştihası olmamak, sönüklük.
hürmet
Riâyet. İhtiram.
Haysiyet. Şeref.
Haram olma. Haramlık.
Irz, nâmus gibi başkasına helâl olmayan husus.
hurumiyye / hurûmiyye
Bozuk Bâtıniyye fırkasının diğer bir adı. Bu sapık fırkada bulunanlar, birçok haramlara helâl dedikleri için, Hurûmiyye adını almışlardır.
huşş
(Çoğulu: Huşuş) Hâcet mevzii; helâ, tuvâlet.
Necâset mahreci.
i'tab
Öldürme, katletme. Helâk etme.
ibade
Helâk etmek.
ibag
Helâk etmek.
ibaha
(İbahe) Sevab veya günah olmamak. Bir şeyin yasak ve haram olmaktan çıkması.
İzin vermek. Mübah ve helâl kılmak.
Bir şeyi izhâr etmek.
ibahat / ibâhat / اباحت
Helal sayma, mübah görme.
(Arapça)
ibahe / ibâhe
Helâl kılma.
ibahi / ibâhî / اباحى
Helal sayan, mübah gören.
(Arapça)
ibahiyye / ibâhiyye
İslâmiyet'in haram ve yasak kıldığı şeyleri helâl ve mübâh sayan bozuk bir fırka. Bâtiniyye, İsmâiliyye. Karâmita da denir.
Haramı helâl sayan sapkınlar.
ibare
Helâk etmek.
ida'
Fasid olmak. Bozulmak.
Helâk olmak.
Yardım etmek.
iffet
Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak.
ihanet
Helâk etmek. Öldürmek. Mahvetmek.
ihlak / ihlâk / اهلاک
(Helâk. dan) Harcama, tüketme, bitirme.
Yok etme, helâk etme, öldürme.
Helâk etme, yok etme.
Helak etme, yok etme, öldürme.
(Arapça)
ihlal
(Mahal. den) Yer değiştirmek. Vermek. Yerleştirmek.
Helâl kılmak.
irda'
Helâk etme, aşağı düşürme.
istibahat
Mübah ve helâl sayma.
Bir çok kimsenin kanını dökmeğe izin verme.
istihlal
Helâl saymak. Helâllaşmayı istemek.
istinca / istincâ
Helada temizlenme.
ıtmas
Bir şeye geriden uzaktan bakmak. Helâk etmek.
ittias
Öldürme, helâk etme.
kahr
Mahvetme, helâk etme.
Çok kederlenme, çok üzüntü duyma.
kalet
(Çoğulu: Kılât) Helâk olmak.
Dağlarda, içinde su biriken çukur.
Göz çukuru.
Baş parmağın dibinde olan çukur.
kanaat
Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.
kani'
(A, uzun okunur) Kanaat eden. Kendinde olan helâla razı olup, başkasının hiçbir şeyine göz dikmeyen.
Kanmış. İnanmış. Tatmin olmuş.
kebb
Hor ve zelil etmek, yüzü üstüne bırakmak, helâk etmek.
kenef
(Çoğulu: Eknâf) Yön, taraf.
Sığınılacak yer. Korunulacak mekân.
Tuvâlet, helâ, ayakyolu.
kerahet-i tenzihiyye / kerâhet-i tenzîhiyye
Yasak olmasına kuvvetli ve açık bir delil bulunmayan ancak yapılması iyi olmayan şeyler. Helâle yakın mekrûh.
lemm
Parça parça şeyleri toplamak, cem' etmek.
Islâh etmek.
Bulduğu şeyi, haram helâl demeyip yemek.
Şiddet ve meşakkat.
Az şey.
Konmak. Nâzil olmak.
lezaiz-i meşrua / lezâiz-i meşrûa
Meşru, helâl lezzetler.
lezaiz-i nameşrua / lezaiz-i nâmeşrua
İslâm'ın izin vermediği meşru ve helâl olmayan lezzetler.
lezzet-i gayr-ı meşrua
Dinen helâl olmayan, yasaklanmış lezzet.
ligayrihi haram / ligayrihî haram
Aslında helâl olup, başkasının hakkı olduğu için veya neticeleri itibarı ile haram olan şey. Meselâ cuma namazı esnasında ticaret yapmak gibi.
ma'tab
(Çoğulu: Meâtıb) Helâk olacak yer.
maklete
Helâk olacak yer.
mehalik / mehâlik
Tehlikeler, tehlikeli işler, helâk eden işler.
mekk
Emmek.
Helâk etmek.
Noksan etmek, eksiltmek.
meşru / meşrû
Helâl, dine uygun.
Helâl, dine uygun.
min-el mühlikat
Helâk edenlerden. Mühlik olanlardan.
mübah
Dinen yapılmasında ve yapılmamasında herhangi bir sakınca olmayan, helal olan davranışlar.
mubahat
(Tekili: Mubah) Mübahlar. Günahı, sevabı olmayan, işlemesi ne haram, ne de helâl olan şeyler.
mubik / mûbik
(Çoğulu: Mubikat) Helâk edici.
İsyan.
Büyük günah.
Helak edici, büyük günah.
mubikat
(Vebk. den) Helâk edici şeyler. Mühlik.
müdemmir
Tedmir eden. Yok eden. Helak eden. Mahveden.
mugavele
Bir kimseyi azdırıp yoldan çıkarmak.
Helâk etmek.
muhabbet-i meşrua
Helâl, dine uygun sevgi.
muharremat / muharremât
Haramlar. Haram edilen şeyler. Dinimizce helâl olmayan şeyler.
mühlik
Helâk eden, öldüren.
Helâk edici, yok edici.
Helâk eden. Öldüren. Öldürücü. İfsad eden. Bozan. Kıtal.
mühlikat / mühlikât
(Tekili: Mühlik) Kötü ve günah olan işler.
Helâk edenler. Hayrı ve sevabı bozan fenâ hareketler.
mühlikat-ı seb'a / mühlikât-ı seb'a
Yedi büyük ve helâk eden amel. Yedi büyük günah.
mülk-i habis / mülk-i habîs
Helâl yolla kazanılan mal ile, haram yolla kazanılan malın karışmasından meydana gelen ve birbirinden kolayca ayrılamayan mülk.
mümit
Ölümü yaratan, ölümü veren, imâte eden. Helâk eden.
müshit
Helâk edici.
müstahill
Helâl addedici olan. Helâllaşmayı isteyen.
müstehill
(Helâl. den) Helâllaşan. Helâllık dileyen.
müstehlik
(Helâk. den) İstihlâk eden, satın aldığı şeyi bizzat kullanıp sarfeden, harcayan. Tüketici.
müsterah
(Rahat. dan) Dinlenme yeri. Rahat edecek yer.
Abdesthane, ayakyolu, helâ.
mutammirat
Zarar verici ve helâk edici gizli şeyler.
mütehalik / mütehâlik
(Helâk. dan) Tehâlük eden, kendini tehlikeye atacak kadar acele eden.
nameşru / nâmeşrû
Dînen uygun ve helâl olmayan.
nefk
Helâk olmak.
nehber
Helâk olacak yer.
nüfuk
Helâk olmak.
remd
Helâk olmak.
Gözün çapaklanması. Göz hastalığı.
reşak
Helâk etmek.
Atmak.
rızk-ı helal / rızk-ı helâl
Helâl rızık.
şa'b
Ayrılmak. Dağılmak.
Islah etmek, düzeltmek.
Helâk etmek.
Kırmak.
sa'k
Ansızın düşmek.
Çağırmak.
Helâk olmak.
sa'y-i helal / sa'y-i helâl
Helâl çalışma.
saak
Bir şiddet sebebi ile helâk olmak, ölmek, bayılmak.
Aklın gitmesi.
şarab
Şarap, içki, bu isim helâl içkileri de kapsar.
şarab-ı tahur
Temiz ve helâl içecek.
Temiz ve helâl olan Cennet şarabı. Cennete mahsus şurub.
sebr
Men'etmek, engel olmak.
Helâk etmek.
Hapsetmek.
şecb
Helak etmek, mahvetmek.
Kederlenmek, tasalı olmak.
şecib
Helâk olan, mahvolan.
selel
Helâk olmak, mahvolmak.
semud kavmi / semûd kavmi
Sâlih aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği ve îmân etmedikleri için büyük bir sayha (korkunç gürültü) ile helâk olan kavim.
serb
(Çoğulu: Sürub) İçyağı.
Helâk olmak.
Bozulmak, fâsid olmak.
Beğenmeme. Azarlama. Çekiştirme.
şevk-i nefsani / şevk-i nefsanî
Nefsin helâl olmayan arzularına karşı duyulan istek.
seyh
Helâk edici, mahveden.
Ayağın batması.
şeyt
Helâk olmak, mahvolmak.
Yanmak.
Kaynamak.
si'la'
(Çoğulu: Seâli) Helâk.
Cin sâhirleri.
sinn-i teklif
Erginlik, büluğ çağı. Bir kimsenin aklı başına geldiği; haramı helâli ayırt edebildiği, kadınlık veya erkeklik hâlini bildiği, ergin hâle geldiği yaşı. (Ortalama 12-15 kabul edilir.)
sübur
Helâk, helâket. Mahvolmak.
Men olmak, kovulup sürülmek.
şüpheli şeyler
Helâl ve haram olduğu açıkça bildirilmeyen şeyler; şüpheliler.
süvaf
Fena, helâk, mahvolma.
Hayvanların ölümü.
tabakat-ül-fukaha / tabakât-ül-fukahâ
Fıkıh âlimlerinin tabakası. Helâl ve haramı, emir ve yasakları bildiren fıkıh ilmi ile uğraşan âlimlerin dereceleri.
Fıkıh âlimlerini derecelerine göre tertîb edip (sıralayıp), hayatlarını ve eserlerini anlatan kitablar.
tahe
Helâk oldu, berbad oldu (meâlinde fiil).
tahlil
Müşkül meseleyi halletmek.
Bir şeyi kolaylıkla tutmak.
Eritmek.
Bir şeyi helâl kılmak.
Yemine kefaret etmek.
Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması.
Fiz:
takva / takvâ
Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.
tall
Çiğ, kırağı. İnce yağan yağmur, çisinti. Şebnem.
Helâk etmek, iptal.
Güzel, lâtif şey.
Şiddet.
tavh
Helâk olmak.
İftira etmek.
tayh
Helâk etmek veya helâk olmak.
Bırakmak.
tayyib
Helâl.
Temiz.
İyi, hoş. İyi davranış. Temiz.
Hz. Peygamber'e (A.S.M.) Cenab-ı Allah (C.C.) en güzel kokular vermiştir. Bu yüzden kendisine Tayyib denilmiştir.
Fık: Helâlin her türlü şüphelerden uzak, saf ve temiz kısmına denir.
tebar
Helâk, bitme, yok olma.
teberrü'
Pâk ve temiz, halis ve helâl olmak.
tedemdüm
Helâk olmak.
tefeb
Helâk olmak, mahvolmak.
tefviz / tefvîz
Ismarlama, havâle etme.
Bir işi sebeblere yapıştıktan sonra Allahü teâlâya havâle etmek, helâl ve faydalı şeyleri kazanmaya çalışıp da, bunlara kavuşmayı Allahü teâlâdan beklemek.
Kadına kendini boşama hakkı vermek. Yâni kendini sen boşa demek. Buna Temlîk de denir.
tehalük
(Çoğulu: Tehâlükât) (Helâk. dan) İstekle atılma. Tehlikeye aldırış etmeden, birbirini çiğneyecek gibi koşuşma.
tehlik
Öldürme. Helâkete düşürme.
tehlike
(Tehlüke) (Helâk. den) Helâkete sebep olacak hâl. Felâket.
telfik
Helâl ve harâm, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, mezheblerin hükümlerinden kolay olanı yapma ve karıştırma.
tenufe
(Çoğulu: Tenânif) Helâk olacak yer.
Sahra.
Yazı.
tenuk
(Tenuka, Tenukıye) : Helâk olacak yer.
Sahra.
Yazı.
tenzihen mekruh
Nehyine dair şer'î bir delil olmamakla beraber işlenmesi kerih görülen iş. (Helâle yakın iş)
tetbir
Helâk etmek, mahvetmek.
tetyib
Helâk etmek, mahvetmek.
teva
Mâlın helâkı. Mülkün helâk olması.
tezehhuk
Bâtıl olmak.
Helâk olmak, mahvolmak.
tılk
Helâl nesne.
Bükülmüş ip.
tıybe
Helâl.
Güzel, temiz.
tiyfak
Helâk olmak, mahvolmak.
tuh
Helâk olmak.
Berbad olmak. (Hakaret için söylenilen bir kelimedir)
vasıta-i rızk-ı helal / vasıta-i rızk-ı helâl
Helâl rızık yolu.
vera' / verâ'
Haramlardan ve helâl ve haram olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınmak.
vesile-i rızk-ı helal / vesile-i rızk-ı helâl
Helâl rızık vesilesi.
zahik
Berbat, perişan, helâk olmuş.
Bâtıl. Köhne.
zehk
Helâk olmak, mahvolmak.
Bâtıl olmak.
Okun nişanı aşıp geçmesi.
Çıkmak, huruç.
Derin kuyu.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
murur
MumZa
selamet-i kalb
Keştibân
esraru
merci
erguvani
ala dini'l-islam
tevakkus
nef'i
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
hela
nazar etme
Medi
Irci
lullah
Ritac
BULAN
BEVA
Intizar
umun