REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te hasta ifadesini içeren 518 kelime bulundu...

a'lal / a'lâl / اعلال

  • (Tekili: İllet) Hastalıklar, marazlar, illetler.
  • Sebepler.
  • Hastalıklar. (Arapça)
  • Sebepler. (Arapça)

a'ma-i elvan / a'mâ-i elvan

  • Tıb: Renk körlüğü, renkleri ayırt edememe hastalığı. Akromatopsi.

a'raz

  • (Tekili: Araz) Arazlar, işaretler, nişanlar, alâmetler.
  • Tesadüfler.
  • Hastalık alâmetleri.
  • Kazalar, felâketler, musibetler.

abed

  • Hayâ etmek. Arlanmak.
  • Hışım etmek, kızmak.
  • Uyuz hastalığı.

abt

  • Deveyi ve koyunu hastalanmadan sağ iken boğazlamak.
  • Kazılmamış yeri kazmak.
  • Yarmak.

adem-i iktidar

  • İktidarsızlık. Güçsüzlük. Kuvvetsizlikten gelen hastalık.

adva

  • Hastalık başkasına bulaşmak.

afiyet / âfiyet

  • Sağlık, sıhhat, bedende hastalık bulunmaması.
  • Günah işlememek.

aid

  • Geri gelen, dönen. Râci. Dâir.
  • Bir kimse veya bir şeyle ilgili olan.
  • Hastayı ziyaret eden.

akabe

  • (Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
  • Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
  • Muhatara, tehlike.
  • Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
  • Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da

akam

  • Çocuksuz, çocuğu olmayan, kısır.
  • Tedavisi kabil olmayan hastalık.

akıntı

  • Bir sıvı cismin mütemadiyen hareketi, akış.
  • Nehir veya deniz suyunun bir tarafa doğru cereyanı.
  • Bazı hastalıklarda vücuttaki bir delikten cerahat akması.

akliyye

  • Akılcılık. Akıl ile anlaşılan ve bulunan. Akıl hastalıkları.

aksu

  • Gözlerde görülen bir hastalık. (Türkçe)

alam u askam / âlâm u askam

  • Kederler ve hastalıklar.

albastı

  • Ateşli bir lohusalık hastalığı, lohusa humması.

alil / alîl / عليل / عَل۪يلْ

  • Hasta. İlletli.
  • Hasta, sakat.
  • Hasta, hastalıklı, illetli. (Arapça)
  • Sakat. (Arapça)
  • Hasta.

alilem / alîlem

  • Hastayım.
  • Hastayım.

alz

  • (Çoğulu: Alzât) Sabırsızlık.
  • Hastaya ârız olan titremek.
  • Hafiflik.
  • Acele

amar

  • Hesap. (Farsça)
  • Araştırma. (Farsça)
  • Tıb: Karında su toplanma hastalığı. (Farsça)

amelmande

  • İş yapmaz hâle gelmiş olan. Muattal. Battal. Çok yaşlı. Sakat veya hasta olup çalışamaz hâle gelmiş olan. (Farsça)

amid

  • Çok hasta.
  • Aşk hastası.
  • Başlıca nokta.
  • Önder, şef, komutan. Rehber.
  • Haraç alan kimse.

amnezi

  • Psk. Hafıza kaybı, erken bunama, ihtiyarlık bunaması, histeri, beynin zedelenmesi gibi hâllerde meydana gelir. Hafıza kaybı kısmî veya umumi (genel) olabilir. Hasta, belli bir olaydan öncekini (retrofrat), yahut sonrakini (anterofrat) hiç hatırlamaz, yahut tamamen hafızasını kaybeder.

antikor

  • Vücuda giren hastalık mikroplarını zararsız kılmak için organizmanın bir kanun-u İlahî ile çıkardığı madde. (Fransızca)

arr

  • Uyuz hastalığı.

arre

  • Câriye.
  • Uyuz hastalığı.

arv

  • Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme.
  • İş için birinin yanına varma.
  • Yemişsiz bir çeşit ağaç.

aşavet

  • Gündüz görüp, gece görmeyen ve tavukkarası adı verilen göz hastalığı.

aşı

  • Birşeyden alınıp diğer birşeye aktarılan madde.
  • Çeşitli tehlikeli hastalıkların önünü almak için aşılanan madde.
  • Yabani veya cinsi âdi bir ağaca, cinsine yakın diğer iyi bir ağaçtan vurulan kalem veya yaprak aşısı.

asrem

  • Kulağı sakat, hasta.
  • Ailesini geçindirmek için sıkıntı çeken (kimse).
  • Bölük bölük.

ateş

  • Odun vs. gibi maddelerin yanmasından hasıl olan hâl. Od, nâr. (Farsça)
  • Kızgınlık, hararet. (Farsça)
  • Hiddet, gazab, şiddet. (Farsça)
  • Hayvanın çevik, hareketli ve oynak olması. (Farsça)
  • Yangın. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)
  • Hastalık. (Farsça)
  • Harb, savaş. (Farsça)

ayn-ı da / ayn-ı dâ

  • Hastalığın tâ kendisi.

ayniyye / عينيه

  • Göz hastalıkları kliniği.
  • Pahada ağır olan ve taşınabilen şeyler.
  • Taşınabilir değerli eşya. (Arapça)
  • Göz hastalıkları bölümü. (Arapça)

azb

  • Kesme.
  • Isırma.
  • Azarlama.
  • Hastalıktan hırpalanma.

bab

  • Evlat sahibi erkek. Ata, ecdat. (Farsça)
  • Gemi halatlarının bağlandığı yer. (Farsça)
  • İnşaatta ağırlıkların bindirildiği direk. (Farsça)
  • Mânevi rehber, şeyh. (Farsça)
  • Bektaşi şeyhi. (Farsça)
  • Hayırhah ve muhterem. (Farsça)
  • Daha çok zencilerde olan bir hastalık cinsi.Aile reisi babadır. Babanın hayatt (Farsça)

bagar

  • Bir yakıcı hastalıktır ki devede vâki olur; suyu içip kanmaz ve sonunda ondan helâk olur.

bahr

  • (Çoğulu: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz.
  • Âlim. Çok bilen.
  • Büyük göl veya nehir.
  • Yarmak, yırtmak.
  • Çok yürüyen at.
  • İyi kimse.
  • Deve hastalığı.
  • Aruzda aslî bir vezinle ondan tevellüd eden vezinler mecmuası.

bakteri tedavisi

  • Bazı hastalıkların tedavisinde ölü veya canlı bakterilerin kullanılması ile yapılan tedavi.

baras

  • Tedavi edilmesi mümkün olmayan ve vücutta beyaz lekeler meydana getiren bir hastalık.

baroterapi

  • Bazı hastalıkların basınçlı hava ile tedavisi. (Fransızca)

basur / bâsûr

  • (Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.

batş

  • Şiddetle tutup kapma. Kuvvet. Şiddet.
  • Hastalık geçtikten sonraki zayıflık.

behak

  • İnsanın derisinde pul pul beyazlık ve alaca bir renk peyda eden bir çeşik hastalık.

behir

  • Nefesi sıkışıp çok soluyan kimse. Nefes darlığı olan.
  • Göğüsdarlığı hastalığı sebebiyle solumaktan yol yürüyemiyen kimse.

belel

  • Yaşlık, rutubet, ıslaklık.
  • Zafer, galibiyet.
  • Mihnet, keder, üzüntü.
  • Mücadele, kavga.
  • Hastalıkdan iyileşen.
  • Düşkünlük.

beliyye-i amme / beliyye-i âmme

  • Yaygın hâle gelmiş belâlar, hastalık.

bell

  • Yaş etmek. Islatmak.
  • Ulaştırmak.
  • Hastanın sağlamlaşması.

belul

  • Kurtulma. Hastalıkdan, marazdan kurtulma. Halâs olma.

ber'

  • (Berâ, Bur', Bürü') Yaratmak. Halketmek.
  • Hastanın iyileşmesi. Sağlamlık.

beras

  • Leke hastalığı.

beri / berî

  • (Berâet. den) Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Zimmeti bulunmayan adam. Hiçbir karışıklık, kusur ve noksanı olmayan. Hastalıktan sâlim olan.

beriberi

  • (Seylanca) Asya'nın güneydoğusu ile Okyanusya, Senegal ve Brezilya'nın yerli halklarında görülen ve B vitamini eksikliğinde vücuda gelen bir hastalık.

besere-i habise

  • Çıktığı yeri kangren eden ve adına da kara kabarcık denen öldürücü bir hastalık.

bevliye

  • Tıb: İdrar yolları ve böbrek hastalıkları. Bu hastalıkların teşhis ve tedavisiyle uğraşan tıp dalı. (Üroloji)

beytar

  • Nalbant.
  • Baytar, veteriner. Hayvan hastalıkları hekimi.

bimar / bîmâr / بيمار

  • (Çoğulu: Bimârân) Mariz, hasta, alil. (Farsça)
  • Hasta. (Farsça)

bimaran / bîmârân / بيماران

  • Hastalar. (Farsça)

bimare

  • Hasta, alil. (Farsça)
  • Muharebeler veya akınlar esnasında ele geçirilen kadın esirlerin ayrıldıkları sınıflardan birinin adı. (Farsça)

bimarhane / bîmarhane

  • Tımarhane. Akıl hastahanesi.
  • Hastahane.

bimaristan

  • Tımarhane. (Farsça)
  • Hastahane. (Farsça)

birsam

  • (Hallüsinasyon) Akıl hastalarının, gerçekten var olmayan bir şeyi varmış gibi yanlış idrak etmeleri halidir. Meselâ karınlarında veya başlarının içinde yılan bulunduğunu söylemeleri yahut bir canavarın ağzını açıp kendilerine baktığını söylemeleri birsam hâlini gösterir.

bisinoz

  • yun. Pamuk işçilerinde görünen, pamuk tozlarının sebebiyet verdiği bir akciğer hastalığı.

biyoterapi

  • Tıb: Bazı hastalıkların tedavisinde canlı varlıklardan faydalanma usûlü.

buhran

  • Sıkıntı. Darlık. Nöbet. Kriz. Hastalığın ağır zamanı.
  • Bir işin tehlikeli ve karışık hâl alması.

bür'

  • (Büru') Hastanın iyileşmeğe başlaması.
  • Kurtulmak.
  • Fazilette ve bilgide üstünlük.

bürda

  • Tıb: Sıtma hastalığı.

büru'

  • Fazilet, ilim ve iyilikte benzerlerine olan üstünlük.
  • (Hasta) iyiliğe yüz tutma.

busayri / busayrî

  • (Şeref-üd-din) (Mi: 1213-1295) Busayr'da doğdu. Meşhur Arap şair ve hattatıdır. "Kaside-i Bürde" sahibidir. Esas ismi "El-Kevakib-üd-Dürriyye fi Medh-i Hayrilberiyye" olan kasidesine; tutulmuş olduğu hastalıktan, rü'yasında Resûlullah'ın hırkasını (bürde) üzerine örtüp şifa bulması sebebiyle "Kaside

cankurtaran

  • t. Ölüm tehlikesinde olanları kurtarmak için kullanılan vasıta.
  • Hasta ve yaralıları hastahaneye taşıyan otomobil. Ambulans.

cebceb

  • Çok hasta deve yavrusu.

çeçek

  • Gül. Çiçek. (Farsça)
  • Gönül. (Farsça)
  • Çiçek hastalığı. (Farsça)
  • Vücutda çıkan ben. (Farsça)

cederi / cederî

  • Vücutta çıkan çiçek hastalığı.

cerban

  • Uyuz hastalığına tutulmuş olan, uyuz.

cereb

  • Uyuz hastalığı, uyuzluk.

cereb-nak

  • Uyuz hastalığına tutulmuş kimse, uyuz kişi. (Farsça)

cerez

  • Davarın art sinirinde olan bir hastalık.

cerib

  • Uyuz hastalığına tutulan. Uyuz marazına tutulmuş olan. Uyuz.

ceva'

  • Geniş.
  • Hasta.
  • Kokmuş su.
  • Aşktan, gamdan veya tasadan dolayı kalbin yanması.

cevi

  • Aşk galebesinden gelen şiddet ve hiddet, gam ve gussadan, müzahemeden gelen bir hastalık, maraz.
  • Kokmuş su.

cildiyye

  • Cilt hastalıkları bölümü.

cirşab

  • Hasta olduktan sonra zayıflayıp gövdede çıban çıkmak.

cüderi / cüderî

  • Kabarcık denilen hastalık.
  • Çiçek hastalığı.
  • Çiçek hastalığı.

cuham

  • İnsanı zayıflatan ve gözleri irinleten bir hastalık.

cürd

  • Tüysüz, kılsız.
  • Cilt hastası (deve).
  • Tüyleri kısa olan (at).
  • Bitki örtüsü olmayan (arazi).
  • Piyâdesiz (süvâri).

cüzam

  • (Cüzzam) Hansel basilinin (mikrobunun) sebep olduğu bulaşıcı bir deri hastalığı.

cüzbend

  • Bir çeşit cüzzam hastalığı.
  • Ciltçi.

da / dâ

  • Hastalık.

da' / dâ'

  • (Çoğulu: Edvâ) Maraz, hastalık.
  • Meşakkat, zahmet.
  • Hastalık, dert.

da-ül-efrenc / dâ-ül-efrenc

  • Frengi hastalığı.

da-ül-kalb / dâ-ül-kalb

  • Tıb: Kalb hastalığı, yürek çarpması.

dabb

  • (Çoğulu: Dıbâb-Edubb) Keler, kertenkele.
  • Yaraya merhem sürmek.
  • Akmak.
  • Süt sağmak.
  • Yere yapışmak.
  • Dudakta olan bir hastalık (çatlayıp kan akar).
  • Hurma çiçeği.

dahıs

  • Tırnak yakınında olan bir verem hastalığı.

dahis

  • Hayvanların tırnak diplerindeki et parçası. Dolama hastalığı.

dammad

  • Hastalara efsun okuyan kimse.

dar-üs sıhha / dâr-üs sıhha

  • Hastahâne.

daü'l-cehl / dâü'l-cehl

  • Cehalet hastalığı, cahillik illeti.

daü'l-cu / dâü'l-cû

  • Açlık illeti, hastalığı.

daü'l-husumet / dâü'l-husûmet

  • Düşmanlık hastalığı.

def-i maraz

  • Hastalığı uzaklaştırma, yok etme.

dema

  • Her zaman. Vaktâki. (Farsça)
  • Soluk. Nefes. Hastalık sebebiyle tez tez solumak. (Farsça)
  • Ürpermek. (Farsça)
  • Dem. An. (Farsça)

denef

  • İyileşmeyen hastalık.

derd

  • Tasa, keder, kaygı. (Farsça)
  • Hastalık, illet. (Farsça)
  • Dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele.

derr

  • İyi iş. İyilik. Mahz-ı hayır.
  • Zat, kimse. Hod. Nefs. Bir kimsenin zâtı.
  • Yüzün tazeliğinin, teravetinin hastalıktan dolayı gitmesinden sonra, iyi olup düzelmesi.

dervah

  • Hastalıktan yeni kurtulan, iyice kendisine gelemeyen kimse. (Farsça)
  • Sağlam, metin, muhkem. (Farsça)
  • Doğru, asıl, gerçek. (Farsça)
  • Yiğitlik, cesaret, cesur olmak, şecaat. (Farsça)
  • Ayıp, utanma. (Farsça)
  • Sertlik, kabalık. (Farsça)

deskere

  • Şehir ve kasaba, il ve ilçe. (Farsça)
  • Hasta insan, eşya vs. taşımaya yarayan tahta. (Farsça)

dest-i lukman-ı hazakat / dest-i lukman-ı hazâkat

  • Hz. Lokman'ın (a.s.) hastalıkları tedavideki marifet ve hünerli eli.

deva

  • İlâç, çare. Hastalığın iyi olmasına sebeb olan gıda.

deva na-pezir

  • Devâsı bulunmaz hastalık.

deva-i illet / devâ-i illet

  • Hastalığın devâsı.

deva-yı illet / devâ-yı illet / دَوَايِ عِلَّتْ

  • Hastalığın ilâcı, çaresi.
  • Hastalığın ilacı.

devar

  • Baş dönmesi hastalığı.

dı'il / dı'îl

  • Ölüme yakın olan hasta deve.
  • Kurbağa yumurtası.

doz

  • Kim: Bir maddenin bir karışıma girmesi gereken muayyen miktarı.
  • Tıb: Bir hastaya bir defada veya bir günde verilecek ilâç miktarı.
  • Ölçü, miktar.

düma'

  • Hastalık veya ihtiyarlık sebebiyle gözden akan yaş.
  • Bahar günlerinde üzüm çubuğundan akan su.

dune

  • Hastalık.

ebras

  • İnsanın rengini degiştiren alaca ve miskin eden çok fena bir maddi hastalık ismi.

eczahane-i rahmet-i alem / eczahane-i rahmet-i âlem

  • Kâinatı kuşatan İlâhî rahmetin bir neticesi olarak bütün mânevî hastalıkları tedavi edecek ilâçların bulunduğu eczahane.

edva

  • (Tekili: Da') İlletler, hastalıklar.

eflec

  • (Felc. den) Seyrek, sık olmayan diş. Bazıları dökülmüş olan diş.
  • Geniş omuzlu, kollarının arası açık olan adam.
  • Nüzul hastalığına tutulmuş olan kimse.

efrenci / efrencî

  • Frenklere yani Avrupalılara mahsus ve aid.
  • Frengi hastalığıyla alâkalı ve münasebetdar.

efyun

  • Haşhaştan çıkarılan uyutucu madde. Afyon. (Farsça)

ell

  • Hastanın inlemesi.
  • Harbe ile vurmak.
  • Sürmek. Sâfi.
  • Sür'at etmek, hız yapmak.

emraz / emrâz / امراض / اَمْرَاضْ

  • (Tekili: Maraz) Hastalıklar. Marazlar.
  • Marazlar, hastalıklar.
  • Marazlar, hastalıklar.
  • Hastalıklar. (Arapça)
  • Hastalıklar.

emraz-ı akliye

  • Akıl hastalıkları.

emraz-ı asabiye / emrâz-ı asabiye

  • Sinir hastalıkları.
  • Sinir hastalıkları.

emraz-ı ayniyye

  • Göz hastalıkları.

emraz-ı dahiliye

  • Dahilî hastalıklar, iç hastalıkları.

emraz-ı efrenciye

  • Frengi hastalıkları, efrenci marazları.

emraz-ı içtimaiye / emrâz-ı içtimaiye

  • Sosyal hastalıklar.

emraz-ı intaniyye

  • Mikroplu ve ateşli hastalıklar.

emraz-ı kalb / emrâz-ı kalb

  • Kalp hastalıkları.

emraz-ı kalbiye / emrâz-ı kalbiye

  • Kalb hastalıkları.
  • Kalp hastalıkları, mânevî hastalıklar.

emraz-ı nefsaniye / emrâz-ı nefsaniye

  • Nefse ait hastalıklar.

emraz-ı nisaiye

  • Kadın hastalıkları.

emraz-ı sariye / emraz-ı sâriye

  • Geçici, bulaşıcı, sâri hastalıklar.

engiştal

  • Hasta ve zayıf kimse. Dermansız, bî-derman kişi. (Farsça)

erk

  • Tıb: Uykusuzluk hastalığı.

erkan

  • Sarılık denilen bir hastalık çeşidi.
  • Ekini ifsâd eden âfet.

eşfa

  • Hastalığı def'e çok faydalı, şifa-bahş olan.

eskam

  • (Tekili: Sakam) İlletler, hastalıklar, dertler.

esrik

  • Sarhoş, mest.
  • Azgın, kızgın.
  • Zayıf, hasta, hâlsiz, dermansız, tâkatsiz.

eyyub / eyyûb

  • Hastalığına sabretmesiyle meşhur bir peygamber.

faite / fâite

  • Gaflet, uyku, unutmak, hastalık, düşman korkusu gibi bir özürle kaçırılan farz veya vâcib namaz.

falic

  • Felce uğramış.
  • Vücudun bir kısmını veya her tarafını tutmaz hale koyan hastalık.
  • İsabeti çok olan ok.

fatk

  • Kırma, ayırma, yarma, çatlatma.
  • "Kasık yarığı" denilen bir hastalık.
  • Elbisenin dikişlerini sökmek.

felsefe-i sakime / felsefe-i sakîme

  • Hastalıklı felsefe; yanlış yoldaki felsefe.

felsefe-i sakime-i avrupaiye / felsefe-i sakîme-i avrupaiye

  • Avrupa'nın hastalıklı ve karanlık felsefesi.

fenn-i tıb

  • Tabiblik, doktorluk. Maddi hastalıklara ilâç ve şifa bulmağa çalışan ilim.

fetişizm

  • Küçük putlara ve heykellere tapma âdeti. Putçuluk. Kadın resimlerine veya heykellere fazlaca sevgi beslemek hastalığı. (Fransızca)

fetk

  • Şak etme. Ayırma. Yarma. Yarılma.
  • Tıb: Dikilmiş bir şeyi söküp ayırmak.
  • Kasık yarığı, kasık zarının yarılması ile barsakların torba içine dolmasından ibaret sakatlık. Fıtık hastalığı.
  • Şafak sökmesi. Fecir ağarması.
  • Parçalanıp birbirine düşmüş cemaat.

fidye

  • Bir şeyin yerine geçmek üzere verilen bedel.
  • Çok yaşlı ve hasta olan kimsenin tutamadığı oruç, ölüm hastalığına yakalananın kılamadığı namaz, vefât etmiş kimsenin namaz ve oruç borçları için ve hacda, ihramlının hastalık özründen dolayı ihramın bâzı yasaklarını işlemesine karşılık vermesi ge

fobi

  • (Fobya) Bâzı hal veya şeylere karşı duyulan hastalık halindeki korku. (Fransızca)

frengi illeti / frengî illeti

  • Avrupa hastalığı.

gangren

  • Bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık.

gareb

  • Gümüş kadeh.
  • Kavak ağacı.
  • Havuzla kuyu arasına dökülen su.
  • Bir nevi koyun hastalığı.

ger

  • Uyuz hastalığı.

girifte

  • Yakalanmış, tutulmuş. (Farsça)
  • Bir hastalığa mâruz kalmış, hastalığa yakalanmış. (Farsça)
  • Esir. (Farsça)

girifte-gi / girifte-gî

  • Tutkunluk. (Farsça)
  • Hastalık hali. (Farsça)
  • Esirlik. (Farsça)

gufr

  • (Çoğulu: Egfâr) Dağ keçisinin oğlağı.
  • Hastanın iyi olduktan sonra yine üzülüp hasta olması.

güllabici

  • Tar: Akıl hastahanelerindeki gardiyanlar. Bunlar ellerinde kamçı olduğu halde deliler arasında dolaşıp azgın delileri döverek uslandırmak vazifesiyle mükellef olduklarından, dışarda bu türlü tavır takınanlara da mecaz yoliyle güllâbici denilirdi.

haben

  • Siroz denilen ve karında su toplanmasından ileri gelen bir hastalık.

hafş

  • Tıb: "Tavuk karası" adı verilen bir göz hastalığı.

hall

  • Sağlamlaştırmak.
  • Dostluk, sadâkat.
  • Fakir, hastalıklı, nahif insan.
  • Sirke.

hame

  • Yaş ot demeti, taze ekin destesi, bir sap üzere bitmiş taze ekin.
  • Havası bozuk hastalıklı yer.

hane

  • Ev, mesken, beyt. (Farsça)
  • Mat: Basamak, bölüm, göz. (Farsça)
  • Bazı kelimelerle birleştirilip mürekkep isim yapılan bir "ek" tir. "Hasta-hane, ecza-hane, yazı-hane, kıraat-hane" gibi. (Farsça)

harat

  • Davarın memesinde olan bir hastalık. (Sütün parça parça, ufanmış gibi çıkmasına sebep olur)

harazet

  • Hastalığın uzaması, derdin müzminleşmesi.

hariciyye

  • Hariçle alâkalı. Dış işleri.
  • Ameliyatla tedavi edilebilen hastalıklar.
  • Haricilik.

hasbe

  • Kızamık hastalığı. Tane tane gövdede çıkan bir hastalıktır. (Hasta kişiye "mahsub" derler.)
  • Kızamık hastalığı.

hassa

  • Saç ve sakalı döken bir hastalık.

haste / خسته

  • (Çoğulu: Hastegân) Rahatsız, hasta. (Farsça)
  • Hasta. (Farsça)

haste-gan / haste-gân

  • (Tekili: Haste) Hastalar, rahatsızlar, marizlar. (Farsça)

haste-gi / haste-gî

  • Rahatsızlık, hastalık, maraz, illet. (Farsça)

hastegi / hastegî / خستگى

  • Hastalık. (Farsça)

havale

  • Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
  • Görmeyi önleyen duvar gibi perde.
  • Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık.
  • Postadan gelen emanet kâğıdı.

hayat-ı alil

  • Hasta ömür, hastalıklı hayat.

hayz

  • (Çoğulu: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiye

hayza

  • Tıb: Kolera denilen hastalık.

haza'

  • Asmacık denilen otun tohumu. (Sara hastalarına iyi gelir.)

hazaze

  • Tıb: Bulaşıcı, müzmin bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse öldürücü olur.

hemşire

  • Aynı sütü emen kızkardeş. Abla, bacı. (Farsça)
  • Hastabakıcı kadın veya kız. (Farsça)

heyne

  • Tıb: Kolera hastalığı.

heyza

  • Fazlaca kusma, istifra etme.
  • Tıb: Kolera hastalığı.

hılt-ı redi / hılt-ı redî

  • Vücudun hastalanmasına sebebiyet veren madde.
  • Bir şeye karışmış olan şey.

him

  • Deveye ârız olan susuzluk hastalığı.
  • Kürtçede: Temel, esas.

hımve

  • Hastanın yemek yememesi.

hımye

  • Tıb: Hastanın, hekim tarafından verilen ilaçlarla kanaat edip ve tavsiyelerine uyup o hududun dışına çıkmaması.

hırt

  • Erkek keklik.
  • Hastalıktan dolayı, kesilmiş gibi parça parça olan bulaşık süt.

humma / hummâ

  • Ateşli hastalık. Sıtma.
  • Bir ateşli hastalık.
  • Yüsek ateşli hastalık, nöbet.

hümma

  • (Çoğulu: Hümmeyât) Hastalıktan dolayı vücudda meydana gelen harâret.
  • Nöbetli hastalık.
  • Sıtma.

hümmeyat

  • (Tekili: Hümmâ) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler.
  • Sıtmalar.
  • Nöbetli hastalıklar.

hunan

  • Kuşların boğazında olan bir hastalık.

hunnak

  • Tıb: Boğaz hastalıkları.

i'caf

  • Devamlı olarak hastaya bakma.
  • Zayıflatmak.

i'tilal

  • (İllet. den) Hasta olma.
  • Hastalanma.
  • Bahane etme.
  • Her şeyden vazgeçip tek bir şeyle meşgul olma.

iade-i afiyet / iade-i âfiyet

  • Hastalıktan sonra âfiyetin iadesi. İyileşme.

ıdla'

  • Çok yemekten dolayı midenin dolması ve hasta olmak.

ıdna'

  • Hastalığın hastayı zayıflatması.

ifakat

  • (Fevk. den) İyileşme, hastalıktan kalkma. Hastalıktan kurtulup tamamen iyileşinceye kadar aradan geçen zaman.
  • Ayılma. Sarhoşluk veya baygınlıktan kurtulma.

ifakat-yaft

  • Sıhhat bulan, iyileşen, hastalıktan kalkan. (Farsça)

ifsam

  • Hastanın ateşinin düşmesi.
  • Kesilip bitme, tükenme.
  • Yağmurdan sonra hava açılma.

iftihar madalyası

  • Padişaha sadakat gösterenlere, tarım ve san'atın ilerlemesine çalışanlara, yangın ve sâri hastalık anında devlet ve millete büyük hizmetleri dokunanlara verilmek üzere II. Abdülhamid'in irade-i seniyesiyle altın ve gümüşten olmak üzere çıkarılan madalya. (1886 ve 1887) Madalyanın ön yüzünde yukarı k

igtilal

  • Hayvanın çok susaması.
  • Elbiseleri üst üste giyme.
  • İçme.
  • İyi sağılmadığı için (koyun) hastalanma.

ihmirar

  • Kızarmak. Kızıllık.
  • Kızıl hastalığı.

ihtinak-ı rahm / ihtinâk-ı rahm

  • Eskiden, rahmin tıkanmasından dolayı olduğu sanılan ve kadınlarda görülen asabî bir hal ve hastalık.

ihtizar

  • (İhtidar) Huzura çıkmak. Hâzır olmak.
  • Can çekişmek. Hastanın ölüme hazır olması.

iksir

  • Çok te'sirli, her derde devâ sayılan mevhum cisim. Bir şeyin olmasına veya hastanın iyileşmesine sebeb olan ehemmiyetli madde.
  • Tıb: Oldukça şekerli ve kolayca alınabilen bir ilâç.
  • Eski kimyada: (Bazılarının söylediğine göre) kıymetsiz madenleri ve sair şeyleri altuna tebdile

ilac

  • Derde devâ olan şey. Hastayı veya yaralıyı iyi etmek için içmek veya sürmek üzere verilen şey.
  • Devâ, mualece.
  • Mc: Tedbir, çare, tavsiye, derman.
  • Hastaya bakma, iyi olmasına çalışma.

ilel / علل

  • (Tekili: İllet) İlletler. Esaslar. Temeller. Sebebler.
  • Sakatlıklar. Hastalıklar.
  • Sebepler, hastalıklar.
  • Hastalıklar. (Arapça)
  • Sebepler. (Arapça)

ilel ü emraz

  • Hastalıklar ve sakatlıklar.

ilel-i muhtelife

  • Türlü illetler ve sebepler, çeşitli hastalıklar.

ilel-i müstevliye

  • Tıb: Salgın hastalıklar.

ilel-i sariye / ilel-i sâriye

  • Tıb: Bulaşıcı hastalıklar. Sâri illetler.

ille

  • (İllet) Esas sebeb. Vesile.
  • Hastalık, maraz, dert, sakatlık. Mûcib, maksad, gaye.

illet / علت / عِلَّتْ

  • Hastalık, sebep, gaye, hedef.
  • Hastalık.
  • Hastalık. (Arapça)
  • Sebep. (Arapça)
  • Hastalık.

iltizam-ı hilaf / iltizam-ı hilâf

  • Muhalefet hastalığı; herşeyin muhâlif, zıt tarafını alma.

imraz

  • İllet sahibi olmak. Hasta etmek. Bir kimseyi hasta bulmak.

incizam

  • Kesilme.
  • Cüzzam hastalığına tutulmuş kimsenin bir organının (âzâsının) kopması.

innin / innîn

  • İhtiyârlık, tenâsül hastalığı veya sihir sebebi ile cimâ yapamayan. İktidârsız erkek.

intan

  • Pis kokma. Fenâ kokma.
  • Mikrobun sebebiyet verdiği şey, hastalık.

intaniye

  • Fena koku ve mikropluluğa dâir, mikroplu hastalıkla alâkalı.

intiaş

  • Yorgunluktan sonra canlılık hissetme. Canlılık.
  • Hastalıktan sonra iyileşip kalkma.
  • Geçinme.
  • (Yıkılan adam) doğrulup kalkma.

intibac

  • Hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şişkinlik.

irkan

  • Kına yakma, kına sürme.
  • Safran ağacı, kızılağaç.
  • Tıb: Sarılık hastalığı.

isbat

  • Bir hastalığın devamlı olması, müzmin oluşu, ayak kaydırma.

işfa'

  • (Şifâ. dan) Hastaya şifalı şeyler verme. Hastanın iyileşmesi için çeşitli çarelere başvurma.

ishab

  • Çok söylemek.
  • Türlü şeylerden renk değiştirmek.
  • Bir şeye fazla tama' etmek.
  • Kuyu kazıp suyu bulamamak.
  • Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi.
  • Kuzu, anasını emmek.
  • Duvarı başı boş salıvermek.

ishan

  • Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak,

ispanyol hastalığı

  • Grip, nezle. Paçavra hastalığı. (İlk önce İspanya'da farkına varıldığı için bu isimle meşhur olmuştur.)

işraf

  • Yüksek bir yere çıkma. Yüksek bir yerden bakıp anlama.
  • (Hasta) ölüm döşeğinde olma.

istifaka

  • Hastalıktan kurtulup iyileşme.
  • Sarhoşluktan ayılma.

istihaza

  • Kadın âdet görürken fazla kan gelmesi. (Rahimden değil de hastalıktan dolayı bir damardan gelip, tenâsül cihazı yolu ile akan kokusuz bir kandır. Buna "istihâza veya özür kanı" dendiği gibi, böyle bir kadına da "müstahâza" denir.)

istiksa

  • Bir şeyi inceden inceye araştırma, künhüne varmaya çalışma.
  • Tıb: Bir dahili hastalığı iyi teşhis edebilmek için âlet kullanma.

istişfa

  • Şifa istemek. Hastalıktan kurtulup iyi olmayı arzulamak.

istiska'

  • (Saky. den) Su isteme. Susama.
  • Yağmur duasına çıkma.
  • Vücudun bazı yerlerinde su toplanması hastalığı.

itnan

  • (Çocuk) hastalıkdan dolayı gelişememe.

ıyadet / ıyâdet / عيادت

  • Hastayı ziyaret edip hatırını sormak, gidip görmek.
  • Hastayı ziyaret edip hatırını sormak.
  • Hasta ziyareti. (Arapça)

iyadet-i mariz / iyâdet-i mariz

  • Hasta ziyâreti.

ıyadeten

  • Hastaya hatır sorarak.

iyadetü'l-mariz / iyâdetü'l-marîz

  • Hasta ziyâreti.

izkam / izkâm

  • Zükâm hastalığına yani nezleye uğratma.

kabakulak

  • Tıb: Daha ziyade tükrük bezlerini şişiren bulaşıcı ve ateşli bir hastalık.

kabas

  • Ciğer hastalığı.
  • Yüksek ve kalın.
  • Hafiflik.
  • Neşat, sevinç.

kahal

  • Koyunların derisini kurutan bir hastalık.

kalb gözü

  • Kin, hased, kibir gibi mânevî hastalıklardan kurtulup, her an Allahü teâlâyı anan kimsenin kalbinde meydana gelen, işlerin iç yüzünü görme kuvveti, basîret.

kalebe

  • Hastalık. İllet.

kalp

  • Yürek.
  • Yürek hastalığı.
  • Gönül.
  • Her şeyin ortası, ehemmiyetli, alıcı noktası, değiştirme, çevirme.

kam'

  • Kahretmek. Zelil etmek.
  • Zabtetmek. Ezmek. Kırmak.
  • Hasta etmek.
  • Başına vurmak.
  • Bir sese kulak verip dinlemek.
  • Ağzı dar olan bir şeyin içine huni ile akıcı maddeyi koymak.
  • Huni.

kangren

  • Yun: Canlı vücudun belirli bir kısmında hücrelerin ölmesiyle meydana gelen bir hastalık.
  • Hücrelerin ölmesiyle oluşan bir hastalık.

kar'-ul asa / kar'-ul asâ

  • Doktorun, hastanın bedenine vurup muâyene etmesi.
  • Mc: Hatayı hatırlatmak için işaret vermek ve ikaz etmek.

kara'

  • Deve yavrusunda çıkan beyaz bir sivilce ve kabarcık.
  • Baştaki saçların hastalıktan dökülmesi.

karantina

  • İtl. Bulaşıcı bir hastalığın yaygın olduğu bir ülkeden gelen kişileri, gemileri veya malları geçici olarak tecrit etme şeklinde alınan tedbir.
  • Hastahanede yatması gereken hastaların kayıt ve kabul işlerinin yapıldığı yer.
  • Bir bulaşıcı hastalığın yayılmasını önlemek üzere hast

karavana

  • Bakırdan yayvan yemek kabı.
  • Kışla, okul, hastahane gibi müesseselerde tevzi edilecek yemeği içine koydukları kap.
  • İnce ve yassı elmas.
  • Atışta hedefe vuramama.
  • Kışla, okul, hastane gibi kurumlarda dağıtılacak yemeğin konulduğu kap.

karef

  • Hastalara yakın olmak.

karh

  • Yaralama.
  • Hasta olmak.
  • Bedende çıkan yara.
  • Su olmayan yerde kuyu kazmak.
  • Yanlış ve yalanla hakkı değiştirmek ve battal etmek.

kaşkaşa

  • Bir şeyin kabuğunu soymak.
  • Hasta iyi olmak.
  • Halâs etmek, kurtarmak.
  • Uyandırmak.

kaşş

  • Yaranın iyileşmesi.
  • Hasta iyi olmak.
  • Evmek.

kay

  • Kusma, istifrağ. Hastalıktan dolayı ağızdan çıkan hazmolmamış gıdâ maddesi.

keffaret-üz zünub

  • Günahların keffareti. Mü'min insanların çeşitli hastalık ve musibetlerine denir. Çünkü günahlarından afvına vesile olabilir. (Huk. İslâmiye ve Ist. Fık. K.)

kehf

  • Mağara, in. Sığınacak yer altı.
  • Tıb: Verem hastalığında akciğerde açılan oyuk.

kelab

  • Tıb: Kudurma. Kuduz hastalığı.

kemne

  • Tıb: Karasu adı verilen bir göz hastalığı.

keşah

  • Bir hastalık. (İnsanın böğrüne vâki olur da dağlarlar.)

kibir

  • (Kibr) Kendisini büyük gösteriş. Büyüklük. Kendisini, başkalarından üstün olmadığı hâlde üstün görme ve tutma hastalığı.
  • Şeref ve şan.
  • Bir şeyin muazzamı. Büyük.

kihalet

  • Göz için sürme yapma. Sürmecilik.
  • Göz doktorluğu. Göz hastalıkları bilgisi.

kinin

  • Ateşli hastalıkların ve özellikle sıtmanın tedavisinde kullanılan bir tür bitki.

klinik

  • yun. Hastaya bakılan yer.
  • Ders gösterilen hastahane koğuşu.
  • Hastaya bakılan yer.

kritik

  • yun. Tenkid. Sıkışık durum, sıkıntılı.
  • Tıb: Hastalığın en kötü zamanı.

kuas

  • Koyunun burnunda olan bir hastalık.
  • Bir hastalık (ki göğüsü tutar.)

kuhaz

  • Koyunlara ârız olan bir hastalık.

kül'a

  • Devenin arkasında olur bir hastalık.
  • Koyun sürüsü.

kulab

  • Bir çeşit deve hastalığı.

küllü dain

  • Bütün hastalıklar. Bütün dertler.

kulunç

  • Acı veren bir hastalık.

kümun

  • Pusulanıp gizlenmek.
  • Tıb: Gözde "gümne" denilen bir dumanlı hastalık görünmesi.

küreyvat-ı beyza

  • Kandaki beyaz renkte ve çok küçük kürecikler. Kan ve lenf gibi vücud mâyilerinde bulunan çekirdekli ve yuvarlak hücreler. Kırmızı küreciklere nisbetle azdırlar. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır. Ne zaman müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile sür'atl

kürtaj

  • Dölyatağı (rahim) veya kemik apsesi boşlukları içinde bulunan yabancı cisim veya hasta organları özel bir âletle çıkarıp almak işlemi. Rahmin temizlenmesi ameliyesi.

kutb-i medar / kutb-i medâr

  • Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk-kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan büyük zât. Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-ebdâl da denir.

kutb-ül-aktab / kutb-ül-aktâb

  • Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk, kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan ricâl-i gayb yâni herkesin tanımadığı zâtların reisi. Emrinde üçler, yediler, kırklar... denilen yine bu işlerle vazîfeli seçilmiş kimseler bulunur.

kuvam

  • Koyunun ayaklarını tutan bir hastalık.

küzaze

  • Soğuğun şiddetinden olan bir hastalık.

ledüd

  • (Çoğulu: Elidde) Hastanın ağzına dökülen ilâç.
  • Çok husumet, şiddetli düşmanlık.

luri / lurî

  • Cüzzâm veya miskinlik denilen hastalık. (Farsça)
  • Fare avlıyan bir kuş. (Farsça)

ma'lul

  • İlletli, hasta, sakat, kötürüm.
  • Harpte bir uzvunu kaybetmiş gazi.
  • İlletli, hastalıklı, sakat.

ma'lulin / ma'lulîn

  • (Tekili: Ma'lul) Sakatlar. Hastalıklı ve illetli kimseler.

ma'luliyet

  • Hastalıklı olma, illetlilik.

ma'nevi hastalık / ma'nevî hastalık

  • Kalbe gelen yanlış îtikâd (inanç); insanın doğruyu, gerçeği görmesine mâni olan perde; îtikâdî bozukluk ve düşünce. Dünyâya ve haramlara düşkün olma; kibir ve riyâ gibi kalb hastalığı.

maddi hastalık / maddî hastalık

  • Beden hastalığı.

mahi-i emraz

  • Hastalıkları yok eden.

mahnun

  • Sar'alı. Cin taifesi dokunmuş hasta. Mecnun.

malul / mâlûl / malûl / معلول

  • Hasta.
  • Özürlü, hastalıklı. (Arapça)

malulin / malûlîn / معلولين

  • Hastalar, sakatlar. (Arapça)

maluliyet / mâlûliyet

  • Hasta olma.

maraz / مرض / مَرَضْ

  • Hastalık, illet, dert. Belâ.
  • Hastalık.
  • Hastalık, illet.
  • Hastalık.
  • Hastalık.
  • Hastalık. (Arapça)
  • Hastalık, bela.

maraz-ı asabi / maraz-ı asabî

  • Sinir hastalığı.

maraz-ı harici / maraz-ı haricî

  • Dıştan gelen, dış ile ilgili hastalık.

maraz-ı hayali / maraz-ı hayalî

  • Hayalî hastalık.

maraz-ı hayat-ı içtimai / maraz-ı hayat-ı içtimaî

  • Toplumsal hayattaki hastalık.

maraz-ı içtimai / maraz-ı içtimaî

  • Sosyal hastalık.

maraz-ı ihtilaf / maraz-ı ihtilâf

  • Anlaşmazlığa düşme hastalığı.

maraz-ı kalb

  • Kalbî hastalık.

maraz-ı kalbi / maraz-ı kalbî

  • Kalpteki hastalık.
  • Kalb hastalığı, bozuk îtikâd; kibir, hased (kıskançlık), kin ve riyâ (gösteriş) gibi kalb hastalıkları. Kalbin Allahü teâlâdan başka şeylere tutulması.

maraz-ı mevt

  • Ölüm hastalığı, insanı iş görmekten men eden ve başladığı târihten îtibâren en az bir yıl içinde ölüme götüren hastalık.

maraz-ı müstevli / maraz-ı müstevlî

  • Salgın hastalık.

maraz-ı muzır

  • Zararlı hastalık.

maraz-ı ruhani / maraz-ı ruhanî / maraz-ı rûhânî / مَرَضِ رُوحَان۪ي

  • Ruhî hastalık.
  • Ruha âit hastalık.

maraz-ı ruhi / maraz-ı ruhî / maraz-ı rûhî / مَرَضِ رُوح۪ي

  • Ruhî hastalık.
  • Ruha âit hastalık.

maraz-ı sari / maraz-ı sârî

  • Tıb: Bulaşıcı hastalık.

maraz-ı vesvese / مَرَضِ وَسْوَسَه

  • Kuruntu, şüphe hastalığı.
  • Kuruntu hastalığı.

marazi / marazî / مرضى

  • (Maraz. dan) Hastalıkla alâkalı. Hastalığa ait. Hastalıklı.
  • Hastalıklı, hastalkla ilgili. (Arapça)

maraziyyat / maraziyyât

  • Hastalıklar ilmi, patoloji.

maristan

  • Hastahâne. (Farsça)

marız

  • Hasta, alil, mariz.

mariz / marîz / مریض

  • (Maraz. dan) Hasta. İlletli. Dertli.
  • Hasta.
  • Hasta, hastalıklı.
  • Hasta. (Arapça)

marizane

  • Hasta olarak. (Farsça)

masru'

  • Sar'a hastalığına tutulmuş, sar'alı.

masruan

  • Sar'alı olarak, sar'a hastalığına tutulmuş olarak.

massa

  • Maraz, hastalık.
  • Zahmet.

me'nuf

  • Burunda hastalığı olup koku alamayan.

mebtun

  • Karnı hasta olan kimse.

mecruh

  • Mânevî olarak hasta olan, yaralı olan.

meczum

  • (Cüzam. dan) Cüzam hastalığına tutulmuş kimse.

mehbut

  • Hastalık veya bir illetten zayıf nahif olmuş olan.

mehru'

  • Sar'alı kimse. Sar'a hastalığı olan kişi.

mekbud

  • Ciğerinde hastalık olan.

mem'ud

  • Midesinde hastalık olan.

memsun

  • Mesâne hastalığına tutulmuş kimse.

merda

  • Yaralılar. Hastalar.

merga merg / mergâ merg

  • Umumi vebâ hastalığı. (Farsça)

merga mergi / mergâ mergî

  • Hastalıktan dolayı umumi ölüm.

merza

  • (Tekili: Mariz) Hastalıklar, illetler. Hastalar.

mesih

  • Bir şey üzerined eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir.
  • İsa Aleyhisselâm'ın bir ismidir. Elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak "İsa Mesih" denmiştir.

meskum

  • Hasta ve yoksul kimse.

meslek-i sakim / meslek-i sakîm

  • Hasta meslek, hastalıklı yol.

mezkum

  • Zükâm hastalığına tutulmuş. Nezle olmuş, nezleli.

mıkra'

  • Hekimlerin, hastanın vücudunu dinledikleri âlet.

mimraz

  • Hastalıklı, illetli.

miskam

  • Hastalıklı, illetli.

miskin

  • Uyuşuk, tenbel, hareketsiz. Zavallı.
  • Cüzzam hastası.
  • Fık: Kendi kendini idâre edemiyen, iktisabtan âciz, mal ve mülkü hiç olmayan kimse.

misma'

  • (Çoğulu: Mesâmi') (Sem'den) Kulak.
  • Hastanın iç organlarını dinlemeğe yarıyan âlet.

mu'tell

  • İlletli. Hasta. Sakat. Alil.
  • Gr: İçinde harf-i illet bulunan kelime kökü.

muafat

  • Afvetmek.
  • Sıhhat vermek.
  • Sıhhat ve âfiyet bulmuş, iyileşmiş kimse.
  • Hastalık veya belâdan korunma. Musibetlerden muhafaza olunma.

muafiyyet

  • Bir hastalığa karşı aşı ile elde edilen hâl.
  • Afvolunmuş olma. Bağışlanmış olma.

mualece

  • Tedavi; hastaya ilâç verme.
  • Bir hususa çalışıp devam etmek.
  • Hastaya bakmak. İlâç kullanmak, ilâç vermek.
  • Bir işe teşebbüs, bir işe girişmek.

muallel

  • Sakat, eksik, noksan.
  • Hasta, illetli.

muayenehane

  • Hekimlerin, hastaları muayene ettikleri yer. (Farsça)

mübtela / mübtelâ

  • Dertli. Hasta. Başı sıkıntılı. Rahatsız. Belâlı. Düşkün. Tutkun. Tutulmuş.

mübtela-yi maraz / mübtelâ-yi maraz

  • Hastalığa tutulmuş.

müdavat

  • Deva bulma. Hastaya bakma. İlâç bulma. Tedavi etme.

müdnef

  • Hastalıktan dolayı zayıflamış olan.

müfik / müfîk

  • İyileşen, ifâkat bulan hasta.

muhassil

  • Sütü çok emdiğinden hasta olan çocuk.

muhtell

  • Bozuk, hasta.

muill

  • Hasta eden.

mülaet

  • (Çoğulu: Mulâ) Midedeki rahatsızlıktan dolayı husule gelen zükkâm hastalığı.
  • Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.), Hz. Abbas'ı ve dört erkek evlâd-ı mübarekelerini örttüğü perde.
  • Büyük ihram.

münkis

  • Tekrar eden hastalık, tekrar etkisini gösteren hastalık.

musab

  • Kendine bir şey isabet eden. Hasta. Musibetzede. Musibete uğrayan.

musabiyet

  • Bir hastalığa tutulma. Bir musibete giriftar olma.

müsafat

  • Hastayı tedâvi etme.
  • Birbirine kötü muâmele yapma.

müsbit

  • Hastalık ve yaralardan dolayı pek hâlsiz ve kuvvetsiz kalan.

musibet / musîbet

  • Âfet, belâ, felâket, hastalık, dert.
  • Afet. Belâ. Felâket. Hastalık. Dert.

musibet-zede

  • Belâya uğrayan. Hastalık veya başka musibete uğrayan.

müsteşfa

  • Hastahane, şifa yurdu.

müsteşfi / müsteşfî

  • Şifa isteyen, hastalığının iyi olmasını isteyen.
  • Kendisine baktıran.
  • Hastahane.

mütekaşşi'

  • (Kaş'. den) Balgam çıkaran hasta.
  • Balgam söktüren ilâç.

mutell / mûtell

  • Hasta.

mütemarız / mütemârız

  • Kendini hasta gösteren, yalandan hasta olan.

mütemarızane / mütemârızâne

  • Yalandan hastalanarak. (Farsça)

mütemarızin / mütemârızîn

  • (Tekili: Mütemârız) Hasta gibi görünenler, yalandan hasta olanlar.

müteverrim / متورم

  • Veremli, verem hastası. (Arapça)

müteverrimin / müteverrimîn

  • (Tekili: Müteverrim) Veremliler. Verem hastalığına tutulmuş kimseler.

müzmin

  • Eskimiş. Üzerinden zaman geçmiş. Zamanla yerleşmiş olan (hastalık).

muztarib

  • (Muzdarib) (Darb. dan) Sıkıntılı. Iztırab çeken. Hasta. Bir tarafı sızlayan. Ağrıyan. Ağlayan.

na-mizac

  • Keyifsiz, rahatsız, hasta. (Farsça)

na-mizaci / na-mizacî

  • Keyifsizlik, rahatsızlık, hastalık. (Farsça)

nacis

  • İyileşmez hastalık.

nakal

  • Bir yerden naklolunduğunda bâki kalan ufak taşlar.
  • Devenin tabanına ârız olur bir hastalık.

nakıh

  • (Çoğulu: Nukuh) Tam olarak iyileşip hastalıktan kurtulmayan.

nakih

  • (Nekahet. den) Hastalıktan yeni kurtulmuş olup henüz zayıf olan kimse.

nasur

  • Göz pınarında, mak'at havâlisinde ve diş etlerinde olur bir hastalık.

nazile / nâzile

  • Belâ, sıkıntı.
  • İnme, nüzul.
  • Nezle hastalığı.

nehme

  • Hastaların ve çocukların yiyeceğe karşı olan hırsı, oburluğu.

nekahet / نقاهت

  • Hastalıktan yeni kalkıp henüz iyileşmiş, iyiliğe yüz tutmuş olmak hâli. Hastalıkla sıhhat arasındaki hâl.
  • Fehmetmek, anlamak, bilmek.
  • Seri intikal etmek. Çok çabuk anlayış.
  • Hastalıktan sonraki zayıflık.
  • Hastalıktan sonraki tehlikeli geçiş dönemi. (Arapça)

nekahet devri

  • Hastalıktan yeni kalkmış fakat tamamıyla iyileşmemiş kimsenin hâli.

nekeb

  • Hastanın iyileşmesi.
  • Devenin omuzlarında olan bir hastalık.

neks

  • Başaşağı etmek, ters döndürmek.
  • Aynı hastalığın geri gelmesi.

neşr

  • Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak.
  • Başıboş cemaat.
  • Bulutlu günde yel esmek.
  • İzhar etmek.
  • Katetmek.
  • Mecnun veya hastaya duâ yazmak veya okumak.

nevroz

  • Tıb: Sinir sistemi bozukluğu. Sinirlilik hastalığı. (Fransızca)

nezle

  • (Çoğulu: Nevâzil) Burnun akmasını mucib olan hastalık.
  • Vücudun herhangi bir organından cerahat veya başka bir maddenin akması.

nezr-i muayyen

  • Hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâbını falan velîye bağışlamak adağım olsun diye bir şarta bağlanarak yapılan adak.

nühaz

  • Deve öksürüğü.
  • Devenin göğsünde olan bir hastalık.

nühza

  • Devenin göğsünde olan bir hastalık.

nükas

  • Devenin dudağında olan bir hastalık.

nüks

  • Hastalığın geri dönmesi, depreşmesi.

nusha

  • Muska; büyü ve tılsım gibi hastalıkve âfetlerden korunmaya vesile olması için yazılan ve üste asılan veya suyu içilen veya tütsülenen dua.

nüza

  • Koyunda olan öldürücü bir hastalık.

nüzul

  • İniş, inmek, aşağı inmek, konaklamak.
  • Nüzül, felç hastalığı.
  • Hacıların Mina'ya gelip konaklamaları.

perhiz

  • Sakınmak, çekinmek. (Farsça)
  • Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak. (Farsça)
  • Hastalıkta bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak. (Farsça)

psikoz

  • Tıb: Akıl hastalıklarının umumi adı. (Fransızca)
  • Akıl hastalığı.

rahamet

  • Rahim hastalığı.

rahum

  • Doğurduktan sonra rahminde hastalık meydana gelen deve.

raum

  • Burnundan sümükleri akan zayıf hasta koyun.

rejim

  • Bir devletin sevk ve idare usulü, yolu. (Fransızca)
  • Tıb: Hastanın tedavisinde tatbik edilen gıdalandırma yolu. Perhiz. (Fransızca)

remd

  • Helâk olmak.
  • Gözün çapaklanması. Göz hastalığı.

rencur / rencûr / رنجور

  • İncinmiş. Sıkıntılı, rahatsız, dertli, hasta. (Farsça)
  • Hasta. (Farsça)

rencuri / rencurî

  • Dertlilik, rahatsızlık, hastalık. İncinmiş olma. (Farsça)

resibe

  • (Çoğulu: Rasibât) Dizlerde ve mafsallarda olan hastalık.

resis

  • Sâbit, devamlı.
  • Bakıyye, artık.
  • Akıllı, zeki kimse.
  • Sahih olmayan haber.
  • Aşk-ı muhabbetin ibtidası.
  • Hastalık başlangıcı.

resse

  • Avcıların gizleneceği yer.
  • Hastalığın başkasına bulaşması.

revir

  • Alm. Okul, kışla gibi yerlerde ufak hastalıkları olanların yatırıldıkları hasta odası, ilk bakım yeri.
  • Bölge, mıntıka.

riyazet

  • Nefsi kırma. Fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak.
  • Bir hastalıktan dolayı veya nefsini terbiye maksadıyla çok yemek ve içmeyi terkederek faydalı fikirlerle, ibadet ve ilimle meşgul olmak. Az gıda ile yaşamak.
  • İdman.

röntgen

  • Röntgen adında bir Alman âliminin 1896' da keşfettiği ışıklar. Bunlar gözle görülmediği halde fotoğraf camına tesir eder, vücuddan, tahta, kâğıt gibi maddelerden bu ışık geçebilir. Bazı hastalıkların teşhis ve tedavisinde de kullanılır.
  • Vücuddaki iç uzuvların filmini çekmek.

ruam

  • Burun suyu, sümük.
  • Sakağı (mankafa) hastalığı.

rücz

  • Devenin mak'adında olan bir hastalık.
  • Pis, necis.
  • Azap.
  • Put, sanem.

ruda'

  • Hastalığın insana yine dönmesi.
  • Gövde ve beden ağrısının her birisi.

rukye

  • Şifâ âyetleri ve duâlarını yazmak, okuyup hasta üzerine üflemek. Mıska.

rüs'

  • Göz kapağında olan hastalık.

sad

  • Göz hastalığı, göz ağrısı.
  • Bakır.
  • Toprağa ağnayan horoz.
  • Devenin başında olan bir hastalık.

sadist

  • Başkasına eziyet ve sıkıntı vermekten, sapık işleri yapmaktan zevk alan ruh hastası kimse.

şafi / şâfi

  • Hastaya şifa veren (Allah. C.C.).
  • Yeter görünen, kifayet eden.
  • Hastaya şifa veren Allah.

şafi-i hakiki / şâfî-i hakikî

  • Hastalıkları iyileştiren, gerçek şifâ verici olan Allah.

şafi-i hakim-i zülcelal / şâfî-i hakîm-i zülcelâl

  • Hastalara şifa veren, her şeyi hikmetle, belli bir gaye ile yaratan ve sonsuz haşmet sahibi olan Allah.

sahib-fıraş

  • Hasta. Yatağa düşmüş. (Farsça)

sahv

  • Ayılma, ayıklık, aklı başında olmak.
  • Hastanın iyileşmesi.
  • Tas: Kendinden geçme hâlinin sona ermesi, his âlemine tekrar dönmek.
  • Uyanıklık.

sakam

  • Hastalık.
  • (Sekam) İllet, hastalık, dert.
  • Hata ve yanlış.
  • Zillet.
  • Hastalık, bozukluk.

sakam-ı kalbi / sakam-ı kalbî

  • Kalp hastalığı.

sakamet

  • Bozukluk, hastalık.
  • Hastalık.

sakim / sakîm / sâkim / سقيم / سَق۪يمْ

  • Hasta, keyifsiz, sağlam olmayan.
  • Yanlış.
  • Hastalıklı, kötü.
  • Hasta, sakat.
  • Hastalıklı, sakat. (Arapça)
  • Hastalıklı.

sakim akıl / sakîm akıl

  • Hasta, ileriyi göremeyen akıl.

sam

  • Ölüm, mevt.
  • Yer altındaki altın damarı.
  • Gök kuşağı.
  • Ateş.
  • Sersemlik hastalığı.
  • Hazret-i Nuh'un (A.S.) oğullarından birinin ismi.

şap

  • (Şep) Kim: Antiseptik bir cisim olup alüminyum ve potasyum sulfatından mürekkep, tadı buruk ve suda tuz gibi erir bir cisim.
  • Hayvanların ağız ve ayaklarında görülen ateşli, salgın bir hastalık ismi.

sar'

  • Düşmek.
  • Yıkıp yere çalmak.
  • Edb: Şiirin beytini iki mısra' veya iki kafiyeli yapmak.
  • Tıb: Bir hastalık ki, teneffüs cihâzını his ve hareketten meneder.

sar'a

  • Tıb : Bir nevi baygınlık hastalığı.
  • İnsanın kendini kaybederek düşmesine sebep olan sinir hastalığı.

sar'i / sar'î

  • Sar'a hastalığı ile ilgili.

sara / sarâ

  • Bir çeşit asabi hastalık.

sari illet / sârî illet / سَار۪ي عِلَّتْ

  • Bulaşıcı hastalık.

savre

  • Uyuza benzer bir hastalık.

seaf

  • Devenin ağzında olan bir hastalıktır ve burnunun ve gözlerinin kılları dökülür. O devenin erkeğine esaf, dişisine nâfâ denir.
  • Tırnağın çevresinin kopup ayrılması.

sebel

  • Tıb: Bulanık görme hastalığı.
  • Göze inen perde.
  • Buluttan çıkıp da henüz yere ulaşmamış yağmur.
  • Buğday başı.

sedh

  • Döşemek.
  • Uçuk hastalığı.
  • Bir nesneyi açıp yaymak ve arkası üstüne bırakmak.
  • Deve çökertmek.
  • Kırba doldurmak.

şegaf

  • Yürek kabı. Yüreği çevreleyen nâzik deri.
  • Sağ tarafta iyeği kemiği altında olan bir hastalık.
  • Bir nesneyi çevirip kaplamak.

seher

  • Geceleri uyumayıp uyanık durma hastalığı.

şeka'

  • Maraz, hastalık.
  • Hiddet, kızgınlık, gadap.
  • İncelemek.

sekam

  • Hastalık.
  • Hastalık. İllet. Bozukluk.
  • Hastalık.

sekamet

  • Hastalık.

sel'a

  • Hıyarcık hastalığı.
  • Yarmak.

seretan

  • Tıb: Kanser hastalığı.
  • Yutmak.
  • Yengeç.
  • Cevza Burcu ile Esed Burcu arasındaki burcun ismi. (Rumi 9 Haziran'da başlar)
  • Kangren, kanser hastalığı.

seriri / serirî

  • Yatırarak hastaya bakma, klinik.

sersam

  • İnsana sersemlik veren bir hastalık. (Farsça)
  • Sersem. (Farsça)

şet'

  • Açlıktan veya hastalıktan dolayı acı duymak.

sevda / sevdâ

  • Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk. (Farsça)
  • Hırs. Tama. (Farsça)
  • Heves, istek. (Farsça)
  • Siyah. (Farsça)
  • Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat. (Farsça)
  • Gam. Keder, Sıkıntı. (Farsça)
  • Aşk hastalığı, sevgi, heves, siyah.

seveban

  • Hastalığın iyileşmesi.

sevel

  • Koyunlarda olan bir hastalıktır. Hasta koyun sürüye uymaz, otlak yerinde döner durur.

sevla'

  • Sürüye uymayıp otlakta dönüp duran hasta veya delirmiş koyun. (Müz: Esvel)

şifa / şifâ

  • Hastalıktan iyi olma, iyileşme. Hastalıktan kurtulma.
  • Hastalıktan kurtuluş.
  • Hastalıktan kurtulma, iyileşme, iyi olma.

şifa-i acil / şifa-i âcil

  • Hastalıktan çabuk kurtulma.
  • Acil şifa, hastalıktan çabuk kurtulma, çabuk iyileşme.

şifahane / şifâhâne / şifâhane / شفاخانه

  • Hastahane. (Farsça)
  • Şifaya vesile olan yer; hastane.
  • Hastane. (Arapça - Farsça)

şifahane-i kalb / şifahâne-i kalb

  • Kalplerin şifâ yeri, kalp hastanesi.

şifaresan

  • Şifaya erişen, hastalığı iyileşen. (Farsça)

sıtma

  • Bir hastalık.

siyaset tabibleri

  • Siyasî hastalıkların hekimleri, doktorları; siyasî meselelere çözüm arayanlar.

sudam

  • Hayvanların başında olan bir hastalık.

sühaf

  • Verem hastalığı.

şukak

  • Bir çeşit hayvan hastalığı.

sukm

  • (Çoğulu: Eskâm) Zahmet, meşakkat. Hastalık, maraz.

suram

  • Zillet ve hastalık.
  • Emzikten son çıkan süt.

ta'rik

  • Şaraba biraz su katmak.
  • Kovayı doldurmak.
  • Terletmek.
  • Hastalık veya perhizden dolayı zayıflamak.

tahtaha

  • Hastalıktan veya zayıflıktan sesin değişmesi.

takaşkuş

  • Hastanın iyi olması.
  • Derinin soyulması.
  • Her yerden yiyecek istemek.

tantil

  • Hasta olan uzuv üstüne sıcak su ve yağ dökmek.

taşaş

  • Nezleye benzer bir hastalık.

tashih

  • Daha iyi ve daha doğru hale getirmek. Düzeltmek.
  • Hastanın ağrı ve acısını ilâçla gidermek.

taun / tâun

  • Vebâ denen dehşetli bir bulaşıcı hastalık. Bu hastalıkta lenf bezlerinde hâsıl olan yumruların herbiri.
  • Salgın ve ölümcül hastalık.
  • Veba, salgın hastalık.
  • Tehlikeli ve bulaşıcı veba hastalığı.

taun-u beşeri / tâun-u beşerî

  • İnsanlık hastalığı.

taun-u manevi / tâun-u mânevî

  • Mânevî vebâ, salgın ve ölümcül hastalık.

tavassub

  • Hastalanıp perişan olma.

teb / تب

  • Ateş, hastalık harareti. (Farsça)
  • Sıtma. (Farsça)

tedavi

  • İlâç verme. İyileşmesi için bakma.
  • Hastalığı iyi etme tarzı.

tefsire

  • Hastaların bevlini koyacak şişe. Sidik kabı.

tehdir

  • Hastalıklı devenin bağırması.
  • Sözü boğaz içinden söylemek.

temaruz

  • Yalandan hastalanmak. Kendini hasta gibi göstermek.

temasül

  • Benzeyiş. Benzeme. Birbirine benzemek. Birbirine müsavi ve müşabih olmak.
  • Hasta sıhhate, iyi olmağa yaklaşmak.
  • Mat: Kesirsiz taksim kabul etmek, kesirsiz bölünebilmek.

temellül

  • (Millet. den) Bir milletin ferdi olma, milletlenme.
  • Bir dine bağlı olma.
  • (Melel ve Melâl. den) Hastalığın etkisiyle yatakta rahat yatamayıp, kımıldanıp durma.

tesekkür

  • Sarhoş olma.
  • Şeker hastalığı.
  • Şeker hastalığına tutulma.

tesellül

  • İnsanlar içinden sıyrılıp çıkma.
  • Verem hastalığına yakalanma.

teşfiye

  • Allah'ın izniyle hastaları iyileştirmek, şifaya vesile olmak.

teşhis

  • Şahıslandırma. Şekil ve suret verme. Seçme, ayırma, ne olduğunu anlama. Tanıma.
  • Hastalığın ne olduğunu anlayıp bilmek.
  • Edb: Canlılandırmak, suretlendirmek.
  • Eşyaya şahsiyet vermek.

teşhis-i illet

  • Hastalığın teşhisi.

teşhis-i maraz

  • Hastalığın teşhisi.

teskim

  • (Sakm. dan) Hasta etme.
  • Bozuk ve yanlış sayma.

teşmis

  • (Şems. den) Güneşe tutma, güneşe serme.
  • Güneşe tutup hasta etme.

tıbb

  • Tabiblik, doktorluk.
  • Her şeyi gereği gibi bilmek.
  • Rıfk. Suhulet.
  • İrade.
  • Hastayı ilâçlarla tedaviye çalışmak.
  • Şan.
  • Şehvet.

timar-hane / timar-hâne

  • Akıl hastahanesi, tımarhâne. (Farsça)

tımarhane

  • Ruh, sinir ve akıl hastalıkları hastanesi.

timarhane / tîmârhâne / تيمارخانه

  • Akıl hastanesi. (Farsça)

tiryak

  • Panzehir. Zehirlenme veya hastalıklardan hemen şifâ bulmağa vesile olan ilâç.

tiryak-ı marazi'l-bid'a / tiryâk-ı marazi'l-bid'a

  • İslâmiyet'in aslında olmayıp sonradan dine sokulan, Kur'ân'a ve sünnete aykırı mânevî hastalıkların ilâcı, panzehiri; On Birinci Lem'a.

tiryaku marazı'l-bid'a

  • İslâmiyetin aslında olmayıp sonradan dine sokulan, Kur'ân'a ve Sünnete muhalif manevî hastalıkların ilâcı, panzehiri.

tiryaku marazi'l-bid'a

  • İslâmiyetin aslında olmayıp, sonradan dine sokulan, Kur'ân ve sünnete muhalif mânevî hastalıkların ilâcı.

udal

  • Katı, şiddetli.
  • Pek zor.
  • Ağır hastalık.

urret

  • Uyuz hastalığı.

utaş

  • İnsana ârız olan bir hastalıktır ve hasta insanın yüreği yanar, suyu içer, yine kanmaz.

vakt-i tefrih

  • Tıb: Çiçek hastalığı aşısının yapılmasından te'sirini gösterinceye kadar geçen zaman.

valice

  • İnsanı şiddetle tutan bir hastalık.

vasab

  • (Çoğulu: Evsâb) Hastalık. Ağrı.

vasi / vasî

  • (Vesâyet. den) Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse. Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse.
  • Çocuk, yetim, hasta, deli gibi zayıf kimselerin mal ve işlerini idare eden görevli.

vasıb

  • Hasta.

veba / vebâ

  • Bulaşıcı hastalık.
  • Salgın bir hastalık. Taun.
  • Bir salgın hastalık.

vikaye

  • Koruma. Koruyuculuk. Sahib olma. Arka çıkma. Kayırma.
  • Tıb: Herhangi bir hastalık için önleyici tedbir alma.

vitamin

  • Vücudda yokluğu bazı hastalıklara yol açan ve taze yiyeceklerde ve bazı meyvalarda bulunan organik madde. A, B, C, D, E gibi remizlerle gösterilen çeşitleri vardır. (Fransızca)

vizite

  • ing. Ziyaret.
  • Doktorun bir hastayı ziyareti.
  • Hekim ücreti.

yan

  • Hastanın sayıklaması. (Farsça)

yerekan

  • Sarılık hastalığı.
  • Ekin âfetlerinden bir âfet.

zaaf-ı asab / zaaf-ı âsâb

  • Sinirlerin zayıflığı, hastalığı.

zabzab

  • Men'etmek, engel olmak.
  • Ayıp.
  • Zahmet. Maraz, hastalık.

zahk

  • Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması.

zamin

  • Hasta ve kötürüm kimse.

zat-ı rezzak-ı şafi / zât-ı rezzâk-ı şâfî

  • Bütün canlıların rızkını veren ve hastalıklara Şifâ veren Zât, Allah.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın