Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
halle
ifadesini içeren
249
kelime bulundu...
acaibü'l-mahlukat / acâibü'l-mahlûkat
Yaratılmışların şaşırtıcı, hayret verici halleri.
adab / âdâb
Edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak. Müfredi (tekili) edeb'dir.
ahlak / ahlâk
İnsanın iyi veya kötü hâlleri, bunlarla ilgili ilim.
ahşa'
(Tekili: Haşâ) Vücuttaki bağırsak, ciğer gibi organlar.
Mahaller, bölgeler, cihetler.
ahval / ahvâl / احوال / اَحْوَالْ
Haller. Vaziyetler. Oluşlar.
Haller, vaziyetler.
Hâller. Tasavvuf yolunda bulunan kimselerin, kalblerinde meydana gelen değişmeler. Hâl'in çokluk şeklidir.
Haller, durumlar.
Haller.
Haller, durumlar.
(Arapça)
Hâller.
ahval-i adiye / ahvâl-i âdiye / احوال عادیه
Olağan haller.
ahval-i ahir / ahvâl-i ahir
Son hâller, durumlar.
ahval-i ahirin / ahvâl-i âhirîn / اَحْوَالِ آخِرِينْ
Gelecekte yaşayacak olanların halleri.
Sonrakilerin halleri.
ahval-i alem / ahvâl-i âlem
Dünyanın halleri, vaziyetleri, şartları.
ahval-i beşer / ahvâl-i beşer
İnsanoğlunun halleri.
ahval-i beşeriye / ahvâl-i beşeriye
İnsanların halleri, durumları.
ahval-i cennet / ahvâl-i cennet
Cennet halleri.
ahval-i dünyeviye / ahvâl-i dünyeviye / ahvâl-i dünyevîye / اَحْوَالِ دُنْيَوِيَه
Dünyanın halleri.
Dünya âid hâller.
ahval-i enbiya / ahvâl-i enbiya
Peygamberlerin halleri, durumları.
ahval-i fıtriye / ahvâl-i fıtriye
Doğuştan gelen haller.
ahval-i galibi / ahvâl-i galibi
Çoğunlukla meydana gelen haller, durumlar.
ahval-i hayret-feza / ahval-i hayret-fezâ
Hayret verici haller.
ahval-i hazıra / ahvâl-i hâzıra
Şu andaki hâller.
ahval-i içtimaiye / ahvâl-i içtimaiye
İçtimaî haller; sosyal davranışlar.
ahval-i istikbal / ahvâl-i istikbal
Gelecekteki haller.
ahval-i kudsiye
Kudsî, yüce haller.
ahval-i maddiye / ahvâl-i maddiye
Maddi haller, sağlık durumu.
ahval-i mazi / ahvâl-i mâzi
Geçmişteki haller.
ahval-i maziye / ahvâl-i maziye
Geçmişteki haller.
ahval-i müessife / ahvâl-i müessife
Teessüf ve üzüntü verici hâller.
ahval-i muhtelife / ahvâl-i muhtelife
Çeşitli haller.
ahval-i ruhiye / ahvâl-i ruhiye
Ruhî haller, psikolojik haller ve durumlar.
ahval-i siyasiye
Siyasetle bağlantılı haller ve gelişmeler.
ahval-i uhreviye / ahvâl-i uhreviye
Âhiretteki haller.
ahval-i uhreviye ve berzahiye / ahvâl-i uhreviye ve berzahiye
Kabir ve âhiret halleri.
ahval-i umumiye / ahvâl-i umumiye
Genel haller, durumlar.
ahval-i vücudiye ve fıtriye / ahvâl-i vücudiye ve fıtriye
Varlığa ve yaratılışa dair haller.
ahval-i zahiriye / ahvâl-i zahiriye
Dış görünüşe ait haller, durumlar.
ahval-i zaman / اَحْوَالِ زَمَانْ
Zamanın halleri.
ahvalat / ahvâlât
Haller, durumlar.
ahvezi
Cem'edici, toplayıcı.
Her işi insanlar arasında halleden.
aktar
(Tekili: Kutr) Kuturlar. Çaplar. Dâirenin merkezinden geçen doğru hatlar.
Her taraf.
Güzel kokulu yağlar vesaire satan adam. Güzel kokular tâciri.
Ecza, ilâç satan adam.
Mahalle aralarında bazı baharatla iğne, iplik vesaire satan satıcı.
amnezi
Psk. Hafıza kaybı, erken bunama, ihtiyarlık bunaması, histeri, beynin zedelenmesi gibi hâllerde meydana gelir. Hafıza kaybı kısmî veya umumi (genel) olabilir. Hasta, belli bir olaydan öncekini (retrofrat), yahut sonrakini (anterofrat) hiç hatırlamaz, yahut tamamen hafızasını kaybeder.
arazi-i mevat / arazi-i mevât
Huk: Hiç kimse tarafından kullanılmayan ve halka verilmeyen, meskun mahallerden biraz uzakta bulunan taşlık ve kıraç arazi.
İşlenmemiş toprak.
ashab-ı suffa / ashâb-ı suffa
Suffa ehli. Bunlar, Hz. Peygamberin (A.S.M.) mescidine bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve hâlleri din hizmeti, hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Bütün hayatları Peygamberimiz'in (A.S.M.) yanında bulunarak Kur'ânın en yükse
aşık-ı didar-ı pak / âşık-ı didâr-ı pâk
Temiz yüzün âşıkı.
Edb: Evvelce ordularda, kışlalarda, köy odalarında ve mahalle kahvelerinde gerek kendinin, gerek başkalarının sözlerini sazla dile getiren kimse; halk şâiri.
avakıb-ı ahval / avakıb-ı ahvâl
Durumların neticesi, hâllerin sonu.
avarız
Arızalar. Sonradan olan noksanlıklar.
Girinti çıkıntı, noksanlık.
Mânialar. Engeller.
Fevkalâde hallerde ve bilhassa harp sebebi ile geçici olarak alınan vergi.
banliyö
Bir şehrin yakın çevresinde bulunan mahalle ve yerleşme yerleri.
(Fransızca)
basbasa
Dalkavukların nefret edilecek hâlleri, tabasbusları, yaltaklanması.
Köpeğin, kuyruğunu sallayarak sokulması.
berzen
Sahra, çöl.
(Farsça)
Sokak, cadde. Mahalle. Köşebaşı.
(Farsça)
beşeri / beşerî
İnsana ve insanın fıtrî hallerine mensub ve müteallik. İnsanla ilgili.
beşeriyyet
İnsanın tab' ve hilkati ve fıtrî halleri. İnsanlık.
ca'liyyat
Yapmacık hareketler, sahte, düzme hâller.
cebbar / cebbâr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarının hallerini ıslâh edip tövbeye götüren, dilediğini yaptırmaya gücü yeten.
Kibirli, zorba, gaddâr.
ciddi / ciddî
Gerçek. Hakikat.
Ağırbaşlı, hâlleri sakin olan kişi.
Mühim.
derare
Deyyus. Karısının kötü hâllerini görmemezlikten gelen kişi.
deyyus
Derare. Karısının kötü hâllerine göz yuman ve ses çıkarmayan adam.
divan-ı hümayun / divan-ı hümâyun
Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru. Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu.
(Farsça)
ebil
Devenin hâllerinden anlıyan kimse.
ebü'l-vakt
Tasavvufta kalb makâmından yukarı çıkıp, kalbin sâhibine varan, hallerden kurtulup, halleri verene ulaşan. Bunlara Erbâb-üt-temkîn de denir.
edeb
Güzel hallere ve huylara sâhib olma ve utanılacak hareketlerden sakınma, her hususta haddini bilip, sınırı gözetme hâli.
Namazda müstehab ve mendup olan şeyler.
efanin
(Tekili: Üfnûn) Değişiklikler.
İşler, şartlar, hâller.
Sarmaşık gibi birbirine sarılmış sık ağaç dalları.
ehali
(Tekili: Ehl) Bir memleket, şehir, kasaba köy veya semt veyahut da mahallede yerleşip oturanlar.
Avam, halk umum.
ehl-i keşfü'l-kubur
Mânen kabirdeki ölülerin hallerini anlayanlar.
ehlihal / ehlihâl
İnandıkları mânâları hâlleriyle yaşayanlar.
ehval
(Tekili: Hevl) Korkular. Korkulacak hâller. Fenalıklar.
ehval-i haşir
Haşir meydanının verdiği korkular, korkulu hâller.
emkine
(Tekili: Mekân) Mekânlar, hâneler, evler, mahaller, mevkiler, yerler.
erbab-ı kulub / erbâb-ı kulûb
Gönül sâhipleri. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (içerisinde bulundukları mânevî hallere dalıp kendilerini unutan) kimseler. Bunlara İbn-ül-vakt de denir.
erdeb
Bir ağırlık ölçüsüdür. Arab ülkelerinde kullanılır. Miktarı, İstanbul kilesiyle dokuz kileyi karşıladığı gibi, kullanıldığı mahalle göre de değişir.
etfaliyet
Çocukluklar. Çocukluk halleri.
etvar / etvâr
(Tekili: Tavır) Tavırlar, haller, davranışlar.
Tavırlar, hâller.
evbaş
Mahalle çapkını. Şahısların rezilleri.
Muhtelif yerlerden gelmiş, toplanmış bir cemaat, bir bölük.
evvel
Herşeyden önce var olan ve yaratıkların önceki hâllerine de hükmeden Allah.
evza'
(Tekili: Vaz') Haller. Durumlar.
evza-ı garibe
Garip haller.
ezan
Namaza dâvet ve vahdaniyet-i İlâhiyyeyi ve hakaik-ı İslâmiyyeyi âleme, kâinata ilân etmek için minare ve emsali mahallerde edilen nidâ. Kamet getirmek.
Bildirmek.
fahşa
Büyük günahlar. Çirkinlikler. Zina gibi şehevâta tâbi olmakta ifrat ile alâkadar olan günahlardır ki, lisanımızda fuhşiyat tâbir olunur. Ve bunlar, insanların en çirkin hâlleridir.
fasl
(Fasıl) İki şey arasındaki ek yeri. Mafsal.
Hak söz. Hak ile bâtılın arasını fark ve temyiz ile olan hüküm ve kaza. (Buna "Faysal" da denir) Halletmek. Ayrılma. Çözme.
Bölüm.
Mevsim.
Aynı makamda çalınan şarkı.
Çocuğu memeden kesmek.
Birini zem
Ayrıntı, ayırma, kesinti, bölüm.
Halletme, neticelendirme, kesip atma.
fasl-ı hitab / fasl-ı hitâb
İki söz arasını ayıran kelime veya isimlerden biri. Önsözden sonra asıl maksada giriş.
Fık: Şahitlerin gösterdiği delil veya yeminlerinden sonra hâkimin hükmetmesi.
Hakkı bâtıldan ayırarak, nizaı ayırt edip kesmek ve halletmek. Herşeyi kemal-i vüzuh ile fasledip hakikatını gö
gayret-i ilahiyye / gayret-i ilâhiyye
Allahü teâlânın kullarından beğenmediği hallerin ayrılmasını istemesi, böyle şeylere rızâ göstermemesi.
gerdide / gerdîde
Tavır ve hâlleri değişmiş.
(Farsça)
girih-küşa
Düğüm açan, bağı çözen.
(Farsça)
Mc: Müşkülâtları yenen, zorlukları halleden.
(Farsça)
girihgüşa / girihgüşâ / گره گشا
Düğüm çözen.
(Farsça)
Sorunları halleden.
(Farsça)
gramer
Cümlelerin, kelimelerin, hecelerin ve harflerin hallerinden bahseden ilim. Dil bilgisi.
(Fransızca)
gusl
Boy abdesti; dinin gerekli gördüğü hallerde maddî, mânevî temizlik için şartları dahilinde yıkanma.
güzar
Geçiş, geçme.
(Farsça)
Beceren, halleden, yapan.
(Farsça)
Geçiren, geçirici mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar : Zaman geçiren, vakit öldüren.
(Farsça)
hadisat-ı i'caziye / hâdisât-ı i'câziye
Mu'cize olaylar, harika haller.
hafız ahmed
Dereli Hâfız Ahmed Efendi olarak bilinir. Isparta'nın Dereli Mahallesinde ikamet ediyordu.
hakaik-i ahval / hakâik-i ahval
Maddî ve mânevî âlemlerdeki hâllerin gerçek mahiyetleri, içyüzleri.
hal-i üstad / hâl-i üstad
Üstadın davranışları, hâlleri.
halat / hâlât / حالات / حَالَاتْ
(Tekili: Hâlet) Haller. Suretler. Keyfiyetler.
Durumlar, hâller.
Hâller.
Haller.
Haller.
(Arapça)
Hususî hâller.
halat-ı tabiiye / hâlât-ı tabiiye
Doğal haller.
halat-ı telakki / hâlât-ı telakkî / حاَلَاتِ تَلَقِّي
Kabul etme, anlayış halleri.
halet-i fıtriye / hâlet-i fıtriye
Yaratılıştan gelen haller.
halet-i ruhaniye / hâlet-i ruhaniye
Ruhî haller, ruhen girilen haller.
hali / hâlî
Hâlle ilgili.
halk-ı ezdad
Birbirine zıd halleri bir şeyde yaratmak. Meselâ: Bir zerrede hem def edici hem de cezb edici (çekici) kuvvetin bulunmasını yaratmak.
hall ü akd
Çözme ve düğümleme. İdame etme. Müşkül mes'eleleri ve işleri halledip neticeye bağlama.
hall-i mes'ele
Mes'elenin halledilmesi.
hallac-ı mansur
Asıl adı Hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. Manevi istiğrak hallerinde hissettiklerini, şeriata zâhiren zıd düşen ifadelerle söylediği için, Hicri 306 senesinde idam edilmiştir.
hallal / hallâl
Halleden, çare bulan, çözen.
hallal-ı müşkilat / hallâl-ı müşkilât
Zorlukları yenen, müşkülâtı halleden kimse.
hallüfasl / حل و فصل
Halletme, yoluna koyma.
(Arapça)
hanadis
(Tekili: Hındıs) Musibetler.
Karanlık geceler.
Şiddetli hâller.
hanif
İslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (A.S.) dininden olanların vasfı.
İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse.
Eğri.
Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen.
hasb-i hal
Halleşme. Görüşüp konuşma.
hasbihal / حسب حال
Halleşme, dertleşme.
(Arapça - Farsça)
Hasbihal etmek:
Halleşmek, dertleşmek.
(Arapça - Farsça)
hased
Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.
hasm
Kesip atma, kesme, kat'etme.
Kat'i olarak bir mes'eleyi hâlledip neticeye varma.
hasm-ı da'va / hasm-ı da'vâ
Dâvânın halledilmesi.
hasmen
Bir mes'eleyi kesin bir karar ile halledip bitirmek suretiyle.
havarik / havârik
Harikalar, olağanüstü haller.
heyamola
Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini
hırz-ı binefsihi / hırz-ı binefsihî
İçerisinde mal ve eşya saklamak için yapılmış, hazırlanmış ve içine izinsiz girilemiyen ev, dükkân, çadır, depo vs. gibi mahaller. (Kasa, sandık, dolap, çuval da bu hükümdedir.)
hiyaz
(Tekili: Hayz) Kadınlarda meydana gelen aybaşı halleri.
hulk
Huy. Ahlâk. Tabiat. Yaratılıştan olan haslet. Seciyye. Cibilliyet.
İnsanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller.
hulul
Girme. Dâhil olma. İçine gizlice giriş.
Birinin veya birkaç kimsenin sevgi veya itimadını kazanmak, içlerine onlardan görünüp girmek.
Halletmek.
Vuku' bulmak. Zuhur etmek.
Gelip çatmak.
Bir menzile inmek.
Kim: Bazı akıcı cisimlerin vücud mesâmâ
ibale
Kuyu bileziği.
Hayvanları muhafaza etme.
Küçük çocuklara def-i hacet ettirme.
Devenin hallerini ve huylarını iyi bilmek.
ibn-ül-vakt
Kalbi halden hâle değişen velî. Tasavvuf yolunda ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan şuursuz (kendilerinden geçen, kendilerini unutan) kimseler. Bunlara erbâb-ı kulûb da denir.
ibre-i hayyat
Kendi işlerini bırakıp başkasının işlerini halledip düzeltmeye çalışan adam.
Terzi iğnesi.
ihhikak
Kördüğüm olma.
Mc: Sıkışıp kalma. Halledilmeyip çözülmez hale gelme.
ilm-i adab / ilm-i âdâb
Yemek, içmek, yatıp kalkmak, giyinmek, sefer gibi hâllere dair hadisler için, ilm-i hadis istılâhında kullanılan tâbirdir.
ilm-i hadis
(İlm-i Rivayet - İlm-i Ahbâr - İlm-i Âsâr) Resulüllah'ın (A.S.M.) akvâli (sözleri), ef'ali ve hallerine dâir ilimdir. Ehl-i hadis ıstılahında; tarihe ve siyere dâir hadis-i şeriflere bazan İlm-i Hadis-ül Halk, bazan da Sîre (Sîret) tabir edilir.
imam
Öne geçmek.
Önde ve ileride olan. Delil ve rehber.
Cemaate namaz kıldıran.
İçtihad sahibi zat. Mezheb sahibi olan.
Bir mahallenin lüzumlu işlerine ve içtimaî vazifelerine nezaret eden.
Müslümanların imamı olan halife ve askerlerin başı. Sultan. Hâkim.
imece
Köyün umumi işlerinde veya köylünün kendi işlerinde köy halkının müştereken çalışması. Beraberce birçok kimsenin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini halletmesi ve herkesin işinin sıra ile bitirilmesi.
inhisam
(Hasm. dan) Kesip bitirme, halletme.
inhisam-ı da'va
Dâvânın halledilmesi.
irade / irâde
Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından. Allahü teâlânın dilemesi.
İstemek, seçmek, dilemek tercih etmek.
Tasavvuf yoluna yeni girenlerin başlangıç halleri. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya azmedenler, karar verenler için ilk konak.
irhas / irhâs
Bir peygamberden, peygamberliği bildirilmeden önce meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
irhasat / irhâsât
Hayırlı işlerle uğraşmak.
Sağlam şey.
Ist: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden evvel zuhur eden hârikulâde haller ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden hâdiselerdendir.
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğinden evvel meydana gelen ve peygamber olacağına işaret eden harika hâller, belirtiler.
Efendimizin peygamberlikten önceki harika hâlleri.
irhasat-ı ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğinden evvel meydana gelen ve peygamber olacağına işaret eden harika haller, belirtiler.
irhasat-ı mütenevvia / irhâsât-ı mütenevvia
Peygamberimizde (a.s.m.) peygamber olmadan önce görülen çeşitli olağanüstü hâller ve hâdiseler.
islamilaisen sevrakume / islâmilaisen sevrakume
Müslüman mahallesi, Müslümanların oturduğu bölge, yer.
ismetmeab / ismetmeâb
İsmetlü. Günahsız. Haramdan ve nâmusa dokunur hâllerden çekinen.
istidrac / istidrâc
Kâfir ve fâsıklarda görülen hârikulâde, olağanüstü haller.
istiğrak / istiğrâk
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin içinde bulunduğu mânevî hallere dalması sebebiyle kendisini ve çevresinde olanları unutması.
kabaih
(Tekili: Kabayih) (Kabiha) Kabahatlar. Çirkin işler, kabih haller.
kaffe-i ahval / kâffe-i ahvâl
Bütün hâller, durumlar ve özellikler.
kat'
Kesme, biçme.
Halletme, karar verme, sona erdirme, bitirme.
kat'-ı da'va / kat'-ı da'vâ
Dâvâyı halletme.
katıbe
(A, uzun okunur) Hepsi, tamamı. Cümleten.
Bütün hâllerde.
kayyum
Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak.
keramat-ı evliya / kerâmât-ı evliya
Allah'ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarına sunduğu olağanüstü haller.
keşf ü keramat / keşf ü kerâmât
Allah'ın bir ikramı olarak mânevî âlemlerde bazı hakikatleri görme ve olağanüstü hâllere mazhar olma.
keşfiyat / keşfiyât
Keşifler, bazı hakikatleri ortaya çıkarma, keşfetme hâlleri.
keşfü'l-kubur
Kabirdeki ölülerin hallerini görme.
keşfü'l-kubur velisi / keşfü'l-kubur velîsi
Kabirdeki ölülerin hallerini anlayan ve bilen Allah dostu zât, evliya.
keyfiyat-ı zahiriye / keyfiyât-ı zâhiriye
Görünürdeki haller, durumlar.
komedi
yun. Cemiyetin gülünç ve kusurlu hâllerini ortaya koyan tiyatro eseri.
Uydurma, yapmacık hareket veya söz.
Gülünecek hareketler.
kompleks
Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş.
(Fransızca)
Basit olmayan. Mürekkep.
(Fransızca)
İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü.
(Fransızca)
kuy
Karye, mahalle, sokak.
(Farsça)
Yol. Semt.
(Farsça)
mahfuz liman
Bütün rüzgarlara kapalı olan ve her türlü hâllerde emniyet ile barınmağa müsâit bulunan limanlar.
mahmud-u bil-ıtlak
Her cihetle ve bütün hallerde medhe ve hamde elyak olan Cenab-ı Hak.
mahrem
Gizli.
Dince ve şer'an müsaade olunmayan.
Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
Nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba. (Baba, dede, anne, nine, erkek ve kızkardeş, amca, dayı, hala ve teyzeler arasında bir neseb yakınlığı, bir ebedî mahremiyet vardır
makine-i ahval / makine-i ahvâl
Hallerin makinesi, idârî ve içtimâi çark.
maneviyat / mânevîyât
Madde üstü hâller.
mazhar-ı esma / mazhar-ı esmâ
Çok sıfatlara ve isimlere mensub hâller kendinde görünen. İsimlere, isimlerinin üzerinde te'sirlerine mazhar (sâhib) olan.
Cenab-ı Hakkın isimlerinin tecellisine mazhar ve âyine olmuş olan.
mebde' ve mead / mebde' ve meâd
Başlangıç ve sonuç, dünyâ ve âhiret; mahlûkların (yaratılmışların) nereden ve nasıl vücûda geldiği, onları kimin yarattığı, yaratılış hikmetleri, sonunda ne olacakları ve ölümden sonraki hâlleri.
meder
Tezek, toprak tezeği.
Çakıl. Kuru çamur. Kuru balçık.
Köy, mahalle.
mehasin-i ahval / mehâsin-i ahval
Güzel haller, vaziyetler.
mekir
(Mekr) Hile. Aldatma. Oyun. Düzen. (Birisinin kötü veya iyi hâllerini öğrenmek veya kötülüğe sevketmek ya da gayesinden alıkoymak için yapılır.)
menhere
(Çoğulu: Menâhir) Mahalle arasındaki süprüntülük.
menkıbe
Bir zâtın güzel iş, söz ve hallerini, hayâtını konu edinen hikâye ve hâtıralar. Çoğulu menâkıbdır.
Meşhur kimselerin hallerine dair hayat hikâyesi; kıssa.
merkez-i şuunat / merkez-i şuûnât
İşlerin, hallerin ve duyguların merkezi.
mes'ele
Düşünülecek iş ve husus. Halledilmesi lâzım iş. Ehemmiyetli iş.
Savaş, muharebe, ceng, harp.
meşahir-i mu'cizat / meşâhir-i mu'cizat
Meşhur mu'cizeler; Allah'ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü hallerin, mucizelerin meşhurları.
mesavi / mesâvî
(Tekili: Su') Kötü haller. Fenalıklar. Seyyieler. (Mehâsinin zıddı.)
Kötü hâller.
meşayıh-ı müstakim-ül-ahval / meşâyıh-ı müstakîm-ül-ahvâl
Hâlleri İslâmiyet'in emirlerine uygun olan zâtlar.
meşveret-i şer'iye
Şeriattaki istişare, işlerin istişare (danışıp görüşme) yoluyla halledilmesi, İslâmın öngördüğü meşveret.
mevacid / mevâcid
Vecd hâlleri. Kalbî zevk veren istiğrak halleri.
Kalbe gelen zevkler, vecdler (mânevî coşkunluk halleri).
Kalbe zevk veren hâller.
mezi
İlm-i Halde: Kadınla oynamak veya şehvetle yanına gelmek gibi hâllerde erkeğin tenasül cihazında zuhur eden yapışkan renksiz akıcı cisim. (Bu hâl abdesti bozar, gusül icab ettirmez)
mu'cizat / mu'cizât
Mûcizeler. Allahü teâlânın peygamberlerine, peygamberliklerini isbât etmeleri için ihsân etmiş olduğu hârikulâde yâni âdet dışı (olağan üstü) hâller. Mûcize kelimesinin çokluk şeklidir.
mu'cize
Peygamberlerden aleyhimüsselâm peygamberliklerine delil olarak Allahü teâlânın izniyle meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
müdahale
İşlere ve lüzumlu hallere, icabettiği için karışmak. Zararlı bir hal var ise, işe karışıp zararın def'ine çalışmak.
Araya girme. Sokulma.
müessif
(Müessife) Esef edilen ve ettiren. Keder veren. Acı ve acınacak haller.
muhalat / muhâlât
(Tekili: Muhal) Mümkün olmayanlar. Muhaller. Muhal ve bâtıl olan şeyler.
Muhaller, imkânsız olmalar.
muhalledat
(Tekili: Muhalled) Dâimî olarak kalacak şeyler.
şâheserler.
muhalledin / muhalledîn
(Tekili: Muhalled) Sürekli ve dâimî olarak kalan şeyler.
muhallefat
(Tekili: Muhallefe) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler. Metrukât.
muhallil
(Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden.
Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.)
Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.
muhavvil-ül havli ve-l ahval / muhavvil-ül havli ve-l ahvâl
Havli, kuvveti ve hâlleri değiştiren, başka şekle sokan Cenâb-ı Hak (C.C.)
müheymin
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden); her mahlûkun (yaratılmışın) ömrünü, amelini, rızkını, ecelini, nefeslerini, sözlerini bilen, gören, onların bütün hallerinden haberdâr olan.
muhtar
İhtiyar eden. Seçilmiş olan.
Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür.
Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan kimse.
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ism-i şerifi.
mukadderat / mukadderât
Allah tarafından takdir olunmuş ileride meydana gelecek haller ve olaylar.
müneccim
Yıldızların hareket ve hâllerini tedkikle uğraşan, mevki ve harekâtından mâna ve hüküm çıkaran. Falcı.
murakabe / murâkabe
Kontrol etmek, inceleyip vaziyeti anlamak.
Kulun, bütün hâllerinde Allahü teâlânın kendini gördüğünü bilmesi ve O'nu unutmaması.
Nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamaktır.
mürüvvet
İnsaniyet. İnsanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve hâlleri bırakmak.
Ana baba saadeti.
Mertlik, yiğitlik.
Reculiyet.
müşkil-küşa
Zorluğu gideren, açan. Zor işleri halleden. Çetinliği gideren.
(Farsça)
müşkil-küşayan / müşkil-küşayân
Zorluğu gideren ve zor işleri halleden kimseler.
(Farsça)
müstağrak / مُسْتَغْرَقْ
Ma'nevi halle kendinden geçen.
müstefti / müsteftî
(Fetva. dan) Bir müftüye müracaat edip bir mes'ele hakkında fetva isteyen.
Bir müşkülün halledilip çözülmesini isteyen.
müteşaki
Birbirlerine hallerinden şikâyet edenlerin beheri.
müz
Gr: Harf-i cer oldukları zaman (Fi: ) vazifesini görürler. Zarf veya isim olduklarında ismin başına gelirlerse kendileri mübteda, sonra gelen haber olur. Fiilin başına gelirlerse kendilerinden önceki bir fiilin mef'ulünfihi olarak mahallen mensub bulunurlar.
namus
Irz, iffet, edeb, hayâ.
Şeriat.
Melâike.
İrade-i İlâhiyenin tecellisi.
Nizam.
Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet.
Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin iç yüzüne vakıf ve muttali ki
nebati ruh / nebâtî ruh
Her canlıda mevcud olan ve doğma, büyüme, beslenme, zararlı maddeleri dışarı atma, üreme ve ölme gibi canlılık hallerini yapan rûh.
neuzü billah / neûzü billah
"Allahü teâlâya sığınırız" mânâsına, tehlikeli hâllerden ve îmânı gideren şeylerden sakınma ve korkma mânâsını ifâde eden bir söz.
nifas / nifâs
Lohusalık hâli. Kadınların doğumdan sonraki özür hâlleri.
niver
Âlemde meydana gelen hâdiseler, haller.
(Farsça)
nutk-u beliğane / nutk-u beliğâne
Balâgatli nutuk; kusursuz ifadelerle muhatapların hallerine ulgun olarak akıl ve kalplerini aydınlatan nutuk.
örf-i nas / örf-i nâs
İnsanların âdet edindikleri, beğendikleri alışkanlık hâlleri, an'aneleri ve telâkkileri.
(Farsça)
örfi idare / örfî idare
(İdare-i örfî) Askerî kuvvete ihtiyacı gerektiren ve cemiyet hayatında zuhur eden müşkil hallerde vaktin icablarına göre ve vaziyet düzelinceye kadar sivil idare yerine askeri idare konması. Sıkı yönetim.
rehv
(Çoğulu: Rahâ) Yüksek mekân, yüksek yer.
Alçak, çukur yer, (içinde su toplanır)
Mahalle içinde, yağmur suyu ve çeşme suyu akan ark.
Üveyik kuşu.
Arası açılmış ve ayrılmış.
rivayet-i hadis / rivayet-i hadîs
Hz. Peygamberden (a.s.m.) aktarılan söz, fiil ve haller.
ruhaniyyet / rûhâniyyet
Rûhla ilgili haller.
ruunet
İnsana ağır gelecek hâllerde bulunma.
Sünepelik, bönlük.
rüya / rüyâ
Düş. İnsanın kalbinin ve duyu organlarının dünyâ işleriyle olan meşgûliyetinin kısmen kesildiği, uyku, bayılma ve istiğrak (mânevî coşkunlukla kendinden geçme) gibi hallerde gördüğü şeyler.
safha
Aşama, değişen durum ve hallerden her biri.
Aynı şey üzerinde görülen değişik hâllerden her biri.
Bir şeyin gözle görülen yüzlerinden her biri.
Kısım.
Bir şeyin düz yüzü.
El ayası.
Bir hâdisede birbiri ardınca görülen hâllerin beheri.
Yazılmış ve yazılabilir sahife.
samimane
Samimi bir hâlle.
secavend
Kur'an-ı Kerim'de doğru okunması için yapılan işaretler.Kur'an-ı Azîmüşşan'ı okurken durularak nefes alınacak yerler, âyet sonları ile secavend mahalleridir.
(Farsça)
şedaid
(Şedâyid) Afât. Meşakkatli haller. Şiddetli musibetler.
seg-i kuy
Sokak, mahalle köpeği.
şehbender
Ticaret nezaretinin teşekkülünden evvel ticaret işlerine bakmak ve tüccarlar arasındaki ihtilâfları halletmekle vazifelendirilen memurun ünvanı idi.
sekenat / sekenât
Oturumlar; bir yerde kalıp ikamet etme halleri; Durgunluklar.
semt / سمت
Taraf.
(Arapça)
Yöre.
(Arapça)
Mahalle.
(Arapça)
sergüzeşt
Macera, baştan geçen hâller.
(Farsça)
serkuy / serkûy / سركوی
Yol, sokak veya mahalle başı.
(Farsça)
Sokak başı, mahalle başı.
(Farsça)
sevabık
(Tekili: Sâbıka) Geçmiş şeyler. Geçmiş haller. Geçmişte işlenmiş suç ve kabahatlar.
seyr-i ilallah
Allahü teâlâya doğru olan yolda ilerlemek, mânevî ilimde durmadan yükselmek. Seyr-i âfâkî (kötü hâllerden kurtulma) ve seyr-i enfüsî (iyi hâllerle süslenme) yi içine alan tasavvuf yolculuğu.
silsile-i acibe
Hayret verici haller ve durumlar zinciri, dizisi.
su-i ahval / sû-i ahvâl
Kötü haller, durumlar.
sünnet
Peygamberimizin sözleri ve hâlleri.
sünnet-i seniyye
Hz. Peygamber'in (A.S.M.) sözlerine, emirlerine ve harekâtına dâir en yüksek ve kıymetli hâller, tavırlar, hareket düsturları.
sur-name
(Suriye) Edb: Düğün, ziyafet, şenlik gibi halleri tasvir için yazılan yazılar.
(Farsça)
şuunat / şuûnât
Şuunlar. Keyfiyetler, haller.
Emirler. Kasıtlar. Talepler.
İşler, hâller.
şüunat / şüûnât
Şanlar, haller, keyfiyetler, hâdiseler, vak'alar. İsimlerin zât-ı ilâhîye nisbetleri ve mertebeleri.
şuunat-ı azime / şuûnat-ı azîme
Büyük işler, fiiller, haller, icraatlar.
şuunat-ı kesireye malik / şuûnât-ı kesireye mâlik
Pek çok halleri, özellikleri, etkinlikleri bulunan; pek çok işi yapabilen.
şuunat-ı sermediye / şuûnat-ı sermediye
Sonsuza kadar sürüp giden işler, haller ve nitelikler.
şuunat-ı seyyale / şuûnât-ı seyyâle
Akıp giden haller, işler, faaliyetler.
taakkuli halat / taakkulî halat
Akıl yürütmekle ilgili hâller.
tabakat-ı muhaddisin / tabakât-ı muhaddisîn
Resûlullah efendimizin işleri, sözleri ve hâllerini öğreten hadîs ilmi ile uğraşan İslâm âlimlerinin dereceleri.
Hadîs âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar.
taharet / tahâret
Necâset denilen yâni maddeten pis olan şeylerden ve hades denilen hükmî ve mânevî pisliklerden (abdestsizlik, cünüplük, kadınlar için hayz ve nifas hâllerinden) su ile abdest alarak, su yoksa, toprak ve toprak cinsinden şeylerle teyemmün ederek yapıl an temizlik. Temiz olana tâhir, temizleyiciye de
taharet-i kübraa / taharet-i kübraâ
Cünüblük veya hayız, nifas gibi hallerden çıkmak için gusül abdesti alarak temizlenmek.
tahayyüli halat / tahayyülî halât
Hayal etmekle ilgili hâller.
tahlil
Müşkül meseleyi halletmek.
Bir şeyi kolaylıkla tutmak.
Eritmek.
Bir şeyi helâl kılmak.
Yemine kefaret etmek.
Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması.
Fiz:
tavaf / tavâf
Kâbe-i muazzamanın etrâfında Hacer-i esvedin bulunduğu köşeden başlamak sûretiyle Kâbe sola alınarak yedi defâ dolaşmak. Tavâf edene tâif; Kâbe etrâfında tavâfa mahsûs mahalle (yere) metâf denir.
te'sir
Bir şeyde eser ve nişane bırakma.
Vasıfları ve halleri değiştirme.
İşleme, dokuma, iz bırakma.
İçe işleme.
Kederlenme.
tebeddülat-ı ahval / tebeddülât-ı ahvâl
Hallerin değişmesi.
tecessüs
İnsanların gizli hallerini, ayb ve kusûrunu merâk edip, iç yüzünü araştırıp öğrenmeye çalışmak.
telvin / telvîn
Tasavvuf yolundaki talebenin kalbinde meydana gelen değişik haller.
tenzih
Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek.
Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.
tesbihat-ı hayatiye
Bütün canlı varlıkların halleriyle yaptıkları tesbihler.
tuhr
Pâklık, temizlik, taharet.
Kadınların iki âdet görmeleri arasındaki temizlik hâlleri. (Temizlik hâli uzayan, devam eden kadına "Mümtedet-üt tuhur" denir).
umur-i zevkiyye / umûr-i zevkiyye
Tasavvufta kalb ile tadarak, yaşayarak kavuşulan haller.
umurlar
Haller, durumlar, işler.
vav-ı haliye / vav-ı hâliye
Haller cümle olabilir. Eğer isim cümlesi olursa, başında bir "vav" bulunur. Ona Vav-ı hâliye denir. Bu vav, hâl'i zi-l-hâle bağlar. (Reeytuhu ve biyedihi kitâbün: Elinde bir kitap olduğu halde onu gördüm) cümlesindeki gibi.
vecd-alud / vecd-âlud
Vecd veren haller. Manevî coşkunlukla beraber olan hal.
(Farsça)
verta
(Çoğulu: Vırât) Çukur yer, varta, uçurum.
Halledilmesi, içinden çıkılması zor olan iş.
veyl
Vay hâline, yazıklar olsun.
Bir kimse veya topluluğun işledikleri kötülükler sebebiyle karşılaşacakları azâbı, kötü hâlleri ve acınacak bir hâlde bulunduklarını ifâde eden bir söz.
Cehennem'de bir vâdinin adı.
yed-i beyza / yed-i beyzâ
Musa Aleyhisselâm'ın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.
yevm-i fasl
İyi insanların kötülerden kısım kısım ayrıldığı ve dâvâların halledildiği kıyâmet günü.
İnsanların kısım kısım ayrıldığı ve davalarının halledildiği kıyamet günü. Bundan başka kıyamet gününe aşağıdaki isimler de verilir: Yevm-ül cem', yevm-ül cevab, yevm-ül cezâ, yevm-üd din, yevm-ül ahd, yevm-ül feza-ul ekber, yevm-ül haşr, yevm-ül hisâb, yevm-ül ivaz, yevm-ül karar, yevm-ül karia, ye
zemaim
(Tekili: Zemime) Kötü haller. Beğenilmeyen, sevilmeyen hal ve hareketler.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Ajans
mufaharet
çarh
meshek
Mavi
MuRakabe
Nâ-kâm
Kelef
istikbal etmek
karib
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
halle
Sonsuzluk
sıradan
girban
kendini öven
beynun
Örtü
altmış beş
hude
fono