REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te halis ifadesini içeren 135 kelime bulundu...

ishak aleyhisselam / ishâk aleyhisselâm

  • Şam ve Filistin ahâlisine (halkına) gönderilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın ikinci oğlu olup, annesi hazret-i Sâre'dir. İbrâhim aleyhisselâmın dînini insanlara tebliğ etti. İsmi, Kur'ân-ı kerîmde on yedi yerde bildirilmiştir.

ahlas

  • En hâlis, daha temiz.

akabe biatı

  • Nübüvvetin 11. senesinde Mekke'nin haricindeki Akabe denilen yerde Medine ahalisinden bir cemaatın, Hz. Peygamber'le (A.S.M.) gürüşüp konuşarak İslâm'ı kabul ve tasdik ettikleri biat hâdisesi.

arib / ârib

  • Halis Arap cinsinden olan.

asced

  • Halis, karışıksız altın.

asl

  • Temel, esas, kök. Bidâyet. Mebde', dip, hakikat. Hâlis, sâfi. Haseb ve neseb. Soy sop. Zâten, en ziyâde.

ata-yı mahz / atâ-yı mahz

  • Sâf, halis lütuf, bağış, Allah vergisi.

ateş-beste

  • Hâlis altın, kırmızı altın. (Farsça)

ateş-i beste

  • Hâlis kırmızı renkli altın.
  • Donmuş ateş.

avije

  • Has, hâlis, hakiki, temiz. (Farsça)

bağdadi / bağdadî

  • Bağdad şehrine mensub. Bağdad ahalisinden olan. Bağdadlı.
  • Dar, ensiz tahta pervazlarından yapılmış ve üstü sıvanmış bölme veya tavan.

baht

  • Öz. Hâlis. Saf. Sade.

beledi / beledî

  • (Beled. den) şehir veya kasaba ahalisinden olan, şehirli.
  • Şehir ve kasabaya ait.
  • Belediye İdaresine mensub.
  • Mahallî, yerli.

bicrit

  • Temiz, hâlis şey.

bıhrit

  • Mücerred ve hâlis nesne.

bije

  • Safi, halis, katıksız, sade, sırf. (Farsça)
  • Hususiyle. (Farsça)

bitane

  • (Çoğulu: Betâyin) Çarşaf.
  • Kaftan astarı.
  • Dostluk.
  • Hâlis olmak.
  • Kuvvetli olmak.

çek

  • Çekoslovakya, Bohemya ahalisinden olan ve Çek'ce konuşan kavim ki, Osmanlı metinlerinde "çeh" diye geçer.

cihaniyan

  • Dünya ahalisi olan insanlar. (Farsça)

dehdehi / dehdehî

  • Hâlis altun. (Farsça)

dehma

  • Belâ. Zahmet
  • Çömlek.
  • Çok adet, kesret, sayı çokluğu.
  • Kadim, eski.
  • Halis kırmızı koyun.
  • Koyu kızıl.

edmen

  • Hâlis ve katıksız misk. (Farsça)

ehass

  • Daha hususi, daha yakın, daha hâlis. Hususi. Ziyade hâs. (Eamm'ın zıddıdır.)

ehass-ül havas / ehass-ül havâs

  • En hâlisin hâlisi. Şuhudi imân sahibleri olan evliyalar. Cenab-ı Hakk'a yakınlık kazananların en hâlisi olan enbiyâ ve evliya. Efdallerin efdali, sâlihlerin sâlihi.

ehl-i veber ve badiye / ehl-i veber ve bâdiye

  • Çadırda oturan bedevi Arab, çöl ahalisi.

el-hubbu fillah muhibb-i muhlis / el-hubbu fillâh muhibb-i muhlis

  • Allah için, hâlis ve samimî bir şekilde seven.

evidda

  • Ahbablar. Hâlis ve sâdık dostlar.

fasaha

  • Ruşen olmak, parlamak.
  • Hâlis olmak.

fıdda-i halise / fıdda-i hâlise

  • Hâlis ve saf gümüş.

garbiyyun

  • Garplılar, Avrupalılar. Batı memleketleri ahalisi.

gürcü

  • Güney Kafkasya'nın Gürcistan ahalisinden olan ve Gürcüce konuşan kimse.

habeş

  • Afrika'nın Kızıldeniz sâhili güneyinde müstakil bir memleket. Bu memleket ahalisinden olan.
  • Beyaz ve siyah arasında koyu esmer adam.

habeşi / habeşî

  • Habeş memleketi ahalisinden olan. Habeş'e mensub ve müteallik olan.
  • Koyu esmer renkli adam.
  • Hat, tezhib, minyatür gibi güzel san'atlarda kullanılan bir cins kâğıt.

halebi / halebî

  • Halepli, Halep ahalisinden olan.

halesa

  • (Tekili: Hâlis) Hâlis, sâfi.

haliçe-i zemin

  • Yeryüzü halısı, kilimi.

halis / hâlis

  • Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli.
  • Pek beyaz.
  • Evvelce karışık iken kusuru zâil olan.
  • Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen. (Müennesi: Hâlise'dir)

halisane / hâlisane / hâlisâne

  • Hâlise yakışır bir surette. Hâlis kimselere mahsus bir niyet ve fiil ile. (Farsça)
  • Halis bir şekilde, temiz kalplilikle.
  • Halisçe.

halisen / hâlisen

  • Halis olarak.
  • Halis ve katıksız olduğu halde. Hilesizce, doğru olarak.

halisiyet / hâlisiyet

  • Halislik, saflık, duruluk.

halisiyyet / hâlisiyyet

  • Doğruluk, hâlislik, hilesizlik.

hass / hâss

  • (Çoğulu: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu.
  • Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan.
  • Tam ayar olan, yabancı maddelerle karışık olmayan ve içinde bozuk bulunmayan. Tek, münferid.
  • Saf.
  • Tar: Osman

hatm

  • Hâlis, saf.
  • Sağlamlaştırma, muhkemleştirme.
  • Hüküm ve kazâ icabettirme.

hıfz-ı bilad u ibad

  • Şehirlerin ve şehir ahalisinin korunması.

hilal

  • Sâfi ve halis.
  • Sıdk ile dostluk etmek.
  • Ara. Aralık.
  • Zaman ve vakit.
  • İki şey arasına sokulmuş olan.
  • Buluttan yağmurun çıktığı yer.
  • Gr: Bir kelimenin aslını ve ondan türeyenleri gösteren tertip.
  • Kulak ve diş karıştırmak gibi şeylerde kull

hindi / hindî

  • Hind'e ait.
  • Hind ahalisinden olan, Hindli.
  • Bugün konuşulan Hind dillerinin en yaygın ve tanınmış olanı.
  • Güzel sanatlarda kullanılan ve Hind'de yapıldığı için de bu ismi alan bir kağıt cinsi.

hindu

  • Satürn (Zühal) gezegeni. (Farsça)
  • Benek, ben. (Farsça)
  • Hind'in Brahman ahalisinden olan. (Farsça)
  • Hindliler gibi pek esmer adam. (Farsça)

hiss-i mücerred

  • Saf ve hâlis duygu.

hulus / hulûs / خُلُوصْ

  • Hâlislik. Saflık.
  • Samimiyet. Hâlis dostluk. İçden davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak.
  • Halislik, saflık, gönül temizliği.
  • Halislik, saflık, arılık.
  • Samîmiyet, hâlis ve saf olma.

hulus-i niyet / hulûs-i niyet

  • Niyetin hâlis olması.
  • Halis, samimi niyet.

hulus-u niyet / hulûs-u niyet

  • Halis, samimî niyet.

hulusi

  • Samimi, candan. Hâlis ve içi temiz olan.

hulusiyet / hulûsiyet

  • Hâlislik, içtenlik.
  • Halislik, samimilik, temizlik.

hulusiyyet

  • Hâlislik. Samimi dostluk.

ibriz

  • Halis altun, saf altun.

içtihadat-ı safiyane / içtihadat-ı sâfiyâne

  • Samimî, hâlis bir şekilde sırf Allah rızası için yapılan içtihadlar.

igsas

  • Sıkıştırma, tazyik etme.
  • Bir yer ahalisini sıkıntıya düşürme.

ihlas / ihlâs

  • Hâlis, temiz etmek, niyyeti düzeltmek, temizlemek, dünyâ menfaatini düşünmeden bütün işlerini, ibâdetlerini yalnız Allah için yapmak.

ihtilaf-ı dar / ihtilaf-ı dâr

  • Huk: Mirası bırakan ile vâristen her birinin başka başka ülkeler ahâlisinden olması.

ıkyan

  • Halis iyi altın.
  • İnci parçası.

imtihaz

  • Hâlis, katıksız ve saf olma. Durulanma.

istisfa

  • Madeni eritip tasfiye etmek, hâlisini almak.

kahve

  • şarap.
  • Hâlis süt.
  • Kahve.
  • Güzel koku.
  • Bolluk, bereket.
  • Kahvehane.

karen

  • (Çoğulu: Akrân) Ok mahfazası.
  • Kılıç.
  • Ok.
  • İki deveyi biribirine çattıkları ip. Başka deveye çatılmış deve.
  • Çatık kaşlı olmak.
  • "Yakınlık" mânâsına mastar.
  • Necid ahâlisinin mikâtı olan mevzi.

karn

  • Zaman, devre.
  • Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene.
  • Yüz yıllık zaman. Asır.
  • Boynuz. Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan saç. (Karn, iki mânaya gelir. Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet, bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki

kasaba

  • (Çoğulu: Kasabât) Akciğerdeki nefes borularından herbiri. Bronş.
  • Küçük şehir. Çarşısı olan büyük köy.
  • Ahalisi beş-on bin raddelerinde olan mâmure.

kuhh

  • Halis, saf, katıksız.

lübub

  • (Tekili: Lübb) Her şeyin hâlisleri. Özler.

lut

  • Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve

magşuşiyyet

  • Halis ve saf olmayış. Karışıklık.

mahs

  • Hâlis olmak, saf ve katışıksız olmak.

mahuza

  • Temiz. İtibarlı, şerefli, asil.
  • Saf, hâlis, katıksız.

mahz / مَحْضْ

  • Safi ve hâlis. Katıksız. Sırf. Hâs. Hulus ile muhabbet.
  • Tâ kendisi.
  • Sadece.
  • Su katılmamış hâlis süt.
  • Tam, halis.

mahza

  • Ancak. Yalnız. Tek.
  • Sâde. Hâlis. Katıksız. Tam.

manda

  • Kendini idare edemeyen bir memleket ahalisini başka bir yabancı devletin idare etmesi. (Fransızca)
  • t. Camız denen hayvan. Kömüş. (Fransızca)

miyar

  • Ölçü, ayıraç, bir şeyin halislik derecesini anlamaya yarayan âlet.

muamele-i halisane / muamele-i hâlisane

  • Hâlis, samimi bir muamele, içtenlikle davranma.

mücerred

  • (Çoğulu: Mücerredât) Yalnız, tek.
  • Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına.
  • Çıplak, soyulmuş.
  • Tek başına yaşayan, evlenmemiş, bekâr.
  • Edb: Kur'ân yazısında noktasız harflerle yazılı mensur veya manzume. Bu şekil yazıya mahzuf veya mühmel de denir.

muhles

  • İhlâsı dâimi olan. Devâmlı hâlis olan.

muhlis

  • Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız.
  • Halis, katkısız, dosdoğru, her hali içten ve gönülden olan, ihlâs sahipleri, samimi ve doğru olanlar.

muhlisane / muhlisâne

  • Hâlis ve samimî bir şekilde.
  • Hâlisâne. Samimi olarak. Dostlukla. Riyâsızlıkla. (Farsça)

muhlisen

  • Hâlis olarak. Muhlis olarak.

musafat

  • (Safvet. den) Samimi ve hâlis dostluk.

musahi / musahî

  • Bir şeyin hâlisi. Seçilip ayrılmışı.

musamıs

  • Her nesnenin hâlisi ve aslı.

müstasfi

  • (Safâ. dan) Hâlisini ve safını alan.

müzahrefat / müzahrefât

  • Gayr-i hâlis. Yaldızlı.
  • Dünyanın daima değişen ve zail olan ziynetleri.
  • Süprüntüler, pislikler.

müzy

  • Şam ahalisinin kullandığı bir ölçüdür ve onbeş kile alır.

na-saf

  • Saf ve hâlis olmayan. Saf olmayıp karışık olan. (Farsça)

nab / nâb / ناب

  • Katıksız, hâlis, saf. (Farsça)
  • Oluk. (Farsça)
  • Berrak. (Farsça)
  • Saf, halis, katışıksız. (Farsça)

naha'

  • Boyun kemiğindeki beyaz iliğe varana kadar kesmek.
  • Yemen taifesinden bir kavim.
  • Hâlis etmek.
  • Uzaklık, ıraklık.

nası'

  • Her nesnenin hâlisi.
  • şiddetli beyaz olan.

nasuh / nasûh

  • Hâlis. Temiz. Kesin, kat'i.
  • Çok nasihat eden.
  • Kesin, halis.

nısh

  • Terzilik.
  • Bir şeyi temizleyip yaramazını içinden çıkarıp hâlis yapmak.

nusu'

  • Çok beyaz olmak.
  • Hâlis olmak.

nuzar

  • Altın.
  • Her nesnenin hâlisi ve iyisi.
  • Necid diyârında yetişen bir ağacın adıdır, ondan tas ve kâse yaparlar.

pakize

  • Temiz, pak. Lekesiz. Hâlis, saf, katıksız. (Farsça)

raik

  • Hâlis, sâfi, sâde, katışıksız.

rayik

  • Acib ve hâlis nesne.

revk

  • (Çoğulu: Ervâk) Perde, hicâb.
  • Boynuz.
  • Ev önü.
  • Saf, hâlis, katıksız.

saf / sâf / صاف

  • Temiz, arı, halis. (Arapça)
  • Açık. (Arapça)

saffet

  • Safilik, halislik.

safi / sâfî / صافى

  • Katışıksız. Temiz, süzülmüş ve temiz.
  • Bozuk olmayan. Hâlis.
  • Temiz, arı, halis. (Arapça)

safiyet

  • Saflık, hâlislik, temizlik.

safiyy

  • Temiz, pak. Hâlis, saf, katıksız.

safve

  • Hâlis ve seçkin.
  • Katı yüzlü merhametsiz kimse.

safvet

  • Sâfilik, temizlik, pâklık. Hâlislik.
  • Temizlik, hâlislik, paklık.

sahih

  • Fık: Rükünleri ve şartları tamam olan herhangi bir ibâdet ve muâmele.
  • Hâlis, kusursuz, şüphesiz.
  • Edb: Gerek söz bakımından ve gerek mânâca noksanları bulunmayan ifade.
  • Gr: Kelimenin kök harfleri (Huruf-u asliye) : 1- Hemzeden; 2- İki aynı harf yanyana geldiği zaman, y

sahmem

  • Hâlis (hayırda ve şerde kullanılır.)
  • Yaramaz huylu deve.

sara

  • Hâlis, saf, katıksız. (Farsça)
  • Hz. İbrahim'in (A.S.) birinci zevcesinin ismi. (Farsça)

sarah

  • Her şeyin hâlis ve safisi.

sard

  • Nüfuz etmek, sözü geçer olmak.
  • Katıksız, saf, hâlis.
  • Soğuk.

sarih

  • Açık, belirli âşikâr. Sâf ve hâlis olan.

seken

  • Ev ahâlisi.
  • Mesken, ev.
  • Kalbin teskin olduğu nesne.

semman

  • Süzme yağ yapan. Hâlis yağ yapan veya satan kişi.

şemul

  • Sâfi halis şarap.
  • Kıble mukabilinden esen rüzgar.

sımme

  • Hâlis ve temiz.

sırf

  • Sadece, yalnızca.
  • Sâfi ve hâlis şey. Karışık olmayan.

sirr

  • (Çoğulu: Esrar-Esirre) El ayasında ve alında olan hatlar.
  • Gizli nesne.
  • Cima etmek.
  • Zikir.
  • Hâlis.
  • En iyi, en faziletli.

şuayb

  • Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm k

şuayb aleyhisselam / şuayb aleyhisselâm

  • Medyen ve Eyke ahâlisine gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâmın, dînini insanlara tebliğ etti. İbrâhim aleyhisselâmın veya Sâlih aleyhisselâmın neslinden olduğu rivâyet edilir. İsminin Arabça Şuayb, Süryânicede Yesrûb olduğu bildirilmiştir. Mûsâ aleyhisselâmın kayınpederidir.

sulbiye

  • Nesebi hâlis olan.

sümak

  • Hâlis, sâfi.

sunafir

  • Her nesnenin hâlisi. Her şeyin iyisi ve doğrusu.

teberrü'

  • Pâk ve temiz, halis ve helâl olmak.

ubudiyet-i halisa / ubûdiyet-i hâlisa

  • Halis, samimi kulluk.

ubudiyet-i hassa / ubûdiyet-i hassa

  • Hâlis, samimi kulluk.

vahy-i mahz

  • Tamamıyla Allah'ın vahyi olan, hâlis ve katıksız vahiy.

vatandaş

  • Bir devlet ahalisinden ve teb'asından olan.

yehmum

  • Kömür gibi simsiyah olan şey.
  • Zifir ve kara duman.
  • Cehennem ahalisini ihata eden perde.

yekruy

  • İki yüzlülük yapmayan, riyasız. (Farsça)
  • Hâlis ve itimad edilir dost. (Farsça)

yunus

  • Benî İsrail peygamberlerinden ve Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçenlerdendir. Elyesa (A.S.) dan sonra Ninova şehrine gönderildi. Şehir ahalisi kendisine itaat etmediği için müteessir olarak bir gemiye binmiş ve oradan denize atılmış. Cenab-ı Haktan emir almadan şehri terk ettiğinden bu hâl başına gelmişt

yunus aleyhisselam / yûnus aleyhisselâm

  • Musul yakınındaki Nineve (Ninova) ahâlisine gönderilen peygamber. Babasının ismi Metâ'dır. Yûnus aleyhisselâm Âsûr Devleti'nin başşehri ve önemli bir ticâret merkezi olan Nineve şehrinde doğdu.

yusuf aleyhisselam / yûsuf aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden. Mısır ahâlisine gönderilen peygamber. Yâkûb aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın neslinden gelen ilk peygamberdir. Allahü teâlâ ona rüyâ tâbiri ilmini öğretti.

zeki

  • Hâlis. Temiz. Hali temiz olan.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın