REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te göT ifadesini içeren 124 kelime bulundu...

ma-icari / mâ-icârî

  • Akar su. Devamlı akmakta olan ve üzerinde herhangi bir pisliğin durması mümkün olmayan çay, dere, ırmak, nehir veya yer altından çıkarılan artezyen suları. Bir saman çöpünü götüren su, akar su sayılır.

akılcılık

  • (Rasyonalizm) fels. İnsanın, akılla gerçeğe uygun bilgiyi bulabileceğini, aklın doğru kabul ettiği bilginin şübhe götürmez kesinlikte doğru olduğunu kabul ettiği felsefe. Tenkitçi felsefe, deneyci felsefe, psikoloji ve sosyoloji bu felsefenin aşırı iddialarını çürütmüştür. Bugünkü ilim adamları herş

alaka / alâka

  • Zigot; döllenmiş hücre.

ambargo

  • Bir para veya malın kullanılması veya başka bir yere götürülmesi ya da bir geminin bulunduğu limandan ayrılması yasağı.

an'aneli sened

  • Hadis nakledenlerin veya bir haberi söyleyenlerin bu haberi kimden kime söylendiğini belli eden "An filan, an filan" diyerek şahısların isimleriyle beraber rivâyet ve nakledilen kuvvetli ve şüphe götürmeyen sened.

analoji

  • Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak muhakeme yürütülmesidir. Bu tarz düşünce çok defa düşüneni yanlış sonuca götürür. Muhtemel olanın muhakkak zannedil

aver

  • Averden "getirmek" fiilinin emir köküdür, kelime sonuna getirilerek; yapan, eden, olan, veren, götüren gibi manalara sebeb olur. (Farsça)

avr

  • Bir kimseyi kör etme.
  • A'ver kılma. Bir şeyi alıp götürmek.
  • Telef etme.
  • Gözsüzlük.

ber

  • Üzere, üzerine, yukarı mânasına (ve Arabçadaki "Alâ" yerine edat-ı isti'lâdır) (Farsça)
  • Göğüs, sine, bağır, sadır. (Farsça)
  • Fayda. (Farsça)
  • Hamil. (Farsça)
  • Hıfz. (Farsça)
  • Yan. (Farsça)
  • Taraf. (Farsça)
  • Nâkil. Götürücü. (Farsça)
  • Meyve. (Farsça)
  • Yaprak. Varak. (Farsça)
  • Meme. (Farsça)
  • Genç kadın. (Farsça)
  • E (Farsça)
  • (Burden) "Götürmek" mastarının emir köküdür. Kelimenin sonuna getirilerek terkipler yapılır. Emirber : Emir dinleyen, emir götüren. Fermanber : Emir veren. Emir dinleyen... gibi. (Farsça)
  • "Alan, dinleyen, yeden, götüren" mânâsında son ek.

berk-i hatıf / berk-i hâtıf

  • Kapıp götüren veya göz kamaştıran şimşek.

buda

  • Budizm'in kurucusu. Mîlâddan altı asır evvel yaşamış olup, asıl adı Guatama veya Gotama'dır.

burak

  • Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gece (mîrac gecesinde) üzerine bindiği ve kendisini Mekke'den Kudüs-ü şerîfe kadar götüren (taşıyan) Cennet hayvanı. Burak, dünyâ hayvanlarından değildir. Erkekliği ve dişiliği yoktur. Çok hızlı giderdi.

burhan-ı inni / burhân-ı innî

  • İnneli (elbetteli) delîl. Eserden müessire (o eseri yapana), san'attan san'atkâra ve netîceden sebebe götüren delîl. Kelâm (akâid) ilminde daha çok bu delîl kullanılır.

burhan-ı limmi / burhân-ı limmî

  • Limeli (niçinli) delîl. İlletten sebebden ma'lûle (illetin bulunduğu şeye), müessirden (eseri yapandan) esere, san'atkârdan san'ata, sebebden netîceye götüren delîl. Görülen ateşten dumanın varlığına hükmetmek böyledir.

cebbar / cebbâr

  • (Sıfat-ı İlahiyedendir) İstediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan. Büyüklük, azamet ve kudret sahibi. İmar eden Cenab-ı Hak. Kullarını ıslah edip tevbeye götüren Allah Teâlâ Hz.leri (C.C.)
  • Zâlim, gaddar, müstebid, mütemerrid insanlar da bu sıfatla tavsif edilir. Meselâ; Cengi
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarının hallerini ıslâh edip tövbeye götüren, dilediğini yaptırmaya gücü yeten.
  • Kibirli, zorba, gaddâr.

celb

  • Kendi tarafına çekmek. Çekmek, götürmek.

cihat-ı hidayet / cihât-ı hidayet

  • Doğru yola götüren yönler.

cüzaf

  • Götürü pazar.

daffata

  • Metâ ve kumaş götüren deve.
  • Çokluk, cemaat.

dal'

  • Meyl. Eğrilik. Kuvvet.
  • Ağır yük götürmek.

emval-i menkule

  • Bir yerden başka yere taşınabilir, götürülebilir eşya ve mallar. (Masa, karyola, perde, çakı... gibi.)

eved

  • Kuvvet. Ağır yük götürmek.
  • Eğrilik.

gile / gîle

  • Bir kimseyi aldatıp bir yere götürüp öldürmek.

gubar-aver / gubâr-âver

  • Toz götüren. Tozkoparan.

haddinden geçirme

  • Sınırı aştırma, aşırıya götürme.

hamil / hâmil

  • (Hâmile) Yüklü yüklenmiş.
  • Gebe.
  • Taşıyan, götüren.
  • Hâiz.
  • Mâlik, sahib.
  • Uhdesinde bir poliçe bulunan.

hamilen

  • Hâmil olarak. Taşıyarak, götürerek.
  • Hâmil olduğu halde.

hamza

  • Abdulmuttalib'in oğlu olup, Resulüllah'ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla beraberdi. Ebucehil'in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip Ebucehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm'a büyük hizmetleri oldu. Uhud Gazası'nda 57 yaşında iken şehid

hatıf

  • Süratli kapıp götürücü.
  • Göz kamaştırıcı şimşek.

hedy

  • Cenab-ı Hakk'ın rızası için veya ihramda iken yapılması yasak olan herhangi bir fiili işlemekten dolayı kusurunu affettirmek ricasiyle, keffaret olarak Harem-i Şerif'e götürülen veya kendisi veya parası gönderilen kurban.
  • Harem-i şerife götürülen kurban.

iglat

  • (Galat. dan) Yanlışa götürme.

ihaşe

  • Avı, tuzağa düşürebilmek için sürüp götürme.

ihda

  • İman ve İslâmiyet yolunu göstermek. Hidayete eriştirmek. Doğru yola götürmek. Allah rızasına uyan yola girmesine vesile olmak.
  • Hediye etmek. Armağan yollamak.

ihtimal

  • (Haml. den) Mümkün olma, belki. Olması mümkün görünmek.
  • Kabul eylemek.
  • Yükselip götürmek.
  • İhsana mukabil şükretmek.
  • Kızma ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi değişmek.

ihtitaf

  • (Hatf. dan) Göz kamaştırma.
  • Kapıp götürme, kapma.

ikbal

  • Bir şeye yönelmek. Teveccüh etmek. Reddetmeyip kabul etmek. Bir şeyi birinin önüne götürmek. Baht açıklığı. Talih. Refah.
  • İstemek.

iktiyad

  • Tutup götürme veya götürülme.

incilab

  • Celbedilme. Çekilme. Sürülüp götürülme.

inni / innî

  • Eserlerden eser sahibine götüren delil.

ıskarso

  • İtl. Yelkenleri doldurur dik rüzgâr.
  • Geminin götürü olarak kiralanması.

islab

  • Giderme, selbetme. Kapıp götürme.

isra / isrâ

  • Geceleyin götürme.

işrak / işrâk

  • Sezgi; keşif ve ilham ile insanı Allah'a götüren yolları bulmaya çalışmak.

istikare / istikâre

  • Hızlı hızlı yürüme.
  • Yükleri sırtına yükleyip götürme.

istinase

  • Bir kimseyi beraber götürme.
  • Depretme.

istishab

  • (Sohbet. den) Yanına alma. Birlikte götürme, beraber götürme.

istishaben

  • Beraber götürerek, yanına alarak.

itlal

  • Hayvanı yedeğinde götürme.
  • Damlatma.

kabale

  • Kadı'nın (hâkimin) verdiği hüccet.
  • Toptan, götürü ile yapılan satış.
  • Yahudilerin kendi cemaatlarına verdikleri vergi.

kaıf

  • Yeri kazıp götüren, toprağı sürükleyen yağmur.

kaşire

  • Derisi yarılmış olan baş yarığı.
  • Yerin yüzünü kazıp götürmüş olan yağmur.

kass

  • Talep etmek, istemek.
  • Nemime, söz götürmek, lâf taşımak.

katb

  • (Katub) Daim çatık çehreli, ekşi yüz.
  • Bir kimseyi darıltmak, gücendirmek.
  • Birikmek, biriktirmek, doldurmak.
  • Dolu çuval taşımak, götürmek için hazırlamak.
  • Arslan.

kebuter-i name-ber

  • Posta güvercini. Mektup götüren güvercin.

keşan ber keşan

  • Çeke çeke, zorla sürükleye sürükleye götürerek.

keşan keşan

  • Sürükleye sürükleye, zorla çekerek götürerek. (Farsça)

latime / latîme

  • (Çoğulu: Letâyim) Misk.
  • Güzel kokular konulan kap.
  • Attarlar pazarı.
  • Güzel kokulu nesneleri götüren deve.

lehid / lehîd

  • Götürdüğü yük ağır olduğundan eziyet çeken deve.

limmi / limmî

  • Eser sahibinden eserlerine götüren delil, ateşin dumana delil olması gibi.

maktu'

  • (Maktua) (Çoğulu: Makati') Kesilmiş, kat olunmuş.
  • Pazarlıksız, değeri ve pahası biçilmiş.
  • Götürü.

maktuan

  • Götürü olarak, toptan.

malakelam

  • Diyecek yok. Söz götürmez.

maraz-ı mevt

  • Ölüm hastalığı, insanı iş görmekten men eden ve başladığı târihten îtibâren en az bir yıl içinde ölüme götüren hastalık.

mashub

  • (Çoğulu: Mesâhib) Beraber alınıp götürülmüş. Kucaklanmış.

mavna

  • Limanlarda, şamandıralara bağlı olarak yükleme ve boşaltma yapan gemilerden, kıyılara römorkör yedeğinde yük götürüp getiren tekne.

mazanne

  • (Mazınne) Zannolunduğu yer. Zan götüren.
  • Ermiş sanılan.

mehter

  • (Mih-ter) Daha büyük. (Farsça)
  • Reis. (Farsça)
  • Seyis. Osmanlı askeri mızıkası ve buna mensub müzikçiler. (Farsça)
  • Vaktiyle Bâb-ı âli çavuşu. (Farsça)
  • Rütbe, nişan veya vazife alanların evlerine müjde götürenler. (Farsça)
  • Tanzimattan önce Pâdişah çadırını kurmağa vazifeli asker. (Farsça)
  • At uşağı.(Farsça)

meşkuk / meşkûk / مشكوک

  • Şüphe götürür. (Arapça)

meşkukiyyet / meşkûkiyyet / مشكوكيت

  • Şüphe götürme. (Arapça)

mi'rac / mi'râc

  • Merdiven.
  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, getirilmesi.

mina / minâ

  • Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.

mişmel

  • Kaftan altında götürüldüğü hâlde görünmeyen küçük kılıç.

mübaşir

  • Müjdeleyen.
  • Mahkemede kapıcılık edip şâhid ve maznunların ismini çağırarak mahkemeye yardım eden kişi.
  • Geçici bir vazife alarak merkezden bazı emirleri götüren, icrâ salâhiyeti olan.
  • Müfettiş. Kontrolör.

mubikat-ı seb'a / mûbikat-ı seb'a

  • İnsanı felâkete götüren yedi kebâir, yedi büyük günah: Katil, zinâ, şarab içmek, ukuk-ı vâlideyn (yâni; sılâ-yı rahmi terk), kumar oynamak, yalan şâhidliği, dine zarar verecek bid'alara tarafdarlık.
  • İnsanı felâkete götüren yedi en büyük günah.

mücazefe

  • Söz ile karşısındakinin hakkını örtmek, aldatmak.
  • Fık: Tartıp ölçmeden göz kararı ile yapılan tahmini satış. Götürü almak. Toptan satmak.

mücrif

  • Süpürüp götüren.
  • Alan.

müctelib

  • Sürüp götüren.

müeddi olma / müeddî olma

  • Sebep olma, birşeye götürme.

muhtatif

  • Göz kamaştıran.
  • Kapıp götüren.

münakaşa

  • Mücadele. Münazaa. Karşılıklı sözle çekişmek. Bir mes'eleyi sormayı çok ileri götürerek çekişmek.

müncer olan

  • Götürme, sürükleyip dayanma.

mustashib

  • (Sahâbet. den) Birini yanına alıp berâberinde götüren.

müteferrika

  • Çeşitli işler gören.
  • Padişahın, vezirlerin veya sadrazamın emirlerini götüren kimse.
  • Muhtelif masraflar ve bunlara karşı verilen para, ücret.

nahil

  • Hurma ağaçları, hurmalık.
  • Hurma ağacı.
  • Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu.

naiye

  • Ölüm haberi götüren, kötü haber veren.

nakl

  • Bir yerden bir yere götürme. Taşıma.
  • Ev ya da yer değiştirme. Taşınma.
  • Duyduğu bir şeyi başkasına anlatmak, rivayet etmek.
  • Bir dilden başka dile çevirmek.
  • Bir şeyi başka bir yere götürmek, taşımak, yer değiştirmek.
  • Anlatmak, duyduğu bir şeyi başkasına hikâye etmek, rivâyet etmek.
  • Bir dilden başka dile çevirmek, terceme etmek.
  • Eski mest ve çizme.
  • Yırtık elbiseyi yamamak.

nameaver

  • (Name-âver) Mektup götüren. (Farsça)

nameber

  • Mektup götüren, nameâver. (Farsça)

nemime / nemîme

  • Söz götürme. Lâf taşıma. Bir kimse aleyhindeki sözleri ifsad maksadıyla kendisine eriştirme.
  • Söz götürme, taşıma, kişi aleyhindeki sözleri ona eriştirme, koğuculuk etme.

nemm

  • Birinin sözünü başkasına götürüp ikisinin arasını bozma. Koğuculuk.

nemmam / nemmâm

  • Söz taşıyan, koğuculuk yapan. Duyulması istenmeyen bir sözü başkalarına götürüp söyleyen.

peyk

  • Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare. (Farsça)
  • Haber ve mektup getirip götüren. (Farsça)

rabb

  • Varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürürken bütün ihtiyaçlarını veren Allah.

refref

  • Peygamberimizi Mîraçta en yüksek makama götüren binek.
  • İnce, yumuşak kumaş, bir çeşit döşek; Peygamber efendimizin mîrâc esnâsında (bilinmeyen yerlere götürüldüğü, Cennet'i ve Cehennem'i gördüğü gece) bindikleri Cennet yaygısı.

risale

  • Mektup.
  • Bir ilme dair yazılmış küçük kitap.
  • Haber göndermek.
  • Elçinin götürdüğü mektup, name.
  • Fık: Bir kimsenin sözünü veya emrini başka birisine tebliğ etmek.

rivayet-i sahiha / rivâyet-i sahîha

  • Doğruluğu ve Peygamberimize ait olduğu şüphe götürmeyen rivâyet, hadis.

rububiyet / rubûbiyet

  • İlâhî terbiye, Allahın bütün varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürmesi, bu esnada her nevi ihtiyaçlarını vermesi ve onları emrine itaat ettirmesi.

saadetresan / saâdetresân

  • Mutluluğa götüren.

şaheser-i tarikat / şâheser-i tarikat

  • Mânevî ilerlemeye götüren yolun şâheseri.

sai

  • Çalışan.
  • Devletçe posta idaresinin kurulmasından evvel mektup ve emanet götürüp getiren kimseler.
  • Bir yere vâli olan.
  • Cemaat başı.
  • Yan yan giden.
  • Hızlı yürüyen.
  • Koğuculuk yapan.

saik / sâik

  • Dürten, sevkeden, sürükleyen, götüren.
  • Sebep.
  • Sevkeden, götüren.

saika / sâika

  • Sürükleyen, sevkeden, götüren hal, sebep.
  • Sevkedip götüren bir his.

saiyan

  • (Tekili: Sâi) Haberciler, haber götürenler.
  • Çalışanlar.

salib

  • Bir şeyin vücudunu veya vukuunu inkâr eden.
  • Kapıp götüren, zorla alan.
  • Alan.
  • Bir şeyin vücudunun olmadığını veya meydana gelmediğini söyleyip isbat eden.

sarih / sarîh / صریح

  • Açık, kuşku götürmeyen. (Arapça)

şehid-i ahiret / şehîd-i âhiret

  • Bir kimsenin Allah için olan cihâdın hazırlığı esnâsında tâlimlerde veya zulüm ile öldürülmesi veya cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsızla vuruşmada yaralanarak hemen ölmeyip bir namaz vakti çıkıncaya kadar yaşayan veya başka yere götürülü p, orada ölen. Âhiret şehîdi.

sekban

  • Köpek besleyicisi. (Farsça)
  • Padişahın köpeklerini av yerine götüren seyman. (Farsça)
  • Vaktiyle Yeniçeri Ordusunda bir asker sınıfının ismi. (Farsça)
  • Köy düğününde silâhlı ve oyun yapan gençler kafilesi. (Türkçede seğmen denir.) (Farsça)

sevk-i tabi'i / sevk-i tabi'î / سوق طبيعى

  • İçgüdü.
  • Sevk etmek: Göndermek, yönlendirmek, götürmek.

sevva

  • Seviyelendiren, düzelten.
  • Doğruya götüren.

sipahi

  • Ask: Osmanlı askerlik teşkilâtında "Timar" namiyle öşür ve rüsumunu aldıkları araziye mukabil, harp zamanlarında kendi hayvanları ve kanunen götürmeğe mecbur oldukları silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri. Bunlar akıncılık, çapulculuk ve karakol hizmetlerini ifa ed

sühan-çin

  • Söz getirip götüren, söz toplayan, dedikoducu. (Farsça)

ta'riz

  • Gizleme, saklama.
  • Sağlamlaştırma.
  • Alıp götürme.

takatfersa / tâkatfersâ

  • Dayanılmaz, tâkat götürmez. (Farsça)

tebliğ

  • Ulaştırmak. Götürmek.
  • Bildirmek.
  • Eriştirmek.

tekellül

  • Götürü gelmek.
  • İhâta etmek, kaplamak, içine almak.

temenna

  • Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma.
  • Minnettar olma.
  • Eli ağza ve başa götürerek selam verme.

temsilat-ı hakikiye / temsilât-ı hakikiye

  • Hakikate götüren temsiller.

ucale

  • Misafirlerin yolda yemek için götürdükleri azık.
  • Çiftçilerin azık diye evvelce koyup getirdikleri buğday ve arpa.

veylettirmek

  • Birbiri ardı sıra götürmek, birbiri ardı sıra gelmeyi sağlamak.

vezr

  • Nurlu etmek, ışıklandırmak.
  • Kaftan eteğine birşey koyup götürmek.

vizr

  • Günah.
  • Yük. Ağırlık.
  • Silâh.
  • Sırta vurulan ağır yük. Yük götürmek.
  • Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük.

yehmur

  • Çok sözlü, çok konuşan adam.
  • Çok çalışkan ve işe cür'etli olan kişi.
  • Yeri götüren balık.

zariyat

  • Kırıp ufalayan, toz duman edip götüren kuvvetler.
  • Velud kadınlar.

zerv

  • Tutup götürmek.
  • Savurmak.
  • Kırıp götürmek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın