Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
gorunen
ifadesini içeren
200
kelime bulundu...
işaret-i nass / işâret-i nass
Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) görünen mânâsından başka, ayrıca maksûd olmayan, kastedilmeyen bir mânâyı da bildirmesi.
acaib-i mülk ve melekut / acaib-i mülk ve melekût
Allah'ın sahip olduğu ve hükmettiği görünen ve görünmeyen âlemlerdeki acaiplikler.
afak / âfâk
Ufuklar. Yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak dâire.
Etraf. Cihetler.
Mc: Görüş ve dönüş sınırları. (Zıddı: Enfüs'dür.)
"Ufuk"un çoğulu. Ufuk, yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak daire. Âfak, ufuklar, dış âlemler.
al / âl
Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat.
Yaz sıcaklarında su gibi görünen serap.
Hile, tuzak.
alem-i gayb ve şehadet / âlem-i gayb ve şehadet
Görünmeyen ve görünen âlemler.
alem-i hakiki / âlem-i hakîkî / عَالَمِ حَق۪يق۪ي
(Görünen) Gerçek âlem.
alem-i maddi / âlem-i maddî
Maddî âlem, görünen âlem.
alem-i maddiyat ve şehadet / âlem-i maddiyat ve şehadet
Maddî ve görünen âlem.
alem-i mubsarat / âlem-i mubsarât
Görünen varlıklar âlemi.
alem-i mülk / âlem-i mülk
Görünen maddî ve cismanî âlem.
alem-i mülk ve melekut / âlem-i mülk ve melekût
Görünen ve görünmeyen âlem, herşeyin dış ve iç yüzü.
alem-i mülk ve şehadet / âlem-i mülk ve şehadet
Gözle görünen maddî ve cismanî âlem.
alem-i şehadet / âlem-i şehâdet / عَالَمِ شَهَادَتْ
Görünen âlem, dünya.
Görünen âlem.
alem-i şuhud / âlem-i şuhud
Gözle görünen âlem, dünya.
Bilip keşfedilen, görür gibi bilinen âlem. Görünen âlem. Dünya. Kâinat.
alem-i zahir / âlem-i zâhir
Görünen âlem, dünyâ.
alem-i zuhur / âlem-i zuhur / âlem-i zuhûr / عَالَمِ ظُهُورْ
Görünen âlem.
Görünen âlem, şahâdet âlemi, şu anda içinde yaşadığımız âlem.
Görünen âlem.
anasır-ı zahiriye / anâsır-ı zahiriye
Görünen unsurlar; toprak, ateş, hava, su.
asar-ı meşhude / âsâr-ı meşhude
Görünen eserler.
asar-ı meşhude-i alem / âsâr-ı meşhude-i âlem
Âlemdeki görünen eserler.
aşikar / âşikâr
Apaçık, görünen.
aydın
Aydınlık.
Açık, âşikâr, açıkça görünen.
Mübârek, mesut. Bilgili, okumuş, görgülü.Bugün bazı çevrelerde batı ilim ve felsefesini tahsil edip benimseyenlere de "aydın" denilmektedir. Aklı gözüne inmiş, yani herşeyi maddi ölçülerle yorumlamaya alışmış, kalbi maddeci felsefe ile
ayn-ı mün'akis
Aynaya vurup oradan ziyası, resmi, şekli gelen veya görünen şeyin kendisi.
ayn-ı zahir / ayn-ı zâhir
Açıklık içinde, bizzat görünende.
bisinoz
yun. Pamuk işçilerinde görünen, pamuk tozlarının sebebiyet verdiği bir akciğer hastalığı.
burhan-ı ehadiyet
Allah'ın herbir varlıkta görünen birlik delili.
bürhan-ı enfüsi / bürhan-ı enfüsî
İnsanın içinde ve hayatında görünen bürhan. Nefse ve şahsa ve içe ait bürhan.
cemadat / cemâdât / جَمَادَاتْ
(Cansız gibi görünen) donuk şeyler.
cihet-i zahiri / cihet-i zahirî
İşin zahirî yönü, görünen kısım.
cilveger / جلوه گر
Cilve ve naz eden, cilveli; görünen.
Görünen.
(Arapça - Farsça)
Kırıtan.
(Arapça - Farsça)
debsa'
Çok fazla kırmızı olduğundan, siyah gibi görünen şey.
delail-i zahiriye / delail-i zâhiriye / delâil-i zâhiriye
Açık olarak zâhirde görünen deliller. Maddi deliller.
Açıkta olan, görünen deliller.
delil-i zahir
Görünen, belli olan delil.
deneycilik
(Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş. Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor. Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir. Tecrübe görüneni ve müş
düstur-u külliye-i meşhude
Görünen büyük ve genel prensip.
ehl-i vahdetü'ş-şuhud
Görünen herşeyin Allah'ın varlığını gösterdiğini söyleyen kimseler.
ervah
Halk içinde yürürken at üzerindeymiş gibi görünen uzun boylu kimse.
Adımları birbirine yakın olan.
esbab-ı süfliye
Aşağı sebepler; yani müsebbebin yanında olan ve onunla beraber görünen sebepler (su ile bitkiler gibi; su sebeptir, onunla bitkilerin yeşermesi ise müsebbebdir.).
esbab-ı zahire / esbab-ı zâhire
Görünen sebepler.
eşbah
(Tekili: Şebâh) Şahıslar, cisimler, vücudlar.
Büyük kapılar.
Uzaktan görünen karaltılar, hayâller.
Renk, levn.
esma-i külliye / esmâ-i külliye
Bütün varlık âleminde yansımaları görünen Allah'ın isimleri.
esrar-ı şehadet
Görünen âlemin sırları.
eyyühelmünafık / eyyühelmünâfık
Ey münafık, ey mümin görünen kâfir!
falcı
Fala bakan, gaybı bildiğini iddiâ eden. Gaybı anlamak için güyâ bir takım vâsıtalara mürâcaat eden kimse. Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve sâir şeylere bakıp bunlardan manâ çıkarır görünen; gaybden haber verdiğini iddiâ eden kimse.
fecr
Sabaha karşı, güneş doğmadan önce, ufkun gün doğusu tarafında görünen aydınlık, tan yerinin ağarması.
girit madalyası
Tar: Biri Sultan Aziz diğeri Sultan II.Abdülhamid devrinde olmak üzere ihdas olunan madalyalar. Her ikisinin de altun ve gümüş olmak üzere iki türlüsü vardı. Girit işinde hizmeti görünen devlet ricaline altun, ikinci derecedeki memurlarla halka, gümüş olanı verilirdi.
girye-nümud
Ağlar gibi görünen, ağlamışa benziyen.
(Farsça)
habir / habîr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyin hakîkatini, kâinâtın, varlıkların, görünen ve görünmeyen her şeyi hakkıyla bilen, hiçbir zerrenin hareketi ve hareketsizliği ilminden hâriç olmayan, nefslerin ne ile mutmain (huzurlu) ne ile huzursuz olduğundan, sükûnete kavuştuğunda
hadis-i müftera / hadîs-i müfterâ
Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbiyle inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri.
hakaik-i gayb ve şehadet / hakâik-i gayb ve şehâdet
Görünmeyen ve görünen âlemlere ait gerçekler.
hal / hâl
Dayı.
Vücudda hususan yüzde görünen siyah benek, ben.
hale
Ay ve güneşin etrafında bazen görünen parlak dâire.
hareket-i mer'iyye
Gerçekte olmadığı halde, var imiş gibi görünen hareket.
haslet-i hamra / haslet-i hamrâ
Hamiyet, gayret veya mahcubiyetten gelen ve yüz kızarması suretinde görünen güzel haslet.
havass-ı zahire ve batına / havass-ı zâhire ve bâtına
Görünen ve görünmeyen hisler, duygular.
haviye / hâviye
Cehennem'in yedinci tabakası. Burada inanmadıkları hâlde inanmış görünen münâfıklar ile müslüman iken İslâm dînini terk eden mürtedler azâb görecektir.
hayal
(Çoğulu: Hayâlât) Zihnen tasarlanan şey. Hakikatı bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli görünen şey.
Asıl olmayan ve akıldan geçen fikir.
hayalet
Göze görünen hayal, karaltı.
heyet-i suret
Bir şeyin görünen yapısı.
hilye-i seadet / hilye-i seâdet
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem görünüşü veya O'nun görünen bütün uzuvlarının şeklini, sıfatlarını, isimlerini ve güzel huylarını anlatan yazılar. Süslü levhalar üzerine yazılan bu yazılara Hilye-i şerîf de denir.
horasani / horasanî
Horasana ait. Horasanlı.
(Farsça)
Sarıktan daha büyük görünen hoca kavuğu.
(Farsça)
hoşmanzar
Manzarası güzel. Güzel görünen.
(Farsça)
Mc: Güzel yüzlü. Siması güzel olan.
(Farsça)
hoşnüma
Güzel görünen.
(Farsça)
hubak
(Çoğulu: Hubek) Suya ve kuma rüzgârın etkisiyle yol yol görünen yerler.
hüve'z-zahir / hüve'z-zâhir
O Zâhirdir; her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihaz ve ürünlerle donatıp ve ince nakışlarla süsleyerek mükemmel ve güzel yaratan ve her şeyde varlık ve birliğinin işaretleri açıkça görünen, Allah'tır.
ılgımsalgım
Sıcak mevsimlerde çöl veya ovalarda, buharın yayılmasıyla uzaktan su gibi görünen yer. Serap, pusarık.
irtisam eden
Resmedilen, görünen.
işa-i evvel / işâ-i evvel
Yatsının ilk vakti. Batıdaki mer'î (görünen) ufuk hattı üzerinde, kırmızılığın kaybolması ile başlayan vakit. Güneşin üst kenarının ufk-ı mer'î altında, on yedi derece yüksekliğe indiği vakit.
isfirar-ı şems vakti / isfirâr-ı şems vakti
Güneşin sararması vakti. Tozsuz, dumansız, berrak bir havada güneş ışığının geldiği yerlerin veya kendisinin bakacak kadar sararmaya başlamasından (güneşin alt kenarının görünen ufuktan bir mızrak boyu yükseklikte olduğu vakitten) güneş batıncaya kadar geçen zaman. İslâm astronomi âlimleri, bir mızr
ism-i zahiri
Açık, görünen isim.
iştibak
(Şebeke. den) Örülmek. Örgülenmek.
Karşılıklı birbirine geçmek.
Perişanlık.
Zâhir olmak.
Koz: Güneş battıktan sonra gökte kum taneleri gibi görünen karışık yıldızlar.
iyani / îyanî
Görünen.
kain ve bain / kâin ve bâin
Tasavvuf ilmi terimlerinden. Halk (insanlar) ile berâber görünen, fakat hakîkatte onlardan uzak ve kalben Allahü teâlâ ile berâber olan.
keramat / kerâmât
Kerametler; Allah'ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görünen olağanüstü hâl ve fiiller.
keramet / kerâmet
Allah'ın bir ikramı olarak görünen olağanüstü hâl ve fiil.
keramet-i zahire / keramet-i zâhire
Apaçık keramet, görünen keramet.
kezb
Tırnakta görünen beyazca yer.
kudret-i basire / kudret-i basîre
Görünen kudret, iktidar.
kuhnümun
Heybetli, azametli. Dağ gibi görünen.
(Farsça)
künnes
(Tekili: Kânis) Yuvasında ve yatağında olan geyikler.
Gündüzün gizlenen, gece görünen seyyar yıldızlar.
Gece görünen yıldızlar.
kutah-astin / kûtah-âstin
Aslında kötü olduğu hâlde iyi gibi görünen kimse.
(Farsça)
lafzi mu'cize / lâfzî mu'cize
Kur'ân'ın lâfzına ait mu'cize; Kur'ân'ın yazı ve hat san'atıyla yazılırken farkında olmayarak "Allah" lâfızlarının alt alta gelmesi şeklinde görünen Kur'ân mu'cizesi.
levh
Görünen ibretli manzara.
Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük.
Seyredilen yerin çizili sureti.
Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey.
Şimşek çakmak.
Susamak.
Zâhir olmak.
Çalıp almak.
levh-i mahv ve isbat
Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz
lisan-ı gayb ve şehadet
Görünen ve görünmeyen âlemlerin dili.
lühle
(Çoğulu: Lehalih) Serap görünen geniş çöl.
ma'ref
Yüzün, devamlı olarak açık görünen yeri.
mahcir
(Çoğulu: Mehâcir) Göz çukuru.
Gözün çevre yanı. Yüzde perde varken gözden ve etrafından görünen yerler.
Bahçe.
main
Saf, akar su.
Göz önünde akan su.
Cennet şerbeti.
Zâhir, görünen.
Göz değmiş, nazar değmiş.
maliki / mâlikî
Görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah'ım.
malikü'l-mülk ve'l-melekut / mâlikü'l-mülk ve'l-melekût
Görünen ve görünmeyen bütün mülkün ve âlemlerin sahibi olan Allah.
mazhar / مظهر
Üzerinde görünen.
mazhar-ı esma / mazhar-ı esmâ
Çok sıfatlara ve isimlere mensub hâller kendinde görünen. İsimlere, isimlerinin üzerinde te'sirlerine mazhar (sâhib) olan.
Cenab-ı Hakkın isimlerinin tecellisine mazhar ve âyine olmuş olan.
mazi-i şuhudi / mazi-i şuhudî
Gözle görünen veya görmüş gibi bilinen bir şeyi anlatan fiil sigası, kipi. "Nuri geldi" gibi.
mertebe-i vehm
Var olmadığı halde, var görünen.
mescid-i dırar / mescid-i dırâr
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz zamânında münâfıkların (inanmadıkları hâlde, müslüman görünenlerin) fitne, fesâd yuvası ve silah deposu olarak Kubâ'da yaptırdıkları mescid.
meşhud
Görünen. Şehadet edilen.
Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) dünyaya teşrifinden ve risaletinden önce meleklerce ve enbiya hazerâtının dilinde nübüvvet ve risaletlerine şehâdet edilmiş olduğundan kendilerine verilen bir isim.
Suç üstü yakalanan.
Göz ile görülmüş.
Cuma g
meşhud olan
Görünen.
meşhudat / meşhudât
Görünenler. Seyredilenler. Hislerimizle ve gözlerimizle görüp bildiğimiz ve bazı evliyanın keşfen gördükleri.
mezahir
Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar.
mubsır
Görücü, gösterici, görünen, bilici, bildirici, vazıh ve âşikâr.
Mantık. Kelâm ve seyrin mutediline denir.
Görünen.
mubsırat / mubsırât
Görünenler.
(Tekili: Mubsır) Görünenler, görünen âlem.
mücessem
Cismi olan. Dış duygularımızla bilinip varlığından haberdar olduğumuz şey. Varlığı görünen. Cisimlenmiş olan. Bir şekli gösteren. Uzunluğu, genişliği ve kalınlığı olan cisim. Şekillenmiş.
mücessime
Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih (mânâsı kapalı) âyetleri, zâhir (görünen)mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el ve yüz gibi organlarının bulunduğunu, dolayısıyla madde ve cisim olduğunu iddiâ ederek doğru yoldan ayrılan bozuk fırka. Bu fırkaya müşe bbihe de denir.
müdhamme
Ağaçlarının ve nebatlarının çok ve taze olmaları dolayısıyla uzaktan koyu yeşil renkte görünen bahçe.
müftera hadis / müfterâ hadîs
Peygamberlik iddiâsında bulunan Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbi ile inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri.
mukit / mukît
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Beden için görünen kuvvet, rûh için mânevî kuvvet yaratan, her şeye kuvvet veren.
mülk
Herşeyin görünen dış yüzü.
mülk ve melekut / mülk ve melekût
Görünen cismânî ve görünmeyen mânevî âlemler.
mülken
Herşeyin görünen dış yüzü olarak.
münafık / münâfık
İki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse.
İnanmadığı hâlde, müslümanları aldatmak için, inanmış görünen kimse.
münceli
Parlayan, meydana çıkıp görünen.
münkeşif
Açılmış, açılan, görünen.
müşebbihe
Allahü teâlâyı cisim ve varlıklara benzeten, Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih (mânâsı kapalı) âyetleri görünen lugat mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el ve yüz gibi organlarının olduğunu iddiâ eden bozuk fırka.
müstehill
Hilâl şeklinde görünen.
Yeni doğmuş.
müstenim / müstenîm
(Nevm. den) Uyumadığı halde uyur gibi görünen.
müteazım
Göze büyük görünen, taâzum eden, gözde büyüyen.
mütebaki
Ağlar gibi görünen.
mütecahil / mütecâhil
Tecahül eden. Bilmemezlikten gelen, câhil gibi görünen.
Bilmez görünen.
mütecella
Münkeşif olup görünen, âşikâr olan.
Yükseğe çıkan. Yukarı havâle olan.
mütecelli / mütecellî / متجلى
Tecelli eden, meydana çıkan, görünen. Parlak.
Görünen, beliren.
Tecellî eden, görünen.
Görünen, tecelli eden.
(Arapça)
mütecessim
Şekillenen, cisimlenerek görünen, gözle görünen.
mütegaffil
Gaflette bulunan. Bilmiyor görünen.
mütegafil
(Gaflet. den) Gafil görünen, gafil gibi davranan.
mütegannim
Koyun şeklinde görünen, ganimetçi.
mütehadı'
Aldanmış gibi görünen.
mütehallim
(Hilm. den) Yumuşak huylu görünen.
Meme gibi yuvarlaklaşan.
müteharrim
(Çoğulu: Müteharimîn) İhtiyar gibi görünen. Kendini ihtiyar gösteren, yaşlı gösteren.
mütekeyyis
(Çoğulu: Mütekeyyisîn) Zeki ve akıllı gibi görünen.
mütemarızin / mütemârızîn
(Tekili: Mütemârız) Hasta gibi görünenler, yalandan hasta olanlar.
mütemayil
Taraftar görünen, temayül eden, meyillenen.
mütenakir
Bilmezlikten gelen, bilmez görünen.
mütenavim
(Çoğulu: Mütenavimîn) (Nevm. den) Uyur gibi görünen. Yalandan uyuyan.
mütenavimin / mütenavimîn
(Tekili: Mütenavim) Uyur gibi görünenler. Yalandan uyuyanlar.
mütesalih
Sağır gibi görünen. Sağırlık gösteren.
mütesalihin / mütesalihîn
(Tekili: Mütesalih) Sağır gibi görünenler, sağırlık gösterenler.
müteşecci'
(Çoğulu: Müteşecciîn) Yiğit gibi görünen.
müteşecciin / müteşecciîn
Yiğit gibi görünenler.
mütezahir
Görünen, tezahür eden, ortaya çıkan.
Muavenet eden, yardım eden.
nagz
Güzel, iyi. Göze hoş ve güzel görünen.
(Farsça)
necaset-i mer'iye
Hacmi olan veya kuruduktan sonra görünen herhangi bir pis maddedir. (Akmış kan gibi)
nokta-i siyah
Siyah nokta, görünen kötü nokta.
nümayan / nümâyan / nümâyân / نمایان
Görünen, aşikâr olan, gözükücü olan. Parlayan.
(Farsça)
Görünen.
Açık, parlak, görünen.
Görünen.
(Farsça)
Nümayan olmak:
Görünmek.
(Farsça)
nümayanter
Fazla görünen, en çok görünen.
(Farsça)
nümud
Gösteren, görünen, benzeyen.
(Farsça)
nümudar
Görünen.
(Farsça)
Nümune, örnek.
(Farsça)
perde-i şehadet
Görünen âlem, dünya perdesi.
perdedar-ı dest-i kudret / perdedâr-ı dest-i kudret
Kudret elinin perdecisi; hikmetli olduğu hâlde ilk bakışta çirkin gibi görünen hâdiselerde İlâhî kudreti gizleyen perde.
rauf
Herbir canlıya hususî şefkat ve ihsanı çok olan ve onlar üzerinde iltifatının incelikleri görünen Zât, Allah.
rind
Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören.
(Farsça)
Laübali meşreb feylesof.
(Farsça)
Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse.
(Farsça)
sabah vakti
Fecr-i sâdık denilen beyazlığın doğuda görünen ufkun bir noktası üzerinde doğması ile başlayan vakit. İmsâk vakti.
şafi
Hastaya şifa veren (Allah. C.C.).
Yeter görünen, kifayet eden.
sahaif-i kainat / sahaif-i kâinat
Kâinatın sayfaları; görünen bir Kur'an olan kâinattaki varlıklar ve hâdiseler.
samanyolu
Uzaktan parlak bir yol gibi görünen yıldızlar kümesi.
sani-i vahid-i ehad / sâni-i vâhid-i ehad
Her şeyi san'atla yaratan, birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görünen Allah.
şaşaapaş / şâşaapâş
Gösterişli görünen.
satı'
(Sâtı'a) Yükselerek meydana çıkan.
Yükselerek görünen. Nur saçan. Parlak.
şehadet alemi / şehadet âlemi
Görünen âlem, dünya.
şehadet perdesi
Görünen âlemin perdesi.
sehlimümteni
Yazılması veya söylenmesi kolay görünen, ama denendiğinde zor olduğu anlaşılan eser.
semire
Kaymağı çalkalayıp bir yere toplamadan evvel üstünde görünen yağ parçaları.
şems-i ehadiyet
Herbir varlıkta birlik cilveleri görünen Güneş, Allah.
şen
Naz, eda, cilve.
(Farsça)
Göze ve gönüle hoş görünen hal.
(Farsça)
Bayındır, ma'mur.
(Farsça)
Sevinçli, ferahlı.
(Farsça)
serab / serâb / سَرَابْ
Serap, olmayıp da var gibi görünen.
Çölde uzaktan su gibi görünen ve ışığın kırılmasından ileri gelen parlaklık.
serap
Su gibi görünen yansıma.
sevabit
(Tekili: Sâbite) Merkezlerinden ayrılmaz görünen yıldızlar.
Sâbit olanlar, sâbitler.
şi'ra-ül yemani / şi'ra-ül yemanî
Semanın güney yarım küresinde bulunan "Kelb-i Ekber" denilen burcun ve bütün semanın görünen en parlak yıldızı. (Sirius)
sima-yı maddi ve manevi / sima-yı maddî ve mânevî
Görünen ve görünmeyen yüz.
süha / sühâ
Pek küçük görünen bir yıldızın ismi.
suret / sûret
(Çoğulu: Sur - Suver) Biçim, görünüş.
Kılık. Tarz.
Yol. Gidiş. Hal.
Tasvir. Dıştan görünen şekil.
Çare.
Tasvir, resim.
Kopya, nüsha.
Dıştan görünen şekil, dış görünüş.
sureti
Görünen yüzü, şekli.
süreyya / süreyyâ
Ülker takımyıldızı; yedi (veya altı) yıldızdan meydana gelen ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünen bir takımyıldızı.
taayyün
Meydana çıkmak, âşikâr olmak, belli başlı ve itibarlı görünen insanlardan olmak.
talia
Doğan. Ufuktan görünen. Tulu' eden.
tari / tarî
(Tarâ. dan) Birdenbire çıkan, ansızın görünen.
tayyibat / tayyibât
(Tekili: Tayyibe) Bütün güzel sözler, güzel mânalar, harika güzel cemaller.
Bütün kâinat yüzünde cemalleri görünen ezelî Esma-i Hüsnâ'nın cilveleri.
tecellidar / tecellîdâr
Görünen, beliren.
temessül eden
Beliren, görünen.
tevhid-i şuhud / tevhid-i şuhûd
Görünen ve şahit olunan herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu kabul etme ve görünen hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.
Görünen ve gözlemlenen herşeyi bir olan Allah'a verme ve Ona ait kılma.
tezahür eden / tezâhür eden
Ortaya çıkan, görünen.
tuyuf
(Tekili: Tayf) Korkudan dolayı karanlıkta görünen hayâller.
Uykuda iken görünen hayâller.
uşve
Gece vakti uzaktan görünen ateş.
vacib-i ehad / vâcib-i ehad
Varlığı zorunlu olan ve her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen Allah.
vahdet-i ehadiyet
Allah'ın birliği ve tekliği; her bir varlık üzerinde görünen tecellîlerin bir olan Allah'a ait olması.
vahid-i vacib / vahid-i vâcib
Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir şeye ve sebebe ihtiyacı olmayan ve herbir varlıkta birliği görünen Allah.
vehm mertebesi
Var olmayıp, var görünen.
vekil-i delil
Rehber olarak görünen, ispat delili.
vemiz
Bulut arasından görünen ışık.
vücud-u harici / vücud-u hârîci
Dış âleme çıkmış varlık, maddî varlık, görünen varlık.
yed-i beyza-i musa / yed-i beyzâ-i mûsâ
Hz. Mûsâ'nın beyaz ve parlak eli Hz. Mûsâ'nın firavuna karşı, mu'cize olarak nurlu görünen parlak eli.
zahir / zâhir / ظاهر
(Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan.
Görünüşe göre.
Şüphesiz.
Suret. Dış yüz. Görünüş.
Anlaşılan.
Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette.
Görünen, belli.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Varlığında şek ve şübhe olmayan, her eserinde varlığına deliller, işâretler bulunan yüce Allah.
Açık, görünen, dış görünüş, insanın dış görünüşü.
Fıkıh usûlü ilminde; sevk edilmediği, kendisi için buyrulmadığı mânâ, açı
Görünen.
Ortaya çıkan, görünen, zuhur eden.
(Arapça)
Belli, açık, aşikâr.
(Arapça)
Sanırım
(Arapça)
Görünüş, dış yüz.
(Arapça)
Zâhir olmak:
Ortaya çıkmak, görünmek, zuhur etmek.
(Arapça)
zahir mana / zâhir mânâ
Lafızdan (sözden) anlaşılan, açık, görünen mânâ.
zahir olan
Görünen, ortaya çıkan.
zahir-i hadis / zâhir-i hadîs
Hadîsin yalnızca görünen, açık mânâsı.
zahiri / zâhirî
Dıştan görünen, meydanda olan.
zahiriyye / zâhiriyye
Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin zâhir, görünen mânâlarından başka hiçbir delîl ve kıyâsı kabûl etmeyen Dâvûd-i Zâhirî'nin kurduğu mezheb.
zat-ı ehad-i samed / zât-ı ehad-i samed
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah.
zat-ı ehadiyet / zât-ı ehadiyet
Herbir varlıkta birliği görünen Zât, Allah.
zenadık
(Tekili: Zındık) Zındıklar. Allah'a ve âhirete inanmayan dinsizler. İçten inanmayıp zâhiren mümin görünen münafıklar.
zerre
(Çoğulu: Zerrat) Pek ufak parça.
Atom.
Çok küçük karınca.
Güneş ışığında görünen ufacık tozlar.
Küçük boylu adam.
zevahir-i ehadis / zevâhir-i ehâdis
Hadislerin görünen zahirî, açık mânâları.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
cenab-ı rabbü'l-alemin hazretleri
taltif
Hüzün-engiz
mevadd
bezletme
hafaza
Tergim
Kaba
ayn-ı istibdat
mataf
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
gorunen
birbirine
soka
Çeviri
Gerçek yüzü
Asaf
bab-ı
Hem
İyi
erte