REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te gidi ifadesini içeren 171 kelime bulundu...

abadi / abadî / âbâdî / آبادی

  • Bayındırlık, mâmurluk, şenlik.
  • İmar edilmiş olan.
  • Hindistan'ın Devlet-âbad şehrinde ipekden yapılmış bir yazı kağıdı.
  • Bayındırlık. (Farsça)
  • İnce Hint kağıdı. (Farsça)

afil / âfil

  • Batıp gidici, geçici.

ahenk

  • Seslerin arasındaki uygunluk. Düzgün tarz ve gidiş. (Farsça)

alempesend / âlempesend

  • Bütün herkesin hoşuna gidip beğendiği şey. (Farsça)

amed ü reft / âmed ü reft

  • Geliş-gidiş.

amed ü şüd / âmed ü şüd

  • Varıp gelme. Gidiş geliş; geldi gitti.

amedşüd / âmedşüd / آمدشد

  • Geliş gidiş. (Farsça)

amedüreft / âmedüreft / آمدورفت

  • Geliş gidiş. (Farsça)

amedüşüd / âmedüşüd / آمدوشد

  • Geliş gidiş. (Farsça)

aposteriori

  • Fels: Tecrübe sonunda meydana gelen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ ateşin yakıcı olduğunu denedikten sonra anlarız. Bu bilgi, aposteriori bir bilgidir.

apriori

  • fels. Tecrübeden önce insan aklında varlığı kabul edilen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ: "Her sayı kendine eşittir" hakikatı hiçbir deneye baş vurmadan bilinen bir apriori bilgidir.

arenc

  • Dirsek. (Farsça)
  • Gidiş, tarz, usül, metod. (Farsça)

avemen

  • Deve veya at gidişi.
  • Yüzme.

azim / azîm

  • Azimet eden. Gidici.

bed-reftar

  • Gidişi ve hareketi fenâ olan. (Farsça)

bed-üslub / bed-üslûb

  • Üslûbu fena; tavrı, gidişi kötü. (Farsça)

berzah-ı kübra / berzâh-ı kübrâ

  • Kabirden kalkıp, mahşer yerinde hesâbın görülüp Cennet veya Cehenneme gidilinceye kadar geçen zaman.

bi-namaz / bî-namaz

  • Namaz kılmayan, namazı terkeden, namazsız. Beynamaz. Namaz, İslâmın temel şartlarından biridir. Peygamberimiz (A.S.M.), namaz dinin direğidir demiştir. Namazını terkeden dininin direğini yıkmış olur. Beş vakit namaz için bir saat yetmektedir. İnsan bir günün 24 saatinden bir saatini Allah'ın huzurun (Farsça)

bıtaka

  • (Çoğulu: Batâik) Varaka, pusla kâğıdı.

bu'd-i mesafe

  • Gidilen yolun uzaklığı.
  • Gidilen yolun uzaklığı.

celbname / celbnâme

  • Mahkemeye çağırma kağıdı, celb kağıdı. (Farsça)
  • Çağırma kağıdı.

cennet

  • Allah'a (C.C.) inanan ve O'na ibadet ve itaat edenlerin, iman ve İslâmiyyet'e ihlâs ve sadâkatle hizmet edenlerin, Kur'ana bir hizb-ül Kur'ân olarak mücâhidâne bir sûrette hizmetkâr olan mücâhidlerin, cihâd-ı diniyye erlerinin âhirette fazl-i İlâhi ile gidip ebediyyen içinde kalacakları mekân ve mes

cereyan / cereyân

  • Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürûr. Vuku, vâki olma.
  • Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî veya siyasî hareketler gibi birbirlerinden farklı sahalarda olabilir.

cereyan-ı ahval

  • Hal ve durumların akışı, genel gidişatı.

cim

  • ( harfinin arapça adı olup ebced hesabında üç sayısının karşılığıdır.

danık

  • (Çoğulu: Devânik) Bir dirhemin altıda biri ve iki kırât ağırlığı. (Her kırat beş arpa ağırlığıdır.)
  • Zayıf düşkün davar.

devam

  • Bir halde bulunma, sürekli olma, daimîlik.
  • Bir işe veya bir memuriyete gidip gelme.
  • Sebat.

emirname

  • Âmirin emri yazılı olan kağıt. Üst makamdan verilen emir kağıdı. (Farsça)

esfar

  • (Tekili: Sefer) Seferler, yolculuklar, yola gidişler.
  • Düşmana karşı gidişler, akınlar.
  • (Sifr) Büyük kitaplar, ciltler.

esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn

  • En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.

etnik

  • yun. Bir kavim, bir ırkla ilgili olan. İslâmiyet, kavmiyeti ve ırkçılığı reddeder. Etnik bölücülüğe karşı en kuvvetli siper, İslâm şuuru ve kardeşliğidir.

eynel mefer

  • (Eyn-el mefer) Nereye gidilebilir? Nereye kaçılabilir? Kaçacak yer var mı?

felekseyr

  • Hareketleri ve gidişi süratli olan. (Farsça)

fersah

  • 5760 metre. Bir saatte gidilen yol.

gaşan

  • (Gaşayân) Gönül dönmek.
  • Akıl gidip, bihoş olmak.

gidişat / gidişât

  • Olayların durumu, işlerin gelişme biçimi, işlerin gidiş tarzı.
  • Gidişler, işlerin yürüyüşü.

gin

  • Türkçedeki "li, lu, lı" eklerinin karşılığıdır. (Farsça)

grafik

  • yun. Bir hâdisenin gidişatını göstermek, birkaç şey arasında karşılaştırma yapmak için çizgi ve şekillerle yapılan rakamlı cetvel.

gun

  • Tarz, gidiş, sıfat. (Farsça)
  • Renk. (Farsça)

gune

  • Tarz, gidiş, yol, tarz. Sıfat. (Farsça)

hac

  • İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.

hacc-ı asgar

  • Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.

hafız mektebi

  • Kur'ân-ı Kerimi ezberlemek için gidilen okul.

harac-ı mukasseme

  • Arazinin hâsılatından yerin tahammülüne göre alınacak bir vergidir. bu harac, hâsılata taallûk eder. Bir sene içinde hâsılat tekerrür ederse bu harac da tekerrür der. Fakat mahsulât mevcud olmayınca bu vergi de alınmazdı.

harac-ı muvazzaf

  • Tar: Arazi üzerine her dönüm başına senevi maktuan muayyen bir miktar meblağ olarak alınacak bir vergidir. Buna "harac-ı vazife" adı da verilir. Bu vergi, zimmete taalluk eder ve araziden yalnız bilfi'l intifa edilmekle değil, intifaa temekkün ile de tahakkuk eder. Binaenaleyh, böyle bir araziyi sah

hareket-i devriye

  • Dairesel hareket; birinin gidip yerine başkasının geçmesi.

havale

  • Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
  • Görmeyi önleyen duvar gibi perde.
  • Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık.
  • Postadan gelen emanet kâğıdı.

hayse-beyse

  • İleri gidip geri gelmek, bir halde durmak.
  • Karışıklık.
  • Şiddet ve darlık.

hılfe

  • Muhalefet etmek, karşı gelmek.
  • Biri gidip diğeri geriye gelmek.
  • Biçildikten veya yandıktan sonra biten ot.
  • Sonra biten yemiş.

hoşhıram

  • Güzel yürüyüşlü, güzel gidişli. (Farsça)

hoşreftar

  • Gidişi, yürüyüşü güzel. Güzel gidişli. (Farsça)

hunnes-künnes

  • Hunnes, Hânis'in; Künnes de Kânis'in çoğuludur. Kânis, süpüren mânasınadır. Umumiyetle, akıp akıp yuvalarına giden veya aynı yollarında gidip gelen yıldızlar demektir. Bazılarınca gündüz gaib, gece zâhir olan yıldızlara denir. Ekseriyetle yedi seyyar yıldızlara denmiştir. (Zuhal, Müşteri, Merih, Züh

hüsn-ü cereyan

  • Güzel gidişat.

hutut-u cevher

  • Kılıcın çelik kısmındaki dalgalı çizgiler, meneviş, hare, dalgır (Buradaki maksat; kalemle kılıcın güç birliğidir.).

i'dadiye

  • Hazırlığa ait. Hazırlığa mahsus.
  • Orta tahsili veren okullar. Vaktiyle rüşdiyeden sonra gidilip yüksek mekteblere girebilmek için lâzım gelen bilgileri öğreten okul. Sultaniyelerden aşağı olan mekteb.

icazetname

  • Şehadetname. Diploma. Şehadet kâğıdı. (Farsça)

ihbarname / ihbârnâme / اخبارنامه

  • Haber kağıdı, haber yazısı.
  • Bildiri kağıdı. (Arapça - Farsça)

inkışa'

  • Mânilerin gidip havanın açılması. Ayazlama.

insicam-ı ahkem

  • Sağlam bir akış ve uyumlu gidiş.

isti'ab / istî'âb / استيعاب

  • Kapasite, alım gücü, sığıdırma. (Arapça)

istimrari / istimrarî

  • İstimrara ait ve müteallik. Devamlılık, sürüp gidiş.

ıttırad

  • Düzenli gidiş.

iyab ü zehab

  • Gidiş - geliş.

iyabüzihab / iyâbüzihâb / عياب و ذهاب

  • Gidiş geliş. (Arapça)

ıyadet

  • Hastayı ziyaret edip hatırını sormak, gidip görmek.

izdiyar

  • Ziyâret etme, gidip görme.

izinname

  • Eskiden bir nikâhın kıyılabilmesi için kadı tarafından verilen izin kâğıdı. (Farsça)

kar / kâr

  • (Kelimeye bir ek olup, isimleri sıfat yapar) Eden, edici, yapan mânâlarına gelir ve li, lı, cı, ci gibi eklerin de karşılığıdır. İtaat-kâr, hilekâr, isyan-kâr, hamur-kâr, kanaatkâr...gibi. (Farsça)

kecreftar

  • Ters yürüyen. Gidişi eğri. (Farsça)

kefaletname

  • Kefillik kâğıdı, kefalet senedi. (Farsça)

kesat

  • Kötü gidiş, durgunluk.

kıdve

  • İlimde ileri olup kendisine uyulan. Kendine itimad edilip ardınca gidilecek olan.

küfr-ü irtidad

  • Dinden çıkma küfrü; dinden çıkarak inkâra gidiş.

lazıme-i zaruriye-i naşie-i zatiye / lâzıme-i zâruriye-i nâşie-i zâtiye

  • Bizzat kendi zâtında var olan ve zâtından başka hiçbirşeyden kaynaklanmamış olan, bizzat kendisinde zorunlu olarak bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ "Sıcaklık, ateşin bizzat kendisinden kaynaklanan ayrılmaz zorunlu bir özelliğidir." denilebilir.

maad

  • (Meâd) (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer.
  • Dönüş.
  • Ahiret işleri. Uhrevi işler.
  • Dönüp gidilecek yer.
  • Ahiret.
  • Dönüş, geri gidiş.
  • Dünya'dan sonraki hayat.
  • Gaye, amaç, ulaşılacak yer.

mahcuc

  • Kasdolunmuş olan.
  • Çok gidilip gelinen.
  • Delil ve bürhanla isbat edilmiş olan.
  • Mekke-i Mükerreme'nin bir adı.
  • Kendi yerine hacca gidilmiş olan.

mebde' ve mead / mebde' ve meâd

  • Gelinen ve gidilecek olan yer; insanın dünyaya gelişi ve dönüşü, dünya ve âhiret.

mekatib-i i'dadiyye / mekâtib-i i'dâdiyye

  • Yüksek mekteblere talebeyi hazırlayan, rüştiyeden sonra gidilen mektebler. Liseler.

menzil / منزل

  • Konak. (Arapça)
  • Ev. (Arapça)
  • Bir günde gidilebilen yol. (Arapça)
  • Menzil alınmak: Yol alınmak. (Arapça)
  • Menzil almak: Yol almak. (Arapça)

merve

  • Mekke-i Mükerreme'de bir tepenin adı olup hacılar, Merve ile Safâ arasında yedi def'a gidip gelirler. Bu, haccın rükünlerindendir. Bu gidip gelmeye "sa'y" denir.

meşarib / meşârib

  • Meşrepler, anlayışlar, gidişatlar.

meşi / meşî

  • Yürüyüş. Gidiş. Doğru yola gitmek.

meslek

  • Yol. Usul. Gidiş.
  • San'at. Geçim için tutulan yol.
  • Sistem.
  • Mezheb. Mâneviyatta tutulan yol.
  • Gidilen yol, usul.

meslek-i uhreviye ve diniye

  • Âhirete ve dine ait gidilen yol, usûl.

meşreb

  • Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk.
  • Gidiş.
  • İçmek. İçilecek yer.
  • Fehmetmek.
  • Mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol.
  • Meşrep, gidişat.

meşreben

  • Gidişatça.

metbu / metbû / متبوع

  • Uyulan, izinden gidilen, tâbi olunan. (Arapça)

mevr

  • Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak.
  • Suyun yeryüzüne yayılması.
  • Hayvanlardan yün almak.
  • Yol, tarik.
  • Toz, gubar.
  • Rücu etmek, döndürmek.

mezheb

  • Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır.
  • Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları. Müctehidlerden, kendilerine tâbi olunanların seçtikleri meslekleri. Füruatta Hanefi ve
  • Gidilen, tutulan yol.
  • Mezhep.
  • Gitmek, tâkib etmek, gidilen yol. Mutlak müctehîd denilen dinde söz sâhibi âlimlerin, müslümanların yapmaları gereken hususlarla ilgili olarak dînî delîllerden (Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve İcmâ'dan) hüküm çıkarma usûlleri ve çıkarıp bildirdik leri hükümlerin hepsi.
  • Gidilen yol, dinin esaslarında aynı ayrıntılarında farklı görüşler.

mim

  • Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır.
  • Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir.
  • Bir kitap veya ibarenin sonuna veya altına temme (bitti) yerine ve "mâlum oldu, görüldü" makamında konulan bir harftir.<

mina / minâ

  • Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.

minval / minvâl

  • Tarz, yol, gidiş.

miskal

  • Yirmidört kıratlık bir ağırlık ölçüsü. (Ondört kırat bir şer'î dirhem karşılığıdır).

mişvar / mişvâr

  • Tarz, tavır, gidiş, gidişât.
  • Gümeçten bal peteği sağılan âlet.
  • Davar satılacak yer.
  • Davranış, gidişat.

mişvar-ı ahmediye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) sünneti; tarzı, gidişatı.

muafname

  • Afv kâğıdı. Bir şeyin muaf tutulup afvedildiğini gösteren kâğıt. (Farsça)

muakkab

  • (Akab. dan) Ardına düşülmüş, tâkib olunmuş, peşinden gidilmiş.

müdavim

  • Aralıksız devam eden. Devamlı olarak çalışan.
  • Bir yere devamlı olarak gidip gelen kimse.

müdavimin / müdavimîn

  • (Tekili: Müdavim) Müdavimler. Bir yere devamlı olarak gidip gelenler. Bir yere devam edenler. Bir işe aralıksız olarak çalışanlar.

müddet-i sefer

  • Orta hâlli bir gidiş ile üç günlük yol, mesâfe.

muktefa

  • (Kafâ. dan) İzinden gidilmiş. Ardına düşülmüş. Misâl alınmış, örnek tutulmuş.

mülazemet

  • Devamlı bir işle meşguliyet.
  • Sımsıkı bir işe bağlılık.
  • Staj görme.
  • Gidip gelme.

mülazimin / mülazimîn

  • (Tekili: Mülâzımân) (Mülâzım) Stajyerler. Bir yere maaşsız olarak gidip gelenler.
  • Bir kimseye sarılıp ondan ayrılmayanlar.
  • Teğmenler.

münasebet-i siyak-ı kelam / münasebet-i siyâk-ı kelâm

  • Sözün gidiş münasebeti, öncesiyle ve sonrasıyla olan ilişkisi.

müsafir / müsâfir

  • Yolcu. Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkan kimse.

mütereddid

  • Kararsız, teredüdde kalan, karar veremeyen, cesaretsiz.
  • Bir yere gidip gelen.

mütereddidane / mütereddidâne

  • Kararsızlıkla. Tereddüd ederek. (Farsça)
  • Bir yere gidip gelerek. (Farsça)

mütereddidin / mütereddidîn

  • (Tekili: Mütereddid) Karar veremeyenler, tereddüt edenler, kararsız kişiler.
  • Bir yere gidip gelenler.

mütezavir

  • (Çoğulu: Mütezavirîn) Birbirini ziyaret eden. Gidip gören.

mütezavirin

  • (Tekili: Mütezavir) Birbirlerini gidip görenler, birbirleriyle gidip görüşenler, ziyaret edenler.

muvazene-i cereyan-ı umumi / muvâzene-i cereyan-ı umumî

  • Genel gidişat ve hareketin dengesi.

muzarebe

  • Vuruşmak. Cenk etmek.
  • Bir yerden diğer yere gidip seyretmek.

müzeyyelen

  • Kâğıdın altına, ek karşılığı yazılarak.

na-refte

  • Gidilmemiş, geçilmemiş. Kimsenin gidip geçmediği yer. (Farsça)

nassiye

  • (yun: Dogmatizm) Fls: Bir görüşün doğruluğuna peşin olarak inanan ve bu inanışlarını tenkide tabi tutmayanların düşünüş tarzı. Son heceleri .. izm ile biten görüşler, taraftarlarınca peşin olarak kabul edildiklerinden birer dogmatik görüş örneğidir. Meselâ; komünizm, materyalizm, darvinizim, birer d

pak-meşreb

  • Gidişi, yaratılışı temiz. İyi huylu olan.

pençe

  • El ayası ile beş parmağın tamamı. (Farsça)
  • Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları. (Farsça)
  • Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra. (Farsça)
  • Mc: Kuvvet. Savlet, satvet. (Farsça)

pişhane

  • Balkon. (Farsça)
  • Bir yere gidileceği zaman önceden gönderilen çadır ve yol eşyası. (Farsça)

pusula

  • Küçük not kağıdı.

recc

  • Deprendirmek. Sarsılmak. Gidip gelmek.

reft / رفت

  • Gidiş. (Farsça)

reftar / reftâr / رفتار

  • Gidiş, salınarak yürüyüş. (Farsça)
  • Gidiş.
  • Gidiş. (Farsça)
  • Davranış. (Farsça)

reh-i narefte

  • Gidilmemiş yol.

reva

  • Lâyık, uygun. Meydana gelmek. (Farsça)
  • Gidici. (Farsça)

revan / revân

  • Yolcu, gidici.

revende

  • Giden, gidici. (Farsça)
  • Çok yürüyen. (Farsça)

reviş / روش

  • Gidiş, hal, tavır. (Farsça)
  • Tutum, yol. (Farsça)
  • Gidiş. (Farsça)
  • Tarz, yöntem. (Farsça)

rikabdar / rikâbdar

  • Padişahların atla bir yere gidişleri sırasında özengiyi tutmak suretiyle ata binip inmelerine yardım eden kişi.

ruhsatiyye

  • San'at veya ticaret için verilen izin kâğıdı.

ruhsatname

  • İzin kağıdı. (Farsça)

rüşd / رشد

  • Gelişme. (Arapça)
  • Erginlik. (Arapça)
  • Doğru yolda gidiş. (Arapça)

sa'y

  • Hac ve ömre ibâdeti için Mekke-i mükerremeye gelen kimsenin Mescid-i Haram (Kâbe ve avlusu) yakınındaki Safâ ve Merve tepeleri arasında usûlüne göre Safâ'dan başlayarak Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya yedi kere gidip gelmesi. Sa'y, dört gidiş ve üç gelişten ibârettir.
  • Çalışmak, iş görm

safa ve merve / safâ ve merve

  • Kâbe-i muazzamanın yakınındaki iki tepenin adı. Hac ve umre esnâsında sa'y denilen hac vazîfesini yaparken Safâ tepesinden sonra Merve tepesine gidilir.

safiha

  • (Çoğulu: Safayih) Yüzün derisi.
  • Kapı tahtası.
  • Kâğıdın bir tarafı.
  • Yassı ve düz nesne.
  • Enli kılıç. (Bu mânâya C: Sıfâh)

şahadetname

  • Bir işin yapılmasına müsaade veren resmî izin kâğıdı. Vesika. Diploma. (Farsça)

şaryo

  • Araba. Yazı makinelerinde, daktilolarda kâğıdın takıldığı kısım. (Fransızca)

se

  • Kur'an alfabesinin dördüncü harfidir. Ebced hesabında 500 sayısının karşılığıdır.

sefer

  • Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinden dışarı çıkmak.
  • Harbe gitme, savaş.

seferi / seferî

  • Seferde olan, misâfir, yolcu. Bulunduğu şehirden veya köyden gideceği yolun iki veya bir kenârındaki evlerin dışına çıkarken, senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile, son evden îtibâren üç günde gidilecek yere (Hanefî mezhebinde 104 kil ometre) gitmeye niyyet eden kimse.

seferilik / seferîlik

  • Senenin kısa günlerinde insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeye niyet ederek bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkmak.

seyr ü sefer

  • Gidiş-geliş, dolaşma.
  • Gidiş geliş. Trafik.

seyr-i fıtri / seyr-i fıtrî

  • Allah'ın kâinata yerleştirdiği doğal seyir, gidişat.

seyrüsefer / سير و سفر

  • Gidiş geliş, yolculuk.
  • Trafik, gidişgeliş. (Arapça)

sıla

  • Kavuşmak, ulaşmak, vuslat.
  • Âşıkın mâşukuna kavuşması.
  • Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme.
  • Bahşiş, hediye.
  • Gr: Cümlenin içinde ism-i mensub bulunmasıyla, dahil olduğu cümlenin evvelce mâlum olması iktiza eder. İçinde bulunduğu cümleyi sonradan gelen cümle
  • Ulaşma.
  • Yurdu, hısım akrabayı gidip görme.

siret / sîret / سيرت

  • Ahlâk, gidişât, hal, hareket, tavır, yaşayış.
  • Hal ve gidiş. (Arapça)
  • Biyografi. (Arapça)

siyak-ı kelam / siyak-ı kelâm

  • Sözün gidişatı; sözün söyleniş şekli, ifade tarzı.

siyer

  • Gidişler, yollar, Peygamberimizi anlatan kitap.
  • (Tekili: Siret) Tarzlar, gidişler, yollar.
  • Gidişât. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin hayâtını, güzel ahlâkını, üstün vasıflarını anlatan ilim dalı; bu hususta yazılmış kitab.

şüd

  • Geçti, gitti; gidiş, gitme. Oldu, olma. Amed şüd : Geldi gitti. (Farsça)

sulh-name / sulh-nâme

  • Sulh, barış kâğıdı. (Farsça)

sür'at-i seyr

  • Gidiş hızı.

suret

  • (Çoğulu: Sur - Suver) Biçim, görünüş.
  • Kılık. Tarz.
  • Yol. Gidiş. Hal.
  • Tasvir. Dıştan görünen şekil.
  • Çare.

şurta

  • (Yelkenliye) uygun rüzgâr.
  • Önde gidip düşmanla savaşan asker.
  • Polis, jandarma.

talak-name

  • Boşama kâğıdı. (Farsça)

tecri / tecrî

  • (Cereyan. dan) Cereyan ediyor, akıyor, gidiyor.

tereddüd / تردد

  • Gidip gelme. (Arapça)
  • İkirciklenme. (Arapça)
  • Tereddüd etmek: İkirciklenmek. (Arapça)

tesnim

  • Hörgüçleyerek yukarı yükseltmek, terfi etmek mânasına masdar olup, yükseklik mânasıyla Cennet çeşmelerinden bir çeşmenin ismidir. İbn-i Abbas'tan rivayet edildiğine göre Cennet meşrubatının en yükseğidir.

tesvib

  • Sevab vermek demektir. Sevab da ceza gibi, hayır veya şer herhangi bir şeyin karşılığıdır. Sevab, hayırda meşhur olmuştur. Lisanımızda da ceza, şerde kullanılmıştır.

tezavür

  • (Çoğulu: Tezâvürat) Birbirini ziyâret etme, gidip görme.
  • Vazgeçme, yoldan çıkma, udul etmek.
  • Eğilip meyletme.

tezkere / تَذْكَرَه

  • Resmi izin kâğıdı.

üssü'l-esas-ı meslek

  • Gidilen, sülûk edilen yolun temel prensibi.

vav

  • Kur'an alfabesinde sondan üçüncü harftir. Ebced hesabında 6 sayısının karşılığıdır.

veleh

  • Hayret, şaşkınlık.
  • Fazla hüzünden akıl gidip tembel olmak.

velehan

  • Akıl gidip tembel olmak.
  • İbadet ederken vesvese veren şeytan.

vuku'

  • Düşme, rastlama.
  • Olma, oluş.
  • Gidip çatma.
  • Bir hadisenin çıkış şekli, cereyânı.

zahib / zâhib

  • (Zehâb. dan) Giden, gidici.
  • Bir zanna kapılan. Bir fikre uyan.
  • Giden, gidici.
  • Gidici, giden.
  • Bir fikre veya zanna uyan, kapılan.

zahri / zahrî

  • (Zahriyye) Arkaya âit, arka ile alâkalı.
  • Bir kâğıdın arkasına yazılan yazı, şerh.

zahriye / ظهریه

  • Kağıdın arka yüzündeki yazı. (Arapça)

zail / zâil

  • Geçip gidici, yok olucu.

zalik

  • Giden, gidici.

zehab / zehâb / ذهاب

  • Gidiş. (Arapça)
  • Sanıya kapılma. (Arapça)

zevali / zevâlî

  • Geçip gidici, ölüme yakın.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın