REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te gereği ifadesini içeren 74 kelime bulundu...

ber-mucib / ber-mûcib

  • Gereğince, icabına göre. (Farsça)

bermucib-i / bermûcib-i / برموجب

  • Uyarınca, gereğince. (Farsça - Arapça)

bihasbilhikmet

  • Hikmetin gereği, hikmete binaen.

bihasebilhikmet

  • Hikmetin gereği, hikmete binaen.

emr-i istihbabi / emr-i istihbabî

  • Müstehab veya sünnet olan vazife.
  • Sevdirmek için verilen emir.
  • Muhabbetin gereği olarak yapılması gereken iş.

fehvasınca

  • Mânâsınca gereğince.

hanis / hânis

  • Yemîninin gereğini yapmayan.

hasb

  • (Haseb) Birisinin sülâlesi cihetinden iftihar yolu ile saydığı iyilik. Mal, din, millet. Kerem, fiil ve amelde yüksek şeref, iyi iş, sâlih amel. Şeref, asalet, şan, kadr ve haysiyet.
  • Dolayı, cihetiyle, gereğince.
  • Göre, nazaran, gereğince.

hasbe'l-ade / hasbe'l-âde

  • Âdet gereği, alışıldığı gibi.

hasbe'l-beşeriye

  • İnsanlık gereği.

haseb

  • Dolayı, sebebi, gereği.

hazakat

  • İhtisas. Meharet peyda etmek. Üstad olmak. Bir san'atta, hususan tıbda gereği gibi öğrenip mâhir ve mütehassısı olmak.

hikmeten

  • Hikmet gereği.

hücre-i seadet / hücre-i seâdet

  • Medîne-i münevverede Mescid-i Nebevî içinde Peygamber efendimizin mübârek kabirlerinin bulunduğu oda. Peygamber efendimizin sağlığında burası, hanımlarından hazret-i Âişe vâlidemizin odasıydı. Peygamberimiz burada vefât etti. "Peygamberler vefât ettikleri yere defnolunurlar" hadîs-i şerîfi gereğince

hürmeten

  • Saygı gereği olarak.

icab-ı adalet / icab-ı adâlet

  • Adâletin gereği.

iktisad / iktisâd

  • Orta yol, orta hâl. Tutumlu olma, gereği kadar ölçülü harcama.
  • Üretim ve tüketim faâliyetlerinin nasıl düzenlendiğini inceleyen ilim dalı.

iktiza-i makam

  • Makam gereği.

iktiza-yı makam / iktizâ-yı makam

  • Makamın gereği.

iktizası

  • Gerektirmesi, gereği.

iktizasınca

  • Gereğince.

iktizasıyla

  • Gereğiyle.

iman

  • İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek.

isbat-ı israf

  • Gereğinden fazla kullandığını gösterme.

istidadi / istidadî

  • Kàbiliyet ve yetenek icabı, gereği.

iştimam

  • Gereği gibi koklamak. Koku duymak.

itikaden / îtikaden

  • İnanç gereği.

ıtnab / ıtnâb

  • Konuşurken fazla tafsilât vermek, sözü gereğinden fazla uzatmak.

kaideten

  • Kural gereği.

kanuni / kanunî

  • Kanunlar gereği.

kema hiye hakkuha / kemâ hiye hakkuhâ

  • Gereği gibi.

lazım-ı hüküm / lâzım-ı hüküm

  • Hükmün gereği.

lazım-ı zaruri / lâzım-ı zarurî

  • Zâtın zorunlu gereği.

lazime-i zati / lâzime-i zâtî

  • Kendi zâtının gereği.

lüzum-u mutabakat

  • Uygunluğun lüzumu, gereği.

makamın iktizası

  • Durum ve halin gereği.

maslahaten

  • Fayda ve yarar gereği.

mucibince / mûcibince

  • Gereğince.
  • Gereğince.

mukteza / muktezâ

  • İktiza etmiş, lâzım gelmiş.
  • Kanun gereğince yazılmış yazı, derkenar.
  • Bir şeyin gereği.

mukteza-yı adalet / muktezâ-yı adâlet / مُقْتَضَايِ عَدَالَتْ

  • Adaletin gereği.
  • Adâletin gereği.

mukteza-yı adl ve hikmet

  • Hikmet ve adaletin gereği.

mukteza-yı belağat / mukteza-yı belâğat

  • Belâğatın gereği.

mukteza-yı beşeriyet / muktezâ-yı beşeriyet

  • İnsanlık gereği, insan olmanın icabı.

mukteza-yı fıtrat / muktezâ-yı fıtrat

  • Yaratılışın gereği.

mukteza-yı fıtri / muktezâ-yı fıtrî / مُقْتَضَايِ فِطْر۪ي

  • Doğal yapılarının gereği.
  • Hususî yaratılışın gereği.

mukteza-yı hak ve hakikat

  • Hak ve hakikatin, doğru ve gerçeğin gereği.

mukteza-yı hakikat ve hikmet

  • İlâhî gaye ve hakikatın gereği.

mukteza-yı hal / muktezâ-yı hâl / مُقْتَضَايِ حَالْ

  • Hâlin gereği.

mukteza-yı hale mutabakat / muktezâ-yı hâle mutabakat

  • Hâlin icabına ve gereğine uygunluk.

mukteza-yı hikmet / مُقْتَضَاي حِكْمَتْ

  • Allah'ın hikmetinin gereği.
  • Hikmetin gereği.

mukteza-yı hikmet ve hakikat

  • Hikmet ve hakikatin gereği.

mukteza-yı hikmet ve rahmet

  • Hikmet ve rahmetin gereği.

mukteza-yı ihata-i ilmi / mukteza-yı ihata-i ilmî

  • Allah'ın ilminin herşeyi kuşatmasının gereği.

mukteza-yı insaniyet

  • İnsanlığın gereği.

muktezā-yı insaniyet / مُقْتَضَايِ اِنْسَانِيَتْ

  • İnsanlığın gereği.

mukteza-yı ism-i hakim / mukteza-yı ism-i hakîm

  • Allah'ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren isminin gereği.

mukteza-yı rahmet ve hikmet

  • Allah'ın rahmetinin ve hikmetinin gereği.

mukteza-yı seciye

  • Karakter ve yaratılışın gereği.

muktezası

  • Gereği.

muktezasınca

  • Gereğince.

muktezay-ı rahmet / muktezây-ı rahmet / مُقْتَضَايِ رَحْمَتْ

  • Bağışlama, şefkat etme, lutfetmenin gereği.

mülahake

  • Bir nesneyi diğerine gereği gibi yetiştirmek.

mutabık-ı mukteza-yı hal / mutâbık-ı muktezâ-yı hâl / مُطَابِقِ مُقْتَضَايِ حَالْ

  • Hâlin gereğine uygun.

mutabık-ı muktezā-yı hal / mutâbık-ı muktezā-yı hâl / مُطَابِقِ مُقْتَضَايِ حَالْ

  • Hâlin gereğine uygun.

müvekked

  • Gereği gibi bağlanmış esir.

neşd

  • Talep etmek, istemek.
  • Yüksek yerde düz yer olmak.
  • Kaybolan şeyi aramak.
  • Bir şeyi gereği gibi bilmek.

sa'y-i beliğ

  • Emek harcayarak gereği gibi çalışma.

şan-ı adalet / şân-ı adalet

  • Adaletin şanı, gereği.

şe'n

  • Bir şeyin gereği.

şe'n-i merhamet

  • Merhametin gereği.

şe'n-i rububiyet

  • Cenâb-ı Allah'ın rububiyetinin gereği.

şe'ni

  • Özelliği, gereği.

şe'ninden

  • Gereğinden.

tıbb

  • Tabiblik, doktorluk.
  • Her şeyi gereği gibi bilmek.
  • Rıfk. Suhulet.
  • İrade.
  • Hastayı ilâçlarla tedaviye çalışmak.
  • Şan.
  • Şehvet.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın