Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
ger
kelimesini içeren
424
kelime bulundu...
aid / âid
Geri gelen, dönen, dair, ilgili.
aks-i hakikat
Gerçeğin zıddı, gerçek dışı.
alem-i hakikat / âlem-i hakikat
Gerçek âlem.
alem-i hakiki / âlem-i hakikî
Gerçek âlem.
alim-i muhakkik / âlim-i muhakkik
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlim.
amed
Gerekir, gelir.
aris
Gerdek. Hacle.
asdika / اصدقا
Gerçek dostlar.
(Arapça)
ashab-ı tahkik
Gerçeği delilleriyle araştıran kimseler.
aşk-ı hakiki / aşk-ı hakikî / aşk-ı hakîkî / عَشْقِ حَق۪يق۪ي
Gerçek aşk.
Gerçek aşk, ilâhî aşk.
aşk-ı mecazi / aşk-ı mecazî
Gerçek sevgiliye değil, geçici ve sınırlı bir güzelliğe karşı duyulan sevgi.
asl ü esas
Gerçek, doğru.
asr-ı hakikat
Gerçekler asrı.
asr-ı hakikatbin / asr-ı hakikatbîn
Gerçeği gören asır.
avdet / عودت / عَوْدَتْ
Geri dönme.
Geri gelme, dönme.
Geri dönüş.
(Arapça)
Avdet etmek:
Dönmek.
(Arapça)
Geri dönme.
avdet etme
Geri dönme.
avdet etmek
Geri dönmek.
ayn-ı hakaik
Gerçeklerin ta kendisi.
ayn-ı hakikat
Gerçeğin ta kendisi.
ayn-ı itikad
Gerçek inanç, inancın tâ kendisi.
azamet-i hakikiye
Gerçek büyüklük, yücelik.
bahane
Gerekçe, mazeret.
bakaya / bakâyâ / بقایا
Geriye kalanlar.
(Arapça)
baki / bâkî / بَاق۪ي
Geriye kalan.
baki kalan / bâkî kalan
Geride kalan.
baki-i hakiki / bâkî-i hakikî
Gerçek sonsuzluğun sahibi Allah.
bakıye
Geri kalan, arta kalan.
bakiye
Geriye kalan, sonrası.
bakiye kalan
Geride kalan.
bakiye-i iştiha-i şevk
Geri kalan iştah ve şevk; arta kalan istek ve tutku.
bakıyye / بقيه
Geriye kalan, bakiye.
(Arapça)
batıl itikad / bâtıl itikad
Gerçek dışı, boş inanç.
bekaya / bekâya / بقایا
Geriye kalanlar.
Geriye kalanlar; kalıntılar.
(Arapça)
belagat-i hakikiye / belâgat-i hakikiye
Gerçek belagat.
ber-mucib / ber-mûcib
Gereğince, icabına göre.
(Farsça)
beyanat-ı hakikiye
Gerçek olan açıklama.
bil'iltizam
Gerekli görerek.
bilfiil / بالفعل
Gerçekten, yaparak, katılarak, bizzat.
(Arapça)
biliktiza / biliktizâ / بالاقتضا
Gerektiğinden.
(Arapça)
bilvücub
Gerekli olarak.
borç
Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d
cenab-ı feyyaz-ı hakiki / cenâb-ı feyyâz-ı hakikî
Gerçek feyiz, bolluk ve bereket veren Allah.
cenab-ı hayy-i layemut / cenâb-ı hayy-i lâyemût
Gerçek hayat sahibi olan, her canlıya hayat veren ve zâtına ölüm arız olmayan Allah.
cenab-ı mün'im / cenâb-ı mün'im
Gerçek nimet verici olan Allah.
cenab-ı mün'im-i hakiki / cenâb-ı mün'im-i hakikî
Gerçek nimet verici olan Allah.
çendan / چندان / چَنْدَانْ
Gerçi.
Gerçi, her ne kadar. O kadar. Pek o kadar.
(Farsça)
Gerçi.
Gerçi.
Gerçi.
cermen
Germen, Alman.
cevab-ı hakiki / cevab-ı hakikî
Gerçek cevap.
cid
Gerdan. Süslemeye lâyık boyun. Güzel boyun.
cidden
Gerçekten.
Gerçekten.
ciddi / ciddî
Gerçek.
cüz'i-yi hakiki / cüz'î-yi hakikî
Gerçek fert, tek kişi.
cüz-ü hakiki / cüz-ü hakikî
Gerçek, asıl kısım.
dai / dâî
Gerektiren sebep.
damenkeş-i tesir-i hakiki / dâmenkeş-i tesir-i hakikî
Gerçek tesirden el etek çeken.
dar-ı lezzet / dâr-ı lezzet
Gerçek ve daimî lezzet yeri olan Cennet.
derece-i hakkaniyet
Gerçeklik, doğruluk derecesi.
derece-i lüzum
Gereklilik seviyesi.
dereki / derekî
Gerileme.
destgah-ı levh-i mahfuz-u hakikat / destgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikat
Gerçekte herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhasının tezgâhı.
din-i hakiki / din-i hakikî
Gerçek din.
düstur-u hakikat
Gerçeklik prensibi.
eazım-ı muhakkikin / eâzım-ı muhakkikîn
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen büyük âlimler.
eğerçi
Gerçi.
ehl-i akıl ve tahkik
Gerçeği araştıran akıl sahipleri.
ehl-i basiret / ehl-i basîret
Gerçeği kalple anlayan kişiler.
ehl-i insan ve islam / ehl-i insan ve islâm
Gerçek insan ve Müslüman olanlar.
ehl-i tahkik
Gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
ehl-i tahkik ve tetkik
Gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
elhak
Gerçekten.
elhikmetü lillah / elhikmetü lillâh
Gerçek bilgi ve hikmet sadece Allah'ındır.
emanet
Geri alınmak üzere bırakılan şey, eşya.
emr-i batıl / emr-i bâtıl
Gerçek olmayan, sahte emir ve iş.
emr-i itibari / emr-i itibarî
Gerçekte olmadığı halde var sayılan olgu, meridyenler gibi.
esas-ı lazım ve metin / esas-ı lâzım ve metin
Gerekli ve sarsılmaz esas, temel kural.
esbab-ı hakiki / esbab-ı hakikî
Gerçek sebepler.
esbab-ı hakikiye
Gerçek sebepler, hakiki sebepler.
esbab-ı mucibe / esbab-ı mûcibe / esbâb-ı mûcibe / اسباب موجبه / اَسْبَابِ مُوجِبَه
Gerektirici sebepler.
Gerektiren sebebler. İcab eden sebepler.
Gerektiren sebepler.
Gerekçe, gerekçeler.
Gerekli kılan sebebler.
evsaf-ı hakikiye / evsâf-ı hakikiye
Gerçek özellikler.
ezvak-ı mecazi / ezvâk-ı mecazî
Gerçek olmayan aldatıcı zevkler.
fecr-i kazib / fecr-i kâzib / فجركاذب
Gerçek tan ağartısından önceki geçici aydınlık
fecr-i sadık / fecr-i sâdık
Gerçek aydınlık, tan yerinin ağarması, gerçek sabah.
fecrisadık / fecrisâdık
Gerçek fecir.
fi'l-i hakiki
Gerçek eylem, hakiki fiil.
fiilen
Gerçekten, işleyerek, hakikatte.
filhakika / filhakîka / فى الحقيقه / فِي الْحَق۪يقَه
Gerçekten, doğrusu.
Gerçekten.
Gerçekte, aslında, doğrusu.
(Arapça)
Gerçekten.
fünun-u sadıka / fünun-u sâdıka
Gerçek ve doğru fenler, ilimler.
füzulat / füzûlât
Gereksiz ve faydasız şeyler.
fuzuli / fuzûlî / فُضُول۪ي
Gereksiz, fazlalık.
Gereksiz.
fuzuliyane / fuzûlîyâne
Gereksiz ve fazlalık olarak.
gayr-ı hakiki / gayr-ı hakikî
Gerçek olmayan.
gerdendade-i tevfik / gerdendâde-i tevfik
Gerekli çalışma ve vazifeleri yerine getirdikten sonra neticeye boyun eğme ve sonucu Allah'tan bekleme.
habib-i hakiki / habîb-i hakikî
Gerçek sevgili olan Allah.
hacle / حجله
Gerdek odası.
(Arapça)
haclegah / haclegâh / حجله گاه
Gerdek odası.
(Arapça - Farsça)
hadd-i mevhum
Gerçekte olmadığı halde var sayılan bir sınır.
hafız-ı hakiki / hâfız-ı hakîkî / حَافِظِ حَق۪يق۪ي
Gerçek muhafaza edici (Allah).
hakaik / hakâik / حقائق
Gerçekler.
(Arapça)
hakaik-aşina / hakaik-âşinâ
Gerçeklere aşina, gerçekleri bilen ve onlara yabancı olmayan.
hakayık / hakâyık / حقایق
Gerçekler.
(Arapça)
hakikat / hakîkat / حقيقت
Gerçek.
(Arapça)
hakikat nazarı
Gerçeği gören bakış.
hakikat nazarında
Gerçek nezdinde, yanında.
hakikat-bin
Gerçeği gören.
hakikat-feşan
Gerçekleri yayan.
hakikat-i cismaniye
Gerçek cisim özelliği.
hakikat-i emr
Gerçek emir.
hakikat-i gurup
Gerçek batış.
hakikat-i ihlas / hakikat-i ihlâs
Gerçek ihlâs.
hakikat-i namaz
Gerçek namaz; namazın gerçek mahiyeti, esası.
hakikat-i ömr
Gerçek ömür.
hakikat-i vücud
Gerçek varlık.
hakikat-şinasane / hakikat-şinasâne
Gerçeği, hakikatı tanıyana yakışacak surette.
(Farsça)
hakikaten / hakîkaten / حقيقة
Gerçekten.
Gerçekten.
(Arapça)
hakikatin ruhu
Gerçeğin ruhu, özü, aslı ve esası.
hakikatli
Gerçekliğe sahip.
hakikatperver
Gerçekçi.
(Arapça - Farsça)
hakikatsız
Gerçek olmayan.
hakikatta
Gerçekte.
hakikatte
Gerçekte.
hakikatü'l-hakaik
Gerçeklerin gerçeği, en büyük hakikat.
hakiki / hakikî / hakîki / hakîkî / حقيقى
Gerçek. Hakikate mensub. Sâhici, doğru.
Gerçek.
Gerçek, asıl, öz.
Gerçek.
(Arapça)
hakiki ihlas / hakikî ihlâs
Gerçek ihlâs, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet.
hakiki tabir / hakikî tâbir
Gerçek yorum.
hakikiye / حقيقيه
Gerçek.
Gerçek.
(Arapça)
hakka / hakkâ / حقا
Gerçekten.
Gerçekten.
hakka ki
Gerçekten ki.
hakkan
Gerçekten, doğrusu.
Gerçekten.
hakkaniyet
Gerçeklik ve doğruluk.
halife-i bilhak
Gerçek ve doğru halife.
halüsinasyon
Gerçekte olmayan bir şeyi varmış gibi görme, olmayan bir şeyi varmış zannetme ve işitme, hayal etme.
hareke-i hakiki
Gerçek hareket.
hareket-i mer'iyye
Gerçekte olmadığı halde, var imiş gibi görünen hareket.
havaic-i zaruriye / havâic-i zaruriye
Gerekli ihtiyaçlar, giderilmesi lüzumlu olan ihtiyaçlar; yeme içme, ev ve binek gibi temel ihtiyaçlar.
hayalet / hayâlet
Gerçek olmayan görüntü.
hayat-ı hakikiye ve sermediye
Gerçek ve kesintisiz hayat.
hayy
Gerçek hayat sahibi olan Allah.
hikmet-i hakikiye
Gerçek hikmet.
hilaf-ı hakikat / hilâf-ı hakikat / hilâf-ı hakîkat / خِلَافِ حَق۪يقَتْ
Gerçeğe aykırı.
Gerçeğe aykırı.
hilaf-ı vaki / hilâf-ı vâki
Gerçek dışı, meydana gelen hâdise ve kanunlara ters.
hilaf-ı vakıa / hilâf-ı vâkıa
Gerçeğe zıt.
hiss-i hakiki-i terakki / hiss-i hakikî-i terakki
Gerçek ilerleme duygusu.
hükema-yı hakikiye
Gerçek filozof ve bilginler.
hurafecilik
Gerçekle bağdaşmayan iddialarda bulunma.
hüsn-ü hakiki / hüsn-ü hakikî
Gerçek güzellik.
iade / iâde / اعاده / اِعَادَه
Geriye verme.
Geri verme.
Geri verme, geri gönderme.
(Arapça)
İâde edilmek:
Geri verilmek, geri gönderilmek,
(Arapça)
İâde etmek:
Geri vermek, geri göndermek.
(Arapça)
İâde eylemek:
Geri vermek.
(Arapça)
Geri döndürme.
iade etme
Geriye verme.
iadeten / iâdeten / اعادة
Geri vermek üzere.
Geri vererek.
Geri verilmek üzere.
(Arapça)
icab / ايجاب / îcâb / ایجاب
Gerekme.
Gerekme, gerek.
(Arapça)
icabat / îcâbât / ایجابات
Gerekler.
Gerekler, cevap vermeler.
Gereklilikler, gerekler.
(Arapça)
icabında
Gerektiğinde.
icap
Gerekli olan, gerekli görülen.
icap eden
Gereken.
icap etme
Gerektirme.
icaplar
Gerekler, gerekli kılınanlar.
ifadat-ı lazime / ifadat-ı lâzime
Gerekli ifadeler.
ihtiyac
Gerek duyma, gerek duyulan şey.
ihtiyac-ı hakiki / ihtiyac-ı hakikî
Gerçek ihtiyaç.
ihtiyacat / ihtiyâcât / احتياجات
Gereksinimler.
(Arapça)
iktiza / iktizâ / اقتضا / اِقْتِضَا
Gerekme, gereklik.
Gerektirme.
Gerekme.
Gerekme.
iktiza eden / iktizâ eden
Gerektiren.
iktiza etme
Gerektirme.
iktiza etmek
Gerektirmek.
iktizası
Gerektirmesi, gereği.
iktizasınca
Gereğince.
iktizasıyla
Gereğiyle.
ilca
Gereklilik, zorlama.
ilcaat / ilcaât
Gereklilikler, zorlamalar.
illet-i hakiki / illet-i hakikî
Gerçek sebep.
ilm-i tahkik
Gerçekleri ve hakikatleri araştırma ilmi.
iltizam etme
Gerekli görme.
iltizamkarane / iltizamkârâne
Gerekli görerek.
inad-ı mecazi / inad-ı mecazî
Gerçek hedefine yöneltilmeyen gereksiz ve faydasız inat.
indelhace / indelhâce
Gerek duyulduğunda.
inkılab-ı hakaik / inkılâb-ı hakâik
Gerçeklerin değişmesi.
inkılab-ı hakikat / inkılâb-ı hakikat
Gerçek ve doğrunun değişmesi, zıttına dönüşmesi.
irca / ircâ
Geri döndürme, bağlama.
irca etmek
Geri çevirmek, geri döndürmek.
irca' / ircâ' / اِرْجَاعْ
Geri döndürme.
irtica / irticâ
Gericilik.
Geri dönmek. Ric'at etmek. Eski hayat tarzına dönmek.
Geriye dönme, geri dönücülük, gericilik.
Geri dönücülük.
irtica' / irticâ'
Gerilik, geriye gitme, eskiyi isteme.
irticakar / irticakâr / ارتجاعكار
Gerici.
(Arapça - Farsça)
irticakarane / irticakârane / irticâkârâne
Geri dönmeyi istercesine.
Geri dönercesine.
isbat-ı israf
Gereğinden fazla kullandığını gösterme.
ism-i hayy ve kayyum / ism-i hayy ve kayyûm
Gerçek hayat sahibi olan, her canlıya hayat veren, her şeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Allah'ın ismi.
israf / isrâf
Gereksiz yere harcama.
israf-ı kelam / israf-ı kelâm
Gereksiz söz söyleme.
israfat / isrâfât
Gereksiz harcamalar.
iştiha-yı hakiki / iştihâ-yı hakikî
Gerçek iştah özelliği.
istihar
Geri bırakılma, geri kalma.
istilzam / istilzâm / استلزام / اِسْتِلْزَامْ
Gerektirme.
Gerektirme.
Gerektirme.
Gerekme, gerektirme.
(Arapça)
İstilzâm etmek:
Gerekmek, gerektirmek.
(Arapça)
İstilzâm eylemek:
Gerektirmek.
(Arapça)
Gerektirme.
istilzam etme
Gerektirme.
istilzam etmek
Gerektirmek.
iştimam
Gereği gibi koklamak. Koku duymak.
istirca'
Geri dönmek. Dönmeği arzulamak.
istirdad / istirdâd / استرداد
Geri almak. Geri almayı istemek.
Geri alma.
Geri isteme, geri alma.
(Arapça)
İstirdâd edilmek:
Geri alınmak.
(Arapça)
İstirdâd etmek:
Geri almak.
(Arapça)
itibari / itibârî
Gerçekten öyle olmadığı hâlde öyle sanılan ve insanlar tarafından öyle kabul görmüş olan, göreceli.
itibari emir / itibarî emir
Gerçekte öyle olmadığı hâlde öyleymiş gibi kabul edilen, saymaca; maddedeki çekim kanunu gibi saymaca şey.
ittihad-ı hakiki / ittihad-ı hakikî
Gerçek anlamda birlik oluşturmak.
kahkara
Geri geriye gelme, dövüşerek çekilme.
kahkariye
Geri dönme. Rücu'.
kaide-i hakikat
Gerçek olan doğru prensip, doğru kural.
kalade
Gerdanlık.
kelam-ı mecazi / kelâm-ı mecazî
Gerçek anlamında kullanılmayıp, aralarındaki ilgi, bağ ve benzerlikten dolayı başka anlamda kullanılan söz.
kema hiye hakkuha / kemâ hiye hakkuhâ
Gereği gibi.
kemayenbaği / kemâyenbağî / كما ینبغى
Gerektiği gibi.
(Arapça)
kesir-i hakiki / kesîr-i hakikî
Gerçek çokluk; her şey bir olan Allah'a verilmezse çok ilâhlar olacaktır.
kılade
Gerdanlık.
kudret-i mevhume
Gerçekte olmayıp, varmış gibi zannedilen kudret, güç.
külliyat-ı hakaik / külliyât-ı hakaik
Gerçeklerin bir araya gelmesi, gerçekler bütünü.
kütüb-ü muhakkikin / kütüb-ü muhakkikîn
Gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimlerin kitapları, eserleri.
kuvvet-i hakikiye
Gerçek güç; hakikate, gerçeğe ait güç.
labüd / lâbüd / لابد
Gerekli, lazım.
(Arapça)
lazım / lâzım
Gerekli.
lazım gelen / lâzım gelen
Gerekli olmak.
lazıme / lâzıme
Gereklilik.
Gerekli olan.
lazime / lâzime
Gereklilik, zorunlu olarak ayrılmaz nitelik.
lazıme / lâzıme / لازمه
Gerekli.
(Arapça)
levazım / levâzım / لوازم
Gerekli şeyler; bir bütünden ayrılmayan, bir işte beraber bulunması gereken şeyler.
Gerekli olanlar.
Gereçler, gerekli şeyler.
(Arapça)
levazımat / levâzımât
Gerekli olan şeyler.
Gerekli şeyler.
lüzum / لزوم
Gerek, ihtiyaç.
Gereklilik.
Gereklilik.
Gereklilik, lazım olma.
(Arapça)
Lüzum görmek:
Gerekli bulmak.
(Arapça)
lüzumi / lüzumî
Gereklilik, lüzumluluk.
maarif-i hakikiye
Gerçek bilgiler.
mabaki
Geri kalan, kalan, artan.
mabud-u hakiki / mâbud-u hakikî
Gerçek ibadet edilmeye layık olan Allah.
maden-i hakikat
Gerçeklerin ve doğruların kaynağı.
maden-i hakiki / mâden-i hakikî
Gerçek maden, kaynak.
mahbub-u bilhak
Gerçek anlamda sevilmeye layık olan Allah.
mahbub-u hakiki / mahbub-u hakikî
Gerçek sevgili, Allah.
mahbubat-ı mecaziye
Gerçek sevgiye layık olmadıkları halde sevilenler.
mahiyet-i hakikiye / mâhiyet-i hakikiye
Gerçek mahiyet, nitelik.
maksud-u hakiki / maksud-u hakikî
Gerçek maksat, asıl gaye.
mana-yı hakikat / mânâ-yı hakikat
Gerçek, asıl mânâ.
mana-yı hakiki / mânâ-yı hakikî
Gerçek mânâ.
mana-yı hakiki ve mecazi / mânâ-yı hakikî ve mecazî
Gerçek ve mecazî anlam.
maşuk-u mecazi / mâşuk-u mecazî
Gerçek sevgiye layık olmadığı halde aşık olunan şeyler.
materyal
Gerekli olan bilgi, malzeme.
matlub-ı hakiki / matlûb-ı hakîkî
Gerçekte taleb olunacak, kavuşmak istenilecek ve gönül bağlanacak olan Allahü teâlâ. Hakîkî Matlûb.
mazarrat-ı mevhume
Gerçekte var olmayan, hayalî zararlar.
mecazi / mecâzî
Gerçek olmayan.
mecazi aşk / mecazî aşk
Gerçek olmayan aşk; Allah'tan başka diğer varlıklara duyulan şiddetli sevgi.
mecma-i hakaik
Gerçeklerin toplandığı yer.
medar-ı irtica
Gericiliğin sebebi, kaynağı.
medar-ı tahakkuk
Gerçekleşme sebebi.
medeniyet-i hakikiye
Gerçek ve doğruların hakim olduğu medeniyet.
mefahir-i hakikiye-i milliye / mefâhir-i hakikiye-i milliye
Gerçek övünülecek millî değerler, şerefler.
menfer
Geri kaçılacak yer. Nefret edilecek, sevilmeyecek yer.
meratib-i gaflet
Gerçeklerden habersiz olma mertebeleri, dereceleri.
merci-i hakiki / merci-i hakikî
Gerçek başvurulacak, sığınılacak yer.
mercu'
Geri döndürülmüş olan.
mesail-i mühimme-i hakikiye / mesâil-i mühimme-i hakikiye
Gerçek önemli meseleler, konular.
mesken-i hakiki / mesken-i hakikî
Gerçek mesken, yer.
meslek-i hakiki / meslek-i hakikî
Gerçek meslek, yol ve metot.
mevcud-u hakiki / mevcud-u hakikî
Gerçek varlık sahibi Allah.
mevhum / mevhûm
Gerçekte olmadığı halde var sayılan.
Gerçekte olmadığı halde var sayılan.
mevhume
Gerçekte olmadığı halde var sayılan.
meyl-i taharri-i hakikat / meyl-i taharrî-i hakikat
Gerçeği araştırma eğilimi, isteği.
miftah-ı hakiki / miftah-ı hakikî
Gerçek, asıl anahtar.
milliyet-i hakikiye
Gerçek, hakiki milliyet.
milliyet-i hakikiye-i islamiye / milliyet-i hakikiye-i islâmiye
Gerçek İslâmî milliyet.
minhac-ı hakiki / minhâc-ı hakikî
Gerçek yol, metot.
mu'cize-i gaybiye
Gerçekleri önceden bildirme şeklindeki mu'cize.
muad
Geri çevrilmiş, iâde edilmiş, döndürülmüş.
muallim-i hakaik
Gerçekleri anlatan öğretmen.
muarrif-i hakiki / muarrif-i hakikî
Gerçek tarif edici, öğretici.
muavid
Geri dönen, avdet eden.
mucib / mûcib / مُوجِبْ
Gereken, gerektiren.
Gerektiren.
mucibince / mûcibince
Gereğince.
Gereğince.
mucid-i hakiki / mûcid-i hakikî
Gerçek var edici, yaratıcı olan Allah.
mucip / mûcip
Gerektiren.
Gerektirici sebep, gerekçe.
mucip olma / mûcip olma
Gerektirme.
müdakkikin-i ulema / müdakkikîn-i ulema
Gerçekleri inceden inceye araştıran âlimler.
müessir olma
Gerçek tesir sahibi olma.
müessir-i hakiki / müessir-i hakikî
Gerçek tesir sahibi olan, bütün sebepleri yaratıp hükmeden.
müfessir-i hakiki / müfessir-i hakikî
Gerçek müfessir; Kur'ân-ı Kerimi tam ve doğru olarak açıklayan hadis.
muhabbet-i hak
Gerçek sevgi.
muhabbet-i hakiki / muhabbet-i hakikî
Gerçek sevgi.
muhabbet-i hakikiye
Gerçek sevgi.
muhakkaku'l-vuku
Gerçekleşmesi kesin olan.
muhakkik
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen.
muhakkik-i kamil / muhakkik-i kâmil
Gerçekleri mükemmel bir şekilde araştıran ve bilen âlim.
muhakkikane
Gerçeği ve hakikatı araştıran bir kimseye yakışır surette. Muhakkik olan bir insana yakışacak şekilde.
(Farsça)
Gerçekleri delilleriyle araştırarak.
muhakkıkin / muhakkıkîn
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen âlimler.
muhakkikin / muhakkikîn
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf erbabı âlimler.
muhakkıkin-i eimme / muhakkıkîn-i eimme
Gerçekleri derinlemesine araştıran ve delilleriyle bilen imamlar.
muhakkikin-i islam / muhakkikîn-i islâm
Gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen İslâm âlimleri.
muhakkikin-i kelamiye / muhakkikîn-i kelâmiye
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen kelam âlimleri.
muhakkıkin-i sofiye / muhakkıkîn-i sofiye
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf ehilleri.
muhakkıkin-i sufiye / muhakkıkîn-i sufiye
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf ehilleri.
muhakkikin-i sufiye / muhakkikîn-i sufiye
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen tasavvuf âlimleri.
muhakkıkin-i ulema / muhakkıkîn-i ulema
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
muhakkikin-i ulema / muhakkikîn-i ulema
Gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler.
muhakkikler
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle ortaya koyan ilim adamları.
muhalif-i hak
Gerçeğe zıt.
muhalif-i hakikat
Gerçeğe zıt, aykırı.
muktazi / muktazî
Gerekçe, gerektiren.
Gerektiren.
muktaziyat
Gerektirici sebepler; gerekler.
mukteza / muktezâ / مُقْتَضَا
Gereken, gerekirlik.
Gereken.
Gerekme.
muktezası
Gereği.
muktezasınca
Gereğince.
muktezi / muktezî / مقتضى / مُقْتَض۪ي
Gerektiren, gerekçe.
Gereken.
(Arapça)
Gerekli kılan.
mukteziyat / muktezîyât
Gerektirenler, gerekçeler.
mülazım / mülâzım
Gerekli, lüzumlu, teğmen.
mümazik
Gerçek dost olmayan kimse.
mün'im
Gerçek nimet verici olan Allah.
mün'im-i hakiki / mün'im-i hakikî
Gerçek nimet verici olan Allah.
mün'im-i hakim / mün'im-i hakîm
Gerçek nimet verici ve her işini hikmetle ve belli bir sebeple yapan Allah.
münasebet-i hakikiye
Gerçek bağlantı, ilgi.
munsarıf
Geri dönen.
mürefref
Gerçek gibi ağaç resmi.
mürşid-i hakiki / mürşid-i hakikî
Gerçek irşad edici, yol gösterici.
mürteci / mürtecî / مرتجع
Geri dönmek isteyen, geri dönen, gerici.
Geriye yönelmek isteyen; gerici.
Gerici.
(Arapça)
müstelzim
Gerektiren, lüzumlu kılan.
Gerektiren.
mutabık-ı vaki
Gerçeğe uygun.
mutasarrıf-ı hakiki / mutasarrıf-ı hakikî
Gerçek tasarruf sahibi olan, her işi kendi istek ve kurallarına göre idare eden Allah.
mutatavvık
Gerdanlık gibi süs eşyası takınan.
mütebaki / mütebâki / mütebâkî / مُتَبَاق۪ي
Geri kalan, artan, fazlası. Arta kalan.
Geri kalan kısım.
Geri kalan kısım.
Geri kalan.
mütedenni
Gerileyen.
müteharri-i hakikat / müteharrî-i hakikat
Gerçeği araştıran, inceleyen.
mütekallis
Gerilen, çekilip toplanan, gerilmiş.
mütekellif
Gereksiz külfete giren, gösterişe kapılan.
müvekked
Gereği gibi bağlanmış esir.
na-dürüsti / na-dürüstî
Gerçek olmama, doğru olmama.
(Farsça)
nazar-ı hak
Gerçek, doğru bakış.
nazar-ı hakikat
Gerçeğin gözü.
ne hacet / ne hâcet
Gereksiz.
nefs-i hakikat
Gerçeğin kendisi.
nefs-i mülhime
Gerektiği zaman Allahü teâlâ tarafından kendisine hakîkatler ilhâm edilen, kötülüklerden arınmış nefs.
netice-i muhakkaka
Gerçekleşmesinden şüphe edilmeyen sonuç.
nizam-ı hakiki / nizâm-ı hakikî
Gerçek nizam, düzen.
nüks
Geri dönme.
nükte-i hakikat
Gerçeği ve doğruyu ifade eden ince ve derin mânâ.
peşleng
Geri kalan, geri kalmış.
(Farsça)
peszinde / پس زنده
Geriye kalan, yaşayan son örnekler.
(Farsça)
pozitivizm
Gerçeğin deney ve gözlemle elde edilebileceği görüşünü savunan felsefî doktrin.
Gerçeğe erişmek için sadece deneye güvenen sapık felsefe.
rabıta-i hakikiye / râbıta-i hakikiye
Gerçek bir bağ, bağlantı.
raci / râci
Geri dönen, bağlanan.
Geri dönen.
raci' / râci' / رَاجِعْ
Geri dönen.
rastbin / râstbin / راست بين
Gerçekçi, doğruları gören.
(Farsça)
realist
Gerçekçi.
Gerçekçi.
realite
Gerçek.
Gerçekten olan şey. Olduğunun tıpkısı. Gözümüzle gördüğümüz gibi.
(Fransızca)
realizm
Gerçekçilik felsefesi.
red'
Geri verme, reddetme.
reel
Gerçek.
Gerçek, hakiki, sahici.
(Fransızca)
rezzak-ı hakiki / rezzâk-ı hakikî
Gerçek rızık verici olan Allah.
ric'at
Geri dönme, çekilme, kaçma, vazgeçme.
ric'i talak / ric'î talâk
Geri dönülebilen talâk (boşanma). Zevceye yaklaştıktan sonra sarîh (açık) veya işâretle, üç adedine veya bir ivâza (bedele, karşılığa) bağlı olmaksızın ve beynûnete yâni ayrılığa delâlet eden (gösteren) bir sıfatla sıfatlanmamış ve bir şeye teşbîh ed ilmemiş (benzetilmemiş), gerek sarîh (açık) lafız
ricat
Geri dönme, kaçma.
rububiyet-i mevhume
Gerçekte olmadığı halde varmış gibi kabul edilen rububiyet.
rücu / rücû / رجوع
Geri dönme.
Geri dönme.
Geri dönme.
(Arapça)
rücu' / rücû' / رُجُوعْ
Geri dönme, cayma, fikrini değiştirme.
Geri dönme.
şe'ninden
Gereğinden.
şe'niyet / شأنيت
Gerçeklik, realite.
(Arapça)
sebeb-i asli / sebeb-i aslî
Gerçek sebep.
şecere-i hakaik
Gerçekler ağacı.
şekl-i hakiki / şekl-i hakikî
Gerçek şekil, biçim.
sıfat-ı lazime / sıfât-ı lâzime
Gerekli olan özellikler.
silsile-i hakaik
Gerçekler zinciri.
sırr-ı hakikat
Gerçeğin sırrı, içyüzü.
sırr-ı hakikati
Gerçek gücü, hikmet ve esprisi.
sırr-ı ihlas-ı hakiki / sırr-ı ihlâs-ı hakikî
Gerçek ihlâs sırrı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme esprisi, mânevî gücü.
sırr-ı lüzum
Gerekliliğin sırrı.
sırr-ı uhuvvet-i hakiki
Gerçek kardeşlik esprisi.
şükr-ü hakiki / şükr-ü hakikî
Gerçek şükür.
şüphe-i hakiki
Gerçek şüphe.
suret-i hakiki / suret-i hakikî
Gerçek görünüş.
suret-i hakikiye / sûret-i hakikiye
Gerçek sûret, şekil, görüntü.
suret-i tahakkuk / sûret-i tahakkuk
Gerçekleşme şekli.
Gerçekleşme şekli.
sūret-i tahakkuk / صُورَتِ تَحَقُّقْ
Gerçekleşme şekli.
ta'vik / ta'vîk / تَعْوِيقْ
Geri bırakma, alıkoyma.
tabiat-ı mevhume
Gerçekte olmadığı halde var diye düşünülen tabiat ve ondaki tesir.
tahakkuk / تحقق / تَحَقُّقْ
Gerçekleşme.
Gerçekleşme.
Gerçekleşme.
(Arapça)
Tahakkuk etmek:
Gerçekleşmek.
(Arapça)
Gerçekleşme.
tahakkuk eden
Gerçekleşen.
tahakkuk-u hakaik
Gerçeklerin oluşması, meydana gelmesi.
tahallüf
Geri kalma, değişme.
Geride bırakılma.
taharri-i hakikat meyelanı / taharrî-i hakikat meyelânı
Gerçeği araştırma meyli, hakikati araştırma eyilimi.
takva-yı hakiki / takvâ-yı hakikî
Gerçek takva, Allah korkusu.
talak-ı ric'i / talâk-ı ric'î
Geri dönülebilen talâk. Zevceye yaklaştıktan sonra, sarîh (açık) veya işâretle, üç adedine veya bir ivaza (bedele, karşılığa) bağlı olmaksızın ve beynûnete yâni ayrılığa delâlet eden (gösteren) bir sıfatla sıfatlanmamış ve bir şeye teşbîh edilmemiş (benzetilmemiş), gerek sarîh (açık), gerekse talâk-
taleb-i hakikat
Gerçeği isteme.
talib-i hak
Gerçeği arayan, doğruyu isteyen.
talib-i hakikat
Gerçeği talep eden, isteyen.
tarif-i hakiki / tarif-i hakikî
Gerçek tarif, gerçek tanımlama.
tarik-i terakki / tarîk-i terakki
Gerçek yol, ilerleme yolu.
tasarruf-u hakiki / tasarruf-u hakikî
Gerçek anlamda dilediği gibi kullanma ve yönetme.
te'dib-i hakiki / te'dib-i hakikî
Gerçek mahiyette edep ve terbiye verme.
teahhur
Geri kalmak. Geciktirmek. Gecikmek.
Geri kalma.
techiz / techîz
Gerekli şeyleri tamamlama, donatım.
tedenni / tedennî / تدنى / تَدَنّ۪ي
Gerileme, alçalma, düşüş.
(Arapça)
Tedennî etmek:
Gerilemek, alçalmak.
(Arapça)
Gerileme.
telazum / telâzum
Gerekirlik.
terci' / tercî' / ترجيع
Geri çevirme, döndürme. Sesi yükseltip alçaltarak ve tekrarlayarak okuma.
Geri çevirme.
(Arapça)
tercüman-ı hakiki / tercüman-ı hakikî
Gerçek tercüman.
terdid / terdîd / تردید
Geri çevirme.
(Arapça)
tereddi / tereddî
Gerileme, soysuzlaşma.
Gerileme, soysuzlaşma.
terettüp
Gerekme.
tesanüd-ü hakiki / tesanüd-ü hakikî
Gerçek dayanışma.
tesir-i hakiki / tesir-i hakikî
Gerçek tesir.
tevafuk-u hakikiye
Gerçek uygunluk, denk gelme.
tevettür
Gerginleşme, gerilme.
ulema-i hakikin / ulemâ-i hakikîn
Gerçek âlimler.
ulema-i muhakikin / ulema-i muhakikîn
Gerçeği, hakikati bulup araştıran âlimler.
ulema-i muhakkikin
Gerçeği, hakikati bulup araştıran âlimler.
ulum-u hakikiye / ulûm-u hakikiye
Gerçek ilimler.
umur-u lazıme / umur-u lâzıme
Gerekli işler.
üstad-ı hakiki / üstad-ı hakikî
Gerçek ve asıl üstad; Kur'ân.
va-mande
Geride kalmış.
vacib / vâcib / واجب
Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah'ın emirleri.
Gerekli, şart olan.
Gerekli.
(Arapça)
Vâcib olmak:
Gerekmek.
(Arapça)
vacibat / vâcibât / واجبات
Gerekenler, yapılması gerekli olanlar.
(Arapça)
vacibe / vâcibe / واجبه
Gereken, yapılması gerekli olan.
(Arapça)
vakıa mutabakat / vâkıa mutabakat
Gerçekleşen olaylarla uygunluk.
vakıa mutabık / vâkıa mutabık
Gerçekleşen bir olayla uygunluk.
vakıat-ı hakikiye
Gerçek olaylar.
varis-i hakiki / vâris-i hakikî
Gerçek mirasçı.
ve'l-ilmu indallah
Gerçek bilgi ancak Allah katındadır.
vekil-i fuzuli / vekil-i fuzulî
Gereksiz vekil.
verese-i hakiki / verese-i hakikî
Gerçek mirasçılar.
vücub / وجوب / vücûb
Gerekli olma.
Gereklilik.
(Arapça)
vücud-u arızi / vücud-u ârızî
Gerçek varlığa ilişen ve ona dayanan varlık.
vücud-u hakikat
Gerçek varlık.
vücud-u hakiki / vücud-u hakikî
Gerçek vücut.
vuku
Gerçekleşme, meydana gelme.
vuku bulan
Gerçekleşen, meydana gelen.
zat-ı hayy ve muhyi / zât-ı hayy ve muhyî
Gerçek hayat sahibi olan ve bütün canlılara hayat veren Zât, Allah.
zat-ı muhakkik / zât-ı muhakkik
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlim zât.
zevk-i mecazi / zevk-i mecazî
Gerçek olmayan, yalan ve aldatıcı zevk.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
evliya
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
kavl-i şerif
fuhşiyat
sahn-ı
vilayet-i kübra
mülzime
şaşa
minval
vilayat-ı şarkiye
rud
hanif
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
ger
Musluk
Nısf_ı
firullah
Yazismak
meysere
Atlas
görkemli
Fevr
yoldas