Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
gari
ifadesini içeren
154
kelime bulundu...
a'mar
(Tekili: Ömr) Ömürler, yaşayışlar.
Mes'ut hayat. Hoşa gidecek garib ve tuhaf şeyler.
Sinler, yaşlar.
acaib / acâib
Şaşırtıcı ve garip şeyler.
aceb
Taaccüb, şaşma, hayret.
Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli.
acib / acîb
Şaşılan ve hayret uyandıran şey. Benzeri görülmeyen. Garib. Taaccüb olunan şey.
acibe / acîbe
Şaşılan ve hayret uyandıran şey; benzeri görülmeyen; garip.
Alışılmış surette olmayan. Çok hârika. Acib ve garip, hayret verici, şaşılacak şey.
acube / acûbe
Çok acayip, garip, şaşırtıcı.
Alışılmışın dışında, çok garip.
agırra
(Tekili: Garîr) Tecrübesizler, safdiller, acemiler.
Mağrurlar.
agreb
(Garib. den) En garib, çok tuhaf.
agreb-ül garaib / agreb-ül garâib
Şaşılacak şeylerin en garibi.
ağrube
En garip.
alize
Tropikal bölge denizlerinde sürekli olarak esen rüzgârın adı.
(Fransızca)
amalika
Çok eskiden Sina yarımadasında yaşadıkları sanılan ve gariplikleriyle şöhrete erişen bir kavim.
ammilgaraib / ammilgarâib
Garipliklerin amcası.
amud-ül fecr
Sabah yeri ağarıp uzama.
amuzkari / amuzkârî
(Amuzgârî) Öğretmenlik, öğreticilik, muallimlik.
arir
Garip.
asf
Zulüm. Haksızlık.
Can çekişme.
Emek çekip kâr kazanma.
Bir tarafa eğilme.
Sür'atle gitme.
Rüzgârın kuvvetle esmesi.
Taze ekin yaprağı.
Ekin taze iken biçme.
bad-ı berin / bâd-ı berîn
Sabah rüzgârı.
Lâtif hava.
bad-ı cenubi / bâd-ı cenubî
Güney rüzgârı.
bad-ı hazan / bâd-ı hazân
Sonbahar rüzgârı.
bad-ı şimali / bâd-ı şimalî
Kuzey rüzgârı.
(Farsça)
Nefes, soluk.
(Farsça)
Ah sesi, ah çekme.
(Farsça)
Allah'ın inâyeti.
(Farsça)
Medih.
(Farsça)
Söz.
(Farsça)
Büyüklük taslama, kibirlilik.
(Farsça)
şarap.
(Farsça)
bad-ı subh / bâd-ı subh
Sabah rüzgârı.
bad-ı tecelli / bâd-ı tecelli / bâd-ı tecellî
Tecelli rüzgârı.
Kader.
Tecellî rüzgârı.
bad-nüma
Rüzgârın esme istikametini gösteren âlet.
(Farsça)
Fırıldak.
(Farsça)
balkanlar
(Balkan Yarımadası) Yugoslavya'nın büyük kısmı ile Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan ve Trakya'yı içine alan yarımada.
beda
(Bedâat) Hayret verici, yenilik ve iyiliklerde üstünlük. Acib ve garib olma. Yeni zuhur etme.
bedi'
(Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan.
Garib. Acib.
Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan.
Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan.
Beğenilen.
Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan.
Edb: Sözün
bedi-ül beyan
İfadesi ve beyanı görülmedik güzellik ve gariplikte olan.
bediüzzaman
Zamanın bedi'i olan. Zamanında kendisi gibi görülmedik olan. Kimseye benzemiyen ve zamanın garib ve acibi bulunan.
bi-vare / bî-vare
Âciz, fakir, miskin, zavallı, kimsesiz, garib.
(Farsça)
bid'at-üz zaman
Zamanın bid'ası. Yeni çıkan harikulâde şey. Zamanın acib ve garibi.
büyü
Sihir. İlme, fenne uymayan gizli sebebler kullanarak garib işler yapmayı sağlayan ilim.
cenib
Garip.
Hurmanın iyisi.
cum'a-i atik
(Eski Cum'a) Osmanlılar zamanında, Bulgaristan'da Şumnu ile Razgrat arasında yer alan meşhur bir bölge.
debur / debûr
Batı rüzgârı.
Fırak, ayrılık.
Halef etmek.
Batı rüzgarı, batı taraftan esen yel.
delik
Hurma ve yağdan yapılan bir yemek.
Oğmaç aşı.
Rüzgârın yerden savurup tozuttuğu toprak.
demak
Tipi (Kış gününde rüzgârın karı her tarafa savurmasıdır.)
derece-i garabet
Gariplik derecesi.
dıkka
(Çoğulu: Dükuk) Rüzgârın savurduğu toprak.
Uzaklaşmış olan şey.
ecneb
Muti ve münkad olmayan. İtaatkâr olmayan.
Garib, yabancı, ecnebi.
Sert başlı at.
ecnebi
Yabancı. Garip. Alışmamış. Başka milletten olan.
ecnebiyyet
Ecnebilik, yabancılık, gariblik.
eksibe
(Tekili: Kesib) Büyük çöllerde ve sahralarda, rüzgârın biriktirdikleri kum yığınları.
etave
Gelmiş, geçmiş, gelen, misafir, garib, gariban, kimsesiz, biçare.
evza-ı garibe
Garip haller.
ezib
Rezil, âdi ve aşağılık kimse.
Kıble rüzgarı.
Riyh-u cenub ile Sâbâ arasında esen yel.
Sevinmek, ferah ve neşat.
fırışka
Bütün yelkenleri camadana vurmaksızın kullanabilmeğe münasib olan rüzgâr hakkında söylenilen bir tabirdir. Bu rüzgârın, saniyedeki sür'ati 5-12 metredir.
fırtına
Şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması.
Rüzgârın çok şiddetli esmesi.
fıtrat-ı acibe / fıtrat-ı acîbe
Yaratılıştaki gariplik.
garabet / garâbet / غرابت
Yabancılık. Gariblik.
Tuhaflık.
Âcizlik, beceriksizlik.
Gizli olmak. Hilaf-ı âdet olmak.
Iraklık.
Edb: Ne demek olduğu herkesçe anlaşılmayacak kelime ve tabirlerin söz arasında kullanılması.
Gariplik, hayret vericilik.
Gariplik.
Gariplik.
(Arapça)
garabet-cu
Tuhaf şeylere meraklı olan, garip şeyler arayan.
(Farsça)
garabet-nüma
Yabancılık çeken. Garip, tuhaf.
(Farsça)
garaib / garâib / غرائب
(Tekili: Garib) Acaib şeyler. Hayret edilecek şeyler. Tuhaflıklar.
Gariplik; alışılmışın dışında, harika olan.
Garip şeyler.
Garip şeyler.
Gariplikler.
(Arapça)
garaib-i icraat
Alışılmışın dışında garip uygulamalar, faaliyetler.
garaib-i san'at
Sanatın gariplikleri, hârikalıkları.
garaibat
(Tekili: Garâib) Garib ve şaşılacak şeyler. Alışılmadık, tuhaf ve acaib nesneler.
garaibperest / garâibperest
Garib, tuhaf şeylere çok düşkün olan ve çok seven.
(Farsça)
Garip şeylere pek düşkün.
garaipperest
Garip ve tuhaf şeylere düşkün olan, çok seven.
garde
(Çoğulu: Megârid) Mantar.
garib / garîb
Garip, yabancı, kimsesiz, yâd ellere düşmüş, yadırganan şey.
garib-nüvaz
Kimsesizlere ve gariplere yardım eden. Biçareleri ve zavallıları koruyan.
(Farsça)
garibane / garibâne / garîbane
Garip gibi, garip kimselere yakışır şekilde, garipçesine.
(Farsça)
Garip olarak, kimsesiz.
Garipçe.
garibe / garîbe
Benzersiz, garip şey.
(Bak: GARİB)
Garip şey.
garibeler
Garip, şaşırtıcı, harika şeyler.
garibem / garîbem
Garibim.
garibüzzaman / garîbüzzaman
Zamanın garibi; zamanın şaşırtıcı, hayret verici kişisi.
Zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan.
gaser
Rüzgârın çukur yere getirip yığdığı.
gılk
Acip ve garip.
Zahmet, meşakkat, güçlük.
gırızi / gırızî
(Bak: Gariziye)
giriziye
(Bak: Gariziye)
guraba / gurabâ
Garipler, kimsesizler.
gurbet / غربت
Gariblik, yabancılık. Yabancı bir memleket. Yabancı yer. Yâd el.
Gariplik, yabancı memlekette olma.
Gariplik, yabancılık.
Yabancı memleket, yabancı diyar, vatan dışı, yâdel.
Gariplik.
(Arapça)
Yabancı diyar.
(Arapça)
gurbet-i mutlaka
Mutlak gariplik, yabancılık, yalnızlık.
gureba / gurebâ / غربا
(Tekili: Garib) Garibler.
Garipler.
Garipler.
(Arapça)
gureba-i yemin
İbrahim paşa, Galata ve Edirne saraylarından çıkanlarla, harpte fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslüman olmuşlardan teşkil olunan iki süvari bölüğünden birinin ismidir. Bu iki bölüğe birden "Gureba-i Yemin ve Yesar Bölükleri" denildiği gibi "Garip ve Yiğitler Bölükleri" veya "Aşağı B
hadisat-ı acibe / hâdisât-ı acîbe
Şaşılacak, garib olaylar.
hady
Evmek, acele etmek.
Rüzgârın esmesi.
havarık
(Tekili: Hârika) Acib ve garip olan hâdise. İnsanda hayret ve hayranlık uyandıran şeyler.
Okun nişanı delerek öbür tarafından çıkıp gitmesi.
hazrec
Sert rüzgâr.
Güney rüzgârı.
hemheme
Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
Aslan bağırması.
Deve sesi.
Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
Rüzgârın tesiriyle çıkan yaprak sesi.
hevc
(Çoğulu: Hüvüc) Uzun boylu ve akılsız olmak.
Rüzgârın sert esmesi.
hevheve-i yaprak / هَوْهَوَۀِ يَاپْرَاقْ
Yaprağın rüzgarın esmesi ile çıkardığı ses.
Yaprakların rüzgarın esmesiyle çıkardığı ses.
hibek
(Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b
hizab
Rüzgârın etkisiyle deniz suyunda meydana gelen hareket, dalga.
(Farsça)
hoş
İyi, güzel.
(Farsça)
Tatlı.
(Farsça)
Tuhaf, garip.
(Farsça)
hubak
(Çoğulu: Hubek) Suya ve kuma rüzgârın etkisiyle yol yol görünen yerler.
hübub
Esme. Üfürme. Rüzgârın hafif hafif esmesi.
ibn-i arz
Garip, gurbette bulunan.
ibn-u ammi'l-garaib / ibn-u ammi'l-garâib
Garip şeylerin amca oğlu.
ibn-u ammil-garaib / ibn-u ammil-garâib
Garipliklerin amca oğlu.
ihtiyaç eşyası / ihtiyâç eşyâsı
Yiyecek, giyecek ve barınmada asgarî lâzım olan miktar.
istigrab
Şaşırmak, garib bulmak, taaccüb etmek, tahayyür.
istiğrab / istiğrâb
Garip görme, hayret etme.
Yadırgama, garipseme.
jirnet
Fırıldak. Rüzgârın istikametini gösteren âlet.
kerkere
Tavuğa çağırmak.
Rüzgârın bulutu toplayıp dağıtması.
kıble / قبله
Kâbe tarafı.
(Arapça)
Güney.
(Arapça)
Güney rüzgarı.
(Arapça)
ledünn
(İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı iz
ma'rez-i acaip ve garaip
Acayip ve garipliklerin teşhir edildiği sergi, fuar.
ma'rifet
Bilme, bir şeyi cüz'i vecihle bilmek.
Hüner. Üstadlık. San'at.
Tuhaflık, garib hareket.
Vasıta, tavassut.
İlim ve fenlerle tahsil olunan mâlumat. İrfan kazanmak.
mahr
(Çoğulu: Mevâhır) Yarmak.
Yükseltmek.
Rüzgârın çıkardığı gürültü.
mahşer-i acaip ve garaip
Şaşırtıcı ve garip şeylerin toplandığı yer.
mahve
Kuzey rüzgârı.
mecnub
Güney rüzgârı yetişen kişi.
Akciğer zarı iltihabı olan kişi.
mehabb
(Tekili: Mehebb) Rüzgârın estiği yerler.
mehebb
(Çoğulu: Mehâbb) Rüzgârın estiği yer.
menba-ı garaip
Gariplikler kaynağı.
mesih
Mesh olunmuş. Başka bir şekle, hayvan kılığına girmiş.
Şuurunu kaybedecek hale gelen. Sarhoş ve şuursuz.
Acibe. Garibe.
Güzelliği olmayan.
Tuzsuz ve tatsız yemek.
mıgrefe
(Çoğulu: Megârif) Kepçe.
mis'
Şimal yeli, kuzey rüzgârı.
müstagreb
(Garabet. den) Garip ve tuhaf görülmüş, şaşılmış.
müstagrib
(Çoğulu: Müstagribîn) Gurbete gitmek isteyen.
(Garabet. den) Şaşakalan, şaşıran, garibine giden.
müstagribane
Garibine ve tuhafına giderek, şaşırarak.
(Farsça)
müstagribin / müstagribîn
(Tekili: Müstagrib) (Garabet. den) şaşakalanlar. Garibine gidenler, taaccüb edenler.
mustalah
Istılahlı. Garib ve az kullanılır kelime ve terimlerle dolu olup pek anlaşılmayan.
nazar-ı istiğrab
Garip ve hayretli bakış.
nazm-ı garib-i hikmet / nazm-ı garîb-i hikmet / نَظْمِ غَرِيبِ حِكْمَتْ
Garib hikmetli sıralama.
nefha
Koku. Rüzgârın hafif esişi. Azıcık koku.
nekre
Belirsiz olan.
Çıban ve yaradan çıkan kan ve irin.
Garip ve gülünç fıkralar.
Hoş sohbet ve hazır cevap kimse.
Gr: Belirtilmemiş isim, neye delâlet ettiği belli olmayan (harf-i tarifsiz) isim.
nesem
Soluk ruh, nefes. Rahatı mucib hâlet.
Rüzgârın lâtif, hoş esmesi.
nesim-i nevbahar / nesim-i nevbahâr
İlkbahar rüzgârı, tan yeli.
nesim-i seher / nesîm-i seher
Seher rüzgârı, tan yeli, tatlı sabah rüzgârı.
nesim-i subh
Sabah rüzgârı.
nesim-i subh-dem
Sabah vakti esen rüzgâr, sabah rüzgârı.
nikabet / nikâbet
Rüzgârın ters yönlerden esmesi.
nis'
(Çoğulu: Ensu') Gizlemek.
Gitmek.
Sarkık olmak.
Kuzey rüzgârı.
nüami / nüamî
Güney rüzgârı.
orijinal
Bir şeyin aslı. Tuhaf, garib hâli olan.
(Fransızca)
Değişik.
(Fransızca)
Nev'i şahsına mahsus, kendine mahsus.
(Fransızca)
Vasıf ve keyfiyetleri cihetinden benzerlerinden ayrı ve üstün.
(Fransızca)
Bir nümuneye göre olan.
(Fransızca)
orsa
Yelkenleri mümkün olduğu kadar rüzgârın estiği cihete yaklaştırarak seyretmek hâli.
Geminin sol tarafı, iskele.
ravh
Rahatlık. Rahmet ve kolaylık.
Serin serin esen rüzgârın vücuda dokunmasiyle verdiği serinlik ve sefa.
Koklamak.
revc
(Revac) Geçmek.
Rüzgârın karışık esmesiyle ne taraftan geldiği belli olmaması.
revgan
Yağ.
(Farsça)
Hafif hafif esen rüzgârın verdiği serinlik, rahatlık.
(Farsça)
Üstü yağ gibi kayan parlak nesne.
(Farsça)
Parlak deri.
(Farsça)
revh
İç açıklığı. Rahat.
Rahmet.
Hafif esen rüzgârın verdiği tatlılık, canlılık.
rumuz-u şathiyat / rumûz-u şathiyât / رُمُوزُ شَطْحِيَاتْ
Evliyanın bazı garib ve anlaşılmaz sözlerindeki ince işaretler.
saba-beraber
Sabâ rüzgârı gibi lâtif ve hafif.
(Farsça)
safal
Alçaklık.
Rüzgârın dokunduğu yer.
şagrabiyye
(Çoğulu: Şegârib) Ayak bağlamak.
satih / satîh
Bedeni kemiksiz etten ibaret olan hilkat garibesi bir kâhin, falcı.
şatir
Irak, uzak, baid.
Garip, yalnız, kimsesiz.
sehek
Balık kokusu.
Demir pası.
Rüzgârın yerden savurduğu toprak.
Bir şeyin pis pis kokması.
sihr
Tabiat kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kânunları dışında gizli sebebler kullanarak, garip şeyleri yapmayı sağlayan iş, büyü.
sikr
Rüzgârın eserken dinmesi.
sugra
(Suğra) Daha küçük, pek küçük.
Man: Hadd-i asgarın bulunduğu cümle. Birinci kaziyye. Küçük önerme.
sühnun
Rüzgârın ve yağmurun evveli.
teezzüb
Her yönden rüzgârın esmesi.
teri'
Garip kişi.
tuhaf
(Tekili: Tuhfe) Hediyeler.
Münâsebetsiz hâl.
Eğlenceli, gülünç.
Garip iş veya şey.
Hoşa giden ve az bulunur şeyler.
turfe-kar / turfe-kâr
Garip şeylerle uğraşan. Şaşılacak şeyler yapan.
(Farsça)
u'cube
Taaccüb olunacak şey. Ucube. Pek acib ve garib olan.
Hayret edilecek derecede olan isti'dad.
u'cube-i hilkat
Yaratılıştan insanlara hayret verici olan. Şaşılacak, hayrete düşülecek hilkat garibesi.
ufk
Kıyı, kenar.
Rüzgârın estiği cihetler.
Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler.
Mc: Görüş ve düşünüş derecesi.
uğrube
Çok garip, tuhaf.
vak'a-i acibe
Garip, hayrette bırakan.
velvele-i istiğrab
Garip karşılayarak bağırma, hayret feryadı.
zenyan
Men'etmek, engel olmak. Kabul etmemek, reddetmek.
Evmek, acele etmek.
Rüzgârın sert esmesi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ŞEVK
Bad-ı
Keştî-i Nûh
Gonce
kari'
ramazan-ı mübareke
uful
menakıb
tavla
faniyat
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
gari
Kokunu
nahiv ilmi
Yazılı
ŞEVK
Fikir alışverişi
Havab
MURDA
GÖK MAVİ
Sehv