REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te galâ ifadesini içeren 118 kelime bulundu...

ab-gah

  • Havuz, küçük göl, su biriken yer. (Fransızca)
  • Tıb : Karnın kaburga kemikleri kıkırdağı ve kısa kaburgalar altında olan kısmı. Böğür. (Fransızca)

adla'

  • (Tekili: Azla') (Dıl') Kaburgalar.
  • Mat : Geometrik şekillerin kenarları, sayı kökleri.

agavat

  • (Tekili: Ağa) Saray hizmetlerinde kullanılan harem ağaları.

agayan

  • Ağalar.

ağayan / ağayân / آغایان

  • Ağalar. (Türkçe - Farsça)

aglak

  • (Tekili: Galak) Kilitler.
  • Kapalı, anlaşılmaz şeyler.

aglal

  • (Tekili: Gull) Boyna geçirilen zincirler.
  • Kelepçeler, pırangalar.

anet

  • Günah. Zinâ .
  • Helâk.
  • Fesâd.
  • Meşakkat.
  • Kalb darlığı.
  • Hata. Galat.
  • Tıb: Kırılan bir kemiğin sarıldıktan sonra tekrar kırılması.

bahariyye

  • Edb: Birini övmek için yazılan ve bahar tasviriyle başlayan kaside.
  • Tar : Yeniçeri ağasından itibaren padişah tarafından Yeniçeri kâtibiyle ocak ağalarına verilen baharlık.

bakteri

  • Basit, çekirdeksiz, bölünerek çoğalan tek hücreli canlılara verilen addır. Çeşitli şekilleri vardır: Kürevî (coccus), çubuk şeklinde (basil), virgül şeklinde (vibriyon), burmalı (spiril).Bakteriler ya tek tek, ya da birkaçı bir arada bulunmalarına göre de ayrı adları vardır. Havanın oksijeni ile yaş (Fransızca)

beladet / belâdet / بلادت

  • Dangalaklık. (Arapça)

beleş

  • (Arabça bilâşey'den galattır) Ücretsiz, bedava.

burc

  • Kale, yüksek bina.
  • Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi.
  • Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep.

çağla

  • (Çağala) Badem, erik, kayısı gibi yemişlerin yenebilen ham meyvesi.

daire-i kehkeşan / dâire-i kehkeşan

  • Samanyolu galaksisinin dairesi.

dalgakıran

  • Bir limandaki tekneleri dalgaların te'sirinden muhafaza etmek için denizde yapılan set. (Türkçe)

defadı'

  • (Tekili: Dıfda) Kurbağalar.

dehakin / dehakîn

  • (Tekili: Dihkan) Köy ağaları.
  • Köylüler, çiftçiler.

easir

  • (Tekili: İ'sâr) Şiddetli fırtınalar, kasırgalar.

ecvef / اجوف

  • Kof. (Arapça)
  • Dangalak. (Arapça)

efzud / efzûd

  • Çoğalan, artan, tekessür eden, tezayüd eden. (Farsça)

eglak

  • (Tekili: Galak) Kilitler, kilitli şeyler. Mc: Anlaşılması zor olan ifadeler.

elviye-i mütemevvice

  • Dalgalanan bayraklar.

emvac / emvâc / امواج

  • (Tekili: Mevc) Dalgalar.
  • Dalgalar.
  • Dalgalar.
  • Dalgalar. (Arapça)

emvac-ı zeval / emvâc-ı zevâl

  • Kaybolup giden, yok olan dalgalar.

emvac-ül bihar / emvâc-ül bihâr

  • Denizlerin dalgaları.

faraş

  • (Feraşe. den galat) Süprüntüleri toplamağa ait kulplu kutu, kürekçik. Süpürge.

faşiye

  • (Çoğulu: Fevâşi) Koyun, deve ve benzeri hayvanat gibi doğurup çoğalan mal cinsi.

fırtına

  • Şiddetli rüzgâr, korkutucu dalgalanma.
  • Şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması.
  • Rüzgârın çok şiddetli esmesi.

gabavet / gabâvet / غباوت

  • Bönlük, dangalaklık, kalınkafalılık. (Arapça)

gabi / gabî / غبى

  • Bön, dangalak, kalınkafalı. (Arapça)

galatat

  • Galatlar, hatalar, yanlışlar.

galeyan / galeyân

  • (Bak: GALA)

garabin

  • (Tekili: Gırbân) Kargalar.

gılal

  • (Bak: Galâl)

gılale

  • (Çoğulu: Galâyil) Zırh altına giyilen kısa gömlek.
  • Küçük kaftan zıbını.

gılman-ı hassa

  • Tar: Padişahların hususi köleleri. Bunlara ilk zamanlarda "İç oğlanları", daha sonları da "İç ağaları" da denilirdi. Bunlar, "Enderun-u Hümayun" denilen ve sarayın Babussaade'den içeride bulunan kısmında hizmet ederler; derece ve hizmet itibariyle başka başka odalarda otururlardı. Bu odalar; Büyük v

gırban

  • (Tekili: Gurâb) Kargalar.

gureba-i yemin

  • İbrahim paşa, Galata ve Edirne saraylarından çıkanlarla, harpte fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslüman olmuşlardan teşkil olunan iki süvari bölüğünden birinin ismidir. Bu iki bölüğe birden "Gureba-i Yemin ve Yesar Bölükleri" denildiği gibi "Garip ve Yiğitler Bölükleri" veya "Aşağı B

habarat

  • (Tekili: Habâr) İmzâlar.
  • Damgalar.

hibek

  • (Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b

i'tikal / i'tikâl

  • (Ekl. den) Kemirme, kemirerek yeme.
  • Dalgaların, deniz kenarlarındaki karaları döğerek aşındırması.
  • Tıb: Yaranın, vücudu yemesi. Yaranın büyümesi.

iglat

  • (Galat. dan) Yanlışa götürme.

igrakat

  • (Tekili: İgrak) Mübalâğalar, iğraklar, aşırı büyültmeler.

igrakiyyat

  • Aşırı büyültmelerle ve mübâlâğalarla söylenen sözler.

iltitam

  • Dalgalanma, temevvüc.

iltiva

  • Burulmak.
  • Kıvrılmak, bükülmek.
  • Sarılıp birbirine dolaşmak.
  • Dalgalanma.
  • Eğri durma.
  • Nehrin dolaşıklı bir yatağı olma.

irticac-ı derya / irticac-ı deryâ

  • Denizin kabarması, dalgalanması.

iskarlat

  • İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" deni

iskarmoz

  • Gemilerin kaburgalarını teşkil eden eğri ağaçlar.
  • Kayıklarda kürek takılıp çekilen ağaç çiviye de bu ad verilir.

kadırga

  • Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan harp gemilerinden biri. Kürek ve yelkenle kullanılırdı. Kadırgalar 25 oturaklı idi ve her küreği dörder adam tarafından çekilirdi.

kehkeş

  • Samanyolu galaksisi.

kisra

  • Husrevden muarreb veya galat olan bu isim Sa'sâniler sülâlesinden olan Eski İran padişahlarına ve bilhassa Nevşirvan'den sonrakilere verilmiş olup, Rum imparatorlarına Kayser, Çin hükümdarlarına Fağfur ve Hakan denildiği gibi, bunlara da Kisra denilirdi.

madrub

  • Vurulmuş. Döğülmüş. Çarpılmış. Darbolunmuş.
  • Damgalanmış.
  • Mat: Darbedilen (çarpılan) sayı.

maglata

  • Mugalata. Boş ve mânasız söz. Zihin yanıltmak için söylenen saçma sapan söz.

mahtum

  • Mühürlenmiş. Damgalanmış.
  • Kilitlenmiş.
  • Bağlanmış.

mazrub

  • (Zarb. dan) Zarbolunmuş. Çarpılmış. Dövülmüş.
  • Basılmış, damgalanmış.
  • Mat: Çarpılan.

mekteb-i sultani / mekteb-i sultanî / mekteb-i sultânî / مكتب سلطانى

  • İstanbul'da Galatasaray Lisesi.
  • Galatasaray Lisesi.

memhur

  • Mühürlenmiş. Damgalanmış.

menakir / menakîr

  • (Tekili: Minkar) Minkarlar, gagalar. Yırtıcı kuşların gagaları. Taşçı kalemleri.

menasir

  • (Tekili: Minser) Yırtıcı kuşların gagaları.
  • Taşçı kalemleri.

mevc-i mekfuf / mevc-i mekfûf

  • Dalgaları karar kılmış, sabitleşmiş, durgunlaşmış.
  • Dalgaları karar kılmış, sabitleşmiş, durgunlaşmış.

mevc-zen

  • Dalgalanan, dalgalı deniz. Dalga vuran. (Farsça)

mevce

  • Bir dalga.
  • Ses, elektrik ve hararetin yayılma dalgalarından herbiri.

mevcudat-ı dehhaşe-i seyyale-i mütemevvice

  • Dalgalar hâlinde sürekli akıp gitmekte olan pek korkunç varlıklar.

mevecat

  • (Tekili: Mevce) Dalgalar.

mevsum

  • (Vesm. den) İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış.
  • Ad verilmiş, isimlendirilmiş.

mevvac

  • Çok dalgalanan. Çok dalgalı. Fırtınalı.
  • Radyo.

meyseme

  • (Vesm. den) Damga, damgalanmış.

minkar-ı mahrut

  • Gagaları konik biçimde ve kuvvetli olan kuşlar. (Serçe, karga gibi)

minkar-ı meşkuk

  • Kırlangıç ve çobanaldatan gibi gagaları kısa ve çok yarık olan kuşlar.

mu'sırat

  • Sıkım zamanı gelmiş üsâreliler. (Üzüm gibi)
  • Bora ve kasırgalar.
  • Yetişkin kızlar.

muarekat

  • (Tekili: Muâreke) (Ark. dan) Vuruşmalar, savaşlar, kavgalar.

mübalagat / mübalâgat

  • (Tekili: Mübâlağa) Mübâlağalar.
  • Mübalâğalar, abartılar.

müfad

  • Sözün ifade ettiği mâna. İfade edilen.
  • Herhangi bir vesile ile kazanılmış menfaat. (Mefâd galattır)

mugalata

  • (Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji.
  • Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.

mugalatat

  • (Tekili: Mugalata) Safsatalar. Demagojiler. Mugalâtalar.

mugallat

  • (Galat. dan) Yanlış telâffuz edilmiş.

muglak

  • (Galak. den) Kapalı, kilitli.
  • Anlaşılmaz, çapraşık söz.

mukatelat

  • (Tekili: Mukatele) (Katl. den) Muharebeler, savaşlar, kavgalar, dövüşler.
  • Vuruşmalar, düello yapmalar.

münazaat

  • Ağız kavgaları, çekişmeler.

muntabı'

  • (Tab. dan) Yaradılışdan olan, fıtraten.
  • Basılmış, tab' edilmiş, damgalanmış.
  • Hoş görülen, güzel.

müşacerat

  • (Tekili: Müşacere) Dövüşmeler, vuruşmalar, kavgalar.

müteaddid

  • Bir çok, çoğalan, türlü türlü, tekrar.

mütekasir

  • (Kesret. den) Çok çoğalan, tekâsür eden, çoğalmış.

mütekessir

  • (Kesret. den) Çoğalan, artan, tekessür eden.

mütemevvic

  • Dalgalanan, dalgalı.
  • (Mevc. den) Dalgalanan, dalgalı.

mütevafir

  • (Vüfur. dan) Çoğalan, bollanan, fazlalaşan.

mütezayid / mütezâyid / متزاید

  • Gittikçe artan, çoğalan.
  • Artan, çoğalan. (Arapça)

nağamat-ı emvac / nağamât-ı emvac

  • Dalgaların nağmeleri, hoş sesleri.

nakaka

  • Kurbağaların çağrışıp ötmeleri.
  • Tavuğun yumurtladığında ötüp gıdaklaması.

nemadar / nemadâr

  • Çoğalan, ziyadeleşen. Artan, büyüyen. (Farsça)

paşalı

  • Paşa ünvanını alan vezir ve beylerbeyi gibi büyük devlet adamlarının hizmetinde bulunan gedikli ağalar.

sagsag

  • Galat kelâm konuşmak.

sebükmağz / سبك مز

  • Dangalak. (Farsça)

sebükser / سبك سر

  • Dangalak. (Farsça)
  • Aşağılık. (Farsça)

selahif

  • (Tekili: Sulahfât) Kaplumbağalar.

selh-hane

  • Hayvan kesilip yüzülen yer. Mezbâha. (Bu kelime galat olarak, "salhâne" şeklinde kullanılır.) (Farsça)

taglik

  • (Çoğulu: Taglikat) (Galak. dan) Kapama, kapanılma.
  • Kilitleme.
  • Edb: Muğlak ve kapalı söz söyleme.

taglit

  • (Galat. dan) Yanlışını çıkarma. Yanıltma.
  • Karıştırma.

tebahtur

  • Dalgalanmak, dalgalanır olma.
  • Kibirlenerek yürüme, kibirli kibirli yürüme.

tefarik-ul asa / tefarik-ul asâ

  • Bir atasözüdür. Bu darb-ı mesel hakkında meşhur Kamus Tercümesi'nde hülâsaten şu mâlumat var: "Arab'dan fakir bir kadının zaif ve gayet huysuz bir oğlu varmış. Yaptığı müteaddit kavgalarda meselâ bir defasında burnunu, bir defasında kulağını, bir defasında dudaklarını kesmişler. Her bir defasında da

tegallüt

  • (Çoğulu: Tegallütât) (Galat. dan) Yanılma. Yanlışa düşme.

telatum

  • Birbiri ile çarpışmak, vuruşmak. (Deniz dalgaları gibi)
  • Birbirine şamar vurmak.

televizyon

  • Elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla hareketli veya hareketsiz şekillerin resmini uzaklara nakletme usulü. (Fransızca)
  • Bunun alıcı cihazı. (Fransızca)

temevvüc / تموج / تَمَوُّجْ

  • (Çoğulu: Temevvücât) Dalgalanmak. Çalkanıp dalga dalga olmak.
  • Dalgalanma.
  • Dalgalanma.
  • Dalgalanma. (Arapça)
  • Temevvüc etmek: Dalgalanmak. (Arapça)
  • Dalgalanma.

temevvüc eden

  • Dalgalanan.

temevvüc ettirme

  • Dalgalandırma.

temevvüc-saz / temevvüc-sâz

  • Dalgalandıran.

temevvücat / temevvücât

  • Dalgalanmalar, titreşimler.
  • (Tekili: Temevvüc) Dalgalanmalar.
  • Dalgalanmalar.

temevvücat-ı havaiye

  • Havadaki dalgalanmalar.

temevvücsaz / temevvücsâz

  • Dalgalandıran.

tenazu'

  • Kavgalaşmak, çekişmek. Birbirine husumet etmek.

teşa'u'

  • Fiz: Işığın merkezden etrafa doğru dalgalanması.

tevsim

  • Damgalama, işaretleme.

viladet

  • Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak. (Veladet galattır)

yogi

  • Hindistan'da çilecilere (yogalara) verilen isim.

zaazi'

  • (Tekili: Za'zaa) Sarsmalar, ırgalamalar.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın