Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
farz
ifadesini içeren
130
kelime bulundu...
abdest
Namaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.
abid / âbid
İbâdet eden. Farzları ve vâcibleri yerine getirdikten sonra çeşitli nâfile ve yapılması sevab olan işlere de devam eden. Çokluk şekli, ubbâd'dır.
aks-i kaziye
(Mantıkta) Doğru farzedilen bir hükmün, konusu ile yükleminin (mahmulünün) ters çevrilmesi ile zaruri bir sonucun elde edilmesidir. Çeşitli şekilleri vardır. Meselâ : "Her insan canlıdır." sözünde konu olan insan ile, yüklem olan canlı sözü yer değiştirilerek (aksedilerek) şu hüküm elde edilir: "Baz
ala-ma-farazallah / alâ-ma-farazallah
Allah'ın farzettiği üzere.
alem-i esir / âlem-i esir
Bütün kâinatı kapladığı farz edilen ince ve lâtif maddenin bulunduğu âlem.
arafat / arafât
Mekke-i mükerreme şehrinin yirmi beş kilometre güneydoğusunda bulunan ve haccın farzlarından biri olan vakfenin yapıldığı mübârek yerin adı.
beviş
Tahmin, farzetme.
(Farsça)
bilfarz
Olduğunu kabul ederek. Farzolarak.
büluğ
Erginlik. Olgunluk. Çocukluk devresini tamamlayıp ergenliğe geçiş. Ergenliğe ulaşan genç, namaz kılmak ve oruç tutmak gibi farzlarla mükellef (yükümlü) olur.
Yaklaşıp çatma.
çarşaf
Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü.
Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanı
cum'a hutbesi / cum'â hutbesi
Cumânın ilk dört rek'atlik sünnetten sonra ve iki rek'atlik farzdan önce, imam tarafından cemâat huzurunda minberden Arabça olarak okunan hutbe.
cum'a namazı / cum'â namazı
Cumâ günü öğle vaktinde câmilerde hutbeden sonra, cemâatle kılınan iki rek'atlik farz namaz.
delil-i kat'i / delîl-i kat'î
Mânâsı açıkça anlaşılan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiş olan hadîs-i şerîf. Bunlar, farzlar ile haramları bildirirler. Kesin delil.
derecat-ı şemsiye
Eski Kozmoğrafyaya göre; güneşi döndüğü farzedilen dâirenin on iki burca tekabül eden kısımları.
eda-i feraiz / eda-i ferâiz / edâ-i ferâiz
Allah'ın (C.C.) farz olarak emrettiklerini yerine getirmek. Farz vazifelerini ifa etmek.
Farzları yapmak.
ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn
Mükellef olanların (yani; Cenâb-ı Hakk'ın teklif ve emirlerini kabul ve vazifeli kimselerin) yaptıkları amel ve işler. Bunlar şu isim altında sıralanır: Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram, sahih bâtıl, fâsid, helâl.
ekvator
Hatt-ı istivâ. Dünyayı kuzey ve güney diye müsavi iki yarım küreye ayırarak, ikisinin arasından geçtiği farzedilen çember şeklindeki büyük çizgi.
(Fransızca)
Yer yuvarlağının tam ortasında farzedilen ve dünyayı iki müsavi kısma ayıran (ve kırk bin kilometre olan) çember.
(Fransızca)
elli dört farz
İslâm âlimlerinin, müslümanların hâtırlarında tutmalarını kolaylaştırmak için, öncelikle bilmeleri îcâbeden pek çok farzdan, Allahü teâlânın emirlerinden derledikleri elli dört tânesi.
engüşt haiden
Yok farzetmek, bir an için olmadığını kabul etmek.
(Farsça)
Mahvetmek.
(Farsça)
Parmakla göstermek.
(Farsça)
ergen
(Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğre
evvabin namazı / evvâbîn namazı
Akşam namazının farzından sonra kılınan altı rek'atlik namaz.
faite / fâite
Gaflet, uyku, unutmak, hastalık, düşman korkusu gibi bir özürle kaçırılan farz veya vâcib namaz.
faraza / farazâ
(Esası: Farzâ) Meselâ, öyle sayalım ki, farzedelim ki, ola ki, tutalım ki.
Sözün gelişi, söz gelişi, farz edelim ki.
farazi / farazî
Farzedilen, varsayılan.
(Bak: Farzî)
fariza / farîza / فریضه / فَر۪يضَه
Farz, Allah'ın emri.
Allah'ın emri, farz, vacip, gerek, vazife.
Mirasçılardan her birine şer'an düşen hisse, pay.
Farz.
(Arapça)
Borç.
(Arapça)
Farz olan şey.
fariza-i cihad
Cihad farzı; din uğrunda, Allah için çeşitli şekillerde mücadele etme zorunluluğu.
fariza-i zimmet
Mutlaka yapılması gereken vazifeler, farzlar.
farz / فرض
Tanrı emri.
(Arapça)
Borç, ödev.
(Arapça)
Zorunlu.
(Arapça)
Farz edilmek:
Sayılmak, tutulmak, tasavvur edilmek.
(Arapça)
Farz etmek:
Saymak, tutmak, tasavvur etmek.
(Arapça)
Farz olunmak:
(Arapça)
Ta
(Arapça)
farz-ı adem
Yok farzetme, sayma.
farz-ı ayn
Her mükellef Müslümanın yerine getirmesi gereken farz.
Her müslümanın yerine getirmesi lâzım olan farz.
Kişinin bizzat yapması gereken farz. Herkese farz olan.
Herkesin yapmaya mecbur olduğu farz. Namaz kılmak, yalan söylememek, imân etmek, oruç tutmak gibi.
farz-ı kifaye / farz-ı kifâye
Bir kısım müslümanların yapması ile diğerlerinin günahtan kurtuldukları farz. Cenâze namazı kılmak gibi.
Bir kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olan farz. Cenaze namazı gibi.
Müslümanların bir kısmının yerine getirmesi ile diğerlerinden düşen farz.
farz-ı zanni / farz-ı zannî
Müçtehidlerce kat'i bir delile yakın derecede kuvvetli görülen, zanni bir delil ile sâbit olan vazifedir ki, amel hususunda farz-ı kat'î kuvvetinde bulunur. Buna farz-ı amelî de denir. Meselâ: Abdestte mutlaka başı meshetmek bir farz-ı kat'îdir. Başın dörtte birini meshetmek bir farz-ı amelîdir.
farza
Diyelim ki, farzedelim ki, öyle kabul edelim ki, ola ki.
farzan
(Bak: FARZEN)
farzen
Farzedelim ki, kabul edelim ki, diyelim ki.
Farz olarak. Farziyyeti kabul edilerek.
farzi / farzî
Farzedilene, tahmin olunana dair. Takdir ve tahmin usulüne dayanan ve ona müteallik.
farziye
(Çoğulu: Farziyyât) Bazılarına göre kabul edilir sayılan. Mevhum ve itibarî olan. Aslı isbat edilmemiş hüküm.
farziyet
Farz olma.
Farz oluş.
fazilet / fazîlet
Üstünlük. İyi ahlâklılık.
Farz ve vâciblerin hâricindeki nâfile ibâdetler yâni müstehâb ve sünnetler.
fedail / fedâil
Farz ve vâcib olmayan nâfile ibâdetler.
feraiz / ferâiz / فرائض
Farzlar, yapılması mecburi olan dinî emirler.
(Tekili: Farîze) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri.
Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.
Bir kimse vefât edince, bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilim, mîrâs hukûku.
Farzlar. Farîzanın çokluk şekli.
Farzlar.
Farzlar.
(Arapça)
Ödevler.
(Arapça)
feraiz-i diniyye / ferâiz-i diniyye
Dinin farzları.
feraiz-i ilahiye / ferâiz-i ilâhiye
Allah'ın zorunlu kıldığı görevler, farzlar.
fevait / fevâit
Kasten, bilerek terketmekle olmayıp, dînin kabûl ettiği herhangi bir sebeble, özürle kaçırılmış farz veya vâcib namazlar. Fâitenin çoğuludur.
fidye
Herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kasdı ile, verdiği para veya sadaka.
Esir veya kölelikten kurtulmak için verilen para.
Fık: Fakirin sabahlı akşamlı bir günlük yiyeceği.
güya
Sanki. Ke-ennehu. Söyle. Tut. Farzet.
(Farsça)
Söyleyen.
(Farsça)
hacc
Kasdetmek. Muârazada delil ve bürhan ile galip olmak.
Bir yere çok tereddütle varıp gelme.
Şâyan-ı tâzim bir şeye teveccüh.
Bir şeyden feragat etmek.
Fık: İslâmın şartlarından ve hâli vakti müsait olan her müslümana farz olan, Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i Şer
hacc-ı ekber
Farz olan hac.
hacc-ı ifrad
Umreye niyet etmeksizin yalnız başına yapılan farz, vâcib veya nâfile hacdır ki, ihrama girerken yalnız hacca niyet edilmiş olur. Bunu yapana "müfrid" denir.
hadesten taharet / hadesten tahâret
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.
harac
Güçlük, sıkıntı, eziyet.
Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük.
Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi.
hatt-ı istiva / hatt-ı istivâ
Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi.
(Farsça)
Ekvator.
(Farsça)
Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı ortasında farzolunan çizgi.
(Farsça)
hatt-ı nısf-ün nehar
Meridyen. Ekvatora dik olarak geçtiği farzedilen dairelerin her biri.
hile-i batıla / hîle-i bâtıla
Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.
i'tibar
(İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek.
Taaccüb etmek.
Şeref, haysiyet.
Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri.
Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
<
ibadet-i nafile / ibadet-i nâfile
Farz ve vâcib olmayan ibadet.
icma' / icmâ'
Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü. Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması.
Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzı
ifraz
Vazifeye tayin etmek.
Farzedip vermek.
iftiraz
Farz kılma, vacib kılma.
ikamet / ikâmet
Kâmet. Erkeklerin farz namaza başlamadan önce okuması sünnet olan ezâna benzer sözlerin ismi. Ezândan farkı fazla olarak "Hayyealelfelâh"dan sonra iki defâ "Namaz başladı" mânâsına olan "kad kâmet-issalâtü denir.
Oturmak, bir yerde kalmak.
kalender
İbâdetlerin görünmesine önem vermeyen, herkese tatlı söyleyerek kalb kazanmağa çalışan, farzları yapmaya dikkat eden ve dünyâya düşkün olmayan kimse.
kamet / kâmet
Namazın farzından önce okunan ezan.
Kalkmak, ayakta durmak; farz namazlardan önce okunması sünnet olan ve ezana benzeyen sözler.
kamet almak
Namaza başlamak için, hususen farz namazından önce ezan okumak.
kasr-ı namaz
Namazın kısaltılması; yolculukta 4 rekâtlık farz namazların 2 rekât olarak kılınması.
kasr-ı salat / kasr-ı salât
Seferde olan bir kimsenin, dört rekâtlı farz namazları ikişer rekât kılması. Namazı kısaltmak.
kasr-ısalat / kasr-ısalât
Seferde, yolculuk hâlinde dört rek'atli farzları iki rek'at kılmak.
kaza etmek / kazâ etmek
Namaz, oruç gibi farz ve vacib bir ibâdeti vakti çıktıktan sonra yapmak.
kıraet / kırâet
Ağız ile okumak. Kendi kulakları işitecek kadar sesli okumağa hafif kırâet, yanındakilerin işiteceği kadar sesli okumağa cehrî (sesli) kırâet denir.
Namazın içindeki farzlardan biri.
kıyam / kıyâm
Ayakta durmak. Namazın içindeki farzlardan birisi.
kunut duası / kunût duâsı
İtâat etme, ibâdet. Hanefî mezhebinde, vitir namazının üçüncü rek'atinde zamm-ı sûre okunduktan sonra; Şafiî mezhebinde, sabah namazının farzının ikinci rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra ve Ramazân-ı şerîf ayının yarısından sonra vitir namazının üç üncü rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra okunan d
kurban
Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey.
Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan.
Bir maksad uğrunda feda olma.
Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.
lahn
Hatâ etmek, doğrudan sapmak. Çoğulu elhândır.
Tecvîd ilminde, tecvîd kâidelerine uymamaktan doğan okuyuş hatâsı. Fıkıh kitablarında namaz kılanın namazın farzlarından olan kırâette yaptığı hatâ zelletül-kârî adı altında incelenmiştir.
Tegannî, sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mâ
maal-farz
Farzedilerek. Doğruluğu kabul edilmekle. Kabul edilmiş sayılmakla.
mahrek
Koz: Bir gezegenin bir devrede üzerinden gittiği farzedilen dâirevi hat, hareket yeri. Mermi yolu.
Hareketli bir noktanın takip ettiği yol.
Bir gezegenin bir devrede üzerinden gittiği farzolunan dairevî hat, yörünge.
mefruz / mefrûz / مفروض
(Farz. dan) Farz olunmuş. Farz hâline gelmiş. Çok lüzumlu. Farz kabilinden olmuş.
Var sayılan.
Farzedilmiş.
(Arapça)
mefruz-ül eda / mefruz-ül edâ
Edâ edilmesi, ödenmesi farz olmuş.
melami / melâmî
Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışan, bu yolda farzları yapıp, haramlardan sakınan, şöhretten kaçındıkları için nâfile ve sünnetleri gizli yapan kimse. Nefislerini kınadıkları için melâmî adı ile anılmışlardır.
mest
Abdest alırken ayağın yıkanması farz olan yerini yâni topuklarla birlikte ayakları örten deriden yapılmış su geçirmez ayakkabı.
mesture
Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)
mi'yar / mi'yâr
Ölçü âleti.
Kendisinde yalnız bir vâcibin (farzın) edâ edildiği, başka bir vâcibin edâ edilemediği vakit.
mihver
Dünyanın kuzey ve güneş kutbu arasından geçtiği farz olunan hat, dönen bir şeyin ortasından geçen mil. Düzgün geometrik şekilleri iki eşit kısma ayıran doğru çizgi. Çark ve tekerlek gibi dönen şeylerin ortasından geçen mil. Merkez.
Mat: Üzerinde bir müsbet ciheti var farzedilen sonsu
mihver-i arz
Arzın kuzey ve güney kutupları arasında uzanıp, merkezden geçtiği farz olunan hat.
müsteb'id
Uzak farzeden, uzak gören, uzak sayan. Uzaklaşmış.
müstehab
Sevilmiş şey. Yapılması sevaplı olan.
Fık: Peygamber efendimizin (A.S.M.) bazen yapıp bazen terkeylediği şeydir. Farz ve vacibin dışındaki sevaplı iş, sevap olduğu bilinen iş. Nafile, mendub, fazilet, tatavvu, edeb namları da verilir.
müstehabb
Sevilen, beğenilen.
Farz ve vacip olmayıp da yapılması sevap olan iş, hareket.
müstehap
Farz ve vacip dışında kalan sevaplı işler.
mütesevvib
Farz namazdan sonra nâfile namaz kılan.
Sevab kazanan.
nafile / nâfile / نافله
Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.
Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan.
Torun.
Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.
Farz ve vacip ibadetinin dışında kalan ibadetler.
Yapılması farz ve vacip olmayan ibadetler.
Farz ve vâcib olmayan ibâdetler.
Boşuna.
(Arapça)
Nafile namazı, farz dışında kılınan namaz.
(Arapça)
nefl
Sevab için yapılan ibâdet. Emredilmemiş, farz veya vâcib olmadan yapılan ibadet. Nâfile.
Birisine ganimet malı veya atiyye, ihsan vermek.
Yemin etmek.
nevafil
(Tekili: Nâfile) Farz ve vâcib olandan başka ibadetler. Nâfile (yani sevab için kılınan) namaz veya tutulan oruçlar.
nezr
Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme. Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır.
nisab
Zekât ölçüsü, ölçü miktarı.
Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı.
Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
Fık: Altının nisabı: 20 miskal; gümüşünki 200 dirhem (yani 600 gram); koyun ile keçinin 40 adet; sığır, manda 30; ve devenin nisabı da 5'dir.
Bir m
özr sahibi / özr sâhibi
Bir namaz vakti içinde yâni namaz vaktinin başından sonuna kadar, abdest alıp yalnız farzı kılacak kadar bir zaman, abdestli kalamayan yâni idrâr ve başka akıntılar gibi abdesti bozan şeylerden biri kendisinde devamlı mevcûd olup durduramayan kimse. İstihâzalı olan.
ramazan
Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur.
revatib
Vazifeler, maaşlar.
Farz namazından önce kılınan müekked sünnetler.
revatib sünnetler / revâtib sünnetler
Peygamber efendimizin beş vakit namazın farzından önce veya sonra devamlı kıldığı müekked sünnetler.
rükn
Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şey.
Namazın içindeki farz.
Kâbe'nin dört köşesinden her birine verilen isim.
rükn-ü dahili / rükn-ü dâhilî
İçteki esas unsur. Namazın içindeki farz ve şart olan esas.
rüku' / rükû'
Namazın içindeki farzlarından biri. Namazda kıyamdan (ayakta durduktan sonra) elleri dizlere koyup eğilme.
sarf
(Çoğulu: Süruf) Harcama, masraf, gider.
Fazl.
Hile.
Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme.
Farz.
Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. K
secde
Namazın içindeki farzlarından; namazda alnı, burnu, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarını yere koyma.
secde-i sehv
Yanılma secdesi; namazda bir farzın veya vâcibin, vaktinden önce veya sonra yapılması yâhut vâcibin terkinde yapılması lâzım gelen secde.
sehv secdesi
Yanılma secdesi; namazda bir farzın veya vâcibin, vaktinden önce veya sonra yapılması yâhut vâcibin terkinde yapılması lâzım gelen secde.
sevad-ül kalb
Kalbin ortasında var olduğu farzedilen kara leke.
sücud / sücûd
Secde; namazın içindeki farzlardan biri. Namazda alnı ve burnu yere koyma.
sünnet
Kanun, yol, âdet.
Siret-i hasene.
Ist: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve manevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı
tahattur-u farazi / tahattur-u farazî / تَخَطُّرُ فَرَض۪ي
Farz ederek hatırlama.
tavaf-ı ifada / tavâf-ı ifâda
Hacıların Arafât'tan indikten sonra yaptıkları farz tavâf. Tavâf-ı Ziyâret.
tecrid
Açıkta bırakmak.
Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek.
Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek.
Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi.
Soyma, soyulma.
tefriz
Farzetmek.
tesevvüb
(Sevâb. dan) Sevap kazanma, sevaplanma.
Farz olan namazdan sonra nâfile namaz kılma.
teşrik tekbiri / teşrik tekbîri
Arefe günü yâni Kurban bayramından önceki gün, sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit her farz namazdan sonra getirilen tekbîr; "Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lill ahil-hamd" sözleri.
teşrik tekbirleri
Zilhiccenin dokuzuncu günü, yani Kurban Bayramının arefe günü, sabah namazından başlayarak, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar olan, her farz namazın selâmından sonraki alınan tekbirler.
tetavvu'
Farz ve vâcib olmayıp, sırf Allah rızâsı için yapılan nâfile ibâdet.
tetliye
Nezretme. Adağı yerine getirme.
Farzdan sonra nafile namaz kılma.
umre
Farz olmayan hac.
Ziyâret. Hac mevsimi dışında Kâbe'yi ve Mekke ve Medine'deki mukaddes yerleri ziyaret etmek. Ist: Kâbe-i Muazzama'yı tavaftan ve Safâ ile Merve denilen iki mukaddes mevki arasında sa'yetmekten ibarettir. Farz olan hacca Hacc-ı Ekber denildiği gibi, Umreye de Hacc-ı Asgar denilir. Cuma gününe tevafuk
umre-i nebevi / umre-i nebevî
Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, hac farz olmadan evvelki haccı.
vacib / vâcib
Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
Varlığı zorunlu olan.
Kur'ân-ı kerîmde açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin açıkça bildirmesi ile anlaşılmış olan emirler. Şâfiîlere göre vâcib denince farz anlaşılır.
Mecburi, farza yakın hüküm.
vacibat / vâcibât
Yapılması gerekli olan şeyler, farzlar.
vakfe
Durma; haccın farzlarından olup, Arefe günü Arafat'ta öğle ve ikindi namazından sonra bir miktar durmak.
vakt
Namazın dışındaki farzlardan birisi.
Zaman
vaziyet-i mevhume-i canhıraşane / vaziyet-i mevhume-i canhıraşâne
Yürek paralayıcı olarak farz edilen durum.
vücub / vücûb
Kesin olarak emredilme, farz kılınma.
vücub şartları / vücûb şartları
Bir ibâdetin bir kimseye farz olmasının şartları.
vücub-u kat'i / vücub-u kat'î
Kesin zorunluluk; kesin ve şüphesiz farz oluş.
vücub-u zekat / vücub-u zekât
Zekâtın farz oluşu.
zamm-ı sure / zamm-ı sûre
Farz namazın ilk iki rek'atinde, sünnet namazların ve vitrin her rek'atinde ayakta Fâtiha'dan sonra okunan sûre veya en az üç kısa âyet.
zellet-ül kari / zellet-ül kârî
Kırâat hatâsı. Namazın içindeki farzlardan kırâati yerine getirirken (Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okurken) meydana gelen hatâ, yanlış okuma.
zevaid sünnet / zevâid sünnet
Farzla birlikte kılınması bildirilmeyen nâfile namazlar.
Peygamber efendimizin ibâdet olarak değil de, âdet olarak, devâmlı yaptığı şeyler.
zevil erham / zevil erhâm
İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz (farz hisse sâhibi) ve asabe denilen kimseler dışındaki yakın akrabâ.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
bahr-i hakikat
Mustevli
ittihad-ı İSlam
Kalb-i bende
Muallâ
iccar
tarîkat
mutlak müctehid
Tevlih
mihval
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
farz
Akasi
ik etmek
Arşiv
necmeddin
muz
vuzu
NEVRUZ
resullullah
Mümkün değil